Karun'u tehlikeye götüren nokta sahip olduğu nimetleri Allah'tan değil, kendinden bilmesiydi. Oysa neye sahipsek Allah'a borçluyuz. Elimizle, gücümüzle, aklımızla, fikrimizle mi elde ettik sahip olduklarımızı? Elde ettiklerimiz de; elimiz, ayağımız, gözümüz, kulağımız, aklımız, fikrimiz de Allah'ın ikramları değil mi?
“Sen daha gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm” diyen ilim sahibi Âsaf göz yumup açıncaya kadar Belkıs'ın tahtını huzuruna getirdiğinde Hz. Süleyman, “Bu Rabbimin bir lütfudur. Şükür mü, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni imtihan ediyor. Kim şükrederse kendisi için şükretmiş olur. Kim nankörlük ederse, bilsin ki Rabbim ganî ve kerîmdir, kimsenin şükrüne muhtaç olmadığı gibi, sonsuz kerem ve lûtuf sahibidir”1 demişti.
Nimetler şükür içindir, şükür ister. Yine onca saltanata sahip olan Hz. Süleyman, karıncanın sözünü işittiğinde tebessüm etmiş “Ey Rabbim, bana, anne ve babama ihsan buyurduğun nimetlere şükretmeyi ve rızâna kavuşturacak işler yapmayı bana ilhâm et. Rahmetinle beni sâlih kullarının arasına kat” demişti.2
Doğu ve Batıyı fetheden, hükmünü herşeye geçiren Hz. Zülkarneyn, düşmanlara karşı o günün ilmî imkânlarından yararlanarak büyük bir set yapmış ve başarısını “Bu Rabbimden bir rahmet eseridir”3 diye Rabbinden bilmiş, şükür ve hamdetmişti.
Yüz binlerin ebedî hayatlarının kurtulmasına vesile olan büyük bir ilim ve iman hazinesi olan Risâle-i Nur Külliyatını bize armağan eden Bediüzzaman Hazretleri “Nefs-i emmâreme bir sille-i tedib” başlığı altında nefsi şöyle susturmuştu: “Eğer binler meyve veren incirin menşe-i olan küçücük bir çekirdeği ve yüz salkım ona takılan üzümün siyah kurucuk çubuğu bütün o meyveleri, o salkımları kendi hünerleri olduğu, hak bir dâvâ ise, senin dahi sana yüklenen nimetler için fahre, gurura, belki bir hakkın var.
“Halbuki, sen daim zemme müstehaksın. Zira o çekirdek ve o çubuk gibi değilsin. Senin bir cüz'î ihtiyarın bulunmakla, o nimetlerin kıymetlerini fahrin ile tenkıs ediyorsun, gururunla tahrip ediyorsun ve küfranınla iptal ediyorsun ve temellükle [sahiplenmekle] gasb ediyorsun.
“Senin vazifen fahr değil şükürdür. Sana lâyık olan şöhret değil, tevazûdur, hacalettir. Senin hakkın medih değil istiğfardır, nedamettir. Senin kemalin hodbinlik değil hudabînliktedir…”4
Ne kadar önemli değil mi