Ve gerçekten biz göğe dokunduk da onu kuvvetli bekçiler ve parlak alevlerle doldurulmuş bulduk. Ve hiç şüphesiz ki biz gökten duyum almak için oturulan yerlere oturur idik. Peki, şimdi her kim duyum almak için uğraşsa kendine, gözetleyen parlak bir alev buluyor. Biz de, yeryüzündekilere kötülük mü murat edildi, yoksa Rabbleri onlara bir doğruluk mu diledi bilmiyoruz.
Bu ayetlerdeki ifadeden anlaşıldığına göre, Kur’an dinleyerek gerçekleri görmüş ve imana gelmiş olan yabancılar, Kur’an ile tanışmadan önceki durumlarını özeleştiri olarak dile getirmektedirler. Çünkü konuşmacı olan cinn ayette, kendilerinin daha önce müneccimlik yaptıklarını, umutlarını yıldızlardan alacakları bilgilere bağladıklarını, bu amaçla sürekli rasathanelere oturup beklediklerini, ama göklerin yıldızlarla ve meteorlarla dolu olduğunu, bunlara bakarak istedikleri bilgileri elde edemediklerini, sonuç olarak da hiç kimse için yarının ne getireceğini öğrenemediklerini sayıp dökmektedir.
İşin aslı bu olmasına rağmen bu ayet gurubu hakkında yapılan açıklamalar, mantık dışı söylentiler sebebiyle komediye dönüşmüştür:
Süheyli’nin naklettiğine göre, Şeytan daha önce yedi kat semaya girip çıkıyordu. İsa’nın doğumuyla ona üç tanesi yasaklandı. Muhammed’in doğumuyla da yedisinin tamamı yasaklandı. Başka rivayetlere göre de Muhammed elçi olunca büyük bir meteor yağmuru meydana geldi. Bu, Taif sakinlerini korkuttu. Ama onların kabile reislerinden biri dedi ki: Eğer bunlar, gecenin karanlığında kendilerine bakarak yolumuzu bulduğumuz yıldızlar ise, bu dünyanın sonu demektir. Aksi halde korkmamız gereken, başka bazı şeyler olmaktadır ve Allah bir şey irade etmiştir. (M. Hamidullah)
Razi’den de naklediyoruz:
Cinlerin Göğü Yoklamaları
Yedinci Nev: Cenâb-ı Hakk`ın, "Biz ciddi bir surette göğe erişmek istedik, fakat onu sert bekçilerle ve şihablarla doldurulmuş olarak bulduk" (cin, 8) ayetinin beyan ettiği husustur.
لمس(lems), mess anlamında olup, "tecessüs etti, araştırdı; yokladı" manasında, istiare yoluyla kutlanılmıştır. Çünkü dokunan kimse, arayan ve tanımak isteyen kimsedir. Nitekim Arapça`da, "Dokundu; dokundu, araştırdı..." denilir. Ki, bunun bir benzeri de (cess) köküdür. Nitekim Arapça`da "Onu gözleriyle takip ettiler; onun hakkında tecessüste bulundular. Buna göre ayetin manası, "Biz, semaya çıkıp da, oradakilerin sözlerini dinlemek istedik" şeklinde olur. Hares (الحرس), tıpkı Hadem (الخدم) kelimesinin (hizmetçiler) anlamına gelmesi gibi, manasında tekil bir isimdir. İşte bundan dolayı müfret olan شديداşediden kelimesiyle nitelenmiştir. Şayet bunun anlamı gözetilmiş olsaydı, o zaman شدادا şidaden denilirdi.
Gökten Kovulmaları
Sekizinci Nev: Cenâb-ı Hakk`ın, "Halbuki, hakikaten biz, dinlemek için, göğün bazı kısımlarında oturacak yerler bulup oturuyorduk. Fakat, şimdi, kim dinleyecek olursa, kendisini gözetip duran bir şihabın karşısında bulur" (cin, 9) ayetinin beyan ettiği husustur. Bu ifade, "Biz dinliyorduk, ama şu anda her ne zaman dinlemek istesek, şihablarla kovuluyor ve taşlanıyoruz.." demektir.
