« : 03 Eylül 2009, 04 :10:52 »
--------------------------------------------------------------------------------
1988’de İran’da Ayetullah Munteziri Evin hapishanesinde olup bitenler için Ayetullah Humeyni’ye “Senin adamlarının zulmü Şah’ın zulmünü geçti, hani Ali’nin adalet devletini kuracaktık” dediğinden bu yana…
1987’de Tahran Üniversitesi önünde 7 kişinin öldüğü öğrenci gösterisinde “Ya adalet devleti ya yeniden devrim” sloganları atıldığından beri…
1994’den bu yana Türkiye’yi önce yerel sonra merkezi iktidarda olmak üzere 15 yıldır bir zamanlar “İslam gelecek vahşet bitecek” sloganları atanların yönetiyor olmasından beri…
2002 yılından sonra yükselen İslamcı partilerin, son yıllarda Kuveyt, Fas, Cezayir, Ürdün, Endonezya, Pakistan ve Yemen’de (en son Türkiye’de) oy kaybetmesinden bu yana…
2008’de Türkiye’de devletin tepesine bu kökten gelen birisinin “Cumhurbaşkanı” olmasından beri…
İsmet Özel “Toparlanın gidiyoruz” dediğinden bu yana…
2009’da seçimlerde “Cipli türbanlı, durakta bekleyen türbanlı” tartışması başladığından bu yana…
Müslüman dünyada “zamanın ruhu” değişti.
Üstelik bütün bunların her biri diğerinden “sinerji” alarak…
Katlanarak, yayılarak, artarak…
İkbal’in tabiriyle “göç katarları toplandı.”
İbn Haldun’un tabiriyle “ümran rüzgarı döndü.”
Zamanın ruhu değişti.
***
Çünkü mazlumlar zalimleşmeye, ezilenler ezmeye başladı.
Çünkü muhalefetin/devrimin mantığı, devletin/iktidarın mantığına teslim oldu.
Çünkü İslamcılar iktidar işini beceremedi. İktidar felsefesi ve dili üretemedi. İktidara gelince “700 yıllık eserlerle averelik etmek” dışında yapabilecekleri bir şey yoktu. Veya o gömleği tümden çıkarıp liberalizme sığınmak ve kapitalistleşmek dışında şansları yoktu…
İran’da Beheşti’nin düşündüğü toprak reformları gerçekleşemedi. En büyük tepki toprak ağlarının desteklediği mollalardan geldi.
Muhalefette Ali, Ebuzer, Hüseyin söylemi, iktidarda Muaviye, Yezid fıkhı…
Artık isyan, fetih, ele geçirme, devrim yapma dönemi bitti.
Ele geçen ele geçti, kaleler fethedildi, devrilen devrildi.
Şimdi abdestli tağutlar, tesbihli monşerler var.
Zamanın ruhu değişti.
Çünkü Begoviç’in dediği gibi acılar ve ızdıraplar içinde doğan dinler ve devrimler rahat ve konfora gömülünce biter. Sahte din statüko için yalan söylemeye, devlet de zalimleşmeye başlayınca yolun sonuna varılmıştır. Geriye kalan onları gerçekleştirme çabasından başka bir şey değildir. Onların gerçekleşmesi ise aynı zamanda ölümleri demektir…
***
Zamanın ruhu değişti.
Artık Türkiye’nin geleceğinde “dine karşı din” var.
Sadece Türkiye’nin değil; İslam dünyasının geleceğinde de “dine karşı din” var.
Kehanet formunda öngörüyorum:
1- Mülkle ilişkileri bozulup kariyerizmi ve konformizmi din haline getiren “yeni sınıf” ile “yalınayaklılar” bu kez dini argümanlarla karşı karşıya gelecek. Zengin dindarlar statükoyu, yoksul dindarlar muhalefeti temsil edecek. İktidarlar dinin afyon yüzü ile savunulacak, aynı iktidarlara dinin vicdan yüzü ile karşı çıkılacak.
