Gün oldu, bu kaygılardan biraz olsun ıramak için, yaşadığı kentteki bir tapınağa gitti. Yapının girişindeki pervazlar, kapının üstündeki üzengitaşı ve oymalı sütunlarla desteklenen geniş alınlık büyüledi onu. Tapınağın anlamının bunlarda olduğunu düşündü bir an. İçeriye girdiğinde kutsal ikonlar, sıralar ve kürsü, hayranlığını artırmaktan öte birşey yapmadı. "İşte" dedi "tapınağın anlamı." Gezintisinin ve arayışının devamında, tapınağın ücrasında öylesine duran tozlu bir mermer kütlesi ilişti gözüne. Durakladı. "Bunca görkemin arasında bu alelada kütlenin ne işi var" dercesine şaşkınlaştı. Fakat bu duraklayış ve şaşkı, tapınağın anlamının bu kütlede olduğu yollu bir fikir uyandırdı kafasında. Kısa süre sonra bu taş, içinde aşkın uyuduu bir lahit gibi görünmeye başladı gözüne.
İşte böyle düşündü Pygmalion ve taşı yedeğine alıp, bir kadın heykeli yontma -daha doğrusu uyandırma- hevesiyle eve yollandı.
Keser ve törpü sesleri arasında geçen uzun günler sonunda uyandırdığı, dehrin en ihtişamlı heykeliydi. Ama bununla yetinmedi Pygmalion, bir de çiçek yonttu o narin bedenin ellerine. Bir anlam yonttu. Enginlikten uzak bakıldığında bu çiçek hiç de önemli değildi belki; ama gerçekte, önemli birşeyin belirtisiydi.
Tıpkı bir şiir ya da sevgilinin yolu üzre bırakılan işlemeli bir mendil gibi... kendinden öte ve aşkın bir hakikate açılan, yüreği büyüten bir şiir ve bir mendil gibi...
İşte böyle düşündü Pygmalion ve taşı yedeğine alıp, bir kadın heykeli yontma -daha doğrusu uyandırma- hevesiyle eve yollandı.
Keser ve törpü sesleri arasında geçen uzun günler sonunda uyandırdığı, dehrin en ihtişamlı heykeliydi. Ama bununla yetinmedi Pygmalion, bir de çiçek yonttu o narin bedenin ellerine. Bir anlam yonttu. Enginlikten uzak bakıldığında bu çiçek hiç de önemli değildi belki; ama gerçekte, önemli birşeyin belirtisiydi.
Tıpkı bir şiir ya da sevgilinin yolu üzre bırakılan işlemeli bir mendil gibi... kendinden öte ve aşkın bir hakikate açılan, yüreği büyüten bir şiir ve bir mendil gibi...