Ergenekon’a Gelmeden...   Konuyu açan: alptraum   İlk Mesaj: 02-17-2009 (03:30)   Son Mesaj: 02-17-2009 (03:30)    Cevap: 0    Gösterim: 820  

    02-17-2009

    Ergenekon’a Gelmeden...

    Ahmet İnsel-Ümit Kivanç'ın kaleme aldığı "Ergenekon'a Gelmeden Türkiye'de Devlet Zihniyeti" kitabı 2008 yazında, Birikim yayınları tarafından yayımlandı. İçeriği, Kıvanç ve İnsel'in kaleme aldığı iki makaleden oluşuyor. Birinci makale, " Sahibinden Devletin Kavram ve Kapsamı " 1999'da yazılmış. İkincisi, "Cumhuriyet Döneminde Otoriterizmin Sürekliliği" 1996'da yazılmış. Makaleler kitap hazırlanırken tekrar elden geçirilmiş. Çalışma toplam 111 sayfa.

    Birinci makalede, Milli Güvenlik Kurulu 1 nolu yayını olan "Devletin Kavram ve Kapsamı" adlı yayın ayrıntılı olarak inceleniyor. Girişte bu kitap hakkında, "kendini devletin sahibi sayan kesimlerin manifestosu gibidir" ve " Türkiye Cumhuriyeti'ndeki resmi ideolojinin el kitabıdır" deniyor. Ergenekon yapılanmasının gündeme geldiği günümüzde aydınlatıcı olması umuduyla tekrar ele alındığı ifade edilmiş. Bu bölümde ayrıca kendini ilerici, demokrat, sol, sosyalist sayan kesimlerin, 27 Mayıs, 28 Şubat, 27 Nisan muhtıralarına "ilerici" diyebilmiş olmaları, buna karşın 12 Mart ve 12 Eylül'e karşı tavır alışları eleştiriliyor. Elimizdeki kitabın, bu kesimlerin içinde bulunduğu kafa karışıklığını giderici etkisinin olmasının umulduğu söyleniyor.

    İkinci makalede, Osmanlı'dan günümüze, devralınan güçlü devlet geleneği ile Mustafa Kemal'in uygulayıp ortaya koyduğu ve sonrasında devam ettirilen otoriter yapı dönemlere ayrılarak incelenmiş.

    Yazılarda, ordu merkezli bir "devletin sahipliği" müessesi üzerinde durulduğu söylenmiş. CHP, TTK ve YÖK gibi sivil çevrelerin de siyasete olan müdahalelerine işaret edilmiş."Derin Devlet"i amiri-memuru belli statik bir örgüt değil, bir ilişki ağı şeklinde görmenin daha doğru olduğu belirtilmiş. Yine bu bölümde, bu zihniyetin oluşturduğu yapı "Milli Güvenlik Devleti" olarak tanımlanmış.

    Sahibinden "Devletin Kavram Ve Kapsamı"

    Bu makale, Genelkurmay 1 nolu yayını "Devletin kavram ve kapsamı" (1990 Ankara) adlı kitabın incelediği bir metin değerlendirmesi. Kendini devletin sahibi gören zihniyetin, kendini her şeyin üstünde konumlandırışı esas alınarak yapılmış bir inceleme.

    Orijinal metin piyasada yok, bazı internet sitelerinde tükendi yazısı olsa da, Ü.Kıvanç'ın da ifade ettiği gibi kitap belirli sayıda basılmış ve sadece üniversite kütüphanelerinde bulunabiliyormuş.

    Yazar, ayrıntılı bir metin incelemesi yapmış, cümle cümle hatta kelime kelime içeriği tartışarak metni didik didik etmiş. Biz burada ( bir değerlendirme yazısını değerlendireceğimizden) yazarın öne çıkardığı vurguları orijinal metni çokça kullanarak işaret edeceğiz. Orijinal metin son derece açık ve ayrıca kendi ağızlarından gerçeğin ilanı olması anlamıyla da önemli diye düşünüyoruz.

    Yazar, tam teşekküllü bir düzenle karşı karşıya olduğumuz vurgusuyla başlıyor. "Susurluk," 28 Şubat ve son Ergenekon olaylarının tümünün otorite dışına cıkmış olağan dışı girişimler gibi gösterilmeye çalışıldığını anlatıyor. Bunun ise yalnızca sonuçlardan söz etmek olduğunu söylüyor. Burada görülmesi gerekenin "ülkede hüküm süren, siyasi cinayetleri, bazen katliamları, her zaman darbeleri meşrulaştıran, bunların zemin ve imkânlarını oluşturan "normal" devlet düzeni ve devlet-toplum ilişkisi" olduğunun altı çiziliyor.

    Siyasi aktörlerin hali: Partilerden, radikal muhalif hareketlere kadar, devlet tarafından çizilen sınırlar içinde hareket edebileceği bilgisiyle davranan, dolayısıyla "Milletin devlet etrafında birleştirilmesi" dışında hiçbir işlevi olmayan bir gerçeklik olarak ortaya konuyor."Türkiye toplumu aslında devletin kendine ait saydığı bir alanda, izin verildiği oranda ve 'uygun görülen' tarzda yaşayabilen bir toplumdur" tespiti yapılıyor.

    Devlet-Toplum

    Kıvanç, milletin devleti oluşturan asıl unsur olması gerekirken, devleti oluşturan öğelerden biri olarak sunulmasını eleştiriyor. Birbirinden ayrı bir devlet ve millet tanımı yapıldığına dikkat çekiyor. Halkın tebaa olarak adlandırıldığının altını çiziyor. Kendini üst bir konumda gören devletin, diğer devletlerle olan ilişkisini, toplumla ilişkisinin önünde tuttuğunu belirtiyor.

    Orijinal metin otoriter devletin manifestosu gibi. Buna karşılık Ümit Kıvanç öyle ustaca bir değerlendirme yapmış ki söyleyecek söz bırakmıyor. Kelime kelime karşılaştırmalarla sistemin mantığını ortaya koyuyor.

    Milli Güvenlik

    Kıvanç burada, Devletin "varoluş nedeni"nin uygun birilerince tespit edileceğini öne çıkarmış. Milletin bu amaç etrafında özdeşleştirilmesinin devletin asıl görevi olduğu ifadelerini tahlil etmiş. Asıl metindeki totaliter rejimin "en mükemmeli" olduğu ifadesine dikkat çekilmiş.

    Kitapta "Milli menfaatler" tanımı enine boyuna tartışılıyor. "Milli menfaatler"in değişken olmadığı, yani baştan belirlendiği, öyle hükümet olmayla falan müdahale edilemeyeceği anlatılmış. Siyasi aktörlerin meşrulaştırma dışında bir işlevlerinin olmasına sistemin izin vermediği tekraren vurgulanmış.

    Kutsallık ifadelerine dikkat çekilerek, dokunulmazlık zırhı haline getirilen "varoluş nedeni" ve "kutsallık" ifadeleri sorgulanmış. Kıvanç burada, MGK kitabının "Devletin kavram ve kapsamı"nı tarif etmediği, bizi bir devlet dinine çağırdığını ifade ediyor.

    "Nedir bu menfaatler?Bu nasıl saptama?..en baştan kim saptadı bunları?" diyen yazar, siyasi iktidara hareket edecek alan bırakılmadığını yineliyor. Alıntılarla en küçük bir farklılaşmaya bile izin verilmeyeceğinin ilan edildiğini gösteriyor.

    Kıvanç, Milli Güvenlik stratejilerinin MGK'nın özel alanı olarak ayrıldığını ifade ediyor. Ve bu alanın "çeşitli baskı gruplarından, öncelikle siyasi gruplardan" etkilenmeyecek şekilde örgütlenmesi gerektiği açıklamasına dikkat çekiyor. Sonraki alıntıdan hareketle rejimin "açık" olmasının bir sorun olarak görüldüğü ortaya konuluyor.

    Burada insan hakları kavramına değinilerek, insan hakları ve temel özgürlüklerin kitabın yazarlarınca, yalnızca dışarıya karşı hesap verme anlamında bir değerinin olduğu vurgulanmış. Orijinal metinde bu, "Türkiye'nin içeride ve dışarıda saygınlığını arttırır." (s. 22) şeklinde yer alıyor.

    Kıvanç'ın bu konuya dair tahliline katılmamak imkansız: "Peki Türkiye'nin içeride saygınlığının artması ne demek? "İçerisi" zaten "Türkiye" değil mi?... Değil! Devletlilerin terminolojisinde "millet" de "Türkiye" de aslında "devlet" demek. Babıali baskınında tam anlamıyla bir hükümet darbesi yapmakta olan İttihatçılar, devirdikleri sadrazama ne demişlerdi: "Millet sizi istemiyor!" Bu orada biz demekti. "Millet" kavramı, her vakit darbecilerin "biz"i yerine geçmiştir. Bu mantık darbesizlik koşullarında da geçerlidir." (s. 47)

    Devletli zevat kitapta öyle pervasız ve gülünç ifadeler kullanıyor ki, şaşkınlığımızı gizleyemiyoruz. Bir yerde toplum piyanoya benzetiliyor(s. 49). Akordun bozulmasının normal olduğu yani zaman zaman düzeltilmesi gerektiği işaret ediliyor. Karşılarına aldıkları İnsanların "beyinleri ve ruhları" olduğu söylenen bölümü yazarımız büyük bir sabırla yorumlamış. Yazar beyinlerin, yılanlar, çıyanlar, örümcek ve örümcek ağlarından temizlenmesi gerektiği ifadeleri karşısında pes etmeyerek şu yorumu yapmış: "Yılanlar Sovyeeteler Birliğinde, Çıyanlar Çin'de, Örümcekler Endonezya'da, örümcek ağları da Suudi Arabistan'da bulunduğuna ve bizim ülkemizde herkesin "mensubiyeti" dörtdörtlük olduğuna göre burayı geçelim."

    Milli Güç

    Burada milli güç kavramının kitapta nasıl işlendiği anlatılıyor. Millet tarafından oluşturulan bu gücün "planlarını" yapan "tedbirleri" alan ve gücü kullananın devlet olduğu tespit edilmiş.

    Milletin ne işe yaradığı ve milletin evlatlarının öldürülmesine neden ses çıkmaması gerektiğine dair Genelkurmak kitabından alıntı dikkate değer: "Millet -eğer gerçek anlamda bir millet ise- zor ve tehlikeli durumlarda, bu gelişim (milli gücün gelişimi-ÜK) her türlü minnet ve meşakkate katlanabilir, kanını ve canını feda edebilir. Çünkü gerçek millet, kendi varlığı ve güçlülüğünün devletin varlığı ve güçlülüğüne dayandığının bilinci içindedir."

    Sonraki alıntıda, güç ve gelişimle kazanılan nimetlerin milletle paylaşılmasının doğurabileceği sonuçlar sıralanıyor. Milletin devletten uzaklaşacağı ve devletin ülkeden kopacağı söyleniyor. Kıvanç'ın gülümseten yorumu darbeci zihniyetin kendinden menkul ve özgün devlet yönetme anlayışını ortaya koyuyor: "Burada ülkenin parçalanmasından falan söz edilmiyor, dikkatinizi çekerim, 'devletten kopması' deniyor. Ülkesi "kopmuş" bir devlet nasıl bir bir yaratıktır? Nerede sürdürür hayatını? Yalçın tepelerde gezen yalnız bir kurt mudur nedir?"(Ü.K)

    Kıvanç, son olarak, kitaptaki Nazi hayranlığını alıntılıyor. Bunu toplum hayatını "milli güç"e indirgemenin kaçınılmaz sonucu olduğunu söylüyor. Ve soruyor: "Böyledir de, bunu insanlığı parlamenter demokratik hukuk devleti olduğuna inandırmaya çalışan koskoca bir devletin en üst organı adına doktrinleştirmeye kalkmak nasıl bir cürettir?"

    Makalede dipnotlarda birçok yerde Mustafa Kemal'in söylem ve demeçlerinden örnekler verilerek devletin kuruluş felsefesinin bizatihi bu darbeci, buyurgan anlayış olduğuna dikkat çekilmiş.

    Ümit Kıvanç'ın bu makalesi kinayeli, alaylı üslubuyla çok dikkat çekici. Bir çırpıda okunup bitirilecek bir kitap. Sistemin gerçek niteliğini ortaya koyan pek çok malzeme sunması açısından önemli bir çalışma.

    Cumhuriyet Döneminde Otoriterizmin Sürekliliği

    Ahmet İnsel'in makalesi, Osmanlının son döneminden itibaren tarihi sürecin anlatımıyla başlıyor. Osmanlı sisteminin karşıtı muhaliflerin pozitivizmi benimsediğine işaret ediliyor. Pozitivist ideolojinin tanımladığı toplum, siyaset ve yönetim anlayışının Cumhuriyet dönemine miras kaldığı söyleniyor. Bu süreçte sultanın kutsallığının devlete kaydığı, sonra Mustafa Kemal'in şahsında kişi tapınmasına dönüştüğü anlatılıyor. Nutuk'tan örnek verilerek bu kişi tapınmasının Mustafa Kemal'e rağmen değil, O'nun katkılarıyla oluştuğu gösteriliyor.

    "İç düşman" tanımının Mustafa Kemal'in tüm muhalifleri tasfiyesiyle ortaya konan , egemen siyasal tavrın ana kalıbı olduğu vurgulanıyor.

    Yazı bundan sonra başlıklar halinde devam etmiş.. Öne çıkan vurgular şöyle:

    1950'lere kadar mecliste en büyük grubu asker kökenli milletvekillerinin oluşturduğu belirtilmiş.50 Meclisi'nde bu sayının 3'e düştüğüne dikkat çekilmiş. Bu tarihten sonra ordunun özerk, siyasal-toplumsal bir kutup olarak ortaya çıkmaya başladığı yorumu yapılmış.

    Bizce bunu tersten okumak da mümkün, bu tarihlerden itibaren halkın toplumsal talepleri yüksek sesle dillendirilme imkanı bulabilmiştir.

    27 Mayıs Darbesi'ne dair anlatının ardından darbe sonrası oluşan anayasa "Temel hak ve özgürlükleri anayasa güvencesi altına alan, çok partili demokratik sistemi pekiştiren bir yeni anayasa hazırlanır" şeklinde nitelenmiş.

    Yazıda sağ hükümetlerin darbecilerle işbirliği yaptığı, bundan kendilerine pay çıkarmaya çalıştıkları örneklenmiş. Bu yerinde bir örnekleme fakat, İnsel'in (sol jargonun yaygın bakışı kadar olmasa da) 27 Mayıs'ı keskin bir dille eleştirmediği görülüyor. DP'nin anti-demokratik uygulamaları, ekonomi politikaları, devletin otoriter yapısını değiştirmeyişi eleştiriliyor. Bunun yanında darbe sonrası oluşturulan anayasa, rejimin sürekli bir askeri rejim olarak sürdürülmemiş olması sistemin meziyeti olarak övülüyor.

    İnsel, DP-AP-MHP ve MSP'nin büyük katkılarıyla 80 darbesi öncesi MGK'nın iktidar mevkii haline geldiğini söylemiş. Hiçbir dipnot yada açıklama olmaksızın sistemin tanımı açısından da, kendi pratikleri açısından da farklı bu çizgilerin genellenmesi sorunlu/eksik olmuş .

    Ardından parti yapılanmalarıyla ilgili olarak şu yorum yapılmış: "Türkiye İşçi Partisi dışındaki diğer partiler, kitle partisi değil, kütle partisidirler." "Tüm partiler CHP yapılanmasına benzer ve zamanla onunla uyum gösterirler". (yine TİP hariç tabii)

    İnsel, uzun bir anlatının ardından 28 Şubat'ın iç devlet gücünün siyaseti yönlendirmesinin doruk noktası olduğunu ifade etmiş. Brifing alma yarışına giren sivil toplum kuruluşlarından bahsetmiş. 28 Şubat sürecinde otoriter güçlerin BÇG, kara listeler, boykotlarla siyasi gücün iktidarını neredeyse bir siyasi parti gibi kullandığını söylemiş.

    Burada 28 Şubat için darbe değil "müdahale" denmesi, elli sayfalık uzun metinde yalnız iki kez geçmesi, içeriğine ve yaşananlara dair hiçbir yorum yapılmayışı dikkatimizi çekiyor.

    İnsel "Otoriterizmin Proteryen Boyutu" aşlığı altında Türkiye Cumhuriyeti yapısını değerlendirmiş. Türkiye Cumhuriyeti'nin proteryen olduğunu söylemek güçtür diyor. O'na göre seçimler ve parlamenter rejime atfedilen önem, hukuk devletine yapılan ve genelde paylaşılan vurgu ve Batı dünyasından siyasal-iktisadi kurumlarıyla olan... etkilenme" nedeniyle bunu söylemek yanlıştır." Buradaki proteryen gücün (sivil alanda askeri refleklerin Z.E.) yönettiği bir cumhuriyettir. Yani "proteryen nüfuz cumhuriyeti"dir. Askerlerin zümre/sınıf iktidarına dayanır.12 Eylül'de askeri cuntanın hazırladığı anayasa ile biçimlenen III. Cumhuriyet proteryen güçlerin vesayetidir."

    Bizce bu açıklama "sistemin sahipleri" olduğu gerçeğini yadsıyor. Sistemin sahipleri: pozitivist anlayışa sahip asker ya da sivil, seçkinci laikçi kesimlerdir. Ve iktidarlarını hiç teslim etmediler. Sorun 12 Eylülle başlamamıştır. Sorun değiştirilmesi teklif dahi edilemez yasalarla tesis edilen, halkın taleplerinin iktidarına izin vermeyen sistemin kendisidir. Kutsallaşan yalnız devlet örgütlenmesi değil, milli efsaneler ve "ilerici-aydın" zihinlerdir. Yazar çok partili sistemden bahsediyor ama bu konuları hiç tartışmıyor.

    İnsel, AKP'nin Siyasal İslam'ı terk ettiğini ifade ediyor. Buradaki otoriter reflekslerin ahlaki-kültürel muhafazakârlık ve dinsel motifler içeren milliyetçilik olarak kendini gösterdiğini söylüyor. Ona göre "siyasetin olağanlaşması, istikrarlı bir kapitalist düzenin yerleşmesi Batı ile bütünleşme konusunda bu muhafazakâr çevrenin tutumu, sınıfsal hâkimiyet amaçlı tepeden modernleşme söylemini açıkça ortaya çıkarıyor".

    İnsel makalesini muhtemel gelecek senaryolarının tahliliyle bitiriyor. Ona göre "demokratik modernleşmenin tamamlanması güdülen toplumun yurttaşlar topluluğuna dönüşmesiyle mümkündür. Türkiye toplumu otoriter milliyetçiliği, ulusun türdeşliğini, etnik, kültürel veya dini türdeşlikleri aşabilirse yeni bir cumhuriyetin temellerini atabilecektir. Kadim politikadan çıkmak anlamına gelen bu yol sancılı, heyecanlı ve tehlikeli olacaktır."

    Kitap Ümit Kıvanç ve Ahmet İnsel'in, sistemin kendinden menkul zihniyetini, otoriter yapısının ifşa ettiği hacmi küçük fakat içeriği güçlü bir çalışma.Okunmasını tavsiye ediyoruz.

    Zehra Ergül
    Haksöz-Haber







    Ergenekon’a Gelmeden... Yorumları