Büyük Islam Tarihi

TRABLUSGARP SAVASLARI Osmanlilarin iç isleri ve Balkanlardaki gelismelerle ugrasmasini firsat bilen Italyanlar, Avusturya'nin Bosna-Hersek'i ilhak etmesi (1908), Arnavutlarin isyani (1910) gibi olaylardan da cesaretlenerek, pastadan pay alabilmek için Trablusgarp'a asker ...


Ağaç Şeklinde Aç5Beğeni

  1. Alt 09-19-2008, 15:05 #311
    Sarax Mesajlar: 678
    TRABLUSGARP SAVASLARI

    Osmanlilarin iç isleri ve Balkanlardaki gelismelerle ugrasmasini firsat bilen Italyanlar, Avusturya'nin Bosna-Hersek'i ilhak etmesi (1908), Arnavutlarin isyani (1910) gibi olaylardan da cesaretlenerek, pastadan pay alabilmek için Trablusgarp'a asker çikardi. (Eylül 1911). Italyan donanmasi denizden, Ingilizler ise Misir'i ellerinde bulundurdugundan karadan, Osmanlilarin bölgeye asker göndermesini imkânsiz hâle getirmisti. Bu sebeple Osmanli hükûmeti gizlice Türk subaylarini bölgeye göndererek mahallî bir direnisi örgütleme yolunu seçmisti. Osmanli ordusu Italyanlara karsi büyük basarilar kazandi. Savasi kazanamayacagini anlayan Italya, Osmanlilari barisa zorlamak için Oniki Ada'yi isgal etti. Ancak bundan ziyade Balkanlarda baslayan savas Osmanlilarin barisi imzalamaya zorladi. Usi Antlasmasi ile Italyanlar isgal ettikleri yerleri muhafaza ettiler (1912)

  2. Alt 09-19-2008, 15:06 #312
    Sarax Mesajlar: 678
    BALKAN SAVASLARI

    Türk-Italyan Savasi'nin basladigi sirada Balkan devletleri aralarindaki anlasmazliklari bir tarafa birakarak, Osmanli Devleti'ne karsi bir ittifak olusturdular. Rusya'nin mimarliginda gerçeklesen Bulgar-Sirp ittifakina daha sonra Yunanistan ve Karadag da katildi (1912). Karadag ile baslayan savasa 18 Ekimde diger Balkan devletleri de istirak etti. Bu sirada Osmanli askerleri, subaylarin bir kisminin politik çekismelerle mesgul olmasindan dolayi daginik bir hâldeydi. Bunun sonucunda Balkan devletleri, Osmanlilar karsisinda kendilerinin de beklemedigi bir zafer kazandilar. Yunanlilar Ege adalarini ele geçirdiler. Sirplar Kumanova'da üstünlük sagladilar. Sirplarin denize çikmalarini önlemek için Avusturya'nin destegi ile Arnavutluk bagimsizligini ilan etti (28 Kasim 1912).

    Bulgarlar ise Edirne'yi ele geçirerek Çatalca'ya kadar ilerlediler. (19 Kasim 1912). 16 Aralikta Londra'da baslayan görüsmeler bir ara iktidardan düsen Ittihatçilarin yeniden is basina gelmesi üzerine kesilmisti. Nihayet Mayis ayinda Londra Antlasmasi imzalanarak I.Balkan Savasi sona erdi. Gelibolu Yarimadasi hariç Trakya, Bulgaristan'a verildi. Makedonya'nin büyük bir kismi Yunanistan ve Sirbistan arasinda paylasildi. Özellikle Makedonya'nin paylasimi Bulgarlari rahatsiz etmekteydi. Sirbistan ve Yunanistan, Bulgarlara karsi ittifak olusturdu. Bu ittifaka Romanya da katildi. Bulgaristan ile bu ittifak savasa girince, durumdan faydalanmak isteyen Osmanli Devleti de Bulgar isgalindeki topraklari geri almak için harekete geçti. Kirklareli ve Edirne kurtarildi. II.Balkan Savasi, taraflarin imzaladigi Bükres Antlasmasi ile sona erdi (1913). Bulgaristan ile imzalanan Istanbul Antlasmasi ile, Meriç nehri iki ülke arasinda sinir oldu. Bulgaristan'daki Türklerin haklari belirlendi (29 Eylül 1913). Yunanistan ile imzalanan Atina Antlasmasi ile ise Girit'in Yunanistan'a birakilmasi kabul edildi (14 Kasim 1913). Büyük devletler bu anlasmalardan sonra Çanakkale Bogazi yakinlarindaki Bozcaada ve Imroz'u Osmanlilara geri verdiler. Balkan Savaslari, Balkanlardaki Türk varliginin büyük bir kiyima ugramasina sebep olmustur. Yüz binlerce Türk savaslar sirasinda ve sonrasinda aç ve yokluk içinde buradan göç etmek zorunda kalmistir.

  3. Alt 09-19-2008, 15:06 #313
    Sarax Mesajlar: 678
    I.DÜNYA SAVASI VE OSMANLI DEVLETi'NIN YIKILISI

    Sadrazam Mahmut Sevket Pasa'nin öldürülmesi ile (21 Haziran 1913), Ittihat ve Terakki Firkasi, hükûmetin idaresini tamamen ellerine geçirmisti. Enver, Talat ve Cemal Pasalar, Osmanli Devleti'nin iç ve dis politikasini belirlemede en etkili nazirlardi. Balkan savaslarindan sonra, ordu ve donanmayi güçlendirmek isteyen hükûmet, Avrupa devletlerinden mühendisler ve askerî uzmanlar getirtmekteydi. Osmanli Devleti, dis siyasetini de, dengeleri gözeterek yeniden belirlemek ihtiyacini hissetmekteydi. Emperyalist devletler, nüfuz alanlarini korumak veya genisletmek maksadiyla siyasî, askeriî ve iktisadî açidan ittifaklar olusturmaktaydi. Ingiltere ve Fransa'ya nazaran sömürgecilige geç baslayan Almanya, Afrika, Avrupa ve Orta Dogu'da nüfuz sahasini genisletmek istiyor ve Osmanli Devleti'ne bu maksatla yakin durmayi yegliyordu . Avusturya-Macaristan Imparatorlugu da, Balkanlarda Panislâvizmi gerçeklestirmeye çalisan Rusya'ya karsi Almanlarla is birligi içindeydi. Ingiltere ve Fransa tarafindan pay edilmis Kuzey Afrika'da gözü olan Italya da bu ittifaka yakindi. Dolayisiyla Almanya önderligindeki Üçlü Ittifak'in (Almanya, Avusturya-Macaristan ve Italya) dogal rakibi, Ingiltere'nin öncülügündeki Fransa ve Rusya'dan olusan Üçlü Itilâf (Anlasma) devletleri idi. Avusturya-Macaristan Veliahti Ferdinand'in, Sirbistan ziyareti esnasinda bir Sirp tarafindan öldürülmesi (28 Haziran 1914), bu iki cepheyi sicak savasa sokmaya yetti. Daha sonra Romanya, Japonya ve ABD Itilaf Devletleri, Bulgaristan ve Osmanli Devleti ise Ittifak devletleri safinda bu savasa girdiler.

    Osmanli Devleti savastan önce Ingiltere ve Fransa'ya yakin bir politika izlemek istedi. Ancak Enver pasa ve sözde Osmanli idaresini ellerinde bulunduran Ittihad ve Terakki cemiyeti yapmis oldugu büyük hatalarla Osmanli devletini Birinci Dünya Savasina sokmuslardir. Özellikle Enver ve Talat Pasalar, Osmanli Devleti'nin yeniden silkinmesi ve kaybettikleri topraklari kazanabilmesi için Almanya'nin yaninda yer almayi uygun buluyorlardi. Hükûmet baslangiçta tarafsiz kalmayi tercih etmisti. Almanlarin II.Abdülhamit devrinden itibaren Osmanli Devleti'nin yenilesme çabalarina katkida bulunmasi ve bu maksatla gönderdikleri askerî ve sivil uzmanlarin varligi, Itilaf Devletleri'nin, Osmanli Devleti'nin tarafsiz kalamayacagi süphesini artiriyordu. Bu tutum, dolayisiyla Almanya yanlilarinin tezini kuvvetlendirmekteydi. Enver ve Talat Pasa'nin öncülük ettigi bu grup, Almanlarin yaninda savasa girmekle, Kafkaslar, Balkanlar ve Ege'de kaybedilen topraklarin geri alinabilecegi ve Osmanli Devleti'ni nefes alamaz hâle getiren kapitülâsyonlar ve düyun-i umumîden kurtulunabilecegini öne sürmekteydiler. Nitekim Almanya'ya ait Goben ve Breslav zirhlilarinin Türk bayragi çekilerek, Rus limanlarini bombalamasi, Osmanli Devleti'nin Almanya safinda savasa girmesine vesile olacaktir (1 Kasim 1914). Osmanli Devleti I.Dünya Savasi'nda tam yedi cephede mücadele etti; Kafkasya, Kanal, Hicaz ve Yemen, Irak, Suriye ve Filistin, Galiçya ve Çanakkale. Bütün cephelerde Osmanli askerleri büyük bir kahramanlik örnegi gösterdiler. Ancak, yedi cephede birden savasi sürdürmek, zor sartlar içerisinde bulunan Osmanli Devleti için çok güçtü. Enver Pasa'nin kumanda ettigi Kafkas Cephesi'nde Osmanlilar büyük zayiat verdiler. Dogu Anadolu ve Trabzon düstü. Kanal (Süveys) cephesinde ise Cemal Pasa, Fransiz ve Ingilizlere basariyla direndi. Hicaz ve Yemen'deki Osmanli birlikleri, destek görmemelerine ragmen, kutsal yerleri korumak ugruna, harbin sonuna kadar Serif Hüseyin ve Ingilizlere karsi koydular. Basra'ya çikan Ingilizler Kuttü'l-Amare'de büyük bir bozguna ugradilar. Komutanlari General Townshend esir edildi (29 Nisan 1916) Ancak, 1918'de yeni birliklerle saldiran Ingilizler, ihanet eden Arap kabilelerinin de yardimiyla Basra'da oldugu gibi, Suriye'de de saldirilarini artirdilar.Osmanlilar, en büyük direnmeyi Çanakkale'de gösterdiler. Itilaf Devletleri 19 Subat 1915'den itibaren muazzam bir donanma ve yüz binlerce askerle saldiriya geçtiler. 18 Mart'ta Itilaf donanmasina ait pek çok gemi batirildi. Ardindan Gelibolu Yarimadasi'ndaki Settü'l-Bahir ve Ariburnu'na asker çikararak, karadan da saldiriya geçtiler. Anzak ve Hint birliklerinin de katildigi kara savaslari, tam bir ölüm kalim savasi oldu. Itilaf Devletleri geri çekilmek zorunda kaldi.

    Bütün dünyaya ögretilen "Çanakkale Geçilmez" sözü, 250 bin Türk evlâdinin sehit kaniyla yazilan bir büyük destan oldu. Itilaf Devletlerinin Çanakkale bozgunu, Rusya'nin yardim alma ümitlerini suya düsürmüs ve bunun neticesinde gerçeklesen Bolsevik Ihtilâli, Çarlik Rusyasi'nin sonu olmustur. Rusya'nin savastan çekilmesi üzerine 7 Aralik 1917'de imzalanan anlasmayla Dogu cephesinde Türk-Rus Savasi sona ermistir.

    Osmanli Devleti, I.Dünya Savasi'nda yedi düvele karsi muhtesem bir mücadele sergilemistir. Ancak 29 Eylül 1918'de Bulgaristan'in teslim olmasi Osmanlilar ile Almanya arasindaki irtibatin kesilmesine yol açmistir. Müttefiklerinin savastan yenik ayrilmasiyla birlikte Osmanlilar da ateskes anlasmasini imzalamak durumunda kalmislardir. Ittihat ve Terakki Firkasi'nin hükûmetten çekilmesinin ardindan kurulan Ahmet Izzet Pasa baskanligindaki hükûmet, Bahriye Naziri Rauf Bey baskanligindaki bir heyeti Limni'nin Mondros limanina göndermis ve Mondros Ateskes Anlasmasi'nin imzalanmasiyla (30 Ekim 1918), Osmanlilar resmen savastan çekilmislerdir. Ateskes anlasmasiyla Itilaf Devletleri, Osmanli ülkesini isgal etme hakkini elde etmislerdir. Bu durum, Osmanli Devleti'nin fiilen paylasilmasi demekti.

    Nitekim, Ingiliz, Fransiz, Italyan birlikleri bu anlasmaya dayanarak Anadolu'da isgallere baslamislar, Asirlarca Osmanlinin hâkimiyetinde yasayan Yunanlilar da, agabeylerinin müsaadesiyle Izmir'e asker çikarmislardir (15 Mayis 1919). Isgallere karsi Anadolu halkinda büyük bir infial yaratmis ve, düsmana karsi "Milli Mücadele" baslamistir. Itilaf Devletlerinin Sevr Anlasmasi'ni Istanbul hükûmetinin imzalamak (10 Agustos 1920), zorunda kalmasi Milli Mücadele'nin güçlenmesinden endise eden düsmanlarin bir an önce Osmanli varligini ortadan kaldirmayi amaçlamalarindan baska bir sey degildi. Fakat bu anlasma hükümleri hiçbir zaman uygulanamadi. Halkin açtigi Milli mücadele iradesi,ve savasi bu oyunlari bozdu. Istiklâl Harbi'nin kazanilmasiyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmus oldu. Yeni Türk devleti 1 Kasim 1922'de saltanati kaldirdi. Dolayisiyla bu tarih 622 yil devam eden Osmanli Devleti'nin de resmen sonu oluyordu.

  4. Alt 09-19-2008, 15:07 #314
    Sarax Mesajlar: 678
    III. SELÝM ve dönemi





    Osmanlý sultanlarýnýn yirmi sekizincisi, Ýslâm halifelerinin doksan üçüncüsü. Sultan Üçüncü Mustafa Hanýn oðlu olup, annesi Mihriþah Sultandýr. Ýstanbul’da 24 Aralýk 1761 târihinde, Topkapý Sarayýnda doðdu. Þehzâde Selim’in doðumunda yedi gün, yedi gece "Þehrâyîn", üç gece de Deniz Donanmasýnda tertiplenen merâsimlerle büyük þenlikler yapýldý. Þehzâdeliðinde sarayda mükemmel bir eðitim, öðretim gösterilip, terbiye edilerek yetiþtirildi. Yüksek din ve fen ilimleri, Arapça ve Farsça öðrendi.

    Veliahd Selim, devam etmekte olan Osmanlý-Avusturya-Rus Harbinde cephelerden gelen acý haberlere dayanamayan amcasý, Birinci Abdülhamid Hanýn vefâtýyla 7 Nisan 1789 târihinde Osmanlý Sultaný oldu. Ýçte ve dýþdaki meseleleri hâl etmek için yüksek devlet memurlarýnýn katýldýðý, 16 Mayýs 1789 târihinde büyük bir dîvân toplantýsý yaptý.

    Dîvânda devlet meselelerinin halli için herkesin fikirlerini söylemesini istedi. Dîvândan sonra idârî, mâlî, siyâsî ve askerî meselelerin halli için tâlimat verdi. Avusturya ve Rusya ile harplerin devâmýna karar verildi. Mâliyenin düzelmesi için, sarayda bulunan altýn ve gümüþ eþyânýn büyük bir kýsmý paraya çevrilmek üzere, darphâneye gönderildi. Merkez ve eyâletlerdeki halk da Sultan Selim Hana yardýmcý olmak ve saraya uymak için, altýn ve gümüþlerini devlete teslim etti. Saray ve halkýn yardýmlarýyla cepheler takviye edildi. Fransa ve Ýspanya sefirleri sulh; Prusya, Kýrým’ýn kurtarýlmasý için antlaþma; Ýsveç ise Rusya’ya karþý yardým talebiyle harp teklif ettiler.

    Sultan Selim Han, cephelerdeki harbin devâmýný istedi. Ýsveç ile Rusya’ya karþý 11 Temmuz 1789 târihinde Beykoz Ýttifak Antlaþmasý imzâlandý. 1788 yýlýndan beri devam eden Osmanlý-Avusturya harplerinde, Serasker Kemankeþ Mustafa Paþa, takviye kuvvetlerle Yaþ’tan Rus ordusuna karþý sefere giderken, Foksan’da Avusturya ordusunun âni taarruzuna uðradý. Arnavutlarýn ihânetiyle Osmanlýordusu, 1 Aðustos 1789 târihinde Foksan’da bozuldu. Avusturyalýlar, Belgrat’a kadar ilerleyip, 8 Ekimde þehir düþtü. 31 Ocak 1790’da Prusya ile Avusturya ve Rusya’ya karþý ittifak anlaþmasý imzâlandý. Prusya’nýn arabuluculuðuyla Avusturya ile devam etmekte olan harbe son verilmesi kararlaþtýrýldý. Fransýz Ýhtilâlinin Avrupa’da sebep olduðu hâdiseler üzerine, Ýngiltere ve Prusya’nýn müdâhalesiyle Rusya da antlaþmaya taraftar hâle getirildi. Avusturya ile 4 Aðustos 1791 târihinde Ziþtovi Antlaþmasý imzâlandý. Antlaþmaya göre; Avusturya 1788-1791 harbinde aldýðý yerleri Osmanlý Devletine geri verecekti. Rusya ile 1787’den beri Kafkasya ve Balkanlar’da devam eden harp, 9 Aralýk 1792 târihli Yaþ Antlaþmasýyla neticelendi. Osmanlý Devleti, Rusya ile Avrupa’da Dinyester Turla Nehri, Kafkasya’da Kuban Nehri hudut kesildi. Osmanlý Devleti, Ziþtovi ve Yaþ Antlaþmalarýyla, en az kayýpla harbe son verip, büyük mâlî külfetlerden kurtulmuþtur. Avusturya-Rus harplerinin antlaþmalarla halli sonrasýnda; Avrupa devletlerinin 1789 Fransýz Ýhtilâli’nin etkisiyle, ülkelerinde meydana gelen hâdiselerle uðraþmasý, Osmanlý Devletini geçici bir sulh devrine soktu.

    Sultan Selim Han, devletin dýþta sulh devrine girmesiyle; veliahtlýðýndan beri düþündüðü ýslâhatlarýn icraatýna geçti. Osmanlý Devleti için lüzumlu askerî, idârî, iktisâdî, ticârî ve sosyal ýslâhatlarý Nizâm-ý Cedid adýyla tatbikat safhasýna koydu. Son sefer ve harplerdeki maðlûbiyet ve kesin netîce alýnamamasý, askeriyenin ýslâhýný daha fazla gerektiriyordu. Sultan Selim Han, devlet adamlarýndan aldýðý lâyihalarla 24 Þubat 1793 târihinde, modern tarzda, yeni bir orduyu Nizâm-ý Cedid adýyla kurdu.

    Nizâm-ý Cedid ordusunun masraflarýnýn karþýlanabilmesi içinÝrâd-ý Cedîd Defterdarlýðý kurulup, eski sadâret kethüdâlarýndan Mustafa Reþîd Efendi de bu iþle vazifelendirildi. Levend çiftliðinde kýþla kurulup, yeni ordu hemen tâlime baþlatýldý. Nizam-ý Cedîd ordusuna getirilen yenilik ve tâlimler, Yeniçerilere de tatbik edilmek istendi. Ancak Yeniçeriler, yenilik ve tâlimleri kabullenmeyerek, birkaç ay sonra eðitimi terk ettiler. Ordunun teknik sýnýflarý takviye edilerek; humbaracý, laðýmcý, topçu ocaklarý için yeni kânunlar yapýldý. 1794’te Teknik Üniversite mâhiyetinde Sütlüce’de Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyûn kuruldu. Okulun öðretim üyesi, kitap, ders âlet ve edevatlarý yurtiçi ve dýþýndan bütünüyle karþýlandý. Nizâm-ý Cedîd ordusu yetiþtirilmek üzere Ankara, Kayseri ve Konya’da teþkilât kurulup, askerin mevcudu artýrýlmaya çalýþýldý.Mülkî ýslâhat da yapýlýp, Anadolu ve Rumeli topraklarý, yirmi sekiz eyâlete ayrýldý. Âyanlarýn eskiden olduðu gibi halk tarafýndan seçilmesi kânun hâline getirildi. Resmî dâirelere tâlimat gönderilerek, yazýþmalara, kullanýlan dile, tâbirlere dikkat edilmesi ve halkýn iþlerinin sür’atle tâkip ve yerine getirilmesi istendi. Ýlmiye ricâli(ileri gelen devlet adamlarý) için yeni nizâmnâme yayýnlandý. Ýlmî eserler yazýlýp, pekçok kitap tercüme edilerek, yayýnlandý. Ticârî ve iktisâdî sahada yenilik yapýlýp, Zahire Nazýrlýðý kuruldu. Tecdid-i Kânun-i Týmar ve Zeamet kânunuyla, harbe katýlmayan týmar ve zeâmet sâhiplerinden topraklarýnýn geri alýnmasý esâsý getirildi.

    Gayri müslim esnaf ve tüccardan bâzýlarý vergi ve yurt dýþýna para kaçýrmak ve Osmanlý ülkesinde oturduðu halde, yabancý devlet tebaasýna giriyorlardý. Bu durum ve paranýn dýþarýya çýkarýlmasýna karþý tedbir alýndý. Avrupa devletlerine daimi elçilikler kurularak, 1793’te ilk tâyinler yapýldý. Avusturya, Fransa, Ýngiltere ve Prusya merkezlerine gönderilen elçiler; bulunduklarý memleketlerin yalnýz siyâseti ve diðer devletlerle olan münâsebetleri hakkýnda bilgiler toplamakla kalmadýlar. Ayný zamanda, oralarýn kültürleri, her türlü ilerleme ve geliþmeleri hakkýnda bilgiler toplayýp, rapor hâlinde Ýstanbul’a gönderdiler.

    Avrupalýlar ve Rusya’nýn kýþkýrtmasýyla Balkan kavimleri, Ýngilizlerin teþvikleriyle Arabistan’da Vehhâbi Bedevîler, Ortadoðu’da Dürzî veMarunîler, Kölemen Beðleri,Rumeli’de kânun kaçaklarýndan meydana gelen eþkiyânýn koruyucusu Kýrcalýlar da denilen Daðlý Eþkiyasý, devlete âsi olup, isyan çýkardýlar. Bu meselelerin halli için teþebbüs edildiyse de, Fransa’nýn Balkanlar, Akdeniz, Kuzey Afrika, Mýsýr, Filistin ve Suriye’deki faaliyetleri ardýndan Napolyon Bonapart’ýn 1798’de âni harekâtla Mýsýr’a asker çýkarmasý sebebiyle bütünüyle tam bir hal çâresi bulunamadý.

    Sultan Selim Hanýn hükümdarlýðýnýn üçüncü ayýnda çýkan Fransýz Ýhtilali’yle, Avrupa devletleri Fransa’ya cephe olmasýna raðmen, Osmanlý Devleti meseleye karýþmadýðý gibi münâsebetlerini de dostâne devam ettirdi. Nizam-ý Cedid için, Fransa’dan teknik ve yetiþmiþ eleman getirildi. Fransa’nýn müstakbel imparatoru General Napolyon Bonapart, memleketinde görevden alýnýnca, sultan SelimHanýn dâveti üzerine, Nizâm-ýCedid Ordusunda vazife kabul etmiþti. Osmanlý Devleti; ihtilâlle deðiþen yeni Fransýz idâresini tanýyan ilk devletlerdendi. Fakat, Fransa’nýn 1795 Basel Antlaþmasýyla Venediklilerden Dalmaçya kýyýlarýný almasýyla Balkanlarda baþlattýðý istiklâl (baðýmsýzlýk) fikri propagandasý, tâkip edilen siyâsetin deðiþmesine sebep oldu.

    Adâlet-Eþitlik-Hürriyet fikriyle yapýlan Fransýz Ýhtilâli, çýkýþ gâyesinden uzaklaþarak, Fransa’nýn yayýlma siyâsetine döndü. Hýrvat, Rum veSýrplar arasýnda ihtilâl fikirlerini yaydýlar; Yahûdîleri Filistin’de istiklale dâvet ettiler. Fransa, bununla da kalmayarak, sömürgecilik zihniyetiyle; Ýngiltere’yi Akdeniz’den çýkarýp, Uzakdoðu’daki Ýngiliz sömürgelerini ele geçirmek için Hind’e giden yollarýn en kýsasý olan Mýsýr’a sâhip olmak idealiyle, Osmanlý Devletinin toprak bütünlüðünü bozmaya çalýþtý. Napolyon Bonapart, beþ yüze yakýn gemiye aldýðý Fransýz ordusuyla Akdeniz’e açýlýp, Malta’yý iþgâl ettikten sonra, 2 Temmuz 1798 târihinde Ýskenderiye’den Mýsýr’a çýkarma yaptý. Fransa’nýn beklenmedik harp îlâný ve Mýsýr’a çýkarma yapmasý, Ýngiltere’nin menfaatlerine ters düþtüðünden, Akdeniz’deki ÝngilizAmirali Nelson harekete geçti. Amiral Nelson, 1 Aðustos 1798 târihinde Fransýz Donanmasýný Ebûkîr’de maðlup etti. Fransýz donanmasýnýn Ebûkîr’de imhâsýyla, Napolyon’un ve Mýsýr’daki Fransýz ordusunun anavatanla irtibatý kesildi. Rusya, ihtilâlin tesirinden çarlýðý korumak için Fransa’ya karþý Osmanlý Devletiyle ittifak kurdu. Karadeniz’den kdeniz’e geçirilen Rus filosu, Osmanlý donanmasýyla birlikte hareket etti. Arnavut sâhillerinin muhâfazasý ve Venediklilerden Fransa’ya geçen yerlerin alýnmasýyla vazifelendirilen Tepedelenli Ali Paþa, Preveze’de Fransýzlarý maðlup etti. Osmanlý-Rus donanmasý Zenta ve Kefalonya adalarý sâhilindeki Fransýz gemilerini maðlup edip, bir kýsmýný da zaptetti. Bu muvaffakiyetler üzerine, Ýngiltere ve Rusya ile antlaþma imzâlanarak, ittifaklar resmîlik kazandý.

    Fransýz donanmasý imhâ edildiðinden Napolyon Bonapart ve ordusunun deniz yolu, Akdeniz’de Osmanlý-Ýngiliz-Rus donanmasýnca kapatýldýðýndan, Osmanlý ülkesinde mahsur kalmýþtý. Sultan Selim Han, Fransa’ya karþý ordu sevk etmek için tâyinlerde bulundu. Sayda Vâlisi Cezzâr Ahmed Paþa, Mýsýr Seraskerliðine tâyin edildi. Týrhala Mutasarrýfý Köse Mustafa Paþa da deniz yoluyla Mýsýr’a gönderildi. Napolyon Bonapart, Mýsýr’dan çýkýþ yolu bulmak ve Suriye’ye hâkim olmak için, Akka’yý kuþattý. Akka Kalesi,Mýsýr Seraskeri Cezzar Ahmed Paþa kumandasýndaki Nizâm-ý Cedid askerince, Fransýzlara karþý kahramanca müdâfaa edildi. Napolyon Bonapart’ýn inatla taarruzu, Fransýzlarýn çeþitli hîle ve vaatleri Akka’da neticesiz kaldý. Cezzar Ahmed Paþa ve Nizam-ý Cedid askerlerinin destânî müdâfaasý karþýsýnda kuþatmanýn altmýþ dördüncü günü, Napolyon Bonapart; "Akka olmasaydý, Doðu Ýmparatoru olurdum." diyerek, büyük hayallerle kendisine baðlanan Fransýz ordusunu vebâ salgýný, sefâlet ve maðlubiyetle önce Kahireye çekip, sonra da yüzüstü býrakarak, 1799 yazýnda gizlice Fransa’ya kaçtý. Mýsýr’da kalan Fransýzlar, Osmanlýlara mukâvemet ettilerse de, üst üste maðlubiyete uðradýlar. 27 Haziran 1801 târihinde imzâlanan tahliye mukâvelesiyle Fransýzlar Mýsýr’ý boþalttý. 25 Haziran 1802 târihli Osmanlý-Fransýz anlaþmasý, Fransa ile harp hâline son verdi. Mýsýr Vâliliðine, 1805’te Kavalalý MehmedAli Paþa tâyin edildi. Napolyon Bonapart’ýn Ýstanbul þehri ve Çanakkale ile Ýstanbul Boðazlarýný almak istemesi üzerine 24 Eylül 1805’te Osmanlý-Rus ittifâký yenilendi.Napolyon Bonapart tehlikesine karþý Ýngiltere ve diðer Avrupa devletleri Osmanlýlara yardým talebinde bulundular. Fakat, Rusya ile ittifak ve Ýngiltere ile dostluk uzun sürmedi.

    Arabistan Yarýmadasýndaki Vehhâbiler, Avrupalýlardan gördükleri yardýmlarla, çeþitli batý dillerinde birçok yayýnlarda da bulunup, 18 Þubat 1803’te Tâif’i muhâsara ettiler. Sultan Selim Han, Arabistan’daki hâdiselere esaslý tedbirler almayý plânladýysa da; Ýngiltere ve Rusya Balkanlar meselesinden Bâbýâli’ye baský yapmak istemeleri, muvaffak olamayýnca, Rusya’nýn harp îlân dahi etmeden Osmanlý hududunu ihlâli sebebiyle gerçekleþtiremedi. Sâdece, Mýsýr Vâlisi Kavalalý Mehmed Ali Paþa, sultandan aldýðý emirle Vehhâbi isyanýný bastýrýp, Arabistan ve Mýsýr’da kýsmen huzur ve asayiþi temin etti.

    Sultan Üçüncü Selim Han zamânýnda Ýngiltere’nin Ortadoðu’da; Rusya veAvusturya’nýn Balkanlarda Osmanlý Devletinin iç iþlerine karýþýp, müdâhaleci bir siyâset tâkip etmeleri, bu devletlerle harp hâlinde bulunan Fransa’ya yakýnlaþmaya sebep oldu. Osmanlý Devletine tâbi Eflâk Beyi Konstantin Ýpsilanti ile Boðdan beyi Aleksandr Moruzzi, Rus yanlýsý olduklarýndan azledilince, Ýngiltere ve Rusya’nýn müdâhalesiyle karþýlaþýldý. Rusya, harp îlân etmeden, General Michelson komutasýndaki altmýþ bin mevcutlu Rus Ordusuyla, Eflâk veBoðdan’ý iþgâle baþladý. Vezir-i âzam Ýbrâhim Hilmi Paþa, sefer için Serdar-ý ekrem tâyin edildi.

    Rusya’nýn Balkanlara girmesiyle, Ýngiltere’de on altý gemiden meydana gelen bir Ýngiliz filosunuÝstanbul önlerine gönderdi. Ýstanbul önlerine kadar gelen Ýngiliz donanmasý, Fransa ile münâsebetlerin kesilmesini, Osmanlý-Ýngiliz ittifakýnýn yenilenmesini teklif ettiler. Kabul edilmeyince, teklifi daha da aðýrlaþtýrdýlar. Eflâk veBoðdan’ýn Rusya’ya, Çanakkale Boðazýnýn da Ýngiltere’ye teslimini teklif ettiler. Ýngiltere’nin teklifleri kabullenmenin ötesinde akýl ve hayâle sýðmayacak derecede olduðundan, Ýngilizler müzâkerelerle oyalanýlarak, boðaz sâhillerinin iki yakasý askerlerin ve ahâlinin gayretleriyle kýsa zamanda tahkim edildi. Boðaz sâhillerine birkaç gün içinde bin iki yüzden fazla top yerleþtirildi. Ýngiliz donanmasý, Osmanlý Devletinin ve ahâlinin kuvvetli tepkisini görünce, çekildi. Bunun üzerine Ýngiltere hükümeti, Akdeniz’deki Ýngiliz donanmasýný Mýsýr’ýn zaptýyla vazifelendirdi.

    Ýngilizler, Osmanlýya âsi Kölemenlerle anlaþýp, 20 Mart 1807 târihinde Ýskenderiye’ye çýkarma yaparak teslim aldýlar. Balkanlarda; Ýbrâhim Hilmi Paþa, RusCephesine sefere çýkýnca, Ýstanbul’da türeyen âsiler harekete geçti. Sultan Selim Hanýn, Osmanlý Devleti lehine icraatlarýna karþý, iç ve dýþ düþmanlarýn aleyhine propagandasýyla muhâlefet baþladý.

    1806 Edirne Vak’asýna sebep olan Nizâm-ý Cedid aleyhtarlýðýyla baþlayan muhâlefet, âsilerden Kabakçý Mustafa’nýn liderliðinde büyük hâdiselere sebep oldu. Yeniçeri zorbalarý, 25 Mayýs 1807 Kabakçý Vak’asýndan sonra; asýl niyetlerini ortaya koyarak, 29 Mayýsta Sultan Üçüncü SelimHaný hâl edip, tahttan indirdiler. Âsiler, Sultan SelimHanýn amcasýnýn oðlu Veliaht Mustafa’yý Osmanlý tahtýna geçirdiler. Sultan Selim Han, on dört ay Topkapý Sarayýnda nezâret altýnda yaþadý. Kendisine sâdýk devlet adamlarý ve âsilerin hükümetteki icraatlarýný beðenmeyen taraftarlarý, tekrar tahta geçirmek için faaliyet gösterdiler. Sultan SelimHan taraftarlarý, Rusçuk’taki Alemdar Mustafa Paþa etrafýnda toplanýp, harekete geçtiler. Alemdar Mustafa Paþa, Sultan SelimHaný tekrar tahta geçirmek için Rumeli’deki maiyetiyle Ýstanbul’a geldi. 28 temmuz 1807’de Bâbýâli ve Topkapý Sarayýný basýp, Sultan Selim Haný tahta geçirmek istediyse de muvaffak olamadý. Sultan Selim Han, 28 Temmuz 1808 târihinde Harem Dairesinde þehit edildi. 29 Temmuzda kalabalýk bir cenâze merâsimiyle, Lâleli Câmii yanýnda babasý Üçüncü Mustafa Hanýn türbesine defnedildi.

    Sultan Selim Han, yaratýlýþýnda halim, selîm ve çok zekîydi. Hayýrsever olup, pekçok hayýr müessesesi ve eserler yaptýrdý. Üsküdar’da Selimiye Câmiini ve ÇiçekçiCâmiini yaptý. Eyüp Câmiini büyüterek yeniden yaptýrdý. Karaca Ahmed’de Miskinler Tekkesi denilen Dedeler Mescidini yaptýrýp, Küçükmustafapaþa’da Gül Câmiini kiliseden çevirdi. Üsküdar’da hâlâ kullanýlan meþhur Selimiye Kýþlasýný, Heybeliada’da Deniz Harp Okulu olan Bahriye Mektebini, Halýcýoðlu’ndaTeknik Üniversite mâhiyetindeki Mühendis ve Topçu mekteplerini yaptýrýp yeni bölükler kurdu. Saltanatý müddetince içte ve dýþta büyük düþmanlarla mücâdele etmesine raðmen, ülke îmâr edilip, fazla toprak kaybý olmadý. Tam ýslâhata baþlayacaðý zaman þehit edilmesi, düþündüðü büyük hizmetlerin yerine getirilmesine mâni oldu.

  5. Alt 09-19-2008, 15:27 #315
    Sarax Mesajlar: 678
    II. MAHMÛD ve dönemi





    Otuzuncu Osmanlý sultaný. Ýslâm halîfelerinin doksan beþincisidir. Osmanlý sultanlarýndan Birinci Abdülhamîd Hanýn Nakþ-i Dil Sultandan olan oðlu olup, Ýstanbul’da 20 temmuz 1786 târihinde doðdu. Þehzâdeliðinde iyi bir eðitim ve öðretim gördü. Yüksek din ve fen ilimlerini, devrin kýymetli âlimlerinden öðrendi. Amcasý Üçüncü Selim Han onun yetiþmesine çok îtinâ göstererek, modern askerî ve teknik bilgileri ve devlet idâresini iyi bir þekilde öðrenmesini saðladý. Selim Han tahttan indirildikten sonra da yeðeni Mahmûd’la sýk sýk görüþerek, ona tavsiyelerde bulundu ve tahta çýktýðý zaman dikkat etmesi gereken hususlarý bildirdi. 28 Temmuz 1808’de Alemdâr Mustafa Paþanýn Selim Haný tekrar baþa geçirmek üzere saraya girdiði sýrada sâbýk hâkânýn âsîler tarafýndan þehit edilmesi üzerine Sultan Mahmûd, Osmanlý tahtýna çýktý.

    Ýkinci Mahmûd Han, Alemdâr Mustafa Paþayý, vezîriâzam tâyin edip, Kabakçý isyânýndan sonra ülkede pekçok hâdise çýkaran zorbalarý yola getirmekle vazifelendirdi. Kabakçý Mustafa isyânýnda rol oynamýþ bulunan âsîler cezâlandýrýldý. Fesat çýkaranlar Ýstanbul dýþýnda ikâmete mecbur tutuldu. Ýstanbul’da otorite saðlamaya çalýþýlýrken, Rumeli ve Anadolu’nun birçok yerinde ve bilhassa Halep ve Baðdât’ta vâlilerin çýkardýðý karýþýklýklar devâm ediyordu. Cezâyir’in idâresini dayýlar ele geçirmiþti. Vehhâbîler Haremeyn’i zaptederek, hutbelerden pâdiþâhýn adýný kaldýrmýþlardý. Bu kötü gidiþe, dur demek isteyen Sultan Mahmûd, Anadolu ve Rumeli vâlilerini Ýstanbul’a dâvet etti. Bu vâlilerin yeni Sultan’a baðlýlýklarýný bildirmeleri istendi. Vâliler Ýstanbul’a gelip, Sultan Mahmûd Hana baðlýlýklarýný arz ettiler ve muhtemel âsîlere karþý ittifak senedi imzâladýlar. Diðer taraftan isyânlar neticesinde iyice bozulan yeniçeri ocaðýný yola getirmek için tâlim ve terbiye usûllerinin tekrar tatbik edilmesi istendiyse de, yeniçeriler bu icrââttan memnun olmadýlar. 14 Ekim 1808’de Sekbân-ý Cedîd adýyla modern bir ordu kurulmaya baþlandý. Sekbân-ý Cedîd askeri, yeniçeriler ve taraftarlarý tarafýndan Nizâm-ý Cedîd’in ihyâsý olarak kabûl edildi. Vezîriâzam Alemdâr Mustafa Paþanýn devlet adamlarýna ve askerlere karþý tâvizsiz icrââtlarý, yeniçerileri harekete sevk etti. 14-15 Kasým gecesi meydana gelen büyük isyan sýrasýnda Alemdâr Mustafa Paþa öldürüldü. Mahmûd Han, yenilikleri durdurmak zorunda kaldý.

    Ýstanbul’daki hâdiselerin yatýþtýrýlmasýndan sonra diðer iç ve dýþ meselelerin halline bakýldý. Arabistan’daki Vehhâbîler, Osmanlý Devletine ve Ehl-i sünnet Müslümanlara karþý siyâsî faâliyetlerden katliamlara varan tecâvüzlerde bulunuyorlardý. Bu arada Vehhabîlerin reisi Sü’ûd bin Abdülazîz, Hicaz’ý istilâya teþebbüs etti. Hac mevsiminde hacýlarýn yollarýný kesip, Müslümanlara iþkenceleri ve Ýslâm dînine olan hakâretleri, dayanýlmaz bir hâl aldýðýndan, Halîfe Ýkinci Mahmûd Han, Mýsýr vâlisi Mehmed Ali Paþaya ferman gönderip, Vehhâbîleri cezâlandýrmasýný emretti. Mehmed Ali Paþa bir dizi harpten sonra mübârek beldeleri Vehhâbîlerden temizledi. Zafer haberine çok sevinen Mahmûd Han, Mýsýr vâlisi Mehmed Ali Paþaya ihsanlarda bulundu.

    Öte yandan Balkanlarda, Avrupa devletlerinin Osmanlý Devletinin birlik ve bütünlüðünü parçalamak gâyesiyle yaptýrdýklarý bölücü ve yýkýcý faaliyetler çok artmýþtý. Sýrplar Bükreþ Antlaþmasý ile (28 Mayýs 1812) muhtâriyet kazanmalarýna raðmen rahat durmuyorlardý. Osmanlý Devletine ödeyecekleri senelik vergiyi kestiler. Tam istiklal propagandalarý ile kalelerdeki Osmanlý askerlerine saldýrmaya baþladýlar.

    1813 yýlýnda, Sýrplýlarý yola getirmek için Hurþid Paþa seraskerliðinde sefer açýldý. Hurþid Paþa Belgrad’a gelip, âsîleri yola getirdi. Âsî Sýrp lideri Kara Yorgi, esir düþmekten kurtulmak için, Avusturya’ya kaçtý. Belgrad ve Semendire kaleleri Osmanlýlara tâbi oldu. Serasker Hurþid Paþanýn umûmî af îlân etmesiyle, Sýrplýlarýn silahlarý toplatýldý. Kara Yorgi’den sonra Sýrplýlarýn baþýna Miloþ Obrenoviç geçti. Osmanlý Devletine sadâkatle hizmete devâm eden Miloþ Obrenoviç, 1818’de Avusturya’dan dönen rakibi Kara Yorgi’yi öldürdü. 1829 yýlýnda Sýrbistan’a muhtâriyet verilmesine raðmen, yýllýk vergi vermeyi ve dýþ iþlerinde Osmanlýlara baðlýlýðýný devâm ettirdi.Arnavutluk’ta ise Tepedelenli Ali Paþanýn nüfuzu sebebiyle Rumlar, Rusya’nýn bütün teþvik ve yardýmlarýna raðmen isyana cesâret edemiyorlardý. Ancak Fenerli Rumlarla eskiden beri sýký münâsebetlerde ve Ýngilizlerle gizli muhâberelerde bulunan Hâlet Efendinin hâince faâliyetleri ve özellikle Tepedelenli Ali Paþayý bertaraf etmesi Yunanlýlara ayaklanma fýrsatý verdi.

    Etniki Eterya ve Fener’deki Rum Patrikhânesinin hedef tâyin ettiði isyan, 1820 yýlýnda baþlatýldý. 12 Þubat 1821’de Mora Yarýmadasýna yayýldý. Rum âsîler, yüzyýllardýr hâkimiyeti altýnda yaþayýp, komþuluk hakkýný dahi çiðneyerek, Müslüman ahâliye karþý katliamlara giriþtiler. Ýsyan Atina, Tesalya ve Adalara da yayýldý. Katliamlarda 1500 Müslüman þehit edildi. Rus Çarýnýn yâveri ve Etniki Eterya lideri Aleksandra Ýpsilanti, 6 Mart 1821’de Eflak’ta isyan çýkardý. Ýsyan bastýrýldý. Ýkinci Mahmûd Han, âsîlere karþý yerinde ve zamanýnda tedbir aldý. Bölge ahâlisine silâh daðýttýrdý. Bölgede isyanlarla alâkasý görülenler cezâlandýrýldý. Ýstanbul’daki Rum Patriði ve birkaç metropolit, isyanla alâkasý görülerek asýldýlar. Osmanlý Devletinin iç durumu ve Avrupa devletlerinin âsîlere devamlý yardým ve müdâhaleleri, isyânýn bütünüyle bastýrýlamamasýna sebep oldu. Mora’daki isyan büyüyerek Adalara ve Selanik’e kadar yayýldý. Bu durum üzerine Sultan Mahmûd Mýsýr vâlisi Mehmed Ali Paþayý isyaný bastýrmaya memur etti. Nitekim Kavalalý Mehmed Ali Paþanýn oðlu Ýbrahim Paþa kumandasýnda gönderdiði küçük, fakat disiplinli ve modern ordu, isyâný kýsa sürede bastýrmaya muvaffak oldu (1825).

    Yunan isyâný sýrasýnda yeniçeri ve sipâhîlerin daha fazla bozulduðunu gören Sultan Mahmûd Han, bu fesât yuvalarýný ortadan kaldýrmaya karar verdi. Yeniçerilerin artan tecâvüz ve zorbalýklarý kamuoyunu da aleyhlerine çevirmiþti. Pâdiþâh, Yunan isyânýnýn bastýrýlmasýyla kavuþulan sulh devresinde önce, orduyu ýslâha giriþti. Ancak askerî tâlim ve terbiyeye karþý çýkan yeniçeriler, isyân mânâsýnda kazan kaldýrdýlar. Buna karþýlýk Sultan Mahmûd Han da sadrâzam, þeyhülislâm ve devlet erkânýný toplayarak yeniçerilerin artýk hýyânette bulunduklarýný, bu sebeple tedbir alýnmasýný belirtti. Âlimler, din ve devletin bekâsý için bu fesat yuvasýnýn ortadan kaldýrýlmasý gerektiðini bildirdiler. Þeyhülislâmýn fetvâsý ile sancak-ý þerîf çýkarýlarak, dînine ve pâdiþâhýna baðlý olanlarýn onun altýna gelmesi ve mücâdeleye giriþmesi istendi. Böylece eþine ilk defâ rastlanan bir olayla pâdiþâha baðlý birlikler halkla bütünleþerek fitne ve fesat yuvasý yeniçeri ve sipâhî ocaklarýný ortadan kaldýrdýlar. Ýstanbul’da âsî, ahlâksýz, serseri temizliði yapýlarak, yirmi binden ziyâdesi cezâlandýrýldý. Yeniçeri ocaðýnýn kaldýrýlmasý hayýrlý bir hâdise kabûl edilerek Vak’a-i Hayriyye denildi. Kendilerini Bektâþî kabûl eden yeniçerilerin ortadan kaldýrýlmasýyla, hurûfî olan sahte Bektâþî tekkeleri kapatýlýp, babalarý baþka yerlere gönderildi. Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye adlý asker ocaðý kurularak, devrin ihtiyâçlarýna göre tâlim ve terbiye edilmesi, silâh verilmesi ve özel kýyâfet giydirilmesi kararlaþtýrýldý. Topçu, humbaracý ve laðýmcý ocaklarý ýslâh edildi. Mekteb-i Bahriye açýldý. Eðitim ve öðretimi en üst seviyeye çýkarmak için Avrupa’dan hocalar getirildi.

    Osmanlý Devletindeki bu süratli ve olumlu geliþme, Avrupa devletlerini harekete geçirdi. Ýngiliz ve Fransýzlar, Osmanlý Devleti içerisindeki Mustafa Reþid Paþa gibi adamlarýný yardým vâdiyle kullanarak Rusya ile harbe sebebiyet verdirdikleri gibi, Mýsýr vâlisi Mehmed Ali Paþayý da devletine karþý kýþkýrttýlar. Mýsýr’da Mehmed Ali Paþanýn hâkim olacaðý bir devleti tanýyacaðýný bildiren Ýngiliz ve Fransýzlar, onun güçlü ve disiplinli kuvvetlerini Osmanlýlara karþý çevirmeyi baþardýlar. Mehmed Ali Paþa, oðlu Ýbrâhim Paþa kumandasýnda, daha ordusu bütünüyle yeniden teþekkül etmemiþ Osmanlý Devletinin Suriye eyâleti üzerine asker sevk etti. 1831-1832 yýlýndaki muhârebelerde, Mýsýr askeri, çokluðu ve intizamlý olmasý sebebi ile gâlip gelince, Osmanlýlar Rusya’dan yardým istediler. Bu durum, Ýngiltere ve Fransa’yý telâþa düþürdü. Fransa’nýn aracýlýðýyla 8 Nisan 1833 Kütahya Antlaþmasý imzâlandý. Antlaþmaya göre, Mehmed Ali Paþaya Mýsýr vâliliðine ilâveten Suriye, oðlu Ýbrâhim Paþaya da Adana eyâleti muhassýllýk olarak verildi. 8 Temmuz 1833’te Rusya ile savunma ve yardým esâsýna dayanan Hünkâr Ýskelesi Antlaþmasý imzâlandý. 1839’da Mýsýr üzerine ordu sevk edildiyse de neticesi gelmeden ÝkinciMahmûd Han Ýstanbul’da vefât etti ve Çemberlitaþ’daki türbesine defnedildi.

    Sultan Ýkinci Mahmûd Han, Osmanlý Devletinin ilerlemesini, teknik ve sanâyide devrin seviyesine ulaþýlmasýný isteyen tedbirli, gayretli bir pâdiþâhtý. Devrindeki büyük hâdiseler karþýsýnda aslâ ümidsizlik ve gevþeklik göstermedi. Gayreti sâyesinde devlet, Avrupa tarzýnda sistemli orduya sâhip oldu.

    Avrupa’ya askerlik ve yeni silâhlarýn kullanýlmasýný öðrenmek için, talebe gönderdi. Askerî Týbbiye ve Harbiye mekteplerini kurdu. Bu iki müessesenin eðitim ve öðretimini en üst seviyeye çýkarmak için Avrupa’dan hocalar ve mütehassýslar getirdi. Askerî Týbbiye, Harbiye ve sivil yüksek okullarýn öðrenci ihtiyâcýný karþýlamak için medrese ve mekteplere ilâveten sýbyan mekteplerinin üstünde Rüþdiyeler (ortaokul), devlet memurlarýnýn yetiþtirilmesi için de Mekteb-i Maârif-i Adlî kuruldu. Ülkenin ihtiyâçlarýný karþýlamak, çeþitli sâhalarda mütehassýs eleman yetiþtirmek içinAvrupa’ya çok sayýda öðrenci gönderildi. Eðitim ve öðretim parasýz olup, ilk tahsil mecbûrî hâle getirildi. Açýlan okullarýn seviyesini yükseltmek için ve lüzumlu fen ve teknik kitaplarýn tercümesi için batý dillerinde tercüme bürosu kuruldu. Tekrar Avrupa devletlerinin þehirlerine konsolos gönderilmeye baþlandý. 1 Ekim 1831 târihinde Takvim-i Vekâyi adlý gazete, Osmanlý Türkçesi ile ülke içinde çýkarýlmaya baþlandý. Fransýzcasý da dýþ ülkelere gönderildi. Avrupa ülkelerine gönderilen gazeteler ile Türkiye’nin propagandasý yapýlarak hâdiseler ve ýslâhâtlar dünyâ kamuoyunda deðerlendirmeye tâbi tutuldu. Avrupa basýnýnda, Türkiye ve Sultan Mahmûd Hakkýnda neþredilen yayýnlar tâkib edildi.

    Ýkinci Mahmûd Han, hükûmet teþkilâtý usülleri, kýyâfet nizamýnda yenilikler yaptý. Osmanlý Devlet teþkilâtýndaki önceki müesseselerin yerine, Sadrazama Baþ Vekil (Baþbakan); Defterdara Mâliye Nâzýrý (Mâliye Bakaný); Reisü’l-küttâba Hâriciye Nâzýrý (Dýþiþleri Bakaný); Sadrâzam Kethüdâsýna Dâhiliye Nâzýrý (Ýçiþleri Bakaný) denilmeye baþlanýldý. Osmanlý Devletinde büyük bir yekün tutan vakýflar için Evkaf Nezâreti kuruldu. Hükûmet ve ahâlinin önemli meselelerinin görüþüldüðü Meclis-i Vâlâ-yý Ahkâm-ý Adliye; askerî iþlerin görülüp, kararlaþtýrýldýðý Dâr-ý Þûrâ-yý Askerî müessesesi kuruldu. Memurlar iç ve dýþ iþlerde olmak üzere ikiye ayrýlýp, maaþlarý, rütbe ve derecelerine göre baðlanarak, verilmeye baþlanýldý. 1827’de Osmanlý Týp Fakültesi kuruldu. 1838’de Karantina usûlünü vücûda getirdi. Posta müessesesini kurdu. Posta yollarýnýn kurulmasýna çalýþtý. Üsküdar’dan Ýzmit’e kadar bir posta yolu yaptýrdý. 1831 yýlýnda kýsmî nüfus sayýmý yapýldý. Arabistan’dan asker alýnmadýðý için sayýmdan hâriç tutuldu. Nüfus sayýmýnda insan ve servet durumu ölçülmüþ oldu. Dört milyon Hýristiyana karþýlýk sekiz milyon Müslüman ahâlinin sayýmý yapýldý. Bölgelerdeki Hýristiyanlarýn sayýsý, devlete verilen cizye miktârýný da ortaya çýkarmýþ oldu.

    Ýkinci Mahmûd Hanýn ilmi fazla olup, dînî, fennî, teknik, askerî, idârî ve sanat sahalarýnda kendisini çok iyi yetiþtirmiþti. Dindar, akýllý, zekî, çalýþkan olup, gayret ve azim sâhibiydi. Þâirdi. Adlî mahlasýyla þiir yazardý. Ýlim, sanat adamlarýna ve eserlerine çok alâka gösterirdi. Onlara kýymet verip, himâye ederdi.

    Ülkenin îmârýna, ilim, sanat, hayýr ve sosyal müesseselerine önem veren Ýkinci Mahmûd Han, pekçok eser yaptýrdý. Bâyezîd Yangýn Kulesini; Unkapaný ile Azapkapý arasýndaki þimdi Unkapaný Köprüsü denilen Mahmûdiye Köprüsünü; Beylerbeyi ve Çýraðan saraylarýný; Tophâne’de Nusratiye, Bahçekapý’da Hidâyet, Üsküdar’da Adliye, Arnavutköy sâhilinde Tevfikiye câmilerini yaptýrdý. Hazret-i Hâlid’in türbesini mükemmel tâmir ettirip, iyi bir hattat olduðundan sandukasý pûþîdesi üzerindeki yazýyý kendi el yazýlarý ile yazdý. Yine güzel bir hüsnü hatla yazdýðý Lefkoþe’de Selimiye Câmiinde asýlýdýr. Tophâne’de Kâdirî Câmii ve tekkesini tâmir ettirdi. Ýkinci Mahmûd Han, 1820 senesinde Hücre-i saâdete hediye ettiði þamdanla birlikte gönderdiði aþaðýdaki yazý, Osmanlý Sultanlarýnýn Resûlullah’a olan hürmet ve muhabbetlerinin bir vesîkasýdýr:

    Þamdan ihdâya eyledim cüret yâ Resûlallah!

    Murâdým der-i ulyâya hizmet, yâ Resûlallah!

    Deðildir ravdaya þâyeste, destâviz-i nâçizim,

    Kabûlünle kýl ihsân u inâyet, yâ Resûlallah!

    Kimim var hazretinden gayrý, hâlim eyleyem i’lam,

    Cenâbýndandýr ihsân u mürüvvet, yâ Resûlallah!

    Dahîlek, el-emân, sad el-emân, dergâhýna düþdüm,

    Terahhüm kýl, bana eyle þefâ’at yâ Resûlallah!

    Dü-âlemde kýl istishâb bu Han Mahmûd-i Adlîyi,

    Senindir evvel ü âhýrda devlet yâ Resûlallah!

    Mýsýr, Yanya ve Mora gibi vilâyetlerin isyâný ve yeniçerilerin kazan kaldýrmalarý, yok edilmeleri ve Rus ordularýnýn saldýrmalarý sýrasýnda Sultan Mahmûd Han, Mekke ve Medîne’yi ancak tamir edebilmiþ, kendisinden sonra oðlu Abdülmecîd Han, bunlarý tezyîn için þaþýlacak bir himmet ve gayret göstermiþtir.

  6. Alt 09-19-2008, 15:28 #316
    Sarax Mesajlar: 678
    ABDÜLMECîD HAN ve dönemi





    Osmanlý sultanlarýnýn otuz birincisi ve Ýslam halifelerinin doksan altýncýsý. Sultan ikinci Mahmud Hanýn oðlu olup, 25 Nisan 1823 tarihinde Bezm-i Alem Valide Sultandan doðdu. Þehzadeliðinde iyi bir tahsil gördü. Fransýzca öðrendi. Avrupa’da yayýnlanan neþriyatý yakýndan takib eden Abdülmecid Han yenilik tarafdarýydý. Babasýnýn 1 Temmuz 1839’da vefatý üzerine on yedi yaþýnda tahta çýktý.

    Abdülmecid Hanýn devlet idaresinde yeterli tecrübesi yoktu. Buna karþýlýk devlet erkanýna güvendiðini, babasýnýn baþlattýðý ýslahat hareketlerini devam ettireceðini ilan etti. Fakat bu sýrada devlet ileri gelenleri arasýndaki rekabet ve kýskançlýk son safhada idi. Sultan ikinci Mahmud Hanýn cenaze merasimi sýrasýnda, Meclis-i vala-yý ahkam-ý adliyye reisi Koca Hüsrev Paþa, sadrazam Mehmed Emin Rauf Paþadan 2 Temmuz 1839’da mühr-i hümayunu zorla alýp, kendini sadrazam ilan ettirdi. Bu sýrada Osmanlý Devleti, Mýsýr ile muharebe halindeydi. Bu sebeple genç padiþah meseleyi kurcalamadý ve Hüsrev Paþanýn sadrazamlýðýný kabul etti. Ayrýca Mýsýr meselesini halletmek istediðinden, Mýsýr valisi Mehmed Ali Paþaya Köse Akif Efendiyi göndererek affettiðini bildirdi; ordu ve donanmaya harekatý kesme emri verdi. Ancak bu sýrada Nizib’te Osmanlý ordusunun Mýsýr ordusuna yenildiði haberi geldi. Kaptan-ý derya Ahmed Fevzi Paþa da, sadrazamýn eski husumetinden korkarak, donanmayý Mýsýr’a götürüp teslim etti. Böylece ordusuz ve donanmasýz kalan Osmanlý Devleti karþýsýnda cesaret alan Mýsýr valisi, Sultan ile anlaþmaya yanaþmadý.Sultan Abdülmecid Han, devleti bu zor durumdan kurtarmak için çareler aradý. Bu sýrada Avrupa’dan yeni dönen Mustafa Reþid Paþa, Sultan’a Avrupa’nýn yardýmýný saðlamak gibi bir bahaneyle Gülhane Hatt-ý Hümayunu adý ile meþhur olan Tanzimat Fermaný’ný yayýnlatmaya muvaffak oldu.

    Tanzimat Fermaný’nýn yayýnlanmasýndan sonra Mýsýr’a karþý Ýngiltere’nin ön ayak olmasý ile, Mehmed Ali Paþayý tutan Fransa dýþarýda býrakýlarak Osmanlý, Ýngiltere, Rusya, Prusya ve Avusturya devletleri Londra’da bir araya geldi ve 15 Temmuz 1840’da Londra anlaþmasý imzalandý. Buna göre, anlaþmaya imza koyan devletler, Mehmed Ali Paþaya onar günlük iki ültimatom verdiler. Mehmed Ali Paþa bu ültimatomlarý kabul etmediðini bildirdi. Bunun üzerine Ýngiltere ve Avusturya tarafýndan desteklenen Osmanlý kuvvetleri, Mýsýr ordusunu yendi. Osmanlý askeri 16 Ekim 1840 günü Trablusþam’a, 4 Kasým günü Akka’ya, 13 Kasým günü Haleb’e, 29 Aralýk günü Þam’a girdi. Londra anlaþmasýna göre artýk Mehmed Ali Paþanýn Mýsýr’dan çýkarýlmasý gerekiyordu. 27 Kasým 1840 günü Mýsýr ile Ýngiltere arasýnda yapýlan anlaþma ile, Mehmed Ali Paþa, ikinci ültimatomun þartlarýna uyacaðýný bildirince, Ýngiltere, Osmanlý Devletine ihanet ederek; Babýali’den Mýsýr ile Sudan’ýn ýrsi olarak Mehmed Ali’ye býrakýlmasýný istedi. Bundan maksadlarý, Mýsýr’ý yalnýz býrakýp, þartlarýn müsaid olduðu bir zamanda iþgal etmekti. Bunun üzerine Reþid Paþa, Sultan Abdülmecid’e 24 Mayýs 1841 günü Mýsýr fermanýný yayýnlattý. Bu ferman, 1914 senesine kadar Mýsýr’ýn bir çeþit anayasasý olarak kalmýþtýr. Fermana göre Mýsýr, Osmanlý padiþahý tarafýndan tayin edilen Kavalalý mensuplarýnca idare edilecekti.

    Mýsýr meselesi halledildikten sonra, 13 Temmuz 1841’de Osmanlý, Ýngiltere, Rusya, Fransa, Avusturya ve Prusya devletleri Londra’da tekrar bir araya gelerek, Boðazlar andlaþmasýný imzaladýlar. Kendi menfaatlerine aykýrý olmasýna raðmen bu antlaþmayý imzalayan Rusya, Ýngiltere’nin dostluðunu kazanarak sulh yolu ile Osmanlý topraklarýný bölüþmek gayesinde idi. Fakat Ýngiltere, Fransa’yý Ortadoðu’da etkisiz hale getirip, Mýsýr mes’elesi ile Osmanlý Devleti üzerinde bir çeþit ekonomik, siyasi ve kültürel vesayet kurarak; elde ettiði imtiyazlý durumu paylaþmak istemediðinden, Rusya ile beraber hareket etmek istemiyordu. Ayrýca Hindistan ve Hind yolu için tehlikeli gördüðü Osmanlý Devleti’ni Rusya ile meþgul ederek, Hindistan’da ve Ortadoðu’da istediðini yapýyordu.

    Mýsýr meselesinde yenilgiye uðrayan Fransa, Lübnan’daki Marunileri kýþkýrtarak, Dürzilerle çarpýþtýrdý. 1845 senesinde Osmanlý hükumeti bazý tedbirler alarak Fransýz kýþkýrtmalarýný önlemeye çalýþtý. Lübnan daðlarýnda birisi Marunilere, diðeri de Dürzilere ait otonom iki kaza kuruldu ve bunlar Sayda valisine baðlandý.

    Tahta çýkýþýnýn ilk senelerini iç ve dýþ olaylar ile uðraþmakla geçiren Sultan Abdülmecid, böylece devleti kýsmen huzura kavuþturdu. Islahat iþleri ve iç meseleler ile uðraþmak imkanýný buldu. 24 Haziran 1844 tarihinde halka yakýn olmak, beldeleri bizzat görmek için seyahatlar yaptý.

    1848’de Avusturya’da Macarlar, Rusya’da ise Lehler baðýmsýzlýk için ayaklandýlar. Ýsyaný Avusturya ve Rusya çok kanlý bir þekilde bastýrdý. Bu durum, Fransýz ve Ýngiliz kamuoyunda Rusya aleyhine büyük bir tepkinin çýkmasýna sebep oldu. Macar ve Leh milliyetçilerinin liderleri Osmanlý topraklarýna girerek hükumetten sýðýnma hakký istediler. Sultan Abdülmecid Han, kendisine sýðýnan mültecileri, Rusya ve Avusturya’nýn savaþ tehditlerine raðmen geri vermedi. Sultan’ýn bu hareketi Osmanlý Devletinin itibarýný çok artýrdý. Rusya ve Avusturya’ya karþý Fransýz ve Ýngiliz ortak desteðini saðladý. Nitekim çok geçmeden kutsal yerler mes’elesi ve Romanya’nýn iþgali dolayýsýyla Rusya’ya savaþ açan Osmanlý Devleti, bu devletlerin yardýmýný te’min etti. Böylece Rusya ile vuku bulan 1853-55 Kýrým Harbi görünüþte parlak bir zaferle neticelendi. Ancak cephedeki zafer, içeride Osmanlý Devletine pek pahalýya mal oldu. Batýlý devletler yaptýklarý yardýmlarýn karþýlýðý olarak Osmanlý ülkesinde Hýristiyanlara yeni haklar verilmesi için 1856 Islahat Fermaný’ný yayýnlattýlar. Ali Paþa hükumeti tarafýndan ilan edilen bu Ferman’ýn hazýrlanmasýnda Ýngiliz ve Fransýz elçileri de bulunmuþtu. Görünürde Osmanlý toplumunu ýrk, din ve dil ayýrýmý gözetmeden kaynaþtýrmayý hedef alan Islahat Fermaný azýnlýklarýn baðýmsýzlýk hareketlerini hýzlandýrýp, devleti yýkýlmaya doðru götürmekten baþka bir iþe yaramamýþtýr. Nitekim Ferman’ýn yayýnlanmasýndan çok kýsa bir süre sonra Suriye’de ve Cidde’de Müslümanlar ile Hýristiyanlar arasýnda çarpýþmalar baþladý. Eflak, Boðdan ve Karadað’da baðýmsýzlýk gayesiyle isyanlar çýktý. Böylece Osmanlý Devletinin yeniden bir iç ve dýþ gailelerin içine düþtüðü esnada Sultan Abdülmecid Han vefat etti (25 Haziran 1861). Kabri, Sultan Selim Camii bahçesindedir.

    Abdülmecid Hanýn genç yaþta tahta çýkýþý ile saf ve temiz kalpli olmasý onun saltanatýnýn hemen baþýnda büyük bir hata yapmasýna sebep oldu. Bu hata, Osmanlý tarihinde korkunç bir dönüm noktasý olmuþ ve bu muhteþem Ýslam devletinde bir yok olma devrinin baþlamasýna yol açmýþtýr. Bu hata; azýlý ve sinsi Ýslam düþmaný olan Ýngilizlerin tatlý dillerine aldanarak Ýskoç masonlarýnýn yetiþtirdikleri cahilleri iþ baþýna getirmesi ve bunlarýn devleti içerden yýkmak siyasetlerini hemen anlayamamasýdýr.

    Abdülmecîd hân, [1256] da ilk olarak kâðýd para çýkardý. [1260] da (Mecîdiyye) köprüsü yapýldý. Þimdi Galata köprüsü deniliyor. 1412 [m. 1992] de yeniden yapýldý. [1265] de Beþiktaþla Ortaköy arasýnda (Küçük Mecîdiyye) câmi’ini ve Ortaköy iskelesi yanýnda (Büyük Mecîdiyye) câmi’ini yapdýrdý. [1276] da Maçka ile Niþantaþý arasýndaki (Teþvikiyye câmi’i)ni yapdýrdý. [1268] de (Þirket-i Hayriyye) denilen buðaziçi vapurlarý iþletilmeðe baþlandý. [1277] de Aydýn demir yolu yapýldý. [1270] de deniz altý telgraf hattý döþetdi. [1272] de erâzi kanûnu çýkardý. [1274] de belediye teþkilâtý kurdu. [1276] da ticâret kanûnu yapdý. Abdülmecîd hânýn vâlidesi (Bezm-i Âlem) sultân, 1261 [m. 1845] de Yenibaðçede Gurabâ hastahânesi ve Dolmabaðçe serâyý önünde deniz kenârýnda (Vâlide câmi’i) ve Bakýrcýlarda Bâyezîd kulesi önünde büyük sultânî lisesi ve dahâ birçok mescid, çeþme yapmýþdýr. Dolmabaðçe denilen yer, [1023] de, birinci Ahmed hânýn emri ile dolduruldu. Bir tepeyi denize doldurdular. Dolmabaðçe iskelesini birinci Abdülhamîd hân yapdý. Dolmabaðçe serâyýný birinci ve ikinci Mahmûd hânlar ahþâp olarak yapmýþlardý. 1269 [m. 1853] senesinde Abdülmecîd hân, bunlarýn yerine, þimdiki muhteþem serâyý yapdýrdý. Beþmilyon altýn liraya mâl oldu. Bu kadar çok para, milletin cebine girmiþ oldu. Binlerce âilenin yüzü güldü. Ayrýca, memlekete, çok kýymetli ve târihî bir san’at eseri kazandýrmýþ oldu. Sulh ve terakkî saðladý. Hicâzda ve Anadoluda çok eserler yapdý.

    Ýslâm düþmânlarý, Osmânlý halîfelerine çirkin iftirâlar yapdýklarý gibi, bu mubârek zâta da, leke sürmeðe çalýþýyorlar. Memleketin her tarafýnda ve hele Mekkede, Medînede yapdýrdýðý, görülmemiþ güzel san’at eserlerine, isrâf yapdý diyorlar. Allahü teâlânýn mubâh etdiði, izn verdiði câriye kullanmasýný, ya’nî meþrû’ hakkýný suç olarak gösteriyorlar. Ýçki içerdi diyorlar. Sultân ikinci Selîm hâna ve Yýldýrým sultân Bâyezîde de böyle iftirâ etdiler. Hiçbir vesîkaya dayanmýyan bu sözlere sâf müslimânlar da inanýyor. Yeni târîh kitâblarýna bile yazýyorlar. Hâlbuki Osmânlý pâdiþahlarýnýn hepsi, her iþlerinde islâmiyyete uyar, yüksek âlimlerin fetvâlarý ile hareket ederlerdi. Hepsi sâlih, dindâr, mubârek insanlardý. Herbiri islâmiyyete çok hizmet etdi. Ýkinci Selîm hânýn Edirnede yapdýrdýðý büyük Selîmiyye câmi’i, düþmânlarýna açýk cevâb vermekde, iftirâlarýný yalanlamakdadýr. Din düþmanlarý, iyileri kötülemekde, kötüleri, dinsizleri övmekdedir.

    Abdülmecîd hân, türbesinin yüksekliðinin, Yavuz Sultân Selîm türbesinden aþaðý olmasýný vasýyyet etmiþ ve öyle yapýlmýþdýr. Türbesinde oðullarý Burhâneddîn efendi [1265-1293] ve Muhammed Abdüssamed efendi [1269-1271] ve Osmân Safiyyüddîn efendi de [1271] vardýr. Ortadaki üçüncü türbede sultân Süleymân hânýn vâlidesi Hafsa sultân ile Sultân Süleymân þâhzâdelerinden Murâd, Mahmûd ve Abdüllah efendiler ve bir haným efendi vardýr "rahime-hümullahü teâlâ".

    Abdülmecid Hanýn kardeþi Abdülaziz’den sonra oðullarýndan beþinci Murad Han, Ýkinci Abdülhamid Han, Beþinci Mehmed Reþad ve Altýncý Mehmed Vahideddin Han padiþah olmuþlardýr.

  7. Alt 09-19-2008, 15:29 #317
    Sarax Mesajlar: 678
    ABDÜLAZîZ HAN

    ve Dönemi





    Osmânlý pâdiþâhlarýnýn otuzikincisi ve islâm halîfelerinin doksanyedincisidir. Sultân ikinci Mahmûdun ikinci oðludur. 1245 [m. 1830] de tevellüd edip 25 Hazîran 1277 [m. 1860] de halîfe oldu. 1293 [m. 1876] de Dolmabaðçe serâyýndan alýnýp, Topkapý serâyýna habs edildi. Beþ gün sonra Midhat pâþa ve serasker [savunma bakaný] Hüseyn Avnî pâþa, Süleymân pâþa ve arkadaþlarý tarafýndan, Fer’ýyye serâyýnda Kur’ân-ý kerîm okurken bilek damarlarý kesdirilerek þehîd edildiði, sultân Vahîdeddînin baþ kâtibi, Alî Fuad beðin hâtýralarýnda yazýlýdýr "rahmetullahi teâlâ aleyh". Fer’ýyye serâyý, Beþiktaþ ile Ortaköy arasýnda, Galata-serây lisesinin orta kýsmý olan yalýdýr. Sultân Mahmûd türbesindedir. Sultân Murâd, bu iþkenceli ölümü iþitince, korkudan aklý bozuldu.

    (Belgelerle Türk târîhi dergisi)nin 1967 Kasým ve 2 sayýlý nüshasýnda diyor ki: Ýstanbul üniversitesine baðlý kýymetli eserler arasýnda, Ýbnül-Emîn Mahmûd Kemâl beðin [3310] numaralý defterinde, sultân Abdül’azîz hânýn annesi Pertevniyâl vâlide sultânýn söyleyip yazdýrdýðý (Sergüzeþt-nâme) vardýr. Yýldýz evrâký arasýnda görülüp, Ýbnül-Emîn Ahmed Tevfîk beðin, 1336 [m. 1918] de sûretini çýkardýðý bu sergüzeþtnâmede Pertevniyâl sultân diyor ki: 1293 [m. 1876] senesi, Cemâzil-evvelin yedinci [30 Mayýs] günü, sabâha karþý sâat sekizde, vâlide sultâný yatakdan kaldýrýyorlar. Sultân, oðlu Abdül’azîz hâný uyandýrýyor. Halîfe, (Anne bunu bana kim yapdý? Beni sultân Selîme mi döndürecekler? Ben kime ne etdim?) diyor. Vâlide sultân (Avnî pâþa etdi) diyor. (Yalnýz Avnî etmedi. Rüþdü pâþa ile Ahmed ve Midhat pâþalar da, bu iþe dâhil. Ben bu felâketi otuz kýrk def’a rü’yâmda gördüm. Bundan sonra, Cebrâîl gökden inse, devlet reîsi olmam. Cenâb-ý Hakkýn takdîri böyle imiþ) diyor. 30 Mayýs 1876 Salý günü kayýkla Topkapý serâyýna götürülüp, üçüncü Selîm hânýn þehîd edildiði odada, habs olunuyor. Çorba gönderiyorlar. Kalfa (Kaþýksýz, efendimizin önüne nasýl koyayým?) diyor. Bir kýrýk tahta kaþýk veriyorlar. Halîfe, biraz içiyor. Abdest almak için, na’lýn aratýyor. (Ýzn yok) diyerek vermiyorlar. Abdesthâneye yalýn ayak giriyor. Üç gün kuru tahta üstünde aç, susuz býrakýlýyor. Kayýkda yaðmurdan ýslanmýþ olan elbisesini çýkarmak için gecelik istiyor. (Ýrâde yokdur) diyerek vermiyorlar. Sultân Murâda tebrîknâme ve acýklý mektûblar gönderip yalvarýyor. Dördüncü gün, (2 Hazîran sabâhý) sultân Murâdýn irâdesi ile diyerek, Fer’ýyye serâyýna götürüyorlar. Ýçeri hýzlý girdiði için, bir süngülü asker, göðsünden itiyor. (Annem nerede?) diyor. Annesi koþup gelerek, yukarý çýkarýyor. Askerlerin saygýsýzca konuþdurulduðunu görünce, (Aman anneciðim. Bunlar beni öldürecekler) diyerek aðlýyor. Ýki gün sonra, eski, yýrtýk eþyâ gönderiyorlar. Askerler, ikide bir, kýlýcýný isteriz diye hücûm ediyor. Vermiyor ise de, Vâlide sultân, gizlice vermek zorunda kalýyor. 4 Hazîran sabâhý Vâlide sultân içeri gelip, kapýnýn açýk olduðunu ve halîfenin kanlar içinde yatdýðýný görünce, feryâd ediyor. Halîfe, ellerini, annesinin göðsü üzerine koyup (Allah, Allah) diyor. Gelenler, Vâlide sultâný baþka odaya götürüyor, kulaðýndaki küpeleri ve yüzüðünü çekip alýyorlar. Halîfeyi eski bir perdeye sarýp, Ortaköy karakoluna götürüyorlar. Cân çekiþirken Rüþdü, Midhat ve Avnî pâþalar ve yardakçýlarý gelip, (Bizi azl et!) diyerek alay ediyorlar. Vâlide sultân, (Arslaným þehîd oldu. Beni de þehîd etsinler) diye feryâd ediyor. Asker gelip, (Sultân Murâd irâde etdi. Seni Beðlerbeði serâyýna götüreceðiz) diyorlar. Vâlide sultân, (Benim yerim, Yeni-serâydýr) diyor. Vâlide sultânýn kollarýndan çekip yalýn ayak, yaþmaksýz ve ferâcesiz karakola götürüp, pâþalara seyr etdiriyorlar. Halîfenin zevcelerinden Týryal hâným efendi gelip, (Câným, Allah rýzâsý için nâmûsu ile oynamayýn. Hiç olmazsa araba ile götürünüz) diyor. Pâþalar, baþarýlarýndan pek keyfli kahkaha atmakdadýrlar. Týryal hânýmýn arabasýna bindirilerek yeni-serâya (Topkapý serâyýna) götürülüyor. Baþka araba ile Tiryal hânýmý da, zorla oraya götürüyorlar. Üç gün sonra kýzlar aðasý Topkapý serâyýna geliyor. Ýki sultânýn ayrý odalarda baygýn yatdýklarýný görüyor. Altý gece sonra, odalarýna birer kandil gönderiliyor. Otuzsekiz gün sonra Fer’ýyye serâyýna götürülüyorlar. Kapý ve pencereleri çivileniyor. Sekiz gün Vâlide sultâna eziyyet ederek (Mallarýnýn yerini bildir) diyorlar. Dokuzuncu gün, pencereler açýlýyor. 31 Aðustos 1876 da beþinci Murâd tahtdan indirilip, Dolmabaðçe serâyýndan Çýraðân serâyýna götürülüyor. Sultân Abdülhamîd hân tahta çýkýnca, iþkencelerden kurtulup, râhata kavuþuyorlar. Sultânlara yapýlan iþkencelerin, sultân Murâdýn emri ile olduðunu söylerlerdi. Hâlbuki sultân Murâdýn birþeyden haberi yokdu. Sultân Abdül’azîzin tebrîklerini ve yalvarmalarýný pâþalar sultân Murâda göstermiyor. Sultân adýna kendileri cevâb yazýp aldatdýklarý, [m. 1959] târîhli askerî târîh mecmû’asýnda uzun yazýlýdýr.

    [m. 1967] de Ýstanbulda basýlmýþ olan T.Yýlmaz Öztunanýn (Türkiye târîhi)nin onikinci cildinde özetle diyor ki: (Sultân Abdül’azîzin hal’ edilmesi, birkaç ahlâksýz veyâ sâfdil devlet adamýnýn, þahsî ihtirâslarý uðruna oldu. Bunlarýn baþýnda, eski sadr-ý a’zam Hüseyn Avnî pâþa geliyordu. Kurmaylýkdan yetiþmiþ, üç def’a serasker olmuþdu. Bir uþaðýn oðlu idi. (Kînim dînimdir) diyen kindâr adamlardan biri idi. Mason Fuâd pâþanýn yetiþdirmesi idi. Meziyyetsizliklerinden, kötülüklerinden dolayý azl olunur, sonra entrikalarla yine bir makâm kapardý. Mahmûd Nedîm pâþa tarafýndan azl edilip sürüldüðü ve rütbesi ve niþânlarý alýndýðý için, pâdiþâha kin baðladý. Sultâný tahtýndan indirmeðe ve öldürmeðe karâr verdi. Londraya gidip, ingilizlerle bu iþi plânlaþdýrdý. Fâci’anýn ikinci adamý Midhat pâþanýn batý kültürü olmadýðý gibi, din bilgisi de yokdu. Tuna ve Baðdâd vâlîliklerinde yapdýðý iþler, Avrupa basýnýnda alkýþlanmýþ, bilhâssa ingilizler tarafýndan þýmartýlmýþdýr. Hislerine kapýlan, acele ve yanlýþ karârlar veren, bu yüzden iyi iþ görmeðe müsâid olmýyan bir adamdý. Âli pâþa gibi, ölünciye kadar sadâretde kalacaðýný umarken, iki ay içinde azl edilmesini, gurûruna yidirememiþ, hükmdâra düþmân olmuþdur. Ýçki masalarýnda, devlete âid karârlar alýrdý. Ýngilteredeki parlamento idâresini aynen alýrsa, Türkiyenin aynen Ýngiltere olacaðýný sanýrdý. Böyle bir idâreyi yürütecek tek þahsýn, kendisi olacaðýna inanýrdý. Midhat pâþanýn, meþrûtiyyeti te’sîs edebilmek için hal’ iþine karýþdýðýný ileri sürmek, gerçeðe hiç de uymamakdadýr. Avnî pâþa, hal’ projesini Midhat ve Þirvânîzâde Muhammed Rüþdü pâþalara, sonra zemânýn sadr-ý a’zamý mütercim Rüþdü pâþaya açdý. Þirvânîzâdeden yüz bulamayýnca, onu Tâife sürdürdü ve orada zehrletdi. Midhat pâþa, sadr-ý a’zam Mahmûd Nedîm pâþanýn, kendisini merkezden uzaklaþdýracaðýný vehm ederek, hal’ iþine karýþmýþdýr denilebilir. Hal’ iþine Midhat pâþanýn emri ile, uydurma fetvâ veren þeyh-ul-islâm Hasen Hayrullah efendi de, bu makâmýndan, önce azl edilmiþ, bu yüzden sultâna kin baðlamýþdý. Sultân Abdül’azîz, bunun için, (O, serâyda iken, müfsid imâm denirdi. Rüþdü pâþanýn tavsýyesi ile þeyh-ul-islâm yapdýk, Allah vere de, bir halt etmese) demiþdir.

    Sultân Abdül’azîzin hal’inin bir vatanperverlik olacaðýna inanan tek adam, harb okulu nâzýrý [kumandaný] Süleymân pâþa idi. Yirmibeþ Mayýs gecesi, Redîf ve Süleymân pâþalar, Avnî pâþanýn Kuzguncukdaki evinde toplanarak, üçyüz (300) harbiye talebesinin Dolmabaðçe serâyýný kuþatmasýna karâr verdiler. Talebeye, Sultâný korumak için gidiyoruz denildi.

    Avnî pâþa sultâný öldürmeði çokdan plânlamýþ ve nihâyet bu cinâyeti iþlemiþdir. Uzun zemân serâyda casûsu olan, ikinci mâbeynci Fahri beði bu iþde kullandý. Cezâyirli Mustafâ pehlüvâný ve Yozgadlý pehlüvân Mustafâ çavuþu ve Boyabatlý hâcý Mehmed pehlüvâný Fer’iyye serâyýna baðçývan yapdýlar. Fahri beðle bu pehlüvânlar, odaya girip, uzun döðüþmeden sonra bileklerini kesip pencereden baðçeye kaçdýlar. Avnî pâþa, çýðlýk seslerini duyarduymaz, Kuzguncukdaki yalýsýndan, kayýkla, hemen Fer’ýyyeye geldi. Ölüm raporunu imzâlamak istemiyen iki doktordan birini, Avnî pâþa hemen Trablusgarba sürdü. Ýkincisi olan Ömer beðin apoletlerini [formalarýný] hemen orada sökmüþdür. 1293 [m. 1876] Hazîranýn 4. cü günü sabâhý, sultân Abdül’azîzin Ortaköy sâhilinde Fer’ýyye serâyýndaki odasýndan garîb sesler gelmeðe baþladý. Sâat dokuz buçukda odaya girenler, eski hâkaný kanlar içinde buldular. Ertesi gün yayýnlanan hükümet teblîði, þöyle diyordu: (Sultân Abdül’azîz sakalýný düzeltmek üzere istediði küçük makasla her iki bileðinin damarlarýný açarak intihâr etmiþdir. Serasker Avnî pâþa cesedi karakola nakl etdirmiþdir.) Bu teblîð ve ekli tabîb raporu, hiç kimseyi inandýramadý. Doktorlara yalnýz bilekler gösterilmiþdir. Avnî pâþa, birkaç sene önce de, sultân Abdül’azîzi zehrlemeðe teþebbüs etmiþdi. Midhat pâþa, ölümü iþitince, (Hâkanýn muhâfazasý pek müþkil ve tehlükeli olduðundan, bu vech ile vefâtý pek iyi oldu) demiþdir. Mâliye nâzýrý Yûsüf pâþa ise, (Mel’ûn herif [Avnî pâþa] pâdiþâhýn baþýný yidi. Ýnþâallah yakýnda o kâtil de katl edilir) demiþdir. Sadr-ý a’zam mütercim Rüþdü pâþa da, (Na’þý karakola çýkardýklarý zemân canlý imiþ. Hekimler de, canlý olduðunu tasdîk eylediler) demiþdir. Üç pehlüvâna yüzer altýn mâ’aþ baðlanarak, sýrrý ifþâ etmeleri önlendi. Sultân Abdül’azîzin na’þýný yýkayan sekiz imâm, Yýldýz muhâkemesinde, sultânýn iki diþi kýrýlmýþ, sakalýnýn sol tarafý yolunmuþ, sol memesi altýnda büyük bir çürük vardý demiþlerdir. Pehlüvânlar da, yapdýklarýný sonradan i’tirâf etmiþlerdir. Ýntihâr edecek þahsýn her iki bileðinin damarlarýný birlikde kesemiyeceði de týp ilminde meydândadýr. Ýsmail Hami Daniþmend 5 ciltlik Ýzahlý Osmanlý Tarihi Kronolojisi adlý kitabýnda Sultanýn ölüm sebebinin intihar olmayýp, cinayet olduðunu 31 delil ile izah etmektedir. Hüseyn Avnî pâþa, sultân Abdül’azîzin hal’ edileceðini birkaç sene önce Londrada Ýngiliz nâzýrlarýna söylemek cesâret ve hiyânetinde de bulunmuþdu. Bunun için, (Encyclopaedia Britannica) intihâr tezini ileri sürmekdedir. Son çýkan, (Grand Larousse) ise, öldürüldüðünü yazmakdadýr. 1940 târîhli (Larousse illustre)de, (fut assassiné en 1876= 1876 da katl edildi) yazýlýdýr. 5 Hazîran günü cenâzesi büyük merâsimle kaldýrýldý. Topkapý serâyýnda yýkandý. Pederi sultân ikinci Mahmûd hânýn Çenberlitaþdaki türbesine defn edildi.

    Süleymân pâþa, bu inkýlâbýn meþrûtiyyet için yapýldýðýný söyleyince, Avnî pâþa, sen sus! Asker siyâsete karýþmaz demiþdir. Hâlbuki, kendisi, askeri çokdan siyâsete karýþdýrmýþ. Balkanlarda felâketli hâdiselerin patlak vermesine sebeb olmuþdu. Nitekim, 2 Temmuzda Sýrb ve Karadað prenslikleri isyân etdi. Balkanlar karýþdý. 24 Nisan 1296 [m. 1877] de Rusyanýn arabulucu teklîfi red edilerek, 93 harbi baþladý. Hemen müþîr yapýlan Süleymân pâþa, Þýpka geçidini ruslara kapdýrýnca, maðlûbiyyete sebeb oldu. Plevnede üç kerre zafer kazanarak gâzî ünvânýný alan Osmân pâþayý kýskandý. Maçka meydân muharebelerini de gayb ederek, Edirneye kadar kaçdý. Böylece, Edirne de, harâb oldu. Ruslar Ayastefanosa [Yeþilköye] kadar geldi. Ýngilizler, bu maðlûbiyyeti fýrsat bilerek, 20 Mayýs 1878 de, Ýstanbulda Alî Süâvî vak’asýný çýkarýp, ikinci Abdülhamîd hâný devirmek, hilâfeti laðv etmek istedi ise de, muvaffak olamadý. Alî Süâvî mason idi. Karýsý ingiliz idi. (Yeni Türkiye târîhi) diyor ki, (Ýkinci Abdülhamîd hânýn diplomasisi [Aklý ve zekâsý] olmasaydý, 93 harbinin zararlarý dahâ büyük olacakdý). Süleymân pâþa, sefîh ve zelîl bir hayât sürerek, 1309 [m. 1891] de Baðdâdda öldü.

    Abdül’azîz hâný þehîd etdiren pâþalar, baþarýlarýnýn zevki içinde, Midhât pâþanýn Bâyeziddeki konaðýnda, 15 Hazîran gecesi toplanmýþlardý. Odaya giren erkân-ý harb kolaðasý, 26 yaþýndaki, Hasen beð, Avnî pâþayý ve sonra hâriciyye nâzýrý Râþid pâþayý vurup öldürüyor. Midhat pâþayý kovalýyor ise de, pâþa mutbaha kaçýp, aþçýnýn dolabýna saklanýp, ölümden kurtuluyor. Yaralý yakalanan Hasen beð, ertesi gün Bâyezîd meydânýnda þehîd ediliyor. Edirnekapýdan Topkapýya giderken, sað köþede, parmaklýklý mezârýnýn büyük taþýnda (Ümerâ ve guzât-i çerâkiseden Ýsmâ’îl beðin oðlu olup, Harb okulunu bitirip, kolaðasý rütbesinde iken, genç yaþýnda, velîni’meti uðrunda fedây-i cân eden, Çerkes Hasen beðin kabridir) yazýlýdýr. Sultân Abdül’azîz hân, Çerkes Hasen beðin eniþtesi idi. Halîfenin fecî’ þeklde þehîd edildiðini ve annesi Pertevniyâl sultâna çok çirkin iþkenceler yapýldýðýný iþiten sultân Murâdýn üzüntüden ve bu felâket yolunun sonunu düþünmekden aklý bozuldu.

    Sultân Abdül’azîz hân, onbeþ senelik saltanat zemânýný Dolmabaðçe serâyýnda geçirdi. Bu serâyda iken hal’ edildi. Beþinci Murâd da üç aylýk saltanatýný bu serâyda geçirdi. Ýkinci Abdülhamîd hân, bu serâyda yedi ay oturdukdan sonra, Yýldýz kasrlarýna yerleþdi. Sonra Yýldýz serâyýný yapdý. Sultân Muhammed Reþâd da, Dolmabaðçe serâyýnda oturdu.

    Sultân Abdül’azîz hân, [1278] de yeni askerî elbiseleri kabûl etdi. [1279] da posta pulu kullanýldý. [1286] da Süveyþ kanalý açýldý. [1288] de Ýstanbulda tramvay iþletilmeðe baþladý. [1292] de Galata tüneli yapýldý ve askerî rüþdiyye mektebleri açýldý. [1279] da Osmânlý bankasý açýldý. [1280] de sâhillere deniz feneri konuldu ve devlet þûrâsý [Danýþtay] kuruldu. [1284] de sultânî mektebleri [liseler] açýldý. [1285] de Sanâyi mektebleri açýldý. [1286] da Fransa imperatöriçesi Ýstanbulu ziyâret etdi. [1287] de Avusturya imperatörü, sultân Abdül’azîzi ziyârete geldi. [1287] de þark demir yollarý yapýldý. [1287] de týbbiyye-i mülkiyye açýldý ve orman ve ma’den mektebleri açýldý ve Eski serây dýþ kapýsý, ya’nî üniversitenin Bâyezîd meydânýna açýlan giriþ kapýsý yapýldý. [1288] de itfâiyye alayý teþkîl edildi. [1289] da seyyâr havz yapýldý ve Dârüþþefeka lisesi açýldý. [1290] da Îrân þâhý, sultân Abdül’azîzi ziyârete geldi ve Ýzmit demir yolu yapýldý.

    Abdülaziz Han, güçlü kuvvetli, ata sporlarýndan güreþe, ciride, ava meraklý, kahraman yapýlý bir hükümdardý. Halk kendisini sevmekte, ikinci bir Yavuz olarak görmekteydi. Üzerinde durduðu en mühim mesele ordu ve donanmanýn yeniden tanzim edilmesi, yeni usullere göre tekamül ettirilmesiydi. Avrupa’dan elde edilen kredilerin pek çoðu bu sahada sarf edildi. Donanma, dünyanýn sayýlý donanmalarýndan birisi oldu. Nizamiye, ihtiyat, redif ve müstahfýz adýyla 700.000’i aþkýn askeri bir kuvvet hazýrladý. Bunlarýn top ve tüfek ihtiyaçlarý için de modern tesisler kurdurdu.

    Sultan Abdülaziz Han, zeki, anlayýþlý ve dünya siyasetine vakýf olduðu için saltanatýnýn ikinci yýlýnda (1863) Mýsýr’ý ziyaret etti. Kalabalýk bir heyetle beraber, Mýsýr’a yapýlan bu gezi çok gösteriþli oldu. Yavuz Sultan Selim’den sonra Mýsýr’a gelen ilk Osmanlý sultanýna halk çýlgýnca sevgi gösterilerinde bulundu. Sultan Abdülaziz, Kahire’yi at üstünde dolaþtý. Bu seyahat Mýsýr halkýnýn Hilafet makamýna olan baðlýlýðýnýn güçlenmesini saðladý.

    1867 yýlýnda Paris’te açýlan büyük bir sergiyi görmek için imparator Napolyon’un davetini kabul ederek Fransa’ya gitti. Oradan, Ýngiltere, Belçika, Almanya, Avusturya, Macaristan yoluyla memlekete döndü. Bu seyahatlerinde Fransa imparatoru Üçüncü Napolyon, Ýngiltere Kraliçesi Victoria, Belçika Kralý Ýkinci Leopold, Prusya Kralý Birinci Wilhelm, Avusturya Ýmparatoru ve Macaristan Kralý Birinci Fransuva-Josef, Romanya Prensi Birinci Karol ile görüþtü. Sekiz ülkeye gitti. Beþ hükümdarla görüþtü.

    Balkanlarda Rusya ve diðer devletlerin desteklemesi ile çýkan isyanlar, devrinin en mühim hadiselerindendir. Rumeli ve Girit’teki gayri müslim halkýn ayaklanmalarý devletin baþýna büyük gaileler açtý. Karadað, Sýrp, Bulgar ve Girit isyanlarý ile hükümet hem nüfuz, hem de mali bakýmdan kayýplara uðradý. Karadað’a yapýlan savaþlar kazanýlarak bu mesele bir müddet için kapandý. Sýrbistan’da bazý kalelerdeki askerlerin geri çekilmesi ile anlaþma yapýldý. Girit’teki isyan, baþarýlý bir askeri harekat ile bastýrýldý.

    Mahmud Nedim Paþanýn sadareti, hem dýþta hem de içte devletin itibarýnýn sarsýlmasýna sebeb oldu. Tarafdarý olduðu Rus Sefiri Ýgnatiyef’in tavsiyeleri ile hareket eden Mahmud Nedim Paþa, aldýðý kararlarla Avrupa devletlerinin tepkisini çekti. Bilhassa devletin senelik ödediði borcunu beþ sene müddetle ödenmeyeceðini bildirmesi üzerine Avrupa’da Osmanlýlar aleyhine gösteriler yapýlmasýna yol açtý. Zaten Rusya’nýn da istediði buydu. Nitekim, Ruslar bu karýþýklýktan faydalanarak Balkanlarda Panislavizm propagandasýný yaygýnlaþtýrýp büyük huzursuzluklar çýkardýlar. 1875 yazýnda Bosna-Hersek’te isyanlar çýktý. Bunu Rusya’nýn teþviki ile 1876’da Sýrbistan’ýn Osmanlý Devletine savaþ ilaný takip etti. Osmanlý Devleti sýkýntýlar içinde olmasýna raðmen Sýrbistan’ý kýsa sürede maðlub etti. Ardýndan Bulgaristan’da karýþýklýklar çýktý ise de mahalli kuvvetlerle bastýrýldý.

    Abdül’azîz hân, kardeþi gibi, memleketin idâresini Alî ve Füâd pâþanýn ve bunlarýn yetiþdirdiði masonlarýn ellerine býrakdý. Bunlar da, Ýngilizin siyâsetine göre hareket etdiler. Daðýstanlý þeyh Þâmil, yirmi sene ruslarla kahramanca cihâd yaparak, ordularýný periþân ederken, seyrci kaldýlar. Bu mücâhidin 1283 [m. 1866] de esîr düþmesine sebeb oldular. Ruslarýn 1290 [m. 1873] de, Semerkand, Buhâra ve Hiveyi iþgâl etmelerine de sebeb oldular. Ömrlerini Avrupada geçirdiler. Memleketde kaldýklarý zemân, Tanzîmât fermânýndaki mason plânlarýnýn tatbîk edilmeleri için çalýþdýlar. Bu hiyânetlerinin sebebi mes’ûlü elbette Halîfenin gafleti idi. Bu gafletinin netîcesinde, masonlar ve onlara aldananlar tarafýndan þehîd edildi.

    Sultân Abdül’azîz, Çýraðan ve Beðlerbeði serâylarýný yapdýrdý. Muhtelif yerlerde de kasrlar yapdýrdý. Beykoz kasrý bunlardandýr. Çýrâðân yalýsýný ilk olarak Nevþehrli Dâmâd Ýbrâhîm pâþa yapdýrdý. Sonra üçüncü Selîm hânýn hemþîresi Beyhân sultân tarafýndan yeniden yapýldý. Ahþâb ve çok zînetli idi. Sultân, bunu, kardeþi sultân Selîme satdý. Sonra, ikinci Mahmûd hân, 1252 [m. 1836] de yýkdýrarak ahþâb serây yapdý. Sultân Abdülmecîd hân bu serâyda oturdu. 1271 [m. 1855] de yýkdýrdý. 1288 [m. 1871] de Abdül’azîz hân, son muhteþem serâyý dört milyon liraya yapdýrdý.

    Beðlerbeði serâyýnýn yerinde, tepede birinci Ahmed hânýn (Þevk-âbâd) kasrý vardý. Sâhil serâyýný ikinci Mahmûd hân ahþâb yapdýrdý. Moltekeyi burada kabûl eylediði zemân, çubuk içiyordu. Abdülmecîd hân, 1249 [m. 1833] de bu serâyda merâsimle hatm-i þerîf indirmiþdi. Sultân Abdül’azîz hân, 1282 [m. 1865] de, bu ahþâb serâyý yýkdýrýp yerine mermerden muhteþem serâyý yapdýrdý. Sultân, 1865 Nisânýnýn yirmibirinci Cum’a günü serâya yerleþdi. Yaz mevsimlerini burada geçirirdi. Balkan harbi bozgununda, Enver ve Talât pâþalar, ikinci Abdülhamîd hâný "rahime-hullahü teâlâ" Selânikden (Lorley) Alman vapuru ile Ýstanbula getirtip, Beðlerbeði serâyýna koydular. Boðaziçi tarafýnda, alt katda, arka tarafda, bir odada yerleþip, yetmiþaltý yaþýnda iken, zâtürrie hastalýðýndan vefât etdiði, 10 Þubat 1336 [m. 1918] gününe kadar, burada yaþadý.

  8. Alt 09-19-2008, 15:30 #318
    Sarax Mesajlar: 678
    Sonun Başlangıcı : TANZİMAT

    Muzaffer Taşyürek



    Tarihimizde dönüm noktası olarak kabul edilen olaylardan biri de tanzimatın ilanıdır. Hem bir sonuç ve hem de sonrası için bir başlangıç olan Tanzimat, bugünleri anlamada çok önemli ipuçları taşıyan bir dönemdir. Milletlerin hayatında her dönemin öncesi ve sonrasıyla köklü bağlantıları olduğu kabul ediliyorsa, Tanzimat Dönemi’ni anlamamız gerekiyor. Bir cihan devletini tarihten silen hataları görmek için ve aynı hatalara yeniden düşmemek için...

    17. asrın Osmanlı bilginlerinden Kâtip Çelebi, “Takvîmü't Tevârih” isimli eserinin sonunda şöyle der:

    “Kişinin ihtiyarlığına alâmet, saç ve sakal ağarmasıdır. Devletin kocadığına alâmet de, devleti yönetenlerin, saltanata ve süse düşkünlüğüdür. Ki bu, açık bir çöküntü eseridir. Devletlerin hayatında, duraklama devresinden sonra bu devre gelir. Refah, süs ve lükse rağbet fevkalâde artar. Eski hayat tarzı beğenilmez, terk edilir. Herkes şanını ve ününü artırmak hevesine düşer. Herkes her makama geçmeye başlar. En yüksek makam ve ünvanlar, belli vasıflar aranmaksızın dağıtılır. Zevk ve rahat, keyif ve konfor, vazgeçilmez örf ve adetler haline gelir, tabii görünür. Asker zümresi, savaşın meşakkatlerine rağbet etmeyip, sulh ve sükûn ister. Savaşmaktan başka her işle uğraşır. Türlü mihnetler gerektiren memleket işlerine kimse el atmak istemez. Savaştan el çeken asker, halk içinde gittikçe itibar kaybeder. Düzen bozulur.”

    Bir anlamda günümüzün fotoğrafını da kısmen gözler önüne seren bu sözler, Osmanlı'nın “Duraklama Devri”nden küçük bir kesit. Cihan Devleti'nin kurumlarında ve halkın yaşayışında görülen bazı hastalıkların bir tarihçi yorumuyla dile getirilişi.

    Kurtarıcılar ve Reçeteler

    Onyedinci asır, Osmanlı “gaza devleti”nin Avrupa'yı, yani “Diyâr-ı Küfr”ü, “Diyar-ı İslâm”a çevirme ideallerinin yavaş yavaş değiştiği ve artık yer yer aksaklıkların görülmeye başlandığı bir dönemdir. Bilhassa yöneticiler arasındaki siyasi çekişmeler ve iktidar kavgası, ekonominin daralması, paranın değer kaybetmesi, rüşvetin yayılması, ehil olmayanların rütbe kazanması ve bürokratların iktidardan pay kapmak için askerleri isyana sürüklemeleri, ülkeyi içinden çıkılmaz badirelere sürükler. Ortam öylesine güvensizleşmiştir ki, padişahlar devlet işlerini emanet edecek ehil insanlar bulamazlar. Diğer taraftan devşirme ve dönme bürokratlar kendi çıkarlarını halkın isteklerinden üstün tutmaya başlamıştır. Öyle bir an gelir ki, II. Mahmud, halkla el ele vererek kendi ordusu olan Yeniçeri Ocağı’nı ortadan kaldırma durumunda kalır.

    Kâtip Çelebi’den bir yüz yıl sonra Osmanlı Ülkesi’nde toplumsal hastalıklar da gizlenemeyecek ölçüde artar. Ve başlayan çözülmeyle birlikte “kurtarıcılar” da zuhur eder. Askerî, idarî, ticarî ve siyasî alanlarda kötü gidişi durdurmak için “reçete”ler hazırlanmaya başlanır.

    Bu dönemde, Osmanlı bürokrasisi Avrupa'ya bir başka gözle bakmaya başlamıştır. “Lale Devri” batılılaşma hareketlerinin dönüm noktasıdır. Padişah Üçüncü Selim'in açtığı çığır, İkinci Mahmud ve Abdülmecid ile hız kazanır. Ama bu çığır, ciddi çelişki ve tutarsızlıkları olan, bu haliyle memleketi nereye götüreceği meçhul bir çığırdır. Avrupa'yı örnek alanlar, iddialarının aksine, bilim ve teknik alanında değil, kültür ve siyasette, eğlence ve sefahatta taklitten öte gidememektedir. Avrupa'ya okumaya gönderilen öğrenciler, sömürgelerden zulümle elde edilen servetler sayesinde zenginleşmiş kentleri görünce komplekse kapılırlar. Kendi ülkelerinin içerisinde bulunduğu problemlerin gerçek sebeplerine inmeden, cazibesine kapıldıkları “gardrop Avrupacılığı”nı ülkelerine taşımaya kalkışırlar. Bürokrasiden kılık-kıyafete, eğitimden eğlenceye bir dizi reformlar yapılır. Artık Osmanlı’nın simgesi sarığın yerini fes, şalvarın yerini setre pantolon alır. Fransız mürebbiyeler tutulur, alafranga hayat tarzı Osmanlı konaklarına girer. Tercüme furyası başlar. Mekteplerde, basın dünyası ve edebiyatta Fransız modası ağır basmaktadır.

    Yaban Arısı Sürüleri

    Diğer taraftan, bir takım mahfillerin desteğiyle sesini fazlasıyla duyurabilen Batı hayranı bir yazar-çizer ve gazeteci kuşağı vardır. Bunlar, geleneklerle alay eden tiyatro eserleri, kendi medeniyetiyle hesaplaşma iddiasında makaleler, hikayeler ve romanlar yazmaya başlar. Onlara göre yeryüzünde insanca yaşama zemini sağlayan tek medeniyet Avrupa’nınkidir. Bizimkine gelince: bir an evvel terk edilmesi gereken köhne bir mağara!..

    Avrupa, Jöntürkler denilen bu gençler sayesinde büyük bir fırsat yakalamıştır. Tarihî düşmanını kendi içinden vuracak elemanlar yetiştirmek artık kolaydır. Jöntürkler’e her türlü imkan sağlanır. Onları batılılaşma adına Avrupa'nın çıkarlarına hizmet edecek birer nefer olarak yetiştirirler. Özellikle Fransa’da eğitilen ve çeşitli Osmanlı düşmanı mahfillerce finanse edilen bu gençler, deneysel bilimin dışındaki her şeyi reddeden birer pozitivizm aşığı olarak ülkeye dönerler ve çıkardıkları dergi ve gazetelerle “gerici” diye nitelendirdikleri kurumlarla mücadeleye başlarlar. Bir yabancı uzman şu tarihi tespitlerle olayın vahametini ortaya koyuyor:

    “Her yeni reform Avrupa'dan alınıyordu. Avrupa, sanki seli önleyen bentlerin yıkılmış olduğunu görüp, kendi pis tabakasını Osmanlı Devleti’ne boşalttı. Ahlâksız ve sefihler, adalet kaçkınları ve pervasız maceracılar, yaban arısı sürüleri gibi Osmanlı'nın çürük yapılı vücudunu avlayıp yemek için üşüştüler. Türkiye Avrupa 'dan medeniyet istemişti, Avrupa ise ona kötülüklerini gönderdi.”

    Her Şeye Rağmen Batılılaşma: Tanzimat

    Cemil Meriç Tanzimat'ı, “uçuruma açılan tereddiler dehlizi”; Tanzimatçıları da “gafil bir entelijansiya, sirenlerin şarkılarını dinleyerek diyar-ı küfre yelken açanlar” diye tasvir eder. Şu tesbitler de ona aittir:

    “Avrupa’da okuyan, Tercüme Odası’nda yetişen, yeni bir dünyanın iğvalarına herkesten çok maruz bulunan entelijansiya (aydınlar), halktan koptu. Sonra başsız kalan kitle, ihtişamlı mazisinden uzaklaştırılmaya çalışıldı.”

    Bir batılı olarak B. Shaw’ın tesbiti de ilginç:

    “Tanzimat, eski kurumların korunması ve onarılmasına yönelik geleneksel Osmanlı reform kavramı yerine, bu kurumların -bazıları Batı’dan ithal edilmek üzere- yenileriyle değiştirilmesini öngören modern reform kavramını getirdi.”

    Peki başarı? Yıkılanların yerine konulanlar Osmanlı’yı kurtarmış mı? Cevabı başka bir Batılı, Henry Coston veriyor:

    “Osmanlı Devleti’nin devamı için ne olursa olsun Batı’ya bağlanma eğilimi olan Tanzimat, devletin varlığını ve geleceğini Batı’nın ipoteğine koymakla sonuçlanmış bir harekettir.”

    Peki kimdi bu bir milletin ve bir dünya devletinin geleceğini düşmanının ipoteğine koyan Tanzimatçılar? N. Fazıl’ın nitelemesiyle “Ucuzcular. Doğu’yu kaybetmiş, Batı’yı bulamamış çeyrek aydınlar.”

    "Her şeye rağmen Batılılaşma" projesi olan Tanzimat'ı bilmem ki günümüzdeki "her şeye rağmen Avrupa Topluluğu" çalışmalarıyla benzeştirebilir miyiz?

    Müslümana Kim Merhamet Eder?

    Tanzimatçılar, yeni bir Osmanlı milleti oluşturmak için yüzyılların geleneği teba ve reaya (müslüman ve gayri müslim ahali) arasındaki farkları kaldırırken, sadece hıristiyan Avrupa'nın gözüne girmeye çalışmışlardı. Görünüşte günümüzün yaklaşımıyla çok demokratça olan bu hareketleriyle, aslında müslüman ahaliyi gayri müslimlerin tasallutu altına düşürmüşlerdi. Çünkü Batılı devletler ve çeşitli lobiler, gayri müslimlerin haklarını koruma adına Devlet-i Aliyye’nin iç işlerine müdahale etme cüret ve cesaretini böylece yakalamışlardı.

    Hilmi Ziya Ülken'in dediği gibi, “Tanzimat, Batı milletlerinin gerçekleştirdikleri hürriyet, eşitlik, demokrasi ideallerinin bir cinsten (homojen) bir millet içinde gerçekleşmesinden çok, yabancı müdahalesinden faydalanan ve ayrılmak isteyen azınlıkların işine yarayan bir vasıta olarak kaldı. Devlet, Tanzimat ruhuna uygun olarak azınlıkları yüksek hizmetlere getirdi. Onlardan tercümanlar, sefirler, müşavirler hatta pek çok nazırlar (bakanlar) yetişti. Yani Avrupa Tanzimat'la kaleyi içten fethetti. Şu hale bir bakar mısınız; sadrazamın (başbakanın) sefaret müşaviri Agop Gircikyan'dı. Sahak Abru, Babiâli (hükümet) tercüme kalemine getirilmişti. Ovakim Reisyan, Asya adında Ermenice-Türkçe dergi çıkarırken, Sakızlı Ohennes Paşa Babiâli tercüme odasında bürokrattı. Nafia nazırı Bedros Hallaçyan’dan sonra, yerine Kirkor Sinopyan getirilmiş, Tomas Terziyan Mülkiye’de görev yaparken, İsaac Amon Maarif Nezareti istatistik müdürlüğünü yürütüyordu.”

    Listeyi sayfalarca uzatmak mümkün. Bunlar başkent İstanbul’daki bürokratlardı. Taşrada Anadolu ve Rumeli vilayetlerinde de durum bundan farklı değildi. Eyalet meclislerinde bölgenin nüfus yapısına göre seçilen meclis üyeleri, gayri müslimlerin yoğun olduğu bölgelerde yönetimi müslümanlar aleyhine çalıştırıyorlardı. Ziya Paşa bu konudaki şikayetlerini şöyle ifade eder: “Bir müslümanın güneş gibi hakkı zahir olduğu halde, memurların ve eyalet zalimlerinin pençesine düşse halini kime şikayet eder? Gayri müslim teba bir tokat yese hıristiyan Batı ayağa kalkarken, mazlum bir müslümana kim merhamet eder? Hiç suçu yokken senelerce mahkûm kalsa davacısı kim olur? Müsavat (eşitlik) buna mı derler?”

    Ahmed Cevdet Paşa, Tanzimat Fermanı’nın yayımlanmasından sonra halkın; “babalarımızın ve dedelerimizin kanlarıyla kazanılmış olan mukaddes haklarımızı bugün kaybettik. İslâm Milleti hakim millet iken, böyle bir mukaddes haktan mahrum kaldı. Ehl-i İslâm’a bu, ağlayacak ve matem tutacak gündür" diye feryat ettiğini yazar ama bu feryadı duyacak kimseler yoktur.

    Avrupalılar işe yarar Türk bürokratları mason localarına kaydetmişlerdi ve onlardan daha değişik biçimlerde faydalanıyordu. Tarih nasıl da tekerrür ediyor!.. Sanki dünü değil de bugünü yazıyoruz. Bugünün dış işleri ve elçilikleri ile o günün Hâriciye nezareti ve Tercüme Odası... Dışarıdan müdahalelerle devlet adamı tayinleri yapılarak Devlet-i Âli’nin kurtulacağını sananlar dün ne kadar haklı idiyseler, bugünküler de o kadar haklılar demektir.

    Tanzimat Paşaları ya da Çöküşün Aktörleri

    Mustafa Reşid Paşa... Tanzimat Fermanı’nın baş aktörü. Kimilerince gelmiş-geçmiş en büyük başbakan. Büyük, Koca lakaplarıyla da anılıyor. Devrin süper gücü emperyalist İngiltere'nin Osmanlı Devleti nezdindeki temsilcisi Canning’in yakın dostu. Canning, Osmanlı’nın Hıristiyan medeniyetine yaklaştırılması için gerekli reformların yapılmasını sağlamakla görevli bir diplomat.

    Canning, hatıralarında Reşid Paşa için şöyle yazar: “Bir devlet adamı, Türkiye'de ayağını denk atmayı bilmeli idi. Yabancı bir diplomatla münasebeti şüpheye yol açacağından, başka birinin evinde gizlice buluşuyorduk. Bu görüşmelerin sonucu olarak hükümette değişmeler yapıldı. Reşid Paşa'nın her vesileyle dost, güçlü bir yardımcı olduğuna aklım yattı. Reform meselelerinin çoğunda kafa birliği ettik.”

    Kafa birliği ettikleri nokta, Osmanlıyı tarihi kimliğinden soyutlayıp, Batı’ya yamamaktı. Altı defa başbakanlığa gelmiş ve dışişlerini Avrupa'ya angaje etmiş bu paşa, İngiltere'nin desteğini arkasına almıştı. Osmanlı’yı ilk defa Avrupa'ya borçlandıran da bu adam. Dönemin diğer hariciyecilerine gelince, onlar da batılı devletlerin İstanbul'daki elçiliklerine dayanarak ve onlardan güç alarak işlerini yürütüyorlardı. Bunun sebebi ise, çok masumane gözüken fakat o devir için dehşetli bir gaflet örneği olan şu düşünce: Avrupalılar’ın güvenini kazanarak, Osmanlı’nın Avrupa'dan atılmasının önüne geçmeye çalışmak...

    Tanzimat paşalarından Ali Paşa’nın padişaha hitaben yazdığı “Siyasî Vasiyetname”si, basiretsizliğin en güzel örneklerindendir. Sömürgecilik kavramının idrakine varamamış bu bürokratın düşüncelerini okurken, bugünümüzü değerlendirmemizin de yararı var. Ali Paşa şöyle der:

    “Avrupa ile aramızda daha sağlam bağlar yaratmalıydık. Onun maddi çıkarları ile bizimkiler aynı olmalıydı. Ancak o zaman ülkenin bütünlüğü siyasi hayal olmaktan çıkıp, bir gerçek olacaktı. Ülkenin varlığının devamı ve savunması ile Avrupa devletlerini doğrudan doğruya ve maddi yönden ilgilendirmemiz, devletin yenilenmesini ve zenginlerinin gelişmesini bir zorunluluk olarak düşünecek ortaklara sahip olmak demekti.

    Sultanımıza, bu yabancı şirketlerin mallarımızı elimizden alacakları söylenecektir. Bu konuşmaları dinlemeyiniz Efendimiz!.. Tersine Efendimiz, bu şirketler güven ve koruma unsuru olacaktır. Ortaklarımız olduklarına göre, çıkarları gereği haklarımızı, malımızı koruyacaklardır. Uluslararası oldukları oranda iş yapma etkinlikleri de artacaktır. Zengin evin kâhyası o evi yıkmak ister mi? Efendilerinin yerine geçmek ister mi?”

    Tatmin mi Teslim mi?

    Ne var ki, Tanzimat Fermanı’nın ilanından kısa bir süre sonra zengin evin değil kâhyaları, hizmetçileri bile evi yağmaya ve talana başladılar, tuğla tuğla evi söküp yıkmaya giriştiler. Gün geçtikçe züğürtleşen ev sahibi ise, evi kurtarmak için gerek yurt içindeki Galata bankerlerinden, gerekse Avrupa ülkelerinden faizle kredi almaya başladı. Alınan bu krediler ne yazık ki yatırıma dönüşmeden saraylar, köşkler, kasırlar yapımında kullanıldı. Ülke borç batağına gömülürken, diğer taraftan da Tanzimat zenginleri ve aydınları türedi.

    Diğer taraftan, Tanzimatçılar müslüman halkı devlete karşı küstürdüler. Ali Paşa’nın cenaze merasimi, musavat (eşitlik) adına müslümanları diğerleriyle eşit görenlerin vicdanlarda ne ölçüde kabul gördüklerine dair emsalsiz bir ipucudur. Olay şöyledir:

    Tanzimat-Islahat sürecinin Reşid Paşa’dan sonraki en ünlü ismi Ali Paşa’nın cenazesinde Yenikapı Mevlevihanesi Şeyhi Osman Efendi cemaata seslenmektedir:

    - Bu büyük bir zat idi, devlete çok güzel hizmetler etti.

    Sonra helallik için üç defa sorar:

    - Bu zatı nasıl bilirsiniz?

    Cemaatte tam bir sessizlik... Kimsenin ağzını bıçak açmamaktadır. Cemaat arasında onu seven birçok kişi olmasına rağmen, hepsinin adeta nutku tutulmuştur.

    Cevdet Paşa bu olayı şöyle yorumlar:

    “Böyle tezkiyede sukût-u tam ile mukabelede olunduğunu görmedik ve hiçbir tarihte vukuunu dahi işitmedik. Bir adamın beraber yaşadığı milleti içinde menfur olarak ahirete gitmesi, akraba ve ahbabına ne mertebe müessir olacağı muhtac-ı beyandır.”

    Neticede, Tanzimat Fermanı’ndan sonra imzalanan Paris Antlaşması ile Osmanlı Devleti bir Avrupa devleti sayılmış, Avrupalılar Osmanlı topraklarının bütünlüğünü koruyacaklarına söz vermişlerdi. Bu şu anlama geliyordu:

    Osmanlı devleti bağımsız bir devlet olma niteliğini kaybediyordu.

    Avrupalılar asıl bundan sonra çirkin ve gerçek yüzlerini gösterdiler. Balkanlarda ayaklanmalar, Cidde ve Suriye'de olaylar çıktı, Yunanistan ve Bulgaristan bağımsızlık yolunda büyük adımlar attılar. Girit elden gitti. Tarihin seyri değişti, üstünlük Avrupalılar’ın ellerine geçti, Osmanlı Devlet geleneği değişti. Devlet-i Ali Mısır valisine bile söz geçiremeyecek kadar güçsüzleşti, ve çöküş hızlanarak parçalanıp yok olmaya doğru gitti.

    “Türkiye'yi Avrupa'da tutmak için Avrupa'yı Türkiye'de tatmin etme” politikası ile yola çıkan Mustafa Reşid Paşa'nın açtığı çığır, Osmanlı Devleti’nin tasfiyesi ile son buldu. Umarız bugün milletin kaderinde söz sahibi olanlar, yakın tarihimize bir de bu açıdan bakıyorlardır!

    Kaynak: Semerkand dergisi, Temmuz 2001

  9. Alt 09-19-2008, 15:30 #319
    Sarax Mesajlar: 678
    SAID HALIM PASANIN ÖLDÜRÜLMESi

    Said Halim Pasa (1863-1921), Kavalali Mehmet Ali Pasa'nin torunudur. 1913'de ilk önce Hariciye Nazirligina daha sonra da Sadrazamliga getirildi.

    1914'te 1. Dünya Savasi'nin baslamasiyla Said Halim Pasa'mn hâkimiyetinde azalma basIadi. Rusya'ya karsi Almanya ile bir anlasma yapildi. Said Halim Pasadan habersiz olarak Ittihadcilar'in ileri gelenlerinden Enver Pasa'nin gizli calismalari neticesinde, iki Alman gemisinin Karadeniz'e girmesi ve ondan sonra da bilinen gelismelerin meydana gelmesi neticesinde, Osmanli Devleti kendisini harbin icinde buldu. (Yusuf Hikmet Bayur'a göre Sadrazam Said Halim Pasanin da iki Alman gernisinin Karadeniz'e girisinden haberi vardir). Bu olay üzerine Said Halim Pasa istifa ettiyse de gerek nazirlarin ve gerekse Padisah'in israrlari üzerine istifasini geri aldi. Fakat gittikce Ittihat Terakki ile aralari acildi. Nihayet Hariciye Nazirligi'ni kendisinden aldilar. Mühim konularda da kendisine danisilmaz oldu. Buna tahammül edemeyerek sihhi sebepler ileri sürdü ve istifa etti (1917).

    Harp mesülu olarak takibata ugradi ve sorguya cekildi. Malta adasina sürüldü (1919). 1921'de tahliye edilmesi üzerine Sicilya'ya gecti. Istanbul'a dönmek istediyse de hükümet buna müsaade etmedi. Bunun üzerine Roma'ya gecti ve orada bir Ermeni tarafindan öldürüldü (6 Aralik 1921). Nâsi Istanbul'a getirilerek Sultan Mahmud türbesi haziresine defnedildi.


    (Ismail Kara, Türkiye'de Islâmcilik düsüncesi,75)

  10. Alt 09-19-2008, 15:31 #320
    Sarax Mesajlar: 678
    HUDDÂMÜ'L-KÂBE

    --------------------------------------------------------------------------------

    Kâbe hizmetçileri anlaminda bir terkip.

    Islâm topraklarini batili emperyalist güçlerin himaye, tecavüz ve isgaline karsi muhafaza etmek gayesiyle kurulmus bir cemiyet.

    Kâbe Hizmetkârlari Cemiyeti 1913'de kuruldu. Baskanligina Mevlana Muhammed Abdülbarî, genel sekreterliklerine de Mevlevi Sevket Ali ve Hüseyin Kidwaî getirildi. Bunlarin üçü de Hindistanlidir.

    Cemiyet, Mevlana Abdülbarî'nin üstün teskilatlanma çalismalarinin bir ürünüdür.

    Cemiyetin baslica gayesi, Kâbe ve diger mukaddes Islâm beldelerine saygiyi devam ettirmek ve buralari gayr-i müslimlerin saldirilarina karsi korumak ve savunmakti. Çünkü Ortadogu'nun problemli sartlari içinde bu görevi, sadece Osmanli devletinden beklemek mümkün degildi. Bu konuda Osmanlilardan baska diger müslümanlarin da yardimlarina ihtiyaç vardi (Gail Minault, The Khilafat Movement, Newyork 1982, s. 35).

    Cemiyet, kültürel sahada faaliyetlerde bulunmak üzere kitaplar yayinlamistir. Bu kitaplardan Ilki, cemiyetin genel sekreteri Kidwaî tarafindan kaleme alman "Islâm'a Çekilen Kiliç yahut Alemdarân-i Islâm'i Müdafaa, Londra 1919'dir. Eserin konusu, Osmanli murahhas heyetinin Paris Sulh Konferansi (18 Ocak 1919)'na sundugu muhtira ile konferansin Onlar Konseyi tarafindan Osmanli heyetine verilen cevabin isigi altinda Osmanli Islâm Devleti Meselesi'nin tahlilidir. Degisik bir ifadeyle eser, Osmanli hilafetinin batili devletlere karsi bir savunmasidir. (Movement, a.g.e., s.6).

    Kidwaî eserinin önsözünde sunlari söylemektedir:

    "-Türklere isnad edilen haksiz tecavüzler, tarih ve Insanlik huzurunda mutlaka savunulmali ve onlar hakkindaki gerçekler açikça ortaya konulmalidir. Iste ben, onlarin din kardesi olmam hasebiyle bu vazifeyi yerine getiriyorum. Gerçi çok iyi bir dava vekili degilim. Fakat dogru bir dava, çok iyi dava vekillerine de o kadar muhtaç degildir. Dünya nüfusunun 1/3'ünü meydana getiren ve müslümanlarin vahdet merkezi olan bir devleti yikmak hiç süphesiz adaletsizliktir."

    Cemiyetin gerçeklestirmeyi arzuladigi projeler arasinda ise sunlar yer almaktaydi:

    Hac tasimaciliginda tekel olan 0ngiliz firmalariyla rekabet etmek ve Bombay ile Cidde güzergâhindaki hacilari tasimada kullan Ilmak üzere gemiler satin almak ve müslümanlara ait bir gemi sirketi kurmak; Mukaddes beldeleri korumak için Arap denizinde müslümanlara ait bir deniz filosu bulundurmak veya en azindan -bu amaç için Osmanli deniz kuvvetlerine bir zirhli savas gemisi vermek. Bu projelerin hiçbirinin gerçeklesememesi halinde bir veya Iki uçak satin almarak Türkiye'ye hediye etmek. Ayrica zor durumda bulunan Islâm ülkelerini yok olmaktan kurtarmak amaciyla Islâm dünyasindan yardim toplamak (Menault, ayni eser, s. 36).

    1. Dünya Savasi esnasinda Ingiltere, Mekke Serifi Hüseyin'i Osmanli hilafetine karsi isyan ettirmekle, Islâm dünyasinin Hüseyin'in arkasinda toplanacagini, hiç olmazsa onun manen desteklenecegini ummustu. Ne var ki, beklenilen gelismeler bu dogrultuda olmamis, aksine Halifeyi en zor aninda "arkadan vurma çilginligi"ni gösteren Hüseyin siddetle kinanmaktan kurtulamamistir. Bu noktada Ilk protesto, Mevlana Abdülbari'nin liderligindeki Hüddâmü'l-Kâbe Cemiyeti'nden gelmistir. Abdülbari, Hind ulemasindan bir fetva çikartarak Serif Hüseyin'i lanetletir, bu arada Halife'ye karsi olan bagimliliklarini ise perçinlettirir. Güney Asyali Müslümanlarin bu çabalari Türkiye'ye su sekilde yansir:

    "... Müslümanlarin halifesine isyan eden Mekke Emiri Hüseyin'in bu alçakça hareketi Hindistan'da duyulur duyulmaz her yerde toplantilar yapildi, nutuklar ve hutbeler irad edildi. Öncelikle Hindistan'daki müslüman basin, Hüseyin'in böyle bir zamanda Islâm halifesine karsi isyan etmesini Islâm dünyasinin kalbine dogrultulmus bir hançer olarak telakki etmistir. Daha sonra ise, Hind 0ttihad-i Islâm Cemiyetinin bütün subeleri birleserek bu haince harekete karsi durulmasini, Hüseyin taraftarlarina düsmanlik ilan edIlmesini ve Islâm Serîati'ni temelden sarsacak olan bu isyani destekleyecek her türlü yardimdan kaçinmasi için hükümete müracaatta bulunulmasini kararlastirdi... Her ne kadar Hindistan'daki Ingiliz gazeteleri ile bazi Mecusi basini Hicaz'daki kiyami, Hind Müslümanlarinin menfaatleri açisindan hayirli bir gelisme seklinde degerlendiriyorlarsa da bu isyan, Hindlilerce genel kabul görmedi. Zira görüyoruz ki, Hind Müslüma n lari bu kiyama asla taraftar olmadiklari gibi, baska cemiyetler akdederek, Ittihad-i Islâm subelerini birlestirerek hep bir agizdan Serif Hüseyin'in yaptigi Isleri pek agir bir dille kiniyorlar ve onun yaptigi kiyami bir hiyânet ve küfür olarak telakki ediyorlar. KIsacasi Hind basinini gözden geçirenler görürler ki, -dogrudan dogruya Ingiliz emellerini destekleyen birkaç istisna disinda- genelde Hind basini, Serif Hüseyin olayini kinama noktasinda müttefiktirler" ("Sâbik Mekke Emiri Hüseyin ve Hind Matbuati", Sebilürresad, c. XIV, s. 179-180 ve 192-193, Istanbul 6 Tesrin-i Evvel 1332).

Kullanıcı isminiz: Giriş yapmak için Buraya tıklayın

Bu soru sistemi, zararlı botlara karşı güvenlik için uygulamaya sunulmuştur. Bundan dolayı bu kısımı doldurmak zorunludur.