![]() |
Osmanlı kız İsimleri -A- ABİDE : Anıt - Değerli eser AÇELYA : Fundagiller familyasından, kokusuz ama güzel renkli çiçek. ADALET : Hak ve hukuka uygunluk, hakkı gözetmek. ADİLE : Adaletli olan, doğruluktan ayrılmayan. AFET : İnsanlığın önleyemediği büyük doğal felaket AFİFE : Namuslu, iffetli, temiz ve dürüst AFİTAP : Güneş / Çok güzel AFŞAR : Atak, uyumlu, Oğuz boylarından birinin adı (Avşar) AHSEN : En güzel, Çok güzel AHU : Ceylan, karaca, maral - Güzel kadın AJDA : Filiz, sürgün - Üzeri çentik çentik olan şey AKASYA : Küçük sıra yapraklı, süs için yetiştirilen bir ağaç.Salkımağacı AKGÜL : Beyaz gül, gül gibi AKGÜN : Aydınlık gün AKİFE : Sebatlı, kararlı - İbadet eden ALARA : Al + ara. Al=Kırmızı, ara=bezeyen, süsleyen , Kırmızı süs anlamında bir tamlama ALARCIN : Güzelliğini ateşin kırmızılığından alan ALÇİN : Kırmızı renkli küçük bir kuş türü ALEV : Ateşin çıkardığı yalım ALEYNA : Esenlik ve güzelliklere sahip, esenlik içinde olan ALİYE : Yüce, yüksek ALTAN : Kızıl Şafak ALTIN : Değerli bir metal (Paslanmayan, en iyi iletken) ANDAÇ : Bir kimseyi hatırlamak için saklanan şey, hatıra ARİFE : Tecrübeli, bilgili, sezgi ve anlayışa sahip ARZU : İstek, özlem eğilim ASENA : Türk Mitolojisinde Ergenekon destanında adı geçen dişi kurt ASİYE : Acılı kadın / Direk ASLI : Kök, köken - Aşık Kerem'in sevgilisi ASLIHAN : Kökeni soylu han soyundan ASRIN : Çağdaş, bu asıra ait olan, asıra uygun olan ASU : Asi, ehlileşmeyen huysuz at - İsyankar ASUDE : Sessiz, sakin dinlendirici ASUMAN : Gök, gökkubbe, sema ASYA : Yeryüzünün anakaralarından (kıta) birinin adı AŞKIN : Aşmış, ileri, üstün/ Senin aşkın ATEŞ : Yanıcı maddelerin yanmasıyla ısı ve ışığın ortaya çıkması ATIFET : Karşılık beklemeden gösterilen sevgi, iyilik sever ATİKE : Özgür - Soylu - Güzel, genç kız AYBEL : Ay gibi dikkat çeken, aya benzeyen güzelliğiyle farkedilen, seçilen AYBEN : Ay gibi. Ayın kendisi AYBÜKE : Ay gibi parlak, aynı zamanda zeki, akıllı AYCA : Ay gibi parlak ve aydınlık AYCAN : İçi aydınlık AYÇA : Ayın ilk günlerde aldığı biçim, hilal AYÇİN : Ayçın, ay gibi, aya benzer AYDA : Dere kıyılarında yetişen bir bitki - Parmakları, endamı güzel kadın AYDAN : Aya benzer ay gibi AYDİL : Güzel, parlak, aydınlık gönül AYFER : Ayışığı AYGEN : Gönül dostu AYGÜL : Ay gibi güzel ve parlak renkli AYLA : Kadın, eş zevce /Ayın çevresindeki ışıklı daire AYLİN : Ayın çevresinde görülen ışıklı daire AYNUR : Ay gibi ışıklı, pırıl pırıl AYPARE : Ay parçası AYSEL : Ay gibi parlak ve güzel AYSEN : Aydan farksız, ayın yerdeki benzeri, güzel sevimli AYSU : Ay gibi parlak, berrak su AYSUN : Ay gibi güzel ve parlaksın AYŞAN : Şanı ay gibi parlak olan AYŞE : Yaşam, dirlik, AYŞEGÜL : Güleç, güler yüzlü AYŞEM : Ay ışığı - Benim Ayşem AYŞEN : Ay gibi neşeli, parlak ve aydınlık AYŞENUR : Nur gibi parlak, pırıl pırıl, ay gibi güzel AYŞİN : Ay gibi, aya benzeyen AYTAÇ : Ay gibi taçlı AYTEN : Ay gibi beyaz tenli AYTÜL : Tül gibi şeffaf ve ince ay ışığı gibi parlak AZİME : Azmeden, yapmak için kesin kararlı / iri, kemikli yapılı AZİZE : Kutsal, ermiş kadın - Sevgi hitabı AZMİYE : Niyetli, kararlı AZRA : Bakire, el değmemiş Osmanlı: -B- BAHAR : Doğanın canlandığı mevsim BAHRİYE : Donanma ve denizle ilgili BALCA : Bal damlası, bal gibi BALIM : Benim balım, tatlım - Çok sevgili, samimi arkadaş BANU : Ev kadını , bayan BARAN : Yağmur BAŞAK : Tahılların tanelerinin bulunduğu kısım BAŞAR : Başarılı ol anlamında BEDİA : Güzellik, üstün değerli olan BEDİHE : Başlangıç - Güzel söz BEDRİYE : Ayın ondürdüncü geceki haliyle ilgili BEGÜM : Saygıdeğer kadın, hanımefendi - Hint prenseslerine verilen san BEHİCE : Şen güleryüzlü BEHİRE : Güzel, asil BEHİYE : Güzel ve alımlı kadın BELGİN : Açık. belirli, farkedilen BELİN : Şaşkınlık, hayret BELKIS : Yunanca asıllı olup Arapçaya geçen tarihi bir isim BELMA : Sakin, yumuşak BENAN : Parmakla gösterilecek kadar güzel BENGİ : Sonsuz, sonsuzluk BENGİSU : İnsana ölmezlik verdiğine inanılan su / Abıhayat BENGÜ : Sonu olmayan, ebedi BENGÜL : Üzerinde benekler bulunan gül BENİAN : Beni-an. Beni anımsa BENSU : Su gibi aziz benlik BERAY : Ayın en ışıltılı, en parlak hali BERFİN : Kar toplayan BERİA : Güzellik ve olgunlukta akranlarından üstün olan BERİL : Mücevher olarak da kullanılan bir tür maden BERİN : Manen çok yüksek BERNA : Genç, delikanlı BERRA : Bereketli olan BERRAK : Temiz, saf, arınmış BERRİN : Manen çok yüksek, yüce yaradılışlı BERŞAN : Bir peygamberin din ve kitabını kabul eden BESTE : Ezgilerin özgün dizimi, BESTEGÜL : Gül demeti BETİGÜN : Beti:Yüz (Bet benizdeki gibi) Gün: Aydınlık, Aydınlık yüz BETİL/BETÜL : Temiz, iffetli BETÜL : Ayrı kök salmış fidan - Hz.Meryem'in lakabı - Bakire BEYHAN : Bey soyundan BEYZA : En beyaz, en ak - Günahtan kaçınmış BİHTER : En iyi BİKE / BİKEM : Kadın, hanım BİLGE : Çok bilen ve bildiklerini başkalarının yararına sunan BİLLUR : Pek duru ve temiz cam BİLUN : Yarım Ay BİNGÜL : Bin gülün güzelliğinde BİNNAZ : Çok nazlı BİNNUR : Çok nurlu BİRCAN : Herksçe sevilen, candan BİRCE: Biricik, birtane BİRGÜL : Tek ve benzersiz gül BİRİCİK : Tek, bir tane, emsalsiz BİRSEN : Yalnız Sen anlamında BİRSU : Özel bir su biricik su gibi BUCAK : Genellikle, geniş verimli bakımlı alanlara verilen ad (Köşe bucaktaki anlamı gibi) BUKET : Çiçek demeti BURCU : Güzel ve etkileyici kokunun salgılanışı BURÇAK : Tohumları kullanılan bir bitki türü BURÇİN : Dişigeyik BUSE : Öpmek, öpüşmek, öpücük BÜŞRA : İyi haber Osmanlı: -C-Ç- CAHİDE : Çalışan, çaba gösteren CANAN : Sevgili, yar CANDAN : Yürekten, içten CANEL : İçten, candan uzatılan dostluk eli CANKAT : Yaşamına can ekle, sevinçle dol CANSEL : Cana dair, canla ilgili CANSIN : İçten, gönüldensin CANSU : Cana benzer değerde CAVİDAN : Ebedi, sonsuz CELİLE : Büyük, ulu CEMİLE : Hoşa giden davranış CEMRE : Önce havada, sonra suda ve toprakta oluştuğu sanılan sıcaklık yükselişi CENNET : Dinsel inançlara göre iyilerin ölünce gideceğine inanılan yer CEREN : Ceylan, ahu CEVHER : Bir şeyin özü - Güç, enerji - Değerli taşlar CEVRİYE : Eziyet, cefa, sıkıntı CEYDA : Yararlı, herkese iyilik yapan CEYLA : Farsça kökenli bir kelime ceyl kökünden türemiş. Ceyl insanlık, insan soyu demek. Ceyla insanlığa atfedilmiş, bağışlanmış. CEYLAN : Geyik cinsinden gözlerinin güzelliğiyle ünlü hayvan CEYLİN : Farsça kökenli. Cennetin kapısı anlamında CİHAN : Evren, alem CİHANNUR : Alemi aydınlatan nurlu ışık CİLVENAZ : Nazı özellikle yapan / Cilveyle nazı birarada bulunduran -Ç- ÇAĞLA : Badem, erik ve Kaysı gibi meyvaların ham hali ÇAĞLAYAN: Şelale ÇAĞRI : Davet ÇİÇEK : Bitkilerin üreme organlarını taşıyan renkli bölümü ÇİĞDEM : Zambakgillerden bir tür kır bitkisi ÇİLAY : Ayın üzerinde beliren açık renkli lekeler ÇİLER : Güzel öten, güzel ötüşlü ÇİSEM : Çiseleyen yağmur ÇOLPAN : Gözleri uzağı iyi gören, ilerigörüşlü Osmanlı: -D- DALGA: Hareketli su kütlesi; Denizin rüzgarlı havada kabarıp kıyıya sürüklenmesi DAMLA: Yağmur ya da bir sıvının çok küçük yuvarlak biçimli parçası DEFNE: Yaprakları güzel kokulu, yaz-kış yeşil olan bir bitki DEMET: Çiçek bağlamı, deste DEMRE: Noel Baba'nın