İslâm'ın iki temel kaynağından biri olan hadîslerin tedvin tarihi, Müslümanlar için önemlidir. Hadîslerin sadece sözlü yollarla gelip ilk dönemde hiç yazılmadığı gibi iddialar, özellikle de müsteşrikler tarafından, öteden beri dile getirilmiştir. Oysa yapılan araştırmalar ve gün yüzüne çıkarılan yazılı sahifeler hadîslerin daha Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) hayatta iken yazılmaya başlandığını ortaya koymaktadır. Kitabet dediğimiz bu sistemli olmayan ve genelde münferit gayretlerle ortaya konan faaliyetlerden sonra dağınık olan hadîslerin toplanması, bir araya getirilmesi ihtiyacı doğmuştur. Hadîs tarihinde buna "Tedvin" denmektedir.

Tedvinin ne olduğu, kitabet ile aralarındaki fark, ne zaman ve nasıl başladığı vs. ile ilgili bilgiler vermeye gayret ettiğimiz makalemiz iki bölümden meydana gelmektedir. Birinci bölümde tedvin hareketinden, ikinci bölümde de bu hareketi başlatan ilk hadîs âlimlerinden bahsedilecektir.

A. Tedvin Hakkında Bilgiler
1. Tedvin Nedir?
Sözlükte düzene sokmak, kitap yazmak, kaydetmek, defterleri bir araya getirmek, toplamak,1 yazılı sahifelerden ibaret metinleri birleştirerek divan hâline getirmek2 ve bu sahifeleri iki kapak arasında toplayıp kitap yapmak3 gibi mânâlara gelmektedir.

Bir hadîs ıstılahı olarak da, Sahabi olsun Tâbiîn olsun muhtelif kimseler tarafından rivayet edilen hadîsleri yazarak bir kitapta toplamaktır.4 Veyahut dillerde ve değişik yazı malzemeleri üzerinde dağınık hâlde bulunan hadîs metinlerinin herhangi bir sınıflandırmaya tâbi tutulmaksızın bir araya getirilmesidir.5

Tedvinde iki ayrı iş ifade edilmektedir: Henüz yazıya geçmemiş rivayetleri yazıya geçirmek ve eskiden yazılmış veya yeni yazıya geçirilmiş olan hadîs metinlerini ayırıma tâbi tutmadan bir araya getirmek.6

2. Tedvin İle Kitabet Arasındaki Fark
Hadîsler, müsteşriklerin iddia ettikleri gibi,7 Efendimiz'den (sallallâhu aleyhi ve sellem) yüz sene sonra Ömer İbn Abdülaziz'in emriyle kaydedilmedi; aksine bizzat tâ Efendimiz zamanında kaydedildi, ezberlendi ve bu metinler daha sonra da gerek yazılı gerekse sözlü olarak arkadan gelen nesillere aktarıldı. Hemmâm b. Münebbih'in "es-Sahîfetü's-Sahîha"sı aynı dönemden kalma en mühim hadîs kaynaklarından biri olma özelliğini taşır. Hemmâm, Ebû Hureyre'den hiç ayrılmaz, bu büyük sahâbînin naklettiği her hadîsi yazardı. O kadar ki, bir defasında bizzat üstadından duyduğu bir hadîsi kendisine okuduğunda, Ebû Hureyre (ra): "Ben bunu pek hatırlamıyorum." deyince, bizzat hadîsi kaydettiği defteri getirip göstermiş ve üstadını ikna etmişti. Bu sahifeler, günümüzde Muhammed Hamidullah tarafından neşredilmiş, yapılan karbon tahlillerinde de, Sahîfe'nin on üç asır öncesine ait olduğu anlaşılmıştır. Ayrıca, bu hadîsler aynen Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde bulunmakta, yine mühim bir kısmı itibariyle Buharî, Müslim gibi sahih kaynaklarda da yer almaktadır. Bu da, hadîslerin, daha Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) zamanında kaydedildiğini gösterdiği gibi, O'ndan sonra da eksiksiz, yanlışsız ve tam olarak sahâbe, tabiîn ve tebe-i tabiîn kanallarıyla hadîs külliyatına geçtiğini açıkça ortaya koymaktadır.8

