Büyük Islam Tarihi

SELIMIYE CAMII'nin tarihçesi Kibris seferi sirasinda II. Selim bir gece Peygamberimiz (s.a.v.)'i rüyasinda görür. Peygamberimiz: " Selim eger Kibris'i fethedersen Edirne'de su bizim isaret ettigimiz yerde görkemli bir camii yaptiracaksin ...


Ağaç Şeklinde Aç5Beğeni

  1. Alt 09-19-2008, 14:42 #291
    Sarax Mesajlar: 678
    SELIMIYE CAMII'nin
    tarihçesi

    Kibris seferi sirasinda II. Selim bir gece Peygamberimiz (s.a.v.)'i rüyasinda görür. Peygamberimiz: " Selim eger Kibris'i fethedersen Edirne'de su bizim isaret ettigimiz yerde görkemli bir camii yaptiracaksin " der. II. Selim Kibris seferinin mesgalesiyle bu rüyayi unutur. Daha sonra Lâlâ Mustafa Pasa komutasindaki bir donanma Kibris'i fetheder. II. Selim Kibris'in fethinden cok memnun olur. Fakat bir gece tekrar Peygamberimiz : " Selim bize verdigin sözü tutmadin. Sen Kibris'i fethedersen Edirne'de cami yaptiracagina söz vermedin mi ? " diye ikazda bulunur. Selim o günden sonra Mimar Sinan'a bu camiyi yapma görevini tevdi eder. Böylece dünyaca taninmis Selimiye Camii bir fetih müjdesinin meyvesi olarak Edirne ufuklarinda tecessüm etmis olur.

  2. Alt 09-19-2008, 14:42 #292
    Sarax Mesajlar: 678
    II. SELîM ve dönemi





    Osmanlý pâdiþâhlarýnýn on birincisi ve Ýslâm halîfelerinin yetmiþ altýncýsý. Kânûnî Sultan Süleyman Hanýn oðlu olup, 28 Mayýs 1524 senesinde Hürrem Haseki Sultandan doðdu. Þehzâdeliðinde mükemmel bir tahsil ve terbiye gördü. Devlet idâresi ve teþkilâtýný iyice öðrenmesi için Anadolu’nun çeþitli vilâyetlerinde sancak beyliði yaptý. Vâlilik yýllarýnda tahsile devâm edip, bilgi ve kültürünü arttýrdý. Çok kuvvetli bir kültür seviyesine sâhip oldu. Ýlim ve sohbet meclislerinde çok bulunurdu.

    Sultan Süleyman Han (1520-1566), Macaristan seferine çýkýp, Zigetvar Kalesinin fethi öncesinde vefât edince, Pâdiþâhýn ölümünü gizli tutan Vezîriâzam Sokullu Mehmed Paþa, veliaht Selim’e haber göndererek saltanata dâvet etti. Bu sýrada Kütahya Sancakbeyliðinde bulunan Selim Han, sür’atle Ýstanbul’a gelerek 30 Eylül 1566 târihinde tahta çýktý.