doğduğu sanılan tarihi yer DENİZ: Yeryüzünün çoğunu örten engin su DEREN: Toplayan, düzenleyen, pekiştiren DERİN: Sığ olmayan DERYA: Büyük deniz anlamında DESEN: Çiçek, çizgi gibi süs şekilleri DESTEGÜL: Mevlevi dervişlerinin giydiği ince kumaştan yelek DEVİN: Hareket, kımıldanış DEVRİM: Yerleşik toplumsal düzeni, köklü, hızlı ve geniş kapsamlı olarak niteliksel değiştirme ve yeniden biçimlendirme işlemi DİCLE: Bir nehir adı DİDE: Göz, göz bebeği DİDEM: Gözüm gibi sevdiğim, sevgilim DİLARA: Gönül alan, gönül okşayan. DİLAY: Gönle ışık saçan, ay kadar güzel DİLDAR: Gönlü baskı altında tutan sevgili DİLDE: Ünü her tarafa yayılmış, herkesin konuştuğu, herkesin dilinde olan kimse DİLEK: İstek, rica DİLEM: Gönül ilacı DİLER: Dilemek eyleminden DİLHAN: İçten ve yürekten konuşan DİLNİŞİN: Gönülde yer tutan,hoş,güzel DİLRÜBA: Gönlü şen,dertsiz DİLSU: Dil+Su DİLŞAH: Gönül şahı,sevgili DOĞA: Yaradılış ve yapı özelliklerinin tümü; Tabiat DOĞANGÜN: Doğmakta olan gün DOĞAY: Ayın yeni doğuş hali DOĞU: Günneşin doğduğu ana yön DOLUNAY:Ayın tam yuvarlak olduğu an DORA: Doruk, zirve DUYGU: Kişi, olay ve nesnelerin bireyin iç dünyasında uyandırdığı izlenim DÜŞÜM: Hayalimdeki, düşlediğim, istediğim anlamında Osmanlı: -E- EBRU: Bulut renginde; Hare gibi dalgalı ve damarlı; Kitap kabı yapmak için kullanılan renkli kağıt; Hareli boyama yöntemi ECE: Türdeşleri arasında üstünlüğü yeteneği olan kadın, güzel kadın; Kraliçe ECEGÜN: Çok güzel bir günde doğan ECEM: Kraliçem, sevgili kraliçe anlamında ECMEL: Çok güzel EDA: Naz, cilve anlamında EFSUN: Büyü, sihir EGE: Türkiye'nin batısında yer alan deniz ELÇİN: Deste, tutam ELİF: Arap alfabesinin ilk harfi; Anadolu'da kibar, narin yapılı, ince-uzun anlamında kullanılır ELVAN: Renkler,çeşitler EMET: Bereket, bolluk ENER: Dağ eteği EREM: Cennet ERENDİZ: Jüpiter gezegeninin adı ERKE: Enerji, iş başarma gücü; Nazlı ESEN: Sağlıklı, salim ESER: Emek sonucu ortaya çıkan ürün, yapıt; Yok olmuş bir nesneden kalan parça ESİN: Sabah rüzgarı ESNA: Yüksek, yüce ESRA: En çabuk, çok çabuk EVİN: Bİr şeyin içindeki öz; Buğday tanesinin olgunlaşmış içi, özü EYLÜL: Sonbaharda bir ay adı EZGİ: Belli bir kurala göre yaratılan ve kulakta haz uyandıran ses dizisi; Melodi, şarkı, türkü FAZİLET: Erdemli, iyi ahlaklı FERAH: Aydınlık, iç açıcı FERAY: Ayışığı, ayın parlaklığı FERCAN: İnsanın ruhuna aydınlık veren bir içtenliğe sahip olan FERDA: Gelecek zaman, yarın; Kıyamet FERHAN: Sevinçli, gönlü hoş FERZİN: Kraliçe FEYZA: Bolluk, çokluk FEZA: Boşluk, sınırsızlık; Uzay FİDAN: Yeni yetişen ağaç FİGEN: Yaralayan, kıran FİLİZ: Tohumdan çıkan sürgün FİRUZE: Açık mavi renkte, değerli bir süs taşı FULYA: Nergisgillerden güzel kokulu sarı bir çiçek FUNDA: Çalı ormanı, çalılık; Püskül, tepelik FÜRUZAN: Parlayan, parlak FÜSUN: Büyü Osmanlı: -G- GAMZE : Çene ya da yanakta gülümserken beliren çukurluk GAYE : Amaç , erek, varılmak istenen hedef GAZAL : Ceylan, geyik - Güzel, iri göz GENCAY : Hilal GİZEM : Sır / bilinmeyen şeyler, esrarengizlik GONCA : Açılmamış, tomurcuk halinde gül GÖKBEN : Özü genç olan GÖKÇE : Sevimli güzel / Gök rengi, mavimsi GÖKÇEN : Mavi gözlü GÖKNİL : Gökyüzüne ait olan, Gök + Nil olarak da düşünülebilir GÖKNUR : Nurlu, ışıklı, aydınlık gökyüzü GÖKSU : Mavi su, akarsulara verilen ad GÖKŞİN : Gök gibi mavi gözlü / Sonsuz mavi derinlik GÖNÜL : Kalp, eğilim, sevgi arzu heyecan gibi duyguların bulunduğu yer GÖRKEM : İhtişam, gösteriş GÖZDE : Göze girmiş, birince sevilip beğenilen GÜHER : İnci / Soy sop GÜL : Gülgillerin örneği olan bitki ve bunun çiçeği GÜLAY : Güllerin açtığı ay, mayıs GÜLBAHAR : Ebru yapmakta kullanılan koyu kırmızıboya GÜLBEN : Ben, gül'üm anlamında GÜLBİN: (Fars.) Gül kökü, gül biten yer GÜLBİZ : Bizim gülümüz GÜLCAN : Gül gibi güzel canlı GÜLÇİN : Gül derleyen, gül toplayan GÜLDEM : Hiç solmayan her dem gül, her dem gülen GÜLDEN : Gül gibi, güle ait, gülden yapılmış GÜLDEREN : Gül toplayan GÜLDESTE : Gül destesi GÜLEN : Güleç yüzlü GÜLENDAM : Gül gibi endamlı, zarif görünümlü GÜLER : Gülen, sevinçli GÜLFEM : Gül dudaklı, gül ağızlı GÜLFİDAN : Gül fidanı gibi endamlı GÜLGÜN : Gül renginde, kırmızı, pembe GÜLHANIM : Gül gibi güzel kadın GÜLİN : Güle ait olan, gülden gelen GÜLİSTAN : Gül bahçesi GÜLİZ : Gül gibi güzel iz bırakan GÜLİZAR : Gül yanaklı GÜLLÜ : Güzel kadın / Gülü olan GÜLNAZ : Gül gibi ince ve narin GÜLNİHAL : Gül fidanı GÜLNUR : Çevresini aydınlatan gül GÜLPEMBE : Gül pembesi / Gül gibi pembe yanaklı GÜLRİZ : Gül saçan, gül serpen GÜLSELİ : Gül seli GÜLSEN : Gül gibi güzel GÜLSEREN : Gül toplayan, dağıtan GÜLSOY : Gül gibi güzel bir soydan gelen GÜLSÜM : Yuvarlak yüzlü, güzel GÜLSÜN : Yaşam boyu yüzü hep gülsün anlamında GÜLŞAH : Gül dalı, güllerin kraliçesi GÜLŞEN : Gülistan / Gül bahçesi GÜLTEN : Gül gibi pembe tenli GÜLÜMSER : Her zaman gülümseyen GÜN : Gündüz vakti / Aydınlık GÜNAL : Gün al yaşa, kızıl renkli güneş GÜNER : Güneşin doğma zamanı - Fecr GÜNEŞ : Kendi sistemi içindeki gezegenlere ısı ışık veren gökcismi GÜNGÖR : İyi günler yaşa anlamında GÜNİZ : Günün başlangıcını belirleyen görüntü GÜNNUR : Güneş ışığının aydınlığı, nuru GÜNSEL : Günle ilgili güne ait GÜNSELİ : Işık seli, bol parlak ışık demeti GÜRCAN : Herkesi seven, özveride bulunan GÜVEN : Birşeyden beklenen niteliğe inanıp ona göre davranmak GÜZİDE : Seçkin, seçme, seçilmiş GÜZİN : Seçici, beğenici Osmanlı: -H- HALENUR: Kutsal ışık HANDAN: Güleç, sevinçli HANDE: Daima gülen, gülücük HANİFE: Allahın birliğine inanan; Hz. Muhammed zamanından önce tek tanrıya inanan HARİKA: Sıradanlığın üstündeki nitelikleriyle insanda hayranlık uyandıran HASLET: Doğuştan gelen güzel huy HAYAL: Varmış, olmuş gibi zihinde canlandırılan imge, görüntü HAYAT: Ömür, yaşam HAZAL: Kuruyup dökülen ağaç yapraklarının güzelliği HAZAN: Sonbahar HAZAR: Barış HERA: Mitolojide analığın yüceliğini temsil eden tanrıça HEVES: Bir şeye duyulan istek HEVİN: Aşk, sevda HELİN: YUVA HİLAL: Ayın yay biçimindeki görünüşü HİLDE: Kurtulmak, yükselmek, ilerlemek HOŞSEDA: Hoşa giden ses HÜLYA: İnsanın kurduğu tatlı düş; Sevda HÜMA: Efsanelerde geçen, yere konmayıp sürekli gökte kaldığına inanılan cennet kuşu HÜMEYRA: Kızıllık, pembelik HÜNER: İnce ve şaşırtıcı ustalık HÜRREM: Sevinçli, güleryüzlü HÜSNA: Pek çok güzel HÜSÜN: Güzellik Osmanlı: -I-İ- I- IĞIL: Çok yavaş akan su ILGAZ: Atın dört nala koşması ILGIM: Serap ILGIN: Beyaz ya da pembe, çiçekli, çok hafif yapraklı bir ağaççık (genellikle küçük akarsu kıyılarında bulunur) ILGIT: Esinti ve akış için kullanılan yavaş yavaş anlamında ILIM: Uzlaşmacı yumuşaklık IRMAK: Akarsuların en büyüğü IŞIK: Cisimleri görmeyi, renkleri ayırtetmeyi sağlayan fiziksel enerji IŞIL: Pırıltı, parlaklık, ışık, aydınlık IŞILAY: Işıltılı ay, parlayan ay IŞIN: Bir kaynaktan belli bir doğrultuya giden ışık çizgisi ITIR: Güzel koku; El ve yüze sürülen çiçek özü, esans İ- İDİL: Kır yaşamı içinde aşk konusunu işleyen kısa şiir; Volga ırmağına Türkler'in verdiği ad İLAYDA: Su perisi İLBÜKE: İlbey hanımı, seçkin hanım İLGİ: İki şey arasındaki ilişki; Birşeye duyulan merak; Eğilim İLGÜN: Ülke güneşi