İşte kitabet konusu Hz. Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) ve Ashab'ı devrinde hadîslerin yazılması ile ilgilidir.9 Kitabet, herhangi bir sahabinin bizzat Hz. Peygamber'den (sallallahu aleyhi ve sellem) duyduğu hadîsleri kendisi için yazıp bir araya getirmesidir. Bunlar âdeta hatırlamak maksadıyla tutulmuş özel notlar gibidir.10 Yani kitabet konusunda sistemli ve toplu bir çalışmadan ziyade samimi ferdî gayretlere dayanan ancak daha dar çerçeveli bir çalışma söz konusudur. Ali Yardım, Ashab devri (h.40'a kadar) dediği 'Hulefa-i Raşidin' döneminde yapılan hadîs yazma işi için de Tedvin kelimesini kullanmışsa da, bunun sistemli bir şekilde ele alınmadığını ve bu çalışmaların devlet himayesinde olmaktan çok şahsî ve ferdî gayretlerin mahsulü olduğunu vurgulamıştır.11

Tedvinde ise durum farklıdır. Çünkü Hz. Peygamber'in (sallallâhu aleyhi ve sellem)vefatından sonra her biri birer öğretici olarak kabul edilen Sahabiler dört bir tarafa yayılmış durumda idiler. Tabiun nesli de hadîs öğrenme ve yalnız bir sahabiden değil, belki birçok Sahabi'den hadîs alma arzusunu taşıyordu.12 Bunun neticesinde de tedvin hareketi daha sistemli ve geniş çaplı olarak meydana gelmiştir. Ayrıca bu hareketin devlet teşviki ve desteği ile güçlendirildiğini de unutmamak gerekir.

3. Tedvini Başlatan Sebepler
Tedvini başlatan bir kısım sebepler vardır. Bunlardan en önemlisi yukarıda da kısmen belirtildiği gibi Peygamberimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) dizi dibinde ve O'nun terbiyesiyle yetişmiş Sahabe'nin etrafa dağılmış olmasıdır. Çünkü bu durumda bir iki Sahabi'nin değil, birçok Sahabi'nin bildiği hadîslerin toplanması gerekiyordu. Ayrıca Hz. Osman'ın şehit edilmesinden sonra Müslümanlar siyasî ve itikadî görüşleri farklı birtakım fırkalara ayrılmışlardı. İşte bu fırkaların bir kısmı kendi görüşlerinin doğruluğunu ispat edebilmek gayesiyle birtakım sözlere hadîs süsü vererek onları Hz. Peygamber'e (sallallâhu aleyhi ve sellem) isnad etmeye başladılar. Böylece 'mevzu' hadîsler ortaya çıktı ve çoğalmaya başladı. Sahih hadîsleri bu uydurma sözlerden korumak gerekiyordu. İşte bu yüzden ciddi bir şekilde toplanıp yazılması bu tehlikeye karşı alınabilecek önemli tedbirlerden biri idi.13

4. Tedvinin Başlaması
Hz. Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) ve Ashabı devrinde bazı Sahabilerin hadîs yazdıklarını ve birtakım sahifeler meydana getirdiklerini biliyoruz. Meselâ Ebubekir'in 500 kadar hadîsi bir kitapta topladığı ancak hafızasının yanılıp Hz. Peygamber'e (sallallâhu aleyhi ve sellem) yanlış bir şey atfetme endişesinden dolayı bu hadîsleri imha ettiği rivayet edilmektedir.14 Aynı şekilde Hz. Ali'nin birtakım vesikalara sahip olduğu ve bunları kılıcının kabzasında muhafaza ettiği de belirtilmiştir.15 Bunlarla beraber Cabir, Ebu Musa el-Eş'ari, Semure b. Cundeb, Abdullah b. Amr el-As vb. birçok Sahabi'nin sahifeleri olduğu da bilinmektedir.16Ancak resmî ve sistemli bir toplama faaliyeti daha çok Sahabe devrinden sonra yani birinci asrın sonları ile ikinci asrın başlarında başlamıştır. Bu konuda rakamla tespit edilmiş kesin bir tarih vermek çok zordur.17

