MUHAKEME.NET FORUMU

MUHAKEME.NET FORUMU (https://www.muhakeme.net/forum/)
-   Islam Tarihi (https://www.muhakeme.net/forum/islam-tarihi/)
-   -   Büyük Islam Tarihi (https://www.muhakeme.net/forum/islam-tarihi/9050-buyuk-islam-tarihi.html)

Sarax 09-14-2008 15:51

OSMANLI TARIHI KRONOLOJISI

1299-1924

1299-1300
Osmanlı tarihinin başlaması

1299
İlk müzik olayı (Selçuklu sultanınca Osman Bey'e Beylik alameti olarak gönderilen tabl-u alem (davul ve sancak)

1302
Osman Gazi'nin Koyunhisarı Zaferi

1302
III. Alaeddin Keykubad'ın ölümü

1312
Mevlevilik tarikatını kuran Sultan Veled'in ölümü

1317
Gülşehri'nin, kendisinden sonraki tercümelere öncülük eden Mantıku't-tayr'ı Ferideddin el-Attar'ın aynı adlı eserini tercüme etmesi

1320
Türk edebiyatında bilinen ilk divana sahip Yunus Emre'nin ölümü

1324
Orhan Gazi'nin tahta geçişi

1326
Bursa'nın fethi

1330
Aşık Paşa'nın Garib-name'yi telif tarihi

1331
İznik'in fethi

1331
İlk Osmanlı medresesinin İznik'te Orhan Gazi tarafından kurulması

1334
Karesi Beyliği'nin ilhakı

1337
Kocaeli bölgesinin alınışı

1346
Orhan Gazi'nin Kantakuzenos'un kızı ile evliliği ve Bizans ile ittifakı

1349-1352
Bizans'a yardım için Süleyman Paşa'nın Rumeli'ye geçişi ve Çimpi Kalesinin üs olarak alınışı

1350
Davud B. Mahmud el-Kayseri'nin ölümü

1352
Osmanlılar'ın Cenevizliler'e Osmanlı topraklarında serbest ticaret yapma imtiyazı vermeleri

1354
Gelibolu'nun fethi

1361
İlk müzikli spor gösterisi (Edirne Kırkpınar yağlı güreşleri)

1362
Orhan Gazi'nin vefatı ve I. Murat'ın tahta çıkışı

1362
Kadıaskerliğin teşkili

1363
Pençik Kanununun çıkışı

1366
Gelibolu'nun elden çıkışı

1371
Çirmen Zaferi

1376
Bulgar Krallığı'nın Osmanlı hakimiyetini kabulü

1377
Gelibolu'nun Osmanlılar'a iadesi

1385-1386
Niş ve Sofya'nın alınışı

1388
Ploşnik bozgunu ve Balkan ittifakının teşekkülü

1389
I. Kosova Zaferi

1389
I. Murat'ın şehadeti, Yıldırım Bayezid'in tahta cülusu

1390
Aydın-Saruhan-Germiyan-Menteşe beyliklerinin ilhakı

1390
Karaman Seferi, Konya'nın muhasarası

1390
Gelibolu tersanesi'nin inşası

1391
İstanbul'un ilk muhasarası

1393
Mahkeme Rüsumunun ilk ihdası

1396
Niğbolu Zaferi

1397-1398
Akçay Zaferi ve Karaman ülkesinin Osmanlı hakimiyetini kabulü

1398
Kadı Burhaneddin'in ölümü.

1398
Karadeniz beyliklerinin ilhakı

1400
İlk musiki nazariyatı eseri (Kırşehirli Yusuf B. Nizameddin'in Kitabu'l Edvar'ı)

1400
Bursa'da I. Bayezid tarafından Ulu Cami'nin yaptırılması; İlk Osmanlı Darü'ş-şifa'sının Yıldırım Bayezid tarafından inşa edilmesi

1402
Ankara bozgunu ve Yıldırım Bayezid'in esareti

1402-1413
Fetret Devri, iç karışıklıklar

1409
Süleyman Çelebi tarafından Türk Edebiyatı'nda ilk mevlid örneği olan Vesiletü'n-Necat adlı eserin yazılışı; İlk besteli dini eser (Süleyman Çelebi'nin Mevlid'i)

1411
Çelebi Mehmed'in tahta çıkışı

1413
I. Mehmed'in duruma hakim olup devleti yeniden kuruşu

1413
(Celaleddin Hızır) Hacı Paşa'nın ölümü

1416
Osmanlı-Venedik Deniz Muhaberesi ve Sulhü, Şeyh Bedreddin isyanı

1416
Macar Seferi

1417
Avlonya'nın fethi

1418
Makam teriminin ilk kullanılışı (A. Meragi'nin Makasıdu'l-elhan'ında)

1418-1420
Samsun bölgesinin zaptı

1419-1424
Bursa'da Hacı İvaz'a I. Mehmed tarafından Yeşil Külliye'nin yaptırılması

1421
Çelebi Mehmed'in ölümü ve II. Murad'ın cülusu

1421-1451
İlk resmi musiki çevresi (II. Murad Sarayı)

1422
Mustafa Çelebi'nin (Düzme) bertarafı

1425
Molla Fenarı'nın ilk Şeyhülislam olarak tayini

1425-1426
İzmir Beyi Cüneyd'in idamı

1425-1426
Teke Beyliği'nin intikali

1427-1428
Germiyan Beyliği'nin intikali

1429
Manyasoğlu Murad tarafından Türk edebiyatında Seyf Serayi'den sonra Anadolu Türk edebiyatı sahasında ilk Gülistan tercümesinin yapılışı

1429
Şeyh Hamdullah'ın Amasya'da doğuşu

1430
İlk iki Türkçe musiki kitabı (Hızır B. Abdullah'ın Edvar'ı ve Bedr-ı Dilşad'ın Muradname'sindeki musiki bölümü)

1430
Selanik'in fethi

1430-1431
Şemsüddin Muhammed B. Hamza el-Fenari'nin ölümü

1431-1432
Kadızade, Salahaddin Musa b. el-Kadi Mahmud el-Bursavi el-Rumi'nin ölümü

1432
Fatih Sultan Mehmed'in doğumu

1434
Edirne'de II. Murad tarafından Muradiye Camii'nin yaptırılması

1436
Muiniddin B. Mustafa tarafından II. Murad'ın isteğiyle ilk Mesnevi tercümesi olan Mesnevi-i Muradiyye adlı eserin yazılışı

1437
Ömer bin Mezid tarafından ilk nazire mecmuasının derlenişi

1439
Semendire'nin alınışı

1440
Osmanlı musiki çalgıları üzerine ilk notlar (Ahmedoğlu Şükrullah)

1440
Başarısız Belgrad kuşatması

1444
Segedin Sulhü

1444
II. Murat'ın tahttan çekilişi, II. Mehmed'in cülusu ve Varna zaferi

1445
II. Mehmed'in tahttan çekilişi ve II. Murad'ın ikinci defa cülusu

1447
Edirne'de II. Murad tarafından Üç Şerefeli Camii'nin yaptırılması

1448
II. Kosova Zaferi

1451
II. Murad'ın ölümü ve II. Mehmed'in ikinci defa cülusu

1451-1512
Geçiş devri. Fatih Sultan Mehmed ve II. Bayezid devri

1453
İstanbul'un fethi

1453
Ayasofya'nın camiye çevrilmesi

1454
İlk Devlet Musiki Okulu (Enderun'un müzik bölümü)

1458-1460
Mora'nın ele geçirilişi

1461
Trabzon Rum İmparatorluğu'nun sonu

1461
Candaroğulları'nın ilhakı

1463
Osmanlı-Venedik Savaşı'nın başlaması

1463-1470
İstanbul'da Fatih Külliyesi'nin inşaası

1466
II. Mehmed'in Arnavut seferi

1468
Karamanoğulları'nın sonu

1468
II. Mehmed tarafından İstanbul'da Topkapı Sarayı'nın tesisi

1469
Ahmed Karahisarı'nın Afyonkarahisar'da doğuşu

1470
Eğriboz'un alınışı

1471
Fatih Külliyesinin açılışı

1472
Topkapı Sarayının inşası

1473
Otlukbeli Zaferi : Osmanlı Akkoyunlu mücadelesi

1474
Ali Kuşçu'nun ölümü

1475
Kırım'ın Osmanlı tabiiyetine girişi

1476
Boğdan seferi ve zaferi

1478
Fatih tarafından ilk altın paranın darbettirilmesi

1478
Şerafeddin Sabuncuoğlu'nun ölümü

1479
Osmanlı-Venedik Sulhü ile Fatih'in Venedikliler'e Trabzon ve Kefe'de ticaret yapma hakkı tanıyan ahidname vermesi

1480
Otranto'ya çıkış ve başarısız Rodos kuşatması

1480
Kadıaskerliğin Rumeli ve Anadolu olarak ikiye ayrılması

1481
II. Mehmed'in vefatı ve II. Bayezid'in tahta çıkışı

1481
100 dirhem gümüşten 400 akçe kesilmesi

1481
Şeyh Hamdullah'ın İstanbul'a gelişi

1482
Cem Sultan'ın mağlubiyeti, Rodos'a ilticası

1483
Morova Seferi ve Hersek'in ilhakı

1484
Boğdan Seferi

1484
Kili ve Akkirman'ın fethi

1484-1488
Edirne'de Hayreddin'in II. Bayezid'in Külliyesi'ni inşası

1485
Osmanlı-Memlük mücadelesinin başlaması

1485
Şeyh Hamdullah'ın aklam-ı sitte'de kendi üslubunu buluşu

1486
Musiki ile tedavi yapan ilk devlet hastanesi (Edirne, II. Bayezid Külliyesi Şifahanesi)

1488
Hocazade, Muslihiddin Mustafa B. Yusuf B. Salih el-Bursavi'nin ölümü

1488
Sultan II. Bayezid tarafından Edirne'de Bayezid Darü'ş-şifası'nın yapımı

1489
Memlüklere karşı toprak kaybı

1491
Osmanlı-Memlük Barışı

1492
Macar Seferi

1492
İspanya'dan çıkarılan Yahudiler'in de Osmanlı Devleti'nin himayesine girmesi

1494
Nakibüleşraflığın yeniden ve devamlı olarak teşkili

1494
Çin bulutu motifinin tezhib'de ilk kullanılışı

1495
Macarlarla mütareke, Cem Sultan'ın ölümü, Şehzade Süleyman'ın doğumu

1497
İlk Rus elçisinin İstanbul'a gelişi

1498
Lehistan Seferleri

1499
Venedik Harbi

1499
İnebahtı'nın alınışı

1499
Preveze baskını

15??
İlk mevlevi ayinleri (Pençgah, Dügah ve Hüseyni makamlarında üç beste-i kadim)

1500
Modon, Navarin ve Koron'un alınışı

1500-1505
İstanbul'da Yakub Şah B. Sultan Şah'ın II. Bayezid'in Külliyesi'ni inşası

1502
Venedikle sulh

1503
Anadolu sahasında ilk hamse sahibi Akşemseddinzade Hamdullah Hamdi'nin ölümü

1505
Bayezid Külliyesi'nin açılışı

1509
İstanbul'da kıyamet-ı suğra (küçük kıyamet) zelzelesi

1511
Şahkulu Baba Tekeli isyanı, Şehzade Selim Hareketi

1512
II. Bayezid'in tahttan çekilişi, I. Selim'in cülusu

1512
Anadolu Türk edebiyatında ilk Şehrengiz örneğini yazan Mesihi'nin ölümü; Selim döneminden I. Ahmed dönemine kadar olan dönemi ihtiva eden devre.

1514
Çaldıran Zaferi, Tebriz'e giriş

1514
Şahkulu'nun Yavuz Sultan Selim'in Tebriz'i işgaliyle Amasya'ya sürgün gönderilişi

1514
Çaldıran Zaferi, Tebriz'e giriş

1516
Mısır Seferi ve Mercidabık Zaferi

1517
Ridaniye Zaferi ve Kahire'ye giriş

1517
Haremeyn'in himaye altına alınması

1517
Haliç'te tersane yapımının tamamlanması

1517
Piri Reis'in Mısır'da Sultan Selim'e ilk dünya haritasını sunması

1519
Celali isyanı

1519
Cezayir'in iltihakı

1520
I. Selim'in vefatı, I. Süleyman'ın cülusu

1520
Şeyh Hamdullah'ın İstanbul'da vefatı; Şahkulu'nun İstabul'a gelip Ehl-i Hiref teşkilatına girişi; Hattat Şeyh Hamdullah'ın vefatı

1520-1550
Şahkulu'nun nakkaşhanede faaliyet göstermesi

1521
Belgrad'ın fethi

1521
Piri Reis'in Kitab-ı Bahriye adındaki eserini hazırlaması

1522
Kanuni Sultan Süleyman'ın validesi, Yavuz Sultan Selim'in eşi Ayşe Hafsa Sultan tarafından Manisa'da bimaristan inşa edilmesi

1522
Rodos adasının ilhakı

1524
Mısır'da Hain Ahmed Paşa isyanı

1524
Ahi Çelebi, Ahmed (Mehmed) Çelebi B. Kemal el-Tebrizi'nin ölümü

1525
Yeniçeri isyanı

1525
İlk Fransız elçisi İstanbul'da

1525
Şeyhülislam Zembili Ali Efendi'nin ölümü

1525
Mirim Çelebi, Mahmud B. Muhammed B. Muhammed B. Musa Kadızade'nin ölümü

1526
Mohaç Zaferi

1526
Ahmed Karahisari'nin İstanbul'da vefatı

1527
Bosna'nın fethi'nin tamamlanması

1528
Piri Reis'in Kanuni Sultan Süleyman'a ikinci dünya haritasını takdim etmesi

1528
Nizameddin Abdülali B. Muhammed B. Hüseyin el-Bircendi'nin ölümü

1529
Viyana kuşatması, Budin'in istirdadı, Barbaros'un Marsilya'ya çıkması

1530-1540
Divan-ı Selimi'nin yazılması

1530-1560
Nasuh'un tarihçi, hattat ve ressam olarak faaliyet göstermesi

1530-1588
Sinan'ın imparatorluğun baş mimarı olarak faaliyet göstermesi

1532
Alaman Seferi

1533-1534
Barbaros'un Osmanlı hizmetine girişi ve Cezayir beylerbeyliğine tayini

1534
Irakeyn seferinin açılışı, Tebriz'e ikinci defa giriş ve Bağdat'ın alınışı

1534
Şeyhülislam İbn-i Kemal'in ölümü

1536
Fransızlara kendi bayrakları ile Osmanlı limanlarında ticaret hakkı veren ahidname verilmesi

1536
Veziriazam İbrahim Paşa'nın idamı

1537
Körsof - Avlonya seferi

1538
Preveze Zaferi

1538
Hadım Süleyman Paşa'nın Hint Seferi

1540
Venedik ahidnamesindeki Karadeniz'de ticaret imtiyazının kaldırılması

1540-1560
Kara Memi'nin nakkaşhanede faaliyet göstermesi

1541
Budin'in kati olarak ilhakı ve beylerbeyiği olması

1543
Estergon'un ve İstolni Belgrad'ın fethi

1543
Batı musikisiyle ilk resmi temas (I. François'nın Kanuni'ye gönderdiği saray orkestrası)

1547
Osmanlı-Habsburg Sulhü

1547
Avusturyalılar'a Osmanlı topraklarında emn ü aman üzere ticaret yapma hakkının tanınması

1547
San'a'nın fethi

1548
İkinci İran seferi

1550
Süleymaniye Külliyesi'nin inşaası

1551
Trablusgarb'ın fethi

1552
Piri Reis'in Portekizlilere karşı seferi

1553
Piri Reis'in ölümü

1553-1554
Turgud Reis'in Akdeniz seferi

1553-1554
Nahcıvan Seferi

1555
İlk Osmanlı-İran antlaşması : Amasya Müsalahası

1556
Şankulu'nun vefatı; Kara Memi'nin saray nakkaşhanesine Sernakkaş oluşu; Hattat Ahmed Karahisari'nin vefatı

1557
Dokuzuncu Akdeniz seferi, Fas'ın fethi

1557
Süleymaniye külliyesinin açılışı

1558
Şakayık-ı Nu'maniye telifi

1558
Arifi'nin Süleyman-name'sinin tamamlanması

1559
Şehzade Bayezid ile Selim'in Konya Savaşı ve Bayezid'in yenilerek İran'a sığınması

1560
Cerbe'nin alınışı

1560-1600
Osman'ın Nakkaşhanede faaliyet göstermesi

1561
Taşköprüzade'nin ölümü

1562
Osmanlı-Habsburg Sulhü

1563
Seydi Ali Reis, Ali B. Hüseyin el-Katibi'nin ölümü

1565
Başarısız Malta kuşatması

1565
100 dirhem gümüşten 450 akçe kesilmesi

1566
Kanuni Sultan Süleyman'ın son seferi : Sigetvar ve Sultanın vefatı, II. Selim'in cülusu

1567
Yemen isyanı

1568
Davud el-Antaki'nin Tezkire adlı eserini telif etmesi

1569
Astarhan seferi

1569
Kaptan Kurdıoğlu Hızır Beyin Sumatra seferi

1569-1595
Lokman'ın şehnameci olarak vazife görmesi

1571
Kıbrıs fethinin ikmali

1571
İnebahtı hezimeti

1571
Mustafa B. Ali el-Muvakkit'in ölümü; Takiyyüddin'in müneccimbaşılığa tayin edilmesi

1574
Buğday Zaferi

1574
Tunus'un fethi

1574
Selimiye'nin açılışı

1574
II. Selim'in vefatı ve III. Murad'ın cülusu

1575
Münşeat'üs-Selatın'in III. Murad'a takdimi

1575
Edirne'de Sinan eliyle II. Selim için Selimiye Camii'nin inşası

1577
Takiyüddin'in gözlemlerine 1577'de de kısmen tamamlanan Daru'r-Rasadü'l-Cedid'de (İstanbul Rasathanesi) devam etmesi

1578
Osmanlı-İran Savaşı'nın başlaması

1578
Fas'ta el-Kasrü'l-kebir Zaferi

1578
Kafkaslarda hareket

1580
İlk İngiliz ahidnamesinin verilişi

22 Ocak 1580
İstanbul Rasadhanesi'nin yıktırılması

18 Kasım 1583
Cizvitlerin Galata'daki Saint Benoit Kilisesi'ne yerleşerek burada St. Benoit mektebini açmaları

1583
Meşale Zaferi

1584-1588
Lokman'ın iki ciltlik Hüner-name'sinin tamamlanması

1585
Tebriz'in alınışı

1585
Takiyüddin el-Rasıd'ın ölümü

1586
İlk Sikke tashihi

1587
Gürcistan harekatı

1588
Gence seferi

1588
Resm-i tashih-i sikke konulması

1588-1606
Bosnalı Mehmed'in saraydaki kuyumcuların (zergeran bölüğünün) başı olarak vazife görmesi

1589
İkinci sikke tashihi

1590
Osmanlı-İran Antlaşması

1590
Yeniçerilerin et ihtiyaçlarını karşılamak üzere gümrük resmine "zarar-ı kassabiye" adıyla %1 oranında ilave yapılması

1593
Osmanlı-Habsburg Savaşları

1595
Estergon'un düşüşü

1595
III.Murad'ın vefatı, III. Mehmed'in cülusu

1596
Eğri Kalesi'nin alınışı ve Haçova Zaferi

1598-1663
Davud ve Mehmed Ağalar tarafından İstanbul'da valide sultanlar için Yeni Camii'nin inşası

1599
Osmanlı sarayında ilk Batı müziği aleti (Elizabeth I.'in IV. Mehmed'e gönderdiği org); Davud el-Antaki'nin ölümü

1600
Sikke tashihi

1601
Kanije Zaferi

1601
İngiliz tüccarının ödeyeceği gümrük resminin %3'e indirileceğinin ahidnameye derci

1603
Osmanı-İran Savaşı'nın başlaması

1603
III. Mehmed'in vefatı, I. Ahmed'in cülusu

1603-1703
I. Ahmed döneminden III. Ahmed dönemine kadar olan dönemi ihtiva eden devre

1607
Asi Canbolatoğlu ve Maanoğlu'nun Oruç ovasında bozguna uğratılması

1609-1610
Celali tenkili için Kuyucu Murad Paşa Anadolu'da

1612
Osmanlı-İran Antlaşması

1612
Hollandalılara ahidname verilmesi

1613
Ömer B. Ahmed el-Ma'I el-Çulli'nin ölümü

1614
Ali B. Veli B. Hamza el-Mağribi'nin ölümü

1615
İran Savaşı'nın yeniden başlaması

1615
Revan Seferi

1617
I. Mustafa'nın cülusu

1617
İstanbul'da Mehmed Ağa tarafından Sultan Ahmed Camii'nin inşası

1618
I. Mustafa'nın hal'I ve II. Osman'ın cülusu

1618
Sikke tashihi

1621
II. Osman'ın Lehistan seferine çıkışı (Hotin seferi)

1622
II. Osman'ın katli ve I. Mustafa'nın yeniden tahta çıkışı

1623
I. Mustafa'nın tahttan indirilip IV. Murad'ın cülusu

1624
Sikke tashihi

1629
Cizvitler tarafından, 1629'da İstanbul'da "Saint Georges" Fransız okulu ile yine "St. Louis Dil Oğlanlar Mektebi"nin kurulması

1634
İlk Şeyhülislam katli (Ahizade Hüseyin Efendi)

1635
IV. Murad'ın Revan seferine çıkışı

1638
Bağdat Seferi ve Bağdat'ın alınışı

1638
Hekimbaşı Emir Çelebi'nin ölümü

1639
Osmanlı-İran sulhü : Kasrışirin Antlaşması

1640
IV. Murad'ın ölümü, İbrahim'in tahta çıkışı, sikke tashihi

1642
Hafız Osman'ın İstanbul'da doğuşu

1642-1698
Hattat Hafız Osman

1645
Girit seferinin açılışı, Hanya'nın alınışı

1648
İbrahim'in hal'ı, IV. Mehmed'in cülusu

1648
Kandiye kuşatması

1650
Osmanlı musikisi eserlerinin ilk notalı tesbiti (Ali Ufki'nin eseri)

1656
Çanakkale Boğazı'nın Venedik ablukası altına alınması

1656
Çınar Vak'ası

1656
Köprülüler devrinin başlaması

1658
Katip Çelebi'nin ölümü

1660
Varad Kalesi'nin alınışı

1663
Uyvar seferi, Uyvar'ın fethi

1664
St. Gotthard bozgunu ve Vasvar Antlaşması

1666
Türk Divan edebiyatında sebk-ı Hindi'nin öncülerinden Naili'nin ölümü

1669
Kandiye'nin alınışı, Girit'in tamamıyla Osmanlı hakimiyetine girişi

1670
Hekimbaşı Salih B. Nasrullah B. Sellüm'ün ölümü

1672
Lehistan seferi, Kamaniçe'nin alınışı

1672
Bucaş Antlaşması

1673
Fransız tüccarının ödediği gümrük resminin %3'e indirilmesi

1676
Osmanlı-Lehistan sulhü : Zorawna Antlaşması

1678
Ukrayna'da Çehrin seferi

1678
Hafız Osman'ın kendi üslubunu gerçekleştirmesi

1680
Mehter etkisinde ilk Batı müziği eseri (N. A. Strungk'un Esther operası)

1682
Osmanlı-Rus Antlaşması

1682
Seyahatname'nin yazarı Evliya Çelebi'nin ölümü

1683
II. Viyana kuşatması ve büyük bozgun

1683
Ebu Abdullah Muhammed b. Süleyman el-Fasi b. Tahir; el-Rıdvani'nin ölümü

1685
Uyvar'ın elden çıkışı

1685
Saraydaki altın ve gümüşten sikke basımı

1686
Budin'in düşüşü

1687
IV. Mehmed'in tahttan indirilmesi, II. Süleyman'ın cülusu

1687
Eğri kalesinin düşüşü

1687
Bir akçe itibarı değerli "mankur" un piyasaya çıkarılması

1688
Belgrad'ın elden çıkışı

1690
Kanije kalesinin düşüşü

1690
Belgrad'ın geri alınışı

1690
Fransızların Mısır'da ödediği gümrük resminin %3 olarak tesbiti

1691
Ebu Bekr Behram b. Abdullah el-Dımaski'nin ölümü

1691
II. Ahmed'in tahta çıkışı

1691
Salankamen bozgunu

1691
Enflasyonu körüklediği için mankur darbının yasaklanması

1695
II. Ahmed'in ölümü

1695
II. Mustafa'nın cülusu, Malikane sisteminin uygulanmaya başlanması

1697
Zenta bozgunu

1698
Şehremini Baruthanesi yangını

1698
Hafız Osman'ın İstanbul'da vefatı

1699
Karlofça Antlaşmasının imzalanması

1700
Ruslar'la İstanbul Antlaşması'nın imzalanması

1702
İskender Çelebi Bahçesi'ndeki (bugünkü Ataköy) yeni baruthanenin faaliyete geçmesi

1702
Müneccimbaşı Ahmed Dede b. Lütfullah'ın ölümü

1702
İstanbul çuka imalathanesinin faaliyetinin durdurulması

1703
Edirne Vak'ası

1703
III. Ahmed'in tahta çıkışı

1703
"Tuğralı" altın paranın piyasaya çıkarılması

1708
İstanbul'da Selanikli ustaların çalıştığı çuka imalathanesinin kurulması

1709
Tersane içinde bir "lengerhane" yapımı

1711
Prut Zaferi ve Barışı

1711
Rıdvan b. Abdullah el-Razzaz el-Feleke'nin ölümü

1713
"Zincir" altının çıkarılması

1715
Venedik'e savaş açılması ve Mora Seferi

1716
Osmanlı-Avusturya Savaşı, Varadin bozgunu, Temaşvar'ın elden çıkışı

1716
"Fındık" altınının piyasaya çıkarılması

1718
Pasarofça Antlaşması

1718
Valilerin sefer masraflarını karşılamak üzere "imdadiyye-i seferiyye" toplamalarının kabulü

1718-1730
İlk bestekarlar antolojisi (Şeyhülislam Es'ad Efendi'nin Nevşehirli İbrahim Paşa'ya sunduğu Atrabu'l Asar'ı)

1720
İstanbul'da devlet tarafından bir ipekli imalathanesinin kurulması

1720
Batıya hediye gönderilen ilk mehter takımı (III. Ahmed tarafından Lehistan'a)

1720
III. Ahmed için tasvirleri Levni tarafından yapılan Surname-i Vehbi

1721
Çelebi Mehmed Efendi'nin sefaret vazifesiyle Fransa'ya gidişi

1723
İran seferinin üç cepheli olarak açılışı

1724-1725
Azerbaycan harekatı, Tebriz ve Cence'nin alınışı

1726
İbrahim Müteferikka tarafından ilk Türk matbaasının kuruluşu

1727-1839
Türk matbaasının kuruluşu ve yeni unsurlar devresi

1729
"Zer-i mahbub" adıyla yeni bir altının piyasaya sürülmesi

1729
Cevheri'nin Lügat-ı Sıhah'ının Vankulu tarafından yapılan tercümesinin matbaada basılan ilk kitap olması

1730
Yanyalı Mehmed Esad b. Ali b. Osman'ın ölümü

1730
Patrona Halil isyanı, III. Ahmed'in hal'i, I. Mahmud'un cülusu

1732
Osmanlı-İran barışı

1733
İran Savaşı'nın hızlanması, Nadir Şah'ın başarıları

1733
Kefe Mukataası'nın İstanbul Mukataası Kalemi ile birleştirilmesi

1735
Bonneval Ahmed Paşa (Comte de Bonneval) nezaretinde Humbaracı Ocağı'nın kurulması

1736
Osmanlı-Avusturya-Rus Savaşları

1736
Abdullah b. Ebi Bekr b. Süleyman el-Maraşi'nin ölümü

1739
Belgrad Antlaşması

1739
Rus tüccarlarına Karadeniz hariç olmak üzere, Osmanlı suları ve topraklarında ticaret hakkı tanınması

1742
Ömer Şifai'nin ölümü

1743
Osmanlı-İran Savaşı'nın yeniden hızlanması

1745
Matbaanın kurucusu İbrahim Müteferrika'nın ölümü

1746
Osmanlı-İran barışı

1747
Humbaracıbaşı Bonneval Ahmed Paşa'nın ölümü

1748
Avlonya ve Eğriboz mukataalarının Bursa Mukataası Kalemi'ne katılması

1748-1755
İstanbul'da I. Mahmud ve III. Osman tarafından Nuruosmaniye Camii'nin inşa ettirilmesi

1751
Osmanlı musikisi üzerine Batıda yazılan ilk eser (Charles Fonton'un Essai…'si)

1754
I. Mahmud'un ölümü, III. Osman'ın cülusu

1757
III. Osman'ın ölümü, III. Mustafa'nın cülusu

1757-1758
Haremeyn mukataalarının satış ve iltizam işlerinin defterdar tarafından yürütülmeye başlanması

1758
Mustafa Rakım'ın Ünye'de doğuşu

1760 (1173)
Abbas Vesim Efendi b. Abdurrahman b. Abdullah'ın ölümü

1766
Haremeyn mukataalarının darphanece idare olunmaya başlanması

1768
Osmanlı-Rus Savaşı'nın başlaması

1770
Rus filosunun İngilizler'in yardımıyla Akdeniz'e girmesi

1770-1776
Fransız Subayı Baron de Tatt'un İstanbul'da bulunması

1771
Kırım'ın işgali

1772
Tersane yakınlarında Topçu Mektebi'nin kurulması

1773
Mühendishane-i Bahri-i Hümayun'un kuruluşu

1773-1774
Darphanenin Hazine-i Amire'nin yedeği vazifesini görmeye başlaması

1774
Avrupa tarzında teşkil edilmiş olan Sürat Topçuları Ocağı'nın kurulması; Bedreddin Hasan b. Burhaneddin İbrahim el-Ceberti'nin ölümü

1774
Sür'at Topçuları Ocağı'nın kurulması

21 Temmuz 1774
Küçük Kaynarca Antlaşması ve Ruslar'a Karadeniz'de seyrüsefer hakkı tanınması

29 Nisan 1775
Tersane ambarlarında bir odada "Hendese Odası" nın kurulması

1776
Mühendishane-i Bahri-i Hümayun'un açılışı; Boğdan Prensi Alexandır İspilanti Bey'in Bükreş ve Yaş'ta Rum Ortodoks cemaatinde yeni tarz eğitimin ilk adımları atması; Hendese odasına nizam verilmesi

10 Mart 1779
Aynalıkavak Tenkihnamesi

1780
Mehmed Esad Yesari'nin ta'lik hattında Osmanlı üslubunu buluşu

1781
Hendese odasının Mühandishane olarak isimlendirilmesi

1783
Rusya'nın Kırım'ı ilhakı

1784
Avusturyalılar'a Karadeniz'de seyrüsefer hakkı verilmesi

1784
Fransız Lafitte-Clave ve Monnier'in Tersane'deki mühendishanede istihkam dersleri vermeleri

8 Ocak 1784
Osmanlı Devleti'nin Rusya'nın Kırım'ı ilhakını bir "sened" ile resmen tanıması

1787-1788
İstanbul'da bulunan Fransız uzmanların ve subayların tamamen ülkelerine dönmeleri

17 Ağustos 1787
Osmanlı-Rus Savaşı'nın ilanı

9 Şubat 1788
Rusya'nın müttefiki sıfatıyla Avusturya'nın da savaşa girmesi

1789
Kıymetli maden işlenmesinin yasaklanması ve neticesiz dış istikraz teşebbüsü

Ocak 1789
Özi Kalesi'nin Ruslar tarafından zaptı

7 Mayıs 1789
I. Abdülhamid'in ölümü ve III. Selim'in tahta çıkması

11 Temmuz 1789
Osmanlı-İsveç ittifakı

1790
İlk resmi Ermeni mektebinin Kumkapı'da açılması; Gelenbevi, İsmail b. Mustafa b. Mahmud'un ölümü

31 Ocak 1790
Osmanlı-Prusya ittifakı

27 Temmuz 1790
Avusturya'nın Prusya tarafından barışa zorlanması. Reichenbach Konvansiyonu

18 Eylül 1790
Yergöğü Mütarekesi

Ekim - Kasım 1790
Kili ve İsmail kalelerinin Rusya tarafından zaptı

1791-1799
Mevlevi ayininde piyano (!) (Galata Mevlevihanesi, Şeyh Galib/III. Selim zamanı)

4 Ağustos 1791
Avusturya ve Osmanlı Devleti arasındaki son savaşın bitirilmesi. Ziştovi Antlaşması

11 Ağustos 1791
Rus Savaşı'nın sonu. Kalas Mütarekesi

1792
Nizam-ı Cedid hareketinin başlaması

1792
III. Selim devrinde 100'lük guruş basılması

10 Ocak 1792
Kırım'ın Rusya'ya bırakılması

10 Ocak 1792
Yaş Antlaşması

1793
Daimi elçiliklerin ıslahı ve Londra, Paris ve Viyana'da daimi elçilik ihdası

1793
Nizam-ı Cedid Ordusu'nun Kuruluşu

1793
Hasköy'de Humbaracı ve Lağımcı Ocağı kışlasında Mühendishane-i Cedide'nin açılması; Fazıl Hüseyin'in III. Selim'in sarayında hazırladığı Huban-name ve Zenannamesi'nin resimli bir nüshası

1793
Zahire Nezareti'nin kurulması

1793-1794
Baruthane-i Amire'de İngiliz perdahı barut imaline başlanması

1794
Halkalı'da yapılan Azadlu Baruthanesi'nin faaliyete geçmesi

1795
Lehistan'ın Avrupa haritasından silinmesi

1795
Mühendishane-i Berr-i Hümayun'un açılışı; Kara Mühendishanesi binasının inşası; Osmanlı sarayında ilk yabancı bando (Napolyon'un III. Selim'e gönderdiği)

1795
Zahire Hazinesi'nin kurulması

1797
Mühendishane'de açılan Matbaanın faaliyete geçmesi

1797
Paris, Viyana ve Berlin'de daimi elçilikler ihdası

1797
Pazvandoğlu isyanı

1797
Rumeli'de dağlı eşkiya hareketleri ve isyanları

17 Eylül 1797
Venedik Devleti'nin ortadan kaldırılması

1798
Mehmed Es'ad Yesari'nin İstanbul'da vefatı

3 Ocak 1798
Fransa'ya karşı Osmanlı-Rus ittifakı

1 Temmuz 1798
Fransa'nın Mısır'a saldırması

3 Eylül 1798
Fransa'ya savaş ilanı

1799
Neticesiz dış istikraz teşebbüsü

5 Ocak 1799
Fransa'ya karşı İngiltere ile ittifak

Şubat 1799
Napolyon'un El-Ariş ve Gazze'yi ele geçirmesi

Mayıs 1799
Napolyon'un Akka'da Cezzar Ahmed Paşa tarafından mağlup edilmesi

Ağustos 1799
Napolyon'un Fransa'ya dönmesi, Mısır'ın işgalinin devamı

1800
Takvimlerin Jacques Cassini Zicine göre hazırlanmaya başlaması

Mart 1800
Rus ve Osmanlı kuvvetlerinin Yedi Ada Cumhuriyeti'ni kurmaları

1801
Kara Mühendishanesi hocalığına Hüseyin Rıfkı Tamani'nin getirilmesi; Gevrekzade Hafız Hasan Efendi'nin ölümü

Ağustos 1801
Mısır'ın tahliyesine dair mütareke

1802
Fransız ve İngiliz gemilerinin kendi bayrakları altında Karadeniz'e çıkmalarına müsaade edilmesi

1802
Avrupa ile ticaret yapan Osmanlı gayri müslim tüccarına Avrupa devletleri tüccarı statüsünün tanınmasıyla "Avrupa tüccarı" denilen sınıfın ortaya çıkması

25 Haziran 1802
Paris Antlaşması. Fransa ile barış

1803
"Ayvalık İkonomos Akademisi'nin kurulması; "Kuruçeşme Rum Mektebi (Helleno Philosophical School)"nin kurulması

Şubat 1804
Sırp isyanlarının başlaması

1805
Avrupa tarzında ilk hastane'nin Kasımpaşa'daki Tersane-I Amire'de açılması

1805
Osmanlı Devleti'nin Napolyon'un "İmparator" unvanını tanıması

1805
Tersane Hazinesi'nin kurulması

1805
Beykoz Çuka ve Kağıt Fabrikası'nın faaliyete geçmesi

Temmuz 1805
Mehmed Ali Paşa'nın Mısır'a vali olarak tayini

1806
Nizam-ı Cedid'in başarısızlığı ve gerilemesi. İkinci Edirne Vak'ası

1806
Osmanlı-Rus Savaşı

1806
III. Selim'in Mühendishan-i Berri-i Hümayun kanunnamesi

Ocak 1806
Tersane Tıbbiyesi'nin kurulması

Ekim 1806
Memleketeyn 'in Rusya tarafından işgal edilmesi

1807
Vehhabi isyanının had safhaya varması. Haccın engellenmesi

20 Şubat 1807
İngiltere'nin Rusya'nın yanında Osmanlı savaşına iştiraki ve İngiliz filosunun İstanbul önlerine gelmesi

Mart - Eylül 1807
İngiliz filosunun İskenderiye'ye saldırması ve Mehmed Ali tarafından mağlup edilmesi

25 Mayıs 1807
Nizam-ı Cedid'e karşı ayaklanma

29 Mayıs 1807
III. Selim'in tahttan indirilmesi ve Nizam-ı Cedid'in ilgası

29 Mayıs 1807 - 28 Temmuz 1808
IV. Mustafa devri. Siyasi istikrarsızlıklar ve darbeler

1808
Mustafa Rakım'ın celi sülüs ve tuğra'ya yeni üslubunu getirişi

28 Temmuz 1808
Alemdar Mustafa Paşa'nın müdahalesi, IV. Mustafa'nın tahttan indirilmesi, III. Selim'in katli, II. Mahmud'un tahta çıkması

28 Temmuz 1808 - 16 Kasım 1808
Alemdar'ın kısa süren sadareti

29 Eylül 1808
Sened-i İttifak : Devletin ayanlarla uzlaşması

15-16 Kasım 1808
Yeniçeri Ayaklanması : Alemdarın Sonu

5 Ocak 1809
İngiltere ile süren savaşın sonu : Kal'a-i Sultaniyye Antlaşması

1810
II. Mahmud devrinde beşlik "cihadiyye"lerin basılması

1810
İzmir Jimnasium'unun kurulması; Yesarizade Mustafa İzzet'in ta'lik'e son şeklini verişi

1812
Vehhabi ayaklanmasının Mehmed Ali Paşa tarafından bastırılması

1812
Fransız postalarının ilk kuruluşu

28 Mayıs 1812
Rus Savaşı'nın sonu : Bükreş Antlaşması, Sırbistan'a özerklik verilmesi

1816
Miloş Obronoviç'in "başknez" olarak tanınması ve Sırbistan'ın özerliğinin temini

1817
Hüseyin Rıfkı Tamani'nin ölümü

Şubat - Mart 1821
Eflak ve Mora'da Rum isyanlarının başlaması

1823
Avrupa ile ticaretin Türk gemileriyle yapılmasına teşebbüs edilmesi

1824
Rum ayaklanmasını bastırmak üzere Mısır kuvvetlerinin çağrılması

1824
Fatih Külliyesindeki Darü'ş-Şifa'nın yıkılması; Sultan II. Mahmud'un Talim-i sıbyan adı ile ferman yayınlaması; St. Pierre mektebinin kurulması

1826
İhtisab müessesesinin düzenlenmesi

1826
Şinasi'nin doğumu; Mustafa Rakım'ın İstanbul'da vefatı; Ermeni ustalara Nakkaşlık hakkının verilmesi

14 Haziran 1826
Yeniçeri Ocağı'nın ortadan kaldırılması, Asakir-i Mansure-i Muhammediyye'nin kurulması

7 Ekim 1826
Rusya ile Akkerman Antlaşması'nın akdi

1827
Osmanlılar'ın İngiliz yapısı ilk buharlı gemiye sahip olmaları

1827
Tıphane-i Amire'nin kurulması; İlk "Marş-ı Sultani" bestesi (G. Donizetti, II. Mahmud'a)

1827
Mukataa Hazinesi'nin Hazine-i Amire'den ayrılması

4 Nisan 1827
İngiltere ile Rusya arasında Yunanistan'ın bağımsızlığına dair Petersburg Protokolü

Temmuz 1827
Mısır kuvvetlerinin Rum isyanını bastırmaları, Atina'nın teslimi

20 Kasım 1827
Navarin saldırısı : Osmanlı-Mısır donanmasının yakılması

26 Nisan 1828
Rusya'nın savaş ilan etmesi

1829
Ziya Paşa'nın doğumu; Mahmud Celaleddin'in İstanbul'da vefatı; Şevki Efendi'nin İstanbul'da doğuşu

1829
Deli Teşkilatının kaldırılması

14 Eylül 1829
Edirne Barışı : Yunanistan'ın bağımsızlığı

1830
Mühendishane-i Bahri'nin Heybeliada'daki kışlaya taşınması; İshak Efendi'nin Mühendishane başhocalığına getirilmesi; Avrupa'ya talebe gönderilmeye başlanması

1830
Tiftik keçisinin Güney Afrika'da yetiştirilmeye başlanması

1830
Katolik ermeni cemaatinin ve kilisesinin resmen tanınması

1830-1831
Nüfus sayımları

5 Temmuz 1830
Fransızlar'ın Cezayir'e saldırmaları ve ele geçirmeleri

1831
İlk saray konservatuarı (Mızıka-i Hümayun ve Saray Harem Orkestrası)

1831
Timarların kaldırılması (müessese sembolik olarak daha uzun süre devam etti)

1831-1834
İshak Efendi'nin dört ciltilik Mecmua-i Ulum-ı Riyaziye adlı eserinin basılması

1 Kasım 1831
İlk gazete Takvim-i Vekayi'nin neşri

1832
Tıphane-i Amire'nin Şehzadebaşı'ndan Cerrahhane'nin bulunduğu binaya nakledilmesi

1832
Memuriyette, ilmiyye ve mülkiyyede rütbelerin yatayına eşitlenip derece ve elkabın (titulature) tesbiti

1832
Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa'nın isyanı

1832
İstanbul-İzmit "posta yolu" nun yapımı

1832
İngiliz postalarının kuruluşu

29 Ocak 1832
Topkapı Sarayı'na bitişik Gülhane bahçesinde mevcut binalarda Cerrahhane-i Amire'nin açılması

12 Aralık 1832
Mısır kuvvetlerinin Konya'da Osmanlı ordusunu yenmeleri

1833
Feshanenin kuruluşu

2 Şubat 1833
Mısır kuvvetlerinin Kütahya'ya kadar ilerlemeleri

5 Nisan 1833
Rus kuvvetlerinin yardım amacı ile Beykoz'a asker çıkartmaları ve Rus filosunun İstanbul'a gelmesi

Mayıs 1833
Mehmed Ali'nin uzlaşmaya zorlanması : Kütahya Sözleşmesi

8 Temmuz 1833
Mehmed Ali Paşaya karşı Osmanlı-Rus ittifakı : Hünkar İskelesi Antlaşması, Boğazlar'ın diğer devletlere kapatılması

18 Eylül 1833
Münchengraetz Antlaşması

1834
Maçka Kışlası'nda, Mekteb-i Harbiye'nin kurulması

1834
Mukataat Hazinesi'nin isminin "Mansure Hazinesi" olarak değiştirilmesi

1835
Hazine-i Amire ile darphanenin birleştirilmesi

1835-1845
İlk halk konserleri [Tanburi Aleksan Efendi (1815-1864) İstanbul Süleymanpaşa Hanı'ndaki kahvede]

1836
Başhoca İshak Efendi'nin ölümü

1836
İslimye Çuka Fabrikası'nın devlet tarafından işletilmeye başlanması

1836
Başhoca İshak Efendi'nin ölümü

1836
İslimye Çuka Fabrikası'nın devlet tarafından işletilmeye başlanması

11 Mart 1836
Umur-ı Hariciye Nezareti'nin kurulması (hatt-ı hümayun tarihi 23 Zilkaade 1251)

26 Kasım 1837
Osmanlı yapımı "Eser-i Hayr" adlı buharlı geminin denize indirilmesi

1838
Mekteb-i Adli'nin açılması; Üsküdar'da Cemaran adlı Ermeni yatılı yüksek okulunun kurulması; Müderrishane-i Bahri'nin Tersane'deki yeni binasına nakledilmesi; Sultan II. Mahmud'un ilk öğretim alanında yeni bir teşebbüse girişmesi; Sami Efendi'nin İstanbul'da doğuşu

1838
Maliye Nezareti'nin kurulması ve Hazine-i Amire'nin darphaneden ayrılıp Mansure Hazinesi'yle birleştirilmesi

1838
Defterdarlığın Maliye Nazırlığı'na çevrilmesi

24 Mart 1838
Meclis-i Vala-yı Ahkam-ı Adliyyenin kurulması

16 Ağustos 1838
İngiliz tüccarına geniş imkanlar tanıyan Balta Limanı Ticaret Muahedesi'nin imzalanması. Bu muahede ile gümrük resmi oranının ihracatta %12, ithalatta %5 olarak tesbiti

1839
"Kaime-i mutebere-i nakdiyye"nin çıkarılması

1839
Ali Süavi'nin doğumu; Mekatib-i Rüşdiye Nezareti'nin kurulması; Mekteb-i Tıbbiye'nin Galatasaray'daki yeni binasına taşınması ve mektebin adının Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane olarak değiştirilmesi; Mekteb-i Ulum-ı Edebiye'nin açılması; Notre Dame de Sion Kız Lisesi'nin kurulması

1839-1844
Dr. Bernard'ın Mekteb-i Tıbbiye nazırlığı dönemi

1839-1845
Mekteb-i Fenn-i Nücum'un faaliyet dönemi

24 Haziran 1839
Mehmed Ali ile savaşın tekrar başlaması, Osmanlı kuvvetlerinin Nizip mağlubiyeti

1 Temmuz 1839
II. Mahmud'un vefatı üzerine Abdülmecid'in tahta çıkması, Osmanlı donanmasının Mehmed Ali'ye teslimi

3 Kasım 1839
Tanzimat Fermanı'nın ilanı

3 Mayıs 1840
Ceza Kanunname-i Hümayunu'nun Fransa'dan mülhem bir biçimde düzenlenmesi ve kabulü (14 Temmuz 1851'de bu kanun, kanun-u cedid olarak tadilatla yeniden yürülüğe girer)

1840
Gayri müslim tebaadan Avrupa'ya talebe gönderilmeye başlanması

1840
Tanzimat'ın tatbik edildiği yerlerde temettü vergisi konulma kararı

1840
Bütün hazinelerin Maliye Hazinesi'ne katılması

1840
Posta Nezareti'nin kurulması

21 Aralık 1840
Namık Kemal'in doğumu

1841
Lübnan olayları

1841-1906
Ahmed Ali Paşa'nın doğumu. (ressam)

24 Mayıs 1841
İngiltere'nin yardımıyla Mısır meslesinin halli, Mısır'ın veraset usulü ile Mehmed Ali Paşa'ya bırakılması

13 Temmuz 1841
Londra Boğazlar Mukavelenamesi

1842
Askeri Baytar Mektebi'nin açılması

1842-1910
Osman Hamdi (ressam, eğitimci, müzeci, arkeolog)

1843
Hereke Fabrikası'nın kurulması

1843
Zeytinburnu Demir Fabrikası inşaatına başlanması

1843
Muhdes kara gümrüklerinin kaldırılması

1843
Feshane'ye çuka dokuma tezgahlarının ilavesi

1 Şubat 1844
Tashih-i sikke

1844
Feshane'de buhar makinelerinin kullanılmaya başlanması

1845
İzmir'de su kuvvetiyle çalışan kağıt fabrikasının kurulması

1845
Bahriye Mektebi'nin Heybeliada'daki binasına taşınması; Kadı yetiştirmek için Süleymaniye'de "Muallimhane-i Nüvvab" medresesinin kurulması; Rüşdiyelerin Darü'l-fünun'a öğrenci yetiştiren orta dereceli mektepler olarak kabul edilmesi

Ocak 1845
Sultan Abdülmecid'in Meclis-i Vala'yı ziyareti

13 Mart 1845
Meclis-i Muvakkat'ın (Geçici Maarif Meclisi) çalışmalarına başlaması

10 Nisan 1845
Polis (zabıta) teşkilatının kuruluşu (12 Rebiülevvel 1261 tarihli nizamname)

1846
Meclis-i Maarif-i Umumiye kurulması; Mekatib-i Umumiye Nezareti'nin kurulması; Başhoca Seyyid Ali Paşa'nın ölümü

1846
Rus Ticaret Muahedesi

16 Şubat 1846
Zabtiye müşiriyetinin kurulması

Darü'l-Fünun kurmada ilk teşebbüs

1847
Timarlı Sipahi Teşkilatı'nın ilgası

1847
Telgrafın Beylerbeyi Sarayı'nda denenmesi

1847
Dersaadet Bankası'nın kuruluşu

1847
İstanbul'da ilk piyano resitali (Liszt Abdülmecid'e Donizetti'nin Mecidiye Marşı'nı çalıyor); Yeşilköy'de bulunan Ayamama Çiftliğinin ziraat talimhanesi şekline getirilerek ilk pamuk ziaati uygulama eğitiminin burada verilmeye başlanması

1 Mart 1847
Recaizade Ekrem'in doğumu

1848
Avrupa'da liberal ihtilaller : Polonya ve Macaristan'da milliyetçi ayaklanmalar

1848
Protestan Ermeni cemaatinin ve kilisesinin resmen tanınması

1848
İstanbul'da ilk Sanayi Mektebi'nin kurulmasına teşebbüs edilmesi

16 Mart 1848
İstanbul'da Darü'l-Muallimin açılması

18 Kasım 1848
Osmanlı yapımı ilk demir vapurun denize indirilmesi

1849
Veteriner öğretim faaliyetlerine başlanması; Yesarizade Mustafa İzzet'in İstanbul'da vefatı

1850
1847'den geçerli sayılmak üzere gümrük resimlerine esas teşkil eden mal fiyatlarında ithalatta %20, ihracatta %16 indirim yapıldıktan sonra gümrük resimlerinin tesbit edilmesi kararı

1850
Ticaret Kanunname-i Hümayunu'nun kabulü

1850
İlk faizsiz kaimenin çıkarılması

1850
Muallim Naci'nin doğumu

12 Mart 1850
Darü'l-Maarif'in öğrenime başlaması

1851
Ceza Kanunname-i Hümayunu'nun kabulü

1851
Londra Sergisi

1851
Akademik karakterde ilk ilmi dernek olan Encümen-i Daniş'in açılması

18 Temmuz 1851
Encümen-i Daniş'in kurulması

1852
Abdülhak Hamid'in doğumu; İstanbul Şark Cemiyetinin (Societe Orientale de Constantinople) kurulması

1853
"Mukaddes yerler" meselesi, Rusya'nın tazyikleri ve Kırım Savaşı'nın patlaması

1853
İstanbul'da I. Abdülmecid tarafından Dolmabahçe Sarayı'nın inşa ettirilmesi

1854
İlk dış istikraz : Borçlanma devrinin ve alışkanlığının başlaması

1854
Meclis-i Vala'nın "Meclis-i Ali-yi Tanzimat" ve "Meclis-i Ahkam-ı Adliye'ye" ayrılması

1854
İhtisab teşkilatının lağvı

12 Mart 1854
Rusya'ya karşı İngiltere ve Fransa ile ittifak

1855
Piyanonun yüksek sosyeteye geçişi [Leyla (Saz) Hanım'ın babası Hekimbaşı İsmail Paşa'nın köşküne İtalya'dan getirtilen]

1855
Gayri müslimlerden alınan "cizye"nin kaldırılması

1855
Paris Sergisi

16 Ağustos 1855
İstanbul'da Şehremanetinin kurulması (modern belediye idarelerinin başlangıcı)

9 Eylül 1855
Osmanlı İmparatorluğu'nda telgrafın hizmete girmesi

14 Kasım 1855
Et ve Ekmek dışında hemen bütün maddelerden narhın kaldırılması

1856
Rusya'nın Asya'da Türk illeri istikametinde fetihlere başlamasının şartlarının oluşması

1856
Bank-ı Osmani'nin kurulması

1856
Arap alfabesinin Mors alfabesine uyarlanmasıyla telgrafların Türkçe olarak çekilmeye başlanması

1856
Islahat Fermanı

1856-1860
Köstence-Çernevo'da demiryolu hattının yapımı

1856-1866
İzmir-Aydın demiryolu hattının yapımı

15 Şubat 1856
İstanbul Tıp Cemiyeti'nin (Societe Medicale de Constantinople) kurulması

18 Şubat 1856
Islahat Fermanı'nın ilanı

30 Mart 1856
Paris Barış Antlaşması

30 Mart 1856
Rusya'nın bozguna uğraması

30 Mart 1856
Karadeniz'in tarafsız ve silahsız bir hale getirilmesi

22 Mayıs 1856
İstanbul Tıp Cemiyeti'ne Şahane ünvanının verilmesi ve cemiyetin adının, Cemiyet-i Tıbbiye-i Şahane olarak değişmesi

1857
Orman Mektebi açılması hususunda ilk teşebbüs

1857
Cidde olayları ve İngiliz kuvvetlerinin, müslim-gayri müslim çatışmalarına müdahalesi

1857
Gümrük resminin, eşyanın vardığı değil çıktığı yerde alınması usulünü getiren Mahrec Nizamnamesi'nin yayımlanması

1857-1862
Beyrut - Şam şosesinin yapımı

17 Mart 1857
Maarif-i Umumiyye Nezareti'nin kurulması

6 Kasım 1857
Paris'te Mekteb-i Osmani adında bir Osmanlı mektebinin açılması

1858
Ceza Kanunname-i Hümayunu'nun kabulü

1858
Kız rüşdiye mekteplerinin açılması

1858
Kaimelerin iptali için dış istikraz yapılması

1858-1859
Emlak, arazi ve temettü vergilerinin ayrılması

6 Haziran 1858
Arazi Kanunnamesi'nin kabulü

8 Haziran 1858
Beyoğlu ve Galata'da kurulacak Altıncı Daire-i Belediyye'nin nizamname-yi umumisi (ilk örnek belediye)

1859
Kaimelerin piyasadan toplanabilmesi için "iane-i umumiyye" toplanması

1859
Fransızca'dan yapılan ilk şiir tercümesi risalesi, Şinasi'nin Tercüme-i Manzume'sinin neşri

12 Şubat 1859
Mekteb-i Mülkiyye'nin kuruluşu

1860
Ticaret mahkemelerinin kuruluşu

1860
İlk basılı yerli tiyatro, Şinasi'nin Şair Evlenmesi'nin tefrika edilmesi

1860-1861
Lübnan ve Suriye Olayları

1860-1861
Lübnan'ın imtiyazlı bir eyalet haline getirilmesi

22 Ekim 1860
Tercüman-ı Ahval gazetesinin yayına başlaması

1861
Abdülmecid'in vefatı ve Abdülaziz'in tahta çıkması

1861
Cemiyet-i İlmiyye-i Osmaniye'nin kuruluşu

1861
Usul-i Muhakemat-ı Ticaret Nizamnamesi'nin kabulü

1861-1866
Rusçuk - Varna demiryolu hattının yapımı

9 Haziran 1861
Cebel-i Lübnan mutasarrıflığı'nın hususi statüsünün tesbiti ve Cebel-i Lübnan nizamnamesi

9 Haziran 1861
David Paşa'nın Lübnan'a vali olarak atanması

29 Nisan 1861
Fransız ve İngilizler'le Kanlıca Ticaret muahedelerinin yapılması. Bu muahede dış ticarette gümrük resmi oranının %8'e yükseltilmesi ve esnaflıkta inhisar sisteminin kaldırılması

1862
Tuna vilayetinin kuruluşu ve Mithad Paşa'nın vali olarak tayini

1862
Gümrük resimlerine esas teşkil eden mal fiyatlarında %10 indirim yapıldıktan sonra gümrük resmi alınmaya başlanması

1862
Kaimelerin piyasadan tamamıyla toplanması

1862
Altının değerinin 100 kuruş olarak tesbiti

1862
Roman türünde Batıdan yapılan ilk tercüme, Fenelon'dan Tercüme-I Telemak'ın Yusuf Kamil Paşa tarafından yayınlanması; Cemiyet-I Tıbbiye-i Osmaniye'nin kurulması

1862
Mahrec-i Aklam'ın kurulması

20 Temmuz 1862
Mekteb-i Maarif-i Adliye'nin, "Mekteb-i Aklam" adı altında yeni bir şekle sokulması

8 Ekim 1862
Islah-ı Sanayi Komisyonu'nun teşkil edilmesi

1863
Abdülaziz'in Mısır'a seyahati

1863
Mithad Paşa tarafından Niş'te ilk Islahhane'nin (sonraki yıllarda Sanayi Mektebi) kuruluşu

1863
İstanbul Eczacılık Cemiyeti'nin (Societe de Constantinople) kurulması; Protestan Robert Koleji'nin açılması

1863
Menafi Sandığı'nın kurulması

1863
Mektuplara pul yapıştırılmaya başlanması

1863
Ticaret-i Bahriyye Kanunnamesi'nin kabulü

13 Ocak 1863
Darü'l-Fünun'da, halka açık serbest konferans şeklinde derslere başlanması

18 Şubat 1863
Sultanahmet Sergisi'nin (Sergi-i Umumi) açılışı

1864
Mekatib-i Sıbyan-ı Müslime Komisyonu'nun kurulması; Mekteb-i Harbiye dahilinde Erkan-ı Harp sınıfının açılması; Cemiyet-i Tedrisiye-i İslamiye'nin (Darü'ş-Şafaka) kurulması; Saint Joseph okulunun kurulması; İlk basılmış nazariyat kitabı (Haşim Bey'in Mecmu'atü'l-Makamat'ı)

1864
İyonya adalarının (Yedi Ada Cumhuriyeti'ni oluşturan adalar) İngiltere tarafından Yunanistan'a verilmesi

1864
Karadan Hindistan'ı Avrupa'ya bağlayan telgraf hattının tamamlanması

1864
Islah-ı Sanayi Komisyonu'nun kuruluşu

1864
Nizamiye mahkemelerinin kuruluşu

1864-1876
Paris'e talebe gönderilmesi

8 Ekim 1864
Vilayet Nizamnamesi'nin kabulü

1865
Müstakil Romen kilisesinin kurulması

1865
İstanbul Birinci Şehir Postası'nın kuruluşu

1865
Darü'l-Fünun binasının inşasının tamamlanması ve Maliye Nezareti'ne tahsis edilmesi; Mekteb-i Tıbbiye'nin nazırlığına Cemaleddin Efendi'nin getirilmesi

Eylül 1865
Mekteb-i Osmani'nin lağvedilmesi

1866
Girit isyanları , Yunanistan ile birleşme faaliyetleri

1866
Tezkire türünün son örneği olan Hatimetü'l-Eş'ar'ı yazan Fatih'in ölümü; Halid Ziya'nın doğumu

1866
Mısır veraset usulünün değiştirilmesi

1866
Ahmed Süreyya Emin Bey'in modelini hazırladığı seri ateşli topla Osmanlılar'ın topçulukta hamle yapması

1866
Simkeşler Şirketi'nin kuruluşu

1866
Dahilde sarfedilecek malların rayiç fiyatından %10 indirim yapıldıktan sonra gümrük resimlerinin tesbit edilmesi kararı

1866-1867
Avusturya'nın Prusya karşısında mağlup olması ve Macaristan ile eşit bir birlik kurması : Avusturya-Macaristan İmparatorluğu

1867
Sırbistan'daki son Osmanlı askeri temsiliyetinin ortadan kaldırılması, Sırp kalelerinin tahliyesi

1867
Rüşdiyelere gayri müslim talebe alınmaya başlanması; Beyrut Amerikan Üniversitesi'nin kurulması

1867
Mısır Valisi İsmail Paşa'nın "hıdiv" olması

1867
Genç Osmanlılar'ın Avrupa'ya kaçmaya başlamaları

1867
Yabancılara mülk edinme hakkının verilmesi

1867
Bahriye Nezareti'nin Kuruluşu

1867
Saraçlar Şirketi'nin kuruluşu

1867
Menafi Sandığı'nın bütün vilayet ve sancak merkezlerine yayılması

1867-1876
İzmir Rıhtımı'nın inşası

22 Şubat 1867
Eğitim sahasında Fransız notasının verilmesi

8 Haziran 1867
Mısır'a hıdivlik statüsünün verilmesi

21 Haziran 1867
Sultan Abdülaziz'in Avrupa seyahati

1868
Ali Paşa'nın Girit isyanlarını teskin etmesi ve Girit'e özerk bir statü verilmesi

1868
Galatasaray Sultanisi'nin açılması

1868
İstanbul Emniyet Sandığı'nın kurulması

1868
Demirciler ve Dökümcüler şirketlerinin kuruluşu

1868
Yunan postasının kapatılması

1868
Feshane'nin modern bir dokuma fabrikası haline getirilmesi

1868
Darü'l-Muallimin-i Sıbyan'nın açılması; Mekteb-i Hiref ve Sanayi'nin kurulması; Sanayi Mektebi'nin kurulması

1 Mart 1868
Adliye Nezareti'nin kurulması

1 Nisan 1868
Şura-yı Devlet'in teşekkülü ve Divan-ı Ahkam-ı Adliyye'nin ayrı bir temyiz organı olarak ayrılması

1 Eylül 1868
Mekteb-i Sultani'nin açılması

1869
Süveyş Kanalı'nın açılması

1869
Osmanlı Ordusu'nun Nizamiye, Redif ve Mustahfız diye üç bölüme ayrılması

1869
Mecelle-i Ahkam-ı Adliyye'nin ilk kitabının kabulü

1869
Mekteb-i Harbiye dahilinde bir Baytar sınıfının açılması

8 Nisan 1869
İkinci Darü'l-Fünun binasının inşasının tamamlanması ve Darü'l-Fünun-ı Osmani'nin kurulması

26 Ağustos 1869
Turuk Nizamnamesi'nin kabulü

2 Eylül 1869
Maarif-i Umumiyye Nizamnamesi ile ilk ve orta tedrisatın düzenlenmesi

Ekim 1869
Darü'l-Fünun-ı Osmani'de talebe kaydına başlanması

1870
Müstakil Bulgar kilisesinin kurulması ve Bulgarlar'ın Rum Patrikhanesi'nin nüfuzundan çıkmaları

1870
Fransa'nın, Almanya ve Prusya Savaşı'nda ağır mağlubiyet alması

1870
Cenab Şehabeddin'in doğumu; Batılı tarzda ilk roman hikaye türünde, Ahmed Midhat'ın Su-i Zan-Esaret adlı kitabının neşri; Mühendishane'nin Maçka Harbiye Mektebi içerisinde topçu ve istihkam sınıflarında eğitim faaliyetlerine devam etmesi; Sıbyan mekteblerinin ıslahı ve iptidai adı altında yeni mekteplerin açılması; Darü'l-Fünun'ı Osmani'yi teşkil eden şubeler arasında "İlm-i hukuk" şubesinin de yer alması; Tıp eğitiminin Türkçe yapılmaya başlanması