İLKBAHAR: Yılın ılık mevsimi İLKE: Temel alınan düşünce, kural İLKGÜZ: Eylül ayı İLKİM: İlk çocuğum anlamında İLKİN: İlk çocuklar için kullanılan adlardan İLKNUR: İlk+NUR=İlk ışık İLKYAZ: İlkbahar İLSEL: İlle ilişkili, yurtla ilişkili İLTER: Yurdu koruyan, yurtsever. İMGE: Düş, hayal, görüntü, tasarım İMRAN: Evine bağlı, evcimen anlamında İMREN: İmrenmek fiilinden, görünen şeyi edinme isteği. İNANÇ: İnanılan şey İNCİ: Süslemede kullanılan, istiridyede yetişmiş değerli madde İNCİLAY: Parlama,ışıldama İPAR: Yüksek dağların kar tutmayan yerlerinde yetişen çiçek İPEK: İpekböceği kozasından elde edilen ince, parlak kumaş İREM: Bahçeleriyle ünlü masal kenti İREN: Özgür, serbest İRİS: Mitolojide Tanrıların elçisi İYEM: Güzellik İZEL: El izi anlamında İZEM: Büyüklük, ululuk İZGİ: Güzel, adaletli, zeki İZLEM: İzlemek eylemi İZİM: Önceden bulunduğum yerde bıraktığım belirti anlamında JALE: Çığ, kırağı. Sabahları otların üzerinde olan su damlaları JALENUR : Parlayan, ışıldayan çiy JÜLİDE : Karışık, dağınık saç JANSET : Güneşin Doğuşu (Çerkez İsmi) JANSELİ : Güneşin Doğduğu Yer (Çerkez İsmi) JASMİN: Yasemin JEYAN: Kızan, kükreyen JİNSAL: Çağ, yaş, dönem Osmanlı: -K- KADER : Değişmez bir karar ile iyilik yada kötülük hazırladığına inanılan olağan üstü güç KADRİYE : Değerle ilgili / İtibar, onur KAMELYA : Çaygillerden büyük çiçekler açan bir bitki - Yabangülü KAMİLE : Tam, eksiksiz - Kemale ermiş - Bilgin, bilgili KAMURAN : İstediğine ulaşmış, mutlu KARANFİL : Kokulu bir çiçek KARDELEN : Baharda çok erken açan bir çiçek - Çiğdem KARMEN : Parlak kırmızı KAYRA : Büyük birinden gelen iyilik - İhsan KERİMAN : Cömert - Ulu, büyük KERİME : Cömert - Ulu, büyük - Kız çocuk KEVSER : Cennette bir akarsuyun adı KEZBAN : Aslı Kedbanu - vekilharç kadın (evi çekip çeviren) KISMET : Talih, nasip, kader KIVILCIM : Yanan bir maddeden sıçrayan ateş parçası KIYMET : Değer, paha (baha), bedel KİBARİYE : İnce, zarif - Cömert, asil KİRAZ : Gülgillerden bir meyva ağacının sulu KÖSEM : Sürülere rehberlik eden - Cildi temiz, pürüzsüz KUMRU : Güvercinden küçük boz renkli kuş KÜBRA : En büyük Osmanlı: -L- LAL: Parlak, koyu kırmızı renkte olan LALE : Yaprakları uzun, çiçekleri kadeh biçiminde çeşitli renkleri olan soğanlı bir süs bitkisi LALEHAN : Lalelerin sultanı LAMİA : Parlak, parlayan LATİFE : Yumuşak, hoş,güzel,nazik - Güldüren güzel söz , şaka LEMAN : Parlama, parıltı LEMİDE : Parlak, parıldayan LERZAN : Titreyiş, titrek LETAFET : Latiflik, hoşluk - Güzellik LEYLA : Uzun ve karanlık gece LEYLİFER: Gece ışığı LİLA: Açık eflatun LÜTFİYE : İyi muamele, güzellik ve hoşlukla ilgili LÜTUF : İyilik, güzellik, hoşluk - İhsan, bağış Osmanlı: -M- MACİDE : Şan ve şeref sahibi MAHİNUR : Ay ışığı - Ay yüzlü güzel MAHMURE : Uyku basmış, yarı baygın göz MAKBULE : Alınan, kabul olunan, beğenilen MANOLYA : Beyaz, güzel kokulu ağaç ve çiçekleri MARAL : Dişi geyik, ceylan, karaca MEDİHA : Övülmeye neden olan MEFHARET : Övünç, övünme, kıvanç MEFKURE : Ulaşılmak istenilen en yüce amaç MEFTUN : Gönül vermiş, tutkun MEHPARE : Ay parçası MEHTAP : Ay ışığı, Dolunay MEHVEŞ : Ay yüzlü güzel MELAHAT : Güzellik, güzel yüzlülük, yüzünde tatlı ifade olmak MELDA : İnce ve taze vücutlu MELEK : Allah ile insanlar arasında aracılık yapan manevi yaratık MELİHA : Güzel, Şirin MELİKE : Kadın hükümdar, hükümdarın karısı MELİS : Bal arısı MELİSA : Baklagillerden, yaprakları liomu andıran kokulu bir bitki MELODİ : Ezgi, müzik parçası MELTEM : Yazın, karadan denize doğru esen mevsim rüzgarı MENEKŞE : İnce saplı, ufak mavi çiçekli güzel kokulu bitki MENGÜ : Ebedi, ölümsüz MERİÇ : Bulgaristanla olan sınırımızda bulunan bir nehir MERİH : Dokuz gezegenden biri (Mars) MERVE : Mekke yakınlarında bir dağ MERYEM : Dinine bağlı kadın MESUDE : Mutlu, bahtiyar MISRA : Şiirin bir satırı MİHRİBAN : Seven, şefkatli MİMOZA : İnce sarı yapraklı çiçek açan bir süs bitkisi MİNE : Maden eşya üstündeki renkli sır tabakası MİRAY : Yılın ilk aylarında doğan / Güneş gibi ay gibi parlayan MUALLA : Makam ve rütbece yüksek olan MUAZZEZ : Saygı uyandıran, kıymetli - İzzet, şeref sahibi MUHTEREM : Saygın, saygıdeğer MUKADDER : Tanrı hükmü, kader, alın yazısı MUKADDES : Kutsal olan , mübarek olan Mukaddes Kutsal olan , mübarek olan MUNİSE : Sıcak kanlı, sevimli MUZAFFER : Zafer kazanan, üstün gelen MÜBERRA : Aklanmış, temize çıkarılmış MÜCELLA : Parlak, cilalanmış MÜESSER : Eser bırakan, eser sahibi MÜGE : İnci çiçeği, MÜJDE : İyi haber, sevinçli haber MÜJGAN : Kirpik MÜKRİME : İkramı bol olan MÜNEVVER : Aydınlatılmış, parlak ışıklı, bilgili MÜNİRE : Işık veren, aydınlatan MÜRÜVVET : Kişilik, şahsiyet, insanlık MÜŞERREF : Onurlandırılmış, şerefli kılınmış MÜYESSER : Kolaylıkla yapılan MÜZEYYEN : Süslü, süslenmiş, bezenmiş Osmanlı: -N- Naciye : Kurtulmuş, selamete kavuşmuş Nadide : Görülmemiş, görülmedik, ender bulunan Nadire : Az bulunur, seyrek, ender bulunan Nalan : İnleyen, feryad eden Naşide : Şiir söyleyen, şiir okuyan Naz : Kendini beğendirmek amacıyla yapılan davranış Nazan : Nazlanan, işve yapan, cilve yapan Nazlan : naz yap, cilveli ol Nazlı naz : yapan, cilveli, işveli Nazlı : Naz eden, cilveli, işveli Nazlım : naz yapanım, işvelim, cilvelim, benim nazlım Nazmiye : Vezinli ve kafiyeli sözle, nazımlailgili Nebahat : Onur, şeref, ün Necla : Çocuk, evlat, oğul, kuşak, sülale,nesil Necmiye : Yıldızlarla ilgili, yıldızlaraait Nehir : Irmak, büyük akarsu Nemutlu : Imrenilecek bir olgu dolayısıyla söylenen bir söz Nergis : Çiçekleri ayrı ayrı ya da bir kök üzerinde sarı ve beyaz renkte bir bitki Neriman : Pehlivan, yiğit Nermin : Yumuşak Neslihan : Han soyundan gelen Neslişah : Şah soyundan gelen Nesrin : Bir tür yaban gülü Neşe : Sevinç, gönül ferahlığı Nevin : Yeni Nevra : Işıklı parlak, çiçek Nezahat : İç temizliği, paklık Nezaket : Naziklik, zariflik, incelik ç Nezihe : Temiz, pak Nice : ne kadar, ne denli, nasıl, oldukça çok Nida : Seslenme, çağırma, seslenen Nigar : Resim, resim gibi güzel Nihal : İnce ve düzgün vücutlu, fidan gibi Nihan : Gizli, saklanmış, görünmeyen, sır, giz Nil : Afrika kıtasında bir nehir Nilay : Nil ve Ay, Nil'e ışıklarını saçan Ay Nilgün : Mavi renkte, çivit rengi Nilhan : Nil'in hanı Nilüfer : durgun sularda yetişen, yaprakları yuvarlak ve geniş Beyaz, sarı, mavi, pembe, çiçekli bir bitki Nimet : İyilik, iyi bir yaşantı için gerekli şeyler Nisa : Kadın Odil : o tatlı dil Oflaz : çok güzel, güzel olduğu için sevilen Okşan : Sevil, sevgiye değer ol Olca : savaşta ele geçirilen mal Olcay : rastlantıları düzenlediği, böylece de insanlara iyi ya da kötü durumlar hazırladığı sanılan şey, şans, talih Olçum : eli işe yatkın, becerikli, usta, yetenek Olgaç : olgunlaşmış, yetişmiş, bilen, bilgili Oluş : olma biçimi, var oluş Omay : beğenilen, sevilen Omca : bağ kütüğü Ongu : onmuş olma durumu, sağlık, mutluluk Onur : Kişinin kendi öz saygısı, iç değeri, insanın kendine olan saygısı kibir çalım kurum Onuray : onurlu ve Ay gibi güzel Oray : kent üstüne doğan, Ay, kentli Ay Orgül : kent gülü, kale burcundaki gül Ortanca : yaş bakımından büyükle küçük çocuk arasında