"Avrupa'nın Vatansızları: Çingeneler" –Kitap-
Bu kitap değerlendirmesini, Müslümanlığı seçen, tevhidi bilince yönelen veya özellikle de hayatı Kur'ani ölçülerle okumaya çalışan ve vahyi şahitliği kuşanan Çingene kardeşlerimizi yakından tanıyalım ve dertleriyle dertlenelim diye kaleme aldım.
Murat Kurt
"Ezilmişiz çünkü örgütlü topluluk değiliz biz. Sanki dünyanın bütün namussuzluklarını biz yapıyormuşuz gibi muamele görmüşüz. Bizim de bir dil yapımız var. Doğamıza uygun yaşama biçimimiz var. Ama herşeyden önce insanız. İnsan olduğumuzu kabul ettirmek için, Çingeneliğimizi inkara kalkmışız. Maddi gücümüz yok, eğitimimiz yok, kültürümüzü değerlendiremiyoruz. Bir can derdi, bir boğaz derdine düşmüşüz. Öylede gidiyoruz"
Edirneli bir Çingene
Edirneli bir Çingene
Avrupa'nın birçok ülkesinde güncelliğini koruyan önemli sorunlardan biri, etnik gruplar, dilsel ve dinsel, ulusal ve kültürel azınlıkların sorunudur. Prof. Dr. Ali Arayıcı'nın kaleme aldığı, "Avrupa'nın Vatansızları: Çingeneler" adlı eserde; Avrupa'da yaşayan "vatansızlar", "topraksızlar" ve "unutulmuşlar" olarak tanımlanan Çingene azınlığı değerlendiriliyor. Kitap Kalkedon Yayınları tarafından yayınlandı. Yaşamış oldukları toplumsal yapılarda büyük bir azınlık oluştursalarda en temel hakları olan azınlık ve diğer haklarından yararlanamamaktadırlar.
Yazar, 374 sayfalık kitabının önsözünde, amacının "Çingene azınlığının gerçek yönlerini olabildiğince açığa çıkarmak, bunlar üzerindeki önyargıları çürütmek ve bazı çözüm yolları sunmak." olarak belirtmektedir. Aynı zamanda, bu alanda bilimsel çalışma yapmak isteyen kişi ve kuruluşlara bir kaynak sağlamak olduğunun altını çizmektedir.
Bu çalışma, Türkiye dahil Avrupa'nın değişik ülkelerinde yaşayan Çingene azınlığın genel sorunlarını, geniş kapsamlı analizlerle irdeleyen ve ele alan dört ana bölümden oluşmaktadır.
Birinci bölümde, Çingeneler'in Avrupa'ya göçünün tarihsel analizi yapılırken, aynı zamanda bunların sosyo-kültürel ve eğitsel sorunları bilimsel açılardan ele alınmaktadır. İkinci ve üçüncü bölümlerde, Çingene azınlığının yoğun olarak yaşadığı AB'ye üye ülkelerde, Doğu ve Orta Avrupa ülkelerinde ve diğer bazı ülkelerde; Çingenelerin güncel yaşamın her alanında karşılaştıkları genel sorunlarının istatistiki verilerle analizi yapılmaktadır. Dördüncü bölümde ise, yaşadıkları toplumsal yapılardaki ırkçılık, her türden ayrımcılık, Çingene düşmanlığı, özellikle de "soykırım" olayı ve azınlık haklarıyla ilgili uluslararası sözleşmeler gibi konulara açıklık getirilerek çeşitli görüş ve öneriler ileri sürülmektedir.
Yazardan öğrendiğimize göre; bazı uzmanların ve Çingene derneklerinin aktarımı ile, dünyadaki toplam sayılarının 40-45 milyon arasında değişmekte olup bunların 30 milyonu, anavatanları Kuzey-Batı Hindistan'ın Penjab, Rajasthan ve Banjara eyaletlerinde; 10-13 milyon arasında değişen bir kesimi Avrupa'da ve geri kalanı ise, dünyanın değişik ülkelerinde yaşamaktadırlar.
Çingeneler'in genel olaraktoplumsal statüleri ve "imaj"ları son derece düşüktür. Bu insanlar bulundukları toplumlarda hiç sevilmeyen "pis", "yankesici", "başı boş gezen serseri" ve "hırsız" insanlar olarak algılanırlar. Sürekli aşağılanan ve toplum dışı bir "yaratık" olarak lanse edilen bir halk olarak bilinmektedir. Yeterince bilinmedikleri gibi, bir de haklarında bilinçli şekilde sürekli önyargılı değerlendirmeler yapılmaktadır.
AVRUPA'YA GÖÇLERİ ve DURUMLARI
Avrupa'da "vatansızlar", "topraksızlar", "unutulmuşlar" olarak lanse edilen Çingeneler ve genel sorunlarıyla AK (Avrupa Konseyi), UNESCO (Uluslararası Eğitim, Bilim ve Kültür Organizasyonu), AB (Avrupa Birliği) gibi uluslararası kuruluşlar, 1960'lardan beri yakından ilgilenmektedir. AK'nin 1993 yılında almış olduğu 11 maddelik bir kararda, 2004 ve 2007 yıllarında AB'ye tam üye olan ülkelerde Çingenelerin durumları açık olarak dile getirilerek: "Avrupa'nın kültürel çeşitliliğine katkıda bulunmuş olan Romanların yaşadıkları ülkelerde durumlarının düzeltilemesi gerektiğine" işaret edilmektedir. Bu bölümde, anavatanlarının Kuzey-Hindistan olduğunu ve 9. ve 10. yüzyılda çeşitli nedenlerden ötürü terk ettiklerini, yerleşmiş oldukları ülkelerde, gelenek ve göreneklerini sürdürmüş; mesleksel, sanatsal ve kültürel varlıklarını korumuş; her türlü, baskı, sindirme ve yok olmaya karşın yaşayış biçimlerini günümüze kadar devam ettiklerini, öğreniyoruz. Önemli bir çoğunluğu halen Hindistan'ın Rajasthan Eyaleti'nde yaşamaktadır ve bu insanların, sosyo-ekonomik durumları genelde iyidir; meslek olarak ilk sırayı ise demircilik mesleği alır. Anavatanlarından göç eden Çingene gruplarının büyük bir kesimi Kafkaslar'dan Ermenistan ve Güneydoğu Anadolu üzerinden iki kola ayrılarak Avrupa'nın çeşitli ülkelerine gelmişlerdir. 1150 yılında ise İstanbul'a gelinmiştir. Belli kesimi İstanbul'da kalmış ve kalmayanlar ise, başta Romanya, Bulgaristan, Yunanistan, Yugoslavya, Macaristan olamak üzere Avrupa'nın diğer ülkelerine dağılmışlardır. Diğer ikinci kolu takip edenler ise, Güneydoğu Anadolu'dan Irak, Suriye ve Filistin'i geçerek Mısır'a gelmişler ve oradan da Kuzey-Afrika'nın çeşitli ülkelerine yerleşmişlerdir.
Yerleşme tarihlerine bakacak olursak:
1407 yılında Almanya; 1418 İsviçre; 1419 Fransa; 1420 Hollanda; 1422 İtalya; 1425 İspanya; 1425 Portekiz; 1428 Polonya; 1501 Rusya (Güney); 1505 İrlanda ve Danimarka; 1515 İsveç; 1514 İngiltere;1515 Finlandiya ve Estonya; 1540 Norveç ve 1721 Sibirya.
Çingeneler Göçebe Toplulukları mıdır?
Toplumsal yapılarda Çingeneler'in, hepsinin "göçebe" toplumluklar olmadığını ve büyük kesiminin "yerleşik" düzende yaşadığını kanıtlayan çeşitli örnekler vardır. Romanya'da "Rudarits", Bulgaristan'da "Erdiles", İspanya'da "Gitanos" gibi Çingene grupları yerleşiktir. Türkiye'de ve Balkanlar'da yaşayan Çingeneler'inde önemli bir kesimi (%70-80) "yerleşik" bir düzende yaşamlarını sürdürmektedirler. Dünyanın dört yanında bulunan Lovara ya da Lovari'ler ise "öz göçebe" Çingeneler grubunu oluştururlar. Bu grup tamamen "göçebe" (tavuk-horoz, koyun-keçi, at-katır-eşek, inek-öküz "sürüleri"yle dağda, yaylada ve ovada) bir yaşam biçimini benimsemiştir.
Toplam Sayıları
Dünyadaki toplam sayılarının 45 milyona yakın olduğu tahmin edilmektedir ve bu sayının 10-13 milyonu Avrupa'da barınmaktadır. Doğu ve Orta Avrupa ülkelerinden olan Romanya'da 2.5 milyon (toplam nüfusun %10'u), Bulgaristan'da 1 milyon (%9), eski-Yugoslavya'da 1 milyon (%4.2) ve eski-SSCB ülkelerinde ise 800 binden (%0.25) fazla Çingene yaşamını sürdürmektedir.
Bazı ülkelerde tahmini olarak üst rakamlar ise şöyledir:
Almanya (200.000); Çek Cumhuriyeti (300.000-%4.1); Fransa (340.000); İngiltere (120.000); İspanya (800.000-%1.85); İtalya (110.000); Macaristan (600.000-%5.28); Slovakya (520.000-%4.1); Türkiye (500.000-%0.78);Yunanistan (300.000).....
Hangi adlarla çağrılmaktadırlar?
Çingene toplumunun önemli bir kesiminin aşiret tipi bir yaşam biçimi sürdüğü bir gerçektir. Bulundukları ülkelerde yaşayış biçimlerine ve yaptıkları mesleklere göre değişik adlarla anılmakta ve çağrılmaktadır. Başta Doğu ve Orta Avrupa ülkeleri olmak üzere dünyanın pek çok ülkesinde yaşayan Çingeneler; "küçültücü", "aşağılayıcı" ve "hor görücü" sözcüklerinin karşılığı olan adlarla çağrılmaya ve anılmaya başlanmıştır. Çingeneler Türkiye'de "Tsinghiané" (Çingene), Bulgaristan'da "Tsigani"; Romanya'da "Tigani", Macaristan'da "Tiganyok" (Czigani) ve bütün Slav toplumlarında ise "Tsigani" olarak çağrılmaktadır.
Çingene toplumu bazı yerlerde çeşitli adlarla anılmakta ve çağrılmaktadır:
Mısır "Egypte"; İngiltere "Gypsies"; Fransa "Tsigane", "Bohemian", "Gitan"; İtalya "Zingari"; Almanya "Zigeuner"; İspanya "Gitanos"; Rumca'da "Gypthos"; Bizans'ta "Athingan" veya "Atzingan"; Sırpça'da "Cingerije"; Ermenistan "Lom"; Filistin "Nawar" veya "Dom"; Suriye "Dom"; Kafkaslar "Poşa" veya "Boşa".
Genellikle "esmer" renkli olan Çingeneler, Türkiye'de ise çeşitli bölgelere göre: "Rom-Roman", "Çingene", "Elekçi", "Kıpti", "Gurbati", "Göçer", "Garaci", "Dum", "Cuki", "Mutrib-Mitrıp-Midreb", "Arabacı" ve "Poşa-Boşa" gibi değişik adlarla çağrılmakta ve anılmaktadır. Hıristiyan kökenliler ise "Balamoron" olarak çağrılmaktadır. Unutmayalım ki çoğu yerde "Çingene" sözcüğü aşağılayıcı bir ifade biçimi olarak algılanmaktadır.
Uluslararası düzeyde Çingeneler daha ziyade "Tsiganes", "Sinti", "Gitans", "Gens du voyage (yolcular)" gibi daha değişik adlarla anılmakta ve çağrılmaktatır. Bizans yunancasında "herkesçe küçümsenen ve aşağılanan" anlamına gelen "paria" adı ile anılan Çingeneler bunun yerini "insan" sözcüğünün tam karşılığı olan ve "Romani" sözcüğünün kısaltılmış şekili "Rom" sözcüğü almışlardır. Bu nedenlerdir ki, Çingeneler "Roman" olarak çağrılmayı ve adlandırılmayı yeğlemektedir.
DİLSEL, EĞİTSEL ve DİĞER SORUNLARI
Yazar, Çingene azınlığının güncel yaşamda karşılaştıkları en önemli sorunlar arasında, sosyo-ekonomik, kültürel ve eğitsel yönlü sorunları sayar. Çingeneler'in önemli bir kesimi, halen okur-yazar olmadığı içindir ki, eğitimin önemini ve değerini kavramakta güçlük çekmektedirler. Bundan dolayı çocuklarını okula göndermek bile istememektedirler. Yüzyıllardır uygulanan; özünde ırkçı ve "asimilasyon"cu eğitim ve öğretim politikaları sonucunda Macaristan, Türkiye, Yunanistan; Romanya, Bulgaristan, İspanya ve Fransa kökenli Çingeneler; yaşamak zorunda kaldıkları ülkelerin dillerinin, dinlerinin, gelenek ve göreneklerinin son derece etkisi altında kalmıştır. 10. yüzyılda Kuzey-Batı Hindistan'da yaşayan "Bancaras" göçmen kabilerinin konuştukları dil olan "Hint-Ari" diliydi. Güncel yaşamda konuştukları diller, bulundukları toplumsal yapılara göre çeşitli değişikler ve farklılıklar göstermektedir. Kısaca hangi ülkede yaşıyorlarsa yaşamış oldukları ülkelerin resmi ya da ulusal dilleriyle iletişim kurmaktadırlar. Asıl anadilleri olan "Romani" dilidir.