1870
Karadeniz'in tekrar silahlandırılması ve Rusya'nın Paris Antlaşması'nın hükümlerini tanımaması

1870
Darülfünunun açılması teşebbüsü

1870-1927
Kemaledin Bey (mimar)

20 Şubat 1870
Darü'l-Fünun-ı Osmani'nin büyük bir merasimle açılması

26 Nisan 1870
Darü'l-Muallimat'ın açılması

2 Temmuz 1870
Kavanin ve Nizamat Dershanesi'nin açılması

Ekim 1870
Darü'l-Fünun müdürü Tahsin Efendi'nin umuma açık konferanslar (ders-I'am) tertip etmesi

1871
Sadrazam Ali Paşa'nın vefatı

1871
Saint-Esprit okulunun kurulması

1871
Abdülaziz'in şahsi idaresinin artması, Mahmud Nedim Paşa sadareti

1871
Dersaadet Tahvilat Borsası Nizamnamesi'nin yayımlanması

1871
Posta ve Telgraf nezaretlerinin birleştirilmesi ve İkinci Posta Nizamnamesi'nin neşri

22 Ocak 1871
İdare-yi Umumiyye-i Vilayat Nizamnamesi

13 Eylül 1871
Şinasi'nin ölümü

1872
Emniyet Sandığı'nın şubelerinin açılması

1872
Darü'l-Maarif idadisinin kurulması; Maadin Mektebinin kurulması

1873
Meclis-i Tetkikat-ı Şer'iyye'nin kuruluşu

1873
Mehmed Akif'in doğumu; Türkçe ilk modern tıp lugatı olan Lügat-ı Tıbbiye'nin neşredilmesi; Sava Paşa'nın yeni bir Darü'l-Fünun kurmakla görevlendirilmesi; Darü'l-Fünun-ı Osmani'nin kapanması

Haziran 1873
Mekteb-i Sultani'nin, Gülhane Bahçesi'ndeki Saray'a bitişik binalara nakledilmesi

1874
Rusya'nın kışkırtmaları ve Panislavist faaliyetlerin artması

1874
Hukuk Mektebi, Mülkiye Mühendis Mektebi ve Edebiyat Mektebi'nden oluşan Darü'l-Fünun-ı Sultani'nin açılması; İstanbul Darü'l-Muallimi'nin açılması; İlk basılmış nota (Notacı Emin Efendi, 1845-1907)

1874
Kara gümrüklerinin lağvı

1874
Islah-ı Sanayi Komisyonu faaliyetinin durdurulması

1874-1875
Darü'l-Fünun-ı Sultani'nin eğitime başlaması; Osmanlı İmparatorluğu'nda sivil mühendislik eğitiminin başlaması

1875
Bosna-Hersek isyanları

1875
Askeri rüşdiye mekteplerinin açılması; Mora Yenişehir İdadisi'nin açılması

1876
Bulgar isyanları

1876
Karadağ'ın Osmanlı Devleti'ne savaş ilanı

1876
Abdülaziz'in tahttan indirilmesi, V. Murad'ın tahta çıkması, hal'i ve Abdülhamid'in cülusu

1876
Meşrutiyet'in ilanı

1876
İstanbul'da Balkan krizini görüşmek üzere internasyonal bir konferansın toplanması : Tersane Konferansı

1876
İstikrazların mürettebat ödemelerinin durdurulması

1876
Mecelle-i Ahkam-ı Adliyye'nin son kitabının kabulü

1876
Edebi roman hüviyetinde ilk eser olan, Namık Kemal'in İntibahı'nın neşri; İzmir ve Manastır'da yaıtılı idadiler açılması

23 Mart 1876
Ziya Gökalp'in doğumu

23 Aralık 1876
I. Meşrutiyet'in (Kanun-ı Esasi) ilanı

1877
Rusya'nın tecavüzü ve Osmanlı-Rus Savaşı'nın başlaması: Balkanlar'ın ve Doğu Anadolu'nun Rus işgaline uğraması

1877
Mahrec-i Aklam'ın Mekteb-i Mülkiye'nin idadi sınıflarıyla birleştirilmek suretiyle kaldırılması; Mekteb-i Tıbbiye'nin tekrar Gülhane'ye nakledilmesi; Fenn-i Resim ve Mimari Mektebi'nin kurulması

1877-1878
Darü'l-Fünun ve Mekteb-i Sultani'nin bir yıl eğitime ara vermesi

19 Mart 1877
İlk Meclis-i Meb'usan'ın içtimaı (o yılın 28 Haziran'ına kadar çalışır)

25 Eylül 1877
Dersaadet Belediye Kanunu (Meclis-i Mebusan'da müzakere edilerek kabul edilir)

5 Ekim 1877
Vilayet Belediye Kanunu'nun kabulü

13 Aralık 1877
Meclis-i Meb'usan'ın süresiz tatili

1878
Ayastefanos ve Berlin Antlaşmaları imzalanması

1878
Sırbistan, Karadağ ve Romanya'nın müstakil birer devlet olmaları

1878
Bulgaristan Prensliği'nin ortaya çıkması

1878
Ermeni meselesinin zuhuru

1878
Ali Suavi'nin öldürülmesi

1878
Kıbrıs'ın İngiltere tarafından ele geçirilmesi

1878
Bosna ve Hersek'in Avusturya-Macaristan'ın işgal ve idaresine terki

1878
Makedonya meselesinin ortaya çıkması

13 Şubat 1878
Meclisin kapatılması

Ekim 1878
Darü'l-Fünun-ı Sultani'nin tekrar eğitime başlaması

1879
II. Abdülhamid devrinde basılan kaimelerin toplatılıp imha edilmesi

1879
Mehakim-ı Nizamiye Teşkilatı Kanunu'nun kabulü

1879
Mekatib-i Sıbyaniye Dairesi'nin kurulması; Maarif merkez teşkilatının yeniden düzenlenmesi

1879
Usul-ı Muhakemat-ı Cezaiyye Kanunu'nun kabulü

1880
Vergi reformu

1880
Yafa-Kudüs demiryolu hattının tamamlanması

1880
İlk köy romanı, Ahmed Midhat'ın Bahtiyarlık'ının neşri; Darü'l-Fünun-ı Sultani Turuk u Maabir Mektebi'nin ilk mezunlarını vermesi

1880
Usul-ı Muhakemat-ı Hukukiyye Kanunu'nun kabulü

13 Mart 1880
İstanbul'da bir kız idadisinin açılması

17 Mayıs 1880
Ziya Paşa'nın ölümü

Ekim 1880
Darü'l-Fünun-ı Sultani Hukuk Mektebi'nin ilk mezunlarını vermesi

20 Aralık 1880
Darü'l-Fünun-ı Sultani'nin ilk mezunlarını vermesi; Journal de la Societe de Pharmacie de Contantinople'un yayınlanması; Cemiyet-I İlmiye'nin kurulması

1881
Mustafa Kemal'in Doğumu

1881
Mısır'ın İngilizler tarafından işgali

1881
Düyun-ı Umumiyye idaresinin kurulması

1881
Mühendishane'de mümtaz sınıf adı altında yeni bir sınıf teşkil edilmesi; Darü'l-Fünun-ı Sultanı Turuk u Maabir Mektebi'nin faaliyetlerinin son bulması; Orman ve Maadin Mektepleri'nin birleştirilmesi

1882
Tunus'un Fransızlar tarafından işgali

1882
Muharrem Kararnamesi'nin neşri

2 Ocak 1882
Sanayi-i Nefise Mektebi'nin kurulması ve Osman Hamdi Bey'in müdür olması

1883
Osmanlı ordusunun Prusya askeri heyeti tarafından ıslahına başlanması

20 Haziran 1884
Mülkiye Mühendis Mektebi kurulması

1 Kasım 1884
Mülkiye Mühendis Mektebi'nin Mühendishane-I Berri-I Hümayun'un bir odasında eğitimine başlaması

2 Aralık 1884
Yahya Kemal'in doğumu

1885
Doğu Rumeli'nin Bulgaristan tarafından ilhakı

1885
Abdülhak Hamid'in Makber'inin neşri

18 Eylül 1885
Doğu Rumeli eyaleti valiliğinin Bulgaristan prensine verilerek bu bölgedeki kontrolün zayıflaması

1886
Adana-Mersin demiryolu hattının tamamlanması

1886
Maarif Nezareti'ne bağlı olarak Mekatib-i Gayri müslime ve Ecnebiye Müfettişliği'nin kurulması

1886
Adana-Mersin demiryolu hattının tamamlanması

1886
Maarif Nezareti'ne bağlı olarak Mekatib-i Gayri müslime ve Ecnebiye Müfettişliği'nin kurulması

1886-1887
Darü'l-muallimin'in yatılı hale getirilmesi

1887
Yedikule Havagazı Fabrikası'nın kurulması

1887
Ahmed Haşim'in doğumu; Şevki Efendi'nin İstanbul'da vefatı

5 Şubat 1887
Beşir Fuad'ın intiharı

1888
Haydarpaşa-İzmir-Ankara demiryolu imtiyazının Almanlar'a verilmesi

1888
Beyrut'ta Saint Joseph Katolik Tıp Mektebi'nin açılması; Baytar sınıfının tekrar Harbiye Mektebi bünyesine alınması

2 Aralık 1888
Namık Kemal'in ölümü

1889
İttihad-ı Osmanı Cemiyeti'nin (İttihat ve Terakki) kurulması

1889
İdadi öğrenimine dayanan dört yıllık bir Mülkiye Baytar Mektebi'nin kurulması

27 Mart 1889
Yakup Kadri'nin doğumu

1890
Bulgar Makedonya ve Anadolu'da Ermeni ihtilal çetelerinin faaliyetlerini arttırmaları

1891
Mülkiye Baytar Mektebi'nin Halkalı Ziraat Mektebi'ne yatılı olarak nakledilmesi

1891
Yol inşaatında bedenen çalışma mecburiyetinin paraya çevrilmesi

1891
Kadıköy - Kurbağalıdere Havagazı Fabrikası'nın kurulması

1891
Hereke Fabrikası'nın halı kısmının açılması

3 Kasım 1891
Darü'l-Muallim'in aliye şubesi açılması

1892
Haydarpaşa-İzmit demiryolu hattının işletmeye açılması

1892
Orman ve Maden Mektebi'nin kapatılması; II. Abdülhamid tarafından Yıldız'da porselen atölyelerinin kurulması

1893-1896
İstanbul-Selanik demiryolu hattının yapımı

1894
Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebi'nin ilk veteriner mezunlarını vermesi; İmmaculée Conseption veya St Marie okulunun kurulması; İlk basılmış musiki lugatı (Hoca Kazım Bey'in Musiki Istılahatı)

1894
Sasun'da Ermeni olayları

1894
Selanik-Manastır demiryolu hattının tamamlanması

1895
İstanbul'da Ermeni olayları, yabancı devletlerin Ermeniler lehinde müdahaleleri

1895
Galata Rıhtımı inşaatının tamamlanması

1895
Gayri müslim okullarına Türkçe muallimi tayininin kararlaştırılması

1895
Baruthane-i Amire'de dumansız barut imal edilmesi

14 Şubat 1895
Sadrazam Said Paşa'nın beş fakülteden "darü'l-icaze" oluşan bir darü'l-fünun kurma teklifi

1896
Tevfik Fikret'in Servet-i Fünun'un edebi sayfalarının idareciliğini yüklenmesiyle Edebiyat-ı Cedide devrinin başlaması

1896
Ermenilerin Osmanlı Bankası'nın İstanbul şubesine saldırmaları

1896
Girit isyanının alevlenmesi

1896
Eskişehir-Konya demiryolu hattının tamamlanması

1897
Yunan kuvvetlerinin Girit'e çıkması, Yunan çetelerinin Rumeli'deki Osmanlı sınırlarına saldırmaları

17 Nisan 1897
Osmanlı-Yunan Savaşı ve Osmanlı zaferi

1898
Girit meselesinin devam etmesi; adaya muhtariyet verilmesi Osmanlı kuvvetlerinin geri çekilmesi, Yunan prensi Yorgi'nin vali olarak kabul edilmesi

1899
Bağdat demiryolu imtiyazının Almanlar'a verilmesi

1899
Arifiye-Adapazarı demiryolu hattının açılması

1900
Hicaz demiryolunun inşasına girişilmesi

1900
İstanbul Rıhtımı inşaatının tamamlanması

31 Ağustos 1900
Darü'l-Fünun-ı Şahane'nin kurulması

1901
Servet-i Fünun dergisinin geçici olarak kapatılmasıyla Edebiyat-ı Cedide topluluğunun dağılması; Lügat-ı Tıbbiye'nin ikinci baskısının yapılması; Vidinli Tevfik Paşa'nın ölümü

1901
Makedonya'da çete faaliyetlerinin artması, büyük devletlerin müdahaleleri

1901-1908
Hicaz demiryolu hattının yapımı

1902
Yemen isyanlarının tekrar başlaması

1902
Hereke Fabrikası'na çuka ve şayak tezgahlarının eklenmesi

23 Kasım 1902
Makedonya'da Bulgar İhtilal Cemiyeti'nin faaliyeti

23 Kasım 1902
Cum'a-ı Bala ayaklanması

23 Kasım 1902
Makedonya'ya özel ıslahat planı hazırlanması

8 Aralık 1902
Hüseyin Hilmi Paşa'nın geniş yetkilerle "umumi müfettiş" olarak Makedonya'ya tayini

1903
İdadilerin altı yıla çıkarılması

2-3 Ağustos 1903
İlinden (Aya ilya yortusu günü) isyanı

2-3 Ağustos 1903
Bulgar-Osmanlı Savaşı tehlikesinin doğması

31 Ağustos 1903
Şam Mekteb-i Tıbbiyesi'nin kurulması

Eylül 1903
Mürzsteg Programı : Makedonya'ya muhtariyet verilmesi

1904
Haydarpaşa Rıhtımı'nın tamamlanarak işletmeye açılması

1905
Hereke Fabrikası'nda fes imalatına başlanması

21 Temmuz 1905
Ermeniler'in II. Abdülhamid'e bombalı saldırı tertiplemeleri

1906
Akabe olayları ve Akabe krizi

1908
Beykoz Deri Fabrikası'nın Harbiye Nezareti'ne bağlanması

1908
Osmanlı Eczacı İttihat Cemiyeti'nin kurulması; Osmanlı Cemiyet-i İlmiye-i Baytariyesi'nin açılması; Osmanlı Mühendis ve Mimar Cemiyeti'nin kurulması

23 Temmuz 1908
II. Meşrutiyet'in ilanı

5 Ekim 1908
Avusturya- Macaristan'ın Bosna-Hersek'i ilhak ettiğini ilan etmesi.

6 Ekim 1908
Girit Rumları'nın adayı Yunanistan'a bağladıklarını ilan etmeleri

17 Aralık 1908
II. Meşrutiyet dönemi ilk Meclis-i Meb'usanının toplanması

1909
Adana'da Ermeniler'in ayaklanmaları

1909
Gayri müslimlere "bedel" yerine askerlik hizmeti konulması

1909
Fecr-i-Ati edebi topluluğunun kuruluşu; Cemiyetler Kanunu'nun çıkması; Dişhekimliği Okulu'nun açılması; Orman Mekteb-i Alisi adı altında yeni bir okul açılması; Mekteb-i Tıbbiye'nin, Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye ile birleştirilerek Haydarpaşa'ya nakledilmesi; Muallimhane-i Nüvvab'ın Medresetü'l-Kuzat adını alması; Mülkiye Mühendis Mektebi'nin Nafıa Nezareti'ne bağlanması ve Mühendis Mekteb-i Alisi adını alması

1909-1910
Osmanlı Mühendis ve Mimar Mecmuası'nın çıkması

27 Şubat 1909
Usul-i Muhasebe-ı Umumiyye Kanunu'nun kabul edilmesi

13 Nisan 1909
31 Mart Olayı

19 Nisan 1909
Hareket Ordusu'nun Yeşilköy'e varması, İstanbul'daki kargaşayason vererek düzeni sağlaması

27 Nisan 1909
II. Abdülhamid'in tahttan indirilmesi, V. Mehmed Reşad'ın tahta çıkarılması

21 Ağustos 1909
Darü'l-Fünun-ı Şahane'nin Vezneciler'deki Zeynep Hanım konağına taşınması

17 Aralık 1909
Meclisin açılması

1910
Arnavutlar'ın ayaklanmaları

1910
Dahili gümrüklerin tamamen kaldırılması

1910
Vilayet merkezlerindeki bir kısım idadilerin "lise"ye dönüştürülmeye başlanması; ilk çalgı metodu (Ali Salahi Bey, Kendikendine Ud Öğrenme Usulü, Matbaa-ı Amire).

1911
Sultan Reşad'ın Arnavutlar'ı teskin için Rumeli seyahatine çıkartılması

1911
İtalya'nın Trablusgarp ve Bingazi'ye saldırması ve işgali

1911
Gayri müslim cemaatlerin birleşerek mektepleri konusunda yeni bir düzenleme istemeleri; 78 devirli ilk plaklar (Tanburi Cemil, Orfeon Record)

1911-1912
Osmanlı İtalyan Savaşı

1912
Yeşilköy Hava Uçuş Okulu'nun Açılışı

1912-1913
Balkan devletlerinin Osmanlı-İtalyan Savaşı'ndan istifade etmek istemeleri : Balkan Savaşı

18 Ocak 1912
Meclis-i Meb'usan'ın feshi

25 Mart 1912
Türk Ocaklarının kurulması

18 Nisan 1912
II. Dönem Meclis-i Meb'usan'ın toplanması

18 Nisan 1912
İtalyanlar'ın Rodos, Oniki Ada ve Çanakkale Boğazı'na tecavüzleri

5 Ağustos 1912
II. Dönem Meclis-i Meb'usan'ın feshi

22 Temmuz 1912
Gazi Ahmed Muhtar Paşa hükümeti : Büyük Kabine

Eylül - Ekim 1912
I. Balkan Savaşı

15 Ekim 1912
Trablus ve Bingazi'nin İtalya'ya terki : Ouchy Antlaşması, Rodos ve Oniki Ada'nın İtalya elinde kalması

29 Ekim 1912
Kamil Paşa'nın sadareti

29 Kasım 1912
Arnavutluk'un istiklalini ilan etmesi

1913
Liselerin mevcut idadilerin yerini alması

23 Ocak 1913
Babıali Baskını : Mahmud Şevket Paşa'nın sadareti

13 Mart 1913
Muvakkat İdare-i Umumiyye-i Vilayet Kanunu (kanun meclisten geçmeden yürürlüğe girer)

30 Mayıs 1913
I. Balkan Savaşı'nın sona ermesi

11 Haziran 1913
Sadrazam Mahmud Şevket Paşa'nın öldürülmesi, Said Halim Paşa'nın sadareti

29 Haziran 1913
Balkan devletleri arasında savaş : Osmanlı mirasının paylaşılmasının kanlı kavgası

21 Temmuz 1913
Edirne'nin geri alınması

29 Ağustos 1913
Osmanlı-Bulgar barışı : İstanbul Antlaşması

14 Kasım 1913
Osmanlı-Yunan barışı : Atina Antlaşması

14 Aralık 1913
Osmanlı ordusunun Almanya tarafından ıslahı

1914
Ecnebi postalarının hepsinin kapatılması

1914
Dış ticarette gümrük resmi oranının %15'e çıkarılması

1914
Islah-ı Medaris Nizamnamesi

1914
Diş Hekimleri Mezunin ve Talebe Cemiyeti'nin kurulması; Türk Bilgi Derneği'nin kurulması; Medreset'ül-Hattatin'in kurulması; Dar'ül-Hilafeti'l-Aliyye Medreseleri'nin kurulması; Medresetü'l-Hattatin'in İstanbul'da açılışı; Medresetü'l-Hattatin'in açılışı; İlk resmi müzik ve tiyatro okulu (Darü'l-Elhan)

8 Şubat 1914
Anadolu'da Ermeni talepleri doğrultusunda ıslahatı öngören Osmanlı-Rus Antlaşması ("Muamele")

14 Mayıs 1914
III. Dönem Meslis-i Meb'usan

28 Haziran 1914
Avusturya-Macaristan veliahdının Saraybosna'da öldürülmesi

28 Temmuz 1914
Avusturya Macaristan'ın Sırbistan'a savaş ilanı

1 Ağustos 1914
Almanya'nın Rusya'ya savaş ilanı

2 Ağustos 1914
Meclis-i Meb'usan'ın süresiz tatili (IV. Ve son dönem meclis 12 Ocak 1920'de toplanacak ve 2 Nisan 1920'de İstanbul'un işgali üzerine dağıtılarak mebuslar sürgüne yollanacak)

2 Ağustos 1914
Osmanlı Devleti ile Almanya arasında ittifak antlaşmasının imzalanması

4 Ağustos 1914
Almanya'nın Fransa'ya, İngiltere'nin Almanya'ya savaş ilanı : I. Cihan Savaşı'nın başlaması

10 Ağustos 1914
Alman savaş gemilerinin (Yavuz ve Midilli) Boğazlardan geçmelerine izin verilmesi

9 Eylül 1914
1 Ekim tarihinden geçerli olmak üzere kapitülasyonların kaldırılması

12 Eylül 1914
İnas Darü'l-Fünun'unun kurulması

29 Eylül 1914
İslah-ı Medaris Nizamnamesi'nin yayınlanması

29 Ekim 1914
Karadeniz'e açılan Osmanlı filosunun Rus limanlarını topa tutması

Kasım - Aralık 1914
Enver Paşa kumandasındaki Osmanlı kuvvetlerinin Sarıkamış felaketi

3 Kasım 1914
Rusya'nın Osmanlı Devleti'ne savaş ilanı

5 Kasım 1914
İngiltere ve Fransa'nın Osmanlı Devleti'ne savaş ilanı

11 Kasım 1914
Osmanlı Devleti'nin İtilaf Devletleri'ne savaş ilanı

14 Kasım 1914
Cihad-ı Ekber ilanı

14 Kasım 1914
İnas Sanayi-I Nefise Mektebi'nin açılması

18 Aralık 1914
Mısır'ın İngiltere himayesinde bir "krallık" haline getirilmesi, Osmanlı Devleti'nin hukukuna son verilmesi

1915
Evrak-ı nakdiyye çıkarılması

1915
Gümrük resmi oranının %30'a yükseltilmesi

1915
Mekteb-i Tıbbiye'nin Darü'l-Fünun'a bağlanarak bugünkü İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'ne dönüşmesi

Ocak - Şubat 1915
Cemal Paşa kumandasındaki Osmanlı kuvvetlerinin Mısır seferi : Kanal hezimeti

Ocak - 18 Mart 1915
Müttefiklerin Çanakkale Boğazı'nı geçmeye çalışması : Çanakkale Savaşları

27 Mayıs 1915
Doğu Anadolu'da Ruslar'la işbirliği yapan Ermeni nüfusun iç bölgelere taşınması : Tehcir

1916
Hicaz ve Mekke'nin kaybı

1916
İzmit Dokuma Fabrikası'nın kapanması

1916
Tevhid-i Meskukat Kanunu

1916
Dar'ül-Hilafeti'l-Aliyye Medreseleri üstünde Medresetü'l-Mütehassısın adı altında bir ihtisas medresesi kurulması; İlk Musiki cemiyeti (Darü't-Talim-i Musiki)

1917
Yıldırım Orduları Grubu'nun kurulması

1917
Irak ve Suriye cephelerinin çöküşü

1917
Rusya'da Bolşevik ihtilalinin çıkması ve çarlığın sonu

1917
Cemaat mahkemelerinin kaza yetkisinin kaldırılışı

1917
Hukuk-ı Aile Kararnamesi'nin kabulü

25 Mart 1917
Şer'iyye mahkemelerinin Adliye Nezaretine bağlanması

6 Nisan 1917
Amerika Birleşik Devletleri'nin savaşa iştiraki ve Almanya'ya savaş ilanı

1918
Şam Mekteb-i Tıbbiyesi'nin Beyrut'un işgali neticesinde kapanması; Gazi Ahmed Muhtar Paşa'nın ölümü

3 Mart 1918
Brest Litowsk Antlaşması

3 Temmuz 1918
Sultan Reşad'ın vefatı ve Vahdeddin'in tahta çıkması

2 Ekim 1918
Bulgaristan'ın savaştan çekilmesi

8 Ekim 1918
Sadrazam Talat Paşa'nın istifası, Ahmed İzzet Paşa'nın sadareti

30 Ekim 1918
Mondros Mütarekesi'nin imzalanması

3-4 Kasım 1918
Almanya ve Avusturya'nın savaştan çekilmeleri

8 Kasım 1918
İzzet Paşa'nın istifası ve Tevfik Paşa'nın sadareti

13 Kasım 1918
İtilaf Devletlerinin İstanbul önlerine gelerek şehri teslim almaları

1919
Hukuk-ı Aile Kararnamesi'nin ilgası

1919
İstanbul Darü'l-Fünun-un bir ıslahat programı ile Osmanlı Darü'l-Fünun-u adıyla yeniden canlandırılmaya çalışılması; Harbiye Mektebi'nin adının "Muhtelit Harbiye Mektebi" olması

4 Mart 1919
4 Mart 1919 Damat Ferid Paşa'nın sadareti: Hürriyet ve İtilaf Partisi'nin iktidara geçmesi

15 Mayıs 1919
Yunanlılar'ın İzmir'i işgali ve Batı Anadolu'da ilerlemeleri

19 Mayıs 1919
Mustafa Kemal Paşa'nın İstanbul Hükümeti tarafından Anadolu'ya gönderilmesi

23 Temmuz 1919
Erzurum Kongresi

4 Eylül 1919
Sivas Kongresi

2 Ekim 1919
Damat Ferid'in istifası ve Ali Rıza Paşa'nın sadareti

22 Ekim 1919
Amasya Protokolü

24 Ekim 1919
Çıkarılan yeni bir nizamname ile fakültelere "medrese" denmeye başlanması ve Darü'l-Fünun'un ilmi muhtariyeti haiz olduğunun tasdik edilmesi

29 Kasım 1919
Misak-ı Milli : Milli gaye ve hedeflerin, milli sınırların belirlenerek ilanı

1920
Mektebi Harbiye'nin Ankara'da "Sunuf-ı Muhtelife Zabit Namzetleri Talimgahı" olarak açılması; İnas Darü'l-Fünun-un lağvedilmesi

16 Mart 1920
İtilaf işgal kuvvetlerinin İstanbul'daki resmi binalara girmeleri, meclisin dağıtılması ve kapanması, mebusların Anadolu'ya kaçmaları, ele geçenlerin İngilizler tarafından sürülmesi

5 Nisan 1920
Ferid Paşa'nın sadareti

11 Mayıs 1920
Ferid Paşa hükümetinin Mustafa Kemal'i idama mahkum etmesi ve askerlikten tardı

10 Ağustos 1920
İstanbul Hükümeti'nin Sevr Antlaşması'nı imzalanması

2-3 Aralık 1920
Gümrü Antlaşması'nın imzalanması

1921
Edebiyat ve Fen Fakültelerinde karma eğitime geçilmesi; askeri ve mülki baytar mekteplerinin "Baytar Mekteb-i Alisi" adı altında birleştirilmesi; Salih Zeki'nin ölümü

27 Ocak - 12 Şubat 1921
Londra Konferansı : Anadolu için söz söyleme hakkının Ankara Hükümeti'nde olduğunun tespiti

31 Mart 1921
II. İnönü Zaferi

3 Eylül 1921
Sakarya Meydan Savaşı

20 Eylül 1921
Fransa ile barış

1922
Türk Diş Tabipleri Cemiyeti'nin kurulması; Hukuk ve Tıp Fakültelerinde karma öğretime geçilmesi

27 Ağustos 1922
Büyük Taarruz : işgalci Yunan kuvvetlerinin imhası

30 Ağustos 1922
Büyük Zafer : Yunan Başkumandanı'nın esir edilmesi

9 Eylül 1922
İzmir'in kurtuluşu

11 Ekim 1922
Mudanya Mütarekesi

1 Kasım 1922
Saltanatın ilgası

16 Kasım 1922
Sultan Vahdeddin'in yurtdışına çıkması

16 Kasım 1922
Abdülmecid Efendi'nin halife olarak seçilmesi

1923
Birinci ilmi heyet'in Ankara'da toplanması; Darü'l-muallim'in Yüksek Muallim Mektebi adını alması

24 Temmuz 1923
Lozan Barış Antlaşması

25 Eylül 1923
Mekteb-i Harbiye'nin Ankara'dan İstanbul'daki eski Harbiye binasına nakledilmesi

13 Ekim 1923
Ankara'nın başşehir olarak kabulü

29 Ekim 1923
Cumhuriyet'in ilanı

3 Mart 1924
Hilafetin ilgası ve Osmanlı hanedan mensuplarının yurtdışına çıkartılmaları

Sarax 09-14-2008 15:53

ORHAN GAZI DÖNEMI

Osman Bey'in, yigit ve bahadir oglu Orhan Gazi, Osmanli tahtina geçip oturdugu zaman, ne yaptigini ve ne yapmasi gerektigini iyi bilen bir kimse idi. Gazi, Sucau'd-dünya ve'd-din, Ihtiyaru'd-din ve Seyfu'd-din gibi ünvanlara sahip olan Orhan, babasinin suurlu politikasini devrine ve yerine göre hem kiliç, hem de ideoloji sahasinda devam ettirmek kararinda idi.

Dedesi Ertugrul Gazi'nin vefat ettigi 680 (1281-1282) senesinde dünyaya gelen Orhan Bey'i, 1324 yilindan itibaren hükümdar kabul etmek mümkündür. Tahta cülûsu esnasinda bir sehzadesi dünyaya gelen Orhan Bey'in bu ogluna, kutlu ve mübarek olmasi için "Murad" adi verilir.

Tahti, kardesine teklif edip ondan feragat edebilecegini söyleyecek kadar özverili bir kimse olan Orhan'in bu teklifi, Alaeddin Ali tarafindan geri çevrilir. Zira Alaeddin Ali, tahtin kendisine daha layik oldugunu, bu sebeple onun bey, kendisinin de ona yardimci olarak kalmasini istemisti.

Çevresindeki ulema, gazi ve silah arkadaslari tarafindan oy birligi ile reislige getirilen Orhan, Sükrullah'in ifadesine göre güzel yüzlü, begenilir özlü ve herkese karsi eli açik cömert birisi idi. "Savas gününde de sanki Sâm veya Nerimandi. Okundan kaza, kilicindan ölüm ders alirdi. Mü'mine rahmet, kâfire zahmetti." Gerek siyaset, gerekse savasta tükenmeyen bir enerji ve ustaliga sahip bir hükümdardi. Gerçekten, babasi gibi güçlü ve büyük bir hükümdar oldugunu isbatlayan Orhan, tahta çikar çikmaz topraklarini genisletmek ve tebeasinin varligini çogaltmak için fetihlere basladi. Aslinda, onun askerî yeteneklerinin üstünlügünü gören babasi, daha ölümünden önce onun kendi yerine geçmesini istemisti. Bununla beraber o, yine de tahti kardesine teklif etmekten çekinmemisti.

Osmanli Devleti'nin kurulus yillarinda zeka, cesaret, güvenirlilik ve taktikleri uygulama bakimindan fevkalade bir sahsiyet olan Orhan Bey'in özellikleri (hilye, fizikî yapi) hakkinda su bilgiler verilmektedir: Bursa kalesinin fatihi Ebu'l-guzat Sultan Orhan, uzunboylu, ak benizli, ela gözlü, koç burunlu, genis gögüslü, iri yapili, heybetli ve vakur bir padisah idi. Ancak yumusak huylu olup kimseyi incitmez, kimsenin hatirini kirmazdi. Güler yüzlü, tatli sözlü idi. Bünyesi kuvvetli, sakal ve biyigi sik olup parlakti. Sag kulaginin altinda bir ben vardi ki, bu bir güzellik alâmeti olarak kabul ediliyordu.

Babasinin kendisine 16.000 km2 olarak biraktigi yeni beyligin basina geçtigi zaman, beyliginin yayilip gelisecegi çevrede irili ufakli bir çok devlet vardi. Gerçekten bu dönemde Anadolu'da Karaman, Germiyan, Saruhan, Aydin, Karasi, Mentese, Çandarogullari gibi Türk beyliklerinden baska Amasra'da Cenevizliler, Trabzon'da Komnenoslar, Marmara ve Ege'de Bizanslilar, Ak Deniz adalarinda Cenevizliler ile Venedikliler bulunuyordu.

Tarihî olay ve bunlardan bahs eden kaynaklarin belirttigine göre bu yeni devletin siyasî anlayis ve hareketinde, Müslüman Türk beyliklerinden önce, Türk ve Müslüman olmayan unsurlarin tasfiye edilme isteginin agirlik kazandigi anlasilmaktadir.

1324 Subat'indan baslayip 1362 Mart'ina kadar devam eden Orhan Bey'in idaresi, 38 yil sürmüstür. Tarihin bu zaman dilimi, fetih ve idarî müesseselerin kurulup yerlestirilmesi ile geçer. Devletin, Ilhanlilarin etkisinden çikarak tamamen bagimsiz hale gelmesi de yine bu hükümdar döneminde olmustur. dinamik, faal ve cesur bir kuvvetin basinda, mahirâne bir strateji takib ederek çevresindekilerle münasebetlerini devam ettirip gelistiren Orhan Gazi, ileride de görülecegi gibi bu iliskilerinde hasimlarina karsi bile âdil davranan, onlarin kisiliklerini rencide etmeyen ve kisilik haklarina riayet eden bir davranis içinde olmustur.

ORHAN GAZI DONEMI FETIHLERI

Babasinin, kendisine biraktigi vatan topragini dinamik ve faal kadrosu ile kisa zamanda birkaç katina çikaran Orhan Bey, fetih hareketlerine daha babasi hayatta iken baslamisti. 1320 yilindan itibaren faal siyasî hayattan çekildigi anlasilan Osman Bey'in yerini, oglu Orhan'in aldigi görülmektedir.

BURSA'NIN FETHI

Osmanli Devleti'nin ilk baskentlerinden biri olmasi hasebiyle Bursa, devletin, idarî, siyasî, dinî, ilmî, kültürel, sosyal ve ekonomik hayatinda önemli derecede rol oynayan bir merkezdi. Çok daha sonralari gelecek olan Keçecizâde Fuad Pasa'nin "Bursa Osmanlinin dibacesidir" sözü, Bursa'nin Osmanli tarihinde oynadigi role isaret etmektedir.

Kurulusu, milattan önceki yillara dayanan Bursa, daha sonra Romalilarin eline geçer. Roma'nin Dogu ve Bati olmak üzere ikiye bölünmesinden sonra çevresi ile birlikte Dogu Roma Imparatorlugunun (Bizansin) idaresinde kalmistir.

Osmanli Devleti'nin kurucusu olan Osman Bey'in siyasi faaliyetlerinden bahsedilirken isaret edildigi gibi Osman Bey, Bursa'yi kusatma altina almis fakat fethine muvaffak olamamisti. Bununla beraber Bursa'ya Bizans'tan gelecek yardima mani olmak için, sehrin yakinlarina iki kale yaptirmis, bunlardan birine Ak Timur'u, digerine de Balabancik'i muhafiz olarak tayin etmisti. Böylece Osman Bey, Bursa'ya disardan gelebilecek yardim yollarini denetim altina almis oluyordu. Bu sebeple 1315 yilindan iti. baren Bursa, Osmanlilar tarafindan çevresinde insa edilen kaleler vasitasiyle bir mânâda muhasara altina alinmis oluyordu.

Orhan Bey, 1326 yilinda büyük bir kuvvetle Bursa üzerine yürür.

Âsikpasazâde ve Nesrî gibi kaynaklar, Osman Gazi'nin, Bursa'nin fethinden önce oglu Orhan'a:

"Ogul, sen önce Adranps (Orhaneli)'a git ki, o kâfirin babasi Dinboz gazasinda benim Bay Koca'min düsmesine sebep oldu." diyerek onu Gazi Mihal (Köse Mihal), Turgut Alp, Seyh Mahmud ve Edebali'nin kardesi oglu Ahi Hasan'la gönderdi. Orhan Bey, bu tecrübeli komutanlarla görüserek Bursa'nin güneyinde ve bir bakima Bursa'nin anahtari durumunda olan Adranos kalesini alip yiktirir. Orhan Bey'in gelisinden önce kaleyi bosaltip Elete dagina çikmis olan halk ve kale beyi, Orhan'a itaatini bildirirler. Bunun üzerine tekrar yerlerine iade edilen halka karsi Orhan Bey, insaf ölçülerini asmayacak derecede merhamet ve hosgörülü bir sekilde davranir.

Bundan sonra Bursa önlerine gelen Orhan Gazi, Pinarbasi mevkiinde karargahini kurup kaleyi kusatir. Bizans'tan beklenen yardimin gelmeyecegini anlayan ve kaleyi kurtarmaktan da ümidini kesen kale beyi, Gazi Mihal Bey vasitasiyle ve bazi sartlarla Bursa'yi teslim edecegini bildirdiginden 2 Cemayizelevvel 727 (6 nisan 1326) tarihinde Bursa Osmanlilara teslim edilir. Kale muhafizi olan Evrenos da Müslüman olarak Osmanlilarin hizmetine girer. Orhan Bey, burayi aldiktan sonra babasinin na'sini buraya getirterek sonradan Gümüslü Künbed diye meshur olan yere defn ettirir.

Gerek strateji, gerekse psikolojik bakimdan Osmanlilar için büyük bir mânâ ve ehemmiyet ifade eden Bursa'nin fethini küçük bir hadise olarak göstermeye çalisan Gibbons, bunu özellikle Istanbul'daki iç çekismelere ve halkin maddî sikinti içinde bulunmasina baglar. Bu arada Bursa'nin fethinden sonra Evrenos Bey'in müslüman oldugunu, birçok kimsenin de ona uyarak yeni fatihlerin (Osmanlilarin) dinini kabul ettigini de belirtir. Böylece kurulus dönemindeki Osmanli Beyligi'nin gücünü ve çevrelerindeki insanlar üzerinde meydana getirdikleri olumlu havaya da isaret eder.

Bursa'nin fethinden sonra, Orhan Gazi için ele geçirilmesi gereken hedef artik Iznik olmustur. Marmara havzasinda bir sanayi sehri olan Iznik, o dönemlerde Bursa'dan daha mühim bir sehir olma özelligine sahipti. Burasi Bizans'in, Anadolu'daki en büyük sehirlerinden biri olmakla kalmiyor, ayni zamanda hiristiyanlik için dinî bir merkez olma hüviyetini de tasiyordu. Nitekim miladî takvimin 325. senesinde Büyük Kostantin tarafindan günümüz hiristiyanliginin akidelerinin tesbitinde rol oynayan en mühim konsil burada toplanmisti. 1074 yilindan Birinci Haçli Seferi (1097) ne kadar Anadolu Selçuklu Devleti'ne baskentlik eden Iznik, belirtilen tarihten itibaren Bizanslilarin elinde idi. Hatta 1204 yilindan 1261 yilina kadar da Bizans Imparatorlugu'nun merkezi olmustu. Bundan baska Iznik, Kocaeli yarimadasi bakimindan stratejik önemi haiz olan önemli bir sehirdir.

Bursa'nin zaptindan sonra Osmanli Beyligi'nin merkezi buraya nakl edilmistir. Yeni hükümdar burayi yeni binalarla süslemisti. Insa edilen dinî ve sosyal eserlerle sehir, Müslüman Türk sehri olma hüviyetini kazanip yeni bir çehreye büründü. Orhan Bey, daha isin basinda eski kiliseleri mescid ve medreselere çevirdi. Bursa'da fakir ve yoksullari doyurmak için imâret yaptirip onlara vakiflar tahsis eyledi. Buradaki bilgin ve hafizlara da maas bagladi.

PELEKANON MUHAREBESI VE IZNIK'IN FETHI

Gerek Osmanli, gerekse Yakin Sark tarihi bakimindan mühim bir hadise olan Pelekanon muharebesi, VI. Mirmiroglu'nun isaret ettigi gibi Osmanli tarihçileri tarafindan üzerinde fazla durulmayan veya kendisinden yeterince bahsedilmeyen bir muharebedir. O, bu konuda söyle demektedir:

"Osman Bey, Vatheos (Koyun Hisari) civarinda 27 Temmuz 1302 tarihinde Bizans askerlerini maglub ederek emâretini (beyligini) etrafa tanitmis oldugu gibi, oglu Orhan Bey dahi Bizans askerlerini maglub ederek Pelekanon muharebesini kazanmis ve bu sayede Britinya'nin en güzel yerlerini ve en büyük sehirlerini zapta muvaffak olmustur. Bu sebepten nasi Pelekanon muharebesi Yakin Sark (Yakin Dogu) tarihi için mühim bir merhale teskil etmektedir.

"Istanbul'un fethinden 124 yil evvel vaki olan bu muharebede Osmanli askerleri, Bizans askerlerini payitahtlarinin yakinlarinda* maglub ve perisan, imparatorlarini yaralayip kaçmaya mecbur ettiklerinden dolayi, Osmanlilar Anadolu'daki Türkmen beylikleri arasinda mümtaz bir mevki almis olduklari halde maalesef Osmanli tarihçileri bu muharebe için ya bir sey yazmiyorlar veya pek az malumat veriyorlar."

Daha önce de temas edildigi gibi Orhan Bey, Bursa'nin fethinden sonra bütün dikkatlerini Iznik üzerinde toplamisti. Iznik'in Osmanlilar tarafindan ele geçmesi, Bizans'in Marmara havzasindaki en kuvvetli dayanaklarindan birisini kayb etmesi demekti. Gerçekten de Türklerin, Kocaeli yarimadasindaki kaleleri alarak yavas yavas Bogaza dogru ilerlemeleri, Bizans Imparatorlugunu telasa düsürüyordu. Hem zapt edilen kaleleri geri almak, hem de uzun zamandan beri muhasara altinda bulunan Iznik'i kurtarmak için bizans Imparatoru III. Andronikos (1328-1341) gizlice hazirliklara baslar.

Andronikos, planini uygulamaya, Karasi emiri ve Bulgarlarla bir baris antlasmasi yaparak baslar. Ayni maksatla Kizikos (Kapidagi Yarimadasi)'a geçer. Süphe uyandirmamak için de Artaki (Erdek)'te bulunan Hz. Meryem'in mukaddes Ikonunu (tasvirini) ziyareti bir vesile olarak gösteriyordu. Bütün bunlar, Orhan Bey'i hazirliksiz olarak yakalamak içindi. Erdek'ten Biga'ya gelen Imparator, burada Karasi Beyi Demir Han ile bir saldirmazlik antlasmasi imzalar. Daha önce de benzer bir muahedeyi Bulgar krali III. Mihal ile yapmisti. Bu sekilde siyasî bir basari kazanmis görünen Imparator, Osmanlilara karsi sefere hazirlandi. Bu sebeple 1329 senesinin Mayis ayinda mümkün oldugu kadar sür'atle Trakya'dan iki bin civarinda asker getirtip Istanbul ve çevresinde bulunan mevcut askerlere katar. Bu askerlerle Anadolu yakasinda bulunan Üsküdar'a geçer. Bunu haber alan Orhan Bey, Iznik muhasarasinda bir miktar asker birakarak sekiz bin kisilik ordusunun basinda Pelekanon** denen mevkide Imparatorun komutasindaki Bizans ordusu ile meydan muharebesine girisir. Böylece, Osmanli tarihinin ilk mühim meydan savasi baslamis oldu. Gün boyu deva eden muharebe, aksama kadar sürmüstü. Gece muharebeye devamin tehlikeli oldugunu gören Imparator, ordugahina döner. Bu sirada vaziyeti fark eden Orhan Bey, firsati kaçirmayarak siddetli bir taarruza geçer. Bu ani taarruz, Bizans ordusunda büyük bir panik havasinin yasanmasina sebep olur. Yaralanan Imparator, deniz yolu ile zorlukla Istanbul'a ulasir. Bu muharebede Orhan'in kardesi Pazarlu Bey de komutan olarak bulunmustu.

Orhan Bey, Pelekanon zaferinden sonra tekrar Iznik üzerine döner. Artik Bizans'tan herhangi bir yardim imkâninin olamayacagini anlayan Iznik Rum Beyi, bazi sartlarla teslim olur. Bursa'nin zaptindan sonra halka gösterilen yumusaklik ve müsamaha ile teslim sartlarina riayet edilmis olmasi, Iznik'in tesliminde de gösterildi. Sehir ve kaleyi teslim alan Orhan Bey, halktan, isteyenlerin esyasi ile birlikte gitmesine müsaade etti. Hatta bu müsamahakârlik ve müsamahada o kadar ileri gitti ki, Iznik halkindan isteyenlerin kendi tebeasi olma ve sadece cizye vermek sartiyle kendi örf, âdet ve geleneklerini muhafaza edebileceklerini ilân etti. Bunun üzerine halkin büyük bir kismi Iznik'te kalmaya karar verdi. Fakat Rum Beyi, deniz yolu ile Istanbul'a gitti. Iznik, Orhan Bey'e kapilarini açtiktan sonra çevresindeki bazi yerler de alinmisi. Iznik, bölge itibariyle harb sahasina yakin olmasindan dolayi geçici bir müddet için beylik merkezi haline getirildi.

Iznik kusatmasi esnasinda kalede bulunan Rum muhafizlari ile halktan gerek muharebede, gerekse açlik, hastalik, vs. gibi sebepler yüzünden ölen erkeklerin dul kalmis olan kadinlari, Iznik'te bulunan Orhan Bey'e basvurarak kendilerine bakacak kimselerinin bulunmadigini söylemislerdi. Bunun üzerine Orhan Bey, askerlerden arzu edenlerin bu kadinlari nikahla alabileceklerini ve bunlarla evlenenlerin Iznik muhafazasinda birakilacaklarini açikladi. Böylece, kimsesiz kalan kadinlarin evlenmesini saglayarak bu sosyal problemi de ortadan kaldirmisti.

Iznik'in 1330 yilinda feth edilmesi, Avrupa'da büyük bir hadise olarak yankilandi. Bu fetih, Bizans için de büyük bir ümitsizlik sebebi oldu. Hele buradaki Ayasofya Kilisesinin camie çevrildigi haberi, büsbütün bir teessüre sebep olmustu.

Biraz sonra temas edilecegi gibi Orhan Gazi, Iznik'i feth ettikten sonra orada pek çok eser meydana getirdi. Halka karsi büyük bir sefkat ve merhamet örnegi gösteren Orhan Bey, halktan isteyenlerin bütün esyasi ile birlikte sehri terk edebilecegini söylemisti. Fakat halk, Orhan Gazi'nin idare ve adaletine meftun olmustu. Bu yüzden çok az kimse sehri terk etti. Hammer bu olayi su ifadelerle nakl eder:

"Iznik muhafizlarinin pek azi bu serbestiden istifade ederek tekfurla birlikte gittiler. Idarecilerin haksizligindan dolayi me'yus olmus ve Hiristiyan imparatordan ziyade Orhan'in müsamahasindan ümitvar olmus olan digerleri, sehir halki ile birlikte galibi (Orhan Gazi'yi) karsilamaya çiktilar. Padisah, Yenisehir kapisindan sehrin güneyine girdi. Orhan'in buradaki davranisi, yüce gönüllü ve zafer haklarini akilli bir siyaset ugruna gözden çikarmasini bilen bir hükümdarin hareketi oldu. Böylece hesaplari da bekledigi sonucu verdi".

Göründügü kadari ile Orhan Bey'in hareket ve bu harekete yön veren anlayisi, onun böyle bir siyaset uygulamasina sebep olmustu. Nitekim, Orhan Gazi'nin, kocalari ölen veya kimsesiz kalan dul kadinlari gazilerle ser'î nikah üzere evlendirmesi bu anlayisin bir sonucudur. Osmanli tarihleri de devrin anlayis ve dili ile bu hadiseyi asagidaki ifadelerle nakl ederler:

"Sonra güzel yüzlü kadinlar geldiler. Orhan: "Bu kadinlar nedir?" diye sorunca kendisine:

"Sultanim, bunlarin erlerinin kimisi açliktan, kimisi de savasta kirilmistir. Yüksek evlerde de bos kalmislardir." dediler. Bunun üzerine Orhan, gazilere bunlari ser'î nikahla almalarini buyurdu. Gaziler, bunun üzerine bu kadinlarla evlendiler. Hazir ev, hazir avrat buldular, geçip saray gibi evlerde oturuverdiler.

Görüldügü gibi kadinlarin ser'î nikahla alinmasi, onlara normal bir vatandas muamelesinin yapilmasi demekti. Böylece Orhan, onlari esir veya cariye durumuna düsürmekten kurtarmis oluyordu. Halbuki galib olan Orhan ve Osmanli idaresi, onlara karsi istedigi sekilde muamele yapmakta serbest idi. Bu sekildeki bir hareketine de mani olabilecek bir güç mevcut degildi. Hammer ise Orhan Gazi'nin tamamen insanî olan ve hatta yirmi birinci asra girmek üzere oldugumuz su günümüzde bile uygulanamayan bu insanî muameleye kendi açisindan farkli bir sekilde bakmaktadir. Ona göre Orhan, Iznik'in kendiliginden teslim olmasindan dolayi bol ganimetlerden yoksun kalan silah arkadaslarina mükâfati unutmamistir. Söz gelimi, uzun bir kusatmanin, alisilmis sayilabilecek veba ve kitligin tesiri ile baba ve anneden, kocalarindan yoksun kalan ve yari yikik saraylarinda oturan Rum kadin ve kizlarini onlara bölüstürdü. Böylece, ordusunun subaylarina bu yapilarin mirasçilari ile evlenmelerine izin vermekle bu ihtisamli konutlarin yeniden senlenmelerine yol açilmis oldu.

Kaynaklarin verdigi bilgilerden anlasildigi kadari ile Orhan Gazi, Iznik'i feth ettikten sonra derhal sehre bir Müslüman Türk hüviyeti kazandirmak için faaliyetlere girisir. Bu sebeple büyük bir kiliseyi Cuma mescidi haline getirir. Orhan, umuma ait binalari kitâbe ve güzel sözlerle bezeyip süsleyen, böylece Dogu'nun eski bir gelenegine uyan ilk Osmanli padisahidir. Onun, sultanlik günlerinden baslayarak bütün camiler, medreseler, hastahaneler, çesmeler, mezarlar ve köprüler Osmanli ülkesinin hemen her târafinda yaptiranlarin (bânilerinin) adlarini ve yapilis tarihlerini seyyahlara göstermektedirler. Bu âbide (anit)ler üzerinde çogu zaman Kur'an'dan alinmis tasvir, tesbih ve benzetme bulunan âyetler okunur. Orhan Gazi, Iznik'te bir manastiri da medreseye (yüksek okul = fakülte) çevirdi. Medresenin müderrisligini (profesör) Davud Kayserî denilen birine verdi. Konya'da Mevlânâ Siraceddin Konevî'nin ögrencisi olan Taceddin el-Kürdî, bu medresede, Davud Kayserî'ye halef olmustu. Taceddin'in ölümünden sonra da Alaeddin Esved, daha çok yaygin olan adi ile Kara Hoca o göreve atanmistir.

Orhan Gazi'nin Iznik'te bulunan ve bazi kaynaklarda bir manastirdan çevrilmis oldugu belirtilen medresesinin, kilise veya manastirdan degil, bizzat kendisi tarafindan insa ettirildigi Mecdî gibi bazi kaynaklarda belirtilmektedir. Mecdî, Seyh Davud Kayserî'nin biyografisinden bahs ederken "Orhan Han Gazi Hazretleri, Iznik nâm kasabada bir medrese-i ulya peyda edüp seyh hazretlerine tayin eyledi" diyerek Osmanli Devleti'nin bu ilk medresesinin bizzat Orhan Gazi tarafindan yaptirildigini anlatir. Ayrica Osmanli dönemi ilk medreseleri üzerinde arastirma yapan Mustafa Bilge de Orhan Gazi vakfiyesinden yola çikarak ayni kanaatte oldugunu söyle ifade eder:

"Bu medresenin, Nesrî ve diger bazi kaynaklarda belirtildigi sekilde Iznik'te bulunan manastir veya kiliselerden çevrilmis olmayip insa edilmis oldugunu belirten en kuvvetli delil, elimizde bulunan vakfiyedir. Orhan Gazi, Iznik'teki medresesini yaptiktan sonra tanzim ettigi ve Molla Hüsrev tarafindan 841 H./1437 M. 'de tescil edilen vakfiye suretinde, medresenin bina edildigi ve Hayreddin Pasa Camii'nin yaninda oldugu açikça belirtilmektedir." Sultan Orhan, bu medreseye sahibi bulundugu Kozluca köyünün gelirlerini sahih ve seriata uygun bir sekilde vakf etmistir. Gerçekten çok daha sonraki tarihlere (1136=1724) ait bir arz belgesi, Iznik'e bagli Kozluca köyünün Orhan Gazi medresesine vakf edildigini göstermektedir.

Iznik, Türklerin eline geçtikten sonra, Orhan Bey buradaki yerli halktan isteyenlerin mallari ile birlikte sehri terk etmelerine müsaade etti. Gitmeyenlerin ise Osmanli tebeasindan olmak ve sadece vergi (cizye) vermek sartiyle din, gelenek ve göreneklerini muhafaza edebileceklerini bildirdi. Burayi bir müddet kendisine merkez yaparak Iznik'in bir Müslüman Türk sehri olmasina gayret etti. Bunun için orada cami, imâret ve medrese gibi dinî, sosyal ve kültürel müesseselerin temelini atti. Ayrica zevcesi Nilüfer Hatun tarafindan bir imâret, oglu Süleyman Pasa tarafindan da bir medrese insa edildi. Bundan baska diger hayir sahiplerinin yaptirdiklari tesislerle kisa bir müddet sonra Iznik, istenilen Müslüman-Türk sehri hüviyetini kazandi.

Kaynaklar, Orhan Gazi'nin buradaki faaliyetlerinden bahs ederken onun bir hükümdar gibi degil, herhangi bir vatandas gibi davrandigini belirtirler. Nitekim onun yaptigi imârette pisirilen yemekleri bizzat kendisinin dagitmis olmasi, aksam olunca kandillerini bizzat kendi eli ile yakmis olmasi bunu göstermektedir.

Orhan Gazi, Iznik ve bilahere Izmit'in fethinden sonra idarî bir sistem kurarak memleketi buna göre idarî bölgelere ayirdi. Buna göre Izmit, oglu Süleyman Pasa'ya verilmis, onu Yenice, Göynük ve Mudurnu'ya havale etmisti. Bursa'yi da oglu Murad Han Gazi'ye vererek adini "Bey Sancagi" koymustu. Karacahisari amcasinin oglu Gündüz'e verdi. Kendisi de bütün bunlarin üstünde memleketi idare ediyordu.

IZMIT'IN FETHI

Bir ticaret merkezi durumunda bulunan Izmit, Iznik'in fethinden hemen sonra Osmanlilar tarafindan alinmak istenmis ve hatta bir ara elde edilmis ise de sonradan yine Rumlara verilmisti. Osmanli kuvvetleri Iznik'in fethinden bir sene yani 1331 Haziran'indan sonra sehri kusatmislarsa da Bizans Imparatoru UI. Andronikos'un yardima gelmesi üzerine Orhan Bey, Imparatoria anlasarak kusatmayi kaldirmisti. Orhan Bey, bu kusatmadan alti sene sonra (1337) sehri siddetli bir sekilde tekrar kusatti. Bu kusatma üzerine disardan yardim alamayan sehir, teslim olmak zorunda kaldi. Kale muhafazasinda bulunan Paleologos hanedanina mensup Marika, mallarini alarak bir gemi ile Istanbul'a gitti. Izmit'in fethi ile Kocaeli Yarimadasinin tamami Osmanlilarin eline geçmis oluyordu. Orhan Gazi, Izmit ve havalisinin idaresini oglu Süleyman Pasa'ya verdi. Süleyman Pasa'nin halka karsi din ve milliyet farki gözetmeden âdil bir sekilde davranmasi, ve çevrelerinin tamamen Osmanlilar ile kusatilmis olmasindan dolayi civarda bulunan bir çok kale (Tarakli Yenicesi, Göynük, Mudurnu) de birer teslim oldular. Ayni sekilde Izmit Körfezindeki Gemlik, Armutlu gibi mevkiler de Kara Timurtas Bey vâsitasiyle Orhan Bey kuvvetlerinin eline geçmisti.

KARESI BEYLIGI'NIN ILHAKI

1340 yilina kadar Bizans topraklarinda fetih hareketlerine girisip sinirlarini genisleten Osmanli Devleti, fethedilen yerlere dogudan gelen Türkleri yerlestiriyordu. Bununla beraber Bizans topraklarinda genislemekte olan bir Türk devleti için bu kafi degildi. Çünkü Anadolu'da bulunan diger beyliklerin sinirlari, Osmanlilarin dogrudan dogruya bütün Bizansi çevirmesine imkân vermiyordu. Bu sebeple Karesi Beyligi topraklarinin alinmasi gerekiyordu. Bu, Bizanslilara karsi kazanilan zaferlerden daha önemliydi. Zira bu sayede Osmanlilar, Çanakkale'ye kadar gelerek, bogazin güney kiyilarini ellerinde bulunduracaklardi. Bu da ilk firsatta Avrupa'ya geçme imkânini saglayacakti. Böylece Orhan Gazi, Bizans'in taht kavgalarindan istifade edecek ve hatta topraklarina akinlar düzenleyip isgal edebilecekti. Gerçekten de batiya dogru açilip genisleyebilmek için sadece Istanbul Bogazina yaklasmak kâfi degildi. Ayni sekilde Çanakkale Bogazi'na da yaklasmak gerekiyordu. Zira sadece bir taraftan tutulan Marmara ile stratejik güç haline gelmek imkansizdi. Bu küçük iç deniz (Marmara) iki taraftan kiskaç içine alinmaliydi. Ancak bu sayede batiya geçilebilirdi. O dönemde batida Karesi ogullan vardi. Fakat bunlar, Çanakkale Bogazi'nin Asya yakasini elinde bulundurmanin stratejik nimetini takdir edebilecek deha ve imkâna sahip degillerdi. Bu arada Bizans da bütünüyle Güney Marmara'dan çekilmis degildi. Osmanlilar ile Karesiler arasinda Bizans'a ait bazi topraklar vardi. Osmanlilar, 741 (1342) tarihinde Ulubat, Mihaliç ve Kirmasti gibi yerleri Bizans'tan alip feth etmek suretiyle, merkezi Balikesir'de bulunan Karesiogullari Beyligi ile ayni hududlari paylasir oldular.

Bu siralarda Karesi Beyligi'nde çikan bir hadise, Orhan Bey'e Türklerle meskûn bulunan bu topraklarin zaptinda ilk firsati verdi. O zamana kadar Osmanlilar, sadece Bizans'la muharebe etmis ve ülkelerini özellikle Bizans Imparatorlarindan aldiklari yerlerle genisletmislerdi. Ne Osman ne de oglu Orhan, Küçük Asya'da bulunan diger beylere karsi hasmane bir tesebbüste bulunmamislardi.

Osmanli kaynaklarina göre Karesi Beyi'nin ölümünden sonra yerine oglu Demirhan geçmisti. Fakat kardesi Dursun Bey, buna muhalefet ederek veya biraderi tarafindan öldürülmekten korkarak Osmanlilara iltica etmisti. Beyligin basina geçen Demirhan'in fena ve kötü hareketlerinden dolayi Karesi ileri gelenleri (ümera), Haci Ilbeyi vasitasiyle Orhan Bey'in sarayinda bulunan Dursun Bey'i hükümdar olmak için tesvik ederler. O da Osmanli hükümdari Orhan Gazi'ye Balikesir, Aydincik ve Bergama'yi verme teklifinde bulunur. Kendisi de Truva mintikasindaki Kizilca Tuzla ile Bayramiç gibi yerlerde hükümdarligini sürdürecekti. Bu teklif ile Orhan Bey'i tahrik ve tesvik eden Dursun Bey, büyük bir ihtimalle 1345 yilinda meydana gelen Karesi seferine Orhan Bey'le birlikte istirak eder. Balikesir üzerine yürüyen Orhan'in gelisini haber alan Demirhan, Bergama kalesine siginir. Bu arada Balikesir ümerasi basta Haci Ilbeyi oldugu halde Evrenos, Ece Halil ve Gazi Fazil Bey'ler, Orhan Bey'i karsilarlar. Orhan Gazi, iki kardesi baristirmak için Dursun Bey'i Haci Ilbeyi ile beraber Bergama kalesine gönderir. Bunlar kale önüne gelip görüsmek isterler. Fakat kaleden atilan bir okla Dursun Bey maktul düser. Bundan çok müteessir olan Orhan Gazi, Bergama'ya gelip kaleyi muhasara eder. Halkin israrina dayanamayan Karesi Bey'i kaleden çikip Orhan Gazi'ye teslim olmak zorunda kalir. Bundan sonra Bursa'ya getirilen Demirhan gelisinden iki sene sonra Yumrucak (taun, veba) hastaligindan vefat eder.