bulunan Oskay : neşeli, şen, sevinçli Oya : Dantel, süs, küçük kız kardeş Oylum : derinlik, bir cismin uzayda doldurduğu boşluk, kıvrım, bukle Oytun : kuytu yer, beğenilen, güzel kuytu yer, kendisinde kutsallık bulunan, kutsal Ö Öbek : tomurcu, aynı türden şeylerin oluşturduğu yığın küme Ödül : Iyi bir işe, bir başarıya karşılık olarak verilen şey armağan Öğe : Öke Öğet : Iyi, uygun, güzel Öğün : güzelliğinle, herşeyinle, övün, kendini öv Öğünç : övünmeye yol açan ya da hak kazandıran şey, Övünme; kıvanç, övünç, sevinç Öğüş : övme biçimi Öğüt : bir kimseye yapması ya da yapmaması gereken şeylerle ilgili Olarak söylenen, isteklendirici ya da caydırıcı söz Öke : olağanüstü işler başaracak yetenekte kişi, çok yetenekli Önay : Ay'ın ilk günlerindeki durumu, ilkay Öney : önde giden, ileri giden, önde olan Öngül : (ilk çocuk için) ilk gül, önde gelen gül, önde gelen Öniz : (ilk çocuk için) ilk iz, önceki iz Ören : eski yapı ya da kent kalıntısı Örengül : örende yetişen bir tür gül, ak gül, yaban gülü Örge : süs, motif Övgü : övme, övmek için söylenen söz Övgül : övgüye değer, övülmeye değer, övülesi Övgün : övülmeye değer, övgüye değer, övülesi Övgünç : bkz. Öğünç, övünç Övül : övülesin Övün : kendinle, güzelliğinle övünmelisin, övünesin Övünç : övünmeye yol açan ya da hak kazandıran şey, kıvanç, sevinç, övgünç, Öykü : ayrıntılarıyla anlatılan olay; gerçek ya da tasarlanmış olayları Anlatan, romandan kısa düzyazı türü, hikaye Özal : özü al, özü kızıl yalım rengi, al özlü, nar çiçeği özlü, öz al Özaltan : özü kızıl sabah vakti, öz al renkli tan Özaltın : özü altın, altın gibi içsel varlığı olan; halis altın Özant : Içten ant, samimi yemin Özarı : özü temiz, temiz ve öz, öz ve arı Özay : özü Ay gibi, gerçek ay, asıl Ay Özaydın : özü aydınlık, içsel varlığı pırıl pırıl Özaytan : özden Ay gibi doğan tan Özbal : hiçbir katkısı olmayan bal, gerçek bal, katkısız bal,bal özü Özbek : yürekli, doğru, Orta Asya'da yaşayan bir Türk boyunun ve bu boydan olanların adı Özbil : özünü bil; ayrıntıyı değil "öz" olanı bil, özü bil Özbilek : özünü bilen, öz bilgili Özbilen : "az ama öz" bilen, herşeyin özünü bilen Özbilge : öz bilen bilgili kişi Özbilir : "az ama öz" bilir, herşeyin özünü bilir Özcan : özden doğan can Özdal : küşinin özünden dal gibi doğan Osmanlı: -P- Pakize : Çok temiz, hoş ve güzel Papatya : baharda çiçek açan, taç yaprakları beyaz, ortası sarı çiçekli bir kır bitkisi Parla : parılda, pırıl pırıl aydınlık saç Parlar : parıldar, pırıl pırıl eder, ışık saçar Pekay : Ay'a pek benzeyen; sert Ay, katı Ay; sağlam Ay Peköz : sağlam öz, özü sağlam kimse Pekşen : çok neşeli, çok şen Pelin : Siyah ve beyaz renkte acı kokulu bir tür bitki Pelinsu : Pelin + Su (Bkz Pelin) Pelit : meşe ağacı ve yemişi Pembe : Açık kırmızı renk Peren : yaprakları gri yeşil ve tüylü, çobanyastığı da denilen bir bitki Peri : Çok güzel, çekici, dişi cin Perihan : Peri padişahı, perilerin başı Perran : Uçan, uçucu Pervin : Ülker yıldız takımı (Süreyya) Petek : Arı kovanı, bal mumundan yapılan hazne Pınar : Suyun topraktan kaynayıp geldiği yer Pırıl : "pırıl pırıl" ikilemesinin tekil hali, ışıl Pırıltı : parlayan bir şeyin çıkardığı ışık Piraye : Süs, bezek Pürçek : bitkilerin saçaklı kökü ya da püskülleri; şakaklardan sarkan Saç, zülüf, perçem Püren : sarı, kırmızı ve çok güzel çiçekleri olan, ufak yapraklı, arıların Çok sevdiği bir tür çalı Osmanlı: -R- RAHŞAN: Parlayan, parlak, aydınlık RANA: İyi, güzel, yumuşak, hoş RAVZA: Sulu, su yatağı yer; Bahçe RENAN: Çok ses çıkaran, çınlayan RENGİN: Boyalı, renkli; Hoş, latif ve güzel REVAN: Yürüyen, giden; akan, akıp giden REYHAN: Yaprakları güzel kokan bir süs bitkisi, fesleğen REZZAN: Ağırbaşlı, onurlu RUHAN: Güzel kokulu RUHSAR: Yanak, yüz, güzel yüz RÜÇHAN: Üstünlük RÜYA: Düş; Gerçekleşmesi imkansız durum, hayal; Gerçekleşmesi beklenen şey, umut Osmanlı: -S- SAADET : Mutluluk SABAH : Günün başlangıcı SABAHAT : Güzellik SABİHA : Güzel, şirin SABİTE : Yerinde duran, kımıldamayan SABRİYE : Sabırlı, dayanıklı SACİDE : Secdeye varan, yere yüz süren SADRİYE : Göğüsle ilgili SAFİYE : Katıksız, katışıksız saf SAHİBA : Bir şeyi elde etmiş olan SAHURE : Sahur zamanı doğan kız çocuğuna verilen ad SAİME : Oruç tutan, oruçlu SAKİNE : Oynamayan, kımıldamayan, durgun SALİHA : İyi, yarar, yetkili, hakkı olan SALİME : Eksiksiz, sağ, sağlam SAMİME : Bir şeyin temeli, en köklü yeri SAMİYE : Yüksek, ulu SANAY : Ay gibi güzel SANEM : Put - Güzel kadın SANİA : Sanat eseri yaratan - Yapan , oluşturan SANİYE : Dakikanın 60'ta biri süresinde zaman birimi SATI : Düğün alışverişi - Satış, alışveriş SEBLA : Uzun kirpikli göz SEÇİL : Beğenilen, seçilen SEDA : Yankı, ses SEDEF : Midye ve istiridye gibi hayvanların beyaz ışıltılı parlak kabuğu SEDEN : (Sedan) sesin, seslenişin SEHER : Tan ağartısı, ortalığın aydınlandığı an SELCAN : Hareketli, coşkulu SELDA : (Seldağ) Dağ seli, dağdan inensel SELEN : Haber, havadis, kulakla duyulan,işitilen SELİN : Senin Sel'in, Sana ait sel SELMA : Doğru ve iyi yolda, selamette olma SELVİ : Yaz kış yeşil kalan ince uzun birağaç SEMA : Gökyüzü SEMAHAT : Cömertlik, el açıklığı SEMİHA : Cömert gönüllü, eli bol SEMİN : Değerli, pahalı SEMİRAMİS : Asur kraliçesinin adı SEMRA : Esmer SENA : Övme, övüş - Şimşek parıltısı SENAY : Ay gibisin sen anlamında SENEM : Tapılacak kadar güzel kadın, sevgili SENİHA : Yüce, yüksek SERAP : Çölde uzaktan su gibi görünen ışık yanıltmacı SERAY : Ay gibi güzel SEREN : Yelken gerilmek üzere direğe çapraz takılan ağaç SERİN : Ilıkla soğuk arası SERPİL : Serpilmiş, gelişmiş SERRA : Rahatlık, kolaylık SERTAP : İnatçı SERVA : Masal SEVAL : Severek alınan SEVCAN : Sevgili insan SEVDA : Aşk, sevgi, tutku tutkunluk SEVGİ : Aşk, sevme duygusu SEVİL : Sevgiye değer, sevilen SEVİLAY : Ay gibi hep sevilen SEVİM : Birine yakınlık duymak, sempati SEVİN : Memnun ol, neşelen SEVİNÇ : Neşe, iç ferahlığı SEVTAP : Aşırı, tapacak kadar sevgi duyan SEYHAN : Kenten kente yolculuk SEYRAN : Gezinme SEYYAL : Akışkan, sıvı, yerinde duramayan SEZA : Uygun, yaraşan SEZAL : Sezgili SEZEN : Sezgisi güçlü olan SEZER : Sezgisi güçlü olan SEZGİ : Anlama, sezme yeteneği SEZGİN : Duygulu, anlayışlı SICAK : Sıcakkanlı, cana yakın SIDIKA : Çok içten ve doğru kimse SILA : Gurbete çıkanın doğup büyüdüğü yer SIRMA : Altın yaldızlı, ya da yaldızsız ince gümüş tel SİBEL : Bulutla yer arasında yere düşmeyen yağmur damlası / Buğday başağı SİMA : Düz, çehre - İnsan, tip SİMGE : Alamet, sembol, birşeyi anlatan im, imge SİNEM : Benim tenim, benim vücudum, göğsüm SOLMAZ : Güzelliğini, tazeliğini uzun süre koruyan SONAT : Bir veya iki çalgı için yazılmış 3-4 bölümlü müzik eseri SONAY : Yılın son ayı SONGÜL : Son açan gül SONNUR : Son ışık SU : Rengi kokusu ve tadı olmayan saydam sıvı madde SUDE : 1-Hz.Peygamberin 2.eşinin adı, 2-Sürülmüş, tarla gibi işlenmiş, 3-Boyalı, sürmeli Farsça SULTAN : Hükümdar ailesinden, anne, kızkardeş SUNA : Boylu poslu endamlı / Erkek ördek SUNAY : Ay sun, ay ışığı sun SUZAN : Adak ayı SÜHANDAN : Güzel konuşan SÜHEYLA : Güney yönünde görünen parlak yıldızlar Osmanlı: -Ş- Şadiye : Sevinç, neşe, mutluluk Şahika : Yüksek, yüce, dağın zirvesi Şanal : ün kazan, ünlü bir kimse ol, ünlen Şanlı : herkesçe iyi bilinen, ünü büyük, ünlü Şansal : herkesçe tanın, ünlen Şaziment : Allah'ın adamı- Allah'a ait olan,onun yolundan giden kişi Şaziye : Özellikleri kimseye benzemeyen Şebnem : Çiğ, gece nemi, jale Şefika : Şefkatli, acıması, esirgemesi bol olan Şehnaz : Doğu müziğinde bir makam / Çoknazlı Şehrazat (d) : 1001 gece masallarında bir masal kahramanı kadın Şelale : Büyük çağlayan, çavlan, akarsunun yüksekten yere düştüğü bölümü Şen : yaşayışından memnunluğunu davranışıyla gösteren, bunu Çevresindekilere de yayan, neşeli Şenay : Mutlu geçen ay Şenel : neşelen, eğlen, şenlen, bakımlı hale gelesin, Şener : şen kimse, şen kişi Şengil : şen kimse, neşeli kimse, içtenlikli Şengül : İnsanın içini açan gül / hep şen olup hep gülmek Şengün : neşeli gün Şeniz : hepimiz neşeliyiz, neşeli iz Şenkal : neşeli ve şen kal Şennur : Işık saçan, neşe saçan Şenol : neşeli, şen ol Şensoy : neşeli soy, şen soy Şensu : neşeli su, şen su Şermin : Utangaç Şevval : Arap takviminin onuncu ayı Şeyda : Çılgın, deli divane Şeyma : Eski Türk adlarından Şiir : Zengin sembollerle uyumlu seslerle ortaya çıkan edebi anlatım biçimi Şölen : Eğlence, kutlama, şenlik Şule : Alev, ateş alevi Şükran : İyilik bilme, minnettarlık Şükriye : Görülyen iyiliğe karşı şükretmek , hoşnut olmak -T- TAÇNUR : Mutluluk TAHİRE : Gündoğusundan esen rüzgar TAHSİNE : Günün başlangıcı TALHA : Güzellik TALİA : Güzel, şirin TAMAY : Sabırlı, dayanıklı TANAY : Secde eden TANSU : Şafak rengi vurmuş su TANYEL : Katıksız, arı - Seçilmiş TARA : Sahur zamanı doğan kız çocuğuna verilen ad TAYYİBE : İyi, hoş, çok temiz TEKGÜL : Durgun - Kendi halinde sessiz TENAY : Uygun, yakışan - Yetkili olan - Dine uygun hareket eden TENDÜ : Öz, asıl TENNUR : Yüksek, ulu TEZER : Çabuk ve erken TİJEN : Ay gibi güzel TİLBE : Put - Güzel kadın TUBA : Sanat eseri yaratan - Yapan , oluşturan TUĞÇE : Dakikanın altmışta biri TURNA : Avrupa ve Kuzey Afrika'da yaşayan göçmen kuş türü TUTAM : Bir desteden daha / parmak uçlarıyla alınabilen / Tutmaktan tutam TUTKU : İradeyi aşan güçlü coşku, ihtiras TÜLAY : İncelikle, düşünce ile ilgili TÜLİN : Uzun kirpikli göz TÜNAY / TUNAY : Mehtap, ay ışığı, gece görülen aydınlık TÜRKAN : Hakana saltanatta ortaklık edeneşi TÜRKÜ : Yankı, ses Osmanlı: -U-Ü- Uçay : uçtaki ay Uçkan : Uçucu, uçan kuş, uçmaya düşkün, uçmayı seven, uçan Uğan : eski Türklerde gök tanrısı, Güneş, Ogan, Oğan Uğur : halkın kiimi olgularda gördüğü iyilik muştusu, kimi nesnelerde var olduğuna İnandığı iyilik kaynağı, iyilik Uğuray : uğurlu ay Uğurtan : Uğurlu sabah vakti, uğur getiren tan Ulca : savaşta ele geçirilen mal, olca Ulcay : rastlantıları düzenlediği, böylece de insanlara iyi ya da kötü durumlar hazırladığı sanılan şey, olcay, şans, talih Ulufer : durgun sularda yetişen, yaprakları yuvarlak ve geniş, beyaz, sarı, mavi pembe Çiçekli bir su bitkisi olan nilüferin bir başka söyleniş biçimi Ulun : ucunda temreni olmayan ok, sivri demirsiz ok Ulus : aynı sınırlar içinde, aynı bayrak altında yaşayan insan topluluğu Ulusal : ulusla ilgili Ulviye : Yüce, yüksek, gökle ilgili Umay : (Farsça "hüma" hümay'ın Türkçeleşmiş biçimi) Hint Okyanusu adalarında bulunan, Güvercin büyüklüğünde, zümrüt yeşili kanatları olan, kemikle beslenen, üzerinden geçtiği kimselere zenginlik ve mutluluk getireceğine inanılan, masal kuşu, devlet kuşu, Umdu : umutlandı, istediği umut, istek Umut : ummaktan doğan iç erinci, umulan şey Urçuk : Iğ, kirmen Urçun : kurumuş iğde dalı Uslu : yaramazlık etmeyen, huysuz olmayan, söz dinleyen Usulca : Yavaşça, duyurup sezdirmeden, belli etmeden, sezdirmeksizin Utku : birçok emek ve çekinceli uğraşlar sonucu erişilen mutlu sonuç, yengi, zafer Utkugül : yengi gülü, zafer gülü Utkugün : yengi günü, mutlu günü, zafer günü, kazanılmış gün Uygu : Iki şey arasındaki uygunluk ilgisi Uysal : yumuşak başlı, söz dinler, söz analar Uzay : bütün varlıkları her yandan kaplayan sonsuz boşluk Üçgül : üç küçük yapraktan oluşan, bileşik yapraklı, pembe, beyaz, kırmızı Mor ve sarı renkte çiçekler açan bir ot Ülcan : ele avuca sığmaz, çok canlı Ülfet : Alışıklık, dostluk, yakınlık duymak Ülgen : yüce, yüksek, ulu, büyük, sağlam, iyilik tanrısı Ülger : yedi yıldızdan oluşan takımyıldız, Ülker Ülgeray : Ülker yıldızı ve Ay Ülke : bir devletin egemenliği altındaki toprakların topu, turt Ülkem : "benim olan ülke" "benim ülkem" Ülker : Boğa burcunda yer alan ve yedi yıldızdan oluşan takımyıldızı Ülkü : Ancak, düşüncede varolan şey Ülküm : "benim olan ülkü", "benim ülküm", "ulaşmak istediğim yüce dilek" Ülkütan : tan vakti doğan yüce dilek Ümmiye : Okur yazar olmayan kadın Ümran : Mutluluk bolluk bereket / Bayındırlık Ün : ses, ünleme, çığlık, iyi ad, tanınma, san Ünay : ünü olan Ay, ünlü Ay, ün ve ay Ünsal : herkesçe tanın, ünlü ol, ününü her yana Sal Ünsel : Ünü sel gibi aşan Ünseli : Ünü sellere benzeyen Ünsev : ünlü ol ve sev Ünseven : tanınıp ünlü olmayı seven Ünsevin : ünlü ol sevin Ünver : herkesçe tanın, ünlü ol, ününü her yana Sal Ürengül : üreyen, çoğalan gül Ürün : doğadan elde edilen yararlı şey Ürünay : Ay'ın verdiği ürün, ürün veren Ay Üstün : nitelik bakımından benzerlerinin çok üstünde olan, iyi nitelikli, Yüksek düzeyli Üstünay : benzerlerinin çok üstünde ve Ay gibi güzel Üstüngül : nitelik bakımından en üstün gül, iyi nitelikli gül, güzel gül Üzer : Yıldırım Beyazıt'ın kızlarından birinin adı, Üzer Hatun Osmanlı: -V- VAHİDE : Tek, bir VARİDE : Gelen, erişen - Söylenti VASFİYE : Nitelikli VEDİA : Korunması için bırakılan emanet VEFİKA : Uygun, aynı fikirde, yoldaş VELİDE : Yeni doğmuş çocuk VERDA : Verdane (merdane Osm.) / Verd (Ar.)'den Verda, gül anlamında VESİLE : Neden, sebep - Kavuşma VİCDAN : İyiyi kötüden ayırmaya yarayan şuur, ahlak VİLDAN : Yeni doğmuş çocuklar VUSLAT : Kavuşma, yetişme, ulaşma Osmanlı: -Y- YAĞMUR : Yeryüzüne düşen yağışın sıvı halinde olanı YAKUT : Aliminyum oksit, yapısında parlak kırmızı renkli değerli taş YANKI : Sesin bir yere çarpıp geri dönmesi ile oluşan ikinci ses, ses yansıması YAPRAK : Ağaç ve bitkilerin yeşil kısımları YAREN : Dost, arkadaş YASEMİN : Kokulu çiçekler açan bir tür ağaççık YAŞAM : Hayat YAZGÜLÜ : Yaz ve Gül tamlaması / Yazın açan gül "şimdilerde bir de güz gülleri var" YELDA : Uzun ve siyah / Yılın en uzun gecesi YELİZ : Yel ve iz rüzgar ve izi anlamında YEŞİM : Yeşil renkli değerli taş YETER : Kafi, tamam, gereksinimi karşılayacaknitelikte olan YILDIZ : Güneş ve ay dışında gökyüzündeki ışıklı cisimlerden her biri YONCA : Birçok türü bulunan bitki YOSUN : Çiçeksiz bitkilerin, suların yüzünde ve dibinde bulunan bir türü YUDUM : Bir içimlik sıvı YURDAGÜL : Yurduna güller saçan, güzellik getiren YURDANUR : Yurduna nur getiren YÜKSEL : Özellikle manevi anlamda yüce ol Osmanlı: -Z- ZAHİDE : Dinin yasak ettiği şeylerden sakınan ZAMBAK : Güzel iri çiçekli bir süs bitkisi ZARAFET : İncelik, güzellik ZEHRA : Beyaz ve parlak yüzlü olan ZEKİYE : Zeka sahibi, kavrayışlı ZELİHA : Züleyha, su perisi ZENNAN : Kadınlar ZENNUR : Zinnur, nurlu, ışıklı ZEREN : Anlayışlı, zeki ZERRİN : Altından yapılmış - Altın renginde - Bir cins çiçek - Fulya ZEYNEP : Değerli taşlar, mücevherler ZEYNO : Zeynep'in halk dilindeki söylenişi ZİNNUR : Nurlu, ışıklı ZİŞAN : Şanlı, ünlü, çok tanınmış ZİYNET : Süs, süs eşyası ZUHAL : Satürn ZÜBEYDE : Öz, asıl ZÜHAL : Dokuz gezegenden altıncısı (Satürn) ZÜHRE : Çiçek açan / Çoban yıldızı (Venüs) ZÜLAL : Berrak, saf, tatlı, soğuk su ZÜLEYHA : Hz. Yusuf'un karısının adı ZÜLFİYE : Saçları çok güzel olan ZÜMRA : Güzel, iyi ahlaklı - Zeki, bilgili kadın ZÜMRÜT : Yeşil renkli bir değerli taş |