Şihap
Ayetteki, شهابا رصدا şihaben rasaden` tabiri hususunda şu İzahlar yapılabilir: a) Mukâtil, "Şihablann taşlaması, meleklerin de gözetmesi ile karşılaşırız..." manasını vermiştir.
b) Mananın böyle olması halinde kelamın takdirinin, شهابا رصدا şihaben rasaden şeklinde olması gerekir. Çünkü (gözetleyiciler) رصد, شهاباşihaben`den başka birşey olup, راصد rasıd (gözetleyen) kelimesinin çoğuludur.
c) Ferrâ da, "Kendisini taşlamak için, gözetleyen bir şihab..." anlamını vermiştir ki, buna göre رصدا rasıd kelimesi شهابا şihaben kelimesinin sıfatı olup, mef`ûl anlamında bir masdardır.
d) رصدا rasaden kelimesinin ism-i fail anlamında راصدا rasıd olması da mümkündür. Çünkü o cinler için hazırlanmış olunca, adeta sanki, onları gözetleyen ve bekleyen gibi olmuş olur. Bil ki biz, bu meseleyi, (Mülk, 5) ayetinin tefsirinde tafsilatlı bir biçimde ele almıştık.
Şihablar Bi`setten Önce Yok Muydu?
Buna göre şayet, "Şuhûblar, Hz. Peygamber (s.a.s)`in peygamber olarak gönderilmesinden önce de vardı. Delili ise şunlardır:
1) Eski felsefecilerin tamamı, şuhublann akmasının sebepleri hususunda pekçok şey söylemişlerdir. Ki, bu, bunların Hz. Peygamber (s.a.s)`in nübüvvetinden önce de mevcut olduğunu gösterir.
2) (Mülk, 5) ayeti. Çünkü Cenâb-ı Hak bu sûrede, yıldızların
yaratılması hususunda iki gayeden, yani tezyîn ve şeytanların taşlanmasından bahsetmiştir.
3) Bu akma, batma işi, cahlliyye şiirinde de yer almıştır. Nitekim Evs ibn Hicr, "Derken, peşinden, yağmuru sicim sicim eleyen bir birikintisi gelen bir inci gibi kayıverdi, akıverdi" derken, ?Avf İbn el-Hır o da,? "Kervan bize, sevgilisiz geliyor. Ya da, kendisini kanın izlediği bir inci gibi burcun (batımı)" beytinde yine şihabdan bahsetmiştir.
Zührî de, Ali İbn Hüseyin`in İbn Abbas`tan şunu rivayet ettiğini söylemektedir: "Bir gün Allah`ın Resulü, Ensâr`dan olan bir topluluk içinde oturuyordu. Derken, bir yıldız aktı da, etrafı aydınlattı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s), "Sizler bu gibi şeyler hakkında cahiliyye döneminde ne derdiniz?" diye sorunca, onlar da, "Bizler, (herhalde şu anda), "Büyük bir zat doğdu veya öldü..." derdik" dediler. Biz bu hadisi, Cenâb-ı Hakk`ın, Mülk 5. ayetinin tefsirinde sonuna kadar yazıp ele almıştık.