Böylece Karesi Beyligi'ne ait olan Balikesir, Manyas, Kapidagi ve Edincik gibi sehirler Osmanli topragina ilhak olunur. Karesi Beyligi'nden birçok sahil bölgesinin Osmanlilara geçmesi ile Rumeli'ye geçis kolaylasir. Bu ilhakin Orhan Bey bakimindan önemli bir yönü de bu beylige tabi degerli komutan ve emirlerin Osmanli hizmetine girmis olmalaridir. Biraz önce isimlerinden bahs edilen ve Çanakkale bogazi ile çevresini çok iyi taniyan bu degerli komutanlar sayesinde Rumeli fetihleri kolaylasmisti. Zira bunlar denizciligi de iyi biliyorlardi. Osmanlilar, Haci Ilbeyi, Ece Halil, Gazi Fazil Bey ve Evrenos Bey gibi askerî ve idarî bakimindan yönetici olacak durumdaki bu insanlardan istifade edip bilgilerinden yararlanmislardir.

Karesi Beyligi'nin ilhakindan sonra uzun bir müddet önemli sayilabilecek bir fetih hareketine girisilmedigi anlasilmaktadir. Hammer bu sessizligin sebebi ve bu konudaki yanlis degerlendirmeler hakkinda asagidaki ifadelerle bir gerçege parmak basarak söyle der:

"Karesi'nin fethinden sonra yirmi sene zarfinda Osmanli ülkesi yeni ve önemli bir fetih ile genislemedi. Bununla beraber tarihçilerin buradaki derin sessizlikleri, Bizanslilarin zannettigi gibi devamli kayiplarin ve bozgunluklarin bir soncu degildir. Aksine, bu dinlenme çaginda, Alaeddin (ulemadan)'in akillica görüsleri ile kurulan yeni ordunun tam ve disiplinli bir düzene sokulmasi, içerde güvenlik durumunun sarsilmaz sekilde saglanmasi gibi isleri gelistirdi. Bu ifadelerin gerçek sahidi ise Karesi bölgesinin fethinden sonra insasina baslanan câmi, medrese, imâret ve kervansaray gibi büyük binalardir. Nitekim, Orhan'in dindarligi sebebiyle meydana gelen bu müesseseler, (bes sene önce ilk medrese ve imâretin tesis olundugu) Iznik'teki müesseselerle kisa zamanda rekabet edip boy ölçüsebilecek duruma geldiler."

îleride daha genis bir sekilde ele alinacagi gibi Osmanli Devleti'nin ilk teskilâti, Orhan Gazi zamaninda kurulmustu. Bursa ve Iznik'in zapt edilmesi, Osmanli Beyligi'nin ilk devir tarihinde önemli hâdiseler olarak mütalaa edilebilir. Orhan Gazi Beyligi'nin hududlari, artik devamli olarak genisliyordu. Yeni müesseseler ile saglam temellerin atilmasi bu siyasî varliga ve birlige bir hayatiyet saglayacakti. Zira bu beylik, yavas yavas eski asiret usûl ve kaidelerinden ayrilmak zorunda idi. Ancak bu sayede modern bir devlet olma özelligini kazanabilirdi. Bu sebeple devlet, idarî sahada adalet, askerî sahada da yeni bir sistem ve teskilât meydana getirmek ihtiyacini hissetmeye basladi. Bu konularda ulema sinifindan gelmis olan vezir Alaeddin Pasa ile Bursa kadisi Cendereli (Çandarli) Kara Halil faaliyetlerde bulundular.

Osmanli Devleti'nin mucizeli bir sür'atle yükselis ve inkisafini bir yandan tarihî halet ve gerçeklerde, bir yandan da Islâmî prensiplerin adalet, insaf ve dinamizmine gösterilen sadakat ve saygida aramak icab eder.

Onun için de, devletin kurulus ve yükselis hadisesini fikirden aksiyona çeviren ve kuvvetler birligini vücuda getiren faaliyetin sirrini, bu faaliyete istirak eden din, ilim, hukuk ve idare otoritelerinin kollektif idealizmi ile izah, isabetli bir inanis olsa gerekir.

Orhan Gazi, Mevlânâ Sinan, Dursun Fakih, Davud Kayserî ve Taceddin Kürdî gibi büyük âlimler; Akça Koca, Konur Alp, Abdurrahman Gazi gibi seçme yigitler; Taptuk Emre, Gülsehrî gibi mutasavvif sairler; Abdal Musa, Abdal Murad, Doglu Baba, Geyikli Baba, Ahi Evren, Ahi Semseddin gibi ululara, çevresinde yer vermekle gerek devleti, gerek hükümdarlik makamini bir idealist üreticiler zümresine dayamis oluyordu.

Gerçekten, seneler süren ve Osmanlilari bir hayli yoran cenklerden sonra orduyu, idareyi ve cemiyeti mayalayip yoguran manevî temsilcilerin fetih tarihindeki hikâyeleri, Asikpasazâde, Nesrî ve Ibn Kemâl gibi kaynaklarda anlatilir. Biz bu ulularin hizmet ve hikâyelerine örnek olmasi bakimindan Asikpasazâde tarihindeki bir rivayeti nakl etmekle yetinmek istiyoruz. Olay, Âsikpasazâde'nin dilinden söyle ifade edilir:

"Hele simdi görelim Orhan Gazi Bursa'da neyler: Devletle geldi imâret yapti. Vilâyetin dervislerini teftis eylemeye basladi. Inegöl yöresinde Kesis Dagi (Uludag)'nin arasinda bir nice dervis gelmisti. Anda makam tutmuslardi. Bu dervislerden biri ayrilir varir dagda geyiciklerle yürür ve ol Turgud Alp âni sever. Orhan Gazi'ye adam gönderdi kim benim köylerim yaninda bir dervis daim ânin yanina gelir. Âninla musahabet eder. Turgut Alp pir olmustu (yaslanmisti). Geldi mukim oldu. Hayli mübarek dervistir dedi. Orhan Gazi eydür: Aceb kimin mürididir? Eydür: Sorun kendinden der. Geldiler sordular. Eydür: "Baba Ilyas müridiyim" der. "Seyyid Ebu'l-Vefa tarikatindanim" dedi. Emr etti kim getirin dedi. Geldiler davet ettiler, gelmedi. Dervis dahi haber gönderdi kim sakin gelmesin. Orhan Gazi'ye haber verdiler. Orhan Gazi yine haber gönderdi kim niçin gelmez. Veya beni niçin komaz anda varmaya. Cevab verdi kim dervisler göz ehli olur. Gözetirler dahi vaktinde varirlar kim dualari makbul olur.

Bir nice günden sonra bir kavak agacini omuzuna kodu. Dogru Bursa'nin hisarina geldi, padisahin hisarina (sarayina) girdi. Gördüler, Han'a haber verdiler. Ol dervis geldi bir agaç dahi getirdi, kapida dikiyor. Orhan Gazi çikti gördü tamam dikmis. Dahi sormadin, Han'a eydür teberrükümüz oldukça dervislerin duasi makbuldur dedi. Hemandem dua etti, durmadi geri mekânina vardi.

Kavak agaci simdi dahi vardir (Asikpasazâde zamani). Orhan Gazi dahi dervisin mekanina vardi. (Ey) Dervis bu Inegöl nevahisi senin olsun dedi. Dervis eydür: Mülk ve mal Hakk (Allah)'indir, ehline verir biz ânin ehli degiliz, der. Sordular: Ehli kimdir? Ayudtu: Hak Teâlâ dünya mülkünü sizin gibi Hanlara ismarladi. Kullari birbirleri ile mesalihin görsün deyü. Orhan Gazi eydür: Dervis! Nola benden su sözü kabul etsen. Dervis eydür:

Sol karsiki tepecikten bericigi dervislerin havlicigi olsun dedi. Orhan Gazi dahi bu sözü dua aldi yine mekânina gitti."

Kendisiyle görüsmek isteyen hükümdardan köse bucak kaçan, ne onun yanina varmaya yanasan, ne de onu kendi mekânina isteyen büyük istigna, iç zenginligi, ezeli tokluk ve gönül saltanati. Ne malda gözü var, ne mülke tamah düsürmüs. Gazi Hünkâr: "Sol Inegöl nevahisini al senin olsun" deyince "biz onun ehli degiliz" diyor. Beyin israrlari karsisinda ufku göstererek "Su tepecikten bericigi dervislerin avlucugu olsun" diyor. Sirtladigi fidani hünkarin bahçesine dikmekle de, Allah'in, mülk ve mali kendilerine ismarladigi han ve hükümdarlara yardimci ve destek oldugunu açiklamak istiyor.

Âsikpasazâde sözlerine devamla söyle der: "Orhan Gazi o dervisin üzerine kubbe yapti. Yaninda tekye yapti. Bir de Cuma mescidi yapti. Simdiki vakitte onarilip bes vakitte padisahin ruhuna dua ederler. O zâviyeye "Geyikli Baba Tekkesi" derler."

Devletin kurulus hamurunda mayasi bulunan tasavvuf erbabi ile Orhan Gazi'nin ilgi ve münasebetlerini anlatan Hammer, Orhan'in bu konuda babasini örnek aldigini söyleyerek su sekilde fikrini beyan eder:

Orhan, Dervis Turud ile Kumral Abdal için tekke insa eden babasina uyarak Geyikli Baba'ya uygun bir zâviye bina ettirdi. Pek çok ziyaretçisi bulunan bu zâviye, Uludag'in eteginde ve sehrin dogu taraflarinda idi. Adi geçen dagin yüksek bir yerinde ve Gökpinari denilen yerde Doglu Baba'nin türbesi bulunur. Sehrin kapilarinda ve Uludag'in zirvesinden dogan Alisir Irmagi kenarinda Horasan'da dogmus olan Dervis Abdal Murad'in tekkesi, batida ve Kaplica yakininda Abdal Musa'nin tekke ve mezari bulunmaktadir. Bu iki baba, Bursa muharebesinde iki Abdal veya iki aziz kisi ile Sultan Orhan'a refakat ederek, gerek dualari gerekse kerametleri ile neticenin kisa zamanda alinmasina vesile olmuslardir. Bursa fatihi (Orhan Gazi), bu insanlarin civarlarinda medfun bulunduklari birçok zâviyenin insasiyle onlara karsi minnettarligini ebedîlestirmistir.

Bu iki muttaki zatin (Geyikli ve Doglu Baba) isimleri, onlarin tabiat ve ahlâklarini çok güzel izah etmektedir. Bunlardan ilki geyiklerle birlikte yasadigi, digerinin de sadece yogurt yiyerek hayatini sürdürdügünü göstermektedir.

Rivayete göre Geyikli Baba muhasara ordusunun önünde elinde altmis okkalik bir kiliçla bir ceylana binmis olarak harb etmistir. Abdal Murad'in, dört arsin uzunlugundaki agaç kilicindan baska bir silahi olmadigi halde hayrete deger yigitlikler gösterdigi de söylenir. Abdal Musa da pamuk ile ates toplamistir.

Geyikli Baba Hoy'da dogmus, Osman zamaninda kerameti ile söhret bulmustu. Bu zat, daima tasavvufu vecd içinde yasar ve Uludag'da ormanlar arasinda geyiklerle birlikte günlerini geçirirmis. Orhan çagirmadikça oradan inmezmis.

Rivayete göre yine bir gün geyige binmis ve omuzunda bir çinar dali bulundugu halde sultanin sarayina gelir. Devletin bahtliligina bir isaret ve belirti olmak üzere fidani bahçeye diker. Osmanli Devleti'nin, bu agaç gibi kök salarak dallarini uzaklara ulastiracagini ve göklere kadar yükselecegini söyler. Bu ve benzeri rivayetler, toplumun maserî vicdaninda bir karsilik (makes)bulmus olacak ki, sosyal bir vak'a olarak günümüze kadar uzantisi devam etmektedir.

ANKARA'NIN ZAPTI

Osmanlilar, Anadolu'da bulunan devlet ve beyliklerin topraklarini zapt edip anlari hakimiyetleri altina almak yerine bati ve hatta Trakya'da bulunan bölgeleri feth etmeyi yegliyorlardi. Çünkü Anadolu'daki beylikler de kendileri gibi Müsluman ve Türk unsurlardan meydana geliyordu. Bu bakimdan kendileri ile hasmane hareketlerde bulunmayan bu beyliklerin topraklarina karsi tamahkârlikta bulunup hiç bir sebep yokken onlari ele geçirdikleri söylenemez.

Kurulus dönemindeki mütevazi imkânlarina ragmen, Islâm'i Anadolu'nun batisindaki topraklara tasimayi hedefleyen Osmanlilar, bu gayelerini gerçeklestirmek ve daha fazla müslüman nüfustan istifade için zaman zaman komsu Müslüman beyliklere de müdahalede bulunmuslardi. Bu sayede Istanbul ve Çanakkale bogazlarinin batisinda bulunan bölgelere de Islâm'in sesini ulastirabileceklerdi. Bunun için de Rumeli'nin fethedilmesi ve Müslümanlarin eline geçmesi gerekiyordu. Fakat bu da büyük bir nüfus ve insan gücüne sahip olmaya bagliydi. Bu sebeple Müslüman Türk nüfusu çogaltmak gerekiyordu. Bu düsüncede bulunan devlet ve idare adamlari, Bolu taraflarindan baska Ankara cihetine dogru da genislemek ve buradaki Türk nüfusundan istifade etmek gerektigine kanaat getirdiler. Öyle anlasiliyor ki Orhan Bey, Germiyan ve Karamanlilar'dan toprak kazanmayi düsünmüyordu. Zira güçlü ve kuvvetli olan bu iki Müslüman Türk Beyligi ile, ne kadar sürecegi süpheli olan bir maceraya girismek, Osman Gazi ile oglu Orhan'in takip ettikleri politikaya tamamen aykiri idi. Halbuki Bizans ve Müslüman olmayan diger devletlere karsi elde edilecek muvaffakiyetlerin verecegi san ve seref Osmanlilari o kadar yükseltecekti ki, zaman içinde Germiyan, Karaman ve diger beylikler herhangi bir çatismaya mahal kalmadan Osmanlilarin idaresini kabul edebilecek hale geleceklerdi. Osman Bey, oglu ve torununun bu politikasi ile dinî ve siyasî anlayisi, onlarin bütün davranislarinda kendini açik bir sekilde ortaya koymaktadir. Bu sebeple, Türk devletleri ile harbe girisip kuvvetlerini yipratmak Osmanlilarin aklindan bile geçmiyordu. Zira bu yol, onlari ileriye degil, geriye sürüklerdi. Öztuna'nin dedigi gibi "Rumeli maddî, fakat Anadolu mânevî güçle feth olunacakti."

Osmanlilarin, komsu ve kardes beyliklerle herhangi bir çatismaya girismeksizin ihtiyaç duyduklari Türk nüfusunu çogaltmak, bir bakima Aricara'nin ele geçirilmesi ile mümkündü. O dönemde Ankara Ahi'lerce idare edilen müstakil bir sehir devleti idi. Karamanogullari'nin Ankara üzerinde birtakim emelleri varsa da fiilen onlarin topragi ve sinirlari içinde bulunmadigi için bu yüzden Osmanlilarla harb etmeyi göze alamazlardi.

Anadolu'nun mühim merkezlerinden birisi olan Ankara, merkezi Sivas olmak üzere kurulmus bulunan Eretna Beyligi (1335-1381)'nin idaresi altinda bulunmakta ve bu beyligin en bati ucunda yer almakta idi. Eretna Beyi Alaeddin'in vefati üzerine yerine geçen ogullari zamanindaki karisiklik, Ankara'yi bir müddet Karamanogullari'na daha sonra da müstakil bir idarenin, Ahilerin eline geçmesine sebep oldu. Bu karisikliklardan istifadeyi düsünen Orhan Bey, oglu Süleyman Pasa komutasinda gönderdigi bir ordu ile Ankara'yi zapt ederek (1354) Osmanli ülkesine katar. Böylece Osmanlilarin dogu hududunda bulunan kuvvetli bir nokta elde edilmis oldu. Ankara'nin Osmanlilar'a ilhaki mühim bir hadisedir. Bu hadise (Ankara'nin ilhaki), Osmanlilari Sakarya ile Kizilirmak arasindaki topraklara hakim kilmistir. Kizilirmak çevresinin bütünüyle fethi de bir mânâda Anadolu hâkimiyeti demekti. Ankara 1361-1362 arasinda 1 yil kadar Osmanlilarin elinden çikmissa da, 1362'de Sultan Murad tarafindan çevresi ile birlikte tekrar Osmanlilara kazandirilmisti.

RUMELIYE GEÇIS

Bilindigi gibi Asya, eskiden beri bilinen ve insanlik tarihinin besigi olarak kabul edilen bir kitadir. Bu bakimdan gerek Türk, gerek Avrupali ve gerekse diger bir çok milletin ilk yurdudur.

Kavimler göçü sonunda insanlar, farkli bölgelere dagilarak hayatlarini sürdürdüler. Bu siralarda bazi Türk kabileleri de Asya'dan Avrupa'ya geçerek göçmen milletler arasindaki yerlerini aldilar. Buna göre Avrupa ve özellikle Balkan Yarimadasi daha o zamandan beri Türklere yabanci olmayan ve onlar tarafindan taninan bir yerdi.

Avrupa'ya geçmis bulunan Türk kavim ve kabileleri, asirlari içine alan uzun bir zaman zarfinda surada burada vakit geçirmis olduklarindan tarih sahnesinde pek gözükmeye imkân bulamamislardi. Bunlar, ancak Bulgar, Macar, Sirp, Ulah ve diger kavimlerin, Bizans Imparatorlugu ile yapilan mücadelelerinden sonra meydana çikmislardi. Osmanlilardan önce Avrupa'ya geçmis bulunan bu insanlar, Türk, Peçenek, Kuman, Alan, Yürük, Türkmen ve Tatar gibi isimlerle ortaya çikmislardi. Bunlar, bazan Bulgar, bazan Macar, bazan da Ulah gibi kavimlerle birleserek Bizans'a karsi mücadeleye giristikleri gibi bazan da kendi baslarina ve yalniz olarak mücadele etmislerdir. Bu Türkler, kendileri ile tesrik-i mesaide bulunduklari milletlerle zaman içinde kaynasmis, onlarin kültür degerlerine katkida bulunmus, meydana gelen harplerde büyük kahramanliklar göstermislerdir. Bununla beraber zaman zaman da savaslarda maglub olan bu Türklerden bir kismi yine kendi öz yurtlari olan Asya'ya dönmüs, bir kismi da galip gelen devletlerin içinde ve onlarin dinleri olan Hiristiyanligi kabul ederek hayatlarini devam ettirmislerdir. Bu sebepledir ki, Türkler Rumeli'ye ayak bastiklari zaman yer yer Ortaasya göçlerinden artakalmis ve zamanla Ortodoks kilisesine baglanmis topluluklarla karsilasmislar. Zira, bilhassa 5. asirdan beri Ortaasyadan bosalircasina akan Türk kavimleri bugünkü Rusya'yi asip Dogu Avrupa'ya, Mora'ya, Adriatik kiyilarina ve Avrupa'nin kuzey sahillerine kadar uzanarak zaman zaman hakimiyetler kurmus, kismen Cermenler, daha genis ölçüde de Slavlar ile karsilasarak dil ve din degistirmislerdir. Bilhassa Bizans Imparatorlugunun siyasî hududlari içine yerlesen kavimler, Ortodoks birligine girmis olmakla beraber, bu topluluklardan dillerini, millî ve kavmî özelliklerini muhafaza edenler de oldukça mühim bir yekûn teskil ediyorlardi. Hatta X. asir Bizans ordulari içinde Slavlar, Iskandinavyalilar, Ruslar, Iberler, Kafkasyalilar, Araplar, Sicilya Normanlari oldugu gibi, Hazarlar, Peçenekler ve Fergana Türkleri gibi Türk kavimleri de mühim bir yekûn tutuyorlardi.

Malazgirt zaferi ile Müslüman Türkler lehine neticelenen Selçuklu-Bizans karsilasmasinda, bir ifadeye göre Bizans ordusunda bulunan Uz veya Peçenekler kendi dillerini konusan, kendi kanlarini tasiyan irkdaslarina karsi cenk etmeyi kabul etmeyerek atlari ve silahlari ile beraber Selçuklu ordusuna katilmislardi.

Daha önce de kismen temas edildigi gibi asirlar boyu dalgalana dalgalana kabarip tasan Türk seli, ayak bastigi ülkelerin siyasî, ictimaî ve etnik bünyesinde derin iz ve eserler birakmis olmakla beraber, bazan da kendileri bu tesirlerin altinda kalmislardi. Nitekim, Bizans'in dinî temellere dayali olarak kolonize ettigi diger kavimlerle birlikte Türkleri de Ortodoks birligine çektigi anlasilmaktadir. Bu yüzden Bizanslilar, Türkleri de bu kültür ve din kaynasmasiyla kendi millî hüviyetlerinden soyma politikasi güdüyorlardi. Öyle ki bazan harp esiri olan Türk hükümdarlari, ordulariyla birlikte hiristiyanligi kabul ediyor, bazi kabileler de reisleriyle beraber din degistiriyorlardi. Bizans devlet politikasinin, asilzâdelik ünvanini vermek ve toprak bagislamak gibi tavizleri, yine Ortodoks cemaatine yeni dindaslar kazandiriyordu. Bazan da mecburî göçler yaptirilmak suretiyle Türk kavimleri, Helen harsinin (kültür) kesif oldugu bölgelere sürülüyordu. Böylece onlari kendi kültürleri içinde eritip yok etme politikasini güdüyorlardi.

Esasen, asirlardir binlerce kilometreyi asarak Ortaasya'dan gelen çesitli Türk kabileleri, bir yandan Cermen, bir yandan Slav tesiri altinda yerli halkin dillerini, dinlerini, toplum ve site hayatlarini benimseyerek onlarin içinde erimis bulunuyorlardi. Buna paralel olarak Bizans da hududlari içinde iskân edilen veya vazife alan yahut da esir edilen zümreleri, Ortodoks birligi ve Helen kültürünün baskisi altinda kavmî ve millî hüviyetlerinden çikarmis bulunuyordu.

Kilise ve misyon teskilâti, Türk kabilelerinin alnindaki tarihî kaseyi örtmek için Bizans'a bir hayli yardimci olmustur. Bizans'in bu neviden faaliyetleri her zaman asiri olagelmistir. O kadar ki, Yukari Tuna Steplerinden Kafkaslara ve Habesistan'a kadar bütün güney ülkeleri halkini, Incil'e baglamak yolunda muazzam bir teskilât hüküm sürmüstü.

Görüldügü gibi bir koldan Stepler memleketine, Dogu Avrupa'ya Bizans ve Mora'ya; bir koldan da Iran, Mezopotamya, Suriye ve Arap ülkelerine yayilan Türk kabileleri farkli baskilar altinda eriyip yok olmus bulunuyorlardi. Iste Çin, iste Hind, iste Iran, asirlarca topraklarina yürüyen bu dalgalari kendinden seçilmez hâle getirmis, hatta defalarca kurduklari siyasî hâkimiyete ragmen adlari ve sanlari bile silinip gitmistir.

Surasi üzerinde dikkatle durulmasi gereken bir husustur ki, eger arkadan Osmanlilar yetismeselerdi Küçükasya Türklügü de ayni akibete ugrayacakti.

Tarihin, gerçekleri konusan dudagi sahittir ki, zaman sisleri arasinda kaybolagelen mazi miraslarini geri alip dört basi mamur bir Türk devleti kurmak ve onu tarihî hassalari ile yasatmak kudretini yalniz Osmanlilar gösterebilmistir.

Iste yine bu Müslüman Osmanli Türklügüdür ki, Rumeliye adim atar atmaz çesitli devletlerin kültür ve diplomasisi tarafindan temsil edilmis bir Ortaasya bakiyesi ile karsi karsiya geldi. Bu topraklarda yerlesmis fakat kültür ve kavmî itiyadlarini kiskanç bir muhafazakârlikla saklamis olan bu Türk topluluklari da hakim millet olarak karsilarina çikan irkdaslarina derhal sarildilar ve onlarin idarelerine girmekte tereddüd etmedikten baska, fütuhat ve yerlesme davalarinda soydaslarina yardimci oldular.

Böylece idarî, askerî, sosyal, dinî ve tekmil bütün müesseseleri ile Rumeli'ye akmaya baslayan Osmanlilar, yalniz kendi irk ve medeniyetleri için yeni bir ülkeye sahip olmakla kalmayacaklardir. Zira asirlardir çesitli kavimlerin bir cenk ve mücadele sahnesi olmus bulunan Balkanlar'da baris ve huzuru iade ederek tarihe karsi serefli bir borcu yerine getirmeye hazirlaniyorlardi.

Gerçekten de Hammer'in tesbitlerine göre Süleyman Pasa'nin Rumeli'ye geçisi, Türkler tarafindan gerçeklestirilen 18. geçis olmaktadir. Bundan önce Türkler su veya bu sekilde Rumeli'ye ayak basmis ve bölgede çesitli faaliyetlerde bulunmuslardi. Fakat bunlar genellikle geçici bir süre için oldugundan bilhassa Osmanli tarihçileri tarafindan üzerinde fazla durulmamistir. Ama Orhan Gazi'nin oglu Süleyman Pasa'nin geçisi, artik Müslüman Türklerin orayi vatan edinmelerine zemin hazirlamisti. Osmanli tarihçileri, daha önceki geçisler üzerinde fazla durmazlar. Zira onlara göre önceki geçisler, devamli bir fetih ve yerlesmeye yetecek kadar bir sebep teskil etmezler. Bu bakimdan bu geçisler, üzerinde fazla durmaya degmez görünmüstür. Bizans tarihçilerinden de sadece Kantakuzen, Süleyman Pasa'nin geçisinden fazla teferruata girmeden ve geçisin detaylarina inmeden ana hatlari ile söz eder. Buna karsilik Türk tarihçileri bu geçisi tafsilatli bir sekilde anlatirlar. Böylece, halk arasinda Osman Gazi'nin rüyasinin yavas yavas gerçeklesmek üzere oldugu kanaati da yayginlasmaya baslar.

Bilindigi gibi XIV. asrin baslarindan itibaren içten içe çökmeye yüz tutan Bizans Imparatorlugu'nun topraklarinda, Sirbistan ile Bulgaristan devletlerinin gözü vardi. Bu devletler, imparatorlugun varisleri olmak için bazi faaliyet ve çalismalarda bulunuyorlardi. Bu dönemde, siyasî, ekonomik, sosyal ve hatta dinî buhranlar içinde bulunan Bizans'in fazla uzun ömürlü olamayacagi biliniyordu. Bu bakimdan, adi geçen devletin mirasindan Osmanlilar da istifade etmeyi düsünmek zorunda kaldilar.

Bu üç devlet, gayelerini gerçeklestirmek ve en büyük hisseyi elde etmek için büyük gayretler sarf ediyorlardi. Bu bakimdan Osmanli Beyligi'nin ilk müessisi Osman Bey ve özellikle oglu Orhan, Bizans'in gerek iç, gerekse dis durumunu yakindan takip ediyorlardi. Hatta bu yüzden olsa gerek ki, ya basta bulunan idarecilere (hükümete) yardim etmek veya partilerden birini rakiplerine karsi daha faal bir rol oynamak için desteklemeye çalisiyorlardi. "Osmanlilarin, Bizans Devleti'ni sadece Avrupa kitasina sürmüs olmakla iktifa etmeyerek, orada da Osmanli Beyligi'nin menfaatlerini temine ugrasmalari bunun içindir. Lakin bu ilk faaliyetlerden her zaman kat'i ve fiili neticeler beklenmeyecegi de muhakkakti. Yani Osmanlilarin baskin yaptiklari veyahut yardim maksadiyla girdikleri yerleri istilaya kalkismayarak evvela kendilerine zemin hazirlayacaklari gayet tabii idi. Orhan Bey,henüz babasi Osman Bey'e vekâlet ettigi tarihlerden itibaren, Trakya sahillerine birçok çikartmalar yaptirarak bu havalinin vaziyetini iyi bir surette ögrenmisti."

Gerek Katalanlar, gerekse Latinlerle iyi iliskileri olmayan ve Latinlerin Istanbul'u alip Bizans Imparatorunu Anadolu'ya atmak için gösterdikleri çabalar yüzünden Bizans Imparatoru, Osmanlilara karsi zaman zaman yumusak bir siyaset takib etme ihtiyacini duymustu. Hatta bu ihtiyaç, onun Osmanlilar'dan yardim istemesine kadar variyordu. Bizans Imparatoru Kantakuzenos'un sik sik Osmanlilarin yardimina ihtiyaç duymasi, gelecekteki bu tür seferler için Bolayir yakinindaki Çimbi (Çimpe)'yi askerî bir üs olarak Osmanlilara vermesine sebep oldu. Bu konu ile ilgili kaynaklar su bilgileri vermektedir:

Damadi Orhan Bey'in verdigi kuvvetler ile, sikisik bir durumdan kurtulmaya muvaffak olan Kantakuzenos, zaman zaman da Papaya müracaat edip Haçli seferlerinin tertip edilmesini isterken, basi sikistikça da Orhan Bey'e bas vurmaktan geri kalmiyordu. Nitekim 1349'da Sirbistan krali Stefan Dusan, Selanik sehrini zapt etmek üzere iken Kantakuzenos'un Orhan Bey'e müracaat ile temin ettigi ve Orhan Bey'in oglu Süleyman Pasa idare ve komutasinda bulunan 20.000 kisilik Osmanli kuvveti, onun lehine olmak üzere vaziyeti kurtarmisti. Bu sirada Bizans donanmasi ile birlikte bir miktar Osmanli deniz kuvvetlerinin de harekata istirak ettigi görülür. Bu hadiseden kisa bir müddet sonra Kantakuzenos ile imparatorluk ortagi olan V. Ioannes arasinda mücadele alevlendigi zaman Orhan Bey, Cenevizliler ile birlikte yine Kantakuzenos tarafini tutmus ve yardimci kuvvetlerini göndererek bir taraftan Edirne'de kusatma altinda bulunan Kantakuzenos'un oglu Mateos'u kurtarmis, öbür taraftan da 10.000 kisilik bir kuvvetle Dimetoka'da Sirp ve Bulgarlara karsi mühim bir galibiyet elde etmisti. 1352 yilinda meydana gelen bu hadisede Osmanli kuvvetlerine Süleyman Pasa komuta ediyordu. Süleyman Pasa, bu vazifesini basari ile yapip Anadolu'ya dönerken, bir miktar askerini de Kantakuzenos'un bu yardima karsilik olarak Gelibolu yarimadasinda vermis oldugu Çimbi kalesinde birakmisti.

Böylece Osmanlilar, Bizans'taki taht ve saltanat mücadelesine 1345'ten itibaren karismis, fakat buna karsilik hem ileride kendi hesaplarina yapacaklari Rumeli fütuhati için tecrübe kazanmis, hem de Rumeli yakasinda yerleserek bir hareket üssüne sahip olmus bulunuyorlardi.

Gerçekten, Orhan Bey saltanatinin üçüncü ve son devresi, 1353'ten itibaren Rumeli'ye yerlesmek seklinde basladi. Bu yerlesme ve fütuhat, Kantakuzenos ile de ciddi anlasmazliklarin meydana gelmesine yol açti. Zira Kantakuzenos, Osmanlilarin Avrupa mintikasina yerlesmelerinin kendileri için ne kadar tehlikeli oldugunu anlamisti. 1354'te Orhan Bey kuvvetlerinin Bolayir ve Tekirdagi'na kadar bütün Marmara kiyilarina sahip olduklarini gördükten sonra buna mani olmayi düsünmüstü. Bu sebeple Orhan Gazi'ye haber gönderip 10.000 altin karsiliginda Çimbi'yi satin almak istedigini bu arada Türk kuvvetlerinin Gelibolu'yu terk ve tahliye etmelerini, Izmit'te kendisi ile görüsmek arzu ettigini bildirdi. Buna karsilik Orhan Gazi, imparatorun kendisine yardim karsiligi verdigi Çimbi'yi teklif geregince terk edebilecegini, fakat Gelibolu'yu bizzat kendi kuvvetlerinin zapt etmis olmasindan dolayi iade edemiyecegini ve hastaligi sebebiyle de kendisi ile görüsemeyecegini bildirdi. Gerçekten Kantakuzenos Izmit'e kadar gelmis olmasina ragmen Orhan Bey ile görüsemeden Istanbul'a döndü. Kantakuzenos bu durumda Sirp ve Bulgarlarla birlikte olup Balkanlarin Osmanlilara karsi muhafaza ve müdafaa edilmesi hususunda basarisiz bir tesebbüste bulundu. Kantakuzenos, bundan kisa bir müddet sonra Bozcaada'daki hapishaneden, Venediklilerin yardimi ile kurtulup gelen rakibi Ioannes'e saltanati birakmak zorunda kaldi. Bundan sonra bir manastira çekilen Kontakuzenos damadi Orhan Bey ile olan bütün münasebetlerini kesti.

Gelibolu yarimadasinin Osmanlilar tarafindan feth edilmesi, Bizans'i alt üst etmisti. Kantakuzenos buna sebebiyet vermekle itham edilmis, bu yüzden imparatorluk tahtindan da feragat edip bir manastira çekilmek zorunda kalmisti.

Böylece, Osman Gazi'nin, oglu Orhan tarafindan titizlikle takip edilen dahiyane projesi, gerçeklesmis oluyordu. Artik, Ege ile Karadeniz'e hakim olan Marmara'nin bir iç deniz haline getirilmesi an meselesiydi.

Süleyman Pasa, 1354'ten itibaren Rumeli'de (Gelibolu) kendisi için yaptirdigi sarayda oturmaya basladi. Orhan Bey, ogluna büyük bir selahiyet ve yetki vermisti. Bu arada Orhan Bey'in ikinci oglu ve Süleyman Pasa'niri ana baba bir kardesi Murad Bey, Haci Ilbeyi, Lala Sahin pasa, Evrenos Gazi, Gazi Fazil ve Ece Yakub Bey gibi degerli komutanlar, Süleyman Pasa'nin kurmay heyetini teskil ediyorlardi.

1358 veya 1359 yilinda bir avi takib ederken atindan düsüp kaza neticesi vefat eden Süleyman Pasa, o siralarda 43 yaslarinda bulunuyordu. Süleyman Pasa'nin vefati üzerine o siralarda 33 yasinda bulunan kardesi Murad Bey, onun yerine tayin edildi. Böylece Murat Bey veliahd da olmus oluyordu.

Gazi Siileyman Pasa'nin vefati üzerine Rumeli'deki fütuhat harekatinda bir duraklama görüldüyse de bu durum Lala Sahin Pasa, Haci Ilbeyi ve Evrenos Bey gibi dirayetli emirler tarafindan büyük bir çözülmeye sebep olmadan ber taraf edildi.

Süleyman Pasa, feth ettigi yerlerde yerli halka çok iyi davraniyordu. Onlara, Bizans idaresinden çok daha iyi imkânlar hazirliyordu. Böylece halefi olan ve daha sonra Sultan I. Murad adini alacak o büyük hükümdara fütuhatinin yollarini çizmis oluyordu. Süleyman Pasa, feth ettigi Bolayir'daki türbesine defn edildi. Kendisinden asirlarca sonra gelecek ve gerçekten büyük bir hükümdar olan Sultan II. Abdülhamid, bu mezari yeniden yaptirmistir.

Süleyman Pasa'nin, Melik Nasir, Ismail ve Ishak adinda üç oglu ile iki kizinin bulundugu belirtilmektedir. Ogullarindan Melik Nasir denizde bogulmustur ki bu hadise Süleyman Pasa'nin sagliginda olmalidir.

Büyük oglunun ölümü haberiyle son derece sarsilan Orhan Bey, Bolayir'a gelip oglunun kabrini ziyaret eder. Fütuhati, veliaht olan oglu Murad Bey'e emanet ettikten sonra Bursa'ya döner.

Babasindan devr aldigi küçük beyligi iki misli büyüterek, teskilatli bir devlet haline getiren Orhan Gazi, Mart 1362'de vefat etti. Onun vefati esnasinda oglu Murad, Rumeli'de devletin esas kuvvetlerinin basinda bulunuyordu. Trakya fetihleri ile büyük ve hakli bir ün kazandigindan baska, Bizans'a karsi yapilan savas ve fütuhat politikasini temsil ettiginden, o dönem devlet islerinde büyük bir nüfuzu bulunan ahiler ile gazilerin destegini alarak babasinin yerine tahta geçti.

Osmanlilarin, Gelibolu'ya yerlesmeleri, Avrupa'nin dikkatini çekmisti. Bu hareket, Müslüman bir toplumun kendi kitalarinda yerlesmesi tehlikesini gündeme getirmisse de Balkan devletlerinin birbirleri ile ugrasmalari yüzünden o taraflarda bulunan Türkler için bir tehlike arz etmiyordu. Bu bakimdan Osmanlilarin Balkan yarim adasina yayilma düsüncesi, esas politikayi teskil ediyordu. Bununla beraber Sirp, Bulgar, Macar, Bizans ve Venediklilerin birlikte müdahale etmeleri ihtimali göz önünde bulundurularak derhal köklü bir yerlesme siyasetinin tatbikine baslandi. Bu gayenin gerçeklesmesi için Anadolu'daki Osmanli arazisinden (Yani Karesi taraflarindan) bir kisim yörükleri nakl edip yerlestirdiler. Bu konuda Asikpasazâde, Süleyman Pasa'nin, babasi Orhan'dan oraya yerlestirilmek üzere nüfus nakline dair olan arzusu hakkinda su bilgileri verir.

"Atasi Orhan Gazi'ye haber gönderdi kim devletlu himmetinle Rum eli feth olunmaga sebep olundu. Kâfirler gayet zebundur. Imdi söyle malum ola kim bu taraftan feth olan hisarlara ve vilayetlere ehl-i Islâm'dan çok âdem gerektir. Bu feth olunan hisarlar içine koymaya ve hem yarar gaziler gönderin. Orhan Gazi dahi kabul etti. Vilayetine göçer Kara Arap evleri gelmisti. Onlari Rum eline geçirdi. Bir nice zaman Gelibolu nevahisinde sakin oldular." Orhan Gazi bununla da yetinmeyerek, feth edilen bu yerlerdeki insanlardan askerî sinifa mensub olanlari da Anadolu'ya naklettirmisti. Nitekim kaynagimiz bu konuya temasla söyle der:

Rumeli'ye yerlestirilen bu yörüklere karsilik elde edilen yerlerin askerî sinifina mensub Rumlarini da ileride isyan çikarabilir endisesiyle Balikesir ve havalisine nakl ettiler.

Anlasilan o ki Osmanlilar, Rumeli'ye geçtikten sonra sadece askerî tedbirlerle buralarda kalamayacaklarini biliyorlardi. Bunun için köklü bazi tedbirlere bas vurmak gerekiyordu. Bu tedbirlerin basinda, yabanci unsurlarin bulundugu yerlerde o bölgenin siyasî ve askerî emniyetini saglamak ve bos bulunan sahalari iskâna açmak için Anadolu'dan Rumeli'ye Müslüman Türk unsurunun geçirilmesi geliyordu.

Biraz önce de temas edildigi gibi bu sebeple Balikesir bölgesinde yasayan Türk asiretlerinden bir grup 1357 tarihinde Rumeli'ye geçirildi. Bu grup önce Gelibolu bölgesine, sonra da Hayrabolu'ya yerlestirildi. Ilk grubun geçmesinden sonra akillica yapilan propagandalar, Anadolu'dan pe çok ailenin Rumeli'ye geçmesini sagladi. Bunlarin büyük bir kismi, verimli topraklara yerlesip ziraatla mesgul olmaya basladi. Bir kismi ise Gelibolu'nun kuzey bati taraflarina giderek begendikleri yerlere yerlestiler. Bunlar, gerektigi zaman toplu olarak akinlara bile katildilar.

Osmanli kaynaklan, büyük ölçüde birbirlerinden nakiller yapmak suretiyle Süleyman Pasa'nin, Çimbi kalesinin karsisinda ve Anadolu sahillerinde bulunan Viranca Hisar'dan Rumeli sahiline nasil adam geçirdiklerini ve o sahillerde nasil faaliyetlerde bulunduklarini detayli bir sekilde anlatirlar. Asikpasazâde'nin verdigi bilgi, tarihî bir malumat olarak bu konuda su ifadelere yer vermektedir:

"Bir gün memleketi gezerken Aydincik'a geldi. Temasa etmeye basladi. Bir garip binalar gördü. Biraz durdu. Hiç kimseye söylemedi. Ece Beg derler bir aziz er vardi. Hayli bahadir olarak anilirdi. Süleyman Pasa'ya:

"Han'im düsünceye daldin" dedi. Süleyman Pasa: "Bu denizi geçmeyi düsünüyorum, öyle geçsem ki kâfirin haberi olmaya" dedi. Ece Beg ve Gazi Fazil: "Biz ikimiz geçelim, Han'im görsün" dediler. Süleyman Pasa: "Nereden geçersiniz" dedi. Dedtier ki "Han'im! Burada bir yer var ki yakindir. Geçecek yerlerdir." Gittiler. O yere vardilar ki orasi Görece'den asagi deniz kenarinda Viranca Hisar'dir.

Çimbi'nin karsisinda Ece Beg ile Gazi Fazil çabucak bir sal yaptilar. Bindiler, Çimbi Hisari'nin civarina çiktilar. Baglarinin arasinda bir kâfir ele girdi. Getirdiler, sala koydular. Hemen Süleyman Pasa'ya getirdiler.

Süleyman Pasa bu kâfire bir kaftan giydirdi. Basina bir sapka verdi. Beline bir kusak ayagina da ayakkabi verdi. Kâfiri donatti. Kâfire dedi ki:

"Sizin hisarinizda yer var midir ki, kâfirler duymadan içeri girelim. Kimse bizi görmesin?" Kâfir "Ben sizi söyle ileteyim ki kimse görmeden sizi hisara koyayim" dedi. Çabuk birkaç sal daha yaptilar. Süleyman Paça yetmis-seksen yarar er aldi. Geceleyin geçtiler. Bu kâfir, dogru Çimbi Hisari'nin bir ters dökecek yeri vardi. Bu müslümanlari oraya götürdü. Hemen oradan hisara girdiler. Kâfirlerin de çogu disarda baglarinda ve harmanlarindaydi. Zira o vakit, harman vakti idi. Elhasil hisari aldilar. Kâfirlerini incitmediler. Belki kâfirlere dahi ihsanlar ettiler. Içinden bir kaç taninmis kâfiri tuttular. Bu hisarin limaninda gemiler vardi. O gemilere koydular. Karsida oturan askere gönderdiler. Velhasil o gün ikiyüz adam geçirdiler.

Ece Beg, hisarin atlarina bindi. Bolayir yaninda Akça Liman derler bir liman vardi, oradaki gemileri yakti. Oradan sürdü yine hisarina geldi. Bu hisarin (Çimbi) limaninda olan gemileri sakladilar. Durmadilar, adam geçirdiler. Elhasili askerlerin çogunu yanlarina getirdiler. Bu kâfirlerden hiç kimseyi incitmediler, gönüllerini aldilar. Onlar da kendilerini güvenlik içinde buldular. Kadinlarini da kendilerini de hos tuttular. Kâfirlerin gemicilerini gemilere koydular. Kendileri baslarinda durdular. Daha hayli adam geçirdiler. Bir iki gün içinde iki bin er geçirdiler. Bu kâfirler (Çimbi kâfirleri) gaziler ile ittifak ettiler.

Yürüdüler. Bir gece Ayaslonca (Ayasilonya) derler bir hisar vardi, onu dahi aldilar. Ehl-i Islâm elinde hisar iki oldu. Bunun halkinin dahi gönlünü hos tuttular. Bu iki hisari saglamlastirdilar. Hayli adamlar da Aydincik'tan gemi ile geldiler. Süleyman Pasa "Bu hisarlardan sipahi olan kâfirleri çikarin. Evleri ile Karesi iline iletin ki, bunlardan sonunda bize bir kötülük gelmeye" dedi. Öyle yaptilar.

Bir iki ay bu hisarlari iyice saglamlastirdalar. Durmadilar. Her yerden istegi olani getirdiler.

Birgün, Gelibolu'nun kâfirleri bunlarin üzerine gelmek için toplandi. Bunlar da hemen karsiladilar. Savas oldu, kâfirleri kirdilar. Hisarin kapisini yaptirdilar. Yakub Ece'ye ve Gazi Fazil'a yoldaslar verdiler. Bunlari Gelibolu'ya havale ettiler. Gece, gündüz bunlar Gelibolu kâfirlerine huzur vermez oldular. Iskelesine dahi gemi birakmaz oldular ki çika. Bu iki gaziye hayli yarar gaziler verdiler. Onlari Gelibolu ucuna koydular. Bolayir'da oturdular."

Bu tarihî metinden anlasildigina göre Osmanli, daha o dönemlerde bile müslüman olmayan ve hatta kendileri ile mücadele eden bu insanlara karsi gerçek bir hosgörü ile muamele etmisti. Osmanlilarin, hareket ve davranislarindaki basarinin sirrini bu anlayista aramak gerekir.

EDIRNE'NIN FETHI

Osmanli fethinden önce küçük bir sehir olan ve günümüzde "Kaleiçi" denilen sinirla çevrili bölgeden ibaret olan Edirne, Balkanlara geçip orada tutunmak ve hakimiyet kurmak için stratejik önemi haiz olan bir sehirdi. Bizans Imparatorlugu'na bagli idi.

Süleyman Pasa'dan sonra Rumeli'nin ikinci fatihi diyebilecegimiz Sultan I. Murad, bu sehrin askerî önemini anlamisti. Bunun için de Edirne'yi feth etmeyi kendisine hedef olarak seçmisti. Ankara'nin yeniden alinmasindan sonra artik sira Edirne'ye geliyordu.

Kaynaklardan büyük bir kisminin, Sultan Murad'in, babasini müteakip Osmanli tahtina geçmesinden sonra feth edildigini bildirdigi Edirne'nin zapti, Osmanlilarin Avrupa'ya kesin bir sekilde yerlesmeye çalistiklarinin isareti idi.

Sultan Murad, Ankara'dan döndükten sonra Trakya'ya geçip faaliyetlere baslar. Gerçi Osmanlilar, Imparator Kantakuzenos'a defalarca yardima geldikleri zaman, gerek Edirne'nin, gerekse bütün bir bölgenin ehemmiyetini anladiklari gibi ulasim ve stratejisini de anlamislardi. Bundan dolayi Edirne'nin gerisini emniyet altinda bulundurmak ve Istanbul tarafindan gelebilecek bir Bizans taarruzuna mani olmak için Tzurulon denilen ve daha önce alinip sonradan elden çikmis bulunan Çorlu'nun alinmasi gerekiyordu. Buraya hücum eden Osmanli birlikleri, kisa zamanda burayi tekrar alip surlarini yiktilar. Buradan piskoposluk merkezi olan ve Arkadiopolis denilen Lüleburgaz'a geçtiler. Burayi da kisa bir zamanda ele geçiren Osmanlilar, buranin surlarini da yiktilar. Lüleburgaz'in zaptindan hemen sonra Anadolu'dan göçmenler nakl edilerek buraya yerlestirildi. Bu, Büyük Selçuklularin Anadolu'daki yerlesme siyasetlerinin bir benzeri idi. Böylece Osmanlilar'in Trakya'yi da Islâmlastirmaya yönelik gerçek maksatlari ortaya çikmis oluyordu.

Bizans tarihinden bahs eden Dukas, Sultan Murad'in Trakya'daki faaliyetlerinden bahs ederken söyle der:

"Ayni sene zarfinda, Türk basbugu Orhan dahi vefat ederek, beyligini oglu Murad'a terk eyledi. Murad Bey, Trakya sehirlerinden birçoklarini hükmü altina aldiktan sonra, Edirne'yi muhasara etti. Selanik'ten baska bütün Tesalya kitasini zapt etti. Bu suretle Murad, Bizanslilara ait tekmil yerleri ele geçirdikten sonra Trivalya (Tuna nehri ile Bati Trakya arasinda kalan bölge)'ya geldi.

Görüldügü gibi Sultan Murad, Edirne yolu üzerinde bulunan ve daha önce düsman eline geçmis olan Çorlu ile Lüleburgazi aldiktan sonra Edirne üzerine yürüyüp orayi feth etti. Bu arada Bizans'in daha önce geri almis oldugu Malkara, Kesan ve Ipsala, Gazi Evrenos Bey tarafindan tekrar zapt edilip Osmanli idaresine katildi. Haci Ilbeyi ise Enez Körfezi üzerinde ve Meriç'in batisinda bulunan Dedeagaci (Megri-Makri) kasaba ve limanini aldi. Buradan da Kuzeye dogru Meriç'i takib etmek suretiyle Didimatihon denilen Dimetoka'yi zapt etmisti.

Evrenos ve Haci Ilbeyi, yukarida belirtilen yerleri elde ettikleri sirada bütün komutanlarin davetiyle Lüleburgaz mevkiinde toplanan bir harp meclisinde, verilen karar üzerine beylerbeyi Lala Sahin Pasa büyük bir kuvvetle Edirne üzerine sevk edildi. Bulgarlarin, Rumlara yardim etmeleri ihtimaline karsi sag koldan Karadeniz sahiline dogru ilerleyen bir kisim kuvvetler, Kirklareli'ni isgal; Serez ve Drama taraflarinda bulunan Sirplarin da müdahale edebilecekleri düsünülerek sol kola memur edilmis olan Evrenos kuvvetleri de Dimetoka'nin batisina dogru sevkedilerek savunma tertibati alindi. Nihayet Babaeski ile Pinarhisar arasinda Sazlidere mevkiine kadar gelmis olan Rum ve Bulgar kuvvetleri ile yapilan kesin bir meydan muharebesi sonunda düsman bozuldu. Bunun sonucunda da Edirne zapt edildi (764 H. / 1363 M.). Edirne'de bulunan Rum komutan ise Meriç nehrinin kabarmasindan istifade ile bir gece, maiyetinin bir kismi ile bir kayiga atlayip Enez'e kadar inerek oradan da Sirp ülkesine kaçmaya muvaffak oldu.

Sultan Murad, Edirne vaziyetini yoluna koyduktan sonra Beylerbeyi Lala Sahin Paça'yi burada birakarak kendisi Dimetoka'ya gitti. Bir müddet için orasini kendisine karargah yapti. Orada bir cami ile kendisine bir saray yaptirdi.

Sultan Murad, bununla yetinmeyerek faaliyetlerine devam etti. O, Lala Sahin'i kuzeyde Filibe ve Zagra taraflarina sevk ettigi gibi Evrenos Beyi de Bati Trakya'nin fethine (Gümülcine) memur etti. Lala Sahin Pasa pirinç ziraatiyle meshur olan Filibe (Plovdiv)'i muhasara etti. Bu kusatmaya dayanamayacagini anlayan kale muhafizi teslim olarak ailesiyle birlikte Sirbistan'a gitti. Evrenos Bey de Gümülcine ile o havalide bazi yerleri aldi. Edirne'den sonra Filibe'nin de alinmasiyla Bizans, Bulgar ve Makedonya'daki Sirplarin birbirleri ile olan irtibatlari kesilmis oluyordu. Böylece Bizans, tamamiyla Osmanlilarca çevrilmis bulunuyordu.

Dogu Trakya'da yayilmakta olan Müslüman Türklerin bu yayilmasini önlemek için 1361 Temmuzunda Imparator Besinci Ioannis ile Venedikliler arasinda bir antlasma yapilmissa da bir fayda temin edilemedi. Çünkü Osmanlilar, mütemadiyen Anadolu'dan göçmen naklederek sahilleri de siki sikiya ellerinde tuttuklarindan ayrica yerli halka karsi çok merhametli ve âdilane bir idare tarzi uyguladiklarindan içerde de herhangi bir isyan hareketine rastlanmiyordu. Bundan dolayi Bizans ile Venedikliler arasindaki ittifaktan bir netice elde edilemedi. Bunun üzerine imparator 1364'te Osmanli Devleti ile anlasarak mevcud vaziyeti kabule mecbur olmustu. Böylece Bizanslilar açisindan Osmanlilarin eline geçmis bulunan yerlerin tekrar alinmasi ümidi de ortadan kalkmisti. Çünkü Imparator, Osmanlilarin aldiklari yerleri ne kendisinin ne de Sirplarin geri almak için bir tesebbüste bulunmayacaklarini garanti ediyordu.

Edirne ve Dogu Trakya'nin fethi, Osmanlilarin Avrupa'da kesin olarak yerlestiklerini gösteren bir hadisedir. Bu, Anadolu Müslüman Türk tarihi için oldugu kadar Balkanlar ve buna bagli olarak Avrupa için de bir dönüm noktasi olmustur. Zira Osmanlilar sayesinde Avrupa, dinî müsamaha, insana saygi ve hukuka riayet gibi kavramlarla karsilasti ki, bunlari daha önce pek bildigi ve uyguladigi söylenemez. Osmanli fütuhatinin manevî sebep ve faktörlerinden bahsedilirken bu konuya daha detayli bir sekilde temas edilecegini belirtmek gerekir.

Babasindan devr aldigi küçük beyligi iki misli büyüterek teskilatli bir devlet haline getiren Orhan Bey, 1362 yilinda vefat etti. Onun vefati esnasinda devletin sinirlari 95.000 km2'ye çikmisti.

ORHAN BEY ve DEVLET TESKILÂTI

Osmanli Devleti'nin ilk teskilâti Orhan gazi zamaninda kuruldu. Daha önce küçük bir beylik olan devlet, onun zamanindaki fetihlerle gittikçe genisleyip büyümeye basladi. Bu genisleme duraksamadan devam ettigi için yeni müesseseler ile desteklenmesi ve saglam temellere oturtulmasi gerekiyordu. Bu bakimdan bu siyasî varlik ve birlige bir hayatiyet ve devamlilik kazandirmak gerekiyordu ki bu da saglam ve temelli müesseselerin kurulmasi ile mümkündü. Beylik, yavas yavas asiret usûl ve kaidelerinden az da olsa ayrilmak ihtiyacini hissediyordu. Çünkü o ana kadar, daha önce karsilasmadigi farkli din, kültür, irk ve medeniyetlere sahip insanlari sinirlari içinde barindirmaya baslamisti. Bu da ortaya çikan yeni problemlere karsi zamanin ve sartlarin gerektirdigi çözümleri bulmakla mümkündü. Bu hareket tarzi ,ona modern bir devlet olma anlayisini saglamisti. Idare sahasinda, adalet, askerlik, vergi gibi konularda yeni teskilâtlarin kurulmasi icapediyordu. Bu konularda ulema sinifindan gelmis olan vezir Alaeddin Pasa ile Bursa Kadisi Cendereli Kara Halil Efendi büyük bir gayret ve faaliyet içinde idiler. Bu maksatla Orhan Bey'in tahta geçisinin (cülûs) üçüncü yilinda bir gümüs sikke basildi. Bu parada Osmanlilarin mensub olduklari Kayi boyu damgasi da bulunuyordu.

Bilindigi gibi para, ekonomik ve sosyal hayatta önemli bir rol oynamaktadir. Keza o, bir devletin istiklâl (bagimsizlik) alâmetlerindendir. Osmanlilarin ilk defa kullandigi para birimi akça idi. Burada üzerinde durmamiz ve belirtmemiz gereken bir nokta da simdiye kadar ilk Osmanli akçasinin Orhan Bey zamaninda basilmis olmasi meselesidir. Halbuki yeni arastirmalar ilk Osmanli parasinin Osman Gazi döneminde basilmis oldugunu göstermektedir. Bununla beraber bu paranin nerede ve hangi tarihlerde basildigi belli degildir.

Orhan Bey, idareciligi bakimindan tam bir devlet kurucusu idi. Bütün tarih ve kaynaklar, onun Osmanli Beyligi'ni hakiki bir devlet haline getirdiginde müttefiktirler. Orhan Bey, ilk devlet teskilâtinda Anadolu Selçuklulari ile Ilhanlilari örnek almis ve buna göre bir hükümet teskilati vücuda getirmisti. Bunun esas temeli ise merkezdeki "Divân" idi. Henüz bey ünvanini tasiyan hükümdar bu divana baskanlik yapmaktaydi. Divâna, hükümet reisi durumunda bulunan ve ilk dönemlerde ilmiye sinifindan gelmesi mutad olan vezirin de icabinda baskanlik ettigi olurdu. Orhan Bey devri ilk vezirinin Ramazan 723 (Eylül 1323) tarihli ve Orhan Bey zevcelerinden Asporça Hatun vakfiyesinden anlasildigina göre Haci Kemaleddin oglu Alaeddin Pasa (öl. 1340) adinda ilmiye sinifindan belki "ahi" ricalinden bir zat oldugu ve bunun isim benzerligi yüzünden Orhan Bey'in küçük kardesi Alaeddin Bey ile karistirildigi görülmektedir. Ikinci veziri Ahi Mahmud oglu Nizameddin Ahmed Pasa idi.

Sehir, kasaba ve kazalarin idaresinde ise, Osman Bey zamanindan itibaren elde edilen yerler, buralari feth eden beylere verilmek suretiyle dogrudan dogruya asiretin ileri gelen ve birer askerî komutani durumunda bulunan kimselerce kullaniliyordu. Baska bir ifade ile Orhan Bey'in kurdugu bu sistem, Selçuklu divân dairesi ile çevrelerindekinin aynisi idi. Mesela Eskisehir, Bilecik, Iznik, Karacahisar, Inönü, Izmit, Yenisehir, Bursa gibi sehirler, hep birer kaza teskil ediyorlardi. Bu sebepten oralarda bir kadi ve subasi bulunuyordu.

Orhan Bey, Osmanli Beyligi'nde muntazam bir devlet teskilati meydana getirdigi sirada bütün timarlilari belli birlikler halinde bazi kumanda kademelerine bagladi. O dönem Osmanli ordusunun en mühim unsurunu teskil eden bu birlikler, bilhassa asiretlerden, hizmetleri karsiliginda kendilerine timarlar verilmek üzere genellikle toplu bir halde vazifeye alinan sipahilerdi. Bunlarin ileri gelenleri, kendi boy ve oymaklarindan topladiklari adamlari ile beraber, seferde vazife aliyorlardi. Gaza ve fetihten sonra bu gazilere baslangiçta timar (dirlik) verildigi gibi onlari idare edenlere de daha yüksek bir timar tahsis ediliyordu. Tamami atli olan bu timarlar, bir alay haline konularak baslarina en büyük timar sahibi olan kimse alay beyi tayin ediliyordu. Her kazanin timarlilari birer çeribasi idaresinde idiler. Orhan Bey devletinin dayandigi ikinci sinif askerî kuvvet yaya ve müsellem teskilâti idi. Bu askerî teskilâtin ortaya çikmasi zaruret halini almisti. Çünkü her zaman, vaktinde sefere gelemeyen veya uzun süre devam eden kusatma hizmetlerinde kalamadiklarindan dolayi basarilari mahdud olan asiret sipahilerinin yerine, devamli bir askerî birligin kurulmasi gerekiyordu. Ancak bu sayede, Orhan Bey zamaninda, sinirlari bir hayli genisleyen beyligin her tarafina zamaninda ulasilabilecekti.

Osmanli Beyligi'nin ilk mühim fethi olan ve hem yeni hem de kuvvetli bir siyasî varligi ortaya koyma yolunda belki en önemli adim, Orhan Bey'in Bursa'yi aldiktan sonra burada kurdugu ve kendisinden sonra gelen haleflerinin de izinde yürüyerek devam ettirdikleri tesislerin, bu sehirde büyük bir Müslüman Türk nüfusunun toplanmasina sebep olmasi gerçegi idi. O, isin hemen basinda kilise ve manastirlari cami ve medreseye çevirmek suretiyle ilk ihtiyaçlari karsilamis oluyordu. Burada birçok da vakif tesis etti.

Orhan Gazi, feth ettigi ülkelerde tebeasina karsi adaletle uyguladigi siyasete çok dikkat ediyordu. O, devletin temellerini babasindan tevarüs ettigi adalet anlayisi üzerine kurmustu. Bu sebepledir ki tebeasi arasinda herhangi bir ayirim yapmadan herkese gerektigi sekilde muamelede bulunuyordu. Bununla beraber o, kendi toplumunun faydasina olan her konuda öncülük ediyordu. Bu bakimdan zapt ettigi yerlerdeki kiliseleri mescid ve medreselere çevirmekle yetinmemisti. Vakiflar kurmak suretiyle bu öncülügünü sosyal alanda da göstermisti. Nitekim Bursa'da yoksullar evi yaptirip fakirleri doyurmak için mallar vakfeder. Yoksullar evinde bilgin ve hafizlara da maas baglar. Daha önceki Müslüman devletlerde de varligina sahid oldugumuz imâret müessesesinin Osmanlilar'daki ilk müessesi Orhan Bey'dir. O, Iznik'in Yenisehir kapisinda bir imâret kurar. Bu imâretin seyhligini, dedesi Edebali'nin müridi olan Haci Hasan'a verir. Orhan Gazi bu ilk imâretin açilis merasiminde bizzat kendisi hizmet eder. Fakirlere çorba dagitir, aksam olunca da imâretin kandillerini, yine bizzat kendisi yakar.