Eğitsel ve kültürel durumlarına bakacak olursak örneğin Macaristan'da yerli halkın ve diğer ulusal-kültürel azınlık çocuklarının %90'ı ilköğretimi tamamlamak üzereyken; Çingenelerde bu oran %33'e kadar düşmektedir.
Avrupa'nın pekçok ülkesinde, gerek "göçebe" olarak ve gerekse "yerleşik" düzende yaşayan Çingene çocukları arasında, sadece %50-60 arasında değişen bir kesim eğitim ve öğretimlerini sürdürmek için, herhangi bir öğretim kurumuna gitmektedir. Geriye kalan yarısı ve yarıdan fazlası ise, kesin olarak herhangi bir okula gitmemektedir. Avrupa'nın bazı ülkelerinde farklı bir yöntemle Çingeneler'in çocuklarını eğitim kurumlarına göndermeleri sağlanmak ve özendirmek istenmektedir. Okuma ve yazma bilmeme oranı yetişkin Çingeneler arasında bir hayli yüksektir: %70'ten fazladır. Bu kadınlarda %80-90 arasında değişmektedir.
Erken evlilik ve çocuk ölümleri
Evlilik kurumu çok öenmli olup kendi inanış, gelenek ve göreneklerine göre yapılmaktadır. "Akraba evliliği" yaygından ötedir. Genel olarak kendi aralarında evlilik yapmaktadır Çingeneler. Çingene olmayan birisi ile evlenmek yasak olduğu gibi, aynı zamanda bir suç sayılmaktadır ve buna uymayanlar; kız olsun erkek olsun farketmez; derhal Çingene olmaktan çıkarılmaktadır. 1985 yılının verilerine göre kızlarda evlilik yaşı 13 yaşından sonra, erkeklerde ise 15 yaşından sonra başlamaktadır.
Çocuk ölümleri
Macaristan ve Romanya'da yaşayan Çingenelerin %45'i sağlık gereksinimlerini yerine getirememektedir. Ortalama yaşama yılı yerli halk ve diğer azınlıklara göre, en az 6 yaş daha düşüktür. 1992'de yapılan bir ankette yeni doğan 1000 Çingene çocuğundan 63'ü yaşamını yitirirken, bu sayı Romanyalılar'da 23'e inmektedir. Ekonomik nedenlerden çocuklarını büyütemeyecek durumda olan genç Çingene kadınları; çocuklarını ya para karşılığı satmakta, ya tamamen terk etmekte ya da devletin çocuk bakım yuvalarına vermektedir. Romanya'da hazırlanan bir raporda devletin çocuk bakım ve yerleştirme kurumlarında bulunan çocukların %80'i Çingene ailelerin çocuklarıdır.
İşsizlik, açlık ve diğer sorunları
Örneğin Macaristan'da yetişkin çalışma yaşındaki Çingeneler'in %60-80 arasında değişen kesim işsizdir. Romanya'da yaşayan Çingeneler'in %60'dan fazlası açlık sınırında yaşamlarını sürdürürken %80'ini ise herhangi bir meslek ya da farklı bir kalifikasyona sahip değildir. İngiltere'de yaşayan Çingeneler'in %15 gibisi açlık sınırında, Fransa'da kilerin ise %70-80 oranları arasında değişen önemli bir kesimi en düşük ücretle yaşamlarını sürdürmektedirler. Komşularından ve akrabalarından almış aldıkları borçları süresinde ödeyemediklerinden dolayı, süreç içinde "intihar"ı tercih edenler bile vardır.
Çeşitli inançları ve söylenceleri
Çingeneler, bazı renkleri, ağaçları, dağları, balıkları, yabani hayvanları ve insanları (özelliklede kadınları) kavim sembolü, simgesi ve kutsal olarak kabul ederler. Bu sembollere aşırı derecede taparlar, bunlara dokunulmasını günah sayarlar. Çingeneler'in yaşamış oldukları toplumsal yapılara göre, kutsal ilan ettikleri ve taptıkları semboller ya da simgeler de değişmektedir. Çingeneler'in kutsal olarak gördükleri ve onlara cani-gönülden inandıkları semboller ne olursa olsun, onların itici bir gücü ve geniş kapsamlı bir anlamı vardır.
AVRUPA BİRLİĞİ ÜLKELERİ'NDE ÇİNGENELER
Çingene azınlığının yoğun olarak yaşadığı AB'ye üye ülkelerde olsun veya nerede yaşarlarsa yaşasınlar genel olarak Çingeneler bulundukları toplumsal yapılarda, benzer sorunlarla karşı karşıya kalmaktadır. Bu halk, yüzyıllardır yaşadıkları ülkelerde dışlanmakta ve toplumsal yapının dışına itilmekte; ayrımcılığa tabi tutulmakta, insanlık dışı her türlü baskı ve hakaretlerle karşılaşmakta ve "ikinci sınıf" vatandaş olarak görülmektedirler. Toplam sayıları ise resmi rakamlara göre her ülkede düşük gösteriliyor. Bu rakamlar, BM'nin verilerine göre ise farklı. Resmi rakamlardan 2-3 kat daha düşük oluyor bu rakamlar. Prof. Dr. Ali Arayıcı kitabında tek tek AB'ye üye ülkeri ele almış ve Çingeneler'in güncel yaşamın her alanında karşılaştıkları genel sorunların analizi yapmış. Tarihte gördükleri zulümleri dile getirmiş.
İspanya
1425 ile 1499 yılları arasında gelmişler. Geldiklerinden belli bir süre sonra, yani 1518 ile 1534 yılları arasında "dilenciler" olarak anılırken; 1539 ile 1566 yılları arasında hırsız, içkici ve berduş olarak anılmışlar. Gitanos ve Gitans olarak anılan Çingeneler, "sivil" güvenlik tarafından 20. yüzyılında ilk yarısına kadar kanunlara uyup uymadıkları sürekli izlenerek kontrol edilmişler. Çingeneler, Avrupa'nın diğer ülkelerinde olduğu gibi, Çingeneler'e karşı baskı, dışlama, idam etme, işkence, öldürme ve her türlü insanlık dışı hareketlere sistemli olarak başvurulması, Katolik İsabelle et Ferdinand zamanında, 1499 yılında başlanmış. Çingeneler'e yönelik baskı ve devlet terörü hiç durmadı ve giderek daha arttı. 1611 tarihinde Çingeneler'in sınır dışı edilmesiyle ilgili yeni bir karar alınmış ve bu karara uymayanların, kesin olarak kurşuna dizilmesi ve öldürülmesine karar verilmiş. Suçları ise, ispiyoncu ve haince davranışlarda bulunmak; işsiz, avare ve serseri olmaları; her türlü fuhuş gibi, ahlaksızlıkları yapmaları, çocuk kaçırmalar da dahil olmak üzere, hırsızlık, ahlaksızlık ve aklınıza ne geliryorsa her şeyi yapmaları; sihirbaz, büyücü, falcı ve hokkabaz olmaları; dinsiz, imansız kitapsız olmaları ve hiçbir şeye inanmamaları. Kuşkusuz, bu insanlık dışı zulümden sadece Çingeneler etkilenmemiştir. Çingeneler'in yanında, İspanya'da bulunan Yahudi ve Müslüman kökenli azınlıklar da etkilenmiştir. İspanya'ya uyum sağlamadıkları ve asimile olmadıkları gerekçesiyle Katolik Kral'ın emriyle; Çingene toplumunda olduğu gibi yüz binlerce Yahudi, Müslüman ve diğer azınlık halklar; her türlü baskıdan geçirilmiş, işkence görmüş, öldürülmüş, yerinden-yurdundan olmuş ve sonunda sınır dışı edilmiştir.
"Yerleşik" Düzene Geçmeleri
Katalon'da bulunanlar dışındaki Çingeneler'in %88'i, 1783 yılından önce "yerleşik" düzene geçmiş oldu. Dünyanın hiçbir ülkesi Çingeneleri yerleşik düzene geçirmeyi başaramadığı halde, bu konuda İspanya devleti başarı olmuş, toplumla uyum sağlanmıştır. Katalonya'da ise "özerk" yapısından ötürü olsa gerek "yerleşik" bir düzen almayan Çingeneler toplumsal yapıya "uyum" sağlayamamıştır.
"Asimilasyon"a Uğramaları
Romani diliyle okuyup-yazmaları ve güncel yaşamda konuşmaları 18. yüzyılının sonuna kadar yasaklanmıştır. 1764 ve 1772 yılları arasında Kral tarafından görevlendirilen Pedro Rodriquez ve Pedro Valiente, Çingene sorunu üzerine araştırma yapmak ve irdelemek üzere bir rapor hazırlayıp Kral'a sunmuştur. Bu raporun içeriğini şu bilgiler oluşturmaktadır: "Çingeneler'in aslını tanımayı araştırmak yararsız. Bunlar bir başka yaşam biçimini seçmişler, toprakta çalışmayı reddederler, yerleşik düzende oturmazlar. Göçebeliği tercih ederler. Ülkede bulunan kanun bilmeyen sivil güçlerle bir olup devlete karşı çıkarlar. Devletin kesesini zarara sokmaktalar. Devletin kanunlarına saygı duymamaktalar. Sürekli kanunsuz yaşamak isterler. Çalışmadan devletin sırtında asalak gibi geçinmek isterler. İspanya'da, Çingeneler sivil anarşinin kaynağını oluşturmaktadır. Kanunlara hizmet etmemekte ve saygı duymamaktalar. Topluma uyum sağlamak istememekteler. Kendi gelenek-görenekleri ve dilleriyle devlet içinde devlet olarak yaşamak istemekteler. Çingeneler İspanya'nın geleceği için tehlike oluşturmaktalar."
Statülerinin iyileşmesi
1783 yılında Çingeneler'in güvenliği sağlanır ve tüm geeksinimleri karşılanır. Az da olsa bir rahatlama ve deyim yerindeyse bir "soluk alma" dönemine girmiştir. Çingeneler'in toprak sahibi olması, kentsel yerleşim birimlerinde oturanların sayısının sınırlı tutulması; 4 yaşında itibaren çocuklarının eğitim ve öğretimlerinin sağlanması, Fransız modeliyle bağdaşan çeşitli Çingene derneklerinin kurulmasına olanak sağlanması, ayrıca, devlet kurumlarında erkek-kadın ayrımı yapılmaksızın tüm Çingene yetişkinlerinin çalışabilmesi için, yeni iş alanlarının açılması ve kendi mesleklerinin yaygınlaştırılması gibi önlemlerin alınması gündeme geldi. 1910 yılında yayınlanan bir kanun maddesinde Çingenelerin İspanyollar gibi eşit haklara sahip oldukları belirtilir.
Faşist yönetim dönemi ve sonrası
1932, 1942 ve1943 yıllarında çıkarılan üç kanunla birlikte, Çingeneler'in genel olarak bütün hakları kısıtlandı. Avrupa'nın değişik ülkelerinde olduğu gibi, Hitler faşizmi döneminde ve özellikle de Franco faşist rejiminde yüzbinlerce Çingene öldürülmüş, sürülmüş, toplama kamplarında ve gaz odalarında yok edilmiştir.
İspanya 1997 yılında çıkardığı bir kanunla ülkede iç barışı sağlamaya çalıştı. Bunu yapmakla bir ölçüde olsa başta Çingeneler ve Yahudiler olmak üzere, öteki ulusal-külürel azınlıklardan ve etnik gruplardan resmi olarak özür diledi.
Çingeneler'in %49.2'si 15 yaşından daha küçüktür. Aynı yaş diliminde İspanyol nüfusu %22.8'dir. 15-64 yaş grubu Çingeneler'de %48.5 (İspanyol halkında %64.1).
Almanya
Almanya'ya ilk göç ettiklerinde Çingeneler'e karşı hoşgörülü ve sevecen davranılmaya başlanıldı. Yarım yüzyıl geçmeden Çingeneler çok basit nedenlerden dolayı baskı altında tutulmaya ve sürekli izlenmeye başlandı. Alman imparatoru I. Maximilian 1496-98 yıllarında halka yaptığı bir konuşmada; Çingeneleri, Türkler'in Avrupa'daki "ispiyon"cusu ve "veba" hastalığının taşıyıcıları olarak yorumladı. Ayrıca Çingeneler'i gözboyacı, büyücülük yapan, küçük yaştaki çacukları kaçıran, eşkiyalık, soygunculuk ve vurgunculuk yapan kişiler olarak suçladı. Çingeneler en küçük bir suç dahi bahane edilerek yargılanmaksızın ölüm cezasına çarptırılırlardı. 1579 yılında yayınlanan bir genelgeyle Çingeneler arasında bazı kişilerin Almanlara ve diğer yabancılara karşı "kriminal" olaylara karıştıkları, soygunculuk ve vurgunculuk işlerine bulaştıklarından dolayı, ellerinde bulunan pasaportlarının alınmasına karar verildi ve bir daha pasaport verilmesi kesinlikle yasaklandı. Başka bölgelerde ise daha önceden pasaport verilmemişti.
Yerleşik düzen
Devlet tarafından göçebe yaşama son verip yerleşik düzene geçmelerindeki amaç, uyum maskesi altında Çingeneleri değişik yerleşim birimlerine ayrı ayrı dağıtıp onları "izole" ederek "asimilasyon"a tabi tutmaktı.