Hadîsler daha ilk dönemde kaydedildikten sonra, İkinci Ömer diye anılan Ömer b. Abdülaziz zamanında resmen tedvin edildi. Değişik yerlerde, değişik şahısların ellerinde sahifeler vardı. Çok defa da bu hadîsler, ağızdan ağza naklediliyordu. Hattâ bu yüzden Hz. Ömer, İbn Abbas, Ebû Mûsa el-Eş'arî, Ebû Saîd el-Hudrî ve Zeyd b. Sâbit gibi sahabiler, hadîslerin hâfızalarda kalması ve ezberlenmesi gerektiği üzerinde durmuşlar; Şa'bî, Nehâî gibi tabiîn âlimleri de ilk başta yazmaya taraftar olmamışlardı. Bununla birlikte, hem kaydedilen, hem de şifahî olarak nakledilen hadîsler, Ömer b. Abdülaziz döneminde resmen tedvin edilmeye başlandı. Nasıl Yemâme'de çok sayıda Kur'ân hafızının şehit olması, Kur'ân'ın resmen toplanması hususunda Hz. Ömer'i harekete geçirmişse, aynı şekilde hadîslerin tedvin işi de Ömer b. Abdülaziz'in Sünnet'e ait gayretini coşturmuştu. Ömer b. Abdülaziz, tefsirde, rical tenkidinde söz sahibiydi. Bu büyük zât, yaptığı onca büyük hizmetlerine, bir de hadîslerin resmen tedvini gibi, bütün hizmetlerine tâc olacak bir büyük hizmeti ekledi. Vaktiyle Rasûlullah'ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) kendisine diyetler ve kısas gibi mevzûlarda bir sahife yazıp verdiği Amr b. Hazm'ın torunu, Medine Valisi Ebû Bekir b. Muhammed b. Amr b. Hazm'a bu mevzûda emir gönderdi: "Hz. Peygamber'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) hadîslerini, sünnetlerini, Amra binti Abdirrahman'ın rivayet ettiği hadîsleri araştır ve yaz, zira ben ilmin kaybolmasından ve ulemanın ölüp gitmesinden korkuyorum."18 Vali de, tâbiunun gençlerinden Muhammed b. Şihâb ez-Zührî'yi bu işle vazifelendirdi. Zührî, "resmî tedvin" diyebileceğimiz bu mühim işe hemen koyuldu.. ve İslâm hadîs tarihinde ilk resmî "müdevvin" olma şerefini kazandı. İmam Malik de " Evvelu men devvene'l-hadîse İbn Şihab (Hadîsi ilk tedvin eden İbn Şihab'dır)" diyerek bu hususu teyit etmiştir.19 Vali Ebû Bekir b. Hazm, aynı işle bizzat kendisi de uğraşmasına rağmen, derlediklerini gönderemeden Ömer b. Abdülaziz vefat etmişti. Ömer b. Abdülaziz'in başlattığı bu tedvin faaliyeti, yalnız Medine'de İmam Zührî ile de sınırlı kalmamış, Mekke'de Abdülmelik İbn Abdülaziz İbn Cüreyc, Irak'ta Saîd İbn Ebî Arûbe, Şam'da Evzâî, yine Medine'de Muhammed b. Abdirrahman, Kûfe'de Zâide b. Kudâme ve Süfyân es-Sevrî, Basra'da Hammâd b. Seleme ve Horasan'da Abdullah b. Mübârek, bu işi sürdürmüş ve kendilerinden sonra geleceklere dünya kadar malzeme bırakmışlardı.20

5. Hadîslerin Tedvinine Muhalefet Edenler
Tâbiun döneminden önceki hadîs kitabetini, büyük ölçüde münferit nitelikli ve sistemli olmaktan biraz uzak olduğu için tedvin kapsamına almamak daha uygun görünmektedir. Tedvin derken tam olarak kastettiğimiz -teknik anlamda- tâbiun dönemindeki harekettir.