--->: Osmanlı kız İsimleri dilruba farsça gönülçelen , gönül hırsızı , hemen gönülalan neşeli güzel bayan demektir . |
→ Osmanlı kız İsimleri Osmanlı devletinde yaşamış önemli bayanların (kadınların) isimleri ve tarihçesi Zeynep Hatun: Fatih dönemini Mihrî Hatunla birlikte temsil eden Zeynep Hatun, adı bilinen ilk Türk kadın şairi olup, kaynaklarda Amasyalı ya da Kastamonulu olduğu ifade edilmektedir. Divan edebiyatının şekillenme döneminde Fatih çevresinde hissedilen verimli sanat iklimi, sanata ve sanatçıya hasredilen teşvik bu iki kadın şairin varlık göstermesinde de etkili olmuş olmalıdır. Asıl adı Zeynünnisa olan Zeynep Hatun bir kadı kızıdır. Bir kadı olan ve şiir çalışmalarını anlayışla karşılayan İshak Efendi ile evlenmiştir. Kültürlü bir muhitte yetişmiş, Arapça, ve şiirler söyleyecek olgunlukta Farsça öğrenmiş, Mihrî Hatun ile tanışıklık kurmuştur, Şiirin yanı sıra beste yapabilecek ölçüde musıki çalışmaları da olan Zeynep Hatun 1563’de Amasya’da ölmüştür. Fatih adına tertip edilmiş bir Divan sahibi olup, eldeki şiirlerine bakılırsa açık ve sade bir söyleyişin sahibidir. Bir kıt’asının, Senin hüsnün benim aşkım senin cevrin benim sabrım Cihanda dem-be-dem artar tükenmez bî-nihâyettir, beyti ünlüdür. Mihrî Hatun: Fatih dönemi şairlerinden olan Mihrî Hatun, Zeynep Hatunla birlikte adı bilinen ilk Türk kadın şairlerindendir. Amasyalıdır. Asıl adı Mihrünnisa ya da Fahrünnisa olup, 1460 ya da 1461 yılında doğmuştur. Mihrî mahlasını kendisi de bir şair olan babası Mehmet Çelebi bin Yahya (Belâyî)’dan almıştır. Dillere destan bir güzelliğin, hayranlık uyandırıcı bir kültür ve birikimin sahibi olmasına rağmen kendisine yöneltilen bütün evlilik tekliflerini geri çevirerek ömrü boyunca bekâr kalmıştır. Dönemine göre serbest bir yaşantının sahibi olan Mihrî, tarihçi Hammer tarafından “Osmanlılar’ın Sapho’su” olarak isimlendirilmiştir. Çevresinde platonik aşklarına dair fısıltılar daima mevcut bulunan Mihrî’nin, Müyyedzâde Abdurrahman Çelebi ve Sinan Paşazâde İskender Çelebi’ye duyduğu aşka dair ipuçlarına şiirlerinde de rastlamak mümkündür. Evinde düzenlediği edebî meclisler gibi, samimi kadın duygularını çekinmeksizin şiirinde terennüm etmiş olması cihetiyle de, kendisinden sonra yetişenler arasında en çok XIX. asır şairi Nigâr binti Osman’a benzetilebilir. Ona erken bir Nigâr Hanım olarak bakmak mümkündür. Kolay söyleniyormuş izlenimi veren sade bir şiiri vardır ve bunlar arasında en başarılı bulunanları nazireleridir. Dönem şairlerinden Necati’nin etkisinde kalan Mihrî’nin, şiirlerini Necati’ye gönderdiği ve onun şiirlerine nazireler yazdığı bilinmektedir. Necati’nin ünlü Döne Döne redifli gazeline nazire olarak yazdığı ve; Âteş-i gamda kebâb oldu ciğer döne döne Göklere çıktı duhânımla şerer döne döne matlalı gazeli bunlardan biridir. 1506 yılında Amasya’da ölen Mihrî Hatun’dan geriye eser olarak Divan’ı kalmıştır. Hubbî Hatun: Hubbî Hatun bir XVI. asır şairi olup Divan şiirinin zirvesini teşkil eden Kanuni dönemini kadın şair olarak temsil etmektedir. (Aynı asırda, Baki’nin hanımı Tutî Kadın’ın da şiir yazdığı söylenmektedir). Asıl adı Ayşe olan Hubbî Hatun da Mihrî ve Zeynep gibi Amasyalıdır. Kanuni’nin süt kardeşi Şemsi Çelebi’nin Hanımıdır. Bu yakınlık Hubbî Ayşe’nin saraya intisabına zemin hazırlamış, önceleri II. Selim’in, sonra da III. Murad’ın nedimesi olarak saray muhitinde şiiri için gerekli kültür atmosferini bulmuş, zamanın hocalarından dersler almış ve Arapça’yı çok iyi öğrenmiştir. Şuara tezkirelerinde kendisinden evvelki kadın şairlerden daha kuvvetli olduğu ifade edilirse de, kadın duygularını terennümü ve lirizmi bakımından Mihrî’nin önüne geçemediği fark edilir. Erkeksi bir duyuşu vardır. Gazel ve kasideler yazan, Hurşid ve Cemşid adlı üç bin beyti aşkın bir mesnevisi olan Hubbî Hatun 1590 yılında İstanbul’da ölmüştür. Sıtkî Hatun: XVII. asrın ikinci yarısında yaşayan Sıtkî Hanımın asıl adı Ümmetullah olup, bir kazasker kızıdır. Kardeşi Faize Hanım da şairdir ancak Sıtkî kadar tanınmış değildir. Bayramiye tarikatıne mensup olan Sıtkî Hanım gazel ve ilâhiler yazmıştır. Divan’ı ile Genc-i Envâr ve Mecmuaü’l Hayal adlı basılmamış tasavvufî şiir mecmuaları bulunmaktadır. 1703 yılında ölmüştür. Ani Hatun: Ani Fatma kültürlü bir ailenin kızı olarak İstanbul’da doğmuştur. Akıllı, bilgili ve eğitimli bir kadın olup, “Hace-i Zenan (Kadınların Hocası)” lâkabıyla anılmıştır. Arapça bilen, doğu ve Batı edebiyatlarını öğrenmiş bulunan Ani Hatun’un bir Divan teşkil ettiği söylenmekteyse de bu eser ele geçmiş değildir. Ani Hatun bir hattat olarak da ün yapmıştır. Hattatlığının şairliğinden üstün olduğu bazı tezkirelerde ifade edilmektedir. 1710 yılında ölmüştür. Fıtnat Hanım: Asıl adı Zübeyde olan Fıtnat Hanım bir şeyhülislâm kızı olup adı bize kadar gelen kadın şairler arasında en dikkat çekicilerden birisidir. Aydın ve şairi bol bir çevrede yetişmiş, edebî muhitlere girip çıkmıştır. Şiirleri kadar nükteleri ve kendisi ile Koca Ragıp Paşa ve şair Haşmet çevresinde teşekkül eden latifelerle de tanınmıştır. Ancak bunların bir kısmı kaba olup, orijinal yazılı kaynaklarda mevcut bulunmadığına bakılırsa uydurmadır. Fıtnat Hanım kendisini anlamayan, ruhuna denk düşmeyen, şiirle uğraşmasına bir anlam veremeyen bir zât olan Derviş Mehmet Efendi ile yaptığı evlilikte hiç mutlu olamamıştır. Bir Divan teşkil etmişse de şiirlerinde kadın kalbinin samimiyetini bulmak zordur. 1780 yılında ölmüştür. Güller kızarır şerm ile ol gonce gülünce, mısraı ile başlayan şarkısı çok ünlüdür. Leylâ Hanım: Bir kazasker kızı olan Leylâ Hanım, Keçecizâde İzzet Molla’nın yeğenidir. Çocuk denecek yaşta evlendiyse de bir hafta üzerine, daha ilk geceden kabalıklarına tanık olduğu eşinden ayrılmıştır. Saray kadınlarıyla yakın ilişkisi olduğu bilinen, iyi eğitimli ve çok kültürlü bir şairdir. Hazır cevaplığı ve nüktedanlığı ile de tanınmıştır. Leylâ Hanım, Mevlevî tarikatine mensup olup Mihrî Hatun kadar olmasa da kadın duygularını biraz olsun terennüm etmesiyle ve zamanına göre bir kadın için serbest sayılabilecek söyleyişleriyle dikkat çeker. Edebî bir çevrede yaşamış ve yazmaktan hiç uzak kalmamış olan Leylâ Hanımın şiir dili açık ve sadedir. Bir Divan’ı vardır. 