Faşizm dönemi
Hitler yanlısı Dr. Hans Globke 1936 yılında yaptığı bir konuşmada "Çingeneler yabancı kanı taşımaktadır" ve "Çingene kanı Alman kanı için tehlikelidir" diyerek ne kadar ırkçı tavır içinde olduğunu gösterdi. Hitler'de verdiği 14 Aralık 1937 tarihinde Çingeneler'in ölüm fermanı imzalanmış oldu. 1937 yılının sonunda ve 1938 yılında onbinlerce Çingene "toplama kampları"nda ve "gaz odaları"nda yakılarak "soykırım"a uğratılmıştır.
Birinci Dünya Savaşı'nda sonra Çingene toplumu polis tarafından sürekli takip edilmeye ve izlenmeye başlandı. Hitler'in siyasi iktidarı eline geçirdikten sonra Yahudilere, Çingenelere ve diğer güçlere karşı ırkçılık temelinde gelişen baskı ve terör giderek arttı. Bu dönemde Çingeneler'e amaçlı olarak iş verilmiyordu. Bunlar işsiz oldukları gerekçesiyle "toplama kampları"na gönderiliyordu. Ayrıca "Alman vatandaşlığı"ndan çıkarılmaları gündeme gelmişti. Almanya'da bulunan Çingeneler'in %90'ının melez olduğunu; bu "öz ırk"ın Alman toplumsal yapısının geleceği için büyük tehlike oluşturucağını ileri sürülüp hatta "asimile" edilmesinin bile; Alman toplumu için tehlikeli bir durum yaratacağı ileri sürülmektedir. Hitler faşizminin denetim altında tuttuğu ve işgal ettiği ülkelerde yüzbinlerce Çingene soykırıma uğratılmıştır. Tarihçilere göre bu savaşta 500 binden fazla Çingene yaşamını yitirmiştir.
Belli başlı sorunları
Almanya'da yaşayan Çingeneler'in güncel yaşamda karşılaştıkları, ırkçılık, yabancı düşmanlığı, konut, iş ve meslek edinme, çocuklarının eğitim ve öğretimi, sağlık, serbest dolaşım, konaklama gibi türlü sorunları vardır. Yetişkin Çingeneler'in %36'sı halen okur-yazar değildir.
Fransa
Fransa'da yaşayan Çingeneler'in en önemli sorunları arasında eğitim ve öğretim, sağlık ve düzenli beslenme, işsizlik, yoksulluk, herhangi bir alanda meslek edinme, okur-yazarlık ve toplumsal yapıya uyum sorunları yer almaktadır.
1980 tarihinden sonra 5 ve 10 yıl arasında geçerli olmak üzere kimlik kartları ve pasaportlarından farklı olarak birer "serbest dolaşmak kimlikleri"ne sahip oldular. Bu kanun çercevesinde her 16 yaşını dolduran Çingene "özel dolaşım belgesi almak ve bulundurmak" zorundadır. Bu kanunla, Çingeneler'in serbest dolaşımlarına yönelik olarak, 3 çeşit "sebest dolaşım" belgesi düzenlendi: Dolaşım karnesi, Özel dolaşım belgesi ve Dolaşım belgesi.
İşsizlik ve mesleki durumlar:
Fransa işsizlik oranı %9 iken bu oran Çingeneler arasında %30-40 arasındadır. Yabancı düşmanlığından ve ırkçı saldırılardan etkilenmektedirler. Herhangi iş bulmaları ve konut edinmeleri çok zordur. Bunların önemli bir çoğunluğu, sağlığa elverişli olmayan barakalarda ve karavanlarda oturmaktadırlar. Çingeneler'in önemli bir kesimi geleneksel mesleklerini sürdürmektedirler. Bu meslekler arasında, çeşitli madde satıcılığı, demircilik, ayı oynatıcılığı, müzisyenlik ve sepetçilik ilk sıradadır. Çingeneler'in %70-80'i yoksulluk sınırının altında yaşamlarını sürdürmekte olsalarda her kadın ortalama olarak 6-7 çocuğa sahiptir.
"Bugün, bir insan okuma-yazma bilmiyorsa geleceği ve ileriyi görmesi olanaklı değil". Bu anlayış doğrultusunda yola çıkan din adamıları, "göçebe" yaşayan Çingene çocuklarının eğitim ve öğretim sorunlarına yanıt vermek için açılan "Karavan Okul"la dayanışma ve işbirliği halinde olmak için "SOS Çingeneler" adı altında dernek kurdu.
1980'li yılların sonundan itibaren Romanya ve Eski-Yugoslavya'yi terk ederek Fransa'ya kaçak yollardan gelen Çingeneler baskı, tehdit, aşağılamaya uğruyorlar. Paris'in banliyölerinden biri olan ve yabancıların yoğun olarak yaşadıkları yerleşim birimlerinden Seine-Saint-Denis'in "Hanul Kampı"nda yaşayan Çingeneler'e polis tarafından baskı ve terör uygulanmakta idi. Ocak 2007'de olaylara adı karışan polisler yargılanıp ceza almışlardır.
İngiltere
1959 yılında, Çingeneler'in (Gipsy) yol kenarlarında karavanlarıyla konaklaması ve duraklaması kesinlikle yasanlandı. Biri Çingene ve diğeri Çingene olmayan iki karavan yan-yana konaklar ya da duraklama yaparsa, yanlızca Çingene olanın ağır para cezasına çarptırılması gündeme geldi. 1968 tarihinde ise çıkan bir kanunda konaklama serbest olmuştu
Macaristan
Son yıllarda, Avrupa'da Çingeneler'e, diğer azınlıklara karşı; baskı, terör ve ırkçı saldırılarda önemli bir artış kendini göstermiştir. 2000 yılların başında bir köyde Macar kökenli insanlar birleşerek Çingeneler'e karşı saldırıya geçtiler. Bu ırkçı saldırılar sonucunda, Çingeneler'den ve yerli halktan çok sayıda insan öldürüldü. Macar kökenlilerin sözleri aslında herşeyi söylemekte: "Burada Çingeneler'in yeri yok".
Romanların %50'si işsiz. Bazı bölgelerde ise %90'a çıkmaktadır. 1970 yılında Komünist sisteminde %75'inin sürekli çalışabildiği bir işi vardı. 1990'lı yılların başlarında Doğu-Bloku ülkelerinin dağılmasından sonra, bu durum tam tersine bir yol izlemiştir. Ekonomik ve siyasi kriz, işsizliği, ırkçılığı, yabancı (özellikle de Çingene) düşmanlığını ve her türlü barbarca saldırıyı da beraberinde getirdi. Eğitim ve öğretimde de sıkıntılar var. %42'si ilköğretimi bitirmeden terk etmektedir.
Eski Çekoslavakya
1726 yılında İmparator IV. Charles, yetişkin Çingeneler'in öldürülmesi, kadınların ve 18 yaşından küçük çocukların kulaklarının kesilmesine karar vermiştir. İtiraz edenlerin ise hemen öldürülmesi istenmiştir. Çingeneler'e yardım ve yataklık edenlerinde cezalandırılmasını emretmiştir.
Asimile:
Kimliklerini, gelenek ve göreneklerini, köklerini kısa bir sürede unutmalarını sağlamak amacıyla kendi anadillerinde ve kültürlerinde eğitim ve öğretim yasaklanmıştır. Bu insanlar, zorla Çek ve Slovak diliyle asimilasyona uğratılmaya çalışılmıştır. Bunun yanında, 18. yüzyılda, katır, eşek, at ve at arabasına sahip olan Çingeneler'in gelir vergisi; yerli halka ve diğer azınlıklara göre daha da artırılmıştı.
Kömünist rejimin zulmü:
Çingene kadınlara 32 yıl boyunca, insanlık dışı bir biçimde "kısırlaştırma" programı uygulanmıştır.
İşsizlik - Konut:
%60 işsiz olup yoksulluk sınırının altında yaşamaktadırlar. Önemli bir kesimi ise tarımsal ve başka çalışma alanları işciliği gibi kalifiye iş gücü gerektirmeyen zor işlerde çalışarak geçimini sağlamaktadır. %40'ı sağlıya elverişli olayan yerlerde, yol, su, elektrik, okul gibi her türlü alt yapıdan yoksun mahalle ve gecekondularda "marjinal" olarak yaşamlarını sürdürmektedir.
Hollanda
18. yüzyılın başında Ruremonde şehrinin girişinde bir panoda: "Çingeneler cezalandırılacaktır" diye yazmaktaydı. 1525 yılında Kral Charles Quint bir genelgeyle Çingeneler'in iki gün içerisinde ülkeyi terk etmeleri emrini verdi.
Polonya
Çingenelerin arasında Romani dilini konuşanların oranı %60'dır.
İsveç
İsveç'te 1962 yılında, 12 yıllık bir süre için Çalışma ve Sosyal Yardım Bakanı, Çingeneler'in sosyo-ekonomik, çalışma ve iş durumlarını kapsayan bir proje başlattı. Radyo, televizyon ve diğer medya aracılığıyla; yerli halk Çingeneler'e karşı iyi davranmaya ve onlara karşı hoşgörülü olmaya davet edildi. Aksi tavır alanlara karşı, yasal tüm önlemlerin alınacağını da belirten geniş kapsamlı bir kampanya başlatıldı. Hatta, 1960'lı yıllarda Çingeneler'e iyi davranmayan, dışlayan ve onlara karşı ayrımcılık yapan binlerce görevlinin işine son verildi veya görev yerleri değiştirildi. Bu pozitif politikalar sonucunda çoğu göçebe Çingeneler yerleşik düzene geçtiler.
70'li yıllarda İsvaç hükümeti, Romani dilinde ders verecek eğitmenlerin, öğreticilerin ve öğretmenlerin yetiştirilmesi konusunu gündeme getirmiş ve bu alanda büyük çabalar harcamıştır.
Romanya
Avrupa ülkelerinin en çok Çingeneyi barındrıran ülkesi. Resmi olamayan rakamlara göre %10 Çinegene var. Çingenelerin önemli bir kesimi, anadilleri olan Romani dilini konuşmakta.
Çingeneler arasında din olarak Müslümanlık önemli bir çoğunluğu temsil etmekte. Çingeneler toplumsal yapıdan dışlanmış, yerinden ve yurdundan olmış; boğaz tokluğuna çok az bir miktar parayla çalışan modern köleler durumuna düşmüştür. Siyasi yapılanma ve örgütsel etkinlikler konusunda oldukça bölünmüş ve çeşitli siyasi partilerin bünyesinde bölük-pörçük toplanmışlardır. Çingeneler daha insanca yaşayabilecekleri koşullar sağlamak amacıyla, gelişmiş kapitalist Batı Avrupa ülkelerine göç emtektedirler.
Bulgaristan
Osmanlı İmparatorluğu çok kültürlü, çok kavimli, çok dilli-dinli ve çok kimlikli bir ülke olma özelliği olmakta beraber burada Çingeneler herhangi bir ayrımcılık görmemişlerdi. Hatta sürgün edilen Çingeneler, genellikle Osmanlı İmparatorluğu sınırlarına sığınmak zorunda kalmıştı.
Bulgaristan'daki Çingeneler'in önemli bir çoğunluğu, dinsel olarak Müslüman kökenlidir. Bu nedenle, Bulgaristan'da Türk azınlığının uğradığı ayrımcılık, dışlanma, zulüm gibi her türlü insanlık dışı baskıdan, Çingeneler kısmen de olsa etkilenmiş ve nasibini almıştır. Kömünist yönetim, daha ileri giderek aşırı milliyetçi, ırkçı ve faşist bir politikayla; Çingene, Türk ve öteki müslüman kökenli azınlık çocuklarının adlarını ya da soyadlarını bile değiştirmeye çalışmıştır. "Eğer Çingene yoksa, sorun olmaz" politikası uygulanmıştır.
Yazar Prof. Dr. Ali Arayıcı, genel olarak Avrupa ülkelerinde yaşamak zorunda akalan Çingeneler'in genel durumlarıyla ilgili olarak şöyle demektedir: "Çingeneler arasındaki işbirliği ve dayanışma yeterli düzeyde değildir. Şöyle ki, Almanya başta olmak üzere, Batı Avrupa ülkelerinde bazı Çingeneler ve kurdukları dernekler; birbirine ihanet etmekte ve mafya işlerine bulaşmaktadır. Bundan en önemlileri, çocuk alım-satım işleriyle uğraşmak, sahte pasaport düzenlemek ve satmak; kendi geçim kaynakları için bazı çocukları dilenmeye zorlamak ve en önemlisi de genç kızları fuhuşa zorlamaktır. "
TÜRKİYE'DE ve BAZI ÜLKELERDE ÇİNGENELER
Eski-Yugoslavya
Halk arasında başkent Üsküp, bir Çingene kenti olarak anılmaktadır.
Arnavutluk
Önemli bir kesimi müslümanladır. "Alevi-Bektaşi" inancına sahip olanların sayısı ise üçte birdir. Çok az kesim ise, Ortodoks ve Katolik inancına sahiptir.