Tâbiun devrine gelince, onlardan bazılarının, hadîslerin yazılmasına karşı oldukları hususunda bir kısım rivayetlerle karşılaşırız. Zira Hulefa-i Raşidin dönemindeki hadîslerin yazılması ile ilgili belli gerekçelere dayalı ihtiyatlı tutum kısmen devam etmiştir. Zira Dört Halife devrinde, dinin ikinci kaynağı olan hadîslerin muhafazası gibi önemli bir işin ağır sorumluluğunu hissetmeleri ve bu konuda en ufak bir hata ve kusura karşı tahammül etmeyecek derecede hassasiyet göstermeleri vs. gibi bazı hikmetlere binaen bu işten kaçınmışlardı. Fakat sonraları onları bu temkinli tutuma götüren sebepler ortadan kalkınca ve bu hareket resmî bir hüviyet de kazanınca herkes aynı şeyi söylemiş, fikir birliği etmiş, hadîslerin yazılmasının caiz olduğunu belirtmekle kalmamış hattâ bunu teşvik bile etmişlerdir.21

Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, H. 1. asrın sonuna kadar devam eden büyük tâbiîler devrinde birçokları hadîslerin yazılmasına muhalefet etmiştir. Çünkü onlar kendilerine ebediyen nispet edilecek bir hata ve günahtan kaçınmışlardır. Ayrıca hadîs yazılırken şahsî fikirlerin de hadîslerin bir kenarına yazılarak yayılmasından endişe etmekteydiler. Bu durumu en iyi anlatan şu misâli zikredelim: Cabir b. Zeyd'e (h.93), senin fikirlerini yazıyorlar, dendiğinde, bundan memnun olmadığını şu sözlerle ifade etmiştir: "Yazıyorlar ama, yarın benim o fikirlerden dönmeyeceğim ne malum!?"22

Hadîs tedvinini hoş görmeyenlerin fukaha olduklarını ve muhaddis olmadıklarını, fakihlerin de hadîsler ve içtihad arasını cem' durumunda olduklarını ve kendi görüşlerini hadîsle takyid etmek istemediklerinden dolayı bu işe olumlu bakmadıklarını iddia edenler de vardır.23

Hadîslerin yazılmasına muhalefet edenlere şu isimler örnek verilebilir: Abîde b. Amr es-Selmani el-Muradi (h.72), İbrahim b. Yezid et-Teymi (h.92), Cabir b. Zeyd (h.93), İbrahim b. Yezid en-Nahai (h.96).24

Hadîs-i Şerifleri yazmanın yasaklanması ile şahsî görüşleri yazmanın yasaklanması arasındaki fark anlaşılmaya başlayınca, 2. asrın başında orta yaşlı tâbiilerin birçoğu hadîsleri yazıya geçirmekte herhangi bir mahzur görmedikleri gibi, talebelerine de bu hususta izin verdiler. Said b. Müseyyeb (h.105) hafızasının zayıfladığından şikâyet eden Abdurrahman b. Harmele'nin hadîsleri yazmasına müsaade etmemiştir. Şa'bi (h.104) de her zaman "yazmak ilmi bağlamaktadır" sözünü tekrar ederek şöyle derdi: "Benden bir şey duyduğunuz zaman onu duvara bile olsa yazınız." Bundan kendisinin de hadîs yazdığı anlaşılıyor. Nitekim ölümünden sonra feraiz ve yaralamalar mevzuunda bir kitabı ele geçmiştir.25 Bu örnekler daha da çoğaltılabilir.

B. İlk Müdevvinler
Halifenin resmî tamiminden çok önceleri başlayan çalışmalar, bu tamimle organize edilmiş ve hızlandırılmıştır. Tâbiundan hadîs yazan yüzlerce zâttan öne çıkan birkaç tanesini kaydedelim:

1- İbn Şihab ez-Zühri (h.124)
H. 50–51 senelerinde Medine'de doğmuş, h.124'te Şam'da vefat etmiştir. O'nun yazdığı hadîslerin azameti hakkında Mamer b. Raşid'in (h.152) şu sözü yeterli derecede bilgi vermektedir: "Biz kendimizi Zühri'den daha çok hadîs rivayet eden bir kimse zannederdik. Fakat Halife Velid öldürülüp de, hazinelerinden Zühri'ye ait yüklerle kitap çıkarıldığı zaman, yanıldığımızı gördük."26 Zühri'nin yazdığı hadîslerin muhtevası ile ilgili olarak da Ebu'z-Zinad (h.130) şöyle demiştir: "Biz sadece haram ve helâlle ilgili hadîsleri yazardık. Zühri ise her işittiğini not ederdi. Kendisine ihtiyaç duyulunca anlardım ki, o insanların en bilgilisi idi."27 Yine onun akranları arasında nasıl temayüz ettiğini görmek için şu örneğe bakalım: Salih b. Keysan anlatır: "Ben ve Zühri, talebu'l-hadîs için bir araya geldik ve süneni yazalım dedik. Hz. Peygamber'den (sallallâhu aleyhi ve sellem) gelenleri yazdık. Sonra Zühri: 'Sahabe'den gelenleri de yazalım, onlar da Sünnet'tendir.' dedi. Ben, değildir, dedim. O, yazdı ben yazmadım. O muvaffak oldu, ben kaybettim."28

2. Said b. El-Museyyeb (h.93)
Halifenin tamiminden çok önceleri hadîs yazmaya başlayan ve bu ilme büyük emeği geçen tâbiîlerden birisidir. Kendisi aynı zamanda fakihti. Meşhur Fukaha-i Seb'a'dandır (Medine'deki meşhur yedi fakih). Birçok meşhur Sahabi ile de görüşmüş ve onlardan hadîs öğrenmiştir. Hadîs ile fıkhı, zühd ile ibadeti şahsında toplamış, verdiği fetvaların isabeti ile haklı bir şöhret kazanmıştır. Hadîs sahasındaki şöhreti ise, hepsini bastırmıştır. Rivayetteki titizliği ile bütün muhaddislerin dikkatini kendisine çevirmiştir. Ebu Hureyre'nin kızı ile evlendiği için onun hadîslerini en iyi bilenlerden birisi durumuna gelmiştir. Birçok Sahabi'den de hadîs alma imkânını elde etmiş ve hadîs öğrenme yolunda uzun yolculuklara girişmiş, gelecek nesillere büyük bir hazine bırakmıştır. "Bir tek hadîs işitmek için günlerce seyahat ederdim."29 sözü ona aittir.30

3- Said b. Cübeyr (h.95)
Tefsir ve Fıkıh sahalarında olduğu kadar hadîs kitabetiyle de şöhret kazanmış bir tâbiîdir. Özellikle İbn Abbas'tan hadîs yazarken kâğıdı dolar, bitimine kadar olan diğer hadîsleri elbisesine, avucuna ve çeşitli yerlerine kaydeder, eve döndükten sonra da onları tekrar kâğıda geçirip temize çekerdi.31 Hz. Ali'ye biat ettiği gerekçesi ile h.95'te büyük hakaret ve işkencelere maruz bırakılarak elli yaşlarında iken Haccac tarafından öldürülmüştür.32

4. Diğerleri
Tâbiun içinde tedvin işiyle birçok kişi uğraşmıştır. Bunlar içinden öne çıkan üç isim üzerinde kısaca durduk, bunların hâricinde şu isimleri de sayabiliriz: İkrime (h.105), Alkame (h.62), Urve b. Zübeyr (h.94), Şa'bi (h.104), Tavus b. Keysan (h.106), Hasan el-Basri (h.110), Muhammed b. Sirin (h. 110), Katade (h.117), Ata b. Ebi Rebah (h.115), Vehb b. Münebbih (h.112), Nafi (h.117), Halid el-Kulai (h.104), Mucahid (h.103), Eyyub es-Sahtiyani (h.131) ve daha bir çok tâbii.33

Çalışmamızı el-Hatib el-Bağdadi'nin tedvini çok iyi özetleyen şu sözleri ile bitirelim: "Hadîslerin yazılması işi bir müddet nahoş karşılandıktan sonra, geniş çapta tatbik sahası buldu ve neticede hadîslerin kitaplar hâlinde tedvinine başlandı. Zira rivayetler dağılmış, isnadlar uzamış; hadîs ricalinin adları, künyeleri, nisbeleri çoğalmış; senedlerin ifade tarzı muhtelif şekiller almış, hulâsa insan hafızası şu saydıklarımızı zapt edebilmekten aciz kalmış ve yazılı hadîs ilminin sadece hafızaya dayanan bir bilgiden daha sağlam olduğu hakikati ortaya çıkmıştır."34