Bilindigi gibi toplumun egitim ve kültür hayatinin gelismesinde önemli derecede rolü bulunan müesseselerden biri de medreselerdir. Iste burada da ilk defa Orhan Gazi'nin faaliyete geçtigini ve ilk Osmanli medresesini 731 (M. 1330) yilinda Iznik'te kurdugunu görüyoruz. Yine onun 1335 yilinda Bursa'da kurmus oldugu medrese zamanla Iznik medresesini gölgede birakmis ve devrin yüksek tahsil müessesesi haline gelmistir. O, ilim ve ilim adamlarina saygida kusur etmezdi. Onlari takdir etmekte mahirdi. Ilk zamanlarinda kendisini Iznik'te ziyaret etmis olan Magribli (Fas) seyyah Ibn Batûta, Orhan Gazi'den sitayiskâr bir sekilde bahs eder. Onun, Türkmen meliklerinin büyügü oldugunu söylemekle kalmaz, onun yaninda gördügü ikramlari ve onun ülkesini nasil dolastigini açik bir sekilde anlatir.

Orhan Bey'in, Süleyman Pasa, Sultan Murad, Ibrahim, Halil ve Kasim adlarinda ogullari olmustu. 1362'de vefat ettigi zaman Murad, Ibrahim ve Halil hayatta idiler. Orhan Bey, Kantakuzenos'un kizi olan esi Theodora'dan dogan oglu Halil'i çok seviyordu. Ibrahim'in annesinin ise imparator III. Andronikos'un kizi Asporça Hatun oldugu ve Orhan Bey'in bu zevcesinden Fatma adinda bir kizinin da bulundugu sanilmaktadir. Bu sekilde Orhan Bey, hem Kantakuzenos'un kizini almis, hem de Paleolog hanedanina damat olmus demekti. Süleyman Pasa ile Murad Bey ise Yarhisar tekfurunun kizi olan Nilüfer Hatun adindaki ilk zevcesinden idi.

Sarax 09-15-2008 11:49

I. MURAD (DÖNEMI)

Osmanli Devleti'nin üç büyük kurucusundan biri olan I. Murad, kanun ve nizamlara saygili, teskilatçi ve komutanlik özelliklerini tasiyan bir hükümdardi. Az ve öz konusan padisahin, iyiliksever ve merhametli bir kisiligi oldugu için kendisine "Hüdâvendigâr" lakabi verilmisti.

Osmanli tarihinde Murad Hüdâvendigâr ve Gâzi Hünkâr adlari ile anilip söhret kazanan bu hükümdar, Orhan Gazi'nin 6 oglundan yas itibari ile dördüncüsüdür. Latin kaynaklarinda Amurad adi ile anilir.

Annesi, Yarhisar tekfurunun kizi Nilüfer Hatun'dur. Daha önce de belirtildigine göre dogumu 1326 senesidir. Ana bir kardesi olan Süleyman Pasa'nin ölümü üzerine o tarihlerde 36 veya 37 yaslarinda bulunan Murad, ahiler ve komutanlarin karari ile Bursa'ya davet edilerek hükümdar ilan edilmistir. Bazi kitâbe ve eserlerde "Meliku'l-Âdil el-Gâzi es-Sultan Giyasu'd-Dünya ve'd-Din Ebu'l-Feth, Sihabu'd-Din" gibi ünvanlari tasidigi da görülmektedir.

Ordu ile milletin göz bebegi durumunda bulunan ve çok sevilen Sehzade Süleyman'in ölümü üzerine, veliahd olup babasinin tahtina geçen Murad, veliahd olarak yetistirilmemis olmasina ragmen hükümdarlik sorumluluklarini devr alirken tereddüt ve saskinliga düsmeden yerine siki basip oturmustu. Çünkü o, babasinin vefatindan önce Rumeli'de esas kuvvetlerinin basinda bulunuyordu. Trakya'da gerçeklestirdigi fetihlerle ün kazandigi gibi idare ve yönetim isinde de pismisti. O, Bizans'a karsi yapilan fütuhat ve kazanilan zaferlerin temsilcisi durumunda idi. Bu sebeple de devlet islerinde büyük bir nüfuza sahip olan ahi ve gazilerin destegini alarak tahta geçti. Tahta geçince, babasinin Trakya'da izlemekte oldugu fetih siyasetini devam ettirmek istiyordu. onun, Rumeli'deki harp sahasindan ayrilip Bursa'ya gelmesi üzerine Bizans kuvvetleri taarruza geçerek Türklerin elinde bulunan Burgaz, Çorlu ve Malkara'yi geri alip, Türk kuvvetlerini sahile dogru çekilmeye mecbur ettiler. Bunun üzerine Sultan Murad, Rumeli'ye dönmek isterken Asya'da meydana gelen olaylar yüzünden Avrupa'daki tasavvurlarini geciktirmek zorunda kaldi.

Sarax 09-15-2008 11:49

ANKARA'NIN YENIDEN ZAPTI

Anadolu Selçuklu Devleti'nin ortadan kalkmasindan sonra bu devletin mirasçilari durumunda bulunan on bey arasinda kendisini en kuvvetli hisseden Karaman Beyi olmustu. Bu bey, Osmanlilarin her an artmakta olan güçlerinin kendisi için tehlike meydana getirdigini sezip Osmanlilarin son tesebbüslerinden de endiselenince onlara karsi ahiler ile Eretna Beyi'ni kiskirtmaya basladi.

Ankara, daha önce Sivas ve Kayseri bölgesinin hükümdari olan Alaeddin Eretna'ya ait iken, onun ölümünden sonra 1354 yilinda Orhan Gazi'nin oglu Süleyman Pasa tarafindan zapt edilerek Osmanli topraklarina katilmisti. Orhan Gazi'nin vefati üzerine Karamanoglu ile Sivas hükümdari Giyaseddin Mehmed'in tesvikleri ile Ankara ahileri, sehirdeki Osmanli muhafizlarini kovarak daha önceki beylerinin idare ve yönetimine döndüler. Devamli olarak Ankara'yi kendi beyliginin hakimiyeti altinda kabul eden Eretna Beyi, Karamanogullarinin tesvikiyle tekrar Ankara'ya hakim duruma gelmisti.

Sultan Murad, hem Rumeli hem de Anadolu'da meydana gelen bu tehlikeli durumda ne yapilmasi gerektigi hususunda ulema ve devlet erkâni ile istisarede bulundu. Tehlikeli bir durum arzeden kardesler ve Ankara probleminin çözümü için karar ve fetva aldi. Bunun üzerine Sultan I. Murad Lala Sahin Pasa'yi Rumeli'de kaymakam birakip 25 bin askerle Ankara üzerine yürüdü. Bu esnada Eretna Beyligi'nin idaresinden memnun olmayan sehir halki ve ahiler, mukavemet etmeden sultani törenle karsilayarak ona hediyeler takdim ettiler. Böylece sehir yeniden Osmanli hakimiyetine geçmis oldu.

Hoca Saadeddin Efendi, Ankara'nin yeniden zaptini anlatirken enteresan bazi noktalara da temas eder. Karamanlilarin ortaligi karistirmak için Ermenilerle de is birligi yaptigini ve Müslüman halka zulmetmek üzere anlastiklarini anlatarak söyle der:

"Sultan Murad, Allah'in yardim ve keremi eseri olarak sahlik tahtina oturunca ilk isi halkin ve askerlerin ihtiyaçlarini görmek ve Hz. Peygamber'in seriatini yerine getirmek olmustur. Böylece halkin dileklerini yoluna koyduktan sonra Rumeli yakasinda olan askerlerin, baslarinda bir komutan ve serdarin bulunmamasi yüzünden sikinti içinde olduklarini ve keremli padisahlarinin yolunu gözlediklerini bildiginden, cihad niyetiyle ülkeler feth etmek üzere o tarafa yönelmisti. Anadolu'da ise "bazi hukkam ve mulûk, sikak ve nifak üzre ittifak meslegine sülûk edüp hususa valiyan-i Karaman ve Ermeniye-i sugra (Karaman idarecileri ve Küçük Ermenistan) ve civarlarinda olan bazi kötü niyetli beylerin baslica emelleri Osmanli topragini yagmalamak oldugundan hünkârin Gelibolu'ya yöneldigini ögrenince bir araya gelip bazi kararlar ve gizli tedbirler almakta kusur etmemislerdi. Sonu ayrilik ve fesad olacak bu düsünce ile and içip el baglamislar. Ayrica çevredeki kâfir hükümdarlara da kararlarini duyurmuslardi. Böylece Islâm ülkelerini yagmalamak, Müslümanlara zarar ve ziyanda bulunmak için, Seytan'in bu takimi ile gönül ve dil birligi etmislerdi. Böylece Islâm'in geregini bir kenara birakip müsrik ve kin ehli ile is birligi edip bütün Osmanli ülkesini çarpip yakmak konusunda anlasmislardi. Bunun için de bazi bölgelere (hudud boylari) saldirarak Bursa ve Iznik üzerine yürümeye kalkismislardi. Durum, melekler ordusunun sahi olan sultanin esigine iletilince din bilginlerini ve isleri yöneten fukahayi toplamis, onlara amacimiz ve emelimiz dinimize destek olmak "kâfirler ve münafiklarla cihad et" (Kur'an, et-Tevbe 73) emrine uymaktir. Bu emirdeki siraya uyarak önce kâfirlerin fitnesini def etmek, yaramazlarin zararina son vermek için bu diyara gelmistik. Fakat simdi kulagimiza Karaman beylerinin çevrelerindeki azgin topluluklarla birlikte Islâm ülkelerini yagmalamak konusunda is birligi ettikleri, bazi bölgeleri yakip yiktiktan sonra Iznik ve Bursa üstüne düstükleri haberi geldi. Bu nifak takiminin büyük ülkeme yaklasmis olduklari su sirada zararlarini ortadan kaldirmaya, saçtiklari fitne atesini söndürmeye çalismazsak, Islâm ülkeleri harap, halk ve köylüler de berbat olurlar. Hal böyle olunca ulemanin fetvasi ve akil sahibi kisilerin görüsleri nedir diye sormustu. Faziletli kisiler topluca, tehlikenin def edilmesi isinin öne alinmasindan yana görüs bildirdiler. Münafiklarin ortaya çikardiklari karisikligin aradan giderilmesinin önemini belirttiler. Bunun üzerine Gâzi Hüdâvendigâr da ulemanin fetvasini bayrak ve rehber edinerek Anadolu yakasina geçti. Zaferleri tasiyan askerleri ile Karaman beylerini ülkesinden çikarip sinir boyunu tutmak için Ankara kalesini kusatti. Bu arada ol nifak ehli ile is birligi eden bazi yaramazlari ve kötü yolun yolcularini yakalayip, bunlara katilanlar veya onlardan umut bekleyenler kirilip dökülünceye kadar kovaladi. Ankara'ya sahib olan istiklâl davasina düserek bu kaleyi ve çevresini ele geçiren Ahi adini tasiyan cemaat, adalet issi Sultan Murad Han Gazi'nin yüce kuvvetini ve erisilmez gücünü görünce direnmeye imkân olmadigini anlamislar, hediye ve armaganlar derleyip padisahlara has peskeslerle sultanin otagina gelmisler, boyun egdiklerini bildirip kalenin anahtarlarini teslim etmislerdi. Onlarin bu tutumu padisahlik merhametine, sahlik yüceligine uygun düstügünden tamami devlet hizmetine alindilar. Kale ile hisarin korunmasi için asker ve dizdar birakildiktan sonra yakin çevrede bulunan bazi kaleler de yöneticilerinin elinden alinarak Osmanli ülkesine katildi. Bu güzel sehir, yani Ankara pek çok geliri olan bir beldedir. Tarim ürünleri yaninda zirh yapimiyla da taninmistir. Ayrica yün, moher ve daha baska nefis kumaslar burada dokunurdu. Bunlar, Iran, Arabistan, Bizans ve Prenk diyarina yollanirdi.

O dönemlerin, büyük ölçüde tarim ve hayvanciliga dayali gelismis ekonomisi ile temayüz eden Ankara, birçok devlet ve beyligin dikkatlerini üzerinde topluyordu. Bunun içindir ki Ankara'dan bahsederken Hammer de söyle söyleyecektir:

"Iskender'in, Küçük Asya'daki fetihlerinin kuzey noktasi olan bu sehir, Hilafetin ve Bizans Imparatorlugu'nun yükselis çaglarinda Amuryum (Anamur) gibi, Kostantiniyye (Istanbul) ve Islâm hükümdarlari arasinda sürekli bir çekisme konusu idi. Harun Resid ile Me'mun Ankara'yi feth ettiler.

Harun Resid, Dogu Roma Imparatorlugu arazisi üzerindeki zaferinin hatirasini ebedilestirmek için Ankara'nin muhtesem iki kapi kanadini Bagdad'a nakl ettirdi. Ankara'nin elde bulunmasi, Murad için önemli idi. Zira Orta Asya ticaretinin merkezi, Suriye ve Ermenistan'dan Türkiye ve Kilikya sahillerine giden yollarin merkez noktasi idi. Küçük Asya'nin en zengin vilayetlerinden biri olan Ankara, eski çaglarda yagli kuyruklu koyun sürüleri, uzun ve yumusak tüylü keçileri ile meshur oldugu gibi zamanimizda dahi örtüleri, yünleri, bina harçlarinin saglamligi, otuz alti çesidi sayilan armutlarinin lezzeti, elmalari, üzümleri gibi meyveleri de az söhretli degildir. Ayas sulari da kaplica olmak ve içilmek için en sifali sulardir. Keza Ankara, pehlivan yetistirmek ve ibadethaneleri ile de söhret kazanmistir.

Sarax 09-15-2008 11:56

SULTAN MURAD'IN TESKILATÇILIGI

Murad Hüdavendigâr, Ankara'yi alip Karaman beyi tarafindan yapilan kiskirtmalarin sebep oldugu karisikliklari da bastirdiktan sonra gözlerini Avrupa'ya çevirdi. Bu arada Sultan Murad, zamanin gerektirdigi bazi yeni kanun ve tesislere de bas vurmaktan geri kalmiyordu. Nitekim kendisinden önce bir sefere baslamadan evvel o çagda en büyük ve mertebe bakimindan en yüksek sayilan taht merkezi olan Bursa kadiliginin, ordu kadiligi ile birlestirilmesini emr eder. Böylece ilk defa "kadiaskerlik müessesesi" dogmus oldu. Böyle bir müessesenin teskiline de ihtiyaç vardi. Çünkü daha önce her sefere çikista rütbesi en yüksek olan taht kenti kadisi, seferlerde anlasmazliklari çözer, askerlerin törelere göre nizam içinde hareket etmelerine bakardi. Murad zamaninda asker sayisinda meydana gelen büyük artis, böyle bir makamin ihdasina ihtiyaç gösterdi. Savasta ve barista islerin yürütülmesi, anlasmazliklarin giderilmesi, her türlü özel durumlarin incelenmesi ve terekenin hesaplanmasi görevlerinin kadiaskerlere birakilmasi uygun görüldü. Böylece bu göreve getirilen kimse, asker olan ve olmayan idareciler üzerinde üstün bir kontrol hakkina sahip bulunacaktir. O siralarda Bursa Kadisi olan Çandarli (Cendereli) Kara Halil Hayreddin Pasa en selahiyetli kisilerden ve kadilarin en ulularindan oldugu için bu göreve getirilmis oldu.

Sultan Murad, zaman ve sartlarin gerektirdigi yenilikleri yapma ve tedbirlere bas vurmaktan çekinmiyordu. Gerçekten, atalari en büyük çocuklarini ordulara komutan tayin ederek onlari beylerbeyi sifati ile ülkeler zapt etmeye gönderiyorlardi. Sultan Murad'in, delikanlilik çagina gelmis oglunun bulunmamasindan dolayi en kidemli beylerden ve saltanatin temel direklerinden olan Lala Sahin Bey'in, asker ve ordunun tertibi, savas araçlarinin saglanmasi için "beylerbeyilik" görevi ile basa geçirilmesi uygun görülmüstü. Bundan sonra o, deniz kenarinda, sayisiz askerin karsi tarafa geçisini saglayacak gemiler yaptirmakla da görevlendirildi.

Hammer, Beylerbeyligin, hanedanin disindan birine verilmesini daha degisik bir açidan degerlendirerek söyle der:

"Lala Sahin, beylerbeyi ünvaniyla Osmanli ordularina bas komutan oldu. Beylerbeyi me'muriyeti Ayni zamanda vezirlik görevini de içine almaktadir önceki padisahlar zamaninda onlarin en yakin akrabasina veya büyük ogullarina verilirdi. Nasil ki Orhan'in biraderi Alaeddin ve ondan sonra oglu Süleyman'in bu iki hizmeti idare ettiklerini görmüstük. Murad, bu sistemde bir karisiklik ve saltanat için bir tehlike sezerek bundan sonra ogullarini müsavere meclisine kabul etmemek ve asker bas komutanligini yabancilara tevdi' etmek suretiyle eski usûlü bozdu. Hükümete yeni bir güven veren bu sistem, Birinci Murad'dan sonra gelenler tarafindan da degistirilmemis ve ona uyulmustur.

Sarax 09-15-2008 11:56

SULTAN MURAD'IN RUMELI SIYASETI

Lala Sahin Pasa'nin orduyu toplamasi ve askerî hazirliklarin yapilmasindan sonra Rummeli yakasina geçildi. Padisah ilk önce kardesi Süleyman Pasa'nin mezarini ziyaret edip onun adina ve sevabi ona ait olmak üzere sadaka dagitmisti. Sultan Murad bununla da yetinmeyerek onun adina vakiflar tesis etmisti. Bundan sonra hükümdar cihad için yoluna devam etmisti. Ilk önce Gelibolu'dan fazla uzakta bulunmayan ve Elespon üzerinde kurulmus olan Bontos kalesi kusatildi. Kale tekfuru böyle sayisiz ve heybetli bir ordunun karsisinda tutunamayacagini anlayip kaleyi teslim eyledi. Bundan sonra da Çorlu üzerine yürüyen Sultan Murad, orayi da fethederek yeniden ele geçirdi. Daha önce belirtildigi gibi Edirne'ye varip orayi da fetheden Murad Hüdavendigâr, artik Balkanlar'da yerlesmek, mekan tutmak ve orayi yurt edinmek üzere buraya yerlesir.

Bilindigi gibi Edirne, Meriç, Tunca ve Arda nehirlerinin kavsak noktasinda bulunmaktadir. Bu bakimdan buranin gülsuyu ve gülyagi Misir ve Iran'dakilerle boy ölçüsecek bir durumdaydi. Sabunu, Suriye sabunlarini, sekerlemeleri Konya'ninkileri aratmazdi. Yerinin ve halkinin güzelligi dillere destandi. Osmanlilar, burayi Cenab-i Hak tarafindan özellikle korunan ve medeniyetçe pek ileri bir sehir saymislardir. Burasi sehri süsleyen yapilar, saraylar, çarsilar, camiler, okullar ve köprüler bakimindan pek çok seyyahin dikkatini çekmekteydi.

Gerçekten de Edirne, askerlik, siyaset ve ticaret münasebetleri bakimindan sahip oldugu stratejik mevkii dolayisiyla Osmanli padisahlarinin taht merkezi olmaya degerdi. Bununla beraber Sultan Murad, ikametgah olarak Dimetoka'yi seçmis ve orada bir saray yaptirmisti. Sultan Murad'in, Edirne yerine Dimetoka'yi seçmesinin sebebi, o dönemde Dimetoka'nin daha bayindir ve mamur olmasi ile sarayinin Edirne'dekine göre daha iyi olmasi olarak gösterilmektedir. Padisah, Beylerbeyi Lala Sahin Pasa'nin Edirne'de oturmasini ve Kuzey Trakya'da fetihlere devam etmesini istemisti. Bu arada Evrenos da bu bölgenin güneyinde Gümülcine ve Vardar gibi yerleri aldi. Bu iki sehirde Evrenos'un hatirasi, sadece bunlari feth etmis oldugu için degil, fakat birçok cami ile kervansaray yaptirdigi ve onlar için yeteri kadar tahsisat bagladigi için de sakli kalmistir. Lala Sahin'e gelince o, zafer sancaklarini Balkan eteklerine kadar ulastirmis ve en önemli yerlerden olup Belgrad'a kadar bütün memlekete pirinç vermekte olan iki Zagra (Eski ve Yeni) ile Filibe'yi almistir. Lala Sahin de Evrenos gibi Osmanli ülkesine kattigi sehirlere ziynet veren ihtisamli yapilarla adini yasatmistir. Bunlar arasinda Filibe'de iki ok atimi uzunlugunda ve iki arabanin yanyana geçebilecegi bir tas köprü anilabilir.

Lala Sahin Pasa'nin, Zagra'yi feth etmesinden sonra Osmanlilarin eline pek çok esir düsmüstü. Esir sayisi o kadar artmisti ki, bir adamin degeri yüz yirmi bes akça gibi çok az sayilabilecek bir meblaga düsürmüstü. Hoca Saadeddin Efendi, gerek bu dönem ve gerekse önceki dönemde ortaya çikan "Pencik vergisi” hakkinda bilgiler verir. Buna göre Karaman'da dogan fakih Kara Rüstem, Karaman'dan Sultan Birinci Murad'in yanina gelir. Elde edilen diger ganimetlerin taksiminde olan uygulamanin esirler konusunda uygulanmadigini ve seriatin emr ettigi beste bir vergi ödemenin yapilmadigini görür. Bunun üzerine hemen devrin kadiaskeri olan Çandarli Kara Halil'in huzuruna çikip diger ganimetlerden alindigi gibi esirlerden de beste bir hissenin devlet için alinmasi gerektigini söyler. Çandarli Halil'in, durumu Sultan'a arz etmesi üzerine o da Kur'an ve Sünnetin gereginin yerine getirilmesini ister. Durumun takdiri için toplanan bir hey'et, her esir için 125 akça fiyat takdir eder. Bu fiyatin beste biri olan 25 akçanin pencik (humus) vergisi olarak devlet adina alinmasina, bu isin tedviri için de Kara Rüstem'in memur edilmesine karar verir.

Sultan Murad, Edirne'den Bursa'ya dönünce komsu hükümdarlara Edirne'nin feth edildigine dair fetihnameler gönderdi. Bunlardan birinin örnegi Feridun Bey Münseati (I, 93)'te verilmektedir.

Sarax 09-15-2008 11:56

BALKANLAR'DA OSMANLILAR'A KARSI KURULAN ILK ITTIFAK VE SIRP SINDIGI SAVASI

Osmanlilar, ele geçirdikleri yerlerde teskilât kurup arazi islerini tanzim etmeye çalisirlarken, Sirp ve Bulgarlar da Edirne ile Filibe'nin geri alinmasi için faaliyetlerde bulunup papa vasitasiyle Avrupa'yi harekete geçirmek istiyorlardi. 1364 yilinda Filibe'yi Osmanlilara teslim ederek ailesi ile birlikte Sirbistan'a gitmis olan Rum kale komutani, Sirbistan krali besinci Uros'a bas vurarak Türk kuvvetlerinin azligindan bahis ile onu Osmanlilar aleyhine kiskirtir. Sayet simdi bu isin üzerine ciddiyetle varilmaz ve göz yumulacak olursa vaziyetin ileride çok daha vahim olacagini bildirir. Bundan baska Papa V. Urban'in tesviki ile Macar Krali Layos basta olmak üzere Bulgar, Sirp, Eflak ve Bizanslilar arasinda bir ittifak saglanir. Balkanlar üzerinde bir nüfuz kurmak isteyen Macar Krali, bu ittifak neticesinde Osmanlilara karsi yapilan sefere bizzat istirak eder. Müttefik kuvvetlerin, Türkleri Balkanlardan atmak için Meriç vadisi boyunca Edirne'ye dogru yürümesi üzerine Edirne'de bulunan Lala Sahin Pasa, bu tehlikeli durum karsisinda derhal Bursa'da bulunan Sultan I. Murad'a haber göndererek yardim ister. O, bununla da kalmayarak, maiyyetindeki komutanlardan Haci Ilbeyi'ni de 10.000 kisilik bir kuvvetle ileri gönderir. Haci Ilbeyi, müttefikler Meriç nehrini geçtikten sonra onlara yetisebilmisti.

Haci Ilbeyi, Meriç nehrini geçen ve kendilerine mukabele edilmedigi için pervasizca hareket eden düsmanin gaflet ve sarhoslugundan istifade edip cesurane bir karar verir. Haci Ilbeyi 10.000 kisilik akinci kûvveti ile gece yarisi düsman ordugâhina üç koldan baskin yapar. Asil büyük Türk ordusunun kendilerini bastigini zanneden Haçlilar, büyük bir bozguna ugradilar. Bir kismi kirildi, bir kismi da Meriç'te boguldu. Gün dogarken kalabalik düsman ordusunun imha edilmeyen döküntüleri kendilerini Meriç nehrine zor attilar. Bunlardan büyük bir kismi da nehirde boguldu. Macar krali Layos ise canini zor kurtardi. Rivayete göre bu kurtulusunu devamli olarak boynuna asili vaziyette üzerinde tasidigi Meryem'in tasvirine haml ettigi için memleketine döndügünde bir sükrane isareti olarak onun adina bir kilise yaptirmisti.

Osmanli tarihlerinde Sirp Sindigi, yabanci tarihlerinde ise Meriç veya Çirmen muharebesi diye bildirilen bu zafer ile Edirne ve Bati Trakya daha da emniyet altina alindi. Meriç nehri ise tamamen Osmanli kontrolüne girdi. Bu savasla Avrupa'da Osmanlilara karsi yapilan müsterek bir mukavemete büyük bir darbe indirildi. Sirp Sindigi savasi ile Türklerin Rumelide sür'atle ilerlemeleri saglandi. Bu sayede, Bosna'da oldugu gibi Balkan devletleri üzerinde de hakimiyet tesis etmek isteyen Macarlarin nüfuzu kirilmis oldu.

Macarlarla Türkleri ilk defa karsi karsiya getiren bu savas, düsmanda öyle bir korku izi birakmistir ki, Hammer'in ifadesiyle bu korkuyu ancak Hunyad (Kazikli Voyvoda) gibi birisi onu izale edebilmistir.

Osmanlilarin, Balkanlardaki basarisi, Papa'yi yeni bir ittifak kurulmasi arayis ve tesebbüsüne sevk etti. Bizans Imparatoru, Macar Krali ve Italya'daki prenslerle is birligi yapmaya çalisan Papa, Türklere karsi Haçli seferi açildigini bildiren bir bildiri yayinladi. Ancak buna tek ciddi cevap, Savoy Dükü U. Amadeo'dan geldi. Amadeo'ya bagli bir filo, 1366 yilinda

Gelibolu'yu ele geçirip tekrar Bizanslilara verdi. Fakat bu sirada Türkler, Trakya bölgesine, durumun kendilerini pek etkilemeyecegi kadar yerlesmislerdi. Zaten kisa bir süre sonra Gelibolu tekrar alinacakti.

Sultan Murad, müttefik düsman kuvvetlerinin Edirne üzerine geldikleri haberini alinca derhal kuvvetlerini toplayip yola koyuldu. Fakat daha önce yol üzerinde bulunan ve icabinda Rumeli'den dönerken korsan gemileri ile kendilerini tehdid edecek olan ve Katalan'larin elinde bulunan Biga'yi bizzat kendisi karadan, Edincik ve Gelibolu'dan getirttigi donanma da denizden muhasara etmisti. Böylece hem denizden hem de karadan kusatma altina alinan Biga zapt edilmisti. Biga'nin fethi esnasinda Sirp Sindigi zaferinin haberi gelmisti. Sultan buna çok sevinmis ve Allah'a hamd etmisti. Sultan Murad, Biga'daki evlerin gazilere taksim edilmesi ve kiliselerin cami haline getirilmesini de emr etmisti. Biga'nin fethinden sonra Bursa'ya dönen Sultan Murad, Sirp Sindigi muzafferiyetinin sükranesi olarak Bilecik'te bir cami. Yenisehir'de bir imâret ve Gazi Erenlerden Postin pus Baba'ya bir tekke; Bursa hisarinda bir cami ile Çekirge'de bir imâret, medrese, kaplica ve han yaptirmisti. Sultan Murad'in yaptirdigi bu hayir isleri ile ilgili olarak vakfiyesinden ögrendigimize göre o, bütün bunlari ahiret azigi olarak insa ettirmis ve bunlara vakiflar tahsis etmistir.

Anlasildigi kadari ile Osmanlilar, Trakya'da kazandiklari bu Sirp Sindigi zaferi ile gururlanip gevsemediler. Gerçek gayeleri, Balkanlar'da yerlesip yurt tutmak oldugundan bu Haçli seferi kendilerini ikaz ettigi için arkadan gelecek olan tehlikelere karsi daha çok hazirlikli bulunmayi gerektiren tedbirleri almaktan geri kalmadilar. Muharebe ve dönemin siyasî olaylari icabi 1365 yilinda devlet merkezini Bursa'dan Edirne'ye nakl ettiren Sultan Murad, kilicini yeniden kinindan çikarmak lazim geldigini anlamisti. Zira barut kokusunu yakindan almaya baslayan Hiristiyanlik âlemi, artik kendileri için ortaya çikan bu tehlikenin farkina varmis bulunuyordu. Bu sebeple Haçli seferlerini bir daha denemek isteyeceklerdi. Merkezin, Edirne'ye nakl edilmesinden sonra bu yeni taht sehri, saray, cami, medrese, imâret gibi hayir eserleri ile dolduruldu.

Sarax 09-15-2008 11:57

SÜNNET DÜGÜNÜ ve BURSA'DAKI HAYIR ESERLERI

Sultan Murad, Avrupa'da fetihlere devam etmek üzere Bursa'dan hareket etmeden önce üç sehzadesi Bâyezid, Yakub ve Savci'nin sünnet dügünlerini yapti. Gerek bu dügün gerekse Bursa'da yapilan eserler hakkinda Hoca Saadeddin, su bilgileri vermektedir:

"îhsan ve lütfu bol olan padisah, sapiklik yapilarini tek tek yikarak ülkeler feth ederken bütün puthaneleri viran eylemisti. Ama bundan sonra hayir yapilarini onarmak ve faydali binalari arttirmak gayesiyle bütün gayretlerini sarf etmisti. Iyilik yapmak, adaletle hüküm sürmek, halki koruyacak tedbirleri almaya devam etmek ve Hz. Peygamberin sünnetini yüceltmek için elinden geleni yapiyordu.

Tahtkent Bursa'da nüfus o kadar çogalmisti ki, cami ve mescidleri artirmak, imâret ve ibadethaneleri yeniden ele almak gerekiyordu. Çevre ülkelerde, güzel yaradilisli padisahin adaleti, ihsani ve basarili olanlari yükselttigi duyulmus oldugundan faziletli insanlar padisahin, otagini ziyarete heveslenmislerdi. Taninmis bilginlerin artisi ve kerem sahibi kisilerin çogalmasi her gün biraz daha kendini hissettirdiginden, gelip gidenleri agirlamak bu makamin sahibine aid olmakla ve geçmis hükümdarlarin tutumlari da dikkate alinarak âlimler ve fazilet sahibi kimseler için konaklayacaklari binalari yaptirmak da ona düsmüstü. Ilmin yayilmasi yolunda medrese ve egitim müesseseleri insa ettirilmesini öngördükleri kadar, temiz inançlari ve saf duygulan ile her zaman âbid, zâhid ve sâlih kisilerden, mesayih ve irsad sahiplerinden (mürsid) dilekleri oldugundan bu gibilere, yurtlarindan ayri düsenlere (garib), fakir ve zavallilara oturacaklari yerlerin yapilmasini da buyurmustu.

Anlatildigina göre bu mutlu günlerde Istanbul tekfuru, Yalova sahillerini yagmalamak ve Islâm topraklarina zarar vermek için bir kaç gemi ile asker göndermeye cesaret etmisti. Ama Allah'in yardimi, Islâm askerlerine siper olmus, böylece bu saskin gürûh (kalabalik) çevrilip yok edilmisti. Bu savasta ele geçirilenler arasinda bazi sanatkârlar da bulunuyordu. Öbür ganimetlerle birlikte bunlar da baglanarak padisahin otagina gönderilmislerdi. Bunlar içinde bir de becerikli ve hüner sahibi bir mimarin bulundugu anlasilinca hükümdar onu azad ederek yaptirilan hayir binalarina mimar ve usta basi tayin etmisti. Hükümdar, sarayin karsisina derhal bir cami yapilmasini emr etti. 767 (M. 1365) yilinda bu hayirli ise baslandi. Sehrin arka yakasinda hâlâ Kaplica adi ile bilinen temizlik ve güzelligi ile övülen bir hamam yaptirdi. Bunun yani basinda da bir imâret ve misafirhane ile mescid, mescidin üst katinda medrese ve ögrenci hücreleri insa ettirdi. Gerçekte bu iki cami de deger ve yapi bakimindan yerlerini bulmuslardir. Sofa ve eyvanlarinin genisligi, sütun ve kemerlerinin yapisi, iman ve inanan açik belgeleri olarak gözükür. Tamamlandiklari günden zamanimiza kadar sabahin ilk isiklarinin dogusundan uykuya çekilen ana kadar genis alanlarinda farz ve nafile namazlar eda olunur. Zikir ve tesbihler edilir. Yine Bursa'da, Gökdere'nin su taksim yerinde bulunan mescid de bu Gazi Hünkâr'in hayir eseridir. Ayrica Bilecik'te bir mescid, Yeni sehirde ise Postin pus demekle söhret bulmus olan dervis için de bir hankah yaptirmistir. Bunlara benzer daha nice yapilari vardir.

Padisahlik burcunun yildizlan, devlet gögünün pariltilari olan sehzadeleri ki her biri birer çinar gibiydiler. Yani bunlarin Bayezid Han, Yakub çelebi ve Savci Bey'in Hz. Peygamber'in sünneti geregince sünnet edilmeleri, ülkeler sahibi sultanin arzusu olmakla saltanat otaginda el baglamis kisiler, dügün hazirliklarini yapmak ve gereken tertibati almakla görevlendirildi.

Sözü edilen yilin ilk baharinda, çiçeklerin açtigi demde sevinç ve nes'e içinde öyle güzel dügün ve dernek edildi ki, bu gök kubbe, altin bir sahan gibi parlayan günes ve gümüs tabagi andiran ay'la donatildigindan beri, mislini görmemis. Isabetli tedbirler alan kisiler de benzerine rastlamamisti. Dernek kurulup davet edilenler yerlerini alinca sehzadelerin sünnet edilmeleri buyrulmustu. Ondan sonra seyhlere, bilginlere kiymetli hil'atler ve hediyeler verildi. Fakir ve fukara da kurulan sofralarda doyuruldu. En sonunda davetliler, kiymetli armaganlarini, sayisiz hediyelerini kerem sahibi sahin otagina sundular."

Sarax 09-15-2008 11:57

BALKANLAR'DA YENI FETIHLER

Sultan Murad, Bursa'dan Rumeli'ye geçip Bolonya zaferini kazandiktan sonra Edirne'ye dönmüs ve kisi orada geçirmisti. Bu esnada Vezir-i azam Çandarli Hayreddin Pasa'yi, Rumeli'nin bati yakasinda bulunan Borlu, Iskete (Iskeçe) ve Marolya kalelerini almak üzere buralara göndermisti. Evrenos Bey de Çandarli'nin idaresine verilmisti. Çünkü Evrenos Bey bu bölgeyi iyi taniyan bir kimse idi. Gümülcine'ye geldikleri zaman Hayreddin Pasa'nin bu sehirde kalmasi uygun görülerek Evrenos Bey, öbür beylerle birlikte Borlu ve Iskeçe üzerine yürüdü. Aldigi güzel tedbirlerle bu ülkeyi ele geçirip, halkini da yurtlarinda birakti. Kalelere de isi bilen ve durumu kavrayacak olan erleri yerlestirdikten sonra Marolya kalesine geldi. Marolya aslinda bir kadin olup adi geçen kalenin sahibi idi. Bu kadin, Serez hakiminin de akrabasi idi. Marolya, Serez'den yardim taleb etti. Oradan gelecek yardima güvendigi için baslangiçta direndi. Yigitçe savasti. Bu yüzden savas uzadi. Sonra Serez'den yardim gelmeyecegini anlayinca baris istemek zorunda kalip, kaleyi teslim etti. Sahibinin bir kadin olmasindan dolayi, daha sonra buraya "Avrathisari" dendi.

Marolya kusatmasi devam ederken Sultan Murad, Serez üzerine de Deli Balaban adinda gözü pek bir yigidi göndermisti. Deli Balaban, Serez'i kusatma altina aldigi için Marolya'ya yardim gelmemisti. Sultan Murad, Balaban'a yardim etmek üzere Lala Sahin komutasinda kalabalik bir birlik gönderdi. Lala Sahin önce Kavala kalesine yüklenmis burayi bir hamlede zapt ederek gümüs madenlerini ele geçirmisti. Oradan da Drama kalesine yönelmis ve kaleyi kisa bir zaman içinde feth etmisti. Oradan da Zihne'yi ele geçirmisti. Halka karsi yumusak davranmis, herkesi kendi topraginda birakarak onlarin, sultanin adaletinden hosnud olmalarini saglamaya çalismisti. Bu sekildeki tutum ve davranisin bir sonucu olarak Serez kalesine de baris yolu ile girilmisti. Ondan sonra da Karaferye kalesinin halkini zimmîlik hukukuna tabi kilacagina inandirip söz verdikten sonra almisti. Feth edilen kalelerin bakim, onarim ve korunmasi islerini tamamladiktan sonra 776 (1374/1375) tarihinde toplanan ganimetlerle birlikte Sultan Murad'in yanina döndü. Sultan, bu kadar ganimeti ve ülkeleri kendisine baris eden Allah'a hamd ettikten sonra Bursa'ya dogru harekete geçmek istiyordu. Tam bu sirada Sirplarin kendi topraklarina hücum etmek gayesiyle büyük bir ordu ile harekete geçmek üzere olduklari haberini aldi. Bunun üzerine Sultan Murad, kalabalik bir ordu hazirlayarak büyük oglu Yildirim Bayezid'i otaginda birakarak Gelibolu'ya gitti. Oradan da hiç vakit kayb etmeden Sirp diyarina yöneldi. Sirbistan hükümdari, Islâm askerinin kalabalik oldugunu görünce, dizginlerini kaçis yönüne çevirerek hazine ve kiymetli esyalarini kalelere koyup, ekili araziyi yaktirip zahireyi yok ettikten sonra kaçip gitmisti. Ülkenin halki da daglara çekilerek memleketi hos birakmisti. Ülkenin bos ve ekinlerin yakilmis olmasindan dolayi askerler bir kitlikla karsi karsiya kaldilar. Dört ay kadar süren bu hareketin sonunda Semendire yakininda bulunan Nis kalesinin feth edilmesine karar verilir. Bizans'in en müstahkem dört mevkiinden biri ve Trakya, Sirp ve Panuni arasindaki ulasim noktalarinin merkezi olan Nis üzerine yürüyen Sultan Murad, zorlu ve kanli bir mücadele ile burayi ancak 25 gün sonra feth edebildi. Hoca Saadeddin'in ifadesine göre "kalenin saglamligina güvenen kâfir, O yörenin bütün malini bu kalede saklamisti." Buradan bir çok mal ve esir ganimet olarak alindi. Böylece ordudaki kitlik da giderilmis oldu. Büyük Konstantin'in dogum yeri olan Nis'in Osmanlilarin eline geçtiginin duyulmasi üzerine Lazar baris istemek zorunda kaldi. Hammer'in ifadesine göre her sene Padisaha bin libre gümüs göndermek istegi yerine getirildi. Hoca Saadeddin ise bu konuda söyle der: "Padisah'a layik hediyeler ve armaganlarla elçi gönderip, kulluklarini bildirip kapiya kabul edilmelerini diledi. Üç yillik harac çikartip cihan hakiminin otagina sundu. Ayrica her yil elli okka gümüs göndermeyi de kabul etti." Bundan sonra Nis kalesi ile çevresinin korunmasi için tedbirler alindi. Bu arada harp ve sefer yorgunlugundan gücünü yitirmis olan gazilere yurtlarina dönme izni verildi.

Sultan Murad, ayni yil Sisman ile de baris yapti. Çünkü Sisman, Sultan Murad'a birçok hediye takdim etmis, bunun karsiliginda da sultan onu diger hükümdarlardan daha üstün tutmus, onu tekrar ülkesinin hakimi olarak yerinde birakmisti. Sadece her seferde padisahtan gelecek emre göre hazir olmasi gerektigi yolunda kendisine bir ferman verilmisti. Hammer, Sisman (Sosmanos)'in, vergi vermekten kurtulmak için kizini Sultan Murad'a verdigini belirtir.

Sonunda Avrupa'da baris kurulmustu. Orhan'in oglu (Sultan Murad), bütün yorgunluklarini bir kenara atip artik dinlenebilirdi. Kisi, yeni devlet merkezi olan Edirne'de geçirdi. Murad, üzüntüsüz, kedersiz ve savassiz alti yil içinde devletin iç isleri ile ugrasti. Ordu teskilâti düzeltildi. Sipahilerin timar usûlü ve bir nevi ulastirma askeri olan "Voynuk"larin kurulusu, mükemmel ve olgun duruma getirildi. Askerî malikâneler (yurtluk)in timar ve zeâmete bölünmesi, bazi kurallara baglandi. Islâm'in diger sancaklarindan ayird edilmek üzere sipahi sancaklari için kirmizi renk seçildi. Hz. Peygamber, alemi (sancak) için günes rengini (sanyi) begenmisti. Fâtimîler zemin (yesil), Emevîler gündüz (beyaz), Abbasîler gece (siyah) renkleri almislardi. Osmanlilar da kan rengini kabul ettiler, Iran'da sofiler tarafindan o kadar saygi görmüs olan gök mavisi, birçok asirdan beri Bizans sarayinin ve devletin seçkin memurlarinin begendikleri renkti. Osmanlilar zamaninda bu renge hiç ragbet gösterilmedigi gibi mavi, Mûsevîlerin pabuç ve serpuslarina tahsis edilmistir. Voynuk teskilati, padisahin tebeasindan olan hiristiyanlardan meydana gelmis bir asker grubu idi ki, seferlerde bayagi hizmetlerde kullaniliyorlardi. Ahirlari temizlemek, atlarin bakimi ve arabalari sürmek bunlarin isi idi. Bu hizmetlerinden dolayi bunlar her türlü vergiden muaf idiler. Osmanli sancaklarinin renginin tanzimi, askerî malikânelerin islahi, voynuklarin tesisi gibi önemli kuruluslar, savasin sonuna dogru vefat eden Lala Sahin'in ölümü üzerine beylerbeyi seçilen Timurtas'in himmeti ile olmustu.

Sarax 09-15-2008 11:57

ÇIRMEN ZAFERI

Osmanlilarin Balkanlardaki fetihleri, kisa bir zaman diliminde gerçeklesmisti. Bir bakima 10 yil içinde Gelibolu'dan Sirbisbtan'a kadar gelinmis, Adriyatik Denizi'ne kadar nüfuz ve tesir sahasi kurulmustu. Avrupa, Osmanlilara karsi U. Haçli seferini tertipleyerek Sirp Sindigindan 7 yil sonra tekrar talihini denemek istedi. Bununla beraber bu defa ki kuvvetlerinin eskiye göre biraz daha az oldugu, esas ve temel kuvvetlerin Sirplar tarafindan teskil edildigi anlasilmaktadir. Tarihte Ikinci Meriç veya Çirmen savasi diye anilan bu muharebede Sirp Krali Vukasin ile kardesi veliahd prens Uglesa maktul düsmüslerdi. Eflak (Romanya) prensi ise kaçmisti. Savasin bu sekilde sonuçlanmasi üzerine Sirbistan'da hanedan ve iktidar degismisti. 26 Eylül 1371'de kazanilan bu zaferle, Osmanlilar için Makedonya'nin kapilari açilmisti. Eski idarecilerinin tahakkümünden bikan halk, buralarda yeni bir sistem ve adalet anlayisi getiren Osmanlilari bekliyordu. Zira Sirp ve Bulgarlarin idaresi Bizans'inkinden de kötü idi.

Bu muharebe neticesinde Gazi Evrenos kuvvetleri tarafindan ikinci defa elde edilen Gümülcine'den baska Borla, Iskeçe ve Marolye; Kadiaskerlikten vezirlige yükseltilmis bulunan Kara Halil Hayreddin Pasa tarafindan da Kavala, Drama, Zihne ile Makedonya, Sirp kralliginin mühim sehirlerinden olan Serez ve daha sonra Karaferye zapt edildi.

Sultan I. Murad, Serez ve havalisine Anadolu'dan asiretleri getirip yerlestirmisti. Osmanli Devleti'nin bu iskân politikasi, kurulustan itibaren devam etmekteydi. "Osmanli Devleti, kurulus devrinde konar-göçer Türk asiretlerini yeni alinan bölgelerin Türlestirilmesinde kullandigi gibi, yerlesik ahaliye nazaran savasçi vasiflari, bir disiplin ve teskilât içinde olmalari sebebiyle de anlari fethedilen bu bölgelere nakl etmistir. Nitekim Rumeli fatihi Süleyman Pasa zamaninda asiretlerin Rumeli'ye geçirilip iskân edilmelerinde, feth edilen topraklardan kaçan halkin yerini doldurmak gayesi de kismen rol oynamistir. Bu kabil iskan hareketleri, kurulus devrinde devletin sik sik müracaat ettigi sürgün usulü ile yapilmakta idi. Bunlarin yanisira sonradan Rumeli'den de Anadolu'ya insan topluluklari nakledilmistir. Osmanlilar'in daha Rumeli'ye geçtikleri andan itibaren Türk topluluklarinin buraya nakledildikleri bilinmektedir. Türk topluluklarinin Rumeli'ye nakledilmeleri sirasinda, devlet tarafindan kendilerine zengin topraklar vermek, bütün akrabalari ile geçecek olanlara ise yurtluk, toprak ve timar gibi imtiyazlar tanimak suretiyle mühaceret tesvik edilmistir. Bu durum, fütuhati tesvik amaci tasidigi kadar, memleketin senlendirilmesi ve iskani gayesini de tasimaktaydi."

Çirmen zaferinden faydalanan Türk akincilari, bir taraftan Adriyatik sahillerini, diger taraftan Yunanistan'a inerek Attika yarimadasini taradilar. Bu sekilde Osmanli Devleti'nin tesir sahasi, hemen hemen bütün Balkanlari içine alan bir genislige ulasti.

Çirmen zaferinin meyveleri derhal toplanmaya baslandi. Bunun için

Sultan Murad, Rumeli fütûhati plânini emin, metin ve seri adimlarla gerçeklestirmeye çalisiyordu. Bu plânin iyi bir sekilde uygulanabilmesi için de gerekli tesebbüslerde bulunuluyordu. Nitekim bu maksatla Evrenos Bey, uc olarak kabul edilen Serez'i kendisine merkez yapti. Fakat daha sonra Bizans Imparâtorunun oglu olan Selanik valisi Manuel, Serez'i ele geçirmek için bir ayaklanma tertipledi ise de bu ayaklanma vezir Halil Hayreddin Pasa tarafindan bastirilmisti.

Bütün bu muvaffakiyetlerden sonra Osmanli kuvvetleri, Vardar nehri vadilerine girerken karsilarinda durabilecek bir kuvvet kalmamisti. Böylece bir buçuk veya iki sene gibi, harp ve devletler tarihi için çok az denebilecek bir sürede Vardar'in dogusundaki yerler Osmanli hakimiyeti altina girmisti. Bu esnada akinci kuvvetleri de Balkan yarimadasinin batisina dogru akinlarina baslamislardi.

Bulgar Krali Sisman ile Makedonya Sirp Krali'nin Samakov'da birlikte maglup olduktan sonra Köstendil'in elden çikmasi beklenen bir hadise idi. Hammer'in ifadesine göre, birçok kaplicasi, hasmetli kubbelerle örtülü on iki kükürtlü suyu, sehrin her tarafina içilecek su dagitan kanallari ve dagdan inen irmaklarla sulanan bahçeleri ile taninan Köstendil, ayni zamanda yakinlarinda altin ve gümüsten para basilan bir yer olmasi bakimindan da dikkat çekerdi. 1372 yilinda Köstendil ile çevresi feth edilerek burada bulunan Bulgar Prensi Çariçe Evdokia'nin oglu Kostantin, her türlü vergiden muaf olma karsiliginda sehrin (Köstendil) anahtarini Sultan Murad'a teslim etti. Böylece Kostantin, Osmanli hakimiyetini kabul ile vergi ve gerektiginde asker vermeyi taahhud etti. Hoca Saadeddin, Köstendil'in fethi ile ilgili olarak sunlari söyler:

"Adaleti ile ülkeleri tutan padisah, Allah'in verdigi destek ile açilan bahtini degerlendirerek cihad töresini sürdürmek ve yeni ülkeler zapt eylemek için bütün tedbirlerini almis bulunuyordu. Devletin gelismesi ile kendi öz benliginde yeni fetihlerin ve özlenen basarilarin belirmis olmasi, onu cihad sancaklarini açma yolunda bütün gayret ve himmetiyle çalismaya yöneltmisti. Rumeli uclarinda cihad yolunda ugrasan iyi niyetli beylerin, ülkeler feth eden padisahi çagirmalari üzerine 773 (M. 1372) yilinin baharinda büyük bir ordu ile tekrar Rumeli yakasina geçti. Ilk is olarak Lala Sahin'in Köstendil bölgesinde almis oldugu yerleri korumak ve geride kalan topraklar üzerinde kendi bayraklarini açmak için bu bölgeye hareket etti.

Köstendil tekfuru olan Konstantin, ülkesinin genisligi ve ordusunun kalabalikligi ile çevrede taninmis, Bulgar diyarinin hükümdari, altin ve gümüs madenlerinin bulundugu bölgelerin de hâkimi olmakla söhret yapmisti. Gücünün üstünlügüne gururlanarak çevresindeki "mulûke itaat etmez" bagimsizlik arzusu kara kafasindan çikmazdi. Ama ülkeler açan padisahin heybeti yüregine tesir etmekle onun üstün gücü ve kudreti ile kendi ülkesine dogru gelisi, devlet ve ikbal ile üzerine yürüyüse geçtigi haberi kulagina ulasinca, yenilecegini anlamis ye boyun egme yolunu tutmasi gerektigini kavramisti. Bunun için Kostantin, padisahi kendisine layik hediyeler ve degerli armaganlarla karsiladi. Sahip oldugu kalelerin anahtarlarini teslim ederek kulluk yolunda gerekenleri yerine getirdi. Böylece padisahin iltifatini kazanmakla sevindi. Ödeyecegi cizye ve harac ta tesbit edildikten sonra memleketini yönetme görevinin kendisine verildigini bildiren fermani aldi. Zamanin hükümdari da bu basaridan sonra tekrar Bursa'ya döndü."

Osmanlilarin, Makedonya'yi feth ederek Köstendil'e gelmeleri Yukari Sirbistan despotu Lazar Grebliyanoviç'i, Sultan Murad'la anlasmaya zorladi. Lazar, Osmanlilara vergi ile birlikte asker vermeyi de kabul ediyordu. Bu sekilde kral, prens ve despotlarin hakimiyetini taniyarak vergi ve gerektigi zaman muharebelerde yardimci kuvvet vermeleri genis ölçüde fetihlerde bulunan Türk devleti için büyük faydalar ve basarilar temin etti.

Sarax 09-15-2008 11:57

PADISAHIN RUMELIYE TEKRAR DÖNÜSÜ

Sultan Murad, Bursa'da bulundugu sirada 774 (1373) yilinda Vize sancak beyi Sirmerd Bey'den bir haber almisti. Bu haberde, Bizans Imparatoru'nun asker göndererek Vize çevresini yagmalamaya ve halka zarar vermeye kalkistigi, ayrica kaleyi almaya yeltendigi bildiriliyordu. Bu istihbarat üzerine hükümdar, derhal ordunun toplanmasini emr ederek sür'atle Gelibolu'dan karsi tarafa geçti. Kuvvetlerini Malkara'da topladi. Lala Sahin, Evrenos Bey ve diger beyler, Malkara'da padisaha iltihak ettiler. Askerin bir kismini Ipsala civarindaki Ferecik kalesinin zaptina gönderip kendisi de Çatalca taraflarina yürüyerek Incegiz ve Çatalburgaz kalelerini aldi. Çatalburgaz hakimi, Incegiz hâkiminin akibetini ögrenmis bulundugundan hisari Sultan Murad'a teslim etti. Bu sebeple de hükümdarin ihsanlarina mazhar oldu.

Tam bu esnada Lala Sahin Pasa'nin da Ferecik kalesini aldigi haberi geldi. Bu haberden kisa bir müddet sonra bizzat Lala Sahin Pasa bir çok mal ve ganimetle padisahin otagina geldi. Sultan, buradan Incegiz yöresinde bulunan Bolonya (Apolonya) kalesini almak üzere hareket etti. Burada on bes gün kadar bir savas oldu. Buna ragmen kale bir türlü düsmüyordu. Sultan, bu kadar önemsiz bir kale ile vakit kayb etmeye degmeyecegini düsünmüs olmali ki, kusatmayi devam ettirmek için orada küçük bir kuvvet birakip oradan ayrilmaya karar vermek üzere iken kale duvarlarindan birinin yikilmak üzere oldugunu ögrenir. Bunun üzerine Padisah, Lala Sahin Pasa'yi hemen kale üzerine gönderir o da orayi feth eder. Zengin ganimetlerle hükümdarin otagina dönen Pasa, kale halkini yer ve yurtlarinda birakmisti.

Sultan Murad, Bolonya kalesinin duvarlarinin yikilmak üzere oldugu haberini aldigi zaman bir çinar agacina dayanmakta idi. Bu agaç, o zamandan beri "ugurlu Çinar" diye anilir oldu. Fakat Hoca Saadeddin bunun çinar degil kavak oldugunu ve kendisine "Devletlû Kavak" dendigini belirtir ki, "hükümdarin dolastigi yesil çayirlik" ifadesi de bunun kavak olacagini göstermektedir.

Osmanli Tarihi, "Üsküf adi verilen islemeli külahlarin ilk defa kullanilmasini bu muharebe sonunda ulasilan zafer ve Bolonya'nin fethine baglar. Altin tellerle islenen bu külahlar Kapi kullarina tahsis edilmistir. Rivayetler bu olayin söyle gerçeklestigini belirtirler: Kaleyi kusatanlar, pekçok altin ve gümüs ganimetlerle Bolonya'dan çekildikleri sirada hükümdar, askerlerinden birinin basina ve külahinin altina bir tas koymus oldugunu fakat bunu tamamiyla gizleyemedigini görmüs. Bunun üzerine o askeri huzuruna çagirarak beste biri hazineye ait olan degerli bir seyi gizlemeye çalismasini ayiplar. Hoca Saadeddin Efendi bu hadiseyi anlatirken söyle der: "Sipahi, padisahin keremine ve ulu tutumuna güvendiginden lütuf ve ihsaninin genisligine, himmetinin bolluguna inandigindan gizledigi sirri açikladi ve kaptirmak korkusuyla sakladigi tasi meydana çikardi. Sonra söyle dedi:

"Sahimin devleti, ben, yoluna toprak olana bu sevinç külahini giydirmekle mutlu kilmistir. Onu baskasinin elinden kurtarmak için böyle yaptim" demisti. Bu açik sözler, bas taci edilecek bu dogruluk, o kiymetli tac kadar degerli davranis, keremli olmayi seven sah, yüceler yücesi padisah katinda deger bulmus, kerem dolu yeller lütûf denizlerini dalgalandirmis ve o altin taci (tas) anilan gaziye armagan etmesine sebep olmustu." Padisah, tasi askere biraktiktan sonra bunun bir hatirasi olmak üzere de muhafizlari ile subaylarinin bundan böyle sirma islemeli külah giymelerini emretti. Sultan Murad'in elbisesi satafatli degildi. O zamana kadar Germiyan fabrikalarinda yapilmis kumaslardan kirmizi renkli kaftan ve cübbe giyerdi. Basina da yine ayni bölgede islenmis beyaz renkte ince bir bez sarardi. Fakat sonradan bu basligini degistirmisti.

Tarihlerde verilen bu bilgilerin dogrulugunu tesbit, biraz zor görünmektedir. Hoca Saadeddin'in ifadesine göre muhtemelen o kilik kiyafet o günlerde yayilmis olabilir. Üsküfün, Gazi Süleyman Pasa'nin bir bulusu oldugu kesindir.

Osmanli akinlari Rumeli'de devam ederken padisah, devletin iç ve dis siyasetini belli bir ölçü dahilinde tarassut ediyordu. Padisahin uyanik ve keskin bakisi, gerek Anadolu, gerek Bizans ve Balkanlarin siyasî ve ictimaî düzensizligini, avucunun içi kadar açik görüyor, onun için de çapraz menfaatlerin ugras meydani olan Rumeli cografyasini tepeden inme bir müdahale ile önce siyasî ve askerî mânâda ele geçirmek sonra da ictimaî ve medenî alanda yeni bir nizama tabi tutmak zaruretini hissediyordu.

Bu dönemde Orta Avrupa olsun, Balkanlar olsun, birbirlerini disleyen, kemirip kanini içen düsman unsurlarin kaynasip çarpistigi bir sel yatagi haline gelmisti. Hele gittikçe kabugunun içine büzülen Bizans Imparatorlugunda, debdebe ve tesrifattan ibaret kalmis ülkesiz bir imparator vardi ki, bir yandan Osmanlilara boyun egerken, bir yandan da o bitip tükenmez iç kavgalari, kanli didismeleri vahset ve zulüm aliskanligi tarihî ve an'anevî dekoru içinde bütün dehsetiyle devam etmekte bulunuyordu. Baska bir ifade ile Bizans kötü idare ediliyordu. Nitekim tarihçi Dukas, Imparator Ioannis Paleologos'u su cümlelerle tavsif ederken bir hakikata parmak basmis oluyordu.

"Imparator Ioannis, budala idi. Yalniz kadinlarin güzel veya çirkin olup olmadiklarini ve kimin karisi bulundugunu ve nasil ele geçirecegini bilirdi. Diger hususat için memleketi gelisi güzel idare ederdi."

Sarax 09-15-2008 11:57

BALKANLAR'DAKI FETIHLER

Sirp Sindigi zaferinden sonra Balkanlar'daki uc bölgelerini sag, orta ve sol kanatlara bölen Sultan Murad, üç koldan fetih hareketlerini baslatti.

Sag kanat yani dogu sinir bölgesi dogrudan dogruya Sultan Murad'in kendi komutasi altinda idi. Sol kanat yani bati bölgesi komutani Evrenos Bey, orta kol komutani ise Kara Timurtas Pasa idi.

1365 yilinda Dalmaçya kiyilarinin güneyindeki Dubrovnik (Raguza) Cumhuriyeti, Osmanli himayesini kabul eden bir muahede imzaladi. Ticaretle ugrasan bu küçük Slav cumhuriyetinin ileriyi görebilmesi, onun asirlarca devam edecek olan hayatini garanti altina almasina sebep olmustu. Osmanlilar, yillik vergi karsiliginda bu devletçigin iç islerine karismadiklari gibi onu ortadan kaldirip ilga da etmediler. Dubrovnik'in himaye altina alinmasi ile Türkler, Adriyatik denizine dayanmis oluyorlardi. Halbuki bu esnada daha Akdeniz'e çikmamislardi.

Gümülcine'yi ikamet merkezi olarak seçen Gazi Evrenos Bey, Sirp Sindigi'dan kisa bir müddet sonra Serez'i zapt etmisti. Fakat henüz Drama ile Kavala, Bizans'in idaresinde idi.

Sultan Murad, Sirp Krali Stefan Dusan'in ölümünden sonra Bulgar Prensi Ivan Aleksandr tarafindan alinan Trakya'nin Karadeniz kiyilarini denetimi altina aldi. Böylece Bizans'in Avrupa ile olan son karayolu bagi da kesildi. Bizans Imparatoru bu duruma bir çare bulabilmek için Roma'ya gitti. Dört kardinal huzurunda ve Saint Plerre Kilisesi'nde Ortodoks mezhebinin sapikliklarindan tevbe ve istigfar edip Latin Kilisesi'nin (Katolik) evladi oldu. Buna karsilik olarak da Papa, Bati dünyasindan kendisi için büyük ölçüde yardim temin edecegi vaadinde bulundu.

Fakat bu merasim, sahsî menfaatlerin disinda samimi bir alis veris degildi. Bunun en belirgin delili ise Imparator'un Bizans'a döndügü zaman, gittiginden daha da eli bos kalmasi ve ümid ettigi yardimdan bir zerre dahi bulamamasi idi. 1369'da Roma'da resmen Katolik olan Imparator, Istanbul'a döner dönmez tekrar Ortodoks mezhebine döndü. Böyle siyasî manevralar ile padisahin itimadini da büsbütün kayb eden Bizans Imparatoru, daha da zebun ve çaresiz kalmis bulunuyordu.

Bu asirlarda Ortodoks ve Katolik mezhepleri arasinda münaferet ve çekisme o dereceye varmisti ki, bir Ortodoks, Türk idaresini Katolik idareye tercih ediyordu. Katolikler için de durum bundan pek farkli degildi.