İsviçre
1727 oturum haklarının yasaklandığı yıldır. Buna uymayan "erkek, kadın ve 15 yaş üstündeki çocukların ilk kez bir hata yaptıklarında kulaklarının kesilmesi ve ikinci kez hata yaptıklarında ise ölüme mahkum edilmeleri" yasal düzenleme haline getirilmişti.
Eski SSBC
Moskova'da, bir kaç eğitim kurumu Çingene çocuklarının eğitim ve öğretim görmeleri için resmen açıldı. Bu okullarda, eğitim ve öğretim tamamen Çingeneler'in dili olan Romani dilinde yapıldı. Eğitim ve öğretim için ders kitapları olarak 1928 yılında Romani dilinde bir okuma-yazma kitabı yayınlandı.
Türkiye
Türkiye'de, nereye giderseniz gidiniz, muhakkak Çingene toplumuna rastlamak mümkündür. Varoşlarda, kenar mahallelerde, sağlığa elverişli olmayan gecekondu semtlerinde ve derme-çatma yapılmış barakalarda; yerleşik ve göçebe olarak yaşamaktadırlar. Toplumsal statüleri düşük olup imajları olumsuzdur. İstanbul'a geliş tarihleri 1150'dir. Çingeneler'in toplam sayıları 500 bin civarındadır.
Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi:
Osmanlı İmparatorluğu'nda Çingene ve diğer azınlıklara karşı açıktan bir ayrımcılık yapılmadı. Çingeneler Mısır kökenli varsayımından hareket edilerek "Kıptı" adıyla anılmış ve çağrılmıştır. Çingeneler genellikle toplu halde bulunarak yaşamlarını sürdürmektedirler. Özellikle Rumeli bölgesi, İstanbul ve çevresi, Çingene gruplarının önemli yerleşim birimleridir. Çingeneler İstanbul'un 1453 tarihinde fethinden beri Balat'ta oturmuş ve yaşamışlardı. Ancak Cumhuriyet dönemi kurulmasından sonra diğer etnik gruplar gibi Çingeneler'de nasibi aldı. Bundan sonra, azınlıklara karşı dışlayıcı, ayrımcı ve ırkçılığı çağrıştıran yasalar; yeniden yapılanma ve düzenlemeler birbirini izledi.
Yazarın bu bölümde Türkiye Cumhuriyet'ine bakışınıda öğrenmiş oluyoruz: "Türkiye Cumhuriyeti tek kimlik, tek dil ve tek kültür anlayışı üzerine kurulmuş; Müslüman kökenli etnik gruplar, ulusal ve kültürel azınlıklar bu çatı altında asimile edilmeye çalışılmıştır. Kuşkusuz, bu durum, insan temel haklarına tamamen aykırıdır. "
Çingeneler devlet mekanizmasının içinde potansiyel suçlu olarak görülmeye başlanmıştır. Bu bağlamda 14 Haziran 1934 yılında yürülüğe giren 2510 sayılı "İskan Yasası" Çingeneler'e karşı duyulan kuşkuların, nefretin ve düşmanlığın boyutlarını açık ve net olarak göstermektedir.
Hangi adlarla anılmaktadırlar?
Genel adıyla "Çingeneler" diye anılsalar da Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde yaşayan Çingeneler renklerinin esmer olması dolayısıyla Poşa yada Boşa", „Karaçi; Mutrip; Kıptı; Elekçi; Cono; Köçer gibi adlarla çağrılmaktadırlar. Akdeniz bölegesinde yaşayan Çingeneler, genellikle Arabacılar, Conolar ve Sepetçiler olarak anılmaktadır. "Çingene misiniz? " diye sorulduklarında genellikle "Hayır biz Çingene değiliz, Romanız" diyorlar.
Çingeneler için son dönemde AB'nden 8 milyon Euro'luk bir hibe alınmış. Bu para konfeksiyon başta olmak üzere mesleki eğitim verileceği, sağlık merkezlerinin açılacağı işsizlik ve konut sorunlarının çözüleceği sözleri verilsede bir adım atılmamıştır.
Tek Parti Dönemi'nde Eğitim Bakanlığı tarafından yayınlanan Türkçe Sözlük'te belirtilen Çingene sözcüğünün karşılığı olan "esmer vatandaş, cimri, arsız, hırsız" gibi anlamlar verilmesi Türkiye'de yaşayan Çingeneler'in dışlanmasının bir delilidir. 1995 yılı ve daha sonraki baskılarında yer alan ilgili madde ve bentlerde gerekli düzenlemeler yapılmıştır.
Özgür yaşamayı ve birisinin emri altında çalışmayı sevmemeyi bir yaşam biçimi haline getirmiş Çingeneler. Yaşadıkları bölgelerin ve yerleşim biçimlerinin çeşitliliğine göre farklı iş kollarında ve alanlarında çalışarak yaşamlarını sürdürmektedirler. İzmir Tarlabaşı mahallesinde yapılan bir ankette (90 aile), Çingeneler arasında ilk sırayı hamallık (%14.4), şöförlük (%6.7), seyyar satıcılık (%4.4), marangozluk (%3.3), ayakkabı boyacılığı (%3.3) ve müzisyenlik (%2.2) almıştır. Son sıraları ise nakliyecilik, pazarcılık, badanacılık, kunduracılık ve kuaförlük yapanlar yer almaktadır. Gerek yerleşik ve gerekse göçebe olarak yaşayan Çingeneler'in önemli bir kesimi, marjinal gruplar halinde zor koşullarda yaşamlarını sürdürmektedirler. Çingeneler'in büyük bir çoğunluğu, halen resmi dille bile okur-yazar durumda değil. Okur-yazar durmunda olanların da eğitim ve kültür seviyeleri son derece zayıftır. Yok olan Çingene kültürü "yerleşik" düzene geçenlerle alakalı olduğunu söyleyen "göçebe" Çingeneler, "yerleşik" olanları kendilerinden saymıyorlar ve "Onlar bizim gibi değil" " diyorlar. Türkiye'de yaşayan Çingene toplumu kendi içinde tutarlı, birlik, beraberlik ve dayanışma içinde değildir. Birbirlerine karşı rakabetçi bir husumet beslemektedirler. Birbirlerini suçlama ve düşmanca tavırlar yaygındır. Göçebe olarak yaşayanlar ise yerleşik düzendekilere şöyle demektedirler: "Kalp Çingene", "Kalpazan Çingene", "Reaya Çingenesi" ve "Velakhos".
IRKÇILIK ve SOYKIRIM OLAYI
Bu bölümde yazar tarihte Çingeneler'e yapılan soykırımı incelemiş ve milyonlarca insanın yaşamına mal olan bu soykırım yarışında, insanlık susmamalı ve gereken tepkileri göstermelidir demektedir. Yazar devamında bu soykırım olayından "Başta emperyalist ABD, İngiltere ve Avrupa'nın bazı ülkeleri olmak üzere, İsrail siyonizmi ve faşist yönetimler ders çıkarmalıdır. Geçmişte, kendilerine yapılan bu insanlık dışı zulmü, başka ülkelere yapma alışkanlığından vazgeçmelidirler." demektedir.
Yahudi toplumu gibi dünyanın dört köşesinde güçlü "lobi"leri ve iletişim olanakları olmadığından ötürü seslerini etkin ve güçlü olarak dünya kamuoyuna duyuramamakta olduklarını dile getiren Ali Arayıcı bir de AB'ye üye ülkeler arasında, sadece Almanya'nın Çingene soykırımını 1991 yılında resmi olarak tanıdığını ve diğer ülkelerin halen resmi olarak tanımadıklarının altını çizmektedir.
Prof. Dr. Ali Arayıcı'nın kitabında dağınık olarak sunulmuş çözüm önerileri toparlayacak olursak şu neticeye varmış olacağız:
Çingeneler "Çingene" sözcüğünün kendilerini sürekli aşağılamak, dışlamak ve hatta ayrımcılığa tabi tutmak için; söylendiğine kesin olarak inanmışlardır. Bu önyargılı yorumlamayı üzerlerinden atmaları olanaksızlaşmıştır. O, zaman ne yapılmalıdır? "Yapılması gereken ilk ve önemli iş Çingene tanımının bir toplumun adı olduğunu ve bunun hiçbir zaman kötü bir söz, dışlama, horlama ya da aşağılama olmadığı gerçeğinin herkese anımsatılmasıdır. Bunu gerçekleştirecek en önemli araçlar, eğitim ve kültürdür." demektedir.
Örgütlenme, birlik ve dayanışma içinde olma, siyasette söz ve karar sahibi olma sorununa ise yazar şöyle demektedir: "Eğer, bir toplumsal yapı örgütsüzse, kendi içinde birliği ve beraberliği oluşturamamışsa; bu toplumsal yapı yok olamaya mahkumdur. "… "Bugün sadece İstanbul'da 100-120 bin arasında Çingene yaşadığı düşünülürse, en az 1 veya 2 tane milletvekili çıkarması gerekir. "
Farklı bir çözüm önerisi de yeni bir "Romani Cumhuriyeti"nin kurulması ile alakalıdır: "Ülkesiz bir toplumsal yapıyı oluşturan Çingeneler, yaşamış oldukları ülkelerde ırkçılık, yabancı düşmanlığı, ayrımcılık, dışlanmışlık ve hoş görülü olmayan her türden baskıyla karşı karşıya kalmaktadır. Bununla beraber, Çingeneler için sınırsız bir Romani Cumhuriyeti projesi, geleceğin sembolik bir cumhuriyeti olarak, tüm etnik gruplar, ulusal ve kültürel azınlıklar arasında barışı, kardeşliği ve eşitliği sağlamış olacktır. Bu proje, ulusal ve kültürel halkların bulundukları ülkelerde geleceklerini tayin etme hakkını sağlamış olacak; halklar arasında kardeşliğin pekişmesinde, birlik ve dayanışmanın sağlanmasında, insan temel haklarına saygılı ve barışı temel alan demokratik bir dünyanın oluşmasında önemli bir rol oynayacaktır."
Yazarın, sınır ve vatan bağı ile irtibatlandırılamayacak olan Çingenelere önerdiği "Sınırsız Romani Cumhuriyeti" teklifi önemli bir modeldir. Ancak bu Çingeneleri adalet karşısında eşit insan kabul eden ve fıtri özellikleriyle barıştırarak yaratılış kanununa meylettiren Kur'an'ın vazettiği evrensel ilgilerle olabilir. Zira Çingenelere adaleti, hakça paylaşımı ve fıtri huzuru getirecek olan vahiy nimeti olabilir. Birbirlerinden kopukluklarını tüm akılcı ideolojilerden ve çıkarlardan azede olan yaratıcıdan gelen vahyi ölçülere bağlanarak giderebilirler. Kur'an, İslami aidiyet taşıyan topluluklar ve halklar gibi, onlara da tüm ırk, sınıf, statü farklılıklarını aşarak gerçek adaleti ve hukuki eşitliği sağlayacak tek kurtuluş yolunu sunuyor. Zaten Müslüman olan Çingeneler, bunun nasıl olacağını camiide aynı safta zengin, fakir, yönetici, yönetilen, güçlü kavim mensubu veya ezilen tüm insanlarla aynı safta namaz kılıp secdeye varırken yaşayarak görüyorlar. Allah katında eşit kul olma imkanı, ancak tevhidi İslam'ın kavranmasıyla camideki safların dışına, hayatın diğer alanlarına da taşınabilir. Bu konuda zengin fakir, kadın erkek, Türk Kürt tüm Müslümanların ihtiyacı ve vahye olan muhtaçlığı ne ise, Çingenelere de odur. Çünkü iman eden Çingene ile, iman eden Türk veya Arap veya Zaza kardeştir. Bu kardeşliği ise gerçekten Kur'an'a ve gereklerine iman eden mü'minler sergileyebilir. Bu kucaklaşmayı gerçek mü'minler yaşamlaştırabilirler.
Son olarak Prof. Dr. Ali Arayıcı'ya kaleme aldığı bu kitabından ötürü teşekkür ederiz. Halk arasında Çingeneler'le sürekli münasebetleri olsa dahi pek fazla bir şey bilmeyenler için bu kitap tavsiye edilecekler arasındadır. Ancak kitabın başında yayınevinin Ali Arayıcı'yı tanıtırken Sosyalist Parti'nin (SP) üyesi olduğunu vurguluyor. Acaba bu ideolojisinden ötürü mü Çingeneler'in eğitsel ve kültürel sorunlarını incelerken bazı noktaları da dile getirmekten geri kalmıyor. "Çingeneler ve çocuklarının önemli bir kesimi ırkçı grupların, şeriat yanlısı bir düzen kurma özlemlerini taşıyan irticacı kişi, grup ve örgütlerin tamamen denetimi altına girmiştir." deniliyor. Bu durum eğitim ve öğretim sisteminin bir parçası olduğuna göre, o halde sorun ekonomik ve hatta siyasi mekanizmaya kadar uzandığını dile getiriliyor: "Gerçekten, son yıllarda Çingeneler arasında da irtica olayı yaygınlaşmakta, sakallı erkek sayısında ve türban giyinen kadın sayısında giderek önemli sayılabilecek bir artış gözlenmektedir"
Yazar kitabın "Başlarken" bölümünde de İslam düşmanı bir ifade ile "şeriatçılar" diye ön yargılarını ortaya koyuyor: "Barış, eşitlik, aydınlık ve insanca bir yaşam isteyen sermayeye, adaletsizliğe, faşizme, ırkçılığa, ayrımcılığa, şeriatçılığa ve her türlü zorbalığa karşı olan herkesin; bu acı olayların yaşanmaması için, birlikte hareket etmeleri, örgütlü ve dayanışma içinde olmaları ve gerekli önlemleri şimdiden almaları gerekir." Yazar, yetişkin Çingeneler'in önemli bir kesimi, "ulusal" -kavmi olabilir- ve kültürel kimliklerini tamamen yitirdiğini, geleneksel yaşam biçimlerini unuttuğunu ve bir "kimlik" sorunuyla karşı karşıya kaldıklarını vurgulamaktadır. Yazar Arayıcı, herhalde Çingeneleri yaratıcıları olan Allah'ın korunmuş ve evrensel dini ile tanışıp "İslami Kimlikli Çingeneler" haline gelmelerinden ve böylece diğer iman edenlerle eşit ve adil bir üst aile oluşturmalarından çekinmektedir.