1847 yılında ölmüştür. Pür âteşim açdırma sakın ağzımı zinhâr mısraıyla başlayan Zâlim beni söyletme derûnumda neler var nakaratlı şarkısı çok ünlüdür. Şeref Hanım: Şeref Hanım şairi bol ve kültürlü bir ailenin kızı olarak 1809 yılında İstanbul’da doğmuştur. Kadirî ve Mevlevî tarikatlerine mensubiyeti bilinmekte olup, sıkıntılı bir ömür geçirdiği II. Mahmud’a ve Valide Sultan’a yazdığı şiirlerden anlaşılmaktadır. Geleneksel kalıplar içinde kalan şiirlerinde sade ve düzgün bir anlatım vardır. Divan sahibidir. 1861 yılında ölmüştür. Sırrî Hanım: Asıl adı Rahile olup Diyarbakırlıdır. 1814 yılında kültürlü bir ailenin kızı olarak dünyaya gelmiştir. Divan kültürüyle yetişmiş, bir müddet Bağdad’da yaşadıktan sonra İstanbul’a gelmiş, Kâmil Paşa konağının şiir-edebiyat sohbetlerine katılmış daha sonra Kâmil paşa ile evlenmiştir. Kızının ölümü üzerine yazdığı içli bir Mersiye ile tanınan Sırrî Hanımın bir divan oluşturacak kadar şiiri vardır. Kadirî olan Sırrî Hanım 1877’de ölmüştür. Âdile Sultan: Dönemi, kadın şairler bakımından diğer dönemlere nazaran daha zengin bir görüntü veren II. Mahmud’un kızı olan Âdile Sultan, 1825 yılında doğmuştur. Çağdaşı olan Leylâ ve Fıtnat Hanımlardan daha az başarılı bir şairdir. Saray çevresinde iyi bir eğitim almış olmasına rağmen, dil, vezin ve kafiye bakımından çözük bir dili vardır. Aruzun yanı sıra hece ölçüsüyle de şiirler yazmıştır. Fuzulî, Şeyh Galib ve Muhıbbî (Kanuni Sultan Süleyman) etkisindedir. Kızını ve kocasını kaybetmiş, bu acılar şiirini etkilemiştir. Nakşıbendî tarikatine girmiş, hikemî şiirler de yazmıştır. Kendi Divan’ı basılmamışsa da Muhibbî (Kanuni Sultan Süleyman) Divanı’nın basılmasını sağlamıştır. 1898 yılında ölmüştür. Nakıye Hanım: Şeref Hanımın yeğeni olan Hatice Nakıye Hanım 1845 yılında doğmuştur. Daha ziyade bir eğitimci olarak tanınır. Eğitimli ve kültürlü bir kadın olarak döneminde bir hayli hizmet vermiş, II. Abdülhamid tarafından bir Şefkat Nişanı ile ödüllendirilmiştir. Türkçe ve Farsça şiirler yazmışsa da şairliği eğitimciliğinin gölgesinde kalmış, dergilerde dağınık halde kalan şiirleri bir araya getirilmemiştir. Ancak bunların bir kısmı kardeşi Nebil Bey’in Divan’ının sonunda bir bölüm halinde, bir kısmı da Ahmet Muhtar Bey tarafından yayımlanmıştır. Hiç evlenmemiş bulunan Nakıye Hanım 1879 yılında ölmüştür. Münire Hanım: Bir sadrazam kızı olan Münire Hanım 1825 yılında doğmuş ve iyi bir eğitim almıştır. Mevlevî tarikatine mensup olup çoğu tasavvufî şiirler yazmıştır. 1903 yılında ölmüştür. Feride Hanım: Kültürlü bir aileden gelmekte olan Feride Hanım 1837 yılında doğmuştur. İlk derslerini, Arapça ve Farsça bilgisini babasından almıştır. Hattatlığı da olan Feride Hanım nesih bir Kur’an yazmıştır. Önce eşinin, sonra babasının ölümü üzerine içe kapanık bir hayat sürmüş, 1903 yılında ölmüştür. Saniye Hanım: 1836’da Trabzon’da doğan Saniye Hanım şiir zevkini de aldığı babası tarafından eğitilmiştir. Divan tarzı kadar halk tarzında da şiirler yazmış, aruz kadar hece ölçüsünü de kullanmıştır. Bir Divan teşkil edecek hacimde şiiri olduğu halde bunları tertip etmemiş olan Saniye Hanımın birçok şiiri de bir yangında yok olmuştur. Evliliği sebebiyle bir süre Rize’de yaşayan Saniye Hanım 1905 yılında Trabzon’da ölmüştür. Fıtnat Hanım (Trabzonlu, Hazinedarzâde): Tanzimat yıllarında yaşadığı halde geleneksel çizgide şiirler yazan ve kendisinden yaklaşık 1,5 asır evvel yaşamış adaşı Zübeyde Fıtnat’la karıştırılmaması için imzasını “Yeni Fıtnat” olarak atan Hazinedarzâde Fıtnat Hanım 1842 yılında Trabzon’da doğmuştur. Dönemin Trabzon valisi Hazinedarzâde Abdullah Paşa’nın kızıdır. Dört yaşında iken ailesiyle birlikte İstanbul’a gelen Fıtnat Hanımın eğitimine ailesi tarafından önem verilmiş, çok iyi derecede Farsça öğrenmesi ve tahsiline evliliğinden sonra da devam etmesi sağlanmıştır. Ancak şiir ve edebiyatla uğraşmasından hoşlanmayan bir adamla yaptığı ilk evliliğinde mutlu olamadığı, kaynaklarda adı geçmeyen ilk eşinin, uzun ve güzel olduğu için Fıtnat Hanımın kirpiklerini kestirmeye kaykıştığı bilinmektedir. Kocasının şiir ve edebiyatı men etmesi üzerine hattatlığa yönelen Fıtnat Hanım devrinde, bir güzellik şöhretine de sahiptir. Ahmed Midhat Efendi’nin kuzeni olduğu söylenen Fıtnat Hanım, Hakkı Tarık Us’un derleyerek yayımladığı mektuplara bakılırsa[1] “Hâce-i evvel” ile bir muaşaka da yaşamıştır. Tertip edilmiş fakat basılmamış bir Divan’ı vardır. Divan geleneği içinde eser veren kadın şairlerin en önemlilerinden olup çağdaşı Leylâ (Saz) Hanımla birlikte Tanzimat döneminde dergilerde açık imzası görünen ilk kadın şairlerden biridir. 1911 yılında İstanbul’da ölmüştür. Leylâ Hanım (Saz): 1845 yılında İstanbul’da doğan Leylâ Hanım hekimbaşı İsmail Paşa’nın kızıdır. Babasının görevi münasebetiyle çocukluk çağında yedi yıl kadar sarayda bulunmuş, bunun neticesinde iyi bir eğitim almıştır. Şairliğinin yanı sıra bestekârlığı ile de tanınan Leylâ Hanım, Fıtnat Hanımla birlikte dergilerde açık imzasını gördüğümüz ilk kadın şairlerdendir. Ancak onun da şiirinde yenilik çeşnisi yoktur. Divan geleneğinin bir izleyicisi olarak yazdığı şiirlerini Solmuş Çiçekler adı altında kitaplaştırmıştır. Leylâ Hanım saray çevresini ve âdetlerini anlatan anılarıyla da ünlüdür. Ancak ilki bir yangında yok olan anılarını ikici kez yazmak zorunda kalmış, bunlar 1920 yılında Vakit gazetesinde yayımlandığı zaman çok ilgi çekmiş, Fransızca olarak da kitap haline getirilmiştir. Leylâ Hanım 1936 yılında ölmüştür. Mahşah Hanım: 1864 yılında Trabzon’da doğan Mahşah Hanım özel hocalardan iyi bir eğitim alarak yetişmiştir. Aruz ile Divan tarzında yazdığı şiirlerin yanı sıra, mensubu bulunduğu Nakşî, Kadirî ve Mevlevî tarikatlerinin etkisi altında hece ölçüsüyle tasavvufî şiirler de kaleme almıştır. Musıki ile de uğraşan Mahşah Hanımın güftesi ve bestesi kendisine ait şarkıları vardır. Mün’im Şah yahut Zafer adlı bir tiyatro oyunu da bulunan Mahşah Hanım 1933’de İstanbul’da ölmüştür. Buraya kadar saydığımız isimlerin dışında, daha az tanınmakla birlikte, Hatice İffet, Hasibe Maide, Feride, Habibe, Şerife Ziba, Fatma Kâmile gibi şairler de XIX. asır içinde Divan geleneğini sürdürerek şiir yazmaya devam etmektedirler. Nigâr Hanım: Tanzimat döneminde yaşamış olmakla birlikte şiirlerinde yenileşmenin etkisini taşımayan Leylâ ve Fıtnat Hanım gibi kadın şairlerden sonra yeniliğin ilk temsilcisi olarak Nigâr Hanımdan[2] söz etmek gerekir. 