Bunlar sözlerine devamla şöyle demektedirler: "Bütün bu sebeplerle, "şuhub"un, Hz. Peygamber (s.a.s), peygamber olarak gönderilmeden Önce de mevcut oldukları sabit olmuştur. Binâenaleyh, bu hadisenin, Hz. Muhammed (s.a.s)`in peygamber olarak gönderilmesine tahsis edilmenin manası ve hikmeti nedir?" denilirse, buna şu iki mukaddime ile cevap verebiliriz:
Birinci Mukaddime: Bu şihablar, Hz. Peygamber (s.a.s)`in, peygamber olarak gönderilmesinden önce mevcut değildi. Bu, İbn Abbas (r.a) ile Ubeyy İbn Ka`b`ın görüşüdür. Ibn Abbas`ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: "cinler göğe çıkıyor ve vahyi dinliyorlardı. Fakat onlar (gökten) bir kelime duyduklarında, ona dokuz tane de ilavede bulunuyorlardı. O tek kelime doğru ve haktı. Ama ilaveler, bâtıl (yalan) idi. Hz. Peygamber (s.a.s), peygamber olarak gönderilince, o şeytanlar (cinler), gökte oturup vahiy dinledikleri o yerlerden koğuldular. Bundan önce ise, o yıldız (kaymaları) görülmüyordu. Bunun üzerine İblis, onlara, "Bu ancak yeryüzünde meydana gelen (önemli) bir hadiseden dolayı olmuştur" dedi ve askerlerini, araştırmak için dört bir tarafa gönderdi. Derken onlar, Resûlüllah (s.a.s), ayakta namaz kılıyorken buldular gördüler..."
Ubeyy b. Ka`b (r.a) da şöyle demiştir: "Hz. İsa (a.s) göğe kaldırıldığından beri, hiç yıldızla taşlama olmadı. Hz. Muhammed (s.a.s), peygamber olarak gönderilince, yıldızlarla taşlama başladı. Böylece Kureyş, daha evvel görmediği bir hadiseyi görmeye başladı. Dolayısıyla da, "Artık dünyanın sonudur" zannıyla, hayvanlarını salıvermeye, kölelerini azad etmeye başladı. Bu durum, onların büyüklerinden birine ulaştı ve o, "Bunu niçin yaptınız?" deyince, onlar da, "Yıldızlar atıldı (kaydı) ve onları gökte birbiriyle çarpışıyor olarak gördük" dediler. Bunun üzerine o, "Sabredin. Eğer bu bilinen bir yıldız ise, zaman insanların yok edileceği zamandır. Yok eğer bilinmeyen bir yıldız ise, ortada yeni meydana gelen bir hadise vardır" dedi. Onlar da araştırmaya başladılar ve (koyan-çarpan) o yıldızın, tanınmayan bir yıldız olduğunu anladılar. Durumu o adama haber verdiler. Bunun üzerine o, "Hüküm vermekte acele etmeyin. Böyle bir şey, yeni bir peygamber geldiğinde olabilecek bir şeydir" dedi. Aradan çok geçmeden Ebû Süfyan, mallarının başında olarak geldi ve o topluluğa, Muhammed b. Abdullah (a.s)`ın ortaya çıkıp, kendisinin peygamber olarak gönderildiğini (vazifelendirildiğini) iddia ettiğini haber verdi."
Belki de bu kimseler, evvelki semavî kitapların tahrif edildiğini söylemişler; şeytanları yıldızlarla taşlama mucizesini, sonrakilerin bu kitaplara kattıklarını mı iddia etmişlerdir. Keza cahiliyye devrine ait nakledilen şiirlerin ise uydurma olduklarını ileri sürmüşlerdir.
Şihabların Artırılması
İkinci Mukaddime: Doğruya en yakın görüşe göre, bu şihablar, Hz. Peygamber (s.a.s)`den önce de mevcuttu. Fakat o, peygamber olarak gönderildikten sonra iyice artırılmış ve en mükemmel, en güçlü hale gelmiştir. İşte bu, ayetin lafzının kendisine delalet ettiği görüştür. Çünkü ayette, "Fakat onu, sert bekçilerle ve şihablarla doldurulmuş olarak buldular" buyurulmuştur ki bu, sonradan meydana gelen hususun, doldurma ve çoğaltma olduğunu gösterir. Ayetteki, "Halbuki hakikaten biz, dinlemek için onun bazı kısımlarında, oturacak yerler bulup oturuyorduk" cümlesi de aynı manayı ifade etmekte olup, "Biz orada, bazı oturma yerlerini, bekçilerden ve şihablardan boş olarak buluyorduk. Ama şu anda bütün oturma yerleri doldu" demektir. Buna göre, cinleri belde belde dolaşıp, bu hadisenin sebebini araştırmaya sevkeden şey, şihablarla püskürtmenin iyice artması ve kendilerinin kulak hırsızlığından tamamen menedilişleridir.