MURAT KURT
Haksöz-Haber
Yazar, 374 sayfalık kitabının önsözünde, amacının "Çingene azınlığının gerçek yönlerini olabildiğince açığa çıkarmak, bunlar üzerindeki önyargıları çürütmek ve bazı çözüm yolları sunmak." olarak belirtmektedir. Aynı zamanda, bu alanda bilimsel çalışma yapmak isteyen kişi ve kuruluşlara bir kaynak sağlamak olduğunun altını çizmektedir.
Bu çalışma, Türkiye dahil Avrupa'nın değişik ülkelerinde yaşayan Çingene azınlığın genel sorunlarını, geniş kapsamlı analizlerle irdeleyen ve ele alan dört ana bölümden oluşmaktadır.
Birinci bölümde, Çingeneler'in Avrupa'ya göçünün tarihsel analizi yapılırken, aynı zamanda bunların sosyo-kültürel ve eğitsel sorunları bilimsel açılardan ele alınmaktadır. İkinci ve üçüncü bölümlerde, Çingene azınlığının yoğun olarak yaşadığı AB'ye üye ülkelerde, Doğu ve Orta Avrupa ülkelerinde ve diğer bazı ülkelerde; Çingenelerin güncel yaşamın her alanında karşılaştıkları genel sorunlarının istatistiki verilerle analizi yapılmaktadır. Dördüncü bölümde ise, yaşadıkları toplumsal yapılardaki ırkçılık, her türden ayrımcılık, Çingene düşmanlığı, özellikle de "soykırım" olayı ve azınlık haklarıyla ilgili uluslararası sözleşmeler gibi konulara açıklık getirilerek çeşitli görüş ve öneriler ileri sürülmektedir.
Yazardan öğrendiğimize göre; bazı uzmanların ve Çingene derneklerinin aktarımı ile, dünyadaki toplam sayılarının 40-45 milyon arasında değişmekte olup bunların 30 milyonu, anavatanları Kuzey-Batı Hindistan'ın Penjab, Rajasthan ve Banjara eyaletlerinde; 10-13 milyon arasında değişen bir kesimi Avrupa'da ve geri kalanı ise, dünyanın değişik ülkelerinde yaşamaktadırlar.
Çingeneler'in genel olaraktoplumsal statüleri ve "imaj"ları son derece düşüktür. Bu insanlar bulundukları toplumlarda hiç sevilmeyen "pis", "yankesici", "başı boş gezen serseri" ve "hırsız" insanlar olarak algılanırlar. Sürekli aşağılanan ve toplum dışı bir "yaratık" olarak lanse edilen bir halk olarak bilinmektedir. Yeterince bilinmedikleri gibi, bir de haklarında bilinçli şekilde sürekli önyargılı değerlendirmeler yapılmaktadır.
AVRUPA'YA GÖÇLERİ ve DURUMLARI
Avrupa'da "vatansızlar", "topraksızlar", "unutulmuşlar" olarak lanse edilen Çingeneler ve genel sorunlarıyla AK (Avrupa Konseyi), UNESCO (Uluslararası Eğitim, Bilim ve Kültür Organizasyonu), AB (Avrupa Birliği) gibi uluslararası kuruluşlar, 1960'lardan beri yakından ilgilenmektedir. AK'nin 1993 yılında almış olduğu 11 maddelik bir kararda, 2004 ve 2007 yıllarında AB'ye tam üye olan ülkelerde Çingenelerin durumları açık olarak dile getirilerek: "Avrupa'nın kültürel çeşitliliğine katkıda bulunmuş olan Romanların yaşadıkları ülkelerde durumlarının düzeltilemesi gerektiğine" işaret edilmektedir. Bu bölümde, anavatanlarının Kuzey-Hindistan olduğunu ve 9. ve 10. yüzyılda çeşitli nedenlerden ötürü terk ettiklerini, yerleşmiş oldukları ülkelerde, gelenek ve göreneklerini sürdürmüş; mesleksel, sanatsal ve kültürel varlıklarını korumuş; her türlü, baskı, sindirme ve yok olmaya karşın yaşayış biçimlerini günümüze kadar devam ettiklerini, öğreniyoruz. Önemli bir çoğunluğu halen Hindistan'ın Rajasthan Eyaleti'nde yaşamaktadır ve bu insanların, sosyo-ekonomik durumları genelde iyidir; meslek olarak ilk sırayı ise demircilik mesleği alır. Anavatanlarından göç eden Çingene gruplarının büyük bir kesimi Kafkaslar'dan Ermenistan ve Güneydoğu Anadolu üzerinden iki kola ayrılarak Avrupa'nın çeşitli ülkelerine gelmişlerdir. 1150 yılında ise İstanbul'a gelinmiştir. Belli kesimi İstanbul'da kalmış ve kalmayanlar ise, başta Romanya, Bulgaristan, Yunanistan, Yugoslavya, Macaristan olamak üzere Avrupa'nın diğer ülkelerine dağılmışlardır. Diğer ikinci kolu takip edenler ise, Güneydoğu Anadolu'dan Irak, Suriye ve Filistin'i geçerek Mısır'a gelmişler ve oradan da Kuzey-Afrika'nın çeşitli ülkelerine yerleşmişlerdir.
Yerleşme tarihlerine bakacak olursak:
1407 yılında Almanya; 1418 İsviçre; 1419 Fransa; 1420 Hollanda; 1422 İtalya; 1425 İspanya; 1425 Portekiz; 1428 Polonya; 1501 Rusya (Güney); 1505 İrlanda ve Danimarka; 1515 İsveç; 1514 İngiltere;1515 Finlandiya ve Estonya; 1540 Norveç ve 1721 Sibirya.
Çingeneler Göçebe Toplulukları mıdır?
Toplumsal yapılarda Çingeneler'in, hepsinin "göçebe" toplumluklar olmadığını ve büyük kesiminin "yerleşik" düzende yaşadığını kanıtlayan çeşitli örnekler vardır. Romanya'da "Rudarits", Bulgaristan'da "Erdiles", İspanya'da "Gitanos" gibi Çingene grupları yerleşiktir. Türkiye'de ve Balkanlar'da yaşayan Çingeneler'inde önemli bir kesimi (%70-80) "yerleşik" bir düzende yaşamlarını sürdürmektedirler. Dünyanın dört yanında bulunan Lovara ya da Lovari'ler ise "öz göçebe" Çingeneler grubunu oluştururlar. Bu grup tamamen "göçebe" (tavuk-horoz, koyun-keçi, at-katır-eşek, inek-öküz "sürüleri"yle dağda, yaylada ve ovada) bir yaşam biçimini benimsemiştir.
Toplam Sayıları
Dünyadaki toplam sayılarının 45 milyona yakın olduğu tahmin edilmektedir ve bu sayının 10-13 milyonu Avrupa'da barınmaktadır. Doğu ve Orta Avrupa ülkelerinden olan Romanya'da 2.5 milyon (toplam nüfusun %10'u), Bulgaristan'da 1 milyon (%9), eski-Yugoslavya'da 1 milyon (%4.2) ve eski-SSCB ülkelerinde ise 800 binden (%0.25) fazla Çingene yaşamını sürdürmektedir.
Bazı ülkelerde tahmini olarak üst rakamlar ise şöyledir:
Almanya (200.000); Çek Cumhuriyeti (300.000-%4.1); Fransa (340.000); İngiltere (120.000); İspanya (800.000-%1.85); İtalya (110.000); Macaristan (600.000-%5.28); Slovakya (520.000-%4.1); Türkiye (500.000-%0.78);Yunanistan (300.000).....
Hangi adlarla çağrılmaktadırlar?
Çingene toplumunun önemli bir kesiminin aşiret tipi bir yaşam biçimi sürdüğü bir gerçektir. Bulundukları ülkelerde yaşayış biçimlerine ve yaptıkları mesleklere göre değişik adlarla anılmakta ve çağrılmaktadır. Başta Doğu ve Orta Avrupa ülkeleri olmak üzere dünyanın pek çok ülkesinde yaşayan Çingeneler; "küçültücü", "aşağılayıcı" ve "hor görücü" sözcüklerinin karşılığı olan adlarla çağrılmaya ve anılmaya başlanmıştır. Çingeneler Türkiye'de "Tsinghiané" (Çingene), Bulgaristan'da "Tsigani"; Romanya'da "Tigani", Macaristan'da "Tiganyok" (Czigani) ve bütün Slav toplumlarında ise "Tsigani" olarak çağrılmaktadır.
Çingene toplumu bazı yerlerde çeşitli adlarla anılmakta ve çağrılmaktadır:
Mısır "Egypte"; İngiltere "Gypsies"; Fransa "Tsigane", "Bohemian", "Gitan"; İtalya "Zingari"; Almanya "Zigeuner"; İspanya "Gitanos"; Rumca'da "Gypthos"; Bizans'ta "Athingan" veya "Atzingan"; Sırpça'da "Cingerije"; Ermenistan "Lom"; Filistin "Nawar" veya "Dom"; Suriye "Dom"; Kafkaslar "Poşa" veya "Boşa".
Genellikle "esmer" renkli olan Çingeneler, Türkiye'de ise çeşitli bölgelere göre: "Rom-Roman", "Çingene", "Elekçi", "Kıpti", "Gurbati", "Göçer", "Garaci", "Dum", "Cuki", "Mutrib-Mitrıp-Midreb", "Arabacı" ve "Poşa-Boşa" gibi değişik adlarla çağrılmakta ve anılmaktadır. Hıristiyan kökenliler ise "Balamoron" olarak çağrılmaktadır. Unutmayalım ki çoğu yerde "Çingene" sözcüğü aşağılayıcı bir ifade biçimi olarak algılanmaktadır.
Uluslararası düzeyde Çingeneler daha ziyade "Tsiganes", "Sinti", "Gitans", "Gens du voyage (yolcular)" gibi daha değişik adlarla anılmakta ve çağrılmaktatır. Bizans yunancasında "herkesçe küçümsenen ve aşağılanan" anlamına gelen "paria" adı ile anılan Çingeneler bunun yerini "insan" sözcüğünün tam karşılığı olan ve "Romani" sözcüğünün kısaltılmış şekili "Rom" sözcüğü almışlardır. Bu nedenlerdir ki, Çingeneler "Roman" olarak çağrılmayı ve adlandırılmayı yeğlemektedir.
DİLSEL, EĞİTSEL ve DİĞER SORUNLARI
Yazar, Çingene azınlığının güncel yaşamda karşılaştıkları en önemli sorunlar arasında, sosyo-ekonomik, kültürel ve eğitsel yönlü sorunları sayar. Çingeneler'in önemli bir kesimi, halen okur-yazar olmadığı içindir ki, eğitimin önemini ve değerini kavramakta güçlük çekmektedirler. Bundan dolayı çocuklarını okula göndermek bile istememektedirler. Yüzyıllardır uygulanan; özünde ırkçı ve "asimilasyon"cu eğitim ve öğretim politikaları sonucunda Macaristan, Türkiye, Yunanistan; Romanya, Bulgaristan, İspanya ve Fransa kökenli Çingeneler; yaşamak zorunda kaldıkları ülkelerin dillerinin, dinlerinin, gelenek ve göreneklerinin son derece etkisi altında kalmıştır. 10. yüzyılda Kuzey-Batı Hindistan'da yaşayan "Bancaras" göçmen kabilerinin konuştukları dil olan "Hint-Ari" diliydi. Güncel yaşamda konuştukları diller, bulundukları toplumsal yapılara göre çeşitli değişikler ve farklılıklar göstermektedir. Kısaca hangi ülkede yaşıyorlarsa yaşamış oldukları ülkelerin resmi ya da ulusal dilleriyle iletişim kurmaktadırlar. Asıl anadilleri olan "Romani" dilidir.
Eğitsel ve kültürel durumlarına bakacak olursak örneğin Macaristan'da yerli halkın ve diğer ulusal-kültürel azınlık çocuklarının %90'ı ilköğretimi tamamlamak üzereyken; Çingenelerde bu oran %33'e kadar düşmektedir.
Avrupa'nın pekçok ülkesinde, gerek "göçebe" olarak ve gerekse "yerleşik" düzende yaşayan Çingene çocukları arasında, sadece %50-60 arasında değişen bir kesim eğitim ve öğretimlerini sürdürmek için, herhangi bir öğretim kurumuna gitmektedir. Geriye kalan yarısı ve yarıdan fazlası ise, kesin olarak herhangi bir okula gitmemektedir. Avrupa'nın bazı ülkelerinde farklı bir yöntemle Çingeneler'in çocuklarını eğitim kurumlarına göndermeleri sağlanmak ve özendirmek istenmektedir. Okuma ve yazma bilmeme oranı yetişkin Çingeneler arasında bir hayli yüksektir: %70'ten fazladır. Bu kadınlarda %80-90 arasında değişmektedir.
