Çağımızın ürettiği modern oyuncakların hayatımızın her köşesini işgal ettiğini görüyorsunuz. Hayata gözlerinizi açıyorsunuz, sizi televizyonla susturuyorlar. Evlerde aile bir konuşuyorsa televizyon on konuşuyor. Konuşanlar da hedeflerden, yeteneklerden, dualardan değil, hangi takımın kazandığından, filan sanatçının dün geceyi kiminle geçirdiğinden söz ediyorlar. İçerik yıkılıyor. Düşünme, irdeleme, sorgulama ve yetenek geliştirme kültürü çöküyor. Ani, hızlı ve emeksiz başarılara ulaşılabileceği yalanı gönüllerde yaygınlaşıyor.
Oysa insan hayatta ulaşmaya çabalamadığı hiçbir meyveyi elde edemez. Kabul olmamış bir istek de insanın hayatında gerçeklik kazanamaz. Tarihte iz bırakmış herkesin kesinlikle derin, içten ve ısrarlı duaları vardır.
Bu noktaya ulaşmak, ciddi bir hedefler manzumesi oluşturmayı, hayali güzel geleceklerle süslemeyi gerektiriyor. Çağın zevkçiliği üretici hayaller, arzular bütünü oluşturarak adanmayı önlüyor. Böylece dua da ortadan kayboluyor.
Işınlanma teknolojisi de üretilse, bir emirle büyülü işler üreten teknikler de gelişse hayatın temel kuralları değişmeyecek. İlk insandan beri erkek, kadın ve çocuk değişmemiştir. Hala o ilk insandaki gözyaşları, o arzular, o kişilik özellikleri, zafiyetler varlığımızda taşınıyor. Hala ve kıyamete kadar ölümlü olacağız. Hala sınırsız ihtiyaçlarımız olacak ve en küçük mikroplar bile varlığımızı tehdidi sürdürecek. Hayat modernize olmuş; ama biz hala aynı insanız; hatta çaresizliğimiz giderek artıyor. Hala sonsuz bir kudrete muhtacız ve ruhumuzu Onun varlığını ve sevgisini hissederek doyurmak ihtiyacındayız.
Hayattaki en büyük zaferleriniz içtenlikle yaptığınız dualarınız olacak. Dualarınız aklınızı, kalbinizi ve derin bilincinizi yeniden yapılandıracak. Gerçekten etkili dua sahibini hemen harekete geçiren, istediğine ulaşmanın çarelerini aratan duadır. Arayış ve idealizm bitince dua kalır mı? Bu durum bireysel olduğu kadar sosyal bir olgudur da. Tarih döngülerle dolu: Acılar bir nesli duaya yöneltiyor; kabul olan dualarla millet yükseliyor. Ama gelen nesil hazır refahtan nemalanmakla yetinince çöküş yeniden başlıyor.
Bugün bir kitle uyanıktır ve içtenlikle duaya sarılır. Ama, duanın sözüyle yetinen, isteklerine eylem boyutunu katmayanlar, dışarıya telepatik mesajlar yaysalar da genellikle yerlerinde sayarlar. Bir kitle de tamamen duasızdır. Kendi ideallerinin değil, çevrenin belirlediği isteklerin esaretinde yaşarlar. Sistem onlara tüketicilik rolü seçmişse, hayattaki rolleri sadece tüketiciliktir.
-Günümüz toplumunda yaygın bir gerilim ve depresyon olduğu düşünülüyor. Bu durumun maneviyatla, duayı terk etmekle ve materyalizmle ilişkisi olabilir mi?
Bu tespite katılıyorum; 1950’den beri patlayan depresyonun gelecek yirmi yılın en büyük sorunu olacağı öngörüsüne de katılıyorum. Bir araştırma bu durumun birinci nedeninin Yaratana inancın zayıflaması olduğunu göstermiştir. Balık toprakta yaşamaz; karınca denizde beslenemez. Her canlının doğasına uygun bir beslenme ortamı vardır. İnsan ruhu da Yaratanla huzur bulur.