2- Mucize anlatılarıyla dolu bir din anlayışı Türkiye’nin geleceğine hükmedecek. Mucize, keramet, uçtu kaçtı anlatılarıyla örülü bir din yayılacak. Buna karşı İran’da örneği görüldüğü gibi “yeşil rasyonalizm” türünden dini akımlar tepki olarak doğacak.
3- Mevzu (uydurma) rivayetlerle örülü hurafeci bir din anlayışı her yanı saracak. Ortalık mehdi, mesih, cifr, deccal rivayetlerinden geçilmez olacak. İstihare, rabıta ve rüyalarla devlet yönetilmeye kalkılacak. Sorgulanmamış “eski İslam kültürü”, üzerinden tozu kalkmamış bir halde “Risale-i Nur” veya “İhya-u Ulumu’d-din” vb. eserler yoluyla yeniden dirilecek. Laiklik-din, asker-sivil, sağcı-solcu çelişkileri kaybolacak, “dine karşı din” sahne alacak.
***
Bunlar Türkiye’nin geleceği hakkında kehanetlerim (!), yazın bir kenara.
Ben bu sahnede şimdiden safımı belirliyorum: Yeni sınıf’a karşı ‘yalınayaklılar’dan, uçtu kaçtı dinine karşı ‘yeşil rasyonalizm’den, dinin afyon yüzüne karşı ‘vicdan yüzü’nden yana tarafım!
Bu saflaşmada her şey birbirine karışıyor, yeniden şekilleniyor. Dünün muhalifleri bugünün statükocuları, dünün mazlumları bugünün zalimleri, dünün yoksulları bugünün zenginleri, dünün muktedirleri bugünün ezilenleri haline geliyor. Dünün merkezi bugünün çevresi, dünün “yalınayaklısı” bugünün “tesbihli monşeri” oluyor.
Zamanın ruhu değişti.
Artık “dış güçler” diye bir şey yok. Varsa bile kendini “dış güç” olarak göstermeyecek, “iç güç” kılığına bürünecek, “karşı din” olarak sahne alacak.
Artık “Müslüman camia” diye bir şey yok.
Zenginler ve yoksullar var.
Muaviyeler ve Ebuzerler var.
İktidar yalakaları ile adalet arayanlar var.
Ruhunu kirletenler ile temiz kalanlar var.
Cebini şişirenler ile açlıkla boğuşanlar var.
Kariyeristler/konformistler ile idealistler var.
Asıl mücadele bunlar arasında olacak.
Gerisi sahtedir.
Zamanın ruhu değişti.
***
Artık dindar burjuvaziler oluştu.
“Burjuvazi” burç kökünden gelir. Burçlarda/şatolarda/villalarda oturanlar demektir. Kum tepelerinde (ahkâf) otururlar ve tepelerden inip kumlara karışmak istemezler. Bütüne katılmayıp ayrı durmak isterler. Herkes gibi olmak zorlarına gider. Hep ayrıcalıklı muamele görmek istediklerinden mülke taparlar. Çünkü mülk onlara bu ayrıcalığı sağlar.
Zamanın ruhu değişti.
Yazdığım yazılara “Böyle insanlar Müslümanlardan çıkmaz, hayal görüyorsun” diyenler, buyursun okusun: “Bir lokma bir hırka felsefesine de inanmam. Bu bize yutturulmuş bir zokadır! Allah verdiği nimetleri kullarının üzerinde görmek ister. Osmanlı padişahının giyimi Karacaoğlan gibi değil. Ölçü minumum giyinmekse İmamı Azam’ın giyimini nasıl izah edeceğiz? Evi Bağdat’ın en güzel eviydi. Zekatımı veriyorsam İslam’da kimse niye böyle yapıyorsun deme hakkına sahip olmuyor. Malının tümünü infak etmeyi Allah’ın Resulü de izin vermiyor. Zannediyoruz ki adam zenginleştiği halde fakir hayatı yaşayacak. Öyle bir şey yok…” (Erol Yarar, Star, 20.07.2009).
Dahası var. Asıl burjuvazi kendisiymiş… Allah kendilerini “zenginlik” ile imtihan ediyormuş… Fakirlikle de imtihan edebilirmiş ama verdiği nimetleri “onun” üzerinde görmek istediğinden bol bol vermiş… Yolda yürürken giyiminden kuşamından zengin olduğunun anlaşılması lazımmış çünkü fakirler zengin olduğunu anlayıp gelip isteyebilmesi için bu gerekliymiş. Onun için beyefendi çok fiyakalı ve zengin giyinmeliymiş…
Bir de çok Kur’an okuyormuş, işte buna bittim.
Okuduğun Kur’an’da şu ayete hiç rastlamadın mı: “Zenginler mallarını “Arada fark kalmaz, eşit hale geliriz” diye yanındakilerle paylaşmıyorlar. Allah’ın nimetini mi inkâr ediyor bunlar?” (Nahl; 71)
Eğer imanın varsa, sadece şu ayet üzerine az düşün, geceleri uyuyamazsın. Gerisine girmeyeyim, onlarca sahife yazdım. Bu da arınmayı (tezkiye), sub sub vird çekmekten veya jakuzide duş almaktan ibaret sananlardan, belli…
***
Zamanın ruhu değişti.
İstiyorsunuz ki hep zengin kalalım. İstiyorsunuz ki insanlar bizden istesin, hep istenir durumda olalım, hep kum tepelerinde yaşayalım. Etrafınızda yoksulların utana sıkıla sizden istemesi, güç arayan kadınların baygın bakışları hoşunuza gidiyor. Onlarla eşit hale gelmek istemiyorsunuz, hep bizden istesinler, beklesinler istiyorsunuz. Onun için ‘Giyim kuşamımdan zengin olduğum anlaşılmalı ki gelip benden istesinler” diyorsunuz.
Eski sufiler kuldan bir şey istemeyi “şirk” sayardı. Melameti öğretisinde mülkiyet talebi de şirk sayılırdı. Çünkü ‘Mülk Allah’ındır, kendisi mülk olanın mülkiyeti olamaz’ derlerdi. Mülkü bütüne (Allah’a) ait görürler, “benim” demekten utanırlardı. Tabi siz bunları bilmezsiniz, hiç duymamışsınızdır bile.
Fatiha’da “Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna bizi ilet” deyince, sizin gibilere göre “Kendilerine zenginlik verdiklerinin yoluna ilet” demiş oluyoruz. Çünkü Allah nimetlerini kullarının üzerinde görmek istiyor ya! Halbuki Kur’an’a göre Allah’ın nimeti doğruluk (sıddık), iyilik, güzellik (salih), şehitlik ve nübüvvettir.
“Bir lokma bir hırka” İslam tarihinde tasavvuf hareketinin Müslüman alemine öğrettiği en esaslı protestodur. Sizin gibiler ortaya çıkınca kimi sufiler yün giyip yalınayak dolaşarak mala mülke tapmayı böyle protesto ettiler. Sufiler de aynı yola kayınca Melametilik (levm kökünden gelir kınamak, eleştirmek demektir) diye bir akım çıktı. Hırkayı, tacı, suf (yün) elbiseyi yaktılar. Bunlar riyadır diyerek halka karıştılar, her tür gösterişten uzaklaşıp sıradan birisi gibi yaşamaya başladılar. Buna “fakr” makamı dediler ki nübüvvet makamına böyle ulaşılırdı.
Sizin suçunuz yok belki. Çünkü zamane sufileri, şeyhleri dahi mülke tapar oldu. Onlar bile böyle olursa “zamanın ruhu” yeni bir melameti (levm eden, kendini kınayan nefs, eleştiren, kınayıcının kınamasına aldırış etmeyen) çıkışı çağırır hale gelir. Bu işler hep böyledir…
Zamanın ruhu değişti.
***
Bir Müslüman şöyle düşünmeli değil mi: Eğer maddi zenginlik Allah’ın kulları üzerinde görmek istediği nimet ise, bunu en çok kimin üstünde görmek isterdi? “Alemlere rahmet” olarak gönderilende değil mi? Neden yok peki? Neden? Hz. Ebubekir’de neden görünmedi bu nimet? Varken neden yok oldu? Zenginken Müslüman oldu, fakat sonra neden Müslümanken zengin kalamadı? Neden? Hz. Ömer, Hz. Ali neden tek kuruş miras bırakmadı? Neden? Niçin?
Akılları ermiyordu ha? Belki de ticaretten anlamıyorlardı? Oyun kurmayı, fırıldak çevirmeyi bilmiyorlardı, öyle mi?
Peki, Hz. Peygamber Abdurrahman bin Avf’ın ticaret kervanını neden üç kez sıfırlattı, dağıttırıp infak ettirdi? Hz. Fatıma’nın kolunda altınlar görünce neden koluna vurup “Ateş bunlar, at” dedi?
İpek ve altın takmak ümmetimin erkeklerine haram kadınlarına helalmiş!
Hayır! Erkeklerine de kadınlarına da haramdır! Anlamıyorsunuz, zaten neyi anlıyorsunuz ki?
“Sade yaşayın, lüks yaşamayın” demek istiyor. Bunun için altın ve gümüşle gösteriş yapmayın, para bende diye göstere göstere dolaşmayın diyor, anlamıyor musunuz?
Resimli evde namaz olmazmış. Peygamberimiz resimli eve girmemiş. Neden girmemiş? Lüks tablolara çizili resimler olduğu için! Lüks ve pahalı tablolarla bezeli evlere girmiyor, onun için! Anlamıyorsunuz, zaten neyi anladınız ki?
Adam 200 milyarlık cipe biniyor, elinde gümüş yüzük… Ne bu diye soruyorsun erkeklere altın harammış, onun için diyor. Be hey nadan! 200 milyarlık cip helal, parmağına altın yüzük haram öyle mi? Sana helal, hanımının kollarına şıngır şıngır helal öyle mi? Anlamıyorsunuz, zaten neyi anladınız ki?
Zamanın ruhu değişti.
***
Bu hangi din, bu kimin peygamberi!
Bir din bu kadar mı tahrif olur, bir peygamberin getirdikleri bu kadar mı ters yüz edilir?
Yahudilik tahrif oldu, Hristiyanlık tahrif oldu, seninki dimdik ayakta öyle mi?
İddia ediyorum: Hiçbir din İslam kadar tahrif edilmemiştir?
Tahrif nedir? Kuran’ın harflerinin, cümlelerinin değişmesi mi? Kur’an orada öylece duruyor. Mehcur vaziyette… Kafa değişmiş, bakış açısı değişmiş, zihniyet değişmiş.
Hiç değişmese İslam alemi bu halde olur muydu?
Müslümanlar kurtulmuşluk vehminden çıkmalı, “Bizim dinimize bir şey olmadı, öbürleri değişti” kafa konforundan kurtulmalı. Öbürlerinin tahrifi de aşağı yukarı böyleydi. Bir lütuf varsa, o da, belki ileride dönerler diye Kur’an’ın düz metin olarak elimizde olmasıdır. Ama şu da kesin: Tevrat ve İncil’in metni ile Yahudiler ve Hristiyanların zihniyeti ve yaşantısı arasında pek fark yok. Ama Kur’an’ın metni ile Müslümanların zihniyeti ve yaşantısı arasında uçurumlar var!
Zamanın ruhu değişti.
***
Onun için “zamanın ruhu” dine karşı dini çağırıyor.
Hem Türkiye, hem İslam elemi için aynı anda geçerli bu.
Tahrif olmuş dine karşı, gerçek hayat dinine döneceğiz.
Dine karşı din mücadelesini bir “iç mücadele” olarak, Müslümanların birbiriyle uğraşması olarak görmekten vazgeçeceğiz. O artık geçti, öyle bir dünya da, öyle bir camia da yok. Başka bir zamanda yaşıyoruz. Dirlik ve düzen içinde olduğumuz çağlar, Akif’in tabiriyle “Alemin günlerine hükmettiğimiz günler” çok gerilerde kaldı.
Zamanın ruhu değişti.
Ali Şeriati’nin Şii, Cabiri’nin Sünni dünya için dediği gibi düpedüz “muharref bir din” var artık; bunu kabulleneceğiz.
Tahrif olmuş “mülk” anlayışı ile, dumura uğramış “masal/mucize” anlatılarıyla ve uydurulmuş binlerce “mevzu” (uydurma) rivayetleri (3M) ile yıkılmış, tarumar olmuş bir dini dünya var; bu zehiri içecek, bunu kabulleneceğiz…
“Bizim dinimiz değişmedi”ye inanmıyorum artık. Boyuna okumak ve öğrenmek bana bu acıyı tattırdı! Daha da tattıracağa benziyor.
Zamanın ruhu değişti.
***
En zeki ve akıllı insanlar “dini moda” girince aptallaşıyor. Neden?
ODTÜ’ye birincilikle girmiş ümit vadeden zeki, parlak, cıvıl cıvıl çocuklar, dini cemaatlere takılınca “Mescidde hopörlerle ezan olur mu olmaz mı”yı tartışıyor. Dini bir cemaate takılan bir genç gelenin gidenin elini öpmeye başlıyor.
Uydurma rivayetlerden hayatı kayanlar… Dinsel paranoya yaşayanlar… Mehdi, mesih, cifr ile kafayı yiyenler… 2.5 saatte abdest alanlar… Cinlerim öleceğini söyledi diyenler… Ve ‘böyle din olmaz olsun’ diyerek kurtuluşu ateist olmakta bulanlar…
Bunların sorumlusu kim? Allah’ın dini mi? Muharref din mi?
Bir yerlerde yanlışlık var; bu kesin!
Zamanın ruhu değişti.
Muharref dinler dünyayı mahvetmiş olabilir, evet.
Ama dünyanın düzelmesinin yolu da yine buradan geçiyor.
Dinin afyon yüzüne karşı dinin vicdan yüzüne sarılacağız.
Ali Şeriati’nin dediği gibi, peygamberler dinsizliğe karşı değil; hep mevcut dinlere karşı çıkmıştır! Onların işi dinsizlikle değil; dinlerledir!
Hiçbir peygamber yoktur ki devrin “din adamlarınca” karşı çıkılmamış, yargılanmamış ve öldürülmek istenmemiş olsun!
Bugün de öyle.
İbrahim gibi zamanın putlarından şüphe etmeye, Musa gibi zamanın büyücülerini deşifre etmeye, İsa gibi zamanın tapınak dinlerine isyan etmeye, Muhammed gibi zamanın Kabe çetelerine başkaldırmaya yeltenin bakalım, neler oluyor.
İbrahim’e dendiği gibi çağın “dile gelen soylu sesi” (lisanu sıdk) olun bakalım, neler oluyor.
Size ilk karşı çıkacakların kim olacağını sanıyorsunuz?
Zamanın ruhu değişti.
***
Eğer bu din Mekke’deki gibi tekrar kölelere özgürlük (fekku ragebe) çığlığını yükseltemezse, bunun dile gelen soylu sesi olmayı bırakır, modern “bahçe sahiplerinin” sofra duasına dönüşürse zamanın ruhu olamaz, dinler mezarlığına gömülür.
Eğer bu dinin mülk sahiplerine bir diyeceği yoksa; köylerdeki marabalaşmaya, şehirlerdeki köleleşmeye bir diyeceği yoksa zamanın ruhu olamaz, dinler mezarlığına gömülür.
Eğer bu din tevhidi ve şirki, adaleti ve zulmü göklerde ararsa, bir türle yere gelmez; tarihe, hayata ve tabiata dönmezse zamanın ruhu olamaz.
Zamanın ruhu öyle bir şeydir ki kendini tanımayanı tanımaz, kendini dışlayanı dışlar, kendine bakmayana bakmaz, kendine yüz vermeyene yüz vermez, kendine dönmeyene dönmez, kendine kıymet vermeyene kıymet vermez, kendini yenilemeyeni yenilemez, kendini değiştirmeyeni değiştirmez…
Dönüp gelene o da dönüp gelir…
***
‘Her şey biz yaşarken oldu’
Madem zamanın ruhu değişti.
Şimdi artık yeni türküler söylemin zamanıdır.
Çünkü bir tek onlar bitmez; bozlak, uzun hava, acı, feryat, arayış, umut bitmez!
İhsan Eliaçık