Erken evlilik ve çocuk ölümleri
Evlilik kurumu çok öenmli olup kendi inanış, gelenek ve göreneklerine göre yapılmaktadır. "Akraba evliliği" yaygından ötedir. Genel olarak kendi aralarında evlilik yapmaktadır Çingeneler. Çingene olmayan birisi ile evlenmek yasak olduğu gibi, aynı zamanda bir suç sayılmaktadır ve buna uymayanlar; kız olsun erkek olsun farketmez; derhal Çingene olmaktan çıkarılmaktadır. 1985 yılının verilerine göre kızlarda evlilik yaşı 13 yaşından sonra, erkeklerde ise 15 yaşından sonra başlamaktadır.
Çocuk ölümleri
Macaristan ve Romanya'da yaşayan Çingenelerin %45'i sağlık gereksinimlerini yerine getirememektedir. Ortalama yaşama yılı yerli halk ve diğer azınlıklara göre, en az 6 yaş daha düşüktür. 1992'de yapılan bir ankette yeni doğan 1000 Çingene çocuğundan 63'ü yaşamını yitirirken, bu sayı Romanyalılar'da 23'e inmektedir. Ekonomik nedenlerden çocuklarını büyütemeyecek durumda olan genç Çingene kadınları; çocuklarını ya para karşılığı satmakta, ya tamamen terk etmekte ya da devletin çocuk bakım yuvalarına vermektedir. Romanya'da hazırlanan bir raporda devletin çocuk bakım ve yerleştirme kurumlarında bulunan çocukların %80'i Çingene ailelerin çocuklarıdır.
İşsizlik, açlık ve diğer sorunları
Örneğin Macaristan'da yetişkin çalışma yaşındaki Çingeneler'in %60-80 arasında değişen kesim işsizdir. Romanya'da yaşayan Çingeneler'in %60'dan fazlası açlık sınırında yaşamlarını sürdürürken %80'ini ise herhangi bir meslek ya da farklı bir kalifikasyona sahip değildir. İngiltere'de yaşayan Çingeneler'in %15 gibisi açlık sınırında, Fransa'da kilerin ise %70-80 oranları arasında değişen önemli bir kesimi en düşük ücretle yaşamlarını sürdürmektedirler. Komşularından ve akrabalarından almış aldıkları borçları süresinde ödeyemediklerinden dolayı, süreç içinde "intihar"ı tercih edenler bile vardır.
Çeşitli inançları ve söylenceleri
Çingeneler, bazı renkleri, ağaçları, dağları, balıkları, yabani hayvanları ve insanları (özelliklede kadınları) kavim sembolü, simgesi ve kutsal olarak kabul ederler. Bu sembollere aşırı derecede taparlar, bunlara dokunulmasını günah sayarlar. Çingeneler'in yaşamış oldukları toplumsal yapılara göre, kutsal ilan ettikleri ve taptıkları semboller ya da simgeler de değişmektedir. Çingeneler'in kutsal olarak gördükleri ve onlara cani-gönülden inandıkları semboller ne olursa olsun, onların itici bir gücü ve geniş kapsamlı bir anlamı vardır.
AVRUPA BİRLİĞİ ÜLKELERİ'NDE ÇİNGENELER
Çingene azınlığının yoğun olarak yaşadığı AB'ye üye ülkelerde olsun veya nerede yaşarlarsa yaşasınlar genel olarak Çingeneler bulundukları toplumsal yapılarda, benzer sorunlarla karşı karşıya kalmaktadır. Bu halk, yüzyıllardır yaşadıkları ülkelerde dışlanmakta ve toplumsal yapının dışına itilmekte; ayrımcılığa tabi tutulmakta, insanlık dışı her türlü baskı ve hakaretlerle karşılaşmakta ve "ikinci sınıf" vatandaş olarak görülmektedirler. Toplam sayıları ise resmi rakamlara göre her ülkede düşük gösteriliyor. Bu rakamlar, BM'nin verilerine göre ise farklı. Resmi rakamlardan 2-3 kat daha düşük oluyor bu rakamlar. Prof. Dr. Ali Arayıcı kitabında tek tek AB'ye üye ülkeri ele almış ve Çingeneler'in güncel yaşamın her alanında karşılaştıkları genel sorunların analizi yapmış. Tarihte gördükleri zulümleri dile getirmiş.
İspanya
1425 ile 1499 yılları arasında gelmişler. Geldiklerinden belli bir süre sonra, yani 1518 ile 1534 yılları arasında "dilenciler" olarak anılırken; 1539 ile 1566 yılları arasında hırsız, içkici ve berduş olarak anılmışlar. Gitanos ve Gitans olarak anılan Çingeneler, "sivil" güvenlik tarafından 20. yüzyılında ilk yarısına kadar kanunlara uyup uymadıkları sürekli izlenerek kontrol edilmişler. Çingeneler, Avrupa'nın diğer ülkelerinde olduğu gibi, Çingeneler'e karşı baskı, dışlama, idam etme, işkence, öldürme ve her türlü insanlık dışı hareketlere sistemli olarak başvurulması, Katolik İsabelle et Ferdinand zamanında, 1499 yılında başlanmış. Çingeneler'e yönelik baskı ve devlet terörü hiç durmadı ve giderek daha arttı. 1611 tarihinde Çingeneler'in sınır dışı edilmesiyle ilgili yeni bir karar alınmış ve bu karara uymayanların, kesin olarak kurşuna dizilmesi ve öldürülmesine karar verilmiş. Suçları ise, ispiyoncu ve haince davranışlarda bulunmak; işsiz, avare ve serseri olmaları; her türlü fuhuş gibi, ahlaksızlıkları yapmaları, çocuk kaçırmalar da dahil olmak üzere, hırsızlık, ahlaksızlık ve aklınıza ne geliryorsa her şeyi yapmaları; sihirbaz, büyücü, falcı ve hokkabaz olmaları; dinsiz, imansız kitapsız olmaları ve hiçbir şeye inanmamaları. Kuşkusuz, bu insanlık dışı zulümden sadece Çingeneler etkilenmemiştir. Çingeneler'in yanında, İspanya'da bulunan Yahudi ve Müslüman kökenli azınlıklar da etkilenmiştir. İspanya'ya uyum sağlamadıkları ve asimile olmadıkları gerekçesiyle Katolik Kral'ın emriyle; Çingene toplumunda olduğu gibi yüz binlerce Yahudi, Müslüman ve diğer azınlık halklar; her türlü baskıdan geçirilmiş, işkence görmüş, öldürülmüş, yerinden-yurdundan olmuş ve sonunda sınır dışı edilmiştir.
"Yerleşik" Düzene Geçmeleri
Katalon'da bulunanlar dışındaki Çingeneler'in %88'i, 1783 yılından önce "yerleşik" düzene geçmiş oldu. Dünyanın hiçbir ülkesi Çingeneleri yerleşik düzene geçirmeyi başaramadığı halde, bu konuda İspanya devleti başarı olmuş, toplumla uyum sağlanmıştır. Katalonya'da ise "özerk" yapısından ötürü olsa gerek "yerleşik" bir düzen almayan Çingeneler toplumsal yapıya "uyum" sağlayamamıştır.
"Asimilasyon"a Uğramaları
Romani diliyle okuyup-yazmaları ve güncel yaşamda konuşmaları 18. yüzyılının sonuna kadar yasaklanmıştır. 1764 ve 1772 yılları arasında Kral tarafından görevlendirilen Pedro Rodriquez ve Pedro Valiente, Çingene sorunu üzerine araştırma yapmak ve irdelemek üzere bir rapor hazırlayıp Kral'a sunmuştur. Bu raporun içeriğini şu bilgiler oluşturmaktadır: "Çingeneler'in aslını tanımayı araştırmak yararsız. Bunlar bir başka yaşam biçimini seçmişler, toprakta çalışmayı reddederler, yerleşik düzende oturmazlar. Göçebeliği tercih ederler. Ülkede bulunan kanun bilmeyen sivil güçlerle bir olup devlete karşı çıkarlar. Devletin kesesini zarara sokmaktalar. Devletin kanunlarına saygı duymamaktalar. Sürekli kanunsuz yaşamak isterler. Çalışmadan devletin sırtında asalak gibi geçinmek isterler. İspanya'da, Çingeneler sivil anarşinin kaynağını oluşturmaktadır. Kanunlara hizmet etmemekte ve saygı duymamaktalar. Topluma uyum sağlamak istememekteler. Kendi gelenek-görenekleri ve dilleriyle devlet içinde devlet olarak yaşamak istemekteler. Çingeneler İspanya'nın geleceği için tehlike oluşturmaktalar."
Statülerinin iyileşmesi
1783 yılında Çingeneler'in güvenliği sağlanır ve tüm geeksinimleri karşılanır. Az da olsa bir rahatlama ve deyim yerindeyse bir "soluk alma" dönemine girmiştir. Çingeneler'in toprak sahibi olması, kentsel yerleşim birimlerinde oturanların sayısının sınırlı tutulması; 4 yaşında itibaren çocuklarının eğitim ve öğretimlerinin sağlanması, Fransız modeliyle bağdaşan çeşitli Çingene derneklerinin kurulmasına olanak sağlanması, ayrıca, devlet kurumlarında erkek-kadın ayrımı yapılmaksızın tüm Çingene yetişkinlerinin çalışabilmesi için, yeni iş alanlarının açılması ve kendi mesleklerinin yaygınlaştırılması gibi önlemlerin alınması gündeme geldi. 1910 yılında yayınlanan bir kanun maddesinde Çingenelerin İspanyollar gibi eşit haklara sahip oldukları belirtilir.
Faşist yönetim dönemi ve sonrası
1932, 1942 ve1943 yıllarında çıkarılan üç kanunla birlikte, Çingeneler'in genel olarak bütün hakları kısıtlandı. Avrupa'nın değişik ülkelerinde olduğu gibi, Hitler faşizmi döneminde ve özellikle de Franco faşist rejiminde yüzbinlerce Çingene öldürülmüş, sürülmüş, toplama kamplarında ve gaz odalarında yok edilmiştir.
İspanya 1997 yılında çıkardığı bir kanunla ülkede iç barışı sağlamaya çalıştı. Bunu yapmakla bir ölçüde olsa başta Çingeneler ve Yahudiler olmak üzere, öteki ulusal-külürel azınlıklardan ve etnik gruplardan resmi olarak özür diledi.
Çingeneler'in %49.2'si 15 yaşından daha küçüktür. Aynı yaş diliminde İspanyol nüfusu %22.8'dir. 15-64 yaş grubu Çingeneler'de %48.5 (İspanyol halkında %64.1).
Almanya
Almanya'ya ilk göç ettiklerinde Çingeneler'e karşı hoşgörülü ve sevecen davranılmaya başlanıldı. Yarım yüzyıl geçmeden Çingeneler çok basit nedenlerden dolayı baskı altında tutulmaya ve sürekli izlenmeye başlandı. Alman imparatoru I. Maximilian 1496-98 yıllarında halka yaptığı bir konuşmada; Çingeneleri, Türkler'in Avrupa'daki "ispiyon"cusu ve "veba" hastalığının taşıyıcıları olarak yorumladı. Ayrıca Çingeneler'i gözboyacı, büyücülük yapan, küçük yaştaki çacukları kaçıran, eşkiyalık, soygunculuk ve vurgunculuk yapan kişiler olarak suçladı. Çingeneler en küçük bir suç dahi bahane edilerek yargılanmaksızın ölüm cezasına çarptırılırlardı. 1579 yılında yayınlanan bir genelgeyle Çingeneler arasında bazı kişilerin Almanlara ve diğer yabancılara karşı "kriminal" olaylara karıştıkları, soygunculuk ve vurgunculuk işlerine bulaştıklarından dolayı, ellerinde bulunan pasaportlarının alınmasına karar verildi ve bir daha pasaport verilmesi kesinlikle yasaklandı. Başka bölgelerde ise daha önceden pasaport verilmemişti.
Yerleşik düzen
Devlet tarafından göçebe yaşama son verip yerleşik düzene geçmelerindeki amaç, uyum maskesi altında Çingeneleri değişik yerleşim birimlerine ayrı ayrı dağıtıp onları "izole" ederek "asimilasyon"a tabi tutmaktı.
Faşizm dönemi
Hitler yanlısı Dr. Hans Globke 1936 yılında yaptığı bir konuşmada "Çingeneler yabancı kanı taşımaktadır" ve "Çingene kanı Alman kanı için tehlikelidir" diyerek ne kadar ırkçı tavır içinde olduğunu gösterdi. Hitler'de verdiği 14 Aralık 1937 tarihinde Çingeneler'in ölüm fermanı imzalanmış oldu. 1937 yılının sonunda ve 1938 yılında onbinlerce Çingene "toplama kampları"nda ve "gaz odaları"nda yakılarak "soykırım"a uğratılmıştır.