    Sultan Selim Han, Osmanlý pâdiþâhý olmasýyla devlet idâresine ve orduya ehil devlet adamlarý ve kumandanlar tâyin edip, eskilerden bir kýsmýný da yerinde býraktý. Vezîriâzam Sokullu Mehmed Paþayý vazîfesinde býrakmasý devlet idâresi ve îmâr faâliyetlerinin devâmýnda isâbetli oldu.22 Haziran 1567’de Edirne’ye geçen Selim Han, burada çeþitli devletlerin elçilerini kabul etti. Bu elçilerden özellikle zamânýn kudretli devletleri sayýlan ve çok deðerli hediyelerle gelen Avusturya ve Almanya elçileri dikkat çekiyordu. Çünkü Osmanlý Devleti, Kânûnî Sultan Süleyman Han devrinde, devamlý bu iki devletle mücâdele hâlinde bulunmuþ ve her iki devlet de Osmanlý Devletinin askerî kuvvet ve kudreti karþýsýnda kaybolup ezilmiþti. Þimdiyse yeni bir hükümdar tahta geçiyordu. Ýki devletin en büyük endiþesi ve merâký, yeni hükümdârýn güdeceði siyâsetti. Dedesi Yavuz Selim Han gibi bir doðu siyâseti tâkip ederek Ýran üzerine mi, yoksa babasý gibi Avrupa yakasýna mý yüklenecekti? Her iki devlet de, en azýndan yeni Sultanýn siyâseti belli oluncaya kadar Türk ordularýný kendi ülkelerinden uzaklaþtýrmak için, Osmanlý Devletiyle derhâl bir sulh akdine büyük ehemmiyet vermekteydi. Selim Han, uzun görüþmelerden sonra, Avusturya ile sekiz yýllýðýna antlaþma imzâladý (17 Þubat 1567). Buna göre, Kânûnî’nin Zigetvar Seferinde fethettiði yerler Osmanlý Devletinde kalacak, Avusturya Ýmparatoru her seneOsmanlý Devletine 30.000 Macar altýný vergi verecekti. Ayrýca iki devlet de birbirlerinin haklarýna riâyet edecekler ve sýnýr boylarýna saldýrýlarda bulunmayacaklardý. Bu arada iki devlet arasýnda çýkmasý muhtemel hudut anlaþmazlýklarý, Osmanlý Devletinin Budin, Avusturya’nýn da Macaristan vâlisi arasýnda görüþülüp hâlledilecekti. Avusturya ile antlaþma imzâlayan Selim Han, birkaç gün sonra da Ýran elçisi Þahkulu Hanýn, Kânûnî SultanSüleyman Han devrinde imzâlanan Amasya Sulhünün yenilenmesi ricâlarýný kabul etti.

    Bu sýrada Yemen’de Zeydî Ýmâmý Topal Mutahhar’ýn ayaklanmasý ortaya çýktý. Kýsa zamanda bu ülkenin hemen tamâmý isyâncýlarýn eline geçti. Topal Mutahhar sâhile kadar inip Muhâ’yý aldý. Osmanlý kuvvetleri Zebîd’de zorlukla tutundular. Ýmâm Mutahhar, Zebîd’i de sýkýþtýrmaya baþlayýnca, Osmanlý birlikleri çok kötü bir vaziyete düþtüler. Bu durum üzerine Yemen’e önce Özdemiroðlu Osman Paþa ve ordudan Koca Sinân Paþayý serdâr olarak gönderen Selim Han, Yemen’in yeniden devlete baðlýlýðýný saðladý.

    Yemen meselesi çýktýðý yýllarda, Büyük Okyanus ile Hind Okyanusu arasýnda bulunan Sumatra adasý, Malaka Yarýmadasý ve bir takým küçük adalara hâkim olan Müslüman Açe Sultanlýðýndan bir elçi gelmiþti. Uzun yýllardan beri Hind Denizinde faaliyette bulunan Portekizliler çok zengin tabiî kaynaklara sâhip olan bu adalara göz dikmiþler ve Açe Müslüman Sultanlýðýnýn istiklâlini tehdit etmeye baþlamýþlardý. Açe Sultaný Alâeddîn Þâh, devrin cihân devleti ve bütün Müslümanlarýn hâmisi durumunda olan Osmanlý Devletinden top, topçu, silâh ve askerî mütehassýslar ve bilhassa istihkâm mühendisleri istiyordu. Fakat bu sýrada Yemen Ýsyâný çýktýðýndan yardým geciktirilmiþti. Selim Han, 1569’da bu uzak sefer için Kýzýldeniz Kaptaný Kurdoðlu Hayreddîn Hýzýr Reis’i memur etti. Bu deðerli amirâl, Zeydîlerin eline geçenAden’i kurtardýktan sonra, 22 gemilik bir filoyla hareket etti. Berâberinde muhtelif usta, birçok top, asker, silâh, mühimmat ve yüzlerce gönüllü levend ve topçuyu Açe Sultânýna teslim etti. Gelen Türkler buraya yerleþtiler. Bunlarýn kurduðu donanma ile Açeliler mühim fütuhatta bulundular. Açeliler, Türk toplarýný ve bayraklarýný zamânýmýza kadar kutsal bir hâtýra olarak sakladýlar. Bu sûretle Osmanlý Devletinin tesir alanýUzakdoðu’ya, Güneydoðu Asya ve Endonezya’ya dayandý.

