Aslında 'Kur'an'ı terkedilmiş bırakma' sürecinde, Peygamberden sonraki kısa bir dönemin dışında, hemen hemen bir kesinti söz konusu değildir. Bu süreç, çok değişik kültürel, düşünsel, edebi, mistik, siyasi v.b. istasyonlardan geçerek, bu günlere kadar gelmiştir. 'Kur'an'ı terkedilmiş bırakma' yürüyüşü, her istasyondan yeni bazı curufat yüklenerek; hem de kendisini uyarmaya kalkışan, Kur'an'ın gerçek bağlıları*nı da kolayca elimine ederek ilerlemeye devam etmektedir. Bu yürüyüş -en iyisini Allah bilir ama-, kıyamete kadar da devam edecektir.
Peygamber sonrası dönemde, saltanata giden yoldaki engelleri bertaraf etmek için Kur'an yapraklarını süngülerin ucuna taktıran Muaviye, Kur'an'ı terkedenlerin ilk değilse de en trajik örneğiydi. Oluk oluk insan kanı akıtılan bu fitneler döneminden sonra, ihtida eden yeni kavimler, kabileler ve bölgeler elinde, Kur'an, eski Zerdüşt, Şamanist, Budist, Neo-Platonist v.b. bir sürü putperest fikirlerin, öğretilerin gölgesine terkedildi. Artık Kur'an, evin baş misafiri görünümünde, aslında bir sığıntı idi. Kur'an, anılan din ve kültürlerin mistik telakkilerine tabi tutulmaya başlanmıştı. Kur'an'ın bir zahiri, bir de batını var denerek, zahiri kufuryoklere atılıyor, 'batını' ise akla hayale gelmedik heterodox yorumların menbaı kılınıyordu.
Bu yeni dönemde Allah tabir caizse emekliye sevkedilmiş, O'nun yerine ricalü'l-Gayb adı verilen (üçler, yediler, kırklar gibi) ilahlar panteonu kainatı sevk ve idare ediyor: yağmuru yağdırıyor, rüzgarı estiriyor insanlara ve kainata hükmediyordu. Artık insanlar 'ene'l-Hak' diyerek tanrı ile insan ayrılığı, aynılığa dönüştürülüyordu.
Günümüzde Kur'an bunlara ilave olarak, salt sevap kazandıran bir kıraet olarak algılanmaktadır. Ayrıca, muska, büyü, tılsım, nazarlık gibi İslam-öncesi kalıntılar için de Kur'an alet edilmeye devam etmektedir. Şeyhler, erenler ayaklarını öptürürken(Htta baska seylerinide), bu cürme Kur'an nezaret ettirilmektedir.
Egemen sistem Kur'an'ın depolitizasyonu için artık çok fazla efor harcamamaktadır. Çünkü teologlar, Kur'an'ın siyasetle hiçbir alakasının olmadığını onlardan çok ileri düzeyde iddia ediyorlar.(1) Kur'an, manastır hayatı gibi bir ibadet; hoşgörü, itaat, kurban kesmek, oruç tutmak, çarşı-pazafda hırsızlık yapmamak gibi birtakım dindarlık tezahürlerinin dışında, hayata müdahil her türlü talepten arındırılmış durumdadır!
Buna göre Kur'an'ın, Allah'ın istediği şekilde bir toplum yapılandırılması için hiçbir talebi bulunmamaktadır. Bunlar ideolojik ve totaliter bulunmaktadır.
Bu arada konfora dayalı lüks bir yaşam da müslüman toplumların idealini süslemektedir. Dolayısıyla Kur'an'ın mala, kazanmaya, harcamaya, infaka, Allah yolunda mallarımızı harcamaya ilişkin ayetleri de kolayca ve kendiliğinden buharlaşmaktadır.
Kur'an'ı mehcur bırakma'nın en bariz sonucu, müslüman toplumların düşünceyi, tefekkürü, akletmeyi, Allah'ın kevni ayetleri üzerinde kafa yormayı tamamen terketmiş bulunmalarıdır. Artık tefekkürün yerini büyülü camın sihirli dünyası almıştır. Bütün bir 'müslüman topluluk', iki üç tane TV kanalıyla kolaylıkla hipnotize edilmektedir. Yani, aklını kullanmayan toplumun üzerine Allahu Teala rics indirmektedir.
Sonuç itibariyle, Kur'an günümüz müslüman toplum*larının değerlerinin kaynağını oluşturmuyor. Kur'an çoktan gözden çıkartılmıştır. Müslümanlar tam bir dünyevileşmeyi yaşıyorlar. Dünyaya ve mala çakılıp kalmış durumdadırlar? Ahiret hesabı onları sanki hiç alakadar etmemektedir. 'Müslüman toplumlar'ın, Kur'an'a dayalı bir toplum inşa etmek gibi bir gayretleri, hedefleri gözlenmemektedir.
1-09 Şubat 2000 gecesi ATV'nin Siyaset Meydanı'nda, bir liberal felsefe Profesörünün, siyasal İslam'ın kaynağının Kur'an olduğu; İslam'da dinle siyasetin ayrıştırılamayacağı; Muhammed'in Medine'de bir devlet kurduğu şeklindeki sözlerine, bir zamanların 'radikal islamcı' eskisi şimdilerde kendisine acımaktan başka hiçbir sıfat yakıştıramadığım bir zavallı, olanca hışmıyla itiraz ediyor ve dinle siyasetin ayrı ayrı şeyler olduğunu, Peygamberin de devlet filan kurmadığını canhıraş bir biçimde iddia ediyordu. O an, Liberal Profesörün yüzündeki şaşkınlığı gören herkes, sanki içinden 'sa...k' sözcüğünü gayri ihtiyarı mırıldandığını düşünürdü... işin trajikomik tarafı, görünüşte diğer konuklardan 'farklı' gibi duran o kişinin, sanki onlarla yer değiştirmiş gibi bir konuma gelmiş olmasıydı.
rics=Yunus 100