Uyuyorsun, uyanıyorsun. Sabahları uyanmak yerine, gecenin ortasında uyanıyorsun bu kez. Belki en derin yerinde uykunun. Artık uyanmanın önkoşulu haline gelen gün ışığı yokken. Kopkoyu bir karanlığa açılıyor gözlerin. Zamanı algılayışın sarsılıyor kökünden. Bu daha ilk sahur.
Karanlığa uyanarak adım atıyorsun Ramazan’a. Geceleyin yemek yiyerek adım atıyorsun. Sabah uyandığında kahvaltı etmeyeceksin artık. Rutin, bir gecede alt üst olmuş.
Şafağın söküşü, güneşin yükselmesi, gölgenin kendisinin iki katına çıkması ve günbatımı: Bugüne dek farkında olmadan koruduğun rutinin bozuluşuna bir ay boyunca tanık olacaklar. Zaman içinde kendi zamanının açılışı bu.
İlk günlerde, alt üst olan alışkanlıklarını terk edişin seni biraz zorluyor. Şimdi artık sektör haline gelen yeme içme ve gurme kültürünün post modern hayata dayattığı ‘sık sık azar azar yiyin’ talimatına alışmış miden neye uğradığını şaşırıyor. Karnın acıksa da yiyemeyeceğin için, erteliyorsun acıkmayı.
Uyumanın, konuşmanın, acıkmanın senin asli tabiatından gelen bir rutin olduğunu hatırlıyorsun. Çünkü rutin fıtratında var senin. İşte bundan sonra, Ramazan boyunca kendi rutinlerini de oluşturacaksın. Hayatın akışından sapacak, kendi debinde akacaksın.
Daha ilk günlerden itibaren yemek ile arandaki ilişkinin niteliği de değişiyor. Haz ve tüketim kalıpların dağılıp gidiyor. İhtiyaç fazlası bir tek lokmaya bile yer yok artık içinde. Nefsinden kurtulman değil amaç, zaten bu imkânsız.
Onunla uyum içinde varolabilmenin provası bu. Kendi zevkine, egona, çıkarına ve amacına uygun olarak yaptığın bir şey değil. Allah için ve O’nun adıyla yaptığında, kendi nefsini çıkarmış oluyorsun aradan.
O’nun için yapmaktasın evet. Nefsinin rızası için değil, başkalarının rızası için değil. Sadece O’nun rızası için. Rızanın ölçüsü kalptedir.
Eğer bir rekabet hırsı içine girip acıkmamaktan zevk almaya başlarsan ya da acıkmaktan şikayet etmeye başlarsan: Yine araya nefsin girecek. Ve kalp ölçün bozulacak.
Rutinin içinde yeni bir rutin, zamanda yeni bir zaman açtın. Üstelik bu zaman da her gün değişiyor. Saatler kısalıyor, uzuyor. İbadetlerinin rutini durmaksızın değişiyor. Aslında, tüm saatleri, günleri, yılları tavaf ediyor oruç ibadetin. Rutin; çeşit içindeki sonsuz çeşitlilik senin için.
Saatler, günler geçiyor ve güzelleşiyorsun, çünkü her şeyi sevgilisi için yapan bir âşığa dönüşüyorsun giderek. Seni silen bir güzellik. Baştan aşağı.
Başlangıçta toprak ve suyla yoğrulmuş ‘hamur’un cansızdı. Kıpırtısızdı. Ona üflenen ruh sana cesedinin nasıl olduğunu gösterdi. Kendini insan olarak bilmen için, belki tek nefesle içine çektiğin bir ruh gerekiyordu sana. Bir ‘iç’ gerekiyordu. Can gerekiyordu.
Seni Seven, sana can verirken, O’nu sevmeni arzu etti senden. O’nu sevmek, O’nu bilmekle oluyordu. Ama asıl, O’nun seni sevdiğini, rahmetinin her şeyi kuşattığını, gazabını bile geçtiğini ‘oku’maya başlamanla bildin bu sevgiyi:
Bunun adı ibadet. Seven de sensin, sevilen de.
İşte oruç, bu aşkı bilmenin en ‘ışıklı’ yollarından biri. Bilmek bir ibadet olarak senin vicdanına yüklendi. Sana emanet edileni ancak aşkla koruduğunda iradeni kullanmış olacaksın.
Teslim olmanın gücü de burada zaten. Senden iradeni istiyor. Arzunu, hevesini, şevkini istiyor.
Yalnızca miden değil, ağzın, dilin, ellerin, ayakların; tüm uzuvların birlikte oruç tutuyor, teslim oluyorlar. Hakikatin birliğine varıyorsun. O’nu bilmenin bütünlüğünü (parçalanamazlığını) vicdanında duyuyorsun.
Ve seni kadavra olarak kalmaktan alıkoyan oruç da sana tanıklık ediyor, edecek. O da seni tutuyor çünkü. Bunu kimseden öğrenmedin. Öğrenemiyorsun. Sevgili olmayı kimseden öğrenemezsin.
Varlıkların varoluş hikmetlerini ima eden işaretleri ‘olduğu gibi’ görmeye başlıyorsun oruçluyken. Dünyayla ve vücudunla arana bir perde indiğinde, hakikatle arandaki perdeler usulca kalkmaya başladı.
Vakit yaklaşırken, tabağına yiyeceğini koyup bekliyorsun. Vakit girince tabaktaki yemek bir anda sana serbest hale gelecek. Yiyecek bir tabak yemek bulamayanları daha yakından anlıyorsun. Uzatıyorsun tabağındakilerden birazını. Başkalarıyla paylaşıyorsun.
Müthiş bir sofra bu. Sırrı her lokmada paylaşıyorsunuz. Dünyanın bütün sırdaşlarıyla kardeş oluyorsunuz. Giderek her meşrepten insan katılıyor sofraya. Sır paylaşıldıkça tutuluyor. Çünkü sır, herkesin kendi tabağında.
Leyla İpekçi - 01.09.2009 Taraf