    1569’da Rusya’nýn Hazar kýyýlarýndaki ilerlemelerinin önünü almak, Astýrhan’ý kurtarmak ayrýca Ýran üzerine yapýlacak seferlerde Hazar Denizi vâsýtasýyla askere kýsa zamanda zahîre ve harp malzemesi yetiþtirebilmeyi saðlamak gâyesiyle Volga Nehri ile Don Nehirlerinin birbirlerine çok yaklaþtýklarý bir noktada kanal açma teþebbüsüne giriþildi. Ancak kýþ mevsiminin gelmesi üzerine çalýþmalar tamamlanamadý. Ertesi yýl da Ýran ile Rusya’nýn Kýrým Hânýný kandýrmalarý yüzünden, tekrar iþbaþý yapýlamadýðýndan bu büyük teþebbüs gerçekleþtirilemedi.

    1569 Haziran ayýnda Ýskenderiye yakýnlarýnda Nil teknelerinin yolunu kesen Venedik korsanlarýnýn Müslümanlarý esir alýp Kýbrýs’ta satmalarý olayýna çok hiddetlenen Selim Han, derhâl Venedik’e bir elçi göndererek Kýbrýs’ýn Osmanlý Devletine terkini istedi. Bu isteðin Venedik tarafýndan reddi üzerine sefer hazýrlýklarýna baþlandý.

    Aslýnda Kýbrýs’ýn Osmanlý Devletince fethini mecbûrî kýlan birçok sebep vardý. Osmanlý Devletini, hâkimiyeti altýndaki Ortadoðu ve Kuzey Afrika ülkelerine ulaþtýran kara yollarýnýn, uzun, yorucu ve yetersiz olmasýna karþýlýk, Kýbrýs üzerinden bu ülkelere her türlü lojistik destekler daha çabuk, rahat ve ekonomik olarak ulaþtýrýlabilirdi. Ancak Kýbrýs’ýn, büyük deniz gücüne sâhip Venedik Cumhûriyetinin elinde bulunmasý bu imkâný ortadan kaldýrmaktaydý. Ayrýca Kýbrýs veya yakýnlarýndan geçen Osmanlý ticâret ve hacýlarý taþýyan yolcu gemileri, Akdeniz’de Hýristiyan korsanlarý tarafýndan vurularak soyuluyor, Venedik de bu korsanlarý himâye ediyordu.

    Ýkinci Selim Han, hazýrlýklarý bitirdikten sonra, Kýbrýs serdârlýðýna Lala Mustafa Paþayý tâyin etti ve 15 Mayýs 1570’te donanma Ýstanbul’dan ayrýldý. Lala Mustafa Paþa, bütün Avrupa devletlerinin Venedik’e yardým etmelerine raðmen, þiddetli çarpýþmalar sonunda 8 Eylül 1570’te Lefkoþe’yi 1 Aðustos 1571’de de Magosa’yý alarak Kýbrýs’ýn fethini tamamladý.

    Osmanlý askerinin Kýbrýs’a çýkmasý sýrasýnda Venedik bütün Avrupa devletlerinden yardým istedi. Bunun üzerine Papa V. Piyer’in yoðun faaliyetleri netîcesinde Ýspanya Kralý II. Filip ve Malta Þövalyeleriyle Venedik arasýnda bir ittifak kuruldu. Bu ittifaka, Toskana, Ceneviz, Savoia ve Ferrara gibi küçük Hýristiyan devletçikleri de katýldý. Ýspanyol KralýFilip’in kardeþi Don Juan’ýn komutasýndaki 206 gemiden meydana gelen Haçlý donanmasý, 6 Ekim 1571’de Ýnebahtý önlerinde görüldü. Osmanlý harp meclisinde Kýlýç Ali Paþanýn þiddetli muhâlefetine raðmen, Kapdân-ý deryâ Müezzinzâde Ali Paþa, donanmada cenkçi ve kürekçi noksanlýðýný göz önünde bulundurmadan, düþmana saldýrýlmasý yönünde karar aldý. 7 Ekim’de baþlayan muhârebe sonunda, Osmanlý donanmasý büyük bir yenilgiye uðradý. Sâdece sað kanadý komuta eden Kýlýç Ali Paþa, Düþmanýn sol kanadýndaki Malta donanmasýný yok edip kayýp vermeden bölgeden çekildi.