Birinci Dünya Savaşı'nda sonra Çingene toplumu polis tarafından sürekli takip edilmeye ve izlenmeye başlandı. Hitler'in siyasi iktidarı eline geçirdikten sonra Yahudilere, Çingenelere ve diğer güçlere karşı ırkçılık temelinde gelişen baskı ve terör giderek arttı. Bu dönemde Çingeneler'e amaçlı olarak iş verilmiyordu. Bunlar işsiz oldukları gerekçesiyle "toplama kampları"na gönderiliyordu. Ayrıca "Alman vatandaşlığı"ndan çıkarılmaları gündeme gelmişti. Almanya'da bulunan Çingeneler'in %90'ının melez olduğunu; bu "öz ırk"ın Alman toplumsal yapısının geleceği için büyük tehlike oluşturucağını ileri sürülüp hatta "asimile" edilmesinin bile; Alman toplumu için tehlikeli bir durum yaratacağı ileri sürülmektedir. Hitler faşizminin denetim altında tuttuğu ve işgal ettiği ülkelerde yüzbinlerce Çingene soykırıma uğratılmıştır. Tarihçilere göre bu savaşta 500 binden fazla Çingene yaşamını yitirmiştir.
Belli başlı sorunları
Almanya'da yaşayan Çingeneler'in güncel yaşamda karşılaştıkları, ırkçılık, yabancı düşmanlığı, konut, iş ve meslek edinme, çocuklarının eğitim ve öğretimi, sağlık, serbest dolaşım, konaklama gibi türlü sorunları vardır. Yetişkin Çingeneler'in %36'sı halen okur-yazar değildir.
Fransa
Fransa'da yaşayan Çingeneler'in en önemli sorunları arasında eğitim ve öğretim, sağlık ve düzenli beslenme, işsizlik, yoksulluk, herhangi bir alanda meslek edinme, okur-yazarlık ve toplumsal yapıya uyum sorunları yer almaktadır.
1980 tarihinden sonra 5 ve 10 yıl arasında geçerli olmak üzere kimlik kartları ve pasaportlarından farklı olarak birer "serbest dolaşmak kimlikleri"ne sahip oldular. Bu kanun çercevesinde her 16 yaşını dolduran Çingene "özel dolaşım belgesi almak ve bulundurmak" zorundadır. Bu kanunla, Çingeneler'in serbest dolaşımlarına yönelik olarak, 3 çeşit "sebest dolaşım" belgesi düzenlendi: Dolaşım karnesi, Özel dolaşım belgesi ve Dolaşım belgesi.
İşsizlik ve mesleki durumlar:
Fransa işsizlik oranı %9 iken bu oran Çingeneler arasında %30-40 arasındadır. Yabancı düşmanlığından ve ırkçı saldırılardan etkilenmektedirler. Herhangi iş bulmaları ve konut edinmeleri çok zordur. Bunların önemli bir çoğunluğu, sağlığa elverişli olmayan barakalarda ve karavanlarda oturmaktadırlar. Çingeneler'in önemli bir kesimi geleneksel mesleklerini sürdürmektedirler. Bu meslekler arasında, çeşitli madde satıcılığı, demircilik, ayı oynatıcılığı, müzisyenlik ve sepetçilik ilk sıradadır. Çingeneler'in %70-80'i yoksulluk sınırının altında yaşamlarını sürdürmekte olsalarda her kadın ortalama olarak 6-7 çocuğa sahiptir.
"Bugün, bir insan okuma-yazma bilmiyorsa geleceği ve ileriyi görmesi olanaklı değil". Bu anlayış doğrultusunda yola çıkan din adamıları, "göçebe" yaşayan Çingene çocuklarının eğitim ve öğretim sorunlarına yanıt vermek için açılan "Karavan Okul"la dayanışma ve işbirliği halinde olmak için "SOS Çingeneler" adı altında dernek kurdu.
1980'li yılların sonundan itibaren Romanya ve Eski-Yugoslavya'yi terk ederek Fransa'ya kaçak yollardan gelen Çingeneler baskı, tehdit, aşağılamaya uğruyorlar. Paris'in banliyölerinden biri olan ve yabancıların yoğun olarak yaşadıkları yerleşim birimlerinden Seine-Saint-Denis'in "Hanul Kampı"nda yaşayan Çingeneler'e polis tarafından baskı ve terör uygulanmakta idi. Ocak 2007'de olaylara adı karışan polisler yargılanıp ceza almışlardır.
İngiltere
1959 yılında, Çingeneler'in (Gipsy) yol kenarlarında karavanlarıyla konaklaması ve duraklaması kesinlikle yasanlandı. Biri Çingene ve diğeri Çingene olmayan iki karavan yan-yana konaklar ya da duraklama yaparsa, yanlızca Çingene olanın ağır para cezasına çarptırılması gündeme geldi. 1968 tarihinde ise çıkan bir kanunda konaklama serbest olmuştu
Macaristan
Son yıllarda, Avrupa'da Çingeneler'e, diğer azınlıklara karşı; baskı, terör ve ırkçı saldırılarda önemli bir artış kendini göstermiştir. 2000 yılların başında bir köyde Macar kökenli insanlar birleşerek Çingeneler'e karşı saldırıya geçtiler. Bu ırkçı saldırılar sonucunda, Çingeneler'den ve yerli halktan çok sayıda insan öldürüldü. Macar kökenlilerin sözleri aslında herşeyi söylemekte: "Burada Çingeneler'in yeri yok".
Romanların %50'si işsiz. Bazı bölgelerde ise %90'a çıkmaktadır. 1970 yılında Komünist sisteminde %75'inin sürekli çalışabildiği bir işi vardı. 1990'lı yılların başlarında Doğu-Bloku ülkelerinin dağılmasından sonra, bu durum tam tersine bir yol izlemiştir. Ekonomik ve siyasi kriz, işsizliği, ırkçılığı, yabancı (özellikle de Çingene) düşmanlığını ve her türlü barbarca saldırıyı da beraberinde getirdi. Eğitim ve öğretimde de sıkıntılar var. %42'si ilköğretimi bitirmeden terk etmektedir.
Eski Çekoslavakya
1726 yılında İmparator IV. Charles, yetişkin Çingeneler'in öldürülmesi, kadınların ve 18 yaşından küçük çocukların kulaklarının kesilmesine karar vermiştir. İtiraz edenlerin ise hemen öldürülmesi istenmiştir. Çingeneler'e yardım ve yataklık edenlerinde cezalandırılmasını emretmiştir.
Asimile:
Kimliklerini, gelenek ve göreneklerini, köklerini kısa bir sürede unutmalarını sağlamak amacıyla kendi anadillerinde ve kültürlerinde eğitim ve öğretim yasaklanmıştır. Bu insanlar, zorla Çek ve Slovak diliyle asimilasyona uğratılmaya çalışılmıştır. Bunun yanında, 18. yüzyılda, katır, eşek, at ve at arabasına sahip olan Çingeneler'in gelir vergisi; yerli halka ve diğer azınlıklara göre daha da artırılmıştı.
Kömünist rejimin zulmü:
Çingene kadınlara 32 yıl boyunca, insanlık dışı bir biçimde "kısırlaştırma" programı uygulanmıştır.
İşsizlik - Konut:
%60 işsiz olup yoksulluk sınırının altında yaşamaktadırlar. Önemli bir kesimi ise tarımsal ve başka çalışma alanları işciliği gibi kalifiye iş gücü gerektirmeyen zor işlerde çalışarak geçimini sağlamaktadır. %40'ı sağlıya elverişli olayan yerlerde, yol, su, elektrik, okul gibi her türlü alt yapıdan yoksun mahalle ve gecekondularda "marjinal" olarak yaşamlarını sürdürmektedir.
Hollanda
18. yüzyılın başında Ruremonde şehrinin girişinde bir panoda: "Çingeneler cezalandırılacaktır" diye yazmaktaydı. 1525 yılında Kral Charles Quint bir genelgeyle Çingeneler'in iki gün içerisinde ülkeyi terk etmeleri emrini verdi.
Polonya
Çingenelerin arasında Romani dilini konuşanların oranı %60'dır.
İsveç
İsveç'te 1962 yılında, 12 yıllık bir süre için Çalışma ve Sosyal Yardım Bakanı, Çingeneler'in sosyo-ekonomik, çalışma ve iş durumlarını kapsayan bir proje başlattı. Radyo, televizyon ve diğer medya aracılığıyla; yerli halk Çingeneler'e karşı iyi davranmaya ve onlara karşı hoşgörülü olmaya davet edildi. Aksi tavır alanlara karşı, yasal tüm önlemlerin alınacağını da belirten geniş kapsamlı bir kampanya başlatıldı. Hatta, 1960'lı yıllarda Çingeneler'e iyi davranmayan, dışlayan ve onlara karşı ayrımcılık yapan binlerce görevlinin işine son verildi veya görev yerleri değiştirildi. Bu pozitif politikalar sonucunda çoğu göçebe Çingeneler yerleşik düzene geçtiler.
70'li yıllarda İsvaç hükümeti, Romani dilinde ders verecek eğitmenlerin, öğreticilerin ve öğretmenlerin yetiştirilmesi konusunu gündeme getirmiş ve bu alanda büyük çabalar harcamıştır.
Romanya
Avrupa ülkelerinin en çok Çingeneyi barındrıran ülkesi. Resmi olamayan rakamlara göre %10 Çinegene var. Çingenelerin önemli bir kesimi, anadilleri olan Romani dilini konuşmakta.
Çingeneler arasında din olarak Müslümanlık önemli bir çoğunluğu temsil etmekte. Çingeneler toplumsal yapıdan dışlanmış, yerinden ve yurdundan olmış; boğaz tokluğuna çok az bir miktar parayla çalışan modern köleler durumuna düşmüştür. Siyasi yapılanma ve örgütsel etkinlikler konusunda oldukça bölünmüş ve çeşitli siyasi partilerin bünyesinde bölük-pörçük toplanmışlardır. Çingeneler daha insanca yaşayabilecekleri koşullar sağlamak amacıyla, gelişmiş kapitalist Batı Avrupa ülkelerine göç emtektedirler.
Bulgaristan
Osmanlı İmparatorluğu çok kültürlü, çok kavimli, çok dilli-dinli ve çok kimlikli bir ülke olma özelliği olmakta beraber burada Çingeneler herhangi bir ayrımcılık görmemişlerdi. Hatta sürgün edilen Çingeneler, genellikle Osmanlı İmparatorluğu sınırlarına sığınmak zorunda kalmıştı.
Bulgaristan'daki Çingeneler'in önemli bir çoğunluğu, dinsel olarak Müslüman kökenlidir. Bu nedenle, Bulgaristan'da Türk azınlığının uğradığı ayrımcılık, dışlanma, zulüm gibi her türlü insanlık dışı baskıdan, Çingeneler kısmen de olsa etkilenmiş ve nasibini almıştır. Kömünist yönetim, daha ileri giderek aşırı milliyetçi, ırkçı ve faşist bir politikayla; Çingene, Türk ve öteki müslüman kökenli azınlık çocuklarının adlarını ya da soyadlarını bile değiştirmeye çalışmıştır. "Eğer Çingene yoksa, sorun olmaz" politikası uygulanmıştır.
Yazar Prof. Dr. Ali Arayıcı, genel olarak Avrupa ülkelerinde yaşamak zorunda akalan Çingeneler'in genel durumlarıyla ilgili olarak şöyle demektedir: "Çingeneler arasındaki işbirliği ve dayanışma yeterli düzeyde değildir. Şöyle ki, Almanya başta olmak üzere, Batı Avrupa ülkelerinde bazı Çingeneler ve kurdukları dernekler; birbirine ihanet etmekte ve mafya işlerine bulaşmaktadır. Bundan en önemlileri, çocuk alım-satım işleriyle uğraşmak, sahte pasaport düzenlemek ve satmak; kendi geçim kaynakları için bazı çocukları dilenmeye zorlamak ve en önemlisi de genç kızları fuhuşa zorlamaktır. "
TÜRKİYE'DE ve BAZI ÜLKELERDE ÇİNGENELER
Eski-Yugoslavya
Halk arasında başkent Üsküp, bir Çingene kenti olarak anılmaktadır.
Arnavutluk
Önemli bir kesimi müslümanladır. "Alevi-Bektaşi" inancına sahip olanların sayısı ise üçte birdir. Çok az kesim ise, Ortodoks ve Katolik inancına sahiptir.
İsviçre
1727 oturum haklarının yasaklandığı yıldır. Buna uymayan "erkek, kadın ve 15 yaş üstündeki çocukların ilk kez bir hata yaptıklarında kulaklarının kesilmesi ve ikinci kez hata yaptıklarında ise ölüme mahkum edilmeleri" yasal düzenleme haline getirilmişti.
Eski SSBC
Moskova'da, bir kaç eğitim kurumu Çingene çocuklarının eğitim ve öğretim görmeleri için resmen açıldı. Bu okullarda, eğitim ve öğretim tamamen Çingeneler'in dili olan Romani dilinde yapıldı. Eğitim ve öğretim için ders kitapları olarak 1928 yılında Romani dilinde bir okuma-yazma kitabı yayınlandı.
Türkiye
Türkiye'de, nereye giderseniz gidiniz, muhakkak Çingene toplumuna rastlamak mümkündür. Varoşlarda, kenar mahallelerde, sağlığa elverişli olmayan gecekondu semtlerinde ve derme-çatma yapılmış barakalarda; yerleşik ve göçebe olarak yaşamaktadırlar. Toplumsal statüleri düşük olup imajları olumsuzdur. İstanbul'a geliş tarihleri 1150'dir. Çingeneler'in toplam sayıları 500 bin civarındadır.
Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi:
Osmanlı İmparatorluğu'nda Çingene ve diğer azınlıklara karşı açıktan bir ayrımcılık yapılmadı. Çingeneler Mısır kökenli varsayımından hareket edilerek "Kıptı" adıyla anılmış ve çağrılmıştır. Çingeneler genellikle toplu halde bulunarak yaşamlarını sürdürmektedirler. Özellikle Rumeli bölgesi, İstanbul ve çevresi, Çingene gruplarının önemli yerleşim birimleridir. Çingeneler İstanbul'un 1453 tarihinde fethinden beri Balat'ta oturmuş ve yaşamışlardı. Ancak Cumhuriyet dönemi kurulmasından sonra diğer etnik gruplar gibi Çingeneler'de nasibi aldı. Bundan sonra, azınlıklara karşı dışlayıcı, ayrımcı ve ırkçılığı çağrıştıran yasalar; yeniden yapılanma ve düzenlemeler birbirini izledi.
Yazarın bu bölümde Türkiye Cumhuriyet'ine bakışınıda öğrenmiş oluyoruz: "Türkiye Cumhuriyeti tek kimlik, tek dil ve tek kültür anlayışı üzerine kurulmuş; Müslüman kökenli etnik gruplar, ulusal ve kültürel azınlıklar bu çatı altında asimile edilmeye çalışılmıştır. Kuşkusuz, bu durum, insan temel haklarına tamamen aykırıdır. "
Çingeneler devlet mekanizmasının içinde potansiyel suçlu olarak görülmeye başlanmıştır. Bu bağlamda 14 Haziran 1934 yılında yürülüğe giren 2510 sayılı "İskan Yasası" Çingeneler'e karşı duyulan kuşkuların, nefretin ve düşmanlığın boyutlarını açık ve net olarak göstermektedir.
Hangi adlarla anılmaktadırlar?
Genel adıyla "Çingeneler" diye anılsalar da Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde yaşayan Çingeneler renklerinin esmer olması dolayısıyla Poşa yada Boşa", „Karaçi; Mutrip; Kıptı; Elekçi; Cono; Köçer gibi adlarla çağrılmaktadırlar. Akdeniz bölegesinde yaşayan Çingeneler, genellikle Arabacılar, Conolar ve Sepetçiler olarak anılmaktadır. "Çingene misiniz? " diye sorulduklarında genellikle "Hayır biz Çingene değiliz, Romanız" diyorlar.
Çingeneler için son dönemde AB'nden 8 milyon Euro'luk bir hibe alınmış. Bu para konfeksiyon başta olmak üzere mesleki eğitim verileceği, sağlık merkezlerinin açılacağı işsizlik ve konut sorunlarının çözüleceği sözleri verilsede bir adım atılmamıştır.
Tek Parti Dönemi'nde Eğitim Bakanlığı tarafından yayınlanan Türkçe Sözlük'te belirtilen Çingene sözcüğünün karşılığı olan "esmer vatandaş, cimri, arsız, hırsız" gibi anlamlar verilmesi Türkiye'de yaşayan Çingeneler'in dışlanmasının bir delilidir. 1995 yılı ve daha sonraki baskılarında yer alan ilgili madde ve bentlerde gerekli düzenlemeler yapılmıştır.
Özgür yaşamayı ve birisinin emri altında çalışmayı sevmemeyi bir yaşam biçimi haline getirmiş Çingeneler. Yaşadıkları bölgelerin ve yerleşim biçimlerinin çeşitliliğine göre farklı iş kollarında ve alanlarında çalışarak yaşamlarını sürdürmektedirler. İzmir Tarlabaşı mahallesinde yapılan bir ankette (90 aile), Çingeneler arasında ilk sırayı hamallık (%14.4), şöförlük (%6.7), seyyar satıcılık (%4.4), marangozluk (%3.3), ayakkabı boyacılığı (%3.3) ve müzisyenlik (%2.2) almıştır. Son sıraları ise nakliyecilik, pazarcılık, badanacılık, kunduracılık ve kuaförlük yapanlar yer almaktadır. Gerek yerleşik ve gerekse göçebe olarak yaşayan Çingeneler'in önemli bir kesimi, marjinal gruplar halinde zor koşullarda yaşamlarını sürdürmektedirler. Çingeneler'in büyük bir çoğunluğu, halen resmi dille bile okur-yazar durumda değil. Okur-yazar durmunda olanların da eğitim ve kültür seviyeleri son derece zayıftır. Yok olan Çingene kültürü "yerleşik" düzene geçenlerle alakalı olduğunu söyleyen "göçebe" Çingeneler, "yerleşik" olanları kendilerinden saymıyorlar ve "Onlar bizim gibi değil" " diyorlar. Türkiye'de yaşayan Çingene toplumu kendi içinde tutarlı, birlik, beraberlik ve dayanışma içinde değildir. Birbirlerine karşı rakabetçi bir husumet beslemektedirler. Birbirlerini suçlama ve düşmanca tavırlar yaygındır. Göçebe olarak yaşayanlar ise yerleşik düzendekilere şöyle demektedirler: "Kalp Çingene", "Kalpazan Çingene", "Reaya Çingenesi" ve "Velakhos".
IRKÇILIK ve SOYKIRIM OLAYI
Bu bölümde yazar tarihte Çingeneler'e yapılan soykırımı incelemiş ve milyonlarca insanın yaşamına mal olan bu soykırım yarışında, insanlık susmamalı ve gereken tepkileri göstermelidir demektedir. Yazar devamında bu soykırım olayından "Başta emperyalist ABD, İngiltere ve Avrupa'nın bazı ülkeleri olmak üzere, İsrail siyonizmi ve faşist yönetimler ders çıkarmalıdır. Geçmişte, kendilerine yapılan bu insanlık dışı zulmü, başka ülkelere yapma alışkanlığından vazgeçmelidirler." demektedir.
Yahudi toplumu gibi dünyanın dört köşesinde güçlü "lobi"leri ve iletişim olanakları olmadığından ötürü seslerini etkin ve güçlü olarak dünya kamuoyuna duyuramamakta olduklarını dile getiren Ali Arayıcı bir de AB'ye üye ülkeler arasında, sadece Almanya'nın Çingene soykırımını 1991 yılında resmi olarak tanıdığını ve diğer ülkelerin halen resmi olarak tanımadıklarının altını çizmektedir.
Prof. Dr. Ali Arayıcı'nın kitabında dağınık olarak sunulmuş çözüm önerileri toparlayacak olursak şu neticeye varmış olacağız:
Çingeneler "Çingene" sözcüğünün kendilerini sürekli aşağılamak, dışlamak ve hatta ayrımcılığa tabi tutmak için; söylendiğine kesin olarak inanmışlardır. Bu önyargılı yorumlamayı üzerlerinden atmaları olanaksızlaşmıştır. O, zaman ne yapılmalıdır? "Yapılması gereken ilk ve önemli iş Çingene tanımının bir toplumun adı olduğunu ve bunun hiçbir zaman kötü bir söz, dışlama, horlama ya da aşağılama olmadığı gerçeğinin herkese anımsatılmasıdır. Bunu gerçekleştirecek en önemli araçlar, eğitim ve kültürdür." demektedir.
Örgütlenme, birlik ve dayanışma içinde olma, siyasette söz ve karar sahibi olma sorununa ise yazar şöyle demektedir: "Eğer, bir toplumsal yapı örgütsüzse, kendi içinde birliği ve beraberliği oluşturamamışsa; bu toplumsal yapı yok olamaya mahkumdur. "… "Bugün sadece İstanbul'da 100-120 bin arasında Çingene yaşadığı düşünülürse, en az 1 veya 2 tane milletvekili çıkarması gerekir. "
Farklı bir çözüm önerisi de yeni bir "Romani Cumhuriyeti"nin kurulması ile alakalıdır: "Ülkesiz bir toplumsal yapıyı oluşturan Çingeneler, yaşamış oldukları ülkelerde ırkçılık, yabancı düşmanlığı, ayrımcılık, dışlanmışlık ve hoş görülü olmayan her türden baskıyla karşı karşıya kalmaktadır. Bununla beraber, Çingeneler için sınırsız bir Romani Cumhuriyeti projesi, geleceğin sembolik bir cumhuriyeti olarak, tüm etnik gruplar, ulusal ve kültürel azınlıklar arasında barışı, kardeşliği ve eşitliği sağlamış olacktır. Bu proje, ulusal ve kültürel halkların bulundukları ülkelerde geleceklerini tayin etme hakkını sağlamış olacak; halklar arasında kardeşliğin pekişmesinde, birlik ve dayanışmanın sağlanmasında, insan temel haklarına saygılı ve barışı temel alan demokratik bir dünyanın oluşmasında önemli bir rol oynayacaktır."
Yazarın, sınır ve vatan bağı ile irtibatlandırılamayacak olan Çingenelere önerdiği "Sınırsız Romani Cumhuriyeti" teklifi önemli bir modeldir. Ancak bu Çingeneleri adalet karşısında eşit insan kabul eden ve fıtri özellikleriyle barıştırarak yaratılış kanununa meylettiren Kur'an'ın vazettiği evrensel ilgilerle olabilir. Zira Çingenelere adaleti, hakça paylaşımı ve fıtri huzuru getirecek olan vahiy nimeti olabilir. Birbirlerinden kopukluklarını tüm akılcı ideolojilerden ve çıkarlardan azede olan yaratıcıdan gelen vahyi ölçülere bağlanarak giderebilirler. Kur'an, İslami aidiyet taşıyan topluluklar ve halklar gibi, onlara da tüm ırk, sınıf, statü farklılıklarını aşarak gerçek adaleti ve hukuki eşitliği sağlayacak tek kurtuluş yolunu sunuyor. Zaten Müslüman olan Çingeneler, bunun nasıl olacağını camiide aynı safta zengin, fakir, yönetici, yönetilen, güçlü kavim mensubu veya ezilen tüm insanlarla aynı safta namaz kılıp secdeye varırken yaşayarak görüyorlar. Allah katında eşit kul olma imkanı, ancak tevhidi İslam'ın kavranmasıyla camideki safların dışına, hayatın diğer alanlarına da taşınabilir. Bu konuda zengin fakir, kadın erkek, Türk Kürt tüm Müslümanların ihtiyacı ve vahye olan muhtaçlığı ne ise, Çingenelere de odur. Çünkü iman eden Çingene ile, iman eden Türk veya Arap veya Zaza kardeştir. Bu kardeşliği ise gerçekten Kur'an'a ve gereklerine iman eden mü'minler sergileyebilir. Bu kucaklaşmayı gerçek mü'minler yaşamlaştırabilirler.
Son olarak Prof. Dr. Ali Arayıcı'ya kaleme aldığı bu kitabından ötürü teşekkür ederiz. Halk arasında Çingeneler'le sürekli münasebetleri olsa dahi pek fazla bir şey bilmeyenler için bu kitap tavsiye edilecekler arasındadır. Ancak kitabın başında yayınevinin Ali Arayıcı'yı tanıtırken Sosyalist Parti'nin (SP) üyesi olduğunu vurguluyor. Acaba bu ideolojisinden ötürü mü Çingeneler'in eğitsel ve kültürel sorunlarını incelerken bazı noktaları da dile getirmekten geri kalmıyor. "Çingeneler ve çocuklarının önemli bir kesimi ırkçı grupların, şeriat yanlısı bir düzen kurma özlemlerini taşıyan irticacı kişi, grup ve örgütlerin tamamen denetimi altına girmiştir." deniliyor. Bu durum eğitim ve öğretim sisteminin bir parçası olduğuna göre, o halde sorun ekonomik ve hatta siyasi mekanizmaya kadar uzandığını dile getiriliyor: "Gerçekten, son yıllarda Çingeneler arasında da irtica olayı yaygınlaşmakta, sakallı erkek sayısında ve türban giyinen kadın sayısında giderek önemli sayılabilecek bir artış gözlenmektedir"
Yazar kitabın "Başlarken" bölümünde de İslam düşmanı bir ifade ile "şeriatçılar" diye ön yargılarını ortaya koyuyor: "Barış, eşitlik, aydınlık ve insanca bir yaşam isteyen sermayeye, adaletsizliğe, faşizme, ırkçılığa, ayrımcılığa, şeriatçılığa ve her türlü zorbalığa karşı olan herkesin; bu acı olayların yaşanmaması için, birlikte hareket etmeleri, örgütlü ve dayanışma içinde olmaları ve gerekli önlemleri şimdiden almaları gerekir." Yazar, yetişkin Çingeneler'in önemli bir kesimi, "ulusal" -kavmi olabilir- ve kültürel kimliklerini tamamen yitirdiğini, geleneksel yaşam biçimlerini unuttuğunu ve bir "kimlik" sorunuyla karşı karşıya kaldıklarını vurgulamaktadır. Yazar Arayıcı, herhalde Çingeneleri yaratıcıları olan Allah'ın korunmuş ve evrensel dini ile tanışıp "İslami Kimlikli Çingeneler" haline gelmelerinden ve böylece diğer iman edenlerle eşit ve adil bir üst aile oluşturmalarından çekinmektedir.
MURAT KURT
Haksöz-Haber