1862 yılında İstanbul’da doğan Nigâr Hanım, Macar Osman Paşanın kızıdır. Örtünme çağına kadar mahalle mektebinde ve bir Rum okulunda okumuş, sonra özel hocalardan ders alarak, Doğu ve Batı bilgilerini içeren kuvvetli bir eğitim görmüştür. Çok iyi derecede piyano çalan, sekiz lisan bilen Nigâr Hanım bir mühtedi olan babasının ikliminde Batılı bir sanat zevki ve yaşam çeşnisine açık olarak yetişmiştir. Erken yaşta evlenmiş, fakat mutlu olamayarak eşinden ayrılmıştır. İlk zamanlar geleneksel çizgide değerlendirilebilirse de, önceleri Ekrem’in sonraları Servet-i Fünuncuların etkisi altında ve Fransız edebiyatını orijinalinden takip edebilmiş olmasının da avantajıyla, yenilik özelliği taşıyan şiirler vermeye başlamıştır. Nigâr Hanım, döneminde sosyal hayattaki değişimin kadın ölçeğindeki en önemli temsilcisidir. Sadece şiiri değil; giyim-kuşamı, konuşması, davranışları, tesis ettiği edebî salonu ile de etik ve estetik bir mitin sahibesidir. Şiirleri ve yaşantısıyla kadın şairler üzerinde etkili olmuş, onlara yazma ve yazdıklarını yayımlama cesareti vermiştir. Dahası, kadınlar kadar erkek şairler üzerinde de etki yaratmış, hissî bir edebiyatın sirayetine katkıda bulunmuştur. II. Abdülhamid tarafından bir Şefkat Nişanı ile ödüllendirilen Nigâr Hanım bir dönem Hanımlara Mahsus Gazete’nin baş yazarıdır.Ferdiyetçi bir muhteva taşıyan şiirinde Balkan Harbi ve I. Cihan Harbinden sonra milli duyguların ağırlık kazandığı fark edilir. Dil ve vezin bakımından zaman zaman çözük, fakat hakim vasfı samimiyeti olan bir şiiri vardır. Sağlığında Efsus (I-I; 1887, 1890), Nîran (1896), Aks-i Sedâ (1899), Safahât-ı Kalb (1901), Elhân-ı Vatan (1916) adlı eserleri yayımlanan Nigâr Hanımın ölümünden sonra Tesir-i Aşk (1978) adlı tiyatro eseri basılmış olup döneminde oynanan (1912) fakat basılmayan Gırive adlı bir oyunu da mevcuttur. Yirmi cilt kadar olduğu bilinen günlüklerinin on üçü Aşiyan müzesinde muhafaza edilmektedir. Bu muazzam eser bizde Batı tarzında günlük edebiyatının da ilk örneğidir. Yaşantısı, eserleri, hissedişi ile ilklere imzasını atan fakat birinci sınıf bir şair olamayan Nigâr Hanım Meşrutiyet sonrasında değişen edebî beğeniye ayak uyduramayarak geri planda kalmış, 1918 yılında İstanbul’da ölmüştür. Nigâr Hanıma gelinceye kadar kadın şairlerde az veya çok ölçüde fakat daima hissedilen erkek söylemi Nigâr Hanım ile etkisini kaybetmiştir. O, samimi kadın duygularını terennüm eden ilk şairimizdir. Türk “kadın” şiirinin Nigâr Hanımla başladığından söz etmek abartı değildir. Makbule Leman: Yenileşme döneminin Nigâr Hanımla birlikte burç isimlerinden biri olan Makbule Leman[3] 1865 yılında İstanbul’da doğmuştur. V. Murad sarayında Kahvecibaşı İbrahim Efendinin kızıdır. Bir görüşe göre Rüşdiyede okumuş, sonra özel dersler alarak yetişmiştir. Bir dönem Hanımlara Mahsus Gazete’nin baş yazarı olan Makbule Leman, II. Abdülhamid tarafından Şefkat Nişanı ile ödüllendirilmiştir. Ömrünün son on dört yılını tedavisi imkânsız bir hastalığın esiri olarak yatakta geçirmiştir. Kısacık ömrüne şiirlerinin yanı sıra denemeler, hikâyeler de sığdıran Makbule Leman’ın sağlığında yayımlanan şiirlerinin sayısı on ikidir. Bunlar tür ayrımına gidilmeksizin Makes-i Hayal (1896) adıyla bir araya getirilmiş, ölümünden (1898) sonra bu eser, eşi tarafından, Makbule Leman hakkında yazılanlarla bir arada ikinci kez bastırılmıştır. Abdülhak Mihrünnisa: Abdülhak Hamid Tarhan’ın en küçük kardeşi olan Abdülhak Mihrünnisa 1864 yılında İstanbul’da doğmuştur. Evlilik hayatında mutlu olamayarak boşanmıştır. Dağınık halde çeşitli dergilerde ve mecmualarda kalan şiirlerinde kuvvetle ağabeyi Hamid etkisinde kaldığı görülmektedir. 1943 yılında ölmüştür. Meşrutiyet Yılları II. Meşrutiyete takaddüm eden yıllarda şöhretinin zirvesinde bulunan Nigâr Hanım, Fatma Aliye ve Emine Semiye gibi öncü kadınlar Meşrutiyetin getirdiği yeni hayatın ve değişen edebî beğeninin gereklerine ayak uydurmakta güçlük çekerler ve unutuluşun kucağına zirveden düşerler. Bununla birlikte Meşrutiyet döneminde şiir ve nesir sahasında eser verecek kadın ediplerimiz, arkalarında kısık sesli ve az sayıda da olsa hemcinsleri tarafından açılmış bir yol bulurlar. Meşrutiyet dönemi aydınının üzerinde fikir birliği ettiği alanlardan birisi de “kadın” meselesidir. İslâmcılık, Türkçülük, Batıcılık, Osmanlıcılık başta olmak üzere dönemin belli başlı fikir akımları programlarında mutlaka “kadın” meselesine yer verirler. Çözüm önerileri ve programlar az ya da çok farklılık gösterse de ortada “kadına dair” bir problem ve “kadının durumunun iyileştirilmesi” gibi bir gereklilik olduğu Meşrutiyet aydını tarafından tartışmasız olarak kabul görmektedir. İyileştirme çarelerinin eğitimle iç içe durduğunun fark edilmesi (hem kadının hem erkeğin eğitimiyle) neticesinde, Meşrutiyet döneminde kadının eğitim seviyesinde önceki yıllara göre nisbî de olsa bir iyileşme fark edilir. Kadın mecmualarının sayısı gibi eli kalem tutan kadın sayısında da ani bir artış fark edilir. Meşrutiyetten Cumhuriyete kadar olan dönem, kendini ifade hususunda imkânları daha elverişli, lügatini nisbeten sadeleştirmiş, hece ölçüsü ve toplumsal gerçeklerle tanışık, Divan edebiyatı etkisinden uzaklaşmış bir kadın şair tipiyle karşılaşmamıza imkân hazırlamışsa da, bu şairin olgunluk noktasını yakaladığından söz etmek henüz mümkün değildir. İhsan Raif: 1877 yılında Beyrut’ta doğan İhsan Raif[4] bir mutasarrıf kızıdır. Babasının görevi nedeniyle pek çok yer görmek imkânını bulmuş fakat aynı nedenden dolayı düzenli bir eğitim alamamış, daha ziyade özel hocalar elinde yetiştirilmiştir. Meşrutiyet devrinde parlayan en önemli kadın şairlerden birisi ve hece ölçüsüyle yazan ilk kadın şairdir. O da Nigâr Hanım gibi edebî salon tesis etmiş, şiiri zaman içinde toplumsal bir muhteva kazanmıştır. Sade bir dili, yalın bir anlatımı vardır. 1926 yılında Paris’te ölmüştür. Yaşar Nezihe: 1880 yılında İstanbul’da doğan Yaşar Nezihe[5] yoksul bir ailenin çocuğudur. Annesinin ölümünden sonra baş başa kaldığı babası okuması yazması olmayan bir müstahdem olup, kızının okumasına ortam sağlayamamıştır. Yoksulluğu ve eğitimsizliği ile, sosyal statüsü ve yaşam standardı yüksek ailelere mensup diğer kadın şairlerden ayrılan Yaşar Nezihe kendi kendisini yetiştirmiştir. Yoksulluk ve sıkıntılar ömrü boyunca arkasını bırakmamış, yaptığı üç evlilikte de mutlu olamamış, geçimini sağlamak için evde ve dışarıda çeşitli işlerde çalışmak zorunda kalmıştır. Edebiyat, sıkıntılı hayatının yegâne saadetidir. Şiirlerini Bir Deste Menekşe (1915) ve Feryatlarım (1924) adlarıyla kitaplaştıran Yaşar Nezihe’nin yaşantısına âyinedarlık eden karamsar bir şiiri vardır. Batı etkisi taşıyan şiiri yer yer toplumsal ve siyasî değiniler de taşır. Güçlü ve dirayetli bir mizaca sahip olan Yaşar Nezihe (Bükülmez soyadını almıştır), 1935 yılında İstanbul’da ölmüştür. Şükûfe Nihal: 1896’da İstanbul’da doğan Şükûfe Nihal, özel hocalardan eğitim almış, Edebiyat fakültesini bitirmiştir. Başlangıçta Tevfik Fikret’in etkisinde aruz ölçüsüyle şiirler yazarken zaman içinde Milli edebiyat akımının ilkelerine uygun olarak hece ölçüsünü kullanmaya başlamıştır. Aruzla yazdığı şiirleri Yıldızlar ve Gölgeler (1919) adı altında kitaplaştırmıştır. 1928 öncesinde heceyle yazdıkları ise Hazan Rüzgârları (1927) adlı kitabında bir araya getirilmiştir. Hikâye ve roman sahasında da isim yapmış olan Şükûfe Nihal, edebî kimliğinin yanı sıra yaşantısı ve faaliyetleri ile de dikkat çeker. Fatih mitinginde etkileyici bir konuşma yapmış, Türk Kadınlar Birliği’nin kurucuları arasında yer almıştır. 1973’de ölmüştür. |
→ Osmanlı kız İsimleri Benim seçtiklerim....... Zişan-akife-zümra-hüma |
→ Osmanlı kız İsimleri Bence Açelya,Banu ve Hürrem en güzelleri ama ben Mihrimah ve Mahpeyker'de var sanıyodum yokmuş...? |
Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 18:24 . |
2000- 2025
Tüm bağışıklıklar ve idelerden bağımsız olan sözcükleri sarfetmeye mahkumdur özgürlük