    Bu baþarý Hýristiyanlara hiçbir kâr getirmedi. Hýristiyanlar kazandýklarý bu zaferin þerefine heykeller dikmekle meþgûlken, bizzat Selim Hanýn emriyle hummalý bir çalýþma içine giren Osmanlý tersâneleri, 1571-72 kýþý içinde Ýnebahtý’da kaybettiðinden daha büyük bir donanma vücûda getirdi. Müezzinzâde’nin eliyle kaptan-ý deryâlýða getirilen Kýlýç Ali Paþa, 13 Haziran 1572’de büyük bir donanmayla Ýstanbul’dan ayrýldý. Ýnebahtý’da gâlip gelmelerine raðmen, donanmalarý çok yýpranmýþ ve bir hayli de asker kaybetmiþ olan müttefikler, kendilerini toparlayýp galibiyetin meyvelerini toplamak niyetindeyken bu müthiþ Osmanlý donanmasýnýn Akdeniz’de görünmesi, büyük bir þaþkýnlýkla karþýlandý. Müttefik donanmasý, Osmanlý donanmasýnýn karþýsýna çýkmaya cesâret edemedi. Ýttifaktan ayrýlan Venedik, Fransa aracýlýðýyla barýþ istedi. 7 Mart 1573’te imzâladýðý antlaþma ile Kýbrýs’ýn Osmanlý Devletine âit olduðunu kabul etti. Kânûnî devrinden beri vermekte olduðu yýllýk 500 duka haraç, 1500 dukaya çýkarýldý. Ayrýca Kýbrýs Seferinin tazminâtý olarak üç senede ödenmek üzere üç yüz bin duka altýný vermeyi taahhüt etti.

    Kýbrýs’ýn fethinden sonra Kýrým Hanýna bir miktar asker ve top gönderen Selim Han, 1569’da Astýrahan Seferi baþarýsýzlýðýný telâfi etmek ve daha fazla geniþlememeleri için gözdaðý vermek üzere Rusya içlerine bir sefer düzenlenmesini emretti. Nitekim 1571 baharýnda harekete geçen Devlet Giray Han, 120.000 kiþilik süvârîden meydana gelen ordusu ileRusya üzerine yürüdü. Çok sür’atli hareket eden Devlet Giray, yaptýðý muhârebelerde Rus ordularýný on binlerce zâyiât verdirerek daðýttý ve Moskova’ya girdi. 150.000 esirle Kýrým’a dönen Devlet Giray Han, bu zaferi üzerine Taht-alan lakabýyla anýldý. Ertesi yýl tekrar sefere çýkan Devlet Giray Han, Oka Nehrine kadar uzandý. Bu baþarýlarý üzerine Ýkinci Selim Han, murassâ kýlýcý, hil’at ve nâme-i hümâyûn göndererek Devlet Giray’ý tebrik etti. Çar, Osmanlý Devletine baðlý Kýrým Hanlýðýyla, yýlda 60.000 altýn vergi vermeyi kabûl ederek barýþ yaptý.

    1574 yýlýnda Boðdan Voyvodasý Loan celCumplit isyân ederek, Lehistan’ýn da yardýmýyla Tuna’nýn batý kýyýsýndaki Ýbrâil, Dinyester’in güney kýyýsýndaki Bender ve Dinyester boyundaki Akkerman gibi mühim kaleleri ele geçirdi. Üzerine gönderilen ve küçük Türk birlikleriyle desteklenmiþ olan Eflak Voyvodasýný yendi. Bunun üzerine Selim Han, Üçüncü Vezir Ahmed Paþa ve Kýrým Haný Âdil Giray’ý isyâný bastýrmakla görevlendirdi. Kýsa zamanda bölgeye giden Ahmed Paþa ve Âdil Giray Han, Tuna’nýn güneyinde üç gün süren kanlý muhârebeler sonunda, âsîleri ve onlara yardým eden Lehistan kuvvetlerini imhâ ettiler (9 Haziran 1574). Âsi Voyvoda da yakalanarak cezâlandýrýldý ve yerine Petru Þiopul tâyin edildi.

    Ýkinci Selim Hanýn ilgilendiði iþlerden biri de Tunus meselesi’ydi. Ýspanya’nýn Tunus’tan bir türlü elini çekmemesi bu devletle harp hâlinin devâm etmesine sebep oluyordu. Osmanlý donanmasý, Kýbrýs Seferine çýktýðý sýrada, Cezâyir beylerbeyi olan Uluç (Kýlýç) Ali Paþa da Tunus üzerine yürümüþ ve 30.000 kiþilik kuvvetle karþýsýna çýkan Hafsî Sultâný Mevlây Hamîd’i yenip, ikinci defâ fethetmiþti. Fakat kendi yanýnda fazla bir kuvvet bulunmadýðý gibi, bu arada Kýbrýs Seferine katýlma emri de aldýðýndan, Tunus’a Ramazan Beyi býrakarak donanmasýyla birlikte Kýbrýs Seferine katýlmýþtý.

    Kaptan-ý deryânýn bölgeden uzaklaþmasýndan sonra, Ýspanya Kralý Don Juan büyük bir donanmayla Tunus üzerine yürüdü. Direndiði takdirde Ýspanyollarýn sivil halka karþý katliâma giriþeceklerini anlayan Ramazan Bey, Kayrevân’a çekildi ve bu sûretle Tunus bir kere daha Ýspanyollarýn eline geçmiþ oldu (Ekim 1573). Don Juan, Tunus hükümdârlýðýný kendi taraftârý Mevlây Muhammed’e verip bir miktar da asker býrakýp Ýspanya’ya döndü.

    Cezâyir ve Trablusgarb Osmanlý Devletinin elinde olduðu hâlde, ikisinin ortasýnda bulunan ve stratejik ehemmiyeti büyük olan Tunus’un, Ýspanyol hâkimiyeti altýnda halka zulüm eden kukla bir hükûmet elinde olmasý, Akdeniz’de hâkimiyeti elinde bulunduran Türk donanmasý için tehlikeydi. Bu sebeple Ýkinci SelimHan, Tunus iþinin kökünden hâlledilmesi için emir verdi. Kapdân-ý deryâ Kýlýç Ali Paþa, yanýnda kara ordusu serdârý Koca Sinan Paþa olduðu hâlde Tunus’a hareket etti (15 Mayýs 1574). Navarin üzerinden Sicilya sularýna geçen donanma, Messina havâlisini de vurduktan sonra, Tunus üzerine yürüdü. Ýki yüz ellinin üzerinde harp gemisi ve kýrk-elli bin civârýnda askerden meydana gelen muhteþem Osmanlý donanmasý, Tunus önlerine gelir gelmez derhâl Halk-ul-Vâd Kalesi yakýnýna çýkarma yaptý. Koca Sinân Paþa kendisi Halk-ul-Vâd’ý kuþatýrken, Trablusgarb Beylerbeyi Mustafa Paþa ile eski Tunus Beylerbeyi Haydar Paþayý Tunus Gölü ile þehir arasýnda bulunan Bastiyon Kalesini fethe memur etti.

    Tunus’un yýllardan beri Ýspanyollar tarafýndan tahkim edilerek hiçbir sûretle zaptedilemez diye öðündükleri Halk-ul-Vad, Osmanlý ordusuna ancak otuz üç gün mukâvemet etti. 24 Aðustosta kale fethedilip Mevlây Muhammed’le kale komutaný Don Pietro Cerrera esir edilerek Ýstanbul’a gönderildi.

    13 Eylülde Bastion Kalesinin de fethiyle Tunus tamâmen ele geçti. Tunus, aynen Cezâyir ve Trablusgarb gibi bir eyâlet hâline getirildi ve beylerbeyliðine Ramazan Paþa tâyin edildi. Böylece Tunus’ta üç asýrdan fazla sürecek olan Osmanlý idâresi baþladý.

    Tunus meselesinin hâlledilmesinden yaklaþýk bir ay sonra; Osmanlý Devletiyle Almanya arasýnda Zigetvar Seferinden sonra 17 Þubat 1568’de yapýlan antlaþma, 4 Aralýk 1574’te yenilenerek, sekiz sene uzatýldý. Bu antlaþmadan hemen sonra rahatsýzlanan Ýkinci Selim Han, 15 Aralýk 1574’te vefât etti. Mîmar Sinân’a Ayasofya Câmii avlusunda yaptýrdýðý türbeye defnedildi.

    Ýkinci Selim Han, uzuna yakýn orta boylu, açýk alýnlý, elâ gözlü ve sarýþýndý. Avcýlýk ve yay çekmede fevkalâde mahâretli olup, zamânýnda ondan daha kuvvetli yay çeken yoktu. Babasý Kânûnî Sultan Süleymân devrinde birçok savaþa katýlmakla berâber, tahta geçtikten sonra sefere çýkmadý. Çünkü devrindeki seferler umûmiyetle büyük deniz seferleri olup bu seferlere de pâdiþâhýn kumanda etmesi âdet deðildi. Tecrübeli ve bilgili bir vezir olan Sokullu Mehmed Paþayý hükûmet iþlerinde tamâmen serbest býrakmakla berâber, lüzumlu gördüðü birkaç meselede duruma müdâhale etmiþtir. Âlimlere büyük hürmet göstermiþ, çok sevdiði büyük âlim Ebüssü’ûd Efendiyi vefâtýna kadar meþîhat (þeyhülislâmlýk) makâmýnda tutmuþtur. Cülûs bahþiþinin ilmiye sýnýfýna da verilmesi âdetini ilk defâ Ýkinci Selim Han çýkarmýþtýr.

    Ýkinci Selim, Kânûnî Sultan Süleyman Hanýn bütün þehzâdeleri gibi çok iyi tahsil görmüþtü. Dîvân sâhibi deðerli bir þâirdi. Selim ve Selîmî mahlaslarýyla yazdýðý þiirler çok beðenilmektedir. Yahyâ Kemâl’in; "Bir beyti bir de câmi-i mâ’mûru var" diye övdüðü;

    Biz bülbül-i muhrýk dem-i þekvâ-yý firâkiz

    Âteþ kesilir geçse sabâ gülþenimizden

    beyti, bütün Türk þiirinin en güzel beyitlerinden biri sayýlmaktadýr.Ýkinci Selim ayný zamanda îmârcý bir pâdiþâhtýr. Kýsa süren saltanat döneminde Türk ve dünyâ sanatýnýn þâheseri sayýlan Edirne Selimiye Câmii’ni inþâ ettirmiþtir. Tâmire muhtaç olan Ayasofya Câmiini yaptýrdýðý istinâd duvarlarýyla tahkim ettirerek günümüze kadar gelmesini saðladýðý gibi, iki minâre eklemiþ, yanýna iki de medrese yaptýrarak külliye hâline getirmiþtir. Bunlardan baþka Mekke-i mükerremenin su yollarýnýn tâmiri, Mescid-i Harâm’ýn mermer kubbelerle tezyini, Lefkoþe Selimiye Câmii, Azîz Efendi tekkesi, Navarin limanýna hâkim bir mevkiye yaptýrdýðý kule, hayrâtý arasýndadýr.

  3. Alt 09-19-2008, 14:50 #293
    Sarax Mesajlar: 678
    Salim Aydüz

    Osmanlilarda Atesli Silahlar Sanayii

    Osmanlilar XIV. asirda Avrupa'da kullanilmaya baslanan atesli silahlari kisa sürede taniyarak kendi ülkelerine transfer ettlier. Osmanlilar Fatih Sultan Mehmet döneminde (1451-1481), atesli silahlarda ve bilhassa topçulukta, dönemin en ileri teknolojisine sahip oldular.1 Osmanli topçularinin ileri derecedeki balistik bilgisi, ortadan ayrilabilen iki parça toplar, kusatma ve sahra toplari, havan toplari, dört bes metre uzunlugunda, yüz kilodan agir gülleler firlatabilen ve yirmi tona yakin agirligi olan çok büyük çapli toplar, zamanin teknigine ve bilgisine oranla fevkalade sayilabilecek harika savas araçlariydi.3 Osmanlilar, basta Istanbul'daki Tophane-i Amire'de olmak üzere, belli basli merkezlerde büyük çaplarda toplar dökerken, bir yandan da top götürmenin mümkün olmadigi yerlere, bakir ve tunç gibi top yapim malzemesini götürerek top döktüler. Osmanlilarin uyguladigi bu sistem, Osmanlilarin silah sanayiinde Avrupa'dan ileri seviyede oldugunu göstermektedir. Nitekim Fransa'nin, 1493 yilindaki Italya Seferi'nde, engebeli arazi yüzünden toplarini nakletmede büyük güçlüklerle karsilastigini ve harekatin geciktigini,3 oysa Sultan II. Murad'in bundan 43 sene önce Akçahisar Muhasarasi'nda, Fatih'in ise, on bes sene önce Iskodra Muhasarasi'nda toplarini kale önünde dökerek bu meselenin üstesinden kolayca gelindigini görmekteyiz. Osmanli topçulugunun kisa zamanda bu derecede gelismesinde basta padisahlarin (özellikle Fatih'in hem kendisinin bizzat ilgilenmesi ve hem de bu isle ugrasan kisileri yüksek ücretle himaye etmesi) atesli silahlarin savaçlardaki önemini ve belirleyici gücünü oldukça erken dönemde kavramalarinin büyük payi bulunmaktadir.

    Diger taraftan Osmanlilarin bu hususta malî sikintilarinin olmamasi da, önemli faktörlerdendir. ilk dönem padisahlarinin, devleti genisletme çabalariyla geçen mücadelelerinde savasmak zorunda olduklari Avrupa ve Balkanlar'daki mahallî senyörlerin ve hanedanlarin sigindigi kaleleri yikmak ve ele geçirmek için daima muhasara harbi yapmak durumunda kalmalari sebebiyle, muhasara toplari Fatih'in saltanatinin sonuna kadar geçen zamanda, büyük önem kazanmis ve gelisme göstermistir. Zaten, yükselme döneminde olan Osmanlilar, Hristiyan milletlerin daima tazyik ve meydan okumalari karsisinda silahlarini mütemadiyen gelistirmek, yenilemek ve düsmanin silahlariyla dengelemek zorundaydilar. Ayrica Osmanlilarin Balkanlar'da ve kismen de Anadolu'daki oldukça zengin maden yataklarina erken dönemlerde sahip olmalari ve bunun yaninda iyi bir hazineye malik bulunmalari büyük bir avantaj idi. Sultanlarin bu imkanlari zorlamalari, müspet yönde kanalize ederek iyi degerlendirmeleri, bu silahlarin kisa zamanda etkili bir sekilde Osmanli ordusunda yer almasini saglamistir.

    1430'lu yillarda, Osmanli ordusunda büyük çaplarda toplarin olduguna dair kayitlar, çok sayida yetenekli top ustalarinin bulundugunu da göstermektedir. Zira Osmanlilar, atesli silahlarin kullaniminda Hristiyan top yapim ustalarini kendi askerî örgütleri ile bütünlestirirken, kendi askerlerini de ayni hizmetler için yetistirmeye itina göstermislerdir. Mesela, Türk asilli topçu ustalari Haydar, Ismail, Muslihuddin ve Saruca gibi isimler buna dair ilk örneklerdir. Coltado isimli bir ispanyol topçusu, 1592 yilinda yazdigi eserinde Osmanli topunun orantisiz ve kusurlu oldugunu söylemekte, fakat yüksek kaliteli madenden yapildigini belirterek övmektedir. Osmanli topunun ilk dönemlerdeki üstünlügü emsallerine nisbetle kalitesinin pek farkli olmamasina ragmen neticeye çabuk ulasmak için ebatlarinin büyüklügündeydi. Halen Londra Kulesi Müzesi'nde bulunan 1464 yilinda yapilmis ortadan ayrilabilen iki parçali Osmanli topunun kimyasal analizi, eritme ameliyesinin kusurlu olmasina ragmen, iyi bronzdan dökülmüs oldugunu göstermektedir. Yine Istanbul'daki Askerî Müze ve Kültür Sitesi'nde bulunan Kanunî Sultan Süleyman dönemine ait bir tunç topun kimyasal analizi ayni sekilde sonuç vermistir.

    Osmanlilarin, erken devirlerden itibaren Avrupa'dan atesli silahlari aktarmada gösterdikleri istekli tavra, diger Islam devletlerinde rastlanilmamaktadir. Mesela, Osmanlilarin XV. yüzyilin baslarindan itibaren kullanmaya basladigi tüfek, Memlüklarda 1489 tarihinden sonra, iran'da ise Uzun Hasan (öl. 1478) zamanindadir. Digeryandan atesli silahlari Osmanlilardan önce taniyan ve Avrupa devletleriyle eskiden beri temasta olan Memlük Devleti Portekiz saldirilarina karsi Osmanlilardan 1511 yilinda, bir miktar atesli silah yardimi almistir. Ancak daha sonra Osmanlilarla karsi karsiya kalinca da Rodos hakiminden barut ve tüfenk, "Frengistan'dan da yarar topçular ve tüfekçiler getirtmislerdir."

  4. Alt 09-19-2008, 14:54 #294
    Sarax Mesajlar: 678
    Silah Yardimi

    Osmanlilar, bir taraftan sahip olduklari silah teknolojisini gelistirmek için çalisirken, diger taraftan da, bu silahlarin kendileriyle dinî veya irkî bagi bulunan çesitli Asya ve Afrika ülkelerine yayilmasinda köprü rolü oynadilar. Bu rol, Osmanlilarin diger islam ülkelerine genellikle belli miktarda topçu, tüfekçi ve atesli silah uzmanlari ile top ve tüfek yardimi yapmak seklinde olmustur. Osmanli tehlikesi karsisinda bu devletlerden bazilarinin Avrupa'dan silah almak zorunda kalmalari da dolayli bir roldür. Sah Abbas dönemindeki iran disinda kalan Dogu ülkeleri, etkili olarak atesli silahlarla mücehhez bir ordu kuramamislardir. Osmanlilarin atesli silahlari tasidiklari ülkeler arasinda ilk olarak Türkistan Hanlari, Kirim Hanlari, Hindistan, Sumatra'da Açe Sultanligi ve Habesistan'da Sultan Ahmed Gran'in Devleti ile Afrika'da Bornu Devleti gelmektedir. Ikinci grupta ise, iran'da Akkoyunlu ve Safeviler, Misir'da Memlüklar sayilabilir.

    Bazi Avrupa ülkelerinin yaninda Osmanlilarla da iliskisi olan bu devletlere Osmanlilar siyasî ve dinî iliskilerine göre personel, silah, barut ve demir gibi malzeme satarak veya hibe ederek atesli silahlar konusundaki imtiyazli konumlarindan istifade ile Asya, Afrika ve Orta Dogu'daki etkinliklerini artirma politikasi takip etmislerdir. Hariç ülkelere yapilan bu yardimlarin yaninda kendi ülkesi içinde uçlarda bulunan beylerbeylerine de gerektiginde savas malzemesi veya toptüfek yapicisi ustalar yine Istanbul'dan gönderilmekteydi.

    Osmanlilarin verdigi atesli silahlarin, özellikle Orta Asya'