İnsan evrenin en kapsamlı ve en özel canlısıdır. İnsandan başka hiçbir canlı, sanatın, erdemin, edebin, ölümün ve ruhsallığın bilincinde değildir. Hayvanlar yedikleri otla ve şu anla meşguldürler. İnsansa tüm sevdikleriyle, sanatlarla, hayatının sonu ve ötesiyle ilişkilidir. Başka hiçbir canlı, “acaba yıldızların ötesinde ne var, acaba ölünce nereye gideceğiz” diye sorabilecek zihne sahip değildir.
İnsan hayvani ve meleki özellikleri birlikte kimliğinde barındırır. Beslenmesi, maddi güvenliği ve fiziksel ihtiyaçları hayvani yönünü, ama anlama, duygulara verdiği derin önem de ruhani yönünü temsil eder. Bırakın dünyevi sarayları, insan cennette de yaşasa, ruhunu tatmin edemezse acılardan kurtulamaz.
Başımıza gelen ortada. Maddeci felsefe bilincimizi tümden maddi değerlere odaklandırdı. Okullarda evren Yaratıcısız, doğa yasalarının veya tesadüflerin yarattığı sistem olarak sunuluyor. Yüzüklerin Efendisi’nden Süperman’a kadar hemen hemen tüm filmler Yaratıcısız evren modelini derin bilincimize dayatıyor. Sanıyoruz ki filmleri böyle kurgularsak, hayatın gerçekleri de değişecek. Yaradan gerçekten yok olacak, ölüm kaybolacak, ruhsal ihtiyaçlar hissedilmeyecek. Büyük yanılgı. Antidepresan ilaçların en çok kullanıldığı ülkeler dünyanın en modern ülkeleridir. İntiharlar, yalnızlaşmalar, aile faciaları en çok o toplumlarda yaşanıyor.
Oysa insan evreni gerçek bütünselliğinde kavramaksızın huzur bulamaz. Dua o kavrayışın kapısıdır. Bu günlerde sevgi odaklı kitabımı hazırlıyorum. Amacım, bu manevi beslenme kapısını iyice açmak. Bunu yapamazsak hiçbir refah bizi bunalımdan kurtaramaz. İnsanlık kutsallık algısı olmaksızın asla huzur bulamamıştır.
Bencilleşmek, hayatı para odaklı anlamlandırmak, çıkar peşinde koşmak, piyangocu, kolaycı, hazır yiyici kişilikler geliştirmek son çağın felaketi. Hele yeni nesil büyük tehlike altında. Zevk depolarını erken yaşta tüketenlerin ileri yaşlarda hiçbir huzur kaynağı kalmayacak. O zaman yüksek bir yüceliğe sığınmayı, onunla iletişim kurmayı, onunla dertleşmeyi, ondan yardım, teşvik ve manevi destek almayı ifade eden duaya içtenlikle sarılmalıyız.
-Çağımızda kişisel gelişim kavramı çok fazla ön planda görünüyor. Kişisel gelişim duanın önünde perde midir? Ya da, nasıl bir amaçla bu kadar ön plana çıkarılıyor olabilir?
Kişisel gelişim çok tartışmalı bir konu haline geliyor. Bence kavramda sorun yok, kullanılma biçimde sorun olabiliyor.
Bir kere insanın kişisel gelişim arayışı yeni değildir; ilk insandan beri vardır ve tüm toplumlarda da değişik yol ve yöntemlerle vardır. Tarihimizde tasavvuf, medrese geleneklerinde veya ahilik gibi örgütlenmelerde, tarikatlarda hep bir terbiye, edep ve yetenek gelişimi amaçlanmıştır.
Popüler kişisel gelişimse Batı tarzının toplumumuza transfer edilmiş halidir. Yenilikler, farklılıklar görürsünüz; zaman zaman ata kültürümüzle bağdaşan, çoğu zaman da örtüşmeyen noktalar bulursunuz.
Hayata başarıyla tutunmak istiyorsak kişisel gelişim arayışımızı korumamız kaçınılmazdır. Ama hangi gelişim modelini ve felsefesini esas alacağız? Bu konuda toptan retçi veya kabulcü olmayı sakat buluyorum. Ayıklamacı davranmalı, gerçekten faydalı bulduğumuz yönleri içselleştirmekten çekinmemeliyiz.
Modern Batı kişisel gelişimciliği, bizim değerlerimizle yer yer örtüşmeyen tehlikeli boyutlar üretir. O toplumlar genellikle yabancılaşmış, bireyselleşmiş, maddi değerlere odaklanmış, zevkçiliğe batmıştır. İnsanları teşvik ederken maddi imkanları hayallerine sunarlar; aradıkları yaratıcılık kudretini de kendi bilinçaltlarına yüklerler. Karşımızda maddede ilerlemiş, ruhunu kaybetmiş bir toplum var. Dışarıdan bakınca çok şaşaalı görünüyor, içine girince de ruh bunaltıyor. Dışım şaşaalı, içim bunalımlı mı olsun? Ya da içim huzurlu dışım zayıf mı olsun? Bence en iyisi, hem maddi ilerlemeyi sağlamak, hem de ruhsal sükuneti korumaktır ki biz dinimizden ve Mevlana gibi büyüklerimizden bu dersi alabiliyoruz.
Kişisel gelişim teorilerini ani başarının hapları gibi görmek çok sakattır. Bu tür kitapların en çok sattığı Amerikanın hala yüzde sekseni toplum ortalamasına göre fakir sayılır ve bir o kadarı da bunalımlıdır. Ben de bir kişisel gelişim yazarıyım ve kitaplarım yüz binler sattı. Ama benim yapmaya çalıştığım, kişisel gelişimi manevi gelişimle el ele götürmek amacıyla yeniden yapılandırmak çabasıdır.
Kişisel gelişim asla duaya olan ihtiyacımızı yok edemez. O tür kitaplar genellikle modern biçimde “hedef belirleyin, oraya buraya yazın, okuyun, içinizdeki yaratıcı bilincinizin yaratacağına inanın” gibi laflar üretirler. Yaratıcının yerine hayali bir şeyler yerleştirirler; ama istemek odağından kopamazlar. Batı kültürünün insanları bu yalana ikna olabilirler; ama bizim ruhumuz sadece kudreti ve merhameti sonsuz gerçek Yaratıcıyı bilmekle ikna oluyor.
-İstemenin Esrarı kitabınızda “Dualarınızı yıllarca sürdürürseniz yasalara bile meydan okuyabilirsiniz” diyorsunuz. Bunu açabilir misiniz?
Bu söz çok önemlidir. Kelebek etkisi örneğini bilirsiniz. Her kanat çırpışının her damla dalgasının evrende bir etkisi vardır. Ruhsal Zeka’da biz söz var: İlgisiz ve duyarsız milyonları, birkaç kişinin çok derin ve inançlı istekleri sürükler. Eğer duamız hayatta depremler üretmiyor veya üretmeyecekse, o göğüs kafesimizde fırtınalar estirmeyen duadır.
Ben kişisel olarak bazı dualarda bulundum; olmuyordu çünkü yasalar engeldi. Israrlı ve içten istediğimde o yasaların değiştiğine tanıklık ettim. Hatta onlardan birinde kader bana Meclise gidip, çıkan bir yasada değişiklik yapacak öneri hazırlama imkanı bile sundu. Bunlar elbette küçük örneklerdir. Toplum hayatı söz konusu olduğunda kader herkesin duasını dikkate alır. Bu ayrı bir konu.
Ama, tarihe bakarsanız, birileri çıkıp bir hedefe adanıyor; toplumu veya bir alt işleyişi belli bir yönde değiştirmek istiyor. Duaları diline veya kalemine inançlı anlatımlar biçiminde akıyor ve çevre etkileniyor. Gün geliyor, yasalar bile birisinin kabul olan duası yönünde değiştiriliyor. Olaya basitçe yasalar biçiminde de bakmak gerekmez. Sonuçta tarih bazı insanların derin inanmışlığının ve adanmışlığının getirdiği maceralarla değişmemiş midir? Her içten dua sahibini lider konumuna taşır. Dua ediyorsanız lidersiniz, istediniz şeyin liderisiniz. Açık veya gizli, siyasi veya kültürel liderlikle etkilersiniz ve değişimlere yol açarsınız.