Dokuzuncu Nev (çeşit): Hak Teâlâ`nın şu ayetinin beyan ettiği şeydir:
"Doğrusu biz, yerdekiler için bir şer mi murad ediliyor, yoksa Rableri onlar için bir hayır mı murad ediyor, bilmiyoruz" (Cin, 10).
Bu ayetle ilgili olarak şöyle iki görüş var:
1) Ayet, "Biz, bu hırsızlıktan menedilişin gayesinin, yerdekiler için şer olarak mı, yoksa hayır ve güzel olarak mı düşünüldüğünü (uygulandığını) kestiremedik" manasındadır.
2) Bu, "Biz, bu sebeple hırsızlık yapmaktan menedildiğimiz peygamber olarak gönderilişinin maksadının, onlar onu yalanlasınlar da böylece, önceki yalanlayıcı ümmetlerin helak oluşu gibi helak olsunlar diye mi, yoksa iman etsinler de böylece hidayete ersinler için mi olduğunu kestiremedik" demektir. (RAZİ: Mefatih ül Gayb)
Lems
“Lems” sözcüğü; “dokunmak, elle yoklamak” demektir. Dokunmak eylemi genellikle bilgi almak, bir nesnenin sertlik, yumuşaklık, sıcaklık, soğukluk yönünden niteliğini öğrenmek amacıyla yapıldığı için, sözcük burada mecazen; “bilgi almak maksadıyla gökteki yıldızlarla kurulan temas”ı, yani yıldızların incelemeye alınmasını ifade etmektedir.
El’an (şimdi)
Bu sözcük gökyüzü için değil, “cinn”ler (yabancılar) için kullanılmış olup, onların iman etmiş hâllerini ifade etmektedir. Yani, eskiden, gerçek imana ermeden, Allah’ı tanımadan, tevhidi öğrenmeden önce, yıldızlara bakarak bir takım hesaplarla gaybe ait bilgileri öğrendiklerini iddia eden kâhinler tarafından kandırılan bu grup, ŞİMDİ, dinledikleri Kur’an sayesinde hem Allah’ı tanımışlar hem de kâhinlerin yıldızlardan bir şey öğrenemediklerini ve onların sadece yalan söylediklerini anlamışlardır. Çünkü kâhinlerin (şimdiye kadar) herkesi, Allah’ın gökte melekleri ile sohbet ettiği, yarının (geleceğin) kimin için iyi kimin için kötü olacağını konuştuğu, onlarla beraber plân program yaptığı masallarıyla uyuttukları ve gökte yapılan bu plânların emirleri altındaki cinnler tarafından kulak hırsızlığı yapılarak, yani kimseye çaktırmadan dinlenerek kendilerine aktarıldığı (bu aktarım faks cihazı ile mi oluyordu acaba?) palavrasıyla sömürdükleri, Kur’an sayesinde ortaya çıkmıştır. Şimdi artık Kur’an dinleyenler bilmektedirler ki, gayb bilgisi sadece Allah’a mahsustur ve bu bilginin Allah’ın izni dışında öğrenilmesi asla mümkün değildir.
Gizlice dinlemek suretiyle gaybden haber alındığı yalanıyla yapılan sahtekârlık Hicr suresinin 16–18. ve Saffat suresinin 6–10. ayetleri için de söz konusu edilmiştir. Gerçi Hicr ve Saffat surelerindeki kulak hırsızları Kur’an’da “Şeytan-ı Racim (İblis) ve “şeytan-ı marid” olarak nitelenmiştir ama, konuyu suistimal edenler bunları da, duyum almak için oturulan yerlere oturan cinnlerle aynı telâkki etmişlerdir. Bu sebeple, aslında Hicr suresinin 16–18. ayetleri hakkındaki açıklamalarımızı içeren yazımızı burada dikkatlerinize sunuyoruz: