Gelecek 50 Yıl   Konuyu açan: alptraum   İlk Mesaj: 02-17-2009 (03:29)   Son Mesaj: 02-17-2009 (03:29)    Cevap: 0    Gösterim: 1230  

    02-17-2009

    Gelecek 50 Yıl

    İsviçre'nin Cern şehrinde bilim tarihinin en büyük deneylerinden biri yapılıyor. Pozitif bilim, ben hala varım ve hayatı kurmaya adayım dercesine, binlerce bilim adamı ve yaklaşık 6 milyar avroyla var gücüyle savaşıyor. Böyle bir gündemde tanıtacağımız kitap, John Brockman'ın editörlüğünü yaptığı "Gelecek 50 Yıl".

    Gelecek kurgusu bir kehanet olma dışında Batı'da hayli rağbet gören bir alan. Futuralizm olarak bilinen gelecekbilim, bugünün bilimsel verilerinden yola çıkarak olası gelecek senaryoları kuruyor. Siyasi, ekonomik alanlara ilgili olduğu kadar psikoloji, fizik ve kimya sahalarını da kullanıyor. Alvin Toffler gibi yazarları takip edenler, konu hakkında az çok fikir sahibi olabilirler. Toffler'in çalışmaları gibi sosyal bir çalışma sahası seçmese de bu kitap da alanında iddialı sayılabilir.

    Yazarların hepsinin pozitif bilim uzmanları olması, kitabı kendi içinde bir paradoksa döndürmüş. Araştırmacılar kısıtlı uzmanlık alanlarından yola çıkarak, çok büyük sorulara cevaplar aramaya kalkışmışlar. Çoğu zaman da üretilemeyen cevaplara yeni kocaman sorular eklemişler. İnanç sahibi herhangi bir din mensubunun çok kolay cevap verebileceği bu sorular, pozitivizm dininin dar, kısıtlı anlam dünyasında içinden çıkılmaz noktalar olarak kalmış. Bunun sebebi akademik miyopluk olabileceği gibi, yazarların aslında imanı zayıf veya olmayan pozitivizm dininin mensupları olması durumu da olabilir. Herhalde her ikisi de söz konusu.

    Kitap genel olarak pozitivist bir gözle yazılmış olsa da, yazarların pozitivizmin esneyeceği ve iddialarının daha mütevazı bir forma döneceği konusunda ortak vurgularından bahsedilebilir. Pozitivist bir dil kullanıyor olması, kitabın bizim için bir kenara atılmasını gerektirmez tabii. Tam tersine, ilgilerimizin oldukça dışında kalan ve fakat modern hayatı kurgulamaya kalkışan öbeklerin nasıl ve neleri hayal ettikleri konusunda oldukça fazla veri sağlayabilir. Gelecek 50 içinde bu kitapta öngörülen hiçbir şey gerçekleşmeyebilir de. Ama bilim dünyası çalışmalarını bir plana bağlamış durumda ve planın büyük bir kısmı bu kitapta bulunuyor.

    NTV yayınlarından çıkan 336 sayfalık kitabın editörlüğünü, John Brockman yapmış. Kitap yirmi beş makaleden oluşuyor. Makale yazarları, biyolog, kimyacı, psikolog, yapay zekâ uzmanı, nörolog, matematikçi, astronom ve teorik fizikçilerden oluşuyor. Her yazar kendi uzmanlık alanlarında, bilimsel gelişmenin hızıyla önümüzdeki 50 yıl içinde ne gibi sonuçlara ulaşılabileceğini kestirmeye çalışıyor.

    Hemen hemen her makalenin dili güzel. Bunda çevirinin de payı vardır mutlaka. Ama okuyucu (en azından benim gibi biri) kitabı eline aldığında, derin bir terminolojik boşlukla karşılaşacaktır. Kuantum fiziğinden, davranışsal genetiğe kadar, bir sürü teknik kavram karşılıyor sizi. Ama biraz sözlük desteği alarak, konu oldukça zevkli bir hale geliyor.

    Kitap iki ana bölümden oluşuyor. Teorik açıdan gelecek ve pratik açıdan gelecek. İlk bölüm, teorik açıdan, daha doğru bir ifadeyle doktrinel açıdan bilimin ve bilim adamının ulaşacağı sosyopsikolojik yeri kestirmeye çalışıyor. Kanaatimce esaslı tartışma burada sürüyor. İkinci bölümde ise bilimsel gelişmenin günlük hayatımıza getireceği yenilikler ele alınmış.

    Kitap, her ne kadar fen bilimleri alanına hitap eden bir form da sunulsa da, bu alanlardaki bilimsel gelişmelerin sosyal, kültürel ve felsefi izdüşümleri de gündeme kaçınılmaz olarak gelmiş. Kitabı değerli kılan en önemli alanın burası olduğunu düşünüyorum. Zira her bilimsel buluş bir teoriyi destekliyor ya da çürütüyor. Bu da bilimci, ahlak, siyaset kavramlarının da içine girdiği felsefi tartışmaları tetikliyor. Bu noktayla alakalı kitabın mahiyeti hakkında kanaat oluşturması açısından kitaptaki makalelerden seçtiğimiz bazı bölümlerini aşağıda aktarıyoruz:

    a) Evren nedir?

    "1900'lerin başında bilim adamları henüz atomun varlığına inanmıyor, Samanyolu galaksisi dışında bir galaksinin varlığından haberdar değiller ve yıldızların nasıl ışık verdiğine dair de en ufak bir fikirleri yoktu. Aradan geçen yüzyıl zarfında bilim adamlarının aradığı sorular yaşadığımız evrenin nasıl oluştuğu ve niteliği etrafında dolaştı. Bugün atomun kodları çözüldü, yıldızlar hakkında çok daha fazla şey biliyoruz. Samanyolu dışında da milyarlarca galaksiden haberdarız. Bu bilgi sıçraması çok büyük oldu ve yeni soruları beraberinde getirdi.

    Büyük patlama neydi?

    Evrenin %80–95 ini oluşturan kara madde ve kara enerji nedir?

    Galaksiler nasıl oluştu?

    Bu sorulara verilecek cevaplar insanoğlunun serüvenine ışık tutmayı amaçlıyor. Gelecek 50 yılda, en azından kuramsal olarak cevaplara yaklaşabileceğiz."

    (Lee Smolin, Evrenin Niteliğinin Geleceği, s:7)

    b) Evrende yalnız mıyız?

    "Bilimin ulaşabildiği bu noktada daha kozmik olabilecek sorular da bizi beklemektedir. Bunlardan belki de en önemlisi, "Evrende yalnız mıyız?" sorusudur.

    2050 yılına kadar belki evrenin hammaddesi ve boyutları hakkında çok geniş bilgiler elde edebiliriz. Ama hayatın başlaması başlı başına kozmik bir bilmece olarak karşımızda duruyor. Bizim dışımızda bir hayatın var olma şansı bizimkine eşittir. Eğer basit bir hayat varsa bile, bu hayatın zeki, düşünebilen bir evrimi yaşayabilme şansı ne kadardır? Bu amaçla ABD başta olmak üzere birçok ülkede bilim adamı uzaydan sinyal bekliyor. En küçük bir sinyal bile bir şeylerin başlangıcı olabilir.

    Kozmik panaromamız 10 milyar ışık yılı uzaktaki galaksilere kadar uzandı (bir ışık saniyesinin 300.000 km olduğunu hatırlatırım. AMK) ve kozmik tarih de "başlangıç" ın birinci saniyesinin izlerini bulabildi. Ama evren daha ne kadar büyük? "Başlangıç"ı ilk tetikleyen ne? Gelecek 50 yılda bu sorulara cevap aramanın yersiz olacağını ve bilim adamlarının yerini felsefecilere bırakacağını düşünüyorum. Çünkü esas soru metafizik alanına girer:

    "Herhangi bir şey niçin var oldu?" "Niçin hiçlik yerine bir evren var?" (Marksist bakış açısı bu soruya postulat yani ön/temel kabul diyor ve geçiyor. AMK) "

    (Martin Rees, Kozmolojik müşküller: Evrende Yalnız mıyız ve Evrenin Neresindeyiz? s:23)

    c) Hayat nedir?

    "Genetik ve moleküler biyolojinin altın çağını yaşadığı günümüzde, bu sorunun cevabını bildiğimiz düşünülebilir. Oysa bu henüz cevaplanmamış bir sorudur. Bağımsız bir varlığa sahip olan hücreyi "canlı" kılan ve diğerlerinden ayıran şey nedir? İşin özü hala gizemini koruyor.

    Darwin, evrimi ortaya atarken bir ön uyarlama ile maymundan insana doğru çizgiyi benimsedi. İşte size bir bilmece: Olası ön uyarlamaları önceden sıralayabilir misiniz? Bu soruya cevap verebileni daha görmedik.

    Günümüzden 23, 25 milyon yıl önce bir sincap yaşadı. Adı, Gertrude. Bu zavallının geçirdiği bir mutasyondan dolayı her biri dirseğinden bileklerine kadar olan çift katlı bir postu vardı. Bu çirkin görüntüsü yüzünden kimse onunla konuşmuyor ya da dost olmuyordu. Gertrude bir gün bir çam ağacının üzerinde dertli dertli düşünürken, pençelerini açmış bir baykuşun son hızla kendisini kapmak için uçtuğunu gördü. O kadar korktu ki "ciyaaaaaak" diyerek kendini boşluğa bıraktı. Korkudan kollarını açmıştı ki, uçabildiğini fark etti. Artık ailenin en popüler sincabı olmuştu.

    Şimdi, Gertrude'nin iki kanatlı postunun o gün kanat işlevi göreceğini önceden söyleyebilir miydiniz? Belki. Ama ben önümüzdeki 50 yıl içinde hayat ve evrim hakkında çok şey öğrensek de bu ön uyarlamanın önceden kesinlikle bilinemeyeceği düşüncesindeyim. Hayatı hayretle izleyecek ama neler olup biteceğini önceden söyleyemeyeceğiz."

    (Stuart Kaufman, Hayat nedir? s: 143)

    d) Daha mutlu olacak mıyız?

    "Genetik alanındaki çalışmaların artması ve varılan nokta bu alana olan eğilimin daha da artacağına işaret sayılabilir. Birçok bilim adamı "tasarlanmış bebekler çağı"nın yakında başlayacağını söylüyor. Sözgelimi anne ve babalar daha güzel, zeki ve hırslı çocuklara sahip olmak isteyecekler. Bu zamanla bir soy ıslahına dönüşebilir mi?

    Daha temel bir mesele: Eğer insan genomuyla oynamayı başarabilirsek, tek örnekliliği mi, yoksa çok örnekliliği mi esas alacağız? Herkes zeki, güzel, hırslı ve başarılı çocuklara sahip olmak isteyeceği için tek örneklilik yönünde baskı büyük olacaktır. Nihayetinde çeşitlilik risk demek olacaktır. Peki, neden bu ideal modelleri isteriz? Eğitim, para, güzellik ve aracılığıyla elde etmek istediğimiz nedir? Cevap: Mutluluk.

    Oysa davranışsal genetikçilere göre mutluluğun en az yüzde ellisi genetik yollardan geçiyor. Öyle ya eğer genetik oyunlarla mutlu olabileceksek, güzel ya da akıllı olmaya ve dahası para kazanma hırslarımıza da ihtiyaç olmayacaktır. Peki, bu insanlık için iyi bir şey mi olacak? Toplum ve canlılar böyle bir kurgudan kazançlı çıkabilirler mi?"

    (Mihaly Csikszentmihalyi, Mutluluğun geleceği, s: 107)

    e) Beyin naklinin sınırları

    "Günümüzde sadece aynı türün bireyleri arasında değil, türler arası da beyin dokusu nakledebiliyoruz. Parkinson hastası 70 yaşında bir adama, bir domuzun beyninden alınan parça eklendi. Adam domuza ait hiçbir emare göstermeksizin, golf oynamaya başladı. Önümüzdeki 50 yıl bu anlamda bir devrim yaratacak.

    Organ nakilleri içinde konu beyin olunca, sosyal ve psikolojik bir takım sorularla karşılaşırız. "Eğer kolumu kesersem 'ben ve kolum' derim. Peki, ama eğer başımı kesersem 'ben ve başım' mı derim, yoksa 'ben ve bedenim' mi?" Daha somutlaşalım. Ünlü Gage vakasını. Eskiden çalışkan ve saygılı olan Gage'in beyninin alın kısmı bir kazada hasara uğramış ve bu zedelenme onu adalet duygusundan yoksun bir kişiliğe dönüştürmüştü. Bu olay bize fiziksel müdahalelerle karakter değişimlerinin olabileceği işaretlerini verdi. Bu durum bize bilimcilerin yaptıkları çalışmalarda potansiyel etik sonuçları kavramaları ve radikal bilimsel sıçramaları arasında geçen tartışmalarla dolu bir geleceğin haberini veriyor."

    (Marc D. Hauser, Değiştokuş Edilebilir Zihinler, s:59)

    f) Kültürümüz nasıl olacak?

    "Apaçık bir geçek var ki, bugün bilim, teknoloji ve kapitalizm çok iyi bir uyum içindeler. Ulaştığımız bilimsel seviye ile bütün insanları açlık ve yoksulluktan kurtaracak imkânlara gerçekten sahibiz. Gelgelelim işler pek öyle öngörüldüğü gibi gitmiyor. Açlık ve yoksulluk giderek yayılıyor, doğal ve tarımsal alanlar gittikçe artan bir hızla tahrip oluyor. İçinde bulunduğumuz küresel felaket bizi yeniden bir karanlık çağa itebilir. Bu bizi ortodoks bilimimizin tezleri hakkında tekrar düşünmeye sevk etmeli.

    Pozitif bilimimiz ısrarla kozmosun esası olan madde/enerjinin, cansız yani her türlü sezgiden yoksun olduğunu belirtir. Oysa duygularımız ya da bilincimiz duyguların en ufak bir izini taşımayan bir maddeden doğar. (Materyalist Engels, buna maddenin diyalektik olarak bir üst hale sıçraması diyor. Ama bu tespit bu sorunun niçin sadece insanda olduğunu ve nasıl olduğunu cevaplayamıyor. AMK) Bu mucizevî bir şey. Nasıl oluyor da üzeri bir deri parçasıyla kaplı bir madde olan beynim, diğer bir madde olan mini fırınımla etkileşime girebiliyor? Bu niteliksel bir meseledir.

    Niceliklere bağlı bilimimiz bize bütün gezegenimizin ihtiyaçlarını sağlayacak kadar mal üretti. Ama bizi dünya genelinde hızla gerileyen bir nitelikle baş başa bıraktı. Gelecek 50 yıl, bu niteliksel bilim çalışmalarının öne çıkacağı bir dönem olmalıdır."

    (Brian Goodwin, Kültürün Gölgesinde, s:47)





    Ahmet Murat Kaya / Haksöz-Haber







    Gelecek 50 Yıl Yorumları