1367'de Kara Ali Bey oglu Timurtas Pasa, Tunca üzerindeki Yanbolu'yu, Lala Sahin Pasa ise Samakov'u aldi. Samakov, Sofya'nin 50 km. kadar güneydogusunda idi. Sultan Murad da 1368'de Hayrabolu'yu, 1369 yilinda Kirkkilise (Kirklareli), Pinarhisar ve Vize'yi Bizanslilardan geri aldi. Buralar daha önce feth edilmis olmalarina ragmen bir ara Bizans tarafindan tekrar isgal edilmislerdi. Bölgenin bu önemli sehirlerinin yeniden Osmanlilarin idaresine geçmesi üzerine, Bizans'in elinde Trakya'da fazla bir sey kalmadi.

Tuna nehrinden Rodop Balkanlarina kadar orta ve güney Bulgaristan ile Osmanli fetihlerinden önce de kismen Trakya'ya sahip olan Bulgar Krali Yuvan Sisman, Osmanlilarla basa çikamayacagini anlayinca onlarla baris antlasmasi yapti. Böylece Osmanli himayesini benimsedigi gibi vergi vermeyi de kabul etmek zorunda kaldi. Bu arada Kral Sisman, kizkardesi prenses Marya'yi da Sultan Murad'la evlendirmek suretiyle akrabalik tesis etmek ve bu sayede Osmanlilarin gücünden de istifade etmek istiyordu. Gerçekten de Sisman, kendisine muhalefet edip Macarlari Vidin'e sokmus olan kardesi Stratisimir'e karsi Murad'la Ulahlardan yardim alarak Vidin üzerine gitmisse de muvaffak olamadi. Bu siralarda Türklerin, Bulgaristan fütuhati devam etmeye kararli görünüyordu. Bu durumu gören ve daha önce devlet merkezi olan Tirnova'ya gelmis olan Bulgar Krali Sisman, Sirbistan Krali ile anlasarak birlikte Osmanlilar üzerine hücum etmeyi kararlastirdilar. Lala Sahin Pasa, bu orduyu perisan etti. Bu Çamurlu meydan muharebesi ile Kuzey Bulgaristan kapilari da Türkler'e açilmis oldu.

Sarax 09-15-2008 11:58

SULTAN MURAD'lN ANADOLU SIYASETI ve YILDIRIM BÂYEZID'IN EVLENMESI

Birinci Murad'in, savas günlerinde oldugu gibi baris zamanlarinda da yegâne emeli, Avrupa ve Asya'da fetihleri devam edip sinirlarini genisletmekti. Bu sebeple o, Rumeli'deki hâkimiyetini saglamlastirirken, Anadolu birligini saglamak gayesiyle de buradaki beylikleri de topraklarina katma siyaseti güdüyordu. Fakat bunu gerçeklestirmek için Anadolu'daki beyliklerle çatismaya girmemeye ve barisçi bir siyaset takip etmeye azamî dikkati gösteriyordu: Bu siyaseti büyük bir maharetle uygulayan Sultan Murad, Karaman ogullarinin tehdid ve tazyiki karsisinda Osmanlilara dayanmak ihtiyacini duyan Germiyan oglu Süleyman Sah (1361-1387)'in arzusu üzerine oglu Bayezid'i, Süleyman Sah'in kizi Devlet Hatun ile evlendirdi. Tarihî kaynaklarimizda uzun uzadiya anlatilan ve hakkinda teferruatli bilgi verilen bu evlilik, Süleyman Sah'in arzusu üzerine olmustu. Buna göre Süleyman Sah, oglu II. Yakub Bey'i yanina çagirip kendilerinin ve memleketlerinin Karamanlilardan korunmasinin güç oldugunu, bu yüzden Osmanlilar ile yakinlik kurmayi düsündügünü, bunun için de kizi Devlet Hatun'u Murad'in oglu Bâyezid'e vermeyi düsündügünü söylemisti. Yakub Bey, yasli babasinin bu teklif ve arzusunu kabul etmis olmali ki, Sultan Murad'a, Ishak Fakih adinda saygi deger bir kisi ile Germiyan ülkesinin bazi ileri gelenlerini elçilikle görevlendirip gönderirler.

Her ne kadar Hammer, "Bu sebeple büyük oglu Yildirim Bâyezid'e komsusu Germiyan hâkiminin kizini almak istedi. Bu evlilik, padisahin arzularina pek uygun düsüyordu. Çünkü genç prenses çeyiz olarak kocasina babasinin en güzel yerlerini getiriyordu" diyorsa da o günün sartlari ve gittikçe yildizi parlayan Osmanlilarin durumu düsünülünce bu teklifin bizzat Germiyan Beyi Süleyman Sah'tan gelmis olmasi yadirganmamalidir. Bununla beraber bu meselenin daha önce gayri resmî olarak görüsülüp konusuldugu, ancak her iki tarafin arzusunun açikça ortaya konmasi üzerine erkek tarafi olarak ilk resmî tesebbüsün Sultan Murad'dan geldigini düsünebiliriz.

Germiyan Beyi Süleyman Sah'in elçisini, Edirne'de kabul eden Sultan Murad, onun getirdigi kiymetli hediyeleri kabul ettikten ve onu ülkesine gönderdikten sonra dügün hazirliklarina baslamak üzere kendisi de Bursa'ya gelir. Ilk is olarak bu mutlu ve neseli dügüne katilmak için Müslüman hükamdar ve beylere davetiyeler götürmek üzere elçiler gönderir.

Hicrî 783 (1381) yilinda gerçeklesen bu dügünle ilgili olarak kaynaklar, su ortak bilgileri vermektedirler: Murad , kizi istemek üzere Kütahya'ya Bursa kadisi Hoca Mahmud Efendi, Kapi kullarindan Emir-i âlem Aksungur Aga, Samsa Çavus'un oglu Çavusbasi Demirhan, Yildirim Bâyezid'in dadisi ile Kadi Mahmud Efendi'nin ve Aksungur'un eslerini (zevcelerini) gönderdi. Süleyman Sah da Cemaleddin Ishak Fakih'i bir heyetle I. Murad'a gönderdi. Ishak Fakih bu heyetle giderken yaninda pek çok hediyeler de götürmüstü. Bu hediyelerin içinde meshur Germiyan atlari, Denizli bezleri, altin ve gümüs gibi gayet kiymetli esya bulunuyordu. Her iki taraf da kendi memleketlerinde tantanali bir sekilde dügün yapmislardi. Murad'in Bursa'da yaptigi dügün hakkinda kaynaklarda bir hayli bilgi bulunmaktadir. Bu bilgi sayesinde o günün örf, adet, kültür ve folkloru hakkinda önemli sayilacak malumata sahip oluyoruz. Bu da bize dönemin ekonomik, sosyal ve siyasî vaziyetini gösterme bakimindan önem tasimaktadir. Buna göre dügün söyle olmustur:

"Hazirliklar tamamlandi. Etrafin beylerine davetçiler gönderdiler. Karamanoglu, Hamidoglu, Menteseoglu, Saruhanoglu, Kastamonu'da Isfendiyar ve Misir Sultanini davet ettiler. Kendi ülkesindeki sancak beylerini de çagirdilar. Evrenos Gazi'yi de davet ettiler. Ondan sonra dügüne basladilar. Etrafin elçileri geldiler. Beylerden hediyeler getirdiler. Iyi atlar, katarla develer ve fevkalade seyler getirdiler. Herkes âdet üzre hediyesini verdi. Herkes mertebesine göre yerli yerinde oturdu. Misir Sultani'nin elçisi dahi gel-di. O da hediyesini (saçu) takdim etti. Ona bütün elçilerin üstünde yer gösterdiler, oturdu. Bunlar, tamam olup oturduktan sonra izin verildi. Kendi sancak beyleri geldi. Hepsi mertebesine göre hediyelerini arz ettiler. Evrenos Gazi'nin hediyeleri ileri geldi. Yüz kul ve yüz kizoglan cariye. On oglanin elinde içi flori dolu on gümüs tepsi. Ve on oglanin elinde dahi on altin tepsi ve seksenin elinde gümüs ibrik ve gümüs masrapa. Elhasil bunlarin her birinin eli bos degildi. Bütün etraftan gelen elçiler hayrette kaldilar ki, bu hanin bir kulu böyle büyük hediyelerle geldi. Murad Han Gazi gör ki neylese gerektir? Evrenos Beyin getirdigi kullan, karavaslari (câriye) etraftan gelen bu elçilere taksim etti. Etrafin elçilerinin getirdigi atlari da Evrenos'a verdi. Gelen paradan bir kismini da Evrenos'a verdi. Kalanini bilgin ve yoksullara dagitti. Kendisine bir sey birakmadi.

Bu dügün kim Murad Han etti kardas

Yayildi sofralar döküldü çok as

Bir ay tamam yenildi nimetler

Fakir ü gani vü hem yedi evbas."

Sultan Murad, gelini almak üzere Bursa kadisi Hoca Efendi'yi, Sancaktari Aksungur'u, Samsa Çavus'un oglu Çavusbasi Demirhan'i, kadi efendi ile sancaktarin eslerini ve Yildirim'in dadisini bin kisiden fazla bir birlikle Kütahya'ya gönderdi. Sultanin temsilcileri Kütahya'ya yaklasinca Germiyanoglu Süleyman Sah, ülkesinin ileri gelenlerini karsilayici olarak göndererek agirlamada, ikram ve iltifatta bulunmus, gereken saygiyi eksiksiz yerine getirmisti. Misafirlerin her birini durumlarina göre bir konaga indirmis ve herkesin degerine göre uygun yerler göstermisti. Bu suretle ziyafetler çekilmis, ev sahipliginin gerektirdigi bütün görevler hakkiyla yerine getirilmisti. Bundan sonra da dügün ve nikah törenlerine baslandi. Nikah, ser'-i serif üzere kiyildi. Nikahtan sonra kizini gelin olarak veren Süleyman Sah, çeyiz olarak sunulan Kütahya, Simav, Egrigöz (Emet) ve Tavsanli'nin devir tarihini de belirterek Çasnigirbasi Pasacik Aga'yi da yanlarina vererek gönderdi. Aksungur Aga, teslim alinacak kalelerin muhafaza tedbirlerini aldiktan sonra hep birlikte padisahin otagina (Bursa) dogru yola koyuldular. Bursa'ya yaklastiklari zaman devletin ileri gelenleri, padisahin yakinlari ve davetliler, sevinç içinde onlari karsilayip sultanin sarayinda harem dairesine indirdiler.

Gerçek gayesi, Rumeli fütuhatini daha batilara götürmek olan Sultan Murad, bir taraftan bu plânini uygularken bir taraftan da Anadolu'da birligi kurmaya gayret ediyordu. Bununla beraber mümkün mertebe Anadolu'da savas yapmadan bunu gerçeklestirmek istiyordu. Zira Anadolu'daki beyliklerin sakinleri de müslümandi. Bunun için de bazi tedbirlere basvuruyor ve çareler düsünüyordu. Bu gayesinin gerçeklesmesi için akrabalik tesisine gayret ediyordu. Nitekim Kütahya, Simav, Egrigöz (Emet) Ve Tavsanli'nin Osmanli idaresine geçmesi bu akrabaliklardan biri vasitasi ile gerçeklesmistir ki bu da, bir zamanlar babasi Orhan Gazi'ye kafa tutmus olan Germiyanoglu'nun, daha önce pençelestigi adamin oglu ile hos geçinmekten baska çaresinin olmadigini anlamasi ile mümkün olmustur. Germiyanoglu, er geç Osmanli hududlari içine girmesi mukadder olan topraklarini pâdisaha, kizini da sehzâdesi Bâyezid'e vermek suretiyle siyaset sahnesinden sessizce uzaklasmaya ve sakin bir hayat yasamaya baslamisti.

Mükrimin Halil Bey, Osmanlilara verilen yerler arasinda zikredilen Kütahya'nin, beyligin merkezi olmasi hasebiyle verilemeyecegini ileri sürmekte ise de arsiv belgeleri, Kütahya'nin da verildigini göstermektedir. Nitekim Süleyman Sah da buranin verilmesi üzerine Kula'ya çekilmistir. Süleyman Sah, Karaman ogullarindan korunmak için beyligin devaminin bu yolda mümkün olacagini görmüstür. 1381 yilinda yapilan dügün dolayisiyla çeyiz olarak verilen bir kisim Germiyan topraginin tesbiti "Tapu Tahrir Defterleri"nden de mümkün olmaktadir.

Sarax 09-15-2008 11:58

BAZI SEHIRLERIN HAMID OGULLARI'NDAN SATIN ALINMASI

Anadolu Beylikleri arasinda padisahin tasavvurlarini sezerek Germiyanoglunu takib eden Hamideli Emiri de Germiyan'la Karaman arasindaki topraklarini satmak suretiyle hem izzet-i nefsini kurtarmis, hem de boy ölçüsemeyecegi bir rakibin karsisinda haddini bilerek zararli çikmamistir. Yildirim Bâyezid'in dügününün sonunda misafirlerin dagilmasi esnasinda Murad Hüdavendigâr, Hamideli Beyi olan Hüseyn'in elçisine Hoca Saadeddin'in dili ile "Biraderim Hüseyin Bey'e bizden selam edüp diyesin ki aramizda olan sevgi ve dostluk ve birlik geregi bir iltimasimiz (istegimiz) vardir. Kabul ettigini bildiren cevabini ve bununla ilgili haberi bekledigimizi bileler." Bundan sonra Karaman beylerinin kendi ülkesine karsi iyi niyet ve dostluk beslemedigini, Karaman tarafinda, Hamideli'ne bagli birçok kale, sinirlarimizin korunmasi bakimindan bize gerekmektedir dedikten sonra o kalelerin usulünce satilip kendi mülkleri haline getirilmesini ister. Bu sayede de ikisi arasinda (Osmanli-Hamideli) yeniden kuvvetli dostluk baglan kurulmus olsun. Bu dönemde Hüseyin Bey de zaman zaman Karamanlilarin saldirilarina ugramakta ve onlardan zarar görmekte idi. Simdi Sultan Murad'in ne demek istedigini anlamis ve onun komsusu olmayi ister olmustu. Fakat, kararlastirilmamis olan satis meselesi öylece duruyordu. Bu esnada Sultan Murad, Kütahya'yi ziyaret etmek üzere yola çikmisti ki, Hamid eli hakimi Hüseyin Bey, padisahin bu geziyi kendi ülkesini ele geçirmek için tertipledigini sanarak biraz önce sözü edilen konuyu tekrar ele alarak padisaha satma isine razi olduguna dair haber gönderdi. Bu haber padisaha ulasinca, Beysehir, Seydisehir, Yalvaç, Karaagaç ve Isparta kalelerini satin almak üzere temsilcisini göndererek bu kaleler için epeyce bir para (80000 altin) öder. Hüseyin Bey, sözünden dönmeyerek anilan para karsiliginda isimleri zikr edilen kaleleri satmaya karar verir. Sultanin temsilcisi ile kanunlara uygun olarak Müslüman kadilarin imzalari ile satis akdi gerçeklesmis olur. Böylece bu sehirler de Osmanli Devleti'nin idaresine girmis oldu. Bu sehirlerin Osmanli idaresine girmesi ile Osmanlilarin Anadolu'daki varliklari daha iyi bir sekilde hissedilmeye baslandi. 783 (M. 1381) tarihinde gerçeklesen bu satis muamelesinden sonra Sultan Murad, adi geçen kalelere, kendi adamlarim yerlestirerek oralari timar haline getirdikten sonra Bursa'ya tekrar döner.

Görüldügü gibi Bâyezid'in evlenmesi, Osmanli Devleti'ne genis ve zengin bazi topraklari baglamisti. Yine bu evlilik törenleri esnasinda Hamideli hakimi Hüseyin Bey'den Karaman'a komsu olan alti sehir alinmisti. Öyle anlasiliyor ki, Hüseyin Bey, baslangiçta buralari vermek istememekteydi. Fakat padisahin gücü karsisinda duramayacagini anlayinca bu sehirleri satmak zorunda kalmisti. Bu satis isinden sonra Anadolu'da Selçuklu topraklarini bölüsen beyliklerden üçü, beyliklerinin Osmanli Devleti idaresine girdigini görmüs oluyorlardi. Bunlar, Karesi, Germiyan ve Hamideli beylikleri idi. Bunlardan ilki Orhan Gazi'nin fetihleri ile, ikincisi kizinin Bâyezid ile evlenmesi ile, üçüncüsü de satisla olmustu.

Sarax 09-15-2008 11:58

OSMANLI-CANDAROGULLARI MÜNASEBETLERI

Candarogullari'nin, Osmanli hâkimiyetini kabul etmek zorunda kalmasi, Anadolu birliginin kurulmasi bakimindan atilmis önemli bir adimdir. Kastamonu, Sinop ve çevrelerinde bir beylik kurmus olan Candarogullari, aslen Türkmen bir ailedendir. Beyligin kurucusu Semseddin Yaman Candar'dir.

Osmanli Devleti'nin, Balkanlar'da giristigi sistemli ve planli fetihlerden sonra Anadolu'da Germiyanogullari ile Hamidogullari'na ait bazi yerlere sahip olmasi, Candarogullari tarafindan endise ile karsilaniyordu. Candaroglu Beyi Kötürüm Bâyezid (Celaleddin Bâyezid Bey), babasi Adil Bey'in vefati üzerine hükümdar olmustu. Çok sert ve hasin bir kimse oldugu anlasilan Celaleddin Bey zamani, iç ve dis gaileler sebebiyle huzursuzluk ve mücadeleler içinde geçmisti. Celaleddin Bey, memleketinin idaresini en çok sevdigi oglu Iskender Bey'e vermeye mütemayildi. Bu durumu fark eden büyük oglu Süleyman Sah, babasinin bu arzusuna içerleyerek kardesini öldürüp ortadan kaldirmak için firsat kollamaya basladi. Bu firsati yakaladigi anda da kardesi Iskender'i Öldürmüstü. Osmanli tarihlerinde Kötürüm Bâyezid diye anilan Celaleddin Bâyezid'in sert ve hasin tavrini ortaya koymasi bakimindan, ehemmiyet arz eden bir hadiseyi burada zikr etmek gerekir. O, oglu Iskender'i öldüren büyük oglu Süleyman'in, biri kiz digeri erkek iki çocugunu, yani kendi torunlarini öldürmekten çekinmemistir.

Gerçi Kötürüm Bâyezid, baslangiçta Sultan I. Murad'a itaatini arz etmekle beraber, gittikçe büyüyen Osmanli tehlikesi karsisinda yakin komsulari ile de iyi münasebetler kurmaya çalismakta idi. Daha önce de temas edildigi gibi Kötürüm Bâyezid, tahtini küçük oglu Iskender'e birakmak niyetinde idi. Fakat büyük oglu Süleyman, kardesi Iskender'i öldürerek babasina isyan etmisti. Bu isyan esnasinda Süleyman, Osmanlilara siginip onlardan yardim istemisti. Sultan I. Murad tarafindan bu yardim istegi kabul edilmis olacak ki, Osmanli kuvvetleri Kötürüm Bâyezid üzerine harekete geçmisti. Süleyman, Osmanli kuvvetleri ile Kastamonu'ya gelmis babasiyla harb ederek onu Sinop'a siginmak zorunda birakmisti. Hicrî 785 (M. 1383) yilinda cereyan eden bu hadise üzerine Candarogullari Beyligi, merkezleri Sinop ve Kastamonu olmak üzere ikiye ayrilmisti. Bununla beraber Süleyman'in hükümdarligi uzun sürmemisti. Durumu, Anadolu birligini saglamak bakimindan kendi hesabina uygun gören Sultan Murad, Süleyman Pasa'yi tevkif ederek Candar Beyli'ginin Kastamonu subesini ülkesine ilhak eder. Fakat Sultan Murad'in bu hareketi, Süleyman Bey'e bagli olan Kastamonu halki tarafindan iyi karsilanmamistir. Bir firsatini bulup Osmanlilarin hapsinden kaçan Süleyman Pasa, kendine bagli taraftarlarini topladiginda Osmanli kuvvetleri Kastamonu'dan ayrilmaya mecbur olmuslardi. Böylece Süleyman Pasa tekrar hükümdarligina kavusmus oldu. Fakat durumu dikkatle izleyen Süleyman Pasa'nin babasi Kötürüm Bâyezid, Sinop'tan gelerek Süleyman Pasa'yi firara mecbur etmisti. Süleyman Pasa, Sultan Murad'dan tekrar yardim istedi. Sultan Murad, onu tekrar himayesi altina aldi. Sultan Murad, bununla da yetinmeyerek onu Osmanli hanedanina damat yapti. Süleyman, bu akrabalik ve himaye sayesinde Kastamonu'yu tekrar ele geçirdi. Bundan sonra Osmanlilarla dost geçinen Süleyman, Osmanlilarin gerek Balkanlar'da gerekse Beylikler üzerine yaptiklari seferlerde yardimci kuvvet göndermekten geri kalmadi.

Görüldügü gibi, Osmanli hükümdari I. Murad'in yardimiyla beyligini sürdüren Süleyman Pasa, Osmanlilarla dost geçindi. Bu sebeple Birinci Kosova muharebesinde ve onu takiben Yildirim Bayezid'in hükümdarliginin ilk senelerinde Anadolu beylerinin Osmanlilar aleyhine olan hareketlerinde o, Bâyezid'e yardimda bulundu.

Sarax 09-15-2008 11:58

SEHZÂDE SAVCI ISYANI

Osmanli tarihinde, ilk ciddi taht kavgasi olarak gösterilen bu isyan hakkinda Osmanli ve Bizans tarihleri arasinda farkli görüsler bulunmaktadir. Yeri, zamani ve hatta Savci Bey'in o zamanki yasi hakkinda degisik görüsler bulunmasina ragmen bu olay, ileride meydana gelecek olan ve "kardes katli"ne sebep olacak olaylara öncülük etmesi bakimindan önemli bir olay olarak kabul edilmesi gerekir. Sultan Murad'in üç oglundan biri olan Savci Bey'in, babasina karsi ayaklanmasi, Osmanlilari oldugu kadar Bizansi da ilgilendiriyordu. Çünkü bu isyanda Bizans Imparatoru Ioannes'in büyük oglu Andronikos da bulunmaktaydi. Zira imparator, Selanik valiliginde bulunan ikinci oglu Manuel'i, saltanat ortagi yapmayi düsünmüstü. Böylece büyük oglu Andronikos'un hakkini ondan daha küçük olan kardesine verecekti. Bu, Andronikos'un kizmasina ve ondan intikam almasina sebep olmustu. Bu sebeple her ne pahasina olursa olsun imparatorlugu ele geçirmeyi düsünüp firsat kolluyordu. Bu firsat, babasinin kendisini vekil birakarak Sultan Murad ile birlikte bazi âsi beyleri cezalandirmak üzere Anadolu'da bulundugu bir sirada ele geçmisti. Tam bu esnada Sultan Murad'in, Edirne'de yerine vekil biraktigi Sehzâde Savci ile birleserek babalarinin aleyhine bas kaldirdilar. Bu hadiseden haberdar olan Sultan Murad, derhal Rumeli'ne geçerek Istanbul yakininda asi kuvvetleri bozguna ugratir. Dimetoka'ya kaçan Savci'yi da yakalatarak gözlerine mil çektirir. Buna karsilik Imparator Ioannes, istemeyerek de olsa oglunun gözlerini tamamen kör olmayacak sekilde kaynar sirke ile yaktinr. Hammer'in ifadesine göre Ionnes bunu Sultan Murad'in baskisi üzerine yapmak zorunda kalmistir.

Osmanli tarihlerinde bu olay daha farkli bir sekilde verilmektedir. Buna göre yeni ülkeler feth etmek üzere Rumeli'ye geçen Sultan Murad, büyük oglu Bayezid (Yildirim)'i, güvenlik ve huzur kaynagi olmak, bakimli ülkeleri korumak göreviyle Anadolu hududunda, Germiyan vilayetinde birakip Kütahya'da oturmasini uygun görmüstü. Ortanca oglu Yakub Çelebi'yi Karesi vilayetinde, küçük oglu Savci Beyi de Bursa muhafizliginda birakmisti. Savci Bey, gençlik heyecani ve atilganligi ile basina buyruk olmak, diledigini yapmak hevesine kapilmisti. Onun bu toylugunu, bazi kötü arkadaslari da desteklemislerdi. O da bu düsüncelere kanarak babasina karsi bas kaldirmisti. Böylece padisahlik sevdasina düsmüstü. Tahta oturdugunu ilan ederek kendisine bagli olanlara hazineyi dagitti. Bu tutumuyla bazi eskiyayi yanina çekmis ve ülkeyi istedigi sekilde idare etmeye baslamisti. Hatta adina hutbe okutarak çevresine karsi saldirilara baslamisti. Bütün bunlar, padisahin kulagina ulasinca o da Edirne'den hareketle bu büyük fitneyi bastirmak ve bu fesad atesini söndürmek üzere Bursa'ya dogru yürüdü. Olayin kansiz bir sekilde ortadan kaldirilmasi için de söyle bir plan tasarlanmisti. Savci Bey'in hareket ve tutumundan habersizmis gibi davranilacak, Biga çevresinde büyük bir sürek avi tertiplenecek. Savci Bey de Bursa'dan çikip padisahi ve ordusunu burada karsilayacakti. Böylece baba, bu yigit oglu ile Biga'da at kosturacak ve avlanacakti. Çikartilan bu ferman sehzadeye ulasinca o, verilen emre itaat etmemis, çevresinde ordu toplayip savas hazirliklarina baslamisti. Onun bu tutumu padisaha bildirilince hükümdar derhal Bursa üzerine yürümeye karar verdi. Savci Bey ise yandaslari ile birlikte padisahla savasmak üzere Bursa'dan çikip Kite ovasinda babasini karsilar. Sonuçta hükümdara bagli olan askerlerin gayreti ile sehzâdeye bagli olan eskiya grubu hezimete ugrayip dagilip kaçar. Sehzâde de yakalanip padisahin huzuruna getirilir. Suçunu kabul edip özür dilemesi gerektigi ve bu sayede babasinin kendisini af edecegi bildirildigi halde o böyle bir yola girmemis, aksine sert ve gerçek disi sözlerle babasina karsi gelmeyi sürdürmüstü. Bunun üzerine gözlerine mil çekilerek kör edilmisti.

Böylece Andronikos ve sehzade Savci Bey gailesini ortadan kaldiran Sultan Murad, bu sefer baska bir olayla mesgul olma zorunda kaldi. Bu da dogrudan dogruya Bizans ile ilgili bir hadise idi Bu olay, o dönemlerde Bizans'in, Osmanlilar karsisindaki durumunu ortaya koymasi bakimindan da dikkat çekmektedir. Hammer bu olayi bize su ifadelerle nakl etmektedir: Imparatorun oglu Manuel, vali bulundugu Selanik'e yakin olan Serez'i Osmanlilarin elinden alma tasavvurunda bulununca padisah, onun bu hainligini, veziri Hayreddin Pasa'yi Selanik'i almakla görevlendirmek suretiyle karsilamistir. Manuel de ölü veya diri ek geçirilecekti. Manuel, kendi kuvvetinin üç misli olan bu askere karsi koyamayacagini anlayinca sehri yüz üstü birakip deniz yolu ile Bizans'a dönmüstü. Fakat imparator, yeniden Murad'in süphesini çekmek ve hiddetine ugramak korkusuyla firari ogluna siginma hakki tanima cesaretini gösteremedi. Bunun üzerine Manuel Midilli'ye siginmak istediyse de, adanin Ceneviz valisi de onu kabule cesaret edemedi. Sonunda Manuel, her seyi göze alarak padisahin affina ve büyüklügüne bas vurdu. Ümidi de bosa çikmadi. Sultan Murad, düsmaninin kendisine güvenmesinden haz duyacak kadar yüksek bir ahlakî fazilete sahipti. Manuel'i karsiladi. Hareketinden dolayi yumusak sözlerle onu ayiplamakla yetindi. Manuel de hatasini kabul ederek suçunun bagislanmasini istedi. Padisah da onu bagisladi. Hatta daha da ileri giderek daha önce kendisini kabul etmeyen babasinin yanina yolladi ve onu iyi karsilamasini istedi.

Iste bu zamanlarda Osmanlilarin güç ve kuvvetleri o derece yüksek ve Bizans'in kuvveti o kadar gevsek idi ki; Imparator, kendi ogluna bile devlet merkezinin kapilarini müttefikinin izni olmadikça açamiyordu.

Sultan Murad'in en degerli ve teskilatçi komutanlarindan biri olan ve son zaferi olmak üzere Selânik'i Osmanli ülkesine katmis bulunan Hayreddin Pasa'nin ölümü, bu siradadir. Hayreddin Pasa, vefati tarihi olan 10 Zilhicce 789 (22 Aralik 1387) da padisahin yaninda olmayip Rumeli'deki ordunun basinda idi.

Çandarli Halil Hayreddin Pasa, ordusu ile Yenice-i Vardar'da bulunurken hastalandigi için Serez'e nakl edilmis ve orada vefat etmis ise de cesedi Iznik'te defn edilmistir. Türbesi Iznik surlarinin disinda Lefke kapisina yakin bir mezarligin ortasindadir. Halil Hayreddin Pasa vefat edince geride Ali, Ilyas ve Ibrahim isimlerinde üç erkek evlat birakmisti. Müstakimzâde, Osmanlilarin üçüncü veziri olarak gösterdigi Halil Hayreddin Pasa'nin ilim ve fazlindan bahseder. Onun, Celaleddin Kazvinî'nin belagat ilminden Telhisu'l-Miftah adli eserini serh eyledi yazar. Gerek Osmanli, gerek yabanci tarihlerdeki kayitlardan Hayreddin Pasa'nin çok degerli ve teskilatçi bir devlet adami ve muktedir bir komutan oldugu anlasiliyor. Filhakika bu zat, idarî, askerî, malî ve siyasî sahalarda ve Osmanli Devleti'nin kurulmasinda birinci derecede rol oynamistir. Iznik'te Yesil Cami adindaki camisi ve yine orada eski ve yeni imâret denilen iki imâreti, Gelibolu ve Serez'de de camileri vardir. Halil Hayreddin Pasa'nin vefati üzerine padisahin yaninda bulunan büyük oglu Ali Pasa vezir olur.

Devletin, dirayetli ve maharetli bir generali; akilli, zeki ve tedbirli bir veziri olan Hayreddin Pasa, kendisinden daha asagi bir derecede bulunmayan ve hatta bazi yönleri ile kendisinden çok daha üstün olan bir padisahin veziri idi. Fetihlerin gerçeklesmesi ve devletin gelismesinde el ele veren bu iki kisi, basarili bir grafik sergilemislerdir.

Gerek Rum, gerekse Osmanli tarihçileri arasinda Hayreddin Pasa ile ilgili en fazla belge birakanin, Halkondil oldugu söylenir. Bu tarihçi, bu söhretli zatla ilgili vesikalar arasinda, Sultan Murad ile Hayreddin Pasa arasinda geçen su konusmayi nakl eder:

Hayreddin Pasa bir gün Sultan Murad'a der ki:

— Efendimiz, ordularinla arzu edilen bir amaca erisebilmek için harp islerini nasil idare etmek gerekir?

Padisah bu soruya söyle cevap verir:

— Elverisli firsatlardan faydalanmak, ihsan ve merhametle askerin sevgisini kazanmak suretiyle.

— Ama firsatlardan faydalanmak demekle neyi kast ediyorsunuz?

— Gayeye ulasmak için her vasitayi, degisik ihtimallere göre hesaplamak, ona göre ölçmek ve karsilastirmak gerektigini söylemek istiyorum.

Bunun üzerine Hayreddin gülmeye baslayarak söyle der:

— Büyük bir akillilik ile yaratilmissin. Bunu görüyorum. Ancak yapilmasi veya yapilmamasi gereken seyleri önceden bilmedigin ve kendi kendine danisarak bir ciheti red ve digerini kabul etmeye gücün yetmedigi durumlarda, bu vasitalari nasil hesaplayip ölçeceksin?

— Bir seye karar verildigi zaman onu hemen yerine getirmek gerekir. Maharetli bir komutan, danismalarinda gayet ihtiyatli davranmali; ama icrada yildirim gibi sür'at göstermeli, ordusunun basinda da örnek olacak derecede yigitlik sahibi oldugunu isbat etmelidir.

Iste vezir ile Sultan Murad arasinda, bu konusmalarin çerçevesine uygun sekilde Bizans Imparatorlugu'nun fethine hazirlanma basladi.

Sultan Murad'in, gerek siyasî, gerek idarî, gerekse medenî sahalardaki basarisinin sirrini onun yaratilis, karakter ve anlayisina baglayan bu ifadelere göre o, olaylar karsisinda cesurane kararlar veren bir kimsedir. Hiç bir zaman acz belirtisi gösterip kararsizlik sergilemeyen, aksine bütün ihtimalleri degerlendirip ona göre çareler düsünen bir kimsedir. Olaylari degerlendirirken çok ihtiyatli, karar verildigi andan itibaren yildirim sür'atiyle onu uygulayan bir kimsedir. Bu yönü ile o, "XVI. ve XVII. Asirlarda Osmanlilar ve Ispanya" adli eserin müellifi olan Leopold Won Ranke'nin, Osmanli Devleti'nin kudretini teskil eden üç unsurdan biri olarak kabul ettigi "hükümdar sahsiyetleri" ifadesine hak kazanmis görünmektedir.

Sarax 09-15-2008 11:59

OSMANLILARIN BALKANLAR'DAKI MUVAFFAKIYETLERININ MANEVÎ SEBEPLERI

Kurulusundan itibaren Müslüman bir topluma istinad eden bünyesi ile ser'î hukuku hem amelî, hem de nazarî bir sekilde uygulayan Osmanli Devleti, bu anlayisim devletin bütün sistem ve organlarinda devam ettiriyordu. Çünkü "bu devlette din asil, devlet ise onun bir fer'i olarak görülmüstür". Bu bakimdan Osmanli Devleti'nin bütün müesseselerinde bu anlayisin hakim olmasi ve sosyal bünyenin buna göre organize olmasi normal karsilanmalidir. Bu anlayis sebebiyledir ki, Osmanlilar, Balkanlarda idarelerine aldiklari yerli unsurlarin din ve vicdan hürriyetlerine müdahale etmedikleri gibi onlari diger milletlerin her türlü baskisindan da kurtarmislardi.

Her ne kadar Osmanlilar, kurulus yillarinda askerî islere fazla ehemmiyet veriyor ve askerî basarilarini bu sayede hazirliyorlarsa da, onlarin bu muvaffakiyetlerinin sebebini sadece askerî saha ile sinirlandirmak mümkün degildir.

Bilindigi gibi, tarihî bir yerlesim bölgesi olarak Balkan Yarimadasi'nin güneyinde Akdeniz bulunmaktadir. Burada yüzlerce adasiyla Ege, adeta Balkanlar içindedir. Batida Adriyatik Denizi, kuzeyde ise Tuna irmagi bulunmaktadir. Farkli kültürlere sahip insanlarin yasadigi bu bölge, jeopolitik yönü ile önemli idi. Balkan yarimadasi içinde stratejik massif daglik bölgeler, bogaz ve geçitler, devletin kurulus asamalarini belirlemistir denebilir. Bu jeopolitik faktör, Balkanlarda Osmanlilarin yayilis ve fetih dönemlerini anlamak için büyük bir önemi haizdir.

Öyle anlasiliyor ki bazi kimseler, Osmanlilarin Balkanlardaki ilerleyisini ve oradaki hakimiyetini sadece Osmanli askerî gücü ve karsi tarafin daginik olmasina baglamak istiyorlar. Böylece bir bakima Osmanlilarin fazla bir sey yapmadiklarini anlatmaya çalisiyorlar. Nitekim bu konuda:

"Osmanlilarin Balkanlardaki genislemesi, hem iç islerini halletmis olmalari, hem de fetih yöntemleri yüzünden kolaylasiyordu. Balkanlarda cografya ve siyaset, siki bir sekilde birbirine baglidir. Daglar, ordularin geçisine hesaba katilir bir engel olusturmazlar. Bir kaç su yolunun denetim altina alinmasiyla Tuna vadisine geçit bulunur. Eger Tuna'ya Demir-Kapi'nin ilerisinde bir noktadan erisilirse Macaristan ve Orta Avrupa akinlara müsaittir. Bölgeyi isgal etmek isteyenler, Eflak ve Bogdan yönünde hareket edebilir, daha sonra da Karadeniz kiyisi boyunca ilerleyebilirler. Böylesi genis bir arazinin savunulmasi siyasî birlik ve bunun olmayisi halinde de isbirligi ve es güdüm ister. Ondördüncü yüzyilin son çeyreginde Balkanlar, siyasî bakimdan birlesik degildi. Burada oturanlar, kendi aralarindaki rekabet ve karsilikli kiskançliklarla hirpalanmis bulunduklarindan Osmanlilara karsi birlikte direnis gösterecek takatten mahrumdular." denilip fikirler ileri sürülmektedir.

Osmanli fetihlerini ve bu fetihlerdeki basariyi, bölge halklari arasindaki çekisme ve cografî sebeplere baglayacak kadar basite indirgemek, her halde dogru olmasa gerekir. Zira Osmanlilardan önce de bölge, defalarca istilaya ugramisti. Fakat bunlarin hiç birinde Osmanli Türkü'nün gösterdigi basariya denk bir muvaffakiyete tesadüf edilmemistir. Aksine Balkan ülkeleri, zaman zaman gelen bu kavimleri kendi bünyelerinde eritmesini bilmislerdir. Bu bakimdan Osmanlilarin basarili olmasinda ve hatta herhangi bir zorlama olmadan bölge halklarini kendi dinlerine sokmalarinda baska sebepler aramak lazim gelecektir.

Gerçekten Osmanlilar, vicdan hürriyetini temel tasi kabul eden, ekonomik ve sosyal haklara saygi gösteren bir anlayisla, idareleri altina giren kavimleri yumusak ve müsavatçi prensipler ile idare ediyorlardi. Onlar, bundan baska türlü davranamazlardi. Çünkü mensubu bulunduklari Islâm, onlarin baska türlü davranmalarina ve idarelerindeki insanlara karsi baska türlü muamelede bulunmalarina izin vermiyordu. Islâm, Müslümanlarin feth ettigi topraklarda yasayan hiç bir kimsenin zorla dine girmesine müsaade etmez. O, herkesi inanç ve fikrinde serbest birakir. Hak ile bâtilin neler oldugunu, inançlar arasindaki orta ve dogru yolun hangisi oldugunu bildirmekle yetinir. Zorlama sonunda müslüman olma keyfiyetinin Islâmi bir hareket olmadigini beyan etmekten çekinmez. Bu sebepledir ki Müslüman Türklerle Hiristiyan Balkanlilar arasinda çok iyi bir ahenk tesis edilmis, aralarinda din ayriligindan baska bir sey kalmamisti. Islâm'i kabul etmeyenler bile Osmanli idaresinden o kadar memnundular ki, sözde kendilerini kurtarmaya gelen Haçlilara hiç iltifat etmediler. N. Jorga (Geschichte des Osmanischen Reiches, I, 456) bu mevzuda sunlari söyler: "Ne kadar tedkik edersek edelim, Osmanli Imparatorlugu'nun idaresine giren bir sehir veya bir millet içinde, Osmanli idaresine karsi en ufak bir memnuniyetsizlige bile rastlamiyoruz. Balkanlari kurtarmaya gelen ve ekseriya bütün Hiristiyan âleminin vicdanlarina hitab edebilecek bir surette Haçli seferleri karakteri tasiyan bütün Avrupa milletlerinin istirak ettikleri o büyük seferlerde bile Osmanli idaresinde bulunan yerli Hiristiyan halkin bunlara katilmak arzusunu göstermediklerini katiyyetle görüyoruz.”

Osmanlilar, sadece idareleri altinda yasayan milletlerin, dinî hürriyet ve serbestisini saglamakla kalmamis, ayni zamanda Balkanlar'daki milletlerin de bunu kazanmalarina yardim etmislerdi. Sayet Türkler, Rumeli'ye ayak basip Balkan Türklügü'nü kurmamis ve farkli kavimlere vatan olmus Balkan cografyasi üstünde hâkim ve efendi millet olarak teskilat ve idaresini tesis etmemis bulunsalardi, bugün ne Sirp, ne Sloven, ne Bulgar, ne Romen ne de bir Yunan milleti kalmis olurdu. Zira Ortodoks Balkan Hiristiyanligi ne çekmisse dindaslari olan Katolik Latinlerden çekmistir. Öyle ki bu zulüm ve ceberut, Ortodoks mezhebindeki Balkan topluluklarim eritip ortadan kaldirmak yoluna giderken, ancak Türklerin Rumeli'ye adim atmalari ile Katoliklerin bu imha ve kolonizasyon politikasina son vermistir. Büyük Lui (Ludwig I, 1342-1382) devrinde Avrupa'nin en büyük devletlerinden biri haline gelen Macaristan, Balkanlara göz dikmis ve Vidin Prensligini zapt ederek, Katolikligi büyük bir enerji ve tazyikle Balkanlara yaymaya baslamisti. Bu tazyik sonucu olarak Balkanlar, Katolik mezhebine girmeye mahkum olmustu. Fakat Osmanlilarin, Macarlari önlemek üzere derhal kuzeye atilmalari bu tehlikeye bir set çekmis ve Balkanlarda Ortodoks mezhebinin serbestçe yasamasini mümkün kilmisti.

Uzunçarsili da bu dönemden bahsederken: "Görülüyor ki, yeni dogan Osmanli devletinin sür'atle genislemesinde, denizi asarak Balkanlari isgalinde yalniz fütûhatin ve devletler arasindaki ihtilaflardan istifadenin ve siyasetteki maharetin degil, ayni zamanda mânevî sebeplerin de tesiri vardir. Ancak bu sayededir ki Türkler, Rumeli'de isgal ettikleri (feth ettikleri) genis ülkeleri bir avuç kuvvetle elde tutmuslardir. Ve yine bu sayede Timur'un sadmesiyle Osmanli Devleti, Anadolu'da parçalandigi halde Rumeli'de dimdik durmustur" demektedir. Tarihî olaylara bakildigi zaman bu ifadelerin ne kadar gerçek olduklari görülür.

Gerçi Osmanli Beyligi, daha kurulus safhasinda iken askerî ve adlî teskilatla ise baslamisti. Bu esnada özellikle askerî islere fazla agirlik verilerek muvaffakiyetin sebepleri hazirlanmisti. Bununla beraber bu zahirî (görünür) kudret, halki tamamen ayri dinde olan yabanci bir bölgede, yani Balkanlar'da göz kamastiran hizli ve suurlu bir yayilma ve yerlesme için kâfi degildi. Bunun birtakim manevî ve ruhî sebepleri de vardi.

Osmanli Beyligi, Anadolu'daki fetihleri esnasinda hiç bir siyasî firsati kaçirmamaya gayret ediyordu. Onlar, feth ettikleri yerlerdeki halkla kaynasarak onlarin dinî, örfî ve sosyal islerine karismiyorlardi. Onlarin, vicdan hürriyetlerine hürmet etmis ve agir vergiler altinda ezilmis olan yeni tebeasindan belli bir vergi (cizye) almakla Yetiniyorlardi. Kanunlara aykiri olarak keyfî hiçbir muameleye müsaade etmediler. Bundan dolayi Osmanli Türklerinin sür'atle ilerlemeleri ve feth edilen bölge halkinin Türk idaresini kendi idarelerine tercih etmelerinin sebebini anlamak kolaydir. Bu konuda ilk Osmanli eserlerinde (Asikpasazâde, Nesrî) epey bilgi vardir. Nitekim 1355 yilinda Osmanlilara esir düsmüs olan Selanik bas piskopos'i Gregory Palamas'in mektubu da bu durumu açik bir sekilde ortaya koymaktadir. O, Hiristiyanlari tam bir serbesti içinde görmüstü. Orhan'in oglu Süleyman Pasa, ona hiristiyanlik hakkinda serbestçe bazi sorular sormustu. Isin daha enteresan tarafi, bizzat sultan Orhan, Palamas ile görüsür ve ulema ile onun arasinda bir münazaranin yapilmasini emreder.

Osmanlilar, Anadolu'da nasil Hiristiyan varliklarini ve idare tarzlarini bozmayarak onlari kendi nüfuzlari altina aldilarsa bu müsaadeyi Rumeli'de daha genis bir sekilde ve onlarin eski varliklarini muhafaza etmek üzere tatbik etmislerdir ki, bunu Osmanli tahrir defterlerinde birçok örnekleri ile görmekteyiz. Gerçekten, dogrudan dogruya Osmanli yönetimi altina alinan topraklarda Osmanlilar, yerli senyör ailelerinin çogunu eski feodal topraklarinda timar sahibi olarak birakiyordu. Böyle bir mazhariyete nail olabilmek için bunlarin eski dinlerini birakmalari sarti aranmiyordu. 1500 tarihine kadar Rumeli'de pek çok Hiristiyan timar sahibi bulunuyordu. Yani halk gibi yerli aristokrasi de sadece yeni bir hanedani Osmanli hanedanini tanimaktan ve onun hizmetine girmekten baska bir sey yapmiyordu. Henüz ilhak olunmayan bölgelerde, tâbi despotluk veya senyörlükler, kendi aralarindaki anlasmazliklar için metbulari olan sultana bas vuruyorlardi.

Zaten, bastan basa hiristiyanlarla meskûn olan Balkan Yarimadasinda bu tarzdaki hareket ve davranisin Osmanli fetihlerini kolaylastirdigi bir gerçektir. Kisa zamanda bölgeyi bir Osmanli topragi haline getiren âmil, bu âdilâne hareket ve idarî siyasetteki inceliktir. Bir taraftan Bizans Imparatorlugunun bozulmus olan idare tarzi, vergilerin keyfi olmasi, Rum bey ve hatta imparatorlarinin kendi küplerini doldurmak isteyerek halki soymalari, asayissizlik ve ekonomik buhran gibi âmiller, halkin Osmanli idaresini memnuniyetle karsilamasina sebep olmustu. Bizans ve diger derebeylerin idare tarzina karsilik Osmanlilarin disiplinli hareketleri ve feth edilen yerlerin halkina karsi adaletli, sefkatli ve taassuptan tamamen uzak bir siyaset takip etmeleri, vergilerin tebeanin ödeme imkânlarina göre tertip edilmis olmasi ve bilhassa Ortodoks olan Balkan halkini Katolik mezhebine girmek için ölümle tehdid edenlere karsi Türklerin buralardaki unsurlarin dinî ve vicdanî hislerine hürmet göstererek bu ince ve hassas noktayi prensip olarak kullanmalari, Balkanlilarin Katolik tazyikine karsi Osmanli idaresini bir kurtarici olarak karsilamalarina sebep olmustur. Balkan milletleri bunu yapmakla, Osmanlilara karsi böyle bir tavir sergilemekle yerinde bir karar vermislerdi. Çünkü Osmanli rejimi, din ve irk ayirimi gözetmeyen, bütün tebeayi Osmanli Devleti semsiyesi altinda birlestiren siyasî bir idare idi. Osmanlilar, devletlerini kurarken kitleleri çeken bu uzlasici, koruyucu ve hos görülü siyaseti suurlu bir sekilde takib ediyorlardi. Onlarin idare sistemi, tamamen insanî idi. Hiç kimse dininden veya irkindan dolayi küçük görülmemis, zorlanmamis ve sadece bu sebepten dolayi öldürülmemistir. Bir Batili yazarin bu konudaki görüsleri, Osmanlilarin gayr-i müslimlere karsi takindiklari tavirin nasil oldugunu açik bir sekilde ortaya koymaktadir. Ona göre Osmanli idaresinin insanî yönünü ortaya koyan faktörlerden biri de sudur:

"Kendi idaresi altinda yasayan Hiristiyan ve Mûsevîler, vergilerini zamaninda verdikçe ve Müslümanlari kizdiracak kiskirtici bir harekette bulunmadikça onlara en güzel bir sekilde muamele etmek."

Osmanli fetihlerinin en açik ve bariz özelliklerinden biri de, onlarin bu hareketlerinin gelisigüzel bir macera veya rastgele bir yerlesme ugruna olmamis olmasiydi. Onlarin her hareketi, bilinçli bir yerlesmeye yönelik olarak yapilmistir. Bu da feth edilen yerlerdeki halkin hosnutluguna ve yeni idareden memnun olmalarina istinad ettirilmistir. Fetih prensiplerinden biri de yeni elde edilen stratejik yerlere, büyük ve önemli sehir ile kasabalara Anadolu'dan göçmenler getirtilerek yerlestirmek (iskân) olmustur. Elde edilen topraklar da mirî, mülk ve vakif suretiyle muhtelif kisimlara ayrilip sehir ve kasabalarda derhal ilmî ve sosyal müesseseler vücuda getirilmistir. Bu isabetli siyaset, gerek Anadolu, gerek Rumeli'nin fethinde o kadar maharetle tatbik edilmistir ki, halk bu yeni idareyi yadirgamadiktan baska gösterilen muamele ve müsamahadan memnun kalmistir.

Osmanlilarin hosgörüsünden bahseden birçok yabanci yazar, sadece Balkanlari degil, daha sonraki dönemleri hatta Istanbul'un fethinde gösterilen müsamahadan söz ederek Osmanlilarin ne kadar hos görülü olduklarini anlatirlar. Örnek olmasi bakimindan Brockelmann'in bir ifadesini buraya aliyoruz:

"Müslüman Türkler, fetihleri esnasinda isteselerdi hiristiyanligi tamamen yok edebilirlerdi. Fakat mensubu bulunduklari din, buna müsaade etmez. Bu yüzden Fâtih Sultan Mehmed, nasil ki daha önce dedeleri, kendi kilise teskilatinda serbest birakmak suretiyle Bulgarlari rahatsiz etmedilerse o da eski dinî gelenekle taninmis Islâmî devlet görüsüne de tamamiyle uygun olarak Ortodoks Rum ruhanî sinifinin silsile-i meratibini bütün selahiyetleri ile tanidi. Hatta o, hiristiyanlar üzerindeki medenî hukuk alaninda kaza hakkini tanimak suretiyle kilisenin nüfuzunu artirdi bile." der.

XV. yüzyilin ilk yarisi içinde (II. Murad zamani) Rumeli'yi gezerek Türklerle diger Balkan hiristiyanlarinin sosyal durumlari hakkinda bir mukayese yapmis olan ve Türklerin her konuda Balkanlilardan üstün olduklarini gösteren Bertrandon de la Broqulere ise sunlari söylemektedir:

"Büyük bir refah içinde bulunan Türk köylüleri, Hiristiyan köylülerin çogunun aksine olarak hiç bir zaman yalin ayak gezmezler, dizlerine kadar çikan sari çizme giyerler; Türkler, erken kalkar ve islerine erken giderler. Sükûnet ve büyük bir gayretle is görürler. Rumlar, Sirplar ve Bulgarlarin aksine olarak Türkler, evlerinin kendilerine mahsus olan kisminda ehlî hayvan bulundurmazlar. Hiç bir Türk, temizce yikanmadan evinden çikmaz. Bir hayvanin yedigi yemegi bir Türk yemez. Bir tavuk kesmek istedigi takdirde bile onu bir müddet temiz yiyecekle besler. Merhamet sahibi olan Türk, harpte mecburiyet altinda insan öldürür. Tabiaten sukûtî olmasina ve çalismakla sertlesmis bulunmasina ragmen siir kabiliyeti yüksek, ilme meyil ve istidadi çoktur..."

Bunlari söyleyen seyyah, ahlâk bakimindan da Türklerin Balkanlilardan üstün olduklarini söyle anlatiyor:

"Türkiye'de giristigim her is ve bulundugum her münasebette Türkler'de Rumlara nazaran çok daha fazla arkadaslik duygusunun mevcud oldugunu gördüm. Ve Türklere Rumlardan ziyade itimad ettim." dedikten sonra:

"Gerek sehirde, gerek köyde Türkler kuvvetli, cengaver, kanaatkâr isçi, namuslu tüccar, sadik arkadas ve himaye edici efendilerdir. Kisaca, dogru ve samimi kimselerdir."

Iste Balkanlari fethe baslayan küçük Osmanli Beyligi'nin manevî ve sosyal cephesi de böyleydi. Bu karakter ve manevî cephe, devletin suurlu siyaseti, azim ve irade kudreti ile bir ahenk teskil edince bunun neticesinin ne olabilecegini yine Osmanli tarihi gösteriyor.

Sarax 09-15-2008 11:59

OSMANLI KARAMANLI MÜNASEBETLERI

Daha önce, Anadolu Selçuklu Devleti'ne merkezlik (payitaht) yapmis bulunan Konya'nin yeni sahipleri olan Karamanogullari, bir bakima kendilerini Selçuklularin vârisi gördüklerinden, Anadolu'da üstünlük iddiasinda bulunuyorlardi. Bu sebeple de Osmanlilarin, Anadolu'daki gelisme ve genisleme hareketlerine karsi koymaya çalisiyorlardi. Gerçi Osmanli-Karamanli rekabeti, Osmanlilarin Eretna Beyligi'nden Ankara'yi aldiklari zamanda baslamisti. Fakat Sultan Birinci Murad, bir çatismaya girmemek ve Müslüman kani dökmemek için büyük bir gayret sarf ediyordu. Ancak Osmanlilarin, Germiyan ve Hamid ogullan arazisinden bir kismini evlenme, bir kismini da para ile satin alip Karamanogullan'nin kalbi durumunda olan Konya'ya dogru büyük bir ilerleme kayd etmeleri, iki tarafi ayni sinirlan paylasan komsu iki devlet haline getirmisti. Böyle olmakla beraber kizi Nefise Sultan'i Karamanoglu Beyi Alaeddin Ali Bey ile evlendiren Sultan Murad, Karamanlilar'la akrabalik kurmak suretiyle Anadolu'dan emin vaziyette Rumeli harekâtina devam edecegini ümit ediyordu. Gerçekten de Sultan Murad'in gayesi, Anadolu'daki Müslümanlarla degil, Bati'daki Hiristiyan devletlerle mücadele etmek, oralarda fetihlerde bulunmakti. Nitekim Karamanoglu'nun isyanini ve kendi topraklarina saldirisini duyunca söyle demekten kendini alamamisti:

"Su ahmak zalimin yaptigi isleri görün. Ben, Allah Teâlâ yolunda din gayretiyle çalisarak ülkemi birakip, bir aylik yol kâfir içine gireyim. Gece ve gündüz ömrümü gazaya sarf etmek için niyet edeyim, yeyip içmeyi terk edeyim, bela ve mihneti seçeyim, o gelip bir bölük mazlum Müslümanlarin üzerine düssün. Yagma edip anlari incitsin. Ey gaziler, bu zalimleri nasil edeyim? Beni gazadan men ederek, bana, Müslümanlar üzerine kiliç sallamak kötü isini isletir. Eger vaz geçip cihad ve gaza ile mesgul olursam, Müslümanlar zâlim eline düser. Eger üzerine varirsam gaza kilan gazilerin kiliçlarini mü'minlerin üzerine döndürmek lâzim gelir" diyerek bir hayli tereddüd geçirmisti. Nihayet, Karamanli'nin bu zulmü karsisinda çaresiz kalinca, tekrar Anadolu'ya geçerek Bursa'ya gelir. Hayreddin Pasa'yi da Rumeli'nde birakir. Sultan Murad, daha sonra bizzat Karamanoglu'na da söyle diyecektir:

"Hey bedbaht, müfsid, zâlim, benim kastim ve isim gece gündüz gazaya adanmaktir. Benim gazama mani olur. Ben gazada iken Müslümanlari incitirsin. Ahd ü emân bilir adam degilsin. Senin kökünü kazimayinca huzur ile gaza edemem. Nasil barismak, zira gazaya mani olan ile gaza, en büyük gazadir" diyecektir. Hemen hemen bütün Osmanli tarihlerinde buna benzer ifadelerin bulundugunu söylemek mümkündür. Bütün bunlardan, Sultan Murad'in, Karamanli ile bir savasa girmek istemedigini, zira Müslüman kaninin akitilmasina gönlünün razi olmadigini çikarmak mümkündür. Kendi öz kizini Karaman Beyine nikahlayip onunla akrabalik bagi kurmasi da bunun açik delilidir. Fakat Venedik, Sirbistan ve Papalik gibi Hiristiyan devletler, Osmanlilarin Balkan fetihlerini basarisizliga ugratmak için Karamanogullari'ni Osmanlilara karsi tahrik edip kullanmakta idiler. Bu tahriklere kapilan Alaeddin Ali Bey, 1386 yilinda Osmanlilarin elindeki Hamid Ogullari topraklarina saldirir. Karamanlilar, Osmanlilarin; Hamid Ogullarindan satin aldiklari Beysehri'ni isgal etmekle harbi baslatirlar. Halbuki Osmanli Devleti'nin bir köyüne taarruz etmek, büyük imparatorluklarin dahi cesaret edemedigi bir hareket iken, kiskirtmalar sonucunda Karamanoglu bu cesareti göstermisti. Bu da onun ne kadar dar görüslü, ileriyi görmeyen bir kimse oldugunu göstermektedir. Esasen diger Anadolu beyliklerinin Osman ogullari gibi dahi yetistirememesi, onlari sonunda Osmanlilara katilma mecburiyetinde birakan mühim sebeplerden biri olmustu.

Osmanlilar açisindan bu tecavüze baktigimiz zaman, olaylarin baska bir boyut kazandigini görürüz. Zira bu tecavüz kalmadigi takdirde Karamanlilarin ve ondan cesaret alacak olan diger beyliklerin, Balkan fütuhatinin en kritik anlarinda Osmanlilar'i Anadolu'da rahatsiz edeceklerini çok iyi takdir eden Sultan Murad, derhal Anadolu'ya geçip Bursa'ya gelir. Sultan Murad, Anadolu'daki beylikler üzerindeki nüfuzunu göstermek için Candarogullari'ndan yardimci birlik ister. Bu birlik gelince Ali Pasa ve oglu Sehzade Bâyezid Bey'le birlikte Karaman seferine hazirlanir. Osmanli ordusunun içinde, antlasma geregi iki bin kadar da Sirpli asker bulunuyordu. Bunlar, yardimci kuvvet niteliginde idiler. Böylece Sultan Murad, Anadolu beylerine kudretinin derecesini göstermek istiyordu. Onlar, Osmanlilarin bu gücünden ne kadar çekinirlerse, Anadolu'da o kadar az Müslüman Türk kani akacakti.

1386 Kasim'inda Konya yakinlarinda cereyan eden meydan muharebesinde Osmanli ordusu, Karamanlilari kolayca yenilgiye ugratti. Muharebede Bâyezid büyük bir kabiliyet göstererek zaferin kisa zamanda kazanilmasini sagladi. Bu muharebedeki muvaffakiyetinden dolayi kendisine "Yildirim" lakabi verildi.

Büyük bir yenilgiye ugrayan Alaeddin Ali Bey, Konya kalesine siginmak zorunda kaldi. Padisah, bu zaferden sonra Konya'yi kusatma altina aldi. Ordu mensuplarinin, kusatilan halktan herhangi bir sey almalari yasaklandi. Yasaklara uymayanlar için çok agir cezalar kondu. Birkaç Sirpli, emir disi hareket ettiklerinden, idam cezasina çarptirildilar. Sultan Murad, sehri on iki günden beri kusatma altinda bulunduruyordu. Fakat henüz hücuma geçilmemisti. Karaman Beyi, mevkiinin tehlikeli durumunu idrak etmeye baslayinca esi ve Sultan Murad'in kizi Nefise Hanim'i, Konya'nin ileri gelenleri ile birlikte ricada bulunmak ve kendisini af etmek için padisaha gönderdi. Kizinin ricasi üzerine Karamanoglunu af eden Sultan Murad, bizzat gelip af dilemek ve elini öpmek sartiyle onu af edecegini bildirdi. Bunun üzerine Karamanoglu, Osmanli ordugâhina gelip kayinbabasinin elini öptü ve ondan af istirhaminda bulundu. Sultan Murad, Karaman ülkesini yine kendisine vererek isyan eden Beysehri üzerine yürüdü. Birkaç gün içinde orayi tekrar kendine bagladi. Burada bulunuldugu bir sirada Tekke Beyi'nin isyan ettigi haberi ve bu habere dayanarak Tekke üzerine yürümesi hususunda Sultan Murad'a tekliflerde bulunuldu. Fakat Sultan Murad, bu teklifleri reddederek:

"Tekke Beyi fakirdir. Hükümeti Istenos ve Antalya sehirlerine inhisar etmistir. Bana isyan edecek ne gücü var, simdi onun üzerine varmak bizim için ardir. Sivrisinek kovalamak sahine (veya arslan) yakismaz" diyerek tekrar Bursa yolunu tutar.

Konya önündeki maglubiyeti üzerine Karamanlilarin Anadolu'daki nüfuzlari kirilmis, Sultan Murad'in seferde gösterdigi basarili taktik sayesinde bütün Anadolu'da yildizi parlamisti. Böylece, Osmanlilarin Anadolu birligini gerçeklestirecegi kesin bir sekilde anlasilmis oluyordu. Gerçekten bes yil sonra Yildirim Bâyezid'in Anadolu'yu zapt edebilmesinde Sultan Murad'in bu seferde takib ettigi siyasetin birinci derecede tesiri olmustur. Takriben bir buçuk asir devam edecek olan Osmanli-Karamanli harplerinin ilki olan bu savasta yenilmesine ragmen Karamanoglu, Osmanli hâkimiyetini hiç bir zaman kabule yanasmamistir. Bunun içindir ki Sultan Murad uzaklasir uzaklasmaz, Kosova'yi hazirlamakla mesgul olan Haçlilarla müzakerelere girismis, fakat korkusundan Kosova muharebesinde Osmanli ordusuna katilmak üzere bir birlik göndermekten de geri kalmamistir. Böylece iki yüzlü bir siyaset takip etmistir.

Sarax 09-15-2008 11:59

BALKAN ITTIFAKI VE KOSOVA SAVASI

Siyasî ve askerî sahada Avrupa'yi titreten Sultan Murad, gerektiginde Anadolu'ya atlayip Karamanoglu ile ellesiyor ve bu namli Türk beyini sindirip tekrar Rumeli'ye geçiyordu. Fakat onu burada da bekleyen düsmanlari eksik degildi. Garp dünyasini titreten bu basiretli ve hakim adam, arkadan kendisine karsi birlesen kuvvetleri Kosova Meydan Muharebesinde ezecekti. Sonra da magluba kin ve intikam gösterecegi yerde, bir ruh ve mânâ medeniyeti kurmus olan devletinin o muhtesem insanlik anlayisi ile dünkü düsmanlarina kollarini açacak ve anlari, dindaslarindan görmedikleri bir müsamaha, rifk ve yumusaklikla bayraginin gölgesinde toplayacakti.

Sultan Murad, Karamanoglunu dize getirdikten ve kendisinden söz aldiktan sonra tekrar Bursa'ya döndü. Çünkü devletinin içinde bulundugu siyasi durum ve düsmanlarinin devleti için meydana getirdigi ittifak, onun uzun müddet baris içinde yasamasina ve sürekli asayisten faydalanmasina elverisli degildi. Sirbistan taraflarinda yeni bir firtina bas gösterdiginden, Sultan Murad gerekli tedbirleri almak için dinlenmeyi birakmak zorunda kaldi.

Osmanli saflarinda Karaman Beyi ile savasan Sirplar, memleketlerine döndükleri zaman kendilerine istedikleri gibi riayet edilip saygi gösterilmedigi ve Konya önünde bazi kardeslerinin öldürüldügünü söyleyerek halkin Osmanlilara karsi harekete geçmesine sebep oldular. Sirp kralina mübalagali bir sekilde anlatilan haksizlik ve öldürme hadisesi, aslinda basit bir olaydi. Çünkü Konya'nin muhasarasi esnasinda sehrin yagma edilmemesi, bizzat Sultan Murad tarafindan istenmis, aksine davrananlarin öldürülerek cezalandirilacaklari söylenmisti. Buna ragmen bazi Sirplarin emre muhalefet etmesi, böyle bir olayin meydana gelmesine sebep olmustu. Sikâyetler üzerine Sirplar, isyana baslamislar ve Osmanlilara ait olan bazi yerleri isgal etmislerdi. Bütün bir Sirp halki, bölge halklari ve hatta Bulgarlarin kendilerine yardim edeceklerine güvenerek ayaga kalktilar. Bulgar Krali Sisman, Sultan Murad'in dostu ve kayinbabasi olmakla beraber gizlice Sirp Krali Lazar ile ittifak etti.

Bu arada Karamanoglu ile daha önce muharebe edip anlasan Bosna kralligini da cezalandirmak gerekiyordu. Balkanlari siyasî nüfuz altinda bulundurmak ve bölge halklarinin Osmanliya karsi olabilecek ittifakina mani olmak için daha önce buralarda (Bosna) bulunan Kula Sahin Pasa komutasindaki 20.000 kisilik bir Osmanli ordusunun hareketini gözleyen ve onlarin maksadini anlayan düsman, Nis yakinlarinda Ploçnik denen yerde 30.000 kisi ile Osmanli ordusunu büyük bir bozguna ugratti. Osmanli ordusu üzerine saldiran bu müttefik ordu, öyle hareket etti ki Osmanli askerinden ancak bes bini, bu kana susamislarin "genel katliamindan kurtulabildi." 1388'de meydana gelen bu muharebede Hammer'in dedigi gibi ancak bes bin Osmanli askeri kurtulup geri dönebilmisti.

Osmanli kuvvetlerinin Ploçnik'te bozguna ugramasindan büyük bir cesaret alan ve Sultan Murad'in da Anadolu'da bulunmasini firsat bilen Bosna, Sirp ve Bulgar krallari, Osmanlilari Balkanlardan sürüp atmak için ikinci bir ittifak kurdular. Bu ittifak, sonucu I. Kosova meydan muharebesinde belli olacak Osmanli Türklerine karsi UI. Haçli Seferi'ni hazirlamaya sevk etmistir. Düsmanin faaliyet derecesini ve ittifakin önemini kavrayan Sultan Murad, bu ittifakin saglayacagi gücü, askerî ve siyasî yollardan küçültmeye gayret etti. Bunun için sür'atli bir sekilde tedbirler almaya basladi. O zaman Teke, Aydin, Mentese, Saruhan ve Karaman beylerinin askerleri de Sultan Murad'in emrine girdiler. Sultan Murad, hemen savas hazirliklarina giristi. Yoklugunda Anadolu'nun âsâyisini korumak için, ülkesini bes sancaga böldü. O zamana kadar Bâyezid'in idare ettigi Germiyan'i, sehzadenin kardesi Yakub ile birlikte o da Avrupa'ya geçtiginden dolayi vezir Timurtas'a havale etti. Baska bir Timurtas (Subasi), Sivrihisar ile Sakarya'nin suladigi bölgeye tayin edildi. Yine Subasilardan Kutlu Bey, Hamid bölgesinde Egridir'e tayin edildi. Sultan Murad, Asya topraginda kalacaklarla Avrupa'ya gidecek askerin komutanlarini da önceden tayin etti.

Bütün savas hazirliklari tamamlanmisti. Bununla beraber Sultan Murad, seferden önce Sehzâde Bâyezid'in üç oglunun sünnet dügünü ve kendisi ile iki oglunun üç Bizans Prensesi ile evlenmelerini kutlamak için Yenisehir'e gitti. Padisah, Yenisehir'de yapilan bu dügünler sirasinda hediyeler göndermek ve Karamanoglu'na karsi yapilan savastan önce gösterdigi dostluga karsilik vermek için, Yazicioglu'nu elçilikle Misir'a gönderdi.

Dügün henüz bitmisti ki, Ali Pasa, hükümdarin emri ile hainliginden dolayi Sisman'i yola getirmek ve Bulgaristan'da Türklerin elinde bulunmayan son yerlerin fethini ve müttefiklerle birlesmeye mahal birakmadan Bulgar kuvvetlerini ortadan kaldirmak için 30.000 kisilik bir ordu ile yola çikti. Pravadi'ye karsi Beylerbeyi Timurtas Pasa'nin oglu Yahsi Bey komutasinda bes bin kisi ayirdiktan sonra, NadirDerbent bogazindan Sumnu üzerine yürüdü. Balkan'in en dogu bogazinda bir tepenin ortasinda bulunan Pravadi, hücumla alindi. Osmanli Devleti'nin daha sonralari Rusya ile meydana gelen harplerinde ordunun merkezi olacak olan Sumnu, Sisman'in eski kalesi olan Tirnova'nin düstügünü duyunca teslim oldu. Sisman ise Nigbolu'ya kapanmisti. Gücünün, karsi gelmeye yetmeyecegini anlayinca Ali Pasa'dan kendisi ile Padisah arasinda araci olmasini istemisti. Sultan Murad, Silistre'yi kendisine birakmak ve zamani gelen vergi taksidini ödemek sartiyla barisa razi oldu. Bundan sonra Ali Pasa, Kosova'ya dogru bir birlik gönderdi. Bu akinci firkasi birçok esir ile döndü. Ali Pasa, Çetehezar (Hezargrad) kalesinin teslimi sarti ile esirleri Sisman'a geri vermeye niyetlendi ise de gerek Sisman'in Söz verdigi halde Nigbolu'yu birakmaktan vazgeçmeyerek onu yeni istihkâmlarla kuvvetlendirmesi, gerekse kendisinin de Hezargrad'i elde etmesi dolayisiyla is sonuçsuz kaldi. Bunun üzerine savas daha hizla yeniden basladi. Ali Pasa bir hisar ve bir sehri aldiktan sonra bütün kuvveti ile Nigbolu önlerine vardi. Orayi kusatti. Bulgar Krali her taraftan sikistigini ve artik karsi koymanin faydasiz oldugunu anlayinca bütün aile halki ile birlikte sartsiz teslim oldu. Osmanli, Pasasi, krali, çocuklarini ve hazinelerini Sultan Murad'in ordugâh olarak seçtigi TaYHshi'ya gönderdi. Padisah, Sisman hakkinda âlicenab ve civanmerdâne bir davranisgosrerdLOnun hayatina ilismedigi gibi kendisine durumuna lâyik tahsisat ta bagladi. Ancak onun Bulgaristan'daki topraklarini elinden aldi.

Sirp Krali Lazar, müttefikinin maglub olup düstügünü ögrenince, mevkiinin tehlikeli durumunu anlamakta gecikmedi. Firtinanin sinirlarina dogru yavas yavas yaklastigini görünce zorlu bir karsi koymaya hazirdandi. O, sadece bununla da yetinmedi. Bu firtinaya karsi koymak için taarruza karar verdi. Lazar, generali Dimitriyus'a, Bulgar sinirinda dik bir dagin tepesinde bulunan Sehirköyü almasini emretti. Sehirköy'ün çevresinde bulunan askerler, o zaman Osmanli ordusunda bulunduklarindan sehir, Sirplilarin eline geçti. Ancak Ali Pasa'mn gönderdigi on bin civarindaki asker sehri geri aldi. Sirp muhafizlarini da esir alip istihkamlarini da yiktilar.

Lazar bu yenilgiye kizdiysa da cesaretini kaybetmedi. Sadece bir mevkiin kaybedilmesinden dolayi kendisini maglub saymayarak bir kat daha cesaretlendi. Bosna ve Arnavutluk hükümdarlarini kendisine baglamakta olan eski antlasmayi yenilemek için bir tesebbüste bulundu. Onlarin yardimindan emin olarak padisahi kesin bir savasa çagirmakta tereddüd göstermedi. Kralin komsulari ile haberlesmesi sirasinda Sultan Murad da ogullari Bâyezid ve Yakub'u yanina getirdi. Bunlar, yanlarina almis bulunduklari Kütahya ve Karesi sancaklari askerlerinden baska Saruhan, Mentese, Aydin ve Hamid illerinin paylarina düsen yardimci kuvvetlerini de almislardi. Bunlara Dobruca Tatarlan komutani Sarac ile Köstendil Prensi Konstantin'in yardimlarina ilaveten o sirada Hac'dan dönen Evrenos Bey de katildi. Bulgaristan isini halletmis olan Çandarli Ali Pasa, Yanbolu'da padisah ile bulusarak orduya katildi.

Osmanli ordusu, Yanbolu'da Tatarpazarcigi yolu ile Sofya'ya geldi. Oradan güneybatiya sapilarak Köstendil'e varildi. Bu istikamette oldugu haber alinan Haçli ordusuna dogru gidildi. Ordunun öncü kuvvetleri Hicaz'dan dönmüs olan Evrenos Bey ile Pasa Yigit komutasinda idiler. Sirp despotunun merkezi olan Piristine'nin güneybatisindaki Kosova (Kara Tavuk ovasi) düzlügünde müttefik ordusu ile Osmanli ordusu karsi karsiya geldi. Sirp kaynaklarina göre Osmanli ordusu geçtigi hiç bir yerde zulüm ve tahribat yapmamisti. Ordunun Kosova'ya varisinin ertesi gününde harbe karar verilecekti.

Osmanlilarin, Balkanlardaki durumunu tayin edecek olan bu muharebenin tarihi, kaynaklarda farkli olarak verilmektedir.

Sirp, Bosna, Macar, Arnavut, Eflak (Romanya), Bogdan (Moldovya), Hirvat, Bohemya ve bir kisim Bulgarlardan meydana gelen bu muazzam Haçli ordusundaki asker mevcudunun, Osmanli kuvvetlerinin bes kati oldugu belirtilmektedir. Bununla birlikte bu ordunun 100.000 civarinda, Osmanlilar'in da 60.000 kadar askerden meydana gelen askerî bir birlige sahip oldugu kabul edilmektedir. Aradaki büyük sayi farkina ragmen Sultan Murad, komutanlari ile müzakerede bulunur. Onlarin, nasil bir çare ve tedbir almak gerektigini düsünmelerini ve düsündüklerini de hiç çekinmeden açik bir sekilde ortaya koymalarini söyler. Bazi komutanlar, Macar atlarinin henüz deveye alisik olmadiklarini söyleyerek anlari atlara karsi canli bir engel gibi kullanmanin mümkün olabilecegini ifade ile bu develerin düsman atlarina dehset ve düzensizlik vermeleri için ordunun ön cephesine konulmasi teklifinde bulunurlar. Fakat Sadrazam, Gazi Evrenos Bey, Timurtas Pasa ve Sehzade Bâyezid bu teklife karsi çikip söyle dediler:

"Develer, süvarilerin atlarina dehset vermek söyle dursun, agir silahli süvariyi görünce kendileri ürkeceklerdir. Bu durumda bizim saflarimizin üstüne atilip kargasalik ve karisiklik dogmasina yol açabilirler." Ayrica, Osmanli askeri gibi din ve devleti ugrunda "feday-i cani, cana minnet bilen" saf ve güvenilir bk askerin itikad zaafina da sebep olabilecegini söylediler. Bu bakimdan hiç bir seyden korkmadan ve sadece Allah'a güvenerek meydan muharebesi yapip düsmana saldirmayi teklif ettiler. Bu görüs, bütün askerî erkân tarafindan kabul edildi. Bundan sonra herkes gayet mesrur bir sekilde ve kararli olarak, sabahla birlikte baslayacak olan savasa hazirlanmak üzere birliklerinin basina gitti.

Bu arada bir sey padisahin dikkatini çekmisti. Düsman tarafindan esmekte olan rüzgâr, Osmanli askerinin gözüne toz toprak savuruyordu. Padisah, böyle bir durumun savasta sebep olabilecegi felaketi düsünüp üzüldü. Bütün gece Allah'a yalvarip O'ndan yardim diledi. Zafer karsiliginda kendisinin din yolunda sehid olmasi için dua etti. Osmanli tarihleri Sultan Murad'in o geceki münacat ve yakarisini su sekilde ifade ederler:

"Ab-i rûy-i Habib-i Ekrem için

Kerbelâda revan olan dem (kan) için

Veda gecesi aglayan göz için

Askin ugruna sürünen yüz için

Ehl-i derdin dil hazini için

Cana tesir eden enini için

Eyle ya Rab, lütfunu hem râh

Hifzini eyle bize püst u penah

Ehl-i Islâma ol muin u nasir

Dest-i a'dayi bizden eyle kasir

Ya Rab, mücahidini etme telef

Tir-i a'daya (düsman okuna) bizi kilma hedef.

Bakma ya Rab bizim günahimiza

Bak sen can ve gönülden ahimiza

Sakla gözümüzü cengin tozundan

Islâm erini koru saldiridan

Bunca yil süren gayretlerimizi

Gazalarda sanli kil ismimizi

Etme ya Rab kahrinla beni fena

Yüzümü halk içinde etme kara

Dinin ugruna ben feda olayim

Askerim önünde ben heba olayim.

Din yolunda beni sehid eyle

Ahirette beni said eyle

Mülk-i Islâmi paymal etme

Menzil-i firka-i dalal etme

Keremin çoktur ehl-i Islâma

Dilerim kim erise itmama."

Gerçekten, ertesi sabah safakla birlikte yagan yagmur, tozlan bastirdigi gibi agir silahli olan düsman süvarisinin atlarinin, seri bir sekilde hareket etmelerine de mani olmustu.

O gece, birlesik Haçli ordusu da Osmanlilara karsi nasil bir hareket içinde bulunmasi gerektigini, toplamis oldugu harp meclisinde görüsmeye baslamisti. Generallerden bir kismi, gece ansizin Türklerin üzerine hücum edilmesini teklif etmisti. Fakat kendinden çok emin bulunan ve mutlaka galip geleceklerine inanan Yorgi Kastriyota, gece karanliginin düsmanin firarini kolaylastiracagini, böylece Osmanlilarin büsbütün yok olmaktan kolayca kurtulmus bulunacaklarini ifade ederek bu teklifi reddetti.

Osmanli ordusunun aldigi savas düzenine göre Sultan Murad, ordunun merkezinde bulunuyordu. Ordunun sag kolunda veliahd sehzade Bâyezid, sol kolunda da sehzade Yakub bulunuyorlardi. Evrenos Beyin tavsiyesi üzerine ordunun her iki cenahina ihtiyat olmak üzere 1000'er kisilik okçu birlikleri yerlestirilmisti. Bunlar, muharebenin en kizgin devresine kadar müdahalede bulunmayacaklar, savasin tam kizgin devresinde düsmani oklamaya baslayacaklardi. Rumeli Beylerbeyi Kara Timurtas Pasa Bâyezid'in, Anadolu Beylerbeyi Sanca Pasa da Sehzade Yakub'un maiyetinde idiler. Evrenos Bey'in birlikleri sag cenahta, Anadolu beyliklerinin birlikleri ise sol cenahta yer almisti.

Balkan ve Orta Avrupa milletlerinden çogunun bulundugu birlesik Haçli ordusunun merkezinde Sirp krali Lazar, sag kolunda yegeni ve damadi prens Brankoviç, sol kolda da Bosna krali Tvartko bulunuyorlardi.

Sirplarin top atisiyla baslayan büyük meydan muharebesi, sekiz saat içinde kesin bir sekilde neticelendi. Kendilerinden sayi, techizat ve araziyi tanima bakimindan kat kat üstün olan müttefik Haçli ordusu karsisinda Osmanlilar, büyük bir basari elde ettiler. Bu basarida Bâyezid (Yildirim)'in büyük bir payi bulunuyordu. Baslangiçta bozulmak üzere olan Osmanli'nin sol cenahina kendine has pek hizli bir manevra ile yetisip düsmani çeviren veliahd sehzade, müttefiklerin korkunç yarma hareketlerine ragmen kiskacini açmadi ve bu kiskaçta perisan olan düsmani yok etmeyi basardi. Bas komutan Lazar da dahil olmak üzere düsman ordusu Kosova sahrasinda kaldi. Kaçmak isteyen küçük ve daginik düsman birlikleri de arkalarindan yetisen Sehzade Yakub tarafindan imha ediliyorlardi.

Böylece Allah, Sultan Murad'in yüzünü kara çikarmamis, onun geceki dua ve niyazlarina icabet ederek onu muzaffer kilmisti. Fakat bu muzafferiyetin bir bedeli daha olacakti. Çünkü Sultan Murad, duasinda sehadeti de istemisti. Hükümdar, harpten sonra harbin yapildigi sahrayi dolastigi sirada ölüler arasinda yarali olarak bulunan Lazar'in damadi Milos Obiliç, müslüman olacagini ve padisaha gizli bir sözü bulundugunu söylemek istedigini bildirince Sultan Murad'in müsaade etmesi üzerine yanma yaklasarak yeninde saklamis oldugu hançer ile onu kalbinden yaralayarak attan düsürmüstü. Bu suikast üzerine katil, Sultan Murad'in maiyyetinde bulunanlar tarafindan yakalanip öldürülmüstü. Bu olay, tarihlerde farkli sekillerde anlatilmakta ise de neticesi hep ayni oldugundan fazla teferruata girmek istemedik. Sultan Murad yaralandiktan sonra bir müddet yasamis, yakinlarinin üzüntü ve kederlerini su sözlerle hafifletip onlara vasiyette bulunmustu:

"Islâm'in zaferi için kendimin sehid olmasini Allah'tan ben istedim. Dualarim Allah tarafindan kabul oldu. Binlerce hamd ve sena olsun ki, Islâm askerini muzaffer görerek hayata veda ediyorum. Oglum Sultan Bayezid'e uyunuz ki o sizi ogullari gibi görsün. Milos'un beni yaralamasina üzülmeyin. Sakin reâyayi incitmeyin. Mal ve irzlarina tecavüz ettirmeyin. Eger reâyanin mesru haklarini muhafaza ederseniz Cenab-i Hak da sizi ve devletinizi muhafaza ve payidar eyler, çünkü rizasi ondadir."

Sultan Murad'in yarali olarak düstügü yere hemen bir çadir kurulup muhafaza altina alinir. Hükümdarin yarasi agirdi. Hayatindan ümid kesilince derhal Veliahd Bâyezid'e haber verilerek oraya çagrilir. Düsman takibinde bulunan Bâyezid, bu kötü ve feci haberi alir almaz derhal oraya gelir. Babasini kanlar içinde görünce kendine hâkim olamaz. Fakat Murad Hüdavendigâr, bu an, aglanip feryad edilecek bir an degildir. Ölüm denilen sey herkesin basina gelecektir. Fakat baskalari ile mukayese edildigi zaman sehidligin cana minnet bir nimet oldugunu söyleyerek oglunun üzüntüsünü hafifletmeye çalisir. Ogluna askerî ve siyasî bazi tavsiyelerde bulunduktan sonra bu fani hayata gözlerini kapar.

Ordu merkezinde cereyan eden bu hadiseden kollardaki sehzadeler ile diger komutanlarin haberleri olmamisti. Yine bu sirada Osmanli kuvvetleri tarafindan sarilmis bulunan Lazar, maiyeti ile beraber yakalanarak o esnada ölmek üzere olan Sultan Murad'a karsilik öldürülmüslerdi. Kosova muharebesi, Osmanlilarin Rumeli'de kalmak için Sirp Sindigi savasindan sonra kazandiklari ikinci büyük muharebedir.

Biraz önce belirtildigi üzere Sultan Murad'in ölümünü müteakib, devlet adamlarinin da karari üzerine zaten o maksatla babasinin yanina çagrilmis bulunan Sehzade Bâyezid (Yildirim Bâyezid) hükümdar ilân edilmisti. Durumdan haberi olmayan ve düsmani kovalamakta olan Sehzade Yakub Çelebi de "fitne katldan daha siddetlidir" hükmüne göre "Baban seni istiyor" denilerek ordu merkezine davet edilmisti. Gelip otagdan içeri girince hemen öldürülmüstü. Çünkü daha önce, Savci Bey olayi meydana gelmis ve devlet büyük bir siyasî çalkanti içinde kalmisti. Bir daha böyle bir olayin meydana gelmemesi için Sehzade Yakub Osmanli tarihçilerinin ifadesi ile sehid edilmistir. Büyük bir askerî birlige komuta eden Yakub Çelebi'nin saltanat davasina kalkisacagi göz önünde bulundurularak böyle bir çareye bas vurulmustur ki bu, bütün devlet erkaninin teklifi ve yeni hükümdar olan Yildirim Bayezid'in tasvibi üzerine olmustu.

Sultan Murad ölünce, çikarilan iç organlari, sehid düstügü yere gömüldü. Daha sonra cenazesi, oglu Yakub Bey'in cenazesi ile birlikte Bursa'ya gönderilerek Çekirge'deki türbeye defn edildi. Sultan Murad'in yaralanip öldügü (sehid edildigi) ve iç organlarinin defnedildigi yere "Meshed-i Hüdavendigâr" adi verilen bir türbe yapilmis, daha sonra da buna bir cami ilave edilmistir. Bu türbe zamanimiza kadar Balkan Müslümanlarinin ziyaret ettikleri bir ziyaretgâh olmustur.

Sultan Murad'in sehadeti, bütün Islâm âlemini teessür içinde birakmisti. Bunun bir belirtisi olmak üzere Memlûk Sultani Meliku'z-Zahir Ebû Said Berkuk, onun Bursa'daki türbesine konmak üzere Kur'an-i Kerim cüzleri gönderip vakf etmistir.

Gazi Hünkâr ve Murad Hüdavendigâr diye meshur olan Sultan I. Murad'in hükümdarligi 27 veya 28 sene devam etmis olup hicrî 791 (M. 1389) yilinda vefat ettigi zaman genel olarak kabul edilen görüse göre 63 veya 64 yaslarinda bulunuyordu. Bu arada onun vefati esnasinda yasinin 66 oldugunu söyleyen tarihçilerin bulundugunu da belirtmek gerekir.

Muhtelif rivayetlerden anlasildigina göre Murad Hüdavendigâr'in, Bâyezid (dogm. 761=1360), Yakub (dogm. 769=1367), Savci (dogm. 773=1371) adinda üç oglu olmustu. Bazi kaynaklara göre Savci'nin en büyük ogul oldugu kayd edilmekte ise de bu, gerçege pek uygun degildir. Bundan baska Ibrahim adinda baska bir oglundan bahs edilmekte ise de kaynaklarda bununla ilgili bir bilgi bulunmadigindan bunun küçük yasta vefat etmis oldugu düsünülebilir.

Otuz yila yakin (27 yil 3 ay) bir zaman, dünya sahnesinin ender rastladigi bir ustalik ve maharetle devletinin mukadderatini sevk ve idare eden Murad Hüdavendigâr, pek çok hayir yeri meydana getirmekle de söhret bulmus bir kimsedir. Günümüze kadar gelen vakfiyesi, onun neler yaptigini, hayrat hakkinda neler düsündügünü göstermektedir. Onun su tesisleri bu konuda bize bir fikir vermektedir: Bursa'da Çekirge'deki cami, medrese, imâret, misafirhane. Bursa hisarinda sarayinin yaninda Hisar Camii, Bilecik ve Yenisehir'de birer cami, yine Yenisehir'de gazi erenlerden Postin pûs Baba için yaptirdigi zâviye. Çekirge'de bulunan vakfa, vezir Hayreddin Pasa'yi hem mütevelli hem de nâzir olarak tayin etmistir. Keza o, annesi adina Iznik'te de 790 Cemayizelevvel ayi baslari (Mayis 1388) tarihli bir imâret yaptirmistir. O, ahiret azigi olarak insa ettigi imâret ve diger tesislerine pek çok arazi vakf etmistir. Islâmî gelenege göre tesis edilen vakfiye bize vakiflarinin idaresi hakkinda, kimlerin bu vakiflardan nasil ve ne sekilde istifade edecegini, vakfi bozmaya, haksiz sekilde ondan yararlanmaya kalkanlara nasil muamele edilecegini de açiklamis bulunmaktadir. Bilgi edinilmesi bakimindan onun 787 Cemaziyelahir ortalan (Temmuz 1385) tarihini tasiyan vakfiyesinden bazi pasajlari buraya almayi faydali buluyoruz.

"Vakf, hibe ve rehin olunmaz, kimse mâlik olamaz. Telef ve helâk olmaz. Kimse halef olup vâris olamaz. Kiyamete kadar devam eder. Sebeplerden bir sebeple kimse elini uzatamaz, asli üzere kalir. Sartlari üzere devam eder. Günlerin geçmesiyle vakif ve vakfiye bozulmaz. Allah ve Resûlüne ve ahiret gününe iman edenlerden, Allah'in ve yarattiklarindan melik, kadi, vezir, muhtesibden ve insanlarin tamamindan hiç bir kimse bu vakfi bozamaz. Bir kimse onu tahvil ve tebdil ederse günah irtikhab etmis olur. Allah'in kitabina ve Resûlünün sünnetine muhalefet eden ve din kardesinin vakfinin fesadina sa'y eden (çalisan) Allah'in gazabina ugrar. Onlarin üzerine Allah'in, meleklerin ve bütün insanlarin laneti olsun." Görüldügü gibi bu ifadeler vakfin muhafazasi gayesine yönelik bulunmaktadirlar. Bundan baska bir de vakiftaki hizmet ve onlardan yararlanma ile ilgili bilgiler bulunmaktadir ki buna göre hiç kimse imârete inmekten men olunamaz. Hizmetçiler, gelenlere güzel bir sekilde hizmet etmek zorundadirlar. Hele fakirlere bu hizmeti çok daha iyi yapmalilar. Çünkü onlar, kalbi kirik kimselerdir. Bu konuda da vakfiyenin kendi ifadesi ile söyle demektedir:

"Imârete, büyüklerden, âlimlerden, seyh ve sâdattan birisi inerse hizmetçi bunlara hizmet eder. Bunlarin sanina göre onlara hizmet eder. Hayvanlarina da hizmet eder. Bu hizmet sadece büyüklere mahsus olmaz. Imârete inenlerin tamamina böyle muamele yapilir. Hatta fakir ve miskinlere bu yolda hizmet daha evladir. Çünkü onlar, kalbi kirik olanlardandir. Imâretteki kalislar 3 günü geçerse bu, mütevellinin reyine baglidir."

Sükrullah, gazi ve sehid sultanin yaptirdigi hayirlardan bahs ederken sunlari söyler:

"Bursa'da ahiret için bir yapi yaptilar. Hem konuk evi, hem cami, hem medresedir. Kimsesizler, yoksullar için paçalardan, tatlilardan, eksilerden daha güzeli olmayan yemeklerin hepsinden verilmesini, konuklarin hayvanlarinin da yemlendirilmesini buyurdu. Hatiplere, hafizlara, müderrislere muridlere ve ögrencilere vazife karsiligi akça bagladi. O evin karsisinda bir kubbe yapilmasini buyurdu. Her gün ayrica otuz hafiz o kubbede güzel sesle Kur'an okuyup hatm etmektedirler. Mübarek vücudu o kubbede dinlenmektedir." Gerek bu, gerekse daha önce verilen bilgiler, Sultan Murad'in nasil hayir yaptigini, kurdugu vakiflar vasitasiyla onlarin devamini sagladigi ve insanlara hizmeti bir ahiret azigi olarak kabul ettigini göstermektedir.

Sultan Murad, tahta çikinca babasinin sikkelerinde oldugu gibi Selçuk paralarini taklid etmek suretiyle sikke kestirmistir. Baslangiçta "kûfi"ye yakin, daha sonra da "nesih" yazisi ile kestirdigi sikkeleri görülür. Kûfi hatli olan sikkelerinin bir tarafinda kelime-i sehâdet, etrafinda ilk dört halifenin isimleri ve diger yüzünde de "Murad b. Orhan halladallahu mülkehû" ibareleri bulunmaktadir. Sonradan kesilen akçalarin bazilarinda kelime-i sehadet ile kendisinin ve babasinin isimleri, bazilarinda da akçanin her iki tarafinda Murad b. Orhan yazisi görülmektedir. Sultan Murad'in 790 (1388) tarihli bakir sikkesinde kesildigi tarih ve ay bulunmaktadir.

Daha önce de kisaca temas edildigi gibi Osmanli Devleti'nin kurulus hamurunda mayasi bulunan teskilâtlardan biri de "ahilik"ti. Bu bakimdan ilk Osmanli padisahlari, bu teskilâtin birer mensubu ve hatta reisleri durumunda idiler. Bazi vesikalar, Murad Hüdavendigâr'in bu teskilatin reislerinden biri oldugunu göstermektedir. Nitekim bu hususta onun Receb 767 (Mart 1366) tarihli olarak Malkara'da Ahi Musa için yaptirmis oldugu zaviye vakfiyesindeki "ahilerden kusandigim kusagi Ahi Musa'ya kendi elimle kusadup Malkara'ya ahi diktim" ifadesi, onun ahi reislerinden biri oldugunu göstermektedir.

Vakfiyesinde de görüldügü gibi Sultan Murad, bilgin, talebe, garip ve fakir olan kimselere karsi son derece sefkatle muamele eden bir hükümdardir. Hz. Peygamber'in soyundan gelen seyyid ve seriflere karsi ise özel bir ilgisi bulunmakta, onlara saygiyi Hz. Peygamber'e yapilmis saygi olarak kabul etmektedir. Bu sebepledir ki o, ülkesinde bulunan seyyid ve serifleri her türiü vergiden muaf sayan fermanlar isdar etmistir. Nitekim, 787 (1385) tarihli bir ferman, onun Seyyid Büzürg Ali'nin evladlarini vergiden muaf saydigini su ifadelerle ortaya koymaktadir:

"... Seyyid Büzürg Ali'nin ogullan yaslan ile kapima gelip ettiler. Bizim atamiz sizin duaciniz idi. Biz fakir kullariniz dahi size duacilariz. Biz kullarina bir hüküm sadaka eyle ki sizden sonra gelen bizi ve evladimizi ve kullarinizi ve karaveslerimizi (câriye) incitmeyeler. Hem simdiye degin atamiz bir dâne ösür vermedi. Ve koyun hakkin vermedi. Biz kullarina bir ihsan eyle bizden ve evladimizdan ösürlerin ve koyunlari haklarin kimesne taleb etmeyeler deyicek emr olundu ki, bu sâdâtlarin evladlari, kullari ve karavesleri ve bir damla kanlan deme can ola. Onlar, benim her defterimden ihrac olalar. Her kim bu hükmü görüp Seyyid Büzürg adini yazanlara teaddi ederse lânet ba'lânet ola. Rumeli kadilari ve sancak beyleri ve subasilari ve sipahiler her kanginizin yerinde eker biçerse bir dâne ösürlerin almayasiniz. Ben bagisladim canim için olsun. Benim devletime duaya mesgul olalar. Her kande hatirlari dilerse yürüyeler..."

Sarax 09-15-2008 12:00

SULTAN MURAD'IN SAHSIYETI

Tarihler, Osmanli padisahlari içinde, Murad ismini tasiyanlarin ilki olan Sultan Murad'i, orta boylu, yuvarlak yüzlü, sahin bakisli, koç burunlu, seyrek disli, uzun boyunlu, iri parmakli, sen ve yakisikli bir padisah olarak tasvir ederler.

Dahi bir asker ve devlet adami olan Sultan Murad, bütün hareketlerinde belli bir plân çerçevesinde hareket etmis, son anina kadar kabiliyet ve dehasindan bir sey kayb etmemistir. Azim ve idare kudreti, iyilik severligi, tebeasina karsi merhametli olusu ve ordusunda inzibatli, verdigi emrin yapilmasini isteyen ve bunlari takib eden bir hükümdardi. Bütün tarihler onun bu özelliklerinde birlesirler. Nesrî bu konuda sunlari söyler:

"Bu Gazi Murad Han dahi, atasi gibi sahib-i hayr idi. Adil ve kâmil, din perver, adalet yayici, âli himmet, kesiru'l-menfaat (menfaat saglamasi çok), fakir dost, garip oksayici, düskünlere yardimci, rey ve tedbir sahibi, pehlivan, cesur ve yigit idi. Bütün ömrünü gazaya sarf etmistir. Bunun ettigi gazayi Osman'in neslinden hiç bir padisah etmedi. Himmet ve cömertlik sahibi idi ki kapisina gelen hiç kimse mahrum gitmezdi."

Sultan Murad'in sahsiyetinin azametinde ve Türk tarihi bakimindan oynadigi rolün ehemmiyetinde, Osmanli tarihçileri oldugu gibi yabanci tarihçiler de mütefiktirler. Nitekim, Osmanlilari sevmemekle birlikte Sultan Murad'in vasiflarini ortaya koymaktan da kendini alamayan Gibbons, onun hakkinda su degerlendirmeyi yapar:

"Otuz sene kadar bir müddet Murad, zamaninin hiç bir devlet adami tarafindan üstüne çikilamayan bir kiyâset ile Osmanlilarin mukadderatini sevk ve idare etmistir. Fâtih ve Kanunî hakkinda çok sey bildigimiz için Murad, Osmanli sultanlari içinde kendine layik olan yere geçememistir. Onun hayati esnasinda meydana gelen inkilablar, bütün tarihin en hayret veren olaylarindan biridir. Onun fetihleri 1878'deki Berlin antlasmasina kadar bes asir devam etmistir. Kendisinin harb hususundaki cevvaliyet ve gayreti, babasininki gibi idi. Fakat babasinin tahayyül ettiginden daha genis bir icraat sahasina yayilmis oldugu için daha müskül vaziyetlere maruz kaldigi halde gevsemedi. Emrindeki komutan-valilerin hiç birisi ile arasinda bir anlasmazlik olmadi. Rumlara karsi muamelesi, onlarin seciyesini tayinde mükemmel bir feraseti oldugunu gösteriyor. Bizans Kilisesi erbabi nazarinda, bir kâfir ve Isa'nin düsmani idiyse de, onlara Papalardan daha iyi muamele etmekle teveccüh ve muhabbetlerini kazanmistir. Hem irkî, hem de dinî mahiyette olan temsil mes'elesinde kazandigi tam muvaffakiyetin en parlak delilini görmek için Ortodoks Patriginin 1385'te Papa VI. Urben'e yazdigi mektuptan daha iyi bir vesika olamaz. Bunda Patrik, Sultan Murad'in kiliseye hareketlerinde tam bir serbestî verdigini söyler." dedikten sonra "Osman, etrafina bir irk toplamistir. Orhan bir devlet kurmustur. Imparatorlugu kuran ise Murad olmustur." der.

Bizansli tarihçi Chalcondyle ise onun hakkinda sunlari söyler:

"Murad, hayatinda pek çok tehlikeler atlatmis ve pek çok hayir isleri görmüstür. Rumeli ve Anadolu'da 37'den fazla büyük ve mesakkatli harbi idare ederek hepsinden galip ve muzaffer olarak ayrilmistir. Düsmana muharebe meydanini biraktigi ve arka çevirdigi asla görülmemistir. Isleri güzel bir sekilde tanzim ile, münasib vakti geldiginde menfaatlerini koruyup yerine getirmekte mahirdi. Muharebede çok cesurdu. Sasirip telas göstermezdi. Askerini istirahat ettirdigi zaman kendisi av ile vakit geçirir, dinlenmek nedir bilmezdi. Gençliginde oldugu gibi ihtiyarliginda da çaliskan, enerjik ve sertti. Her seyden önce iyice düsünür, maksat ve meramina ermek için hiç bir seyi ihmal etmez ve unutmazdi. Kendisine boyun egip itaat eden bütün milletlere ve sarayindaki efrada yumusaklikla muamele ederdi. Yeri geldigi ve gerektigi zaman mükâfatlandirmaktan geri kalmazdi. Herkesi adi ile çagirmak adeti idi. Harbe girilecegi zaman askerini münasib nutuklarla cesaretlendirir, yapilan en küçük hataya tekrar etmemesi için göz yummadan müsebbibini cezalandirirdi. Verdigi sözü tutan hükümdarlardandi. Aleyhinde dolaplar döndürmek isteyenler elinden kurtulamazlardi."

Hammer, Sultan Murad'in dahiyâne denilebilecek faaliyetlerini belirttikten sonra "adaleti ve gerektiginde siddeti cihetiyle halki, kendisini hem sever hem de korkardi. Ser'î kanunlari itina ile muhafaza eylediginden, kurmakta oldugu devlete, o kanunlari te'kid ve te'yid edecek gayretlerin hiç birinde kusur etmezdi." der.

Sarax 09-15-2008 12:00

YILDIRIM BAYEZID DÖNEMI

Babasi, Murad Hüdavendigâr'in tahta cülûs etikleri 761 (1360) yilinda dünyaya gelen Bâyezid, âdil, yigit, bilginlerle yoksullari seven, zenginlere sefkat, zahidlerle iyi insanlara saygi gösteren bir hükümdar idi. Ela gözlü, arslan simali, kumral sakalli, görünüsü kirmiziya mail, ak, müdevver ve berrak idi. Heykel gibi saglam ve güçlü kuvvetli idi. Cenk ve savas günlerinde korkusuz bir padisah idi. Giydigi elbise genellikle Bursa kadifesindendi. Annesi Gülçiçek hatundu.

Osmanli pençesinin kavradigi Rumeli agacinda, harp sahasinda hükümdar ilân edilip babasinin tahtina oturan Yildirim'in bâzusu, daha nice meyvelerini Osmanlilarin etegine düsürmek üzere bekleyici idi. O, harp sahasinda hükümdar ilân edildiginden muharebeye devam etmekten geri durmadi. Ayrica komutanlardan Pasa Yigit'i Bosna, Firuz Bey'i de Vidin taraflarina akina gönderdigi gibi bizzat kendisi de Kratova gümüs madenlerini zapt ile Üsküp sehrine Türk göçmenlerini iskân ettirdi.

Avrupa'nin siyaset aktörleri, Yildirim ünvani ile anilan Bâyezid'in fikir ve düsüncelerini pek de bilmez sayilmazlardi. Babasinin biraktigi hududu, mucizeli ordusuyla gögüsleyip alabildigine açan, açarken de karsilastigi sayisiz müsküllere yutkunmadan katlanan, özellikle kilise için bir Isa düsmani sayildigi halde, feth ettigi Hiristiyan ülkelerinin halkina bu kilise mensuplarindan, hatta papalardan daha müsfik ve anlayisli davranan koca Hüdâvendigâr gibi, oglu da acaba ayni siyaset ve insanlik yolu üstünde mi yürüyecekti?

Sarax 09-15-2008 12:00

YAKUB ÇELEBI OLAYI

Sultan Murad'in, Kosova Savasi'nda sehid olmasindan sonra devlet adamlari ile askerî erkânin ittifaki üzerine yerine büyük oglu Bâyezid geçti. Askerî hareketlerdeki sür'ati yüzünden "Yildirim" ünvanini alan Bâyezid, Kosova savasinda Rumeli askeri ile sag cenaha kumanda etmisti. Savasin kazanilmasinda da büyük bir rol oynamisti. Bâyezid, henüz düsmani kovalamakla mesgul olan kardesi Yakub'u çagirtarak hükümdarliga ortak olur endisesiyle onu öldürtmüstü. Böylece yeni bir buhranin çikmasina da engel olmustu. Bu olay, bazi devlet adamlari ile askerler arasinda ve Osmanli sinirlari disinda kalan Anadolu Beylikleri arasinda Yildirim Bayezid'e karsi bir hosnutsuzlugun dogmasina sebep olur. Âsikpasazâde, bu olayla ilgili olarak "Ol gece askere izdirap düstü" diyerek, askerin bu hadiseden nasil müteessir oldugunu anlatmaya çalisir.

Gerçekten bazi yazarlar, Yildirim Bâyezid'in bu hareketini çok dramatik bir sekilde vermekte ve bunu, Yildirim'in Timur karsisindaki maglubiyetinin sebeplerinden biri olarak görmektedirler. Bu cümleden olarak Fatma Aliye sunlan söyler:

"Sehzadeler ve askerî komutanlar, hezimete ugrayanlan takib ediyorlardi. Yildmm Bâyezid'e haber verildi. Hemen gelip zât-i sâhâneye mahsus olan ak sancak altina oturdu. O ak sancak, Selçuklu Sultani'nin Osman Gazi'ye vermis oldugu sancakti ki o zaman o sancagin altina zat-i sâhâneden baskasi oturamazdi. Yildirim Bâyezid, o sancagin altina oturmakla ilan-i saltanat etmis oldu.

Zavalli Yakub Çelebi, hadiseden habersiz olarak ordugâha geldiginde yorgunlugunu geçirmeye ve rahat bir nefes almaya firsat bulamadan "pederin seni istiyor" diyerek Hüdâvendigâr'in mübarek cesedi üzerine kurulan çadira götürülüp orada bogduruldu. Bu vak'a, bütün tarih kitaplarinda mühim bir konunun açilmasina sebep olmustur. Bunu, Yildirim'in maglubiyet sebeplerinden biri ve belki birincisi olarak kayd edenler de olmustur. Savci Bey de buna bir örnek teskil etmiyor. Çünkü Savci Bey, isyan bayragini çekmisti. Andronikos ile birlikte bir eskiya grubunun basina geçmisti. Yakub Çelebi ise o zaman önemli bir vilayet olan Karesi'yi çok iyi idare etmis, harplerde zaferler kazanmis ve herkesi kendinden memnun etmisti."

Murad Hüdâvendigâr'in sehadeti üzerine meydana gelen saltanat degisikligi, Anadolu Beylerinin ve özellikle kendisini Selçuklularin mirasçisi sayan Karamanlilarin ortadan kalkmis gibi görünen düsmanligini tekrar ortaya çikardi. Sehzade Yakub'un öldürülmesini bahane ederek, güya onun intikamini almak üzere Bâyezid'e karsi harp açip her taraftan tecavüze kalktilar. Karamanaoglu Alaeddin Bey tarafindan kiskirtilan bu beylikler, Aydinli, Saruhanli, Germiyanli, Menteseli ve Hamideli beylikleri idi. Nitekim Germiyanogullari'ndan Sah Çelebi oglu Yakub Bey, daha önce Osmanlilar eline geçmis olan Germiyan kasaba ve bölgelerini geri aldigi gibi Karamanlilar da Beysehri'ni zapt ettiler. Anadolu'da Kara Tatar denilen Mogollarin reisi Mürüvvet Bey de Kirsehir'i zapt edip Sivas emiri Kadi Burhaneddin'e teslim etti. Diger beylerin her biri, bu karisikliktan istifade ederek bir takim yerlerin zaptina kalkistilar. Bu durum, Osmanli Devleti'ni çok zor durumlara sokmustu. Babasi tarafindan saglanmaya çalisilan Anadolu birligi yeniden tehlikeye girmisti. Sultan Yildirim Bayezid'in bunlara süratli bir sekilde çare bulmasi ve isleri düzeltmesi gerekiyordu. Bunun için Bâyezid, Anadolu'ya geçmeden önce Rumeli'deki durumu derhal düzeltmek gerektigini düsünerek kendisine muhalefette bulunan emir ve askerleri yeniden kendine bagladi. Sonra Sirp Krali Lazar'in henüz küçük yastaki oglu Istefan Lazaroviç'in vasisi olan annesiyle anlasti. Bu yeni Sirp despotu da vergi (harac) ve gerektiginde muharebelerde bütün askeri ile birlikte padisahin maiyetinde bulunmayi taahhut ettigi gibi her yil Osmanli padisahini ziyaret etmeyi de kabul ediyordu.

Kosova maglubiyetinden sonra gerek Istefan Lazaroviç, gerek Pristine hakimi Vuk Brankoviç yerlerinde kalabileceklerini hiç ümid etmiyorlardi. Onlar, Yildirim'la anlasmayi canlarina minnet bildiler. Bu antlasmayi kuvvetlendirmek için yeni Osmanli hükümdari, maktul Lazar'in kizi Marya Despina'yi nikahlamisti. Bayezid'in bu sekildeki genis müsamahasina Anadolu'daki vaziyetin kritik durumu sebep olmustu. Bu baris sayesinde Rumeli'de, disardan gelebilecek ve özellikle Macarlar tarafindan yapilacak tahrik ile meydana gelmesi muhtemel bir muhalefet önlenmis oluyordu. Böylece meydana gelen dostluk, samimi bir sekilde Bâyezid'in vefatina kadar devam edecekti. Sirplar, Kosova'da hâkimiyetlerine son veren darbeyi yemis olmalarina ragmen, dinî ve millî degerlerine karsi gördükleri genis müsamaha ve müsaade yüzünden fatihlerin (Osmanlilarin) idaresine tereddüdsüz katildilar. Hele Arnavud, Macar ve Dalmaçyalilara karsi yapilan akinlarda ganimetlere istirak etmeleri, anlari yeni idareye çarçabuk isindirdi.

Yildirim Bayezid, Balkanlar'da kuvvetli kalabilmek için akinci teskilatini yeniden canlandirmak ihtiyacini hissederek Evrenos Bey, Pasa Yigit Bey ve Firuz Bey gibi komutanlarin, basta Bosna olmak üzere Eflak ve Tuna'nin kuzey taraflarina kadar akinlar düzenlemelerini emr etti. Daha önce de kisaca temas edildigi gibi bu akinlar esnasinda Üsküp alinarak sehre Türk ahali yerlestirilmisti. Bu sirada Edirne'ye dönen Bâyezid, Anadolu'ya hareket etmeden önce burada dinî ve sosyal müesseselerin kurulmasini emr etti. Böylece Edirne bir kültür merkezi haline gelmeye basladi. Gerçekten de hâlâ bu gün Yildirim adi ile anilan mahallede bir imâret ile kubbesi dört kemer üzerinde durmakta olan caminin temellerini atti. Bu arada kendisini tebrike gelen Venedik ve diger Italyan siteleri ile olan ticaret antlasmalarini yeniledi. Yeni hükümdar, Venedik ticaretini himaye etmeyi kabul ediyorsa da gelecek için fazla teminat vermiyordu. Bu antlasma, daha sonraki Anadolu seferi için büyük bir önem tasiyacakti. Zaten bu yüzden Bâyezid müsamahali davranmisti.

Bâyezid, Bursa'ya dönmeden önce hemen hemen bir sehir devleti haline gelmis olan Bizans gailesini de ber taraf etmek istiyordu. Bunu gerçeklestirebilmek için de Bizans'taki taht kavgalarindan istifade etmeyi düsünüyordu. Böylece Anadolu'da girisecegi faaliyet esnasinda Bizans tarafindan gelebilecek tehlikelerden emin olmak istiyordu.

Osmanli Sultani, vaktiyle Savci Bey ile müstereken isyan edip fesat çikarma suçundan dolayi hapse atilmis olan Imparator Ioannis'in oglu Andronikos ile onun oglu Ioannis'in müracaatlarini kabul ederek bir miktar askerle Edirne'den Istanbul'a yürür. Imparator Ioannis ile saltanat ortagi olan Manuel'i hal' ederek hapse attirir. Bu arada hapisteki prensleri de kurtarip hükümdar yapar ve bir vergi ile kendine baglar. Fakat kisa bir müddet sonra iki mahpus hapisten kurtularak sultana iltica ederler. Onlar, daha önceki vergiden baska belli bir miktarda asker vererek seferlere katilmayi da taahhüd ederler. Bunun üzerine Bâyezid, onlari tekrar hükümdarliga getirir. Bununla beraber Bâyezid, Andronikos ile oglunu hapse attirmayip kendilerine Bizans topraklarindaki Silivri, Eregli, Selanik vs. gibi yerlerin hâkimiyetini verir.

Sarax 09-15-2008 12:00

BATI ANADOLU'DA TÜRK BIRLIGININ KURULMASI

Osmanli tahtinda meydana gelen degisiklikten istifadeyi düsünen ve Yakub Çelebi'nin öldürülmesini bahane eden Karaman oglu Alaeddin Ali Bey, komsu beylikleri de Osmanlilar aleyhine kiskirtmaktan geri kalmiyordu. O, bununla da yetinmeyerek Osmanlilara ait bazi yerleri de isgal etmisti.

Bâyezid, Balkanlar'da gerekli tedbirleri aldiktan sonra Anadolu harekâtina baslamak üzere eski taht sehri olan Bursa'ya gelir. O, burada, Rumeli'de bulunup devletin sinirlan üzerinde gerekli tedbirleri almakla mesgul olan komutanlarin islerini bitirip gelmelerine kadar bekledi. Bu esnada Bursa'da imar faaliyetlerine devam ederek sehirde cami, medrese, imâret, misafirhane, dâru's-sifa gibi hayir eserleri yaptirir. Ayrica Seyh Ebu Ishak dervisleri için de büyük bir zaviye insa ettirdi. Sükrullah, onun Bursa'da insa ettirdigi hayir müesseselerinden bahs ederken söyle der:

"Bursa'da bir Dâru'l-hayr, bir hastahâne, Ebu Ishakhâne, iki medrese, bir cami yaptilar. Onlarin evkafini tayin buyurdu. Daru'l-hayrin evkafindan olmak üzere as ve yemden baska her yil bilginlere ve yerli yabanci yoksullara 600 müd bugday verilmek, her gün konuga ve yerliye et ile birlikte 300 çanak as eristirilmek üzere vakiflarini tayin buyurdu. Hastahâne, Ebu Ishakhâne, medreseler ve caminin her biri için ayrica vakiflar tayin buyurdu. Görenek oldugu üzere bunlara seyh, tabib, imam, müezzin ve müderris dikip akçalarini tayin ettirdi. 30 hafiz, daru'l-hayra, 30 hafiz, camiye tayin buyurdu ki, her gün biri Tanri kelamindan bir cüz okuya." Keza o, kaynaklarin ifadesine göre üç degirmen çalistiracak kadar bol ve lezzetli içimi ile taninan Akçaglayan adindaki suyu kapali künklerle Uludag'dan sehre indirterek yaptirdigi imâret yaninda kemerler üzerinden geçirip cami, medrese ve hamama taksim etmisti. Artan suyu da mahallelere taksim edip çesmelerden akitmisti. Bütün hayir ve sosyal tesisler için de vakiflar tahsis etmisti.

Rumeli ve Bizans islerini yoluna koyan Bâyezid, Sirp kralini maiyeti ile birlikte ordusuna çagirip harekete geçmek istiyordu. Bizans Imparatorunun oglu Manuel de kuvvetleri ile birlikte Sultan'in ordusuna katilir. Padisah, bundan sonra Kastamonu emîri Candarogullari'ndan Kötürüm Bâyezid'in oglu Süleyman Pasa'yi da ittifaka çagirir. Bu arada Edirne'de muhafiz olarak kalan Beylerbeyi Kara Timurtas Pasa'yi da Rumeli kuvvetleri ile birlikte Anadolu'ya getirtir. Bu kadar büyük bir kuvvet toplamis olan Bâyezid, bir taraftan Bizans Prensi Manuel'i Rum kuvvetleri ile Alasehir üzerine göndererek Bizans Imparatorlugu'na tabi olan bu sehri zapt ettirir. Bütün Osmanli kaynaklan ve özellikle bu olayin meydana geldigi anda yasayan Ahmedî bu sehrin Bâyezid zamaninda feth edildigine isaretle:

"Ne Alasar kodi vü ne Saruhan Ne Aydin u ne Mentese ne Germiyan" der.

Öbür taraftan Saruhan üzerine yürüyen Sultan Bâyezid, burayi harpsiz denecek bir sekilde almis ve emir Hizir Sah ile kardesi Orhan'i Bursa'ya gönderip haps ettirmisti. Bundan sonra Aydin iline giren Bâyezid, Isa Bey'in fazl, kemal ve yasina hürmet ederek ona kendinin ve ecdadinin evkafina mutasarrif olmak üzere kayd-i hayat ile (ölünceye kadar) kendisine Tire'yi ikta olarak vermisti. Bu arada Yildirim, Isa Bey'in kizi Hafsa Hatun ile evlendi.

Sultan Bâyezid, daha sonra kayin biraderi olan Germiyan oglu Yakub Bey'in de üzerine yürüyerek basta Kütahya olmak üzere bütün ülkesini alir. Anadolu birligini kurma gayretinde olan Bâyezid, bütün islerini tamamlamadan bu hareketten vaz geçecege benzemiyordu. Onun için Ahmed ve Mehmet Bey ismindeki iki kardesin idaresinde bulunan Mentese üzerine de yürüdü. Burayi da kendisine baglayan Sultan, aldigi bu yeni yerlerin her birine kendi ogullarini vali olarak tayin etti. Bu arada Kütahya merkez olmak üzere meydana getirdigi Anadolu beylerbeyligine Kara Timurtas'i getirmisti. Bundan sonra Hamidogullari beyligine ait yerlerin pek çogunu ele geçiren Bâyezid, bu arada beylige bagli olan Antalya'yi da Osmanlilara bagli bir sancak haline getirdi. Bütün bu hareketleri ile Yildirim Bayezid, Anadolu'yu bir Osmanli vilayeti haline getirerek merkeziyetçi bir devlet kurmak düsüncesinde oldugunu gösteriyordu.

Sarax 09-15-2008 12:02

OSMANLI DONANMASININ EGE VE AKDENIZDEKI FAALIYETLERI

1390 senesinin yumusak geçen sonbahar ve kis mevsimleri, Osmanlilarin faaliyetlerini daha rahat bir sekilde yapmalarina sebep olmustu. Bati Anadolu'daki beyliklerin Osmanli hâkimiyetine girmesi ile Osmanlilar, Ege ve Akdeniz kiyilarinda uzun sahillere sahip olmuslardi. Latinlerin idaresinde bulunan Izmir hariç olmak üzere bütün bir Ege sahilinin alinmasi ile özellikle Aydin ve Mentese Beyligine bagli bulunan deniz kuvvetleri de Osmanlilara geçmis oluyordu. Bu da Osmanli deniz gücünün gelismesine sebep oluyordu. Nitekim Osmanlilarin ilk mühim deniz faaliyeti bu zamanda yapilmis ve Sarica Pasa komutasindaki 60 parça gemiden mütesekkil bir Osmanli filosunun, Sakiz ve Egriboz adalari ile Yunanistan sahillerini vurmasi üzerine Venedikliler, adalardaki garnizonlan ve istihkamlari takviyeye baslamislardi. Sarica Pasa'nin faaliyetlerinden bahs ederken Hammer: "Bu siralarda Azepler komutani Sanca Pasa da Edirne'de baska bir cami yaptirmaya basladi. Bir kara kuvveti firkasinin (tümen) komutanligi ile Osmanli donanmasi komutanligini elinde toplamis olan bu vezir, Akdeniz Bogazi (Çanakkale) girisinde bir Frenk gemisini esir etmisti. Bu geminin içinde Imparator Manuel'le evlendirilecek olan bir prenses bulunuyordu. Sarica Pasa bu nisanli prensesi sultana takdim edince Bâyezid, onun güzelligine hayran olarak kendisiyle evlendi." diyorsa da gerçekte böyle bir olay cereyan etmemisti. Çünkü Yildirim Bâyezid, sadece üç hanimla evlenmistir ki bunlar da Germiyan oglu Süleyman Sah'in kizi ve Mevlânâ Celaleddin Rumî'nin torunu olan Devletsah Hatun, Sirp Krali Lazar'in kizi Maria Despina ve Aydinoglu Isa Bey'in kizi Hafsa Hatun'dur.

Sarax 09-15-2008 12:02

KARAMAN SEFERI

Sultan Bâyezid, Bati Anadolu'daki beylikleri ortadan kaldirip kendine bagladiktan sonra Karamanogullari üzerine yürür. Çünkü Karaman Beyi Alaeddin Ali Bey, Sultan Murad'in vefatini müteakip Hamideli taraflarindaki Osmanli topraklarindan bir kismi ile Beysehri'ni alarak o taraflari vurmustu. Sultan Bâyezid, önce Hamideli'ne geçti, oradan da Teke yani Antalya taraflarina indi. Antalya'yi alip Firuz Bey'e tevcih etti. 1391 senesinde meydana gelen bu hadiseler esnasinda daha önce Osmanli müttefiki olan Candaroglu II. Süleyman, Osmanli'yi kendisi için tehlike saymis olacak ki Osmanlilarla olan ittifakini bozup Sivas'ta hüküm süren Kadi Burhaneddin ile görüsmelere baslamisti. Bâyezid, Karamanogullari topraklarina girince Karaman oglu Alaeddin Ali Bey, Osmanlilara karsi koyabilmek için Kadi Burhaneddin ile Candaroglu Süleyman'dan yardim istedi. Fakat Bâyezid, bu birlik ve yardimlarin birlesmesine firsat vermeden Karamanogullari'na ait bazi yerleri alip Konya'yi muhasara altina aldi. Bu arada Bâyezid ile basa çikamayacagini anlayan Karaman oglu Alaeddin Ali Bey, Taseline çekilmisti. Kusatma, hasad zamanina tesadüf etmisti. Yildirim Bayezid de babasinin yaptigi gibi halkin mahsulüne asla el dokundurulmamasini emr etti. Sehir halkindan, kale disinda mahsulü olanlara teminat verilerek onlarin rahatlikla disari çikabileceklerini söyledi. Bu teminat üzerine sehir halki kaleden disari çikabiliyor, hasad edebiliyor ve istedikleri bedel ile Osmanli ordusuna satis yapabiliyorlardi. Gerçekten Bayezid, babasi gibi bölge halkina çok iyi davranmis ve satis yapmak isteyen halkin herhangi bir korkuya kapilmadan zahiresini getirip satabilecegini bildirmisti. Halk sattigi esyanin karsiligini tamamen aldiktan sonra çavuslar refakatinda yerlerine gönderiliyordu. Hammer, Aksehir, Aksaray ve Nigde gibi sehirlerin sirf bu sekildeki bir muamele üzerine teslim olduklarini ve kapilarini tekrar Osmanlilara açtiklarini yazar.

Alaeddin Ali Bey, Kadi Burhaneddin ile Candaroglu Süleyman'dan yardim gelmedigini görünce, kayinbiraderi olan Yildirim Bayezid'den baris istemek zorunda kalir. Bunun üzerine Yildirim Bâyezid, barisi kabul ederek zaten Osmanlilara ait olan ve Karamanoglunun eline geçmis bulunan Beysehir, Aksehir ve diger bazi yerleri almak suretiyle antlasma yapar. Böylece iki devletin arasinda Konya Ovasi'ndaki Çarsamba Suyu sinir olarak kabul edilir. Yapilan antlasmadan sonra buralarin idaresi Sari Timurtas Pasa'ya birakildi. Böylece, daha sonra da devam edecek olan Karaman seferinin bu ikinci safhasi bitmis oldu. Bu seferde Bizans Imparatoru V. Ioannes'in oglu Manuel de Yildirim'in ordusunda bulunuyordu.

Sarax 09-15-2008 12:02

ISTANBUL'UN MUHASARASI VE SEHIRDE TÜRK MAHALLESININ KURULMASI

Yildirim Bâyezid, Anadolu'daki seferlerle mesgul oldugu sirada Bizanslilar, bu durumdan istifade ile bazi tedbirler almaya basladilar. Bu meyanda Bizans Imparatoru loannis, ayagindaki agrilara ve yatalak bir halde bulunmasina ragmen, Istanbul surlari ile kulelerinin bazi yerlerini tamir ettirmeye basladi. Bu durumdan haberdar olan Yildirim Bâyezid, bu harekete çok sert bir tepki göstererek tamir ettirilen yerlerin derhal yiktinlmasini ister. Imparator, Yildirim'in yaninda bulunan ve tahtin yegane varisi olan Manuel'i düsünerek tamir edip yaptirdigi yerleri tekrar yiktirir. Ancak Imparator, surlarin yiktirilmasindan kisa bir müddet sonra ölünce, Osmanlilarla birlikte Anadolu seferlerine istirak eden ve Bursa'da bulunan Manuel, bir yolunu bularak Bursa'dan kaçip Istanbul'a gelir ve babasinin yerine tahta oturur.

Âdet oldugu üzere, babasinin matem günlerini geçirdikten sonra Bâyezid'in kendisine ve sehre karsi takindigi tavri düsünmeye baslar. Bâyezid, yeni imparatordan (II. Manuel) vergi artirimi, Istanbul'da bir Müslüman mahallesinin kurulmasi ve bir cami insasi ile bir kadi tayin etmesini ister. Bizans tarihçisi Dukas bu konuyu su ifadelerle dile getirir:

"Bâyezid, Imparator Manuel'e elçiler göndererek, Istanbul içerisinde Türklerin "kadi" tabir ettikleri bir hâkimin devamli olarak bulunmasini arzu ettigini bildirdi. Bu kadi, Istanbul'da ticaretle istigal eden veya o maksatla oraya gidecek olan Müslümanlar arasinda meydana çikacak olan muamelat ve ihtilaflari muhakeme ve hallu fasl edecekti. Bâyezid, Müslümanlarin gâvur mahkemesinde muhakeme olunmalarinin caiz olmadigini, müslümani, kendi hâkiminin muhakeme etmesi icab ettigini, iftiralar ve haksizliklari, daha bir çok seylerle beraber bildirmis, nihayet sunu da ilave etmisti: "Sana emr ettiklerimi yapmak ve taleplerimi yerine getirmek istemezsen, kapilari kapa ve sehrin içinde hükümdarligini yap. Hariçte bulunan her yer ve her sey kâmilen benim olacaktir." Yildirim'in bu talebi redd edilince, Istanbul'u teslim almak için uzaktan muhasaraya basladi. 1391 senesinde baslayan bu tazyik sonucunda Bâyezid, Istanbul surlarina kadar olan bütün Bizans köylerini muhasaraya basladi. Bu kusatma sonunda Manuel, Istanbul'da birkaç yüz ev ile cami ve mahkemesi olan bir Müslüman mahallesinin kurulmasini ve Haliç'in kuzey tarafinda bir Türk garnizonunun bulunmasini kabul etti. Ayrica her sene Osmanlilara vermekte oldugu vergiyi de artirdi.

Sarax 09-15-2008 12:03

YILDIRIM BAYEZID'lN ANADOLU SULTANI ÜNVANINI ALMASI ve diger OLAYLAR

Abbasî Halifeligi döneminde Islâm dünyasinda ortaya çikan yeni devletler, Memlûk hükümdarlarinin yaninda (Misir) bulunan ve fakat siyasî etkinligi fazla olmayan Abbasî halifelerinin kendi hükümdarliklarini tasdik etme arzusunu bir gelenek olarak devam ettiriyorlardi. Böylece devletlerinin taninmasi, mesrulugu ve siyasî nüfuzlarinin artacagina inaniyorlardi.

Filhakika, daha Murad Hüdavendigâr zamaninda baslayan Osmanli-Memlûk münasebetlerinin iyi bir sekilde devam ediyordu. Bu iyi münasebetler, Yildirim zamaninda da devam eder. Bu sebeple 794 senesi Rebiülahir (Subat 1392) ayinda, Rum ülkesinde (Anadolu) sultan olmak için halifeden "tesrif" isteyen Bâyezid'e, Karak Naibi Âmir Hüsameddin Hasan el-Kuckunî'yi birçok hediye ile gönderen Sultan Berkuk'un bu vesile ile dostluk hislerini izhar ettigi görülür.

Kendisine, halife tarafindan gönderilen tesrifi, Bursa'da giyen ve kiliç kusanan Bâyezid, bundan sonra Rum ülkesinin sultani ünvanini almis olur. Bu arada adi geçen elçinin ricasi üzerine Bâyezid, Karamanoglu gibi Kadi Burhaneddin Ahmed ile dostça geçinmeye razi olur. Bununla beraber Bâyezid ile Kadi Burhaneddin arasinda mücadele uzun süre devam edecektir.

Bâyezid'in, halifeden sultan ünvanini almasi, onun Anadolu'daki Türkmen beylikleri üzerine yapacagi seferleri bir mânâda mesrulastiriyordu. Bu, ayni zamanda Anadolu birliginin saglanmasi için de gerekli idi.

Bâyezid, gerek bu hadiseden önce, gerekse sonra Anadolu isleri ile mesgul olmaya baslar. Bu maksatla daha önce kendisine bagli olan, fakat sonradan Kadi Burhaneddin tarafina geçmis bulunan Kastamonu'daki Çandaroglu Süleyman Pasa'yi ortadan kaldirmak ister. Bir taraftan da Anadolu'da Kadi Burhaneddin'e düsman olan beyleri ve özellikle Amasya'da hüküm süren Haci Sadgeldioglu Emir Ahmed'i kendi tarafina çekmeye çalisir. 1391'de Kastamonu üzerine gerçeklestirilen bu harekette Bâyezid, Kadi Burhaneddin'in tarafsiz kalmasini ister. Fakat bu konuda ondan müsbet bir cevap alamaz.

Ancak tam bu sirada Bâyezid, Eflâk voyvodasi Mirçe'nin daha önce kendisine karsi yapilmis bir akinin intikamim almak üzere, Tuna'yi geçip 'Karin Ovasi (Karinâbâd)'ni yakip yiktigini ögrenince Kastamonu seferini birakarak Rumeli'ye geçer. Arkus Ovasinda yapilan siddetli bir muharebede voyvoda esir edilerek kendisinden agir bir fidye alinmis ve Osmanli tabiiyetini kabul ettikten sonra yine memleketine gönderilmisti. Ayni sene hudud beyleri de büyük akinlar yapmislardi. Bu akinlar sonucunda Bosna'ya girerek Naglazinze'ye kadar ilerlemislerdi.

Yukarida belirtilen hadiseden sonra tekrar Anadolu'ya dönen Bâyezid, Kadi Burhaneddin'in, Candaroglu ile birlesmesine meydan vermeden tekrar Kastamonu üzerine yürür. Fakat bu defa da mevsimin kis olmasindan dolayi geri çekilmek zorunda kalir. Zira böyle bir mevsimde hareket üssünden uzak bir mintikada, düsman ülkesinde kalmak dogru bir hareket olmazdi. Bu sebepten dolayi Bâyezid, tekrar Bursa'ya döner. Nihayet 794 (1392) ilkbaharinda Kastamonu bölgesine giren Bâyezid, Candaroglu Süleyman Pasa'nin ölümü ile sonuçlanan savasta, beyligin Kastamonu kolunu ortadan kaldirir. Bununla beraber Süleyman Pasa'nin kardesi olan ve Sinop'ta hüküm süren Isfendiyar Çelebi, Osmanlilarla dost geçindigi için kendisine dokunulmadigi gibi Sinop'ta ayni sekilde kalmasina müsaade edildi.

Bâyezid'in, Kastamonu'yu ilhak etmesi ve Osmancik'i kusatmasi üzerine bir kismi açiktan açiga, bir kismi da istemeyerek Kadi Burhaneddin'e bagli görünen Kelkit, Yesilirmak ve Canik bölgelerindeki beylerin, birer birer Osmanlilara iltihak ettikleri görülür. Bu vaziyet, Osmanlilar ile Kadi Burhaneddin Ahmed arasindaki münasebetleri oldukça gergin bir safhaya soktu. Iki tarafin öncü kuvvetleri arasinda Çorumlu sahrasinda meydana gelen savasta Osmanli askeri bozguna ugrayarak geri çekilmek zorunda kalir. Bu savasta, Bâyezid'in, Karesi ve Saruhan sancaklari valisi bulunan büyük oglu Ertugrul öldürülmüstü. Bu galibiyet, Anadolu'da Kadi Burhaneddin'in söhretini bir kat daha artirdi. Hatta Kadi Burhaneddin, psikolojik etkisinden istifade ile Bâyezid'in Rumeli isleri ile mesgul oldugu ani, firsat bilerek Amasya'yi kusatma altina alir. Fakat mevsimin kis olmasi ve muhtemel bir Osmanli taarruzundan çekindiginden Tokat'a döner. Bu arada Osmanli kuvvetlerinin büyük bir ordu ile Amasya üzerine dogru geldikleri haberini alinca açik bir sahrada onlarla karsilasmamak için Sivas'a çekilir. Böylece Amasya Osmanli idaresine girer. Sancak beyligine de Bâyezid'in oglu Mehmed Çelebi tayin edilir(1393).

Bu hareket üzerine Taceddinogullari, Tasan oglu ve Bafra emiri, Sultan Bâyezid'e bagliliklarini bildirerek onun idaresine girdiklerini kabul ederler. Süleyman Pasa'nin, Bâyezid ile yapilan harpte öldürülmesinden sonra Kadi Burhaneddin'e iltica eden 500 kadar Kastamonu atlisi da Taceddinogullan ve dolayisiyla Osmanlilar tarafina geçmis oluyordu. Bu arada Karaman oglu Alaeddin Ali Bey, Kadi Burhaneddin'e elçi gönderip Amasya'nin Osmanlilarin eline geçmesinden dolayi taziyetlerini bildirmek ve müsterek düsmanlari olan Bâyezid'e karsi birlikte tedbir almak ve görüs ahs verisinde bulunmak üzere kendisini Nigde'ye davet etti. Alaeddin Ali Bey ile görüsüp birlesmek üzere Sivas'tan hareket eden Kadi Burhaneddin, Karaman oglu ile anlasmak söyle dursun, büsbütün bozusup harbe tutusurlar. Aralarindaki düsmanligin gittikçe büyümesi her ikisinin de zayiflamasina ve rakipleri olan Bâyezid'in daha fazla kuvvetlenip Anadolu'daki kuvvetini daha saglamlastirmasina sebep oldu. Rakiplerinin arasinda meydana gelen anlasmazligi gören Bâyezid, artik kendisinin Anadolu'da durmasina gerek kalmadigini anlayarak yeniden Rumeli'deki faaliyetlerine baslar.

Sultan Bâyezid'in bu dönemdeki faaliyetlerini inceleyen Mükrimin Halil Yinanç, kaynaklarin verdigi bilgilere dayanarak söyle der:

"1393 senesi Nisaninda Venedik Senatosu, Türklere karsi birlikte harp etmek üzere Macar Krali ile bir antlasma yapmaya karar vermis ve Macar Kralini harbe tesvik etmeye baslamisti. Diger taraftan uzun zamandan beri Istanbul'da kusatilmis olan Imparator Manuel, Hiristiyan devletlere müracaat ediyordu."

"Macar Kralinin, Tuna kenarina gelmis olmasi ve Bulgarlarin bunlarla birlesme ihtimali, Bâyezid'i endiselendirdiginden Bulgar kralliginin son kisminin da ortadan kaldirilmasina karar verir. Bunun için büyük oglu Süleyman komutasinda bir ordu gönderdi. Bu ordu, Bulgarlarin payitahti olan Tirnova'yi uzun ve siddetli bir muhasaradan sonra feth etti. Daha sonra Tuna sahilinde birer müstahkem mevki olan Silistre, Nigbolu ve Vidin zapt olundu. Nigbolu'ya kapanan Bulgar Krali Sisman, oglu Aleksandr ile birlikte esir edildi. Rivayete göre kral öldürülmüs, oglu da Müslüman olarak Bâyezid'in maiyetine girmistir. Macar Krali Sigismond, Bulgar ülkesinin Türkler tarafindan alinmasi üzerine Hiristiyan devletlere müracaat etmis ve Türklere karsi müsterek bir Haçli hareketi yapilmasi için papayi tesvik etmisti."

Sarax 09-15-2008 12:03

YENI BIR HAÇLI ITTIFAKI VE NIGBOLU SAVASI

Osmanli sinirlarinin Macaristan'a kadar dayanmasi, Macar Krali Sigismond'u korkutmaktaydi. Zira Sigismond, ufuktan azametle yuvarlanip gelmekte olan Osmanli dalgasinin, er geç kendi ülkesini de basacagini görmekteydi. Tek basina altindan kalkamayacagini bildigi bir tehlikeye karsi gece rüyalarini, gündüz hülyalarini tutan ümid, her seye ragmen yine de bir Haçli ordusunun yardiminda görüyordu. Fakat imdadina çagirabilecegi devletlerden Venedik, bu Katolik dindasina müzaheret eder görünmekle beraber, Sigismond'un zaferinin Balkanlarda bir Macar hegemonyasina yol açacagindan da endiseleniyordu. Cenevizliler ise siyasî ve iktisadî hayatlarinin saglikli bir sekildeki devamini Osmanlilarin teveccühünü kazanmakta gördüklerini gizlemiyorlardi.

Sigismond, Osmanli tehlikesini bertaraf etmek ve hatta Kudüs'e kadar gidebilmek için Avrupa'nin muhtelif memleketlerine elçiler göndererek yeni bir Haçli ittifakinin kurulmasini istiyordu. Bu ittifakin kurulmasi için Papalik makami da, yogun bir faaliyete giriserek kiliselerde Müslüman Türkler aleyhinde vaazlar verdirmeye basladi. Bu tesebbüsler, hedef Türkler oldugu için kisa bir süre içinde olumlu bir sonuç verdi. Böylece Sigismond ile isbirligi yapan Avrupa, heyecan ve ümid içinde idi. Yalniz Fransizlar degil, Ingiltere, Iskoçya, Lehistan, Avusturya, Italya, Isviçre ve Güneydogu Avrupa ülkelerinden gelen kuvvetler, Bulgaristan'da Sigismond 'un komutasi altinda toplanmaya basladi. Avrupa'nin her kösesinden süzülüp gelen cengaver, cesur ve tecrübeli sövalyeler, Osmanli ordusunu aramaya basladi.

Birlesik Avrupa kuvvetlerinden meydana gelen bu birlikler, Sigismond'un kendilerine bildirdigi gibi, karsi tarafta bir tecavüz hareketi göremeyince, arastirmaya basladilar. Onlar, bu salib (haç) düsmanini bulup tepelemek istiyorlardi. Onlara göre bunu yapmak bir zaruret idi. Zira bu bir haç seferi idi. Ona tapmayani ezmek yolunda gecikmek olmazdi. Üstelik Eflak Voyvodasi Mirçe ile Bizans Imparatoru da Osmanlilar ile olan ittifaklarini bozmus, gizli gizli hazirliklarini tamamlamislardi.

Papanin destegi ile tertiplenen bu Haçli seferine batili bütün sövalye ve asilzâdelerin katildiklari görülmektedir. Osmanlilara karsi büyük bir kin ve nefret hissi ile dolu olan Haçlilar, Avrupa'yi bunlardan (Müslüman Osmanlilar'dan) temizlemek istiyorlardi. Bunun temini için de her sey yapilabilirdi. Büyük bir birligin toplanmasi gerekiyordu ki bu da gerçeklesmisti. Nitekim, maiyetinde 1000 Fransiz sövalyesi ile 7000 civarinda yardimci ve ücretli asker bulunan Burgonya dukasi Jean de Nevers basta olmak üzere birçok asilzâdenin maiyetindeki Alman, Ingiliz, Italyan, Ispanyol ve Polonyali sövalyeler oldugu gibi, 1394 seferinin intikamini almak isteyen Eflâk Voyvodasi Mirçe ve bir kisim Erdel kuvvetlerinin istiraki ile mevcudu 100.000'i (Sükrüllah, Behçetu't-Tevârih 130.000 kisi) bulan ve Türkleri Avrupa'dan sürmek gayesini güden bu Haçli ordusu, Tuna boyunca ilerleyerek Vidin ve Rahova'yi aldiktan sonra 12 Eylül 1396'da Nigbolu önüne gelmisti. Venedik ve Rodos gemilerinden mütesekkil bir donanmanin da yardimi ile kaleyi muhasaraya basladilar.

Osmanli tarihi bakimindan önemli olan bu zaferi, kaynaklarin müsterek dili ile kisa ve ana hatlari ile buraya almak istiyoruz. Nigbolu kalesini kusatma altina alan Haçli ordusuna karsi kale muhafizi Dogan Bey, siddetli bir müdafaada bulunur. 15 gün devam eden bu kusatma esnasinda Istanbul önlerinde bulunan Sultan Bâyezid, Haçlilarin hareketini duyar duymaz, muhasara manciniklarini yakip, Sucaeddin Evrenos Bey'i ileri göndermisti. Kendisi de Islâm âlemine müracaat edip durumu bildirdikten sonra yaninda bulunan 10.000 askerle yola çikar. Anadolu ve Rumeli kuvvetlerinin Kara Timurtas ile sehzadelerin komutasinda sür'atle toplanip Edirne'de kendisine ulasmalari üzerine 60.000 kisiden meydana gelen Osmanli ordusunun basina geçen Sultan Bâyezid, sür'atle Sipka geçidini asmis ve Timova'da Stephan Lazaroviç ile birlestikten sonra Osma vadisinde Nigbolu ovasina hakim bir tepede ordugâhini kurar. Kaynaklarin verdigi bilgilere göre kalenin erzak ve mühimmat durumunu bizzat tesbit eden Bâyezid, 25 Eylül 1396 pazartesi günü (Osmanli kaynaklarinda Cuma) Nigbolu önünde meydana gelen savasta mahirâne bir manevra ile iki kisma ayirdigi ordusunun yaya askerini yani yeniçerileri merkeze koyup onlarin etrafinda kapikulu süvarilerini tesbit ile sag ve sol kollara timarli sipahileri koymustu. Arkada da ihtiyat kuvvetleri bulunuyordu. Osmanli ordusunun harb nizami hilâl veya agzi açik kerpeten seklinde idi.

Iki ordu, Nigbolu kalesi yakininda karsilastilar. Galibiyet serefini kazanmak isteyen Fransiz süvarileri, baslangiçta Bâyezid'in merkezde yeniçerilerin önündeki ilk kademede bulunan ve Azep denilen hafif yaya kuvvetleri üzerine yüklenip onlari maglub ve imhaya basladilar. Fransizlar, teslim olanlari bile öldürdüler. Bundan sonra da Azeplerin gerisindeki Yeniçeri kuvvetleri üzerine yüklendiler. Fakat Yeniçerilerin ok yagmuruna tutularak epey telefat verdiler. Ayni zamanda da sol kanatta Anadolu askerine komuta eden Sehzade Mustafa kuvvetlerinin yandan taarruzuna ugradilar. Fakat, bunlari da bertaraf ederek ilerlediler. Plân geregince Osmanli merkez kuvveti bir miktar geri alindi. Bu çekilmeden cesaret alan Fransizlar, daha da ileri giderek kiskacin içine girdiler. Onlar, Osmanli plânini bilen Sigismond tarafindan ileri gitmemeleri ve kiskacin içine girmeyip beklemeleri hakkinda verilen emri dinlemediler. Bu defa plân geregi Osmanlilarin üçüncü hatti da ikiye ayrildi. Böylece Fransizlar tepeyi isgal etmis ve muharebenin Türklerin maglubiyeti ile neticelendigini zannettikleri sirada bizzat pusudan çikan Bâyezid'in komutasindaki kuvvetlerle karsilasinca sasirdilar. Fakat fazla zayiat vermemek için daha önce atlardan inmis ve yaya olarak harb eden Fransizlar, geri dönüp atlarina binmek istedilerse de kaçacaklari kapinin kapanmis oldugunu görerek sasirdilar. Bunlari kurtarmak için Sigismond'un gönderdigi kuvvetler ilerleyemeyerek geri çekilmek zorunda kaldilar. Tuzaga düsmüs olan kuvvetler kismen imha ve kismen esir edildiler.

Osmanli ordusunun merkezine hücum eden Fransiz kuvvetleri ile olan muharebe, üç saat kadar sürmüstür. Eflâk Voyvodasi Mirçe, muharebenin gidis seklini görünce neticeyi kestirerek hemen memleketine dönmüstü. Muharebenin en tehlikeli olan ilk safhasi bittikten sonra Türk kuvvetleri, derhal ve siddetle Sigismond'un kuvvetlerine hücum etmislerdi. Ihtiyat kuvvetlerini bile muharebeye sokmus olan Macar Krali, hiçbir basari elde edemedi. Sonunda kesin sonucun alinma zamaninin geldigini gören Yildirim Bâyezid, kendi ihtiyat kuvvetlerini taarruza geçirmek suretiyle Haçlilari müthis bir panige ugratti. Sigismond, maiyetindeki bazi adamlarin yardimi ile Tuna nehrine gelip kendini bir balikçi kayigina zor atti. Nehirdeki Venedik amirali Mocenigo'nun kadirgalarindan birine yanasarak Karadeniz yolu ile Istanbul'a gelebildi. Oradan da Marmara ve Çanakkale Bogazindan geçip Modon limanina ugradiktan sonra Dalmaçya'ya çikarak memleketine gidebildi.

Nigbolu muharebesinde Haçli ordusuyla gelen prens ve asilzâdelerden bir kismi öldürülmüs bir kismi da esir alinmisti. Muharebe sonunda savas meydanini gezen Yildirim Bâyezid, kendi hudud muhafizlarinin ve teslim olmalarina ragmen bir kisim esirlerin insafsizca öldürüldüklerini görünce fevkalâde müteessir olup gözlerinden yaslar akmisti. Kendi esirlerine yapilan bu muameleyi gören Bâyezid, buna karsilik olmak üzere düsmandan ele geçirilen esirlerin bir kismini öldürttü. Harbe istirak etmeden kaçmis olan Eflâk kuvvetleri ile Hirvat askerlerinden baska, diger bütün düsman kuvveti ya imha edilmis veya kaçarken nehirde bogulmustu.

Nigbolu'da esir düsenlerden bir kismi önce Edirne'ye oradan da Gelibolu'ya götürülüp Haçli donanmasi ile bogazdan geçmekte olan Sigismond ve maiyetindekilere teshir edildikten sonra Bursa ve Mihaliç'e nakledilmislerdi. Bunlardan bir kismi da Memlûk sultani el-Meliku'z-Zahir Ebu Said

Berkuk'a gönderilmisti. Nigbolu'da esir düsen asilzâdeler, sonradan Macaristan, Fransa ve Kibris krallarinin tesebbüsü ve Midilli prensinin kefaleti ile 200.000 altin florin fidye karsiligi serbest birakilmislardir.

Nigbolu'da elde edilen parlak zaferden sonra daha önce düsmanin eline geçmis olan kaleler geri alindigi gibi Osmanli himayesinde bulunan Vidin Bulgar kralligina da son verilmisti. Bundan sonra Macaristan'a büyük bir akin yapilarak külliyetli miktarda esir alinmisti. Bu savastan sonra Garp dünyasi bir anda en seçkin asilzâdelerini kayb etmis, süngüden kurtulan veya Tuna'da bogulmayan kiliç artiklari ise bassiz, idaresiz ve perisan kafileler halinde geldikleri yerlere dogru daglara düsmüslerdi.

Öte yandan Nigbolu muzafferiyetinden elde edilen ganimet ve fidyelerden alinan hisseler ile Anadolu ve Rumeli'de birçok hayrat yaptiran Bâyezid'in Nigbolu'da ismine izafe edilen camii de bu sirada yaptirmis olmasi muhtemeldir.

Savasi müteakip, akinci ve sekbanlar yerlestirilmek suretiyle uç beylerinin faaliyet merkezi haline getirilen Nigbolu, serhad livasi olarak Osmanli idaresinde mühim bir rol oynamistir. Genellikle Tuna geçitlerine hakim bir noktada, Eflâk'i tehdid eden bir üs özelligini tasiyan Nigbolu, Osmanli hükümdarlarinin zaman zaman Eflâk ve Macaristan seferlerine çiktiklari bir yer olarak Eflâk ve Macar krallarinin taarruzlarina hedef olmustu.

Sarax 09-15-2008 12:05

ISTANBUL KUSATMASI

Nigbolu zaferinden önce Istanbul'un Yildirim tarafindan kusatma altina alindigini, fakat zaferle sonuçlanacak olan Nigbolu hadisesi sebebiyle muhasaranin kaldirildigina daha önce temas edilmisti.

Yildirim Bâyezid, Haçli ittifakinin tesvikçisi durumundaki Imparator Manuel'e elçi göndererek Istanbul'un teslimini istemisti. Manuel bu istege cevap bile vermedi. Bunun üzerine sehrin dis dünya ile irtibati kesilerek kusatma daraltildi. O dönemlerde kale surlarini yikacak büyüklükte toplar bulunmadigindan sehir halkinin açlik sikintisi ile teslim olacagi düsünülüyordu. Gerçekten de halk, bu yüzden sehri teslim etmeye meyilli idi. Zira Istanbul halki, Manuel ve Silivri Beyi Ioannis taraftan olmak üzere ikiye bölünmüstü. Henüz deniz kuvvetleri fazla güçlü olmayan Osmanlilar, denizden bir sey yapamadiklari gibi, gelecek olan yardima da mani olamayacaklardi. Bununla beraber, Bizans'in Karadeniz ile olan baglantisini kesmek için Bogaziçi'nde müstahkem bir kale, yani Anadolu Hisan (Güzelce Hisar) insa ettirilip Istanbul'un muhasarasi siddetlendirildi. Tam bu esnada bas gösteren Timur tehlikesi üzerine Yildirim Bâyezid, muhasarayi kaldirmak zorunda kaldi. Bu arada Bizans, Yildirim'in sartlarim da kabul ediyordu. Buna göre:

1- Her sene Osmanli hazinesine verilmekte olan haracin arttirilmasi.

2- Istanbul'da bir Türk mahallesi kurularak bir cami yapilmasi.

3- Istanbul'daki Müslümanlarla Rumlar arasindaki anlasmazliklari Islâm hukuku çerçevesinde karara baglamak üzere bir kadi tayin edilmesi.

4- Silivri de dahil olmak üzere Silivri'ye kadar olan yerlerin Osmanlilara terki.

Bizans Imparatoru, bu antlasmaya riayet ederek Istanbul'da Sirkeci'de Türkler için yedi yüz hâne ile bir mescid tedarik etmisti. Padisah da Istanbul'da ikamet etmek üzere Tarakli Yenicesi ile Göynük ve Karadeniz sahili taraflarindan buraya göçmen nakl ettirerek iskan etmisti. Ayrica kadi (hakim, yargiç) ve imam da tayin etmisti.

3- KARAMANOGULLARI'NIN OSMANLILARA BAGLANMASI

Osmanlilarin, Rumeli'de yeni sefer ve fetihlerle ugrasmasini firsat bilen ve Osmanogullari'nin bütün bir Avrupa'ya karsi gelemeyecegini düsünen Karamanoglu Alaeddin Ali Bey, bu sirada Osmanlilara ait olan Ankara'ya yürüyerek orayi ele geçirdi. Burada bulunan Anadolu Beylerbeyi Sari Timurtas Pasa'yi esir aldigi gibi maiyetinden bir çok kimseyi de öldürdü. 1395 ve 1396 yillarinda Kadi Burhaneddin ile yaptigi muharebelerde yenilen ve Aksaray sehrini kayb eden Alaeddin Ali Bey'in Ankara'yi ele geçirmesi, büyük bir hata idi. Çünkü Nigbolu savasindan sonra kendisini çok daha kuvvetli gören ve Avrupa'dan hiç bir tehlike beklemeyen Yildirim Bâyezid'le tek basina karsi karsiya kalmisti. Bu hareketi ile o, Karamanlilari, Anadolu Selçuklulari'nin mirasindan da mahrum etmis oluyordu. Bununla beraber Alaeddin Ali Bey, vaziyetin kendisi için kötü olacagini anlamakta gecikmedi. Bunun üzerine derhal Sari Timurtas Pasa'yi serbest biraktigi gibi yanina bir elçi katarak af dilemek ve yeni bir antlasma yapmak üzere Yildirim'a gönderir. Baris teklifini red eden Bâyezid, Anadolu ve Rumeli'deki bütün kuvvetlerini toplayip Karamanoglu üzerine yürür. bu durum karsisinda Alaeddin Bey, bütün gücü ile Bâyezid'e mukabele edebilmek için harekete geçer. Basta Varsak, Turgutlu ve Bayburtlu asiretleri olmak üzere birçok Türkmen boyundan ve bu arada hizmetinde bulunan Kara Tatarlardan kuvvetli bir ordu meydana getirir.

Iki ordu Konya ovasinda karsi karsiya gelir. Iki günlük bir muharebeden sonra sonucu belli edecek bir netice alinmayinca ikinci günün aksami gece yarisindan sonra otuz bin kadar Osmanli askeri, Karamanoglu kuvvetlerinin gerisini çevirir. Iki ates arasinda kalan Karamanoglu, Konya kalesine kaçmak suretiyle kendini zor kurtarir. Konya, on bir gün kadar muhasara edildi. Konya halki, mal ve canlarina dokunulmamak sartiyla sehri teslim edebileceklerini gizlice Bâyezid'e bildirirler. Alinan tertibat üzerine sehir teslim oldu. Kaleden çikan Alaeddin Ali Bey, Osmanli askerleri ile çarpisti ise de muvaffak olamayacagini anlayinca kaçmaya baslar. Fakat bu esnada attan düserek yakalanir. Yakalanir yakalanmaz derhal Yildirim Bâyezid'in huzuruna getirilir. Padisah, enistesi olan Alaeddin Bey'e niçin böyle yaptigini ve kendisine niçin itaat etmedigini sorar. O da: "Niçin sana itaat edeyim, ben de senin gibi bir hükümdarim" cevabini verir. Bu söze cani sikilan Bâyezid, onu, Ankara'da basip esir aldigi San Timurtas Pasa'ya teslim eder. Timurtas Pasa da derhal onu katl eder. Alaeddin Bey'in acele katlinden müteessir olan Yildirim Bâyezid, Pasa'yi tekdir etmis, fakat onun ikna edici konusmasi ve ileri sürdügü deliller üzerine sükûnet bulmustur. Bâyezid, bundan sonra Konya'ya bir vali tayin ederek Larende (Karaman) üzerine yürüdü. Burada Yildirim Bâyezid'in kizkardesi ve Alaeddin Ali Bey'in hanimi, iki oglu ile birlikte kardesinin karargâhina gelir. Padisah, çadirindan çikarak kiz kardesini disarida karsilar. Böylece Larende 1397 yilinda Osmanlilarin idaresine girer. Padisah, kiz kardesi ve çocuklarini Bursa'ya gönderir.

Alaeddin Ali Bey'in katli üzerine Karamanlilar'a ait sehirlerin Toroslarin kuzeyindeki sehirler (Konya, Larende, Nigde, Develi, Karahisar) Osmanlilara geçmisti. Sadece Toros daglarinin güneyinde kalan Mut, Ermenek, Taseli ve Içel, Karamanoglu ailesinin diger kolundan gelen beyler elinde kalmisti.

Karaman Beyligi'nin ortadan kaldirilmasi, Anadolu tarihi bakimindan mühim bir hadise idi. Zira bu hadiseden sonra Sivas'ta bulunan Kadi Burhaneddin Ahmed, Osmanlilarla ayni siniri paylasir olmustu. Bu da onun Osmanlilardan çekinmesine sebep olmustu. Zira daha önceki bazi faaliyetleri, onu Osmanlilarla hasim hale getirmisti. Osmanlilara karsi mukavemet etmesi mümkün olmadigindan bütün gururuna ve Memlûk Devleti ile olan geçmisine ragmen bu devlete tabi olmak zorunda kaldi.

Sarax 09-15-2008 12:06

KADI BURHANEDDIN DEVLETI'NIN OSMANLI HÂKIMIYETINE GIRMESI

Karamanogullari'nin, Osmanlilar'a baglanmasindan sonra Anadolu'da merkeziyetçi bir idare kurmak ve Anadolu birligini saglamak düsüncesinde olan Bâyezid, Canik bölgesindeki bazi Türk beylerini idaresi altina almak için harekete geçer. Bu gayenin gerçeklesmesi için 1398 ilkbaharinda o taraflara dogru bir sefere çikarak Canik Beyi Kubadoglu Cüneyd'in üzerine varir. Sonunda bunun merkezi olan Müslüman Samsun'u zapt eder. Osmanli hâkimiyeti altinda bulunmak sartiyla Cüneyd Bey'e Ladik ve diger bazi kaleler birakilir. Samsun ve havalisi bir sancak itibar edilerek, Bulgar Krali Sisman'in, Müslüman olan oglu Aleksandr'a verilir.

Yildirim Bâyezid, daha sonra Bafra ve Giresun bölgesindeki beyler ile Çarsamba ve Terme havalisine hâkim olan Taceddinogullari'ni, sonra da Havza ile Merzifon'a hâkim olan Tasanogullari'ni Osmanlilara baglar. Bu bölgelerin zapti ile Karadeniz bölgesindeki Osmanli sinin, Trabzon Rum Imparatorlugu sinirina kadar dayanmis oluyordu.

Anadolu'daki bu basarilar sonucunda Yildirim Bâyezid, Kadi Burhaneddin Devleti'nin kuzey, bati ve güneybati taraflarini ele geçirmisti. Fakat Sivas merkez olmak üzere Anadolu'nun büyük bir kismi hâlâ Kadi Burhaneddin'in idaresinde idi. Yildirim Bayezid ile Kadi Burhaneddin birbirlerine bu kadar yaklasmis olmalarina ragmen müsterek bir düsmana karsi koymak için isbirligi yapmaktan çekinmediler. Bu tehlike, dogudan gelen ve daha sonra Anadolu'yu kasip kavuracak olan Timur tehlikesiydi.

Anadolu'ya gelecegi haberi alinan Timur'un, Kadi Burhaneddin'e elçi gönderdigi ve kendisine tabi olmasini istedigi anlasilmaktadir. Bunun üzerine Kadi Burhaneddin, Osmanli hükümdari ile Misir Sultani (Memlûk)na mektuplar göndererek tehlikeyi haber vermis ve "bilesiniz ki ben her ikinizin de komsusuyum ve benim memleketim sizin memleketiniz demektir. Ben, sizin hududlarinizin siperiyim ve askerlerinizin öncüsüyüm. Yoksa ben ona nasil mukavemet edip ve nasil müsademe edebilirim. Halbuki onun ahvalini isitmissinizdir. Nice ordular bozmustur. Eger siz bana imdad ederseniz ben ona karsi dururum, beni yalniz birakirsaniz beni ona karsi harcamis olursunuz. Sizin önünüzde bulunan ben, size gelecek belalara kâfiyimdir. Maazallah eger ondan bana bir zarar gelirse pek me'muldur ki size de sirayet edecektir. Benim, Timur'un mektubuna cevap vermemekligini sizden alacagim cevaba göre bir cevap olacaktir."

Yildirim Bâyezid, Kadi Burhaneddin'in mektubundan son derece memnun olup mütalaasini begenmis ve kendisine su cevabi göndermisti:

"Eger Timur seni birakip giderse ne âla. Sayet vaz geçmezse karsi koyacak bir orduyu ona karsi sevkederiz ve onun için istedigin kadar ona mukavemet et. Basiret ve hüsnü niyet üzere olup onun askerinin çoklugundan korkma. Zira nice az cemaat (topluluk) çok cemaata galebe etmistir. Eger sizce lüzum görürseniz bizzat kendim geleyim ve askerimle oraya ineyim. Sizin bayraklariniz daima basta ve ayakta olsun. Ben, senin kilicina kol ve sana bazu olayim." Fakat bu muhabere devam ederken, kaderin bir cilvesi olacak ki, Timur daha Anadolu'ya gelmeden Kadi Burhaneddin vefat eder.

1398 yilinda Kadi Burhaneddin'in, Akkoyunlu hükümdari Karayülük Osman Bey ile yaptigi savasta ölmesi, Osmanlilarin onun ülkesine sahip olmalarina sebep oldu.

Sivas, Kayseri ve çevresi hükümdari Kadi Burhaneddin, bir zaman kendisine tabi olan ve daha sonra muhalefete kalkismis bulunan Akkoyunlu asiretinin reisi Karayülük Osman Bey'i takib ederek onunla meydana gelen muharebede yakalanip katledilmisti. Sivas halkinin karan ile oglu Alaeddin Ali Bey (Zeynelâbidin) babasinin yerine hükümdar olmustu. Fakat Karayülük diye söhret bulan Osman Bey, Sivas'i muhasara edip almak istediginden Sivas'in ileri gelenleri Osmanli hükümdarini yardima çagirmislardi. Yildirim Bâyezid bu daveti kabul ederek oglu Süleyman Çelebi vasitasiyle Sivas üzerine yirmi bin atli ve dört bin yaya göndermisti. Bu birlik, Karayülügü maglub ederek Sivas'i kurtarmisti.

Süleyman Çelebi, Sivas'i kendisi zapt etmeyip babasini davet ettiginden büyük bir kuvvetle gelen yildirim Bâyezid, sehre girmisti. Bâyezid, Kadi Burhaneddin'in oglu Zeynelâbidin'i, enistesi olan Dulkadiroglu Nasiruddin Bey'in yanina gönderdi. Böylece Kadi Burhaneddin'in ülkesi (Sivas, Tokat, Niksar, Sarkî Karahisar, Kayseri, Kirsehir ve Aksaray), yani Orta Anadolu'nun dogu kismi da Osmanli Anadolu birligine katilmis oldu. Bâyezid, oglu Süleyman Çelebi veya Mehmed Çelebi'den birini buraya vali tayin eder. Kadi Burhaneddin'in devlet erkanini ve bütün askerlerini maiyetine alir. Böylece, Kara Tatarlar da Osmanli Devleti'nin hizmetine girerler.

Kadi Burhaneddin Ahmed'in ülkesinin alinmasindan sonra Osmanli Devleti, Anadolu'nun yarisindan fazlasina hâkim oluyor, kuvvet ve kudretçe Misir Memlûk hükümdarligina rakib olacak bir hale geliyordu. Ayni zamanda Misir Devleti'nin hâkimiyeti altinda bulunan Malatya ve çevresi ile Divrigi ve civarini da tehlikeye sokmus oluyordu. Is bu kadarla da kalmiyordu. Zira Memlûk hâkimiyetini tanimis olan Dulkadirogullari Beyligi de tehlikeye giriyordu. Bu durumdan endiselenen Memlûk hükümdari Berkuk, Bâyezid'in çok kisa zamanda kazandigi bu parlak zaferlerden ürkmeye baslamis ve bilhassa onun Hiristiyan dünyasinda elde ettigi zafer ve fetihler dolayisiyla, kendi Müslüman tebeasinin ona karsi dogacak sevgi ve hissiyatini da düsünerek, o dönemde Misir'da Malikî Mezhebi'nin bas kadisi olan meshur Ibn Haldun'a kendisinin Timur'dan çekinmedigini, asil Bâyezid'den korkmakta oldugunu söylemisti.

Yildirim Bâyezid'in Bati ve Iç Anadolu'nun tamamini idaresi altina alarak doguya dogru bir genisleme siyaseti gütmesi, Osmanli Devleti ile Timur'un Imparatorlugunu da karsi karsiya getirdi. Bu arada Osmanli Devleti tarafindan bagimsizliklarina son verilen Anadolu beyleri, bu iki Müslüman devleti karsi karsiya getirmek için gayret sarf ediyorlardi. Bunlar, savas atesini alevlendirmek için olaylarin üzerine körükle varmaya basladilar.

Sarax 09-15-2008 12:07

MALATYA'NIN ZAPTI

Sultan Bâyezid, Kadi Burhaneddin'in ülkesini kendi ülkesine ilhak ettikten sonra Bursa'ya dönmüstü. Bundan kisa bir müddet sonra 15 Sevval 801 (20 Haziran 1399) günü vefat eden Memlûk Sultani Berkuk'un bu ani vefati, gerek ülkesinde gerekse disarda bazi tesirlerin meydana gelmesine sebep olmustu. Timur'un, kendisinden çekindigi Berkuk'un ölümüne sevindigi anlasilmaktadir. Nitekim Ibn Hatib en-Nâsiriya'nin bildirdigine göre Berkuk'un ölümünden büyük bir ferah ve sevinç duyan Timur, ölüm haberini getirene 15.000 dinar vermisti. Ibn Arabsah ise, Hind seferinde iken bu haberi alan Timur'un sevinçten adeta uçtugunu tasvir eder.

Memlûk Sultani Berkuk'un ölümü üzerine yerine geçen oglu Ferec'in küçük ve tecrübesiz olmasi yaninda emirler arasinda meydana gelen ihtilaflar ayni zamanda Yildirim Bâyezid'i de memnun etmis görünmektedir. Sayet Ahmedî'nin verdigi bilgileri dogru kabul edersek Yildirim'in da buna sevindigini söyleyebiliriz. Fakat bu sevincin dogrudan dogruya ve sadece ölüm sebebiyle mi yoksa baska bir maksattan mi kaynaklandigi belirtilmemektedir. Ahmedî bu konuya bir açiklik getirmeden söyle der:

"Buni isidüb Sam'a ol kasd eyledi

Misir benüm oldi deyü söyledi.

Demedi ol öldi ben dahi ölürem.

Söyle kim ol oldi ben dahi oluram."

Gerçekten, Ferec'in küçük ve tecrübesiz olmasi, o esnada Timur'un da Hindistan'da büyük bir istila ile mesgul olmasini firsat bilen Bâyezid, daha önce Anadolu Selçuklulari ülkesinde iken bilahare Misirlilar eline geçmis olan bölgelerin zaptina karar verir. Bunun için daha önce Kadi Burhaneddin'e ait oldugunu belirttigi Malatya'nin kendisine verilmesi için Nasirüddin Ferec'e bir elçi gönderir. Red cevabi almasi üzerine Sivas'tan Malatya'ya gider. Sehrin müdafaa edildigini görünce sehri kusatir. Bu kusatmanin devam etmesinin aleyhlerine olacagini anlayan Malatyalilar teslim olur. Yildirim, oraya bir miktar asker koyarak geri döner. Bu arada Memlûklara ait Kâhta, Besni, Divrigi ve Darende kaleleri de Osmanlilara geçmis olur. Böylece Elbistan da, Orta Firat havzasina kadar uzanan Osmanli hududu içine girmis olur.

Misir'da meydana gelen saltanat degisikliginden istifade ile Malatya ve çevresini alan Yildirim Bâyezid'e karsi kader, baska bir sekilde tecelli edecekti. Bu tecelli de Ahmedî'nin dedigi sekilde olacakti.

Misir'da meydana gelen sarsintiyi dikkatle takip edenlerden biri de süphesiz ki Timur'du. O, Osmanlilar ile Memlûklular arasindaki çatismayi çok iyi degerlendirip her iki düsmanini ortadan kaldirmak için zamanin geldigine karar verir. Timur, 1400 yilinda Azerbaycan ve Dogu Irak'ta hâkimiyetini yeniden kurduktan ve Gürcistan'i zapt ettikten sonra Pasinler'e dogru yol almaya baslar. Bu sirada Bâyezid'e itaati kabul etmeyen Erzincan Emiri Mutahharten Bey ile Bâyezid tarafindan beyliklerine son verilen Mentesoglu, Saruhanoglu Hizir Sah, Germiyanoglu Yakub Bey, Aydinoglu Isa Bey'in oglu Musa Bey, Timur'a bas vurarak kendisine olan bagliliklarini bildirip topraklarini geri almak için yardim isterler. Buna karsilik, Timur'un önünden kaçan ve Bagdad'da hüküm süren Celayirli Sultan Ahmed ile Karakoyunlu hükümdari Kara Yusuf, Sultan Bâyezid'e siginirlar. Bunlara büyük bir iltifat gösteren Bâyezid, Sultan Ahmed'e Kütahya sehrini, Kara Yusufa da Aksaray'i ikamet yeri olarak tahsis eder. Ayrica bu sehirlerin gelirlerini de onlara verir.

Bu iki düsmaninin, Bâyezid tarafindan kabul ve himaye edilmesi, zaten savasmak üzere Anadolu'ya gelmis olan Timur'a savas için bir firsat verir. Iki hükümdar arasinda teati edilen mektuplar müsbet bir netice vermez. Hatta Timur, Osmanli idaresindeki Sivas'a girerek (Agustos 1400), sehri savunan herkesi kiliçtan geçirtti. Timur, yalniz Sivas'i tahrib ile kalmamis, hatta kendisini mushaflar (Kur'an ve Kur'an sayfalan) ve tevhidler ile karsilamaya çikan çocuklari, ordusundaki atlarin ayaklari altinda çignetmistir. Âli'nin, Künhü'l-Ahbar (III, s. 96)'inda zikr edilen bu vak'a, Timur ile ayni zamanda yasamis olan Ermeni tarihçisi Thomas de Medzoph tarafindan da kayd edilmistir. Böyle bir katliamdan sonra Sivas adeta bir harabeye dönmüs oldu. Timur, daha sonra güney istikametinde hareket ederek Malatya ve Suriye'yi isgal eder. Gerek Haleb, gerekse Suriye'nin diger sehirlerinde büyük zulümler yapar. Sam'da (Dimask) büyük bir katliama girisen Timur, sonunda Yezid b. Muaviye'nin kabrini buldurarak açtirir. Kemiklerle birlikte kabri yaktirip içine pislik doldurur.

Timur'un güneye inmesinden istifade eden Bâyezid, Sivas ve Erzincan'i da alarak Timur'a karsi stratejik bir üstünlük saglamaya çalisti. Bir ayaginin sakat olmasindan dolayi Osmanli tarihlerinde "Timurlenk" veya "Aksak Timur" diye isimlendirilen Timur ile Bâyezid arasinda teati edilen mektup ve gönderilen hediyeler de bir fayda saglayamamisti. Zira, Timur'un teklifleri bir bakima Osmanli hükümdarinin diger beyler gibi tamamen kendisine tabi olmasini emr eden bir mahiyet tasiyordu. Nitekim o, Sultan Bâyezid'den su isteklerde bulunuyordu:

1- Kemah'in Mutahharten'e geri verilmesiyle ailesinin serbest birakilmasi.

2- Sehzadelerinden birinin kendi yanina gönderilmesi.

3- Metbuiyet alâmeti olarak kendisine gönderilecek olan külah ile kemerin kabul edilmesi.

4- Anadolu beylerinden alinan yerlerin yine eski sahiplerine iade edilmesi.

5- Kara Yusuf'un kendisine teslimi. Bu esnada Kara Yusuf, Osmanlilar'in yanindan ayrilmis oldugundan istenenin Kara Yusuf'un ailesi oldugu anlasilmaktadir. Yildirim Bâyezid gibi bir hükümdar için çok olmasina ragmen o, bu sartlan degerlendirmek için çevresiyle istisarede bulunur.

Bununla beraber, bütün bunlara karsi ihtiyatli hareket edilmesini tavsiye eden vezir-i azam Ali Pasa'ya Sultan Bâyezid söyle diyecektir:

"Serefimiz ve karsi koyacak kuvvetimiz vardir. Tâbi olamayiz ve istiklâlsiz yasayamayiz." Bu esnada o, Timur'la meydana gelebilecek bir savasi düsünerek Bizans Imparatoru ile anlasir ve Istanbul muhasarasini kaldirip oradaki askerini geri çeker.

Sarax 09-15-2008 12:07

ANKARA SAVASI

Bâyezid ve Timur arasinda teati edilen mektuplar, ortaligi yatistirmaya kifayet etmeyince muharebe kaçinilmaz bir hal almisti. Tarihlerde tafsilatli ve genis bir sekilde verilen Ankara Meydan Muharebesi'nin bütün detaylarina temas etmeyecegimize isaret etmek gerekiyor.

Büyük bir casusluk ve haber alma teskilatina sahib oldugu anlasilan Timur, elindeki kuvvetler ile Anadolu'da fazla bir is göremeyecegini anlayarak, Orta Asya'da bulunan en güzide kuvvetlerini getirmeye mecbur olmustu. Kisi, Karabag'da geçirdikten sonra Azerbaycan ve Gürcistan'da yeniden toplayip düzene soktugu ordusuyla Anadolu'ya yürümeye karar vermisti. Böylece Timur, bu yeni ordusuyla Erzurum ve Kemah yolunu takib ile Orta Anadolu'ya dogru yol almaya basladi. Osmanlilardan aldigi topraklan tekrar Türkmen beylerine vererek onlarin destegini sagladi. Böylece, Osmanlilarin, senelerce ugrasip sagladigi Anadolu birligini de bozmus oldu.

Kirsehir'e dogru yürümekte olan Timur, o sirada Osmanli kuvvetlerinin kendi üzerine dogru gelmekte oldugunu haber alinca, durumun kendisi için müsait olmadigini anlayip telasa kapilir. Ordusunun erkâni ile görüserek Osmanli ordusunu arkada birakmak üzere Ankara yolunu tutar.

Timur, Ankara önüne gelir gelmez Ankara kalesini kusatir. Kale muhafizi Yakub Bey, burayi bütün gücü ile müdafaa eder. Timur, Bâyezid'in kendisinin geldigi yoldan gelecegini tahmin ile o cepheyi iyice tahkim eder. Ankara kalesini de kuzey dogu yani iç kale tarafindan almak istiyordu. Bu maksatla kalenin suyunu keserek Osmanli kuvvetleri gelmeden önce burayi düsürmeye çalisiyordu.

Timur, Osmanli ordusunun daha geç gelecegini de tahmin etmisti.

Fakat o, bu tahmininde yanilmisti. Çünkü Bâyezid'in kuvvetleri seri bir yürüyüsle çok daha evvel ve hem de Timur'un hiç beklemedigi bir yoldan gelip ortaya çikmislardi. Halbuki Timur, Osmanli ordusunu güney dogudan gelecek diye beklerken Osmanlilar kuzey dogudan yani Kalecik, Rayli üzerinden gelerek Çubukova'da Meliksah köyüne inmislerdi. Buna göre Timur bir baskina ugramis demekti. Bu tehlikeli durum karsisinda buhranlar geçiren Timur, itidalini muhafaza ederek bütün gece çalisip cephesini degistirmis ve kale kenarindan da çekilmisti. Timur'u bu sekilde hazirliksiz yakalayan Bâyezid ise hayatina mal olacak bir hata isliyordu. O, Timur'un bu durumundan istifade etmek için, ogullari ile komutanlarinin hemen taarruza geçilmesi hakkindaki israrlarini dinlemeyerek büyük bir firsati kaçirmis oldu. Bâyezid, mertçe bir muharebe olmasini istiyordu. Böyle bir anlayis ve bekleme, Timur'a vakit kazandirip onu düsmüs oldugu tehlikeli durumdan kurtarmisti.

Ankara Muharebesi diye meshur olan ve Anadolu'daki Osmanli hâkimiyeti ile Istanbul'un fethini yarim asir geciktiren bu savasin, gün olarak tarihi hakkinda farkli görüsler bulunmaktadir. Bununla beraber dogruya en yakin olan görüse göre 27 Zilhicce 804 (28 Temmuz 1402) tarihinde yapilmistir.

Her iki ordunun mevcudu hakkinda kaynaklar farkli bilgiler vermekte iseler de, Timur'un ordusunun daha kalabalik oldugunda (160 bin) birlesmektedirler. Bu büyük güce karsilik Osmanli ordusunun mevcudu ise yetmis bin civarinda idi. Ankara yakinindaki Çubuk Ovasi'nda yapilan savasin baslangicinda Osmanlilar üstün bir duruma gelmislerdi. Fakat Osmanli ordusundaki Kara Tatarlarin ihaneti ve Anadolu Beylerine bagli timarli sipahilerin Timur tarafina geçmeleri, harbin Osmanlilar tarafindan kayb edilmesine sebep oldu.

Bu tehlikeli hal üzerine Bayezid'e geri çekilmesi tavsiye edildiyse de o, bunu kabul etmedi. Harbin kayb edildigini gören Yildirim Bâyezid, Vezir-i Azam Ali Pasa ile Murad Pasa, Yeniçeri Agasi Hasan Aga ve Karesi subasisi Inebeye, büyük sehzade Süleyman Çelebi'yi alip kaçirmalarini emr eder. Böylece Yildirim'in basina bir sey gelse bile devleti yeniden kurmak ve toparlamak için bir sehzade kurtulmus olacakti. Bu esnada ihtiyat kuvvetlerinin basinda bulunan Çelebi Mehmed de maiyetinde bulunan bin kadar adam ile sancak merkezi olan Amasya'ya dogru gitmisti. Bundan baska Osmanli ordusunda bulunan Sirp despotu ile kardesinin komutasi altindaki kuvvetler de kaçmislardi. Bütün bunlara karsi Yildirim Bâyezid yerinde duruyor ve Minnet Bey'in kaçma teklifini red ederek serefle ölmeyi tercih ettigini söylüyordu. Fakat bulundugu yerde kalmasinin uygun olmadigini anlayarak daha gerideki Çataltepe'ye çekildi. Maiyetinde iki üç bin yaya ve atli kuvveti kalmisti. Bu kuvvetlere karsi yetmis bin kisilik Timur kuvvetleri merkezden hücum ediyordu. Çataltepe bir kaç kat Timur kuvvetleri ile sarilmisti. Bâyezid, elinde balta ile hücum edenleri orada hemen yere seriyordu. Bâyezid, bu durumdan kurtulabilmek ve Timur'un kat kat olan saflarini yarmak için ortaligin kararmasini bekliyordu. Bir ara az bir kuvvetle ilk muhasara hattini yarip firlamaga muvaffak oldu. Fakat sayisiz çenberle çevrilmis oldugundan her muhasara hattini zorlukla geçiyordu. Bâyezid'in kaçtigi haberi alininca takibi için büyük bir kuvvet gönderildi. Nihayet son müdafaa tepesinden üç saat ayrildiktan sonra ati yere yuvarlandi. Yeni bir ata binmesine meydan verilmeden yakalandi. Böylece Bâyezid, Timur'a esir düstü (28 Temmuz 1402). Böylece kaderin, savaslarda süratli hareket etmesinden dolayi, kendisine layik gördügü Yildirim ünvanina sahip olan bu mert ve cesur hükümdar, aleyhine örülen agin içine düserek esir alinmis oldu.

Mevlânâ Hatifî, Sehnâmesinde Yildirim Bâyezid'in hücumlarindan ve kahramanca çarpismasindan bahs ederken söyle der:

"Bâyezid Han, öyle bir siddetle hücum eylemis ki, önüne geleni yere düsürüp Timur'un önüne kadar varmis. Timur, kendi üzerine dogru yildirim gibi bir fedainin geldigini görünce ürkmüs ve fena halde korkmustu. O esnada Timur'un yaninda bulunan Germiyanoglu, kendisine "Han'im, gafil olma bu firsat bir daha ele geçmez. Bu fedai Yildirim Han'in kendisidir." deyince Timur hemen kemandazlarina "Sakin Yildirim'a bir zarar getirmeyiniz, sag olarak ele geçiriniz" diye emir vermisti. Dört bir taraftan kemendler atilarak Yildirim'i attan düsürdüler. Yaya kalinca etrafini sardilar. Yildirim Han hançerle bir çok kisiyi hâk-i helâke serdi (öldürdü). Nihayet birçok kisi etrafini sarip onu yakaladilar. Yildirim teslim olmadi, silahini da teslim etmedi. Bununla beraber onu kullanamayacak sekilde her taraftan tutmuslardi.

Ankara galibiyeti ile Anadolu'yu harabeye çevirecek olan Timur, bu galibiyetini Fransa krali VI. Sari ile Ingiltere krali IV. Henri'ye bildirmek üzere mektuplar yollamis ve kendilerinin Nigbolu Muharebesinde yenemedikleri Osmanli hükümdarini yenip esir aldigini bildirmistir. Farsça metni elimizde bulunan mektuba göre Timur, Fransa kralindan büyük bir övgü ile bahs etmekte ve müsterek düsman olarak kabul ettigi Osmanli Devletini perisan ettigini bildirmektedir. Isin önemli noktalarindan biri de Fransa kralinin mektubunu getiren F. Fransiskos adindaki papaza Timur'un çok iyi davranmis olmasidir. Fransa kralina devamli iyi dualarda bulundugunu ifade eden Timur, "bizim ve sizin düsmanlarimizi müzmahil eyledim" gibi bir ifade ile âdeta Osmanlilari ortadan kaldirmak için bati ile is birligi yapmis ve belki de onlarin tesviki ile Anadolu'ya gelmis görünmektedir. Nitekim sözü edilen mektupta Timur söyle demektedir:

"Bu muhibbinin, yüz bin selam ve hayirhahligini dünyalar kadar çok hulusunu Fransa krali kabul buyursun. Ed'iye (dualar) tebliginden sonra siz emir-i kebirin re'y-i âlilerine arz olunur ki, Ferrari Fransiskos adindaki vaiz rahib tarafimiza geldi. Ve mulûkî mektuplari getirdi. Ve siz emir-i kebirin iyi adini ve azamet-i sanini bize bildirdi. Çok mesrur olduk. Su dahi beyan olunur ki, leskerenbuh ile gidüp yaver-i bari-i Teala ile bizim ve sizin düsmanlarimizi müzmahil eyledim. Bundan sonra sultaniye sehrinin murahassasi F. Cevanî'yi huzurunuza gönderdim. Her ne ki vaki oldu ise arz ve takrir eder. Simdi siz emir-i kebirden rica ederim ki, daima nâme-i humayunlarinizin irsal kilinup bize haber-i selamet ve afiyetiniz ilâm oluna..."

Timur, muharebeden sonra Osmanli kuvvetlerini takib için asker sevk ettigi gibi Osmanli sehzadesi Süleyman Çelebi'yi yakalamak üzere de torunu Mehmed Mirza'yi otuz bin kisilik bir kuvvetle Bursa üzerine göndermisti.

Ankara önünde sekiz gün kalan Timur, oradan Kütahya'ya gelir. Burayi begendigi için bir ay kadar burada kalir. Bursa üzerine hareket eden Mehmed Mirza'nin maiyetinde amcasinin oglu Ebu Bekir Mirza, Emir Cihan Sah, Emir Seyh Nureddin ve Emir Süyüncük bulunuyordu. Bursa'ya kadar olan yerleri yagmalayan bu 30 bin kisilik birlik, henüz Bursa'ya ulasamadan Süleyman Çelebi kizkardesi Fatma ile küçük kardesi Kasim Çelebi'yi yanina alarak kaçmaya muvaffak olmustu. Bursa halkinin bir kismi Uludag'a çekilmis, bir kismi da sahile dogru firara baslamisti. Kaçmaya çalisanlarin çogu esir edildi. Semseddin Cezerî, Seyyid Semseddin Muhammed Buharî ve Semseddin Muhammed Fenarî gibi Bursa'nin önemli sahsiyetleri de bu esirler arasinda bulunuyorlardi. Emir Seyh Nureddin, Bursa'yi elde edince yagmaya baslar ve mal için Bursa halkina her türlü zulüm ve iskenceyi reva görür. Bunlar, halka bir sey birakmayacak derecede onlari soyarlar. Bursa'nin çevresi de bu talihsizlikten nasibini alir. Bu soygun ve tahribattan sonra tamamen ahsab mimariye dayali olan Bursa atese verilir. Böylece Bursa tamamen yanar. Timur'un kuvvetleri, Süleyman Çelebi'nin kaçirmaya muvaffak olamadigi bütün Osmanli hazinesini ele geçirmisti. Bunca senelik seferlerin sonunda toplanan bu zengin hazine ile sarayin kiymetli esyasi Timur'un veziri Serafeddin Ali ile Müstevfî Seyfeddin Tunî tarafindan defter yapilip kayd edildi. Bu arada daha önce Sehzade Mustafa'ya nisanlanmis bulunan Ahmed Celayirî'nin kizi, Bursa'da esir alinanlar arasinda idi. Bâyezid'in zevcesi (Sirp kralinin kiz kardesi) ile iki kizi da galiplerin eline düstü. Bütün bunlar, Kütahya'da bulunan Timur'a götürülüp takdim edildi.

Timur, Kütahya'da bulundugu sirada etrafi vurdurup kendi emniyetini sagladiktan sonra Bâyezid'in, memleketlerini almis oldugu Karaman, Germiyan, Aydin, Saruhan, Mentese ve Hamid ogullari'nin beyliklerini tekrar kendilerine iade eder. Bunlar, Timur'un yüksek hâkimiyeti altinda dedelerinden kalan yerlere tekrar sahip olurlar. Timur, Bâyezid'in oglu Süleyman Çelebi'ye mektup yazarak kendisine tabi olmasini bildirmisti. Bunun üzerine o da Seyh Ramazan ismindeki elçisi vasitasiyle bu teklifi kabul ettigini bildirmisti. Buna karsilik Timur kendisine baglilik alâmeti olarak tac ve hil'at göndermisti. Böylece o, Süleyman Çelebi'ye Trakya'yi, Çelebi Mehmed'e Amasya ve çevresini, Isa Çelebi'ye de Bursa ve havalisini vererek yüksek hâkimiyeti altinda Osmanli Devleti'ni üç parçaya böldü. Bu vesile ile ileride meydana gelecek olan ve Osmanli tarihinde "Fetret devri" diye anilacak kardesler arasindaki taht mücadelelerine zemin hazirlamis oldu.

Anadolu'da sekiz ay kadar kalan Timur, birçok sehri yakip yagmalattirdiktan sonra Rumeli, adalar, Bizans imparatoru ve Memlûk sultanini nüfuzu altina aldi. Anadolu'da eski beylikleri ihya edip kurduktan ve Osmanli Devleti'ni dagittiktan sonra memleketine döndü. Giderken, Selçuklular zamaninda Mogollar tarafindan Anadolu'ya getirilip yerlestirilen Kara Tatarlari da yaninda götürmüstü.

Sarax 09-15-2008 12:07

YILDIRIM BÂYEZID'IN ÖLÜMÜ

Bazan Anadolu'da, bazan da Rumeli'de ismine yarasir bir sekilde firtina gibi esip simsek gibi çakarak Osmanli Devleti'nin lehinde olacak sekilde bütün Türk beyliklerini tasfiye eden, Bizans'i muhasara ve tehdid eyleyen, Dogu Roma tahtinin mukadderatini Müslüman Türk menfaatleri adina istedigi gibi tasarruf eden, Nigbolu'da Haçli ordularina kesin cevabi veren, bu sürekli zaferlerinden dolayi Abbasî halifesi tarafindan "Sultan-i Iklim-i Rûm" ünvani tevcih edilen Yildirim Bâyezid, Timur'un eline düstükten sonra onunla birlikte Bati Anadolu seferlerinde hazir bulunuyordu. Timur, cengaver ve bir zamanlar firtina gibi esmis olan bu esirini gittigi her yere kendisiyle birlikte götürüyordu. Onbes gün gibi kisa bir zamanda Izmir'i zapt eden Timur, dönüsünde henüz Osmanlilara bagli bulunan Uluborlu ve Egridir kalelerini zapt ettirdi. Bâyezid, Egridir'in zapti esnasinda hastalanmisti. Bunun üzerine Timur, onu Aksehir'e göndermisti. Tedavisi için de meshur tabiplerinden Izzeddin Mesud Sirazî ile Celaleddin Arabî'yi göndermisti.

Yildirim Han'in tedavisine memur edilen doktorlarin bütün çabalarina ragmen, cevval, izzet-i nefis sahibi, magrur ve zaferden zafere kosmaya alismis bir hükümdar olan Yildirim, maglubiyet ve esarete tahammül edemedi.

Zaman zaman Timur'la yapilan sohbetlerde Timur'un kendisini serbest birakacagina ve tekrar Osmanli Devleti'nin basina geçecegine dair söyledigi sözlere de inanmayan Yildirim Bâyezid'in, keder ve üzüntüden gelen bu hastaligina çare bulunamadi. Bunun için 14 Saban 805 (9 Mart 14.03) Persembe günü ruhunu teslim edip intikal-i dâr-i beka eyledi. Öldügü zaman kirk iki yaslarinda oldugu bildirilen Yildirim'in zehir kullanmak suretiyle intihar ettigine dair bilgiler varsa da bunlar gerçegi yansitmamaktadirlar. Zira çagdasi ve Yildirim'i yakindan taniyan tarihçi Ibn Arabsah ile Osmanli tarihçilerinden Enverî, Sükrüllah, Karamanî Mehmed Pasa, Hoca Saadeddin ve Solakzâde gibi kaynaklar ile Timur'un tarihçisi Serafeddin Ali Yezdî ve Nizameddin Samî kesin olarak intihardan bahs etmezler. Bunlara göre o, nefes darligi ve hunnaktan ölmüstür. Solakzâde (Tarih, I, 122) gerçekleri bilmeyen bazi kimselerin tarih yazmaya basladiklarini, cahil olduklari için hakiki sebepleri bilmediklerini söyleyerek bu zehir meselesine söyle temas eder: "Buldugunu yazan ve tarihi zapt etme yolundan azan bazi ozanlar, tarih yazmaya ölçümlenip pek çok farkli kaviller irad etmislerdir. Bunlar ne saltanatin sanina layik gönüller begenen tabirleri bilirler, ne de cülûs tarihleri ve halifelik müddetlerine vâkiftirlar. Padisahlarin ölümlerinin sebepleri beyaninda da nice lâyik olmayan sözler yazip ser'ce cevaz verilmeyen meseleleri o yüce padisahlara isnad edip zehir içti veyahut Timur'un hekimleri zehirlediler diye buhtan ve iftira etmislerdir" der. Gerçekten onun hastaliklarina esaret zilleti ve keder de eklenince kisa bir süre içinde vefat etmistir. Hükümdarligi 14 sene kadar devam etmistir. Ölümü müteakip cesedi tahnit edilerek Aksehir'de Mahmud Hayranî türbesine konulmustur. Timur, onun vefati üzerine yaninda bulunan ailesine taziyetlerini bildirerek ihsanlarda bulunmustu. Semerkand'a dönerken cesedi oglu Musa Çelebi'ye teslim ederek hükümdarlara yarasir bir merasimle defn edilmesini istemis, Musa Çelebi'ye de babasinin mülkünde hükümdarlik için kemer, murassa kiliç ve yüz at vermistir. Yildirim Bâyezid'in na'sinin Bursa'da kendisinin insa ettirdigi Cami yanina defnini vasiyet ettigini söylemeleri üzerine Timur, Yildirim'in tabutunu ve Musa Çelebi'yi Germiyanoglu Yakub Bey'e teslim ederek Bursa'ya gönderdi.

Tarihlerde, azim ve irade sahibi, cesur, cevval, mert, dobra dobra konusan bir kimse olarak zikr edilen Yildirim Bâyezid, ayni zamanda dindar bir kimseydi. Mizac itibariyle sert, hirçin ve inatçi olan Yildirim Bâyezid, Sirp prensesi ile evlendikten sonra, Vezir-i Azam Ali Pasa'nin da tesvikiyle içkiye baslar. Bu sefahat ve isret hayati zamanla saray muhitinden disari tasarak kütleye de sirayet etmekte gecikmez. Özellikle ikbal ve mevki hirsi iliklerine kadar islemis olan Vezir-i Azam Ali Pasa, kendine uydurdugu arkadaslari ile gerek devletin adalet ve insaf töresine, gerek politika ve cemiyet gidisatinda hayli gedikler açti. Bu sebepledir ki, memlekette meydana gelen ahlâkî çöküntü, zamanla kadilarin bile rüsvetle is görmesine sebep olmustu. Nitekim Hoca Saadeddin Efendi'nin ifadesine göre (Tâcu't-Tevârih, I, 139-140) Osmanli tarihinde "kadiyân-i fi'n-nâr" diye tarihlere geçen hadise, insanlarin can ve mali üzerinde genis bir tasarruf yetkisine sahip olan ve günümüz ifadesiyle yargiç denen kadilarin, adalete göre hükm etmemeleri yüzünden Sultan Bâyezid tarafindan yakilmak suretiyle cezalandirilmalarinin istenmesi hadisesidir. Gerçeklesmeyen ama düsünülen bu hadise bize, Bâyezid'in adalet anlayisina ne kadar önem verdigini gösterdigi gibi, onun ne kadar dindar bir kimse oldugunu da göstermektedir. Gerçekten onun, Ali Pasa'nin igva ve tesiri ile sadece kendi sahsi ile ilgili yaptigi bazi islerden ve içkiden tamamen tevbe ettigi, bir daha içki âlemlerine katilmayacagini belirterek söz verdigi, tarihî kaynaklardan anlasilmaktadir. Nitekim Sükrüllah (Behcetu't-Tevârih, 57) gerek adalet anlayisi, gerekse bu içki meselesine temasla söyle der:

"Yeniden adalet gösterdi. Kadilari topladi. Onlarin kiyiciliklarindan sorusturdu. Taaddiden, seriata aykiriliktan, rüsvetten özge nesne bulmadi. Kimden, seriata aykiri nesne almislarsa ödenmesini buyurdu. Onlarin terbiyesini verdi. Azli gerekeni azl etti. Halk, ülkeler alanin yüksek adalet ve sefkatini isitince ekim biçimleri, is güçleri ile, yurtlarini senlendirmekle ugrasir oldular. Osmaneli her ne kadar senlik idiyse de on kat daha senlendi. Gazi sultan, kötü ve süpheli islerden çekinmeyi ve Tanri'dan korkmayi kamudan ileri tuttu. Beglerle sultanlarin görenegi olan seriata aykiri eglence, çalgi ve bunun gibi aldatici Albizin (seytan) kuruntusundan gelen ne ki varsa hepsini birakti. O zamanin bilginleri ve seyhleri onun arkadasligi ile yücelirlerdi."

Kaynaklar, onun Bursa Ulu Camii'nin insasi esnasinda bir hatirasini bize nakl ederler. Buna göre Bursa'daki Ulu Cami insa edildigi zaman Bâyezid, Emir Sultan diye söhret bulan Semseddin Muhammed Buharî ile birlikte caminin binasini kontrol etmeye gelir. Konusma esnasinda padisah, bu güzel binanin Hz. Emir'in hosuna gidip gitmedigini sorar. Emir Hazretleri de yapinin saglamligi, güzelligi, alaninin genisligi ve çatisinin yüksekliginin tam bir ölçü ve olgunlukta oldugunu söyledikten sonra söyle der:

"Pek güzel olmus, lakin civarinda dört köseye de birer meyhane yapilsaydi" deyince Sultan Bâyezid: "Cami-i Serif, Allah'in evidir. Civarinda meyhanenin ne isi var?" der. Bunun üzerine Emir Sultan: "Padisahim, gerçekte Allah'in evi mü'minin kalbidir. Niçin kalbinizi içki ve münkeratla dolduruyorsunuz?" diyerek tarihî bir nasihatta bulunmus olur. Emir Sultan'in bu nasihati derhal tesirini gösterecek ve sultan bundan böyle içki içmeyecegine söz vererek eski hatalari için de tevbe eder. Biraz önce de temas edildigi gibi o, sadece içkiyi terk etmekle kalmaz, ayni zamanda bütün islerin, Allah'in rizasina uygun bir sekilde görülmesini, dogruluk ve adaletten sapilmamasini, memleketin imar edilmesini, hayir tesislerinin insa edilip halka hizmetin saglanmasini ister. Bizzat kendisi bu neviden faaliyetlere ön ayak olarak her sahada halkina örnek olur. Zaten hareket ve davranislari da bunu ortaya koyar. Nitekim Bursa kadisi olan Semseddin Muhammed Fenarî'nin mahkemede sahidlik yapmak üzere gelen padisahin, cemaatla namaz kilmayi terk ettigi için sehadetini sahih saymayarak kabul etmemesi, bunu göstermektedir. Bizans tarihçileri, padisahin özellikle Nigbolu zaferinden sonra kendisini zevk ve eglenceye kaptirdigini zikr ederler. Bu sebepledir ki son asir Avrupa müellifleri, zamanindaki hükümdarlarin çogundan daha üstün olan Bâyezid'in isret ve sefahat yüzünden fikrî ve bedenî kabiliyetlerini kayb ederek inhitata ugradigini ve bu sebeple tac ve tahtini kayb ettigini yazarlar. Bu ifadelerde büyük bir mübalaga oldugu anlasilmaktadir. Zira her sene Anadolu'nun bir ucundan Rumeli'nin öteki ucuna kadar, bazan bir kaç defa at kosturan, mütemadiyen harp ve devlet islerini tedvir ile mesgul olan hükümdarin isret ve sefahata ne kadar zaman ayirabilecegini düsünecek olursak mesele daha bir kolaylikla anlasilmis olur.

Bâyezid'in ne kadar âdil, hak perest ve tebeasini seven bir hükümdar oldugu hakkinda tabip Ibnu's-Sagir'den naklen Misir tarihçilerine geçen malumat dikkat çekicidir. Buna göre o, her gün herkesin belli zamanda kendisini uzaktan bile görebilecegi genis bir yere gelir ve her taraftan gelen tebeasinin sikâyet ve arzularini birer birer dinler. Tebeasinin maruz kaldiklari zulümleri derhal izale ederdi. O, idaresinde bulunan memleketlerde adalet ve asayis tesis etmisti.

Bâyezid, azim ve irade sahibi, mütehevvir, aceleci ve her seyden nem kapan bir hükümdardi. Bununla beraber âlim ve seyhlere karsi mütevazi ve hürmetkârdi. Muasiri olan hükümdarlara karsi ise magrur oldugu gibi, sahsen pek cesur oldugundan en büyük tehlikelere atilmaktan çekinmezdi. Zamaninda yasamis olan Misir ve Suriye tarihçileri, Bâyezid'in Islâm hükümdarlarinin en hayirlisi ve en büyügü oldugunu zikr ederler. Bundan baska onun, çagdasi olan diger Islâm hükümdarlarinin cihad ve gazayi birakmalarindan dolayi onlara kizdigini da yazarlar. Keza bunlar, Yildirim Bâyezid'in Müslüman hükümdarlarin kendi tebealarindan kanunsuz vergi almalarina tahammül edemedigini ve bu yüzden onlara kizdigini da açikça belirtirler.

Bu hükümdar, bir asirdan beri anarsi ve mücadelelerle çalkalanan Anadolu'ya bir vahdet getirerek buradaki insanlara siyasî bir birlik kazandirmis ve onlari bir bayrak altinda toplamaya muvaffak olmustu. Böylece Bâyezid, Anadolu Selçuklu sultanlarinin gerçek halefi oldugunu isbatlamisti. Ancak Ankara maglubiyeti ile Anadolu'daki birlik bozularak bölge tekrar tefrika içine sokulmustu.

Sarax 09-15-2008 12:08

ANKARA SAVASI'NIN SONUÇLARI

Ankara Muharebesi'ndeki maglubiyet, Osmanli tarihi için oldugu kadar Anadolu'daki Türk tarihi için de büyuk bir felaket oldu. Zira bu savasin verdigi zafer sarhoslugu ile Timur, bir kasirga gibi eserek bütün bir Anadolu'yu yakip yikmisti. Bu arada çocuklar dahil olmak üzere binlerce kisiyi esir alip hunharca katl etmekten de çekinmemisti. Onun bu zulümleri, Anadolu insaninin hafizasinda silinmeyerek hâlâ canliligini muhafaza etmektedir.

Timur, Anadolu beyliklerini yeniden canlandirarak Osmanlilar da dahil olmak üzere hepsini kendine bagladi. Böylece Anadolu birligini de parçalayarak Osmanli Devleti'nin büyük mücadeleler sonucunda kurmaya muvaffak oldugu bu birligi ortadan kaldirarak, bölgedeki Islâmî hareketin zayiflamasina sebep oldu. Böylece Islâm topraklarinin ortasinda bir ada gibi duran Hiristiyan Istanbul'un fethi ve Anadolu birliginin yeniden kurulmasi yarim asir gecikmis oldu.

Osmanli Devleti'ni üçe bölen Timur, bu hareketi ile Yildirim Bâyezid'in çocuklari arasinda taht kavgalarinin baslamasina sebep olmustu. Osmanli Devleti'nin Anadolu'daki sinirlan ise hemen hemen Sultan I. Murad'in devri baslarindaki sinirlarina çekilmisti. Buna karsilik Timur'un tesir sahasindan uzakta kalan Rumeli, bütünlügünü koruyarak Osmanli Devleti'nin agirlik merkezi durumuna yükseldi.

Gerçekten Ankara'da ugranilan hezimet, Balkanlar'daki Hiristiyan tebea üzerinde kötü denebilecek hiç bir tesir yapmamisti. Hiristiyan Balkan halklari, Osmanli idaresine bagli kalmislardi. Bu durum, Rumeli'deki Osmanli idaresinin komsu Hiristiyan devletlerden daha âdil oldugunu gösteren en açik delillerden biridir. Osmanli Devleti, bagli bulundugu dinin geregi olarak gayr-i müslim tebeasina karsi âdilâne bir idare ve siyaset takip ediyordu ki, bu da, o firtinali ve tehlikeli havada Rumeli'nin hadisesiz olarak elinde kalmasina sebep olmustu. Bazi yabanci kaynaklar, Osmanli Devleti'nin, Timur'un darbesini yeyip parçalandigi ve sehzadeler arasinda taht kavgalari basladigi halde Balkan devletlerinin Osmanlilar'a karsi birlesememelerini, kiliselerinin birlesmemesine baglamislardir. Halbuki Osmanli idaresi, tebeasi arasinda adalet ve âhengi temin etmek ve onlarin dinî islerine karismamak suretiyle bu güveni saglamis oldu. Bundan baska Osmanlilar, Balkanlardaki Hiristiyan Ortodoks mezhebine mensub mutaassib halkin Katoliklere karsi âdeta müdafaasini üstlenmislerdi. Bu anlayisla, onlarin dinî ve vicdanî akidelerine karsi saygi gösteriyorlardi. Bu sebeple onlarin bu akidelerine kimsenin müdahale etmesine de izin vermiyorlardi. Bunun içindir ki Rumeli'deki Ortodoks tebea huzur içinde yasiyordu.

Sarax 09-15-2008 12:08

FETRET DEVRI

Osmanli tarihinde, kardeslerin saltanat mücadelisi verdikleri ve 1413 yilina kadar devam eden karisikliklar dönemi diyebilecegimiz "Fetret Devri", Timur'un uyguladigi bir siyasetin sonucu olarak ortaya çikmistir.

Yildirim Bâyezid, Ankara Savasi'nda Timur'a esir düstügü zaman en büyükleri Süleyman olmak üzere Isa, Mehmed, Musa, Mustafa ve Kasim adlarinda alti erkek çocuga sahipti. Bunlardan besi babalari ile birlikte Ankara Savasi'na katilmislardi. Kasim ise çok küçük oldugundan Bursa'da kalmisti.

Süleyman Çelebi, muharebenin kayb edildigini görünce babasinin emri üzerine Vezir-i Azam Çandarlizâde Ali Pasa, Murad Pasa, Yeniçeri agasi Hasan Aga ve Subasi Eyne Bey ile birlikte yanindaki kuvvetlerle Bursa'ya gelmis, buradan da küçük sehzade Kasim'i alarak büyük zorluklarla Rumeli'ye geçebilmisti. Isa Çelebi, muharebe meydanini terk ettikten sonra Balikesir taraflarinda saklanmis, Mehmet Çelebi Amasya'ya çekilmis, Musa ve Mustafa ise babalari ile birlikte esir düsmüslerdi.

Asil gayesi, güçlü bir Osmanli Devleti yerine, kendisine bagli ve onun yüksek hâkimiyetini taniyan parçalanmis birkaç Osmanli Beyligi meydana getirmek olan Timur, baslangiçta bu gayesine ulasmis görünmekteydi. Ayrica o, Yildirim Bâyezid tarafindan kurulmaya çalisilan Anadolu birligini de parçalamak istiyordu. Bu sebeple Anadolu beylerine ait yerleri Osmanlilardan atip tekrar eski sahiplerine verdi. Geriye kalan Osmanli ülkesini de Bâyezid'in dört oglu arasinda paylastirmisti Edirne'de bulunan Emir Süleyman'a Rumeli'deki yerleri verip kendisine tabi oldugunu ifade eden hükümdarlik alâmeti olarak kemer, külah ve hil'at göndermistir. Diger sehzadelerden Isa Çelebi Balikesir ve Bursa'da, Mehmed Çelebi Amasya'da, Musa Çelebi ise Isa'yi Bursa'dan çekilmeye mecbur ederek Bursa'da Timur'un al damgasiyla hükümdar olmuslardi.

Ankara Savasi'ndan sonra Anadolu'da sekiz ay kadar kalan Timur, uyguladigi siyasetin meyvelerini verdigini gördükten sonra Doguya dönüp Çin seferine çikarken arkasinda biraktigi Anadolu'nun politik yapisi Sultan I. Murad'in hükümdarligi sonundaki durumu andiriyordu. Timur, Bâyezid'in ele geçirdigi topraklari geri almisti. Böylece Sultan Murad'in Ankara'dan Akdeniz'e açtigi Osmanli koridoru kapanmis oluyordu.

Karamanoglu Mehmed Bey, Anadolu'nun üçte birini kaplayan ve içlerinde Hamidogullari ve Germiyanogullari'nin topraklarinin dogu bölgeleri ile Kayseri, Isparta, Antalya ve Alaiyye gibi kentler bulunan büyük bir devletin basina getirilmisti. Timur, Anadolu'da Osmanlilara karsi koyabilecek bir güç meydana getirmek için böyle yapmisti. Mehmet Bey, Osmanlilar da dahil olmak üzere bütün beyliklerin emiri olarak ilân edilmisti.

Timur'un, Anadolu'da uyguladigi bu parçalama politikasi sonucunda Osmanli ülkesi sehzadeler arasinda taksim edilmis, on bir sene süren ve tarihlerde Osmanli Devleti'nin parçalanmasindan dolayi "Saltanatta Ara" denilen ve kanli hadiselerle dolu bir devrin açilmasina, fetihlerin durmasina, Istanbul Imparatoru'nun türlü entrikalarla bu durumu körüklemesine sebep olmustu. Hatta bazi Avrupalilar, yeni bir Haçli Seferi düzenledikleri takdirde Osmanlilar'i Avrupa'dan atabileceklerini düsünür olmuslardi.

Ankara Savasi ve bunun sonucunda bir daha kalkinamamasi plâni ile Osmanli Devleti'nin parçalanmasi bu devlet için mühim ve büyük bir darbe olmakla birlikte çeyrek asirda kendisini sür'atle toplamaya muvaffak olmasi bu devletin teskilât ve müesseselerinin saglamligini göstermektedir. Buna karsilik Hindistan, Iran, Azerbaycan, Irak, Suriye ve Ege Denizine kadar genis topraklar üzerinde fetihlerde bulunmus olan Timur'un, ölümünden kisa bir müddet sonra devletinin ortadan kalkmasi, onun sadece tedhise dayali bir devlet kurdugunu göstermektedir.

Sarax 09-15-2008 12:31

SEHZADELERIN HAKIMIYET MÜCADELESI

Ankara bozgunu, yüz sene zarfinda Anadolu'nun hemen hemen tamamina yakin bir kismi ile Rumeli'nin Tuna boylarina kadar en mühim yerlerini zapt eden Osmanli Devleti için büyük bir felaket olmustu. Ankara hezimeti ile bassiz duruma düsen Osmanli Devleti'nin Rumeli'deki topraklari Hiristiyan devletlerle çevrili olmasina ragmen bu devletin yikilip ortadan kalkmayisi, onun ne kadar saglam temeller ve müesseseler üzerine kuruldugunu göstermektedir. Böyle tehlikeli bir dönemde Balkanlar'da, Osmanli Devleti'ne karsi ayrilma veya isyan etme seklinde bir hareketin görülmemesi, Osmanlilarin, buralarda yasayan Hiristiyan halka gösterdikleri âdilâne muameleden kaynaklanmaktadir. Müslüman Türkler, Balkanlar'daki Ortodoks halki, Katoliklerin baskisindan kurtarmak, onlarin dinî inançlarina kimseyi karistirmamakla din ve vicdan hürriyetine sayginin en güzel örneklerini vermislerdi. Gerçekten de hiç bir devletin idare tarzi, Osmanlilarin idaresi kadar iyi olamazdi. Balkan halklari bu gerçegi çok aci tecrübeler sonunda anlamislardi.

Öyle anlasiliyor ki, Osmanli sehzadeleri arasindaki çekisme, Timur henüz sahnede iken ortaya çikmisti. Bu da Bursa'yi elde etme yüzünden olmustu. Nitekim Mehmet Çelebi, ailesinin Bursa'daki topraklarini istemeye kalkismis, fakat Timur'un Musa Çelebi'yi tutmasi yüzünden bundan vaz geçmisti. Babasi Yildirim Bâyezid ile birlikte Timur'a esir düsen ve onun yaninda bulunan Musa Çelebi, Timur'un destek ve yakinligini kazanarak, Bursa ve Karesi bölgesine hâkim olan kardesi Isa Çelebi ile çatismaya girer. Bu mücadeleden basarili çikan Musa Çelebi, Bursa'ya hâkim olur. Fakat, Timur'un Anadolu'yu terk etmesinden sonra kuvvetlenen Isa Çelebi, eski payitaht olan Bursa'yi tekrar ele geçirir. Maglup olan Musa Çelebi ise Kütahya'daki dayisi Germiyanoglu'nun yaninda kalmaya mecbur olur. Muhtemelen oradan da Karamanoglu'nun yanina gitmisti.

Amasya'da bulunan sehzade Mehmed, Amasya, Canik, Tokat, Niksar ve Sivas taraflarinda bulunan yerli beylerden Kara Devletsah Kubadoglu, Gözleroglu, Köpekoglu, Kadi Burhaneddin Ahmed'in damadi Mezid Bey'le miicadele edip o havaliyi tamamen kendi nüfuz ve hükmü altina almisti. Subasi Eyne Bey'in tavsiyesi ile Bursa taraflarinda bulunan biraderi Isa Çelebi'ye müracaatla Anadolu'yu aralarinda taksim etme teklifinde bulundu ise de Isa Çelebi'nin kendisinin büyük kardes oldugunu söyleyip teklifi red etmesi üzerine Ulubat'ta baslayan muharebede (1404) Isa Çelebi, maglub olarak önce Yalova'ya, oradan da Istanbul'a gitti. Edirne'de bulunan Emir Süleyman'in, Imparator'dan Isa'yi istemesi üzerine, antlasma geregi olarak Isa Edirne'ye gönderildi.

Ulubat savasinda, Yildirim Bâyezid'in meshur komutanlarindan olup Mehmed Çelebi'nin maiyetine giren Subasi Eyne Bey ile Isa Çelebi'nin yaninda yer alan Sari Timurtas Pasa maktul düsmüslerdi. Savasi müteakip Bursa'ya giren Mehmed Çelebi, hükümdarligim ilân etmesine ragmen, bir ihtiyat tedbiri olarak Timur'un adinin da bulundugu para bastirarak zekice bir siyaset takip etmistir. "Sikke-i müstereke" adi ile anilan bu paranin Bursa'da hicrî 806 tarihinde basildigi anlasilmaktadir. Mehmet Çelebi, daha sonra Germiyanoglu Yakub Bey'in yaninda bulunan babasinin cesedini getirterek camiinin yanina gömdürmüstür.

Anadolu'daki bu mücadeleler devam ederken, en büyük sehzade olan Süleyman Çelebi (Emir Süleyman), Edirne'de Hiristiyan unsurlarin destegiyle güvenlik içindeydi. Bu esnada Sirbistan'da Lazar'in yerine geçen oglu Stefan (Istefan) hüküm sürüyordu. Georg Brankoviç de güney Sirbistan'da gücünü yaymaya çalisiyordu. Emir Süleyman, bu iki Sirp prensin çatismalarindan istifade etmeyi basardi. O, babasinin Anadolu topraklarini ele geçirmek ve kardeslerini ortadan kaldirarak Osmanli Devleti'ni yeniden eski durumuna getirmek istiyordu. Bu gayesini gerçeklestirebilmek için Selanik, Makedonya'nin bir bölümü, Mora, Trakya kiyilari, Marmara ve Karadeniz'de Istanbul'a en yakin kiyi kasabalari verilmek suretiyle Bizans'tan para ve askerî yardim saglandi. Bizans'in daha önce Osmanlilara ödemek zorunda oldugu vergi de kaldirildi. Böylece Emir Süleyman, kendi kardeslerine karsi yardim saglamak için agir bir bedel ödemis oluyordu. Kendisine en büyük rakip olarak Mehmed Çelebi'yi gören Emir Süleyman, kuvvetli bir ordunun basinda Isa Çelebi'yi Bursa üzerine gönderir. Mehmed Çelebi'ye bagli kalan Bursa'lilarin mukavemeti üzerine muvaffak olamayan Isa Çelebi, Bursa'yi atese verip yaktiktan sonra, Kastamonu'da bulunan Isfendiyar Bey'in yanina çekilir. Onunla ittifak halinde bulunan Aydinoglu Cüneyd, Saruhanoglu Hizirsah Bey ve Menteseoglu Ilyas Beylerle Mehmed Çelebi üzerine varip onunla savasmak istemisti. Fakat bu son tesebbüsünde de muvaffak olamayinca Karaman iline siginmak ister. Fakat bu arzusunu gerçeklestiremeden Eskisehir yakinlarinda yakalanarak öldürülür. Cesedi, Bursa'da Murad Hüdavendigâr türbesi yanina gömülür. Isa Çelebi'nin öldürülmesi üzerine onunla ittifak halinde bulunan ve yukarida adi geçen Ege beylikleri, Mehmed Çelebi'nin hükümdarligini tanimak zorunda kalirlar. Böylece Mehmed ve Süleyman Çelebiler, devletin Anadolu ve Avrupa bölümlerinin hükümdarlari oldular.

Bununla beraber Emir Süleyman, devletin tamamini istiyordu. Bu yüzden ordusu ile kardesinin üzerine varip önce Bursa, sonra da Ankara'yi zapt etmisti. Bu kayiplardan sonra Amasya'ya çekilmek zorunda kalan Mehmed Çelebi, mücadeleden vaz geçme niyetinde degildi. Nitekim 1406 yilinda Yenisehir ovasinda kardesi Emir Süleyman ile savasmis, fakat maglub olarak tekrar Amasya'ya çekilmis ise de onu Rumeli'ye dönmek zorunda birakmak için çareler aramaya baslamisti. Anadolu'da dört yil kadar kalan Emir Süleyman'in, Sivrihisar yüzünden Karamanlilar'la arasinin açilmasini firsat bilen Mehmed Çelebi, yeni bir taktik deneyerek Karaman'da bulunan kardesi Musa Çelebi'yi kendisine bagli kalmak sartiyla Rumeli'ne göndermeye karar verir. Bu maksatla Karamanlilar'la Kirsehir'in Malya ovasinda bulunan Cemale kalesinde bulusan Mehmed Çelebi, Candaroglu Isfendiyar Bey ve Eflak voyvodasi Mirçe ile de müzakerelerde bulunmustu. Onlarin da muvafakati üzerine Candar iline gelen Musa Çelebi, Temmuz 1409'da Sinop'tan gemilerle Eflâk'a geçer. Gerçi Emir Süleyman'in giiçlenip kendi bagimsizligini tehdid etmesinden korkan Eflâk'in ve Sirp krali Stefan'in da destekleri saglanmisti. Musa Çelebi, Eflâk'ta prensin kizi ile evlendi. Böylece Türkler, Ulahlar, Sirplar ve Bulgarlar'dan olusan bir ordu toplamayi basaran Musa Çelebi, Edirne üzerine yürür.

Musa Çelebi, Istanbul'a kaçmak üzere yola çikan Emir Süleyman'in yakalanip öldürülmesi ve bütün timarli sipahiler gibi sancak beylerinin de kendisine bagliliklarini bildirmeleri üzerine Rumeli'deki Osmanli eyaletlerinin yegane hâkimi olarak Edirne'de tahta geçer. Böylece Emir Süleyman'in devleti, daha yetenekli ve enerjik Musa Çelebi'ye kalmisti. Gerçekten, cesur, gözü pek, faal bir kimse olan Musa Çelebi, Çelebi Mehmed'e olan bagliligini red ve inkâr ederek hükümranligini ilân eder. Subat 1411 yilinda gerçeklesen hükümdarlik ilânindan sonra adina para bastiran Musa Çelebi, gerçek bir hükümdar gibi davranmaya baslar. Saray protokol ve merasimlerinde eski Osmanli saray geleneklerini kurmaya yeniden tesis etmeye çalisir.

Musa Çelebi, Emir Süleyman'a yardim eden Sirp despotu Stephan Lazaroviç üzerine yürüyerek önemli bir maden sehri olan Novo Brodo'yu zapt eder. Pravati ve köprü kalelerini de ele geçirmek suretiyle, karisiklik döneminde Osmanlilar'in Balkanlar'da kayb ettikleri topraklan geri alir. Bu esnada Emir Süleyman'in Rumeli'ye geçisi esnasinda Bizans'a biraktigi yerlerin çogunu geri alan Musa Çelebi, böylece Bizans'i da cezalandirmaya çalisiyordu. Istanbul'u karadan ve denizden kusatma altina alan Musa Çelebi, 1411 yilinda Silivri'ye gelmis ve Istanbul'u açlikla teslime zorlamak istemisti. Çagdas kaynaklarin ifadesine göre Musa Çelebi'nin tutumundan çekinen Manuel, Venedikliler'in de yardim etmemeleri üzerine sehri teslim etmeye karar verir. Ancak daha önce Musa Çelebi tarafindan Bizans'a gönderilen ve bilahare Manuel ile is birligi yapan Candaroglu Ibrahim Pasa'nin tavsiyesi ile hareket eden Manuel, Çelebi Mehmed'i Rumeli'ye geçirmek suretiyle Istanbul kusatmasini kaldirmak tesebbüsünde bulunur. Nitekim, Gebze kadisi Fazlullah'i Manuel'e göndererek onunla anlasan Çelebi Mehmed, önce Istanbul'a gelmis, 1412 senesinin Ekim ayinda da Çatalca yakininda bulunan Incegiz'de Musa Çelebi ile savasa girmistir.

Kardesler arasindaki mücadele esnasinda sik sik taraf degistirmekle dikkat çeken bir sahsiyet vardir. Aydinoglu Cüneyd Bey adini tasiyan bu zat, Aydin ilindeki mevkiini saglamlastirmak için bir dizi faaliyetlerde bulunmustu. Fakat sonunda Çelebi Mehmet duruma hâkim olup eski birligi saglayinca onu Nigbolu muhafizligina getirmek zorunda kalmistir. Bununla beraber ona güvenemeyen Çeîebi Mehmet, onu bölgesinden alip uzaklastirmak ihtiyacini duymustu.

Baslangiçta gayet halim selim görünen Musa Çelebi'nin, sonralari sert bir tavir takinarak gerek beylerinin gerekse askerlerinin kendisine olan bagliligini kayb etmesi, yenilmesinde büyük bir rol oynamistir. O, Sofya'nin güneyinde bulunan Samakov kasabasi civarindaki Çamurlu sahrasindaki savasta ordusunun maglub olmasi üzerine yarali olarak Eflâk'a dogru kaçmak isterken yakalanip 10 Temmuz 1413'te öldürülür. Musa Çelebi'nin ölüm haberi, büyük bir üzüntüye sebep olmustu. Nasinin Bursa'ya gelmesi üzerine sehri muhasara eden Karamanoglu Mehmed Bey, sür'atle geri çekilmek zorunda kaldi.

Musa Çelebi'nin vefati üzerine Osmanli hanedaninin bölünmesi sona ermis oluyordu. Çelebi Sultan Mehmed, babasinin topraklarini yeniden toparlamaya gayret ediyordu. Onbir yil süren bu karisiklik döneminden sonra Osmanli Devleti, Güneydogu Avrupa'daki bütün stratejik noktalari, Edirne, Sofya ve Üsküp'ü; Dogu Balkanlar'da da eski sehir ve yerlesim bölgelerini tekrar elde etmis oldu. Bunun sadece bir istisnasi vardi o da Çelebi Sultan Mehmed'e yardim karsiliginda Sirbistan'a birakilmis olan Nis'ti.

Kaynak: Osmanli tarihi

Sarax 09-15-2008 12:32

Süleyman Çelebi dönemi ve sehzadeler

I. MEHMED

Osmanli sultanlari içinde "Mehmed" adini tasiyan ilk hükümdar olan Çelebi Sultan Mehmed'in gerek dogumu, gerekse Yildirim Bâyezid'in kaçinci oglu oldugu hakkinda farkli görüsler bulunmaktadir.

"Nizâm-i âlem" için, kardesi Musa Çelebi'yi de bertarafedip 1413 yilinda Edirne'de tek basina tahta geçip idareyi ele aldigi zaman Osmanli ülkesinde genel bir sevinç ve memnuniyet havasi esmeye basladi. Özellikle ordu, büyük bir cosku ile onu alkislamaktan geri kalmadi. Çünkü o, kardesleri arasinda moral ve fizikî nitelikleri bakimindan en çok dikkat çekeni idi. Hemen hemen bütün beden eksersizlerinde maharetli olusu, güzelligi, gönül yüceligi, düsünce çekiciligi ile hem beden gücü hem de huy güzelligini belirten Güresçi Çelebi ünvanini almisti. Organlari birbirine mütenasib olarak uygundu. Halk tarafindan kendisine pehlivan lakabi takilmisti. Teni pembeye yakin beyazlikta idi. Gözleri ve kaslari kara idi. Uzun boylu, gür sakalli ve sik biyikli olmakla birlikte seklen zarifti. Alni açik, çenesi yuvarlak, gögsü genis, kollan uzundu. Kartal bakisli, arslan güçlü idi. Atalarindan farkli bir sekilde basina tülbent sarardi. Basinin etrafina kat kat sarilan bez, birçok çikintilar teskil ederek sirmali külahinin ucundan baska yerini göstermezdi. Kendisinden önceki hükümdarlarin kaftanlarina uygun bir sekilde biçilmis olan kaftanina, astar yerine baska bir renkle samur kaplanmis ve etrafina kürk dürülmüstü.

Sultan Mehmed'i davranislarina, hareketlerinin çabukluguna ve vekarina ait bütün övgülerin üstüne çikaran sey, Osmanli tarihçileri gibi, Bizans tarihçileri tarafindan da adaleti, sefkati, gönül yüceligi, dostlugunda sebati, hem Türkler hem de Rumlar için iyilik severligi hakkinda belirtilen ortak sehadettir. O, hiristiyanlara düsmanlik göstermemekle kalmamis, ayni zamanda onlara karsi dostça davranmistir. Çok iyi yetismis, mümtaz bir egitim görmenin bütün sonuçlarini ve ince düsünürlügün örneklerini göstermistir. Osmanli tarihçilerinin deyimi ile o, Tatar Tufani'nin tehlikeye düsürdügü devlet gemisini kurtaran Nuh gibidir.

împarator Manuel, müttefiki olan Mehmed'in son ve korkunç rakibini yendigine dair aldigi haber üzerine basarilarini tebrik edip kutlamak ve antlasma sartlari ile kendisinin yapmis oldugu hizmetleri hatirlatmak üzere 816 (1413)'da elçiler gönderir. Politikadan çok iyi anlayan Mehmed, taahhüdlerine bagli kalarak Karadeniz ve Marmara Denizi'nde elinde bulunan kuleler ile Teselya kalelerinin imparatora verilmesini çabuklastirir. Manuel'in elçilerini, hediyelerle sevindirip geri dönmelerine izin verdigi zaman onlara su sözleri söyledi:

"Imparatora söyleyiniz ki, yardimi sayesinde atalarimin ülkesini elde ettim. Bu hizmetinin hatirasi gönlümde daima sakli kalacaktir. Onun hosuna gitmek için bütün firsatlari arayacagim."

Çelebi Sultan Mehmed, ayni sekilde Sirp, Ulah ve Bulgar hükümdarlarinin, Yanya dukasinin, Makedonya despotunun, Ahaiya prensinin elçileri ile diger zevati kabul etti. Bunlarla birlikte bir sofrada yemek yiyerek hepsinin san ve söhretini oksayici sözler söyledi. Hepsini sulh ve selametle geri gönderdi. Bunlara dedi ki:

"Hükümdarlariniza deyin ki, ben, herkes ile baris ve sulh içinde kalmak istiyorum. Barisi hile ile bozmak isteyen kimse, sulhün hamisi olan Allah'a karsi hareket etmis bulunacaktir."

Gerçekten de Çelebi Sultan Mehmed, her seyden önce Timur'un istila ve yagmasiyla parçalanan, sonra saltanat kavgalari ile kani çekilen memleketi, tedbirli, basiretli ve uyanik bir idareci dehasiyla avucunun içine alir almaz, babasinin ve kardeslerinin Bizans'a karsi kullandiklari politikaya derhal son vererek memleketi o yönden gelecek olan tehlikelere karsi emniyete almis oldu. O, böyle davranmak zorunda idi. Zira idare ve iradesinin gücünü bekleyen, daha nice tehlikeler ve gaileler boy boy himmet ve gayret istiyordu.

Bir kere kardeslerini yenip tek basina idareyi ele aldigi zaman, devlet bünyesinde hâsil olmus çatlak ve çöküntülerden nice yabanci ve zararli unsur içeri sizmis bulunuyordu. Bir yandan bunlari temizlerken, bir yandan da kayb olan topraklan yeniden Osmanli hududlari içine kazanmakla, memleketin sarsilmis olan itibarini iade ile ise basladi.

Çelebi Sultan Mehmed, Edirne'de, bütün bir Osmanli ülkesinin hükümdari oldugunu ilân etti. Bundan sonra da bazi faaliyetlerde bulunarak memleketin bozulmus bulunan idaresini yeniden düzenlemeye çalisti. Bu cümleden olarak, kardesi Musa Çelebi'nin beylerbeyi yaptigi Mihaloglu Mehmed Bey'i tevkif ettirerek Tokat kalesine gönderdi. Öbür taraftan, ileride devletin basina büyük gaileler açacak olan Simavna kadisi oglu Bedreddin Mahmud'u fazl ve keremine hürmeten 1000 (bin) akça maas ile Iznik'te oturmaya memur eyledi.

Daha önce de belirtildigi gibi, cülûsunu tebrik için gelen çevre imparator ve hükümdarlarin elçilerini kabul ederek onlarla sulh içinde yasama teminati verdikten sonra Anadolu'ya geçer. Otuzbir veya otuziki günden beri muhasara ettigi Bursa'yi yakip yikan Karamanoglu'nu te'dib etmeden önce Ohri'den kaçip Izmir'e gelen ve Musa Çelebi'nin taraftari olan Aydinoglu Cüneyd Bey üzerine yürür. Bu arada Ayaslug (Selçuk)u zapt eden Cüneyd, Mehmed Çelebi'nin üzerine gelmekte oldugu haberini alir almaz kurtulusu kaçmakta bulur. Bunun üzerine Çelebi Mehmed, Menemen, Kayacik ve Nif (Kemalpasa) kalelerini alarak Cüneyd'in ailesinin içinde bulundugu Izmir kalesini kusatmaya baslar. Cüneyd'in tesebbüslerinden endiselenen civarin Türk ve hiristiyan beylikleri, donanmalarini göndermek suretiyle Mehmed Çelebi'nin yaninda Izmir muhasarasina katilip ona yardimci olmuslardi. Nitekim Izmir kalesi önüne gelen Rodos, Midilli ve Sakiz Hiristiyan donanmalari gibi, Mentese donanmasi da Mehmed Çelebi ile isbirligi yaparak Izmir'in zaptinda rol oynamislardi.

Bununla beraber ihtiyatî bir tedbir olmak üzere Izmir kalesinin surlarini yiktiran Çelebi Mehmed, ayni körfezde, sövalyeler tarafindan eski Izmir (Gavur Izmir) kalesinin yerinde yaptirilmakta olan kaleyi de bütün tehdid ve karsi koymalara ragmen yiktirmaktan çekinmemistir. Bununla beraber aradaki dostlugu büsbütün bozmak istemeyen Çelebi Sultan Mehmed, Rodos sövalyelerinin, Osmanli hakimiyeti altinda bulunan Mentese ilindeki

Halikarnas (Bodrum)'da Petronion kalesini yapmalarina müsaade etmisti.

Öte yandan Çelebi Sultan Mehmed, Cüneyd Bey'in annesinin ricasi üzerine onu affetmis ise de kendisine Anadolu'da degil, Rumeli'de Nigbolu sancak beyligini vermis, onun yerine de Aydin sancak beyi olarak Bulgar krali Sosmanos (Sisman)'un müslüman olan oglu Süleyman (eski adi: Alexandr)'i getirmistir. 816 (M. 1413) yilinda gerçeklesen bu hareket sonucunda, Cenevizlilerin Ege sahillerinde bulunan kolonilerinden Foça, Midilli ve Sakiz adalari, ekonomik bakimdan da Osmanlilar'la daha siki münasebetlerde bulunmus ve onlarin nüfuzu altina girmis oluyorlardi.

Sarax 09-15-2008 12:32

BURSA KUSATMASI VE ÇELEBI MEHMED'IN KARAMAN SEFERI

Karamanoglu Mehmed Bey, Osmanlilar'in fetret dönemi içinde bulunduklari ve Çelebi Mehmed ile Musa Çelebi'nin Rumeli'nde savastiklari bir sirada Bursa üzerine yürümeye karar vermisti. 1413 yilinda yaninda Türkmen boylari oldugu halde önce Sivrihisar üzerine yürüyüp burayi zapt eden Mehmed Bey, daha sonra Bursa önüne gelip Bursa hisarini kusatma altina alir. Otuz iki gün devam eden bu kusatma sirasinda hisarin subasisi bulunan Haci Ivaz Pasa, Bursa halkinin yardimi ile siddetle mukavemet etmisti. Bu arada burçlara yapilan hücumlari da bertaraf etmisti. Özellikle Karamanoglu'nun Bursa hisarina giren pinar suyunu kesmek suretiyle halkini teslime zorlama tesebbüsünü, zaman zaman yaptigi huruç hareketleri ile bertaraf eden Haci Ivaz Pasa, esir aldigi Karaman askerlerini surlar üzerinde Karamanoglu'nun gözleri önünde astiriyordu. Böylece onun maneviyatini bozmaya gayret ediyordu. Haci Ivaz Pasa, Karamanlilar tarafindan bir gece mesalelerle girisilmek istenen hücumu da tesirsiz hale getirip önledikten sonra hisarin Kaplica kapisini açtirarak karsi hücuma geçmis ve Karaman ordusunu perisan etmisti. Ivaz Pasa'nin yigitleri, büyük ganimetlerle salimen geri dönüp elde ettikleri ganimetleri ona arz ettiler. O da bütün ganimetleri askerlere taksim ederek daha nice vaadlerde bulundu.

Gerçi muhasaranin uzamasi, Bursa hisarinda bulunanlari bir hayli sikintiya sokmustu. Hatta Haci Ivaz Pasa bile birkaç yerinden ok yarasi almis olmasina ragmen anlari gizleyip kale muhafizlarina yardimda bulunuyor ve anlari teselli ediyordu. Bununla beraber kaledekilerin durumu gün geçtikçe zorlasiyordu. Fakat Karamanoglu da artik bir sey yapamayacagini anlamisti. Hele son hareket, onun maneviyatini büsbütün bozmustu. Böyle psikolojik bir çöküntü içinde bulunuldugu bir sirada Musa Çelebi'nin tabutu, dedesi Murad Hüdavendigâr'in kabri yanina defn edilmek üzere Bursa'ya getirilir. Karamanoglu, bundan haberdar olunca cenazenin düzme olma ihtimalini düsünerek bizzat kendisi kontrol etmek ister. Bu maksatla varip kefeni açar ye cenazenin yüzüne bakar. Cenazenin gerçekten Musa Çelebi'ye ait oldugunu görünce maneviyati daha fazla bozulur. Bunun üzerine sehri atese verir. O, bununla da yetinmeyerek dayisi Yildirim Bâyezid'in kabrine hakaret ederek ülkesine geri döner. Fakat gelirken takib ettigi güzergâh tutuldugundan oradan dönmeye cesaret edemediginden Kirmasti (Mustafa Kemal Pasa) ve Isparta üzerinden Karaman iline gider.

Osmanli kaynaklan, bu dönüs esnasinda cereyan eden bir konusma daha dogrusu bir hadiseden bahs ederler ki, Karamanoglu'nun durumunu ortaya koymasi bakimindan dikkat çekici bir hadisedir. Buna göre Musa Çelebi'nin cenazesini görüp teshis ettikten sonra devlet idaresinde tek basina kalan Çelebi Sultan Mehmed ile basa çikamayacagini anlayinca, Bursa kusatmasini kaldirip sür'atle ülkesine dönerken Harman Danasi denilen ve sisman olan nedimi, kaçmaktan yorulunca Karamanoglu Mehmed Bey'e:

"Hanim, Osmanoglu'nun ölüsünden böyle kaçarsin, ya dirisi gelmis olsaydi ne çare ederdin?" deyince bu söze gücenen Karamanoglu, onu bulundugu yerde bir agaca astirarak cezalandirmistir.

Osmanli, Memlûklu ve Bizans kaynaklarinin bildirdiklerine göre Karamanoglu, Bursa'yi atese verdigi zaman Orhan Gazi Camiini de yaktirmistir. Keza o, dayisi Bâyezid'in kabrini açtirarak kemiklerini yaktirmisti. Nitekim bugün Bursa Orhan Camii kapisi üstünde bulunan bes satirlik bir kitabe, bu yangini açik bir sekilde ortaya koyup o günü hâlâ hatirlatmaktadir.

Daha önce de belirtildigi gibi Izmir ve çevresini zapt edip Cüneyd'i bertaraf eden Çelebi Sultan Mehmed, yukarida belirtilen hareketlerinden dolayi Karamanoglu üzerine yürümeye karar vererek süratle Inegöl'e gelir. Buranin kadisi Mevlânâ Kivamuddin'i bir elçilik heyeti ile Memlûk sultanina gönderir. Bundan sonra Kastamanu hakimi Candaroglu Kasim ve Germiyanoglu Yakub Bey'le birlestikten sonra Aksehir, Beysehir, Seydisehir ve Konya üzerine yürümüstü. 1414 yilinda cereyan eden bu hadisede Karamanoglu, Konya önünde Ortakuyu mevkiinde Osmanli ordusuna mukavemet etmek istediyse de maglub olarak kaçmak zorunda kalir. Oglu Mustafa ise Konya kalesine siginir. Bu maglubiyete ragmen Karamürsel'i elçilikle Çelebi Mehmed'e gönderen Karamanoglu, siddetli yagmurlardan dolayi zor durumda bulunan Osmanlilar'la barismistir. Bu baristan sonra Canik üzerine gitmek zorunda kalan Çelebi Sultan Mehmed, çok geçmeden Karamanlilar'in tekrar sözlerini bozduklarini ve anlasarak Osmanlilar'a biraktiklari yerleri geri alma tesebbüsünde bulunduklarini ögrenir. Bunun üzerine tekrar o tarafa döner. Fakat Karamanoglu'nun yaptigi bu hareketten dolayi üzülür ve üzüntüsünden hastalanir. Bu sirada Bâyezid Pasa, ani bir baskinla Konya önünde bulunan Karamanoglu'nu yakalayip Mehmed Çelebi'nin yanina getirir. Çelebi Sultan Mehmed, Karamanoglu'nu, Karaman askeri ile Konya kalesine siginan oglu Mustafa'yi yanina getirmesi sartiyla affeder. Bunun üzerine yaninda Osmanli kuvvetleri oldugu halde Konya surlari önüne gelen Karamanoglu, hisar üstünde kendisiyle konusan oglunu ikna ederek birlikte Osmanli sultaninin yanina gelirler. Bu defa basini kurtarmak için öncekinden daha agir olan bir muahede imzalamak zorunda kalan Karamanoglu, Beypazari, Sivrihisar, Aksehir, Yalvaç, Beysehri, Seydisehri ve Nigde'yi Osmanlilar'a terk etmek zorunda kaldi. Hicrî 818 (M. 1415) yilinda gerçeklesen bu antlasmaya göre Karamanoglu, gerektigi zaman Osmanlilar'a askerle yardimda da bulunacakti. Bu sartlarla Karamanoglu Mehmed Bey'i affeden Çelebi Mehmed'e karsi Karamanoglu söyle demistir:

"Madem ki bu can bu tendedir, memleket-i Osman'a kat'a yaramaz nazarla bakmayayim. Eger bakacak olursam Kelâm-i Kadîm (Kur'an) benden davaci olsun." seklinde yemin etmis, yeminden sonra da kendisine hil'at giydirilip at, deve, tabl (davul) ve âlem verilmistir. Ancak koyu bir Osmanli düsmani olan Karamanoglu, daha ordugâhtan çikar çikmaz yeminini bozmus ve ovalara yayilmis bulunan Osmanli atlarini, maiyetindeki askerlerine yagmalattirmistir. Kendisine Kur'an-i Kerim üzerine ettigi yemin hatirlatilinca: "Bu can su tende durdukça" sözü ile kendi canini degil, koynunda saklamis oldugu güvercini kast etmis oldugunu söylemistir. Nitekim bu maksatla koynunda sakli bulunan güvercini saliveren Karamanoglu, süratle Konya'ya çekilirken söyle diyordu:

"Bizim, Osmanoglu ile adavetimiz (düsmanligimiz) besikten mezara kadardir, isimizin geregi de ahdi bozmaktir."

Karamanoglu'nun bu hilesi, dönemin efkâr-i umumiyesinde Karamanlilar hakkinda bazi fikir ve görüslerin ortaya çikmasina sebep olmustur. Nitekim Asikpasazâde tarihinde söyle denilmektedir:

"Karaman'da bulunmaz dogru bir yar

Veliler çok bile kulmas ve ayyar

Eder kavl ü karar ahd u peyman

Içer andlar, yalan çok, eyler inkar

Beyi ve kadisi hem çeyhi müderris

Hiledir isleri hem hâr u mekkâr

Tekebbür, kel ve foduldur

Karaman Aninçün kahr eder ani Kahhar"

Yine bu cümleden olarak "Karaman'in koyunu, sonra çikar oyunu" darbimeseli, bazi degisikliklerle günümüze kadar gelmistir.

Karamanoglu'nun bu hilesinden sonra Çelebi Sultan Mehmed tekrar ve süratle Konya üzerine yürümüs ve kisa bir çarpismayi müteakip müstahkem hisarini zapt etmisti. Osmanli saldirisina karsi koyamayan Mehmed Bey, Silifke'nin kuzeyinde bulunan Varsaklar arasina kaçip kurtulmustu. Bununla beraber Çelebi Sultan Mehmed, Memlûklular'in himayesinde bulunan Karamanlilar'i fazla tazyik etmekten de uzak durmaya çalisiyordu. Bu sebeple, Memlûklular'la arasinin açilmasini istemeyen Çelebi Sultan Mehmed, Konya'yi Osmanli ülkesine katmaktan vaz geçer.

Sarax 09-15-2008 12:32

VENEDIKLILER'LE YAPILAN ILK DENIZ SAVASI

Bir kara devleti olarak kurulan Osmanli Devleti, daha Orhan Gazi zamanindan itibaren denizciligin önemini kavramis ve gelismesinin denizcilik sayesinde daha kolay olacagini anlamisti. Bu sebeple olacak ki 1321'lerden itibaren üç yönde denizlere çikma hareketine basladi. Yildirim Bâyezid zamaninda Gelibolu tersanesinin yapilmasi ile gelismeye baslayan Osmanli denizciligi, henüz Venedikliler'le boy ölçüsebilecek bir güce sahip degildi.

Ege Denizi'nde Venedikliler'e bagli Andros adasi beyi olan Pietro Zeno, Osmanli ticaret gemilerine karsi düsmanca bir muamele içinde bulundugu için hicrî 818 (M. 1415) yilinda Gelibolu tersanesinde hazirlanan 30 kadirga, Çali Bey komutasinda Akdeniz'e çikar. Otuz gemiden meydana gelen bu Osmanli donanmasi, Venedikliler tarafindan Türk ticaret gemilerine karsi girisilen hareketlere mukabele etmek üzere Andros, Paros ve Milos adalarina hücum etmis, bir hayli de esir alip dönmekte iken Egriboz adasi sahilinde rastladigi birkaç Venedik ticaret gemisini de zapt ederek geriye dönmüstü. Bu hadiseden bir sene sonra, Venedikliler'in Pietro Loredano komutasinda sevk ettikleri donanma, Lapseki önlerine gelir. Venedik amirali, Türkler tarafindan kendisine bir taarruz olmadikça, kendisinin taarruz etmemesi hakkinda senatodan kesin talimat almisti. Bu talimat geregi o, Türklerden zapt ettikleri gemileri geri isteyecekti. Bununla beraber her iki donanma da harp tertibati almisti. Tam bu sirada Istanbul taraflarindan gelmekte olan bir Middili gemisini, Türklere ait oldugunu zannederek yakalamak isteyen Venedik amirali, geminin Osmanli donanmasina dogru kaçip onlara siginmasi üzerine geminin kendisine verilmesini ister. Bu istegi red eden Osmanli amirali, olaya müdahale ettiginden Marmara adasi ile Gelibolu arasinda siddetli bir muharebe meydana gelir. Henüz yeni gelismekte olan Osmanli donanmasi, bu ilk ciddi deniz muharebesinde maglub olurken komutani (amiral) olan Çali Bey de sehid olur (1 Rebiülâhir 819/29 Mayis 1416). Yaralanmis olan Venedik amirali ise Bozcaada'ya çekilir. 1417 yilinda Pietro Loredano tekrar gelerek Lapseki'yi almak istediyse de muvaffak olamaz. Sonunda Imparator Manuel'in araya girmesi ile iki taraf arasinda baris saglanmis ve esirler iade edilmisti.

Öyle anlasiliyor ki Osmanlilar, yeni yeni ögrenmeye basladiklari bu denizcilik mesleginde henüz tam bir olgunluga erismis degillerdi. Bu sebeple, kahramanca savasmis olmalarina ragmen Venedikliler'le basa çikamamislardi. Zaten Venedikliler de kendileri ile denizde rekabet edebilecek bir gücü istemiyorlardi. Bunun için Osmanli denizciligini baltalamaya yönelik her çareye basvuruyorlardi. Nitekim bu ilk savasta maglub olan Osmanli donanmasi ve askerine karsi giristikleri katliam bunun açik bir delili olarak tarih sayfalarinda yer almaktadir. Gerek çagdas tarihçi Dukas, gerekse daha sonraki tarihçiler bu katliami tafsilatli bir sekilde anlatirlar. Bunlarin verdigi bilgiye göre Gelibolu sahilinde cereyan eden muharebeyi seyr eden çocuk ve kadinlarin gözleri önünde o anda ele geçirilen Osmanli amiral gemisi ile alti kadirga ve alti çektirmede ele geçirilen bütün esirler, topluca öldürülerek büyük bir katliama tabi tutuldular. Bu arada bütün savas boyunca yirmi yedi gemi, Venedikliler'in eline düstü. Ertesi gün, ölümden kurtulmus bulunan esirler, tekrar gözden geçirildi. Bunlar içinde kendi istekleri ile Osmanli gemilerinde bulunan Ceneviz, Katalan, Sicilyali, Fransiz ve Giridli gibi Hiristiyan gemiciler de, gemilerin seren direklerine asilmak suretiyle öldürüldüler. Bu arada Osmanli amirali ile isbirligi yaptiklarini sandiklari vatandaslarini da amiral gemisinde iskence ile öldürdüler. Katliamdan kurtulan Müslüman gemici ve askerlerin bir kismi da idareleri altinda bulunan Ege adalarina çalistirilmak üzere götürnldüler.

Dukas, bu muharebedeki katliami su ifadelerle nakl eder: "Evvela amiral Çali Bey'in kadirgasina taarruz ederek, gemide mevcud bütün erleri kiliçtan geçirdiler. Hatta Çali Bey'i de yakalayarak vücudunu parça parça ettiler. Sonra baska kadirgalara da taarruz ederek bütün Türk kadirgalarini zapt ettiler. Türkleri, kanlarinin ve çocuklarinin gözleri önünde merhametsizce parçaladilar. Bu muharebe, Gelibolu'dan bir mil kadar uzakta cereyan etmisti.

Venedikliler, aksama dogru muharebeye son verdiler. 27 adet Türk gemisini alarak Bozcaada limanina girdiler. Burada tahkikat yaparak erler arasinda Türk aslindan olanlari kâmilen bogazladilar. Hiristiyan erler hakkinda da arastirma yaparak Türk donanmasina angarya olarak cebren (zorla) alinmis olanlarin hayatlarini bagisladilar. Ücret ve diger menfaat temini maksadiyla Türklerin hizmetine girmis olanlarini Bozcaada'da kazikladilar. Bütün adada çepeçevre bag kütükleri ve bu kütüklerden sarkmis üzüm salkimlari gibi asilmis erler görünüyordu."

Istanbul'un fethinden tam otuz yedi sene önce cereyan eden bu hadise, Venedikliler'in vahsetini ortaya koymaktadir. Osmanlilar'in, simdiye kadar tanimadiklari ve sahidi olmadiklari böyle bir olay, onlarin daha sonra denizcilikte de maharet kesb etmek için çok daha ciddi çalismalarina sebep olmustu.

Sarax 09-15-2008 12:32

ANADOLU HAREKÂTI

Çelebi Sultan Mehmed, Eflâk harekâtindan sonra askerî harekâtini bir müddet için Anadolu'ya çevirmek zorunda kaldi. Bu harekât, plânli bir harekattan ziyade bölgede Osmanli hâkimiyetine karsi ortaya çikip yükselen tehdidlerin sonucu olmustu. Nitekim Candar beyleri ile olan münasebet de böyle bir endisenin sonucunda baslamisti.

Candaroglu Isfendiyar Bey, Ankara muharebesinden sonra Timur'un yardimi ile, daha önce Osmanlilar'in eline geçmis olan yerlerini geri almisti. Kardesler arasinda meydana gelen mücadelede, Isfendiyar Bey'in, Mehmed Çelebi'nin rakiplerini desteklemesi, aradaki dostane münasebetleri bozmus ise de sonradan anlasarak pek çok olayda birlikte hareket etmeye basladilar. Nitekim Isfendiyar Bey, Karaman ve Eflâk seferlerinde oglu Kasim Bey komutasinda birlikler göndererek Çelebi Sultan Mehmed'i desteklemisti.

Osmanli tarihçilerinin bildirdigine göre Osmanlilar'la birlikte hareket eden Kasim Bey, Eflâk seferinden dönüste babasi Isfendiyar Bey'in, ülkesinin en verimli yerlerini, sevdigi oglu Hizir Bey'e verecegini duyarak Mehmed Çelebi'ye bas vurmus ve onun araciligi ile bazi yerlerin kendisine verilmesini istemistir. Bunun üzerine Mehmed Çelebi, Isfendiyar Bey'e bir mektup yazarak Kastamonu, Tosya, Çankiri, Küre ve Kalecik'in Kasim Bey'e verilmesini istemisti. Bu isteginin reddi üzerine harekete geçen Osmanli ordusu, Isfendiyar Bey'i Sinop'ta muhasara altina almisti. Osmanli hükümdari ile basa çikamayacagim anlayan Isfendiyar Bey, Çelebi Mehmed namina hutbe okutup para bastirmak suretiyle onun hâkimiyetini kabul etmek zorunda kalmisti. Ancak, Kastamonu ile Küre hariç olmak üzere adi geçen yerleri oglu Kasim Bey'e degil, Çelebi Sultan Mehmed'e birakan Isfendiyar Bey, Kastamonu'ya dönmüs ve bütün camilerde Mehmed Çelebi adina hutbe okutmustur(1416).


Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 01:16 .

2000- 2025
Tüm bağışıklıklar ve idelerden bağımsız olan sözcükleri sarfetmeye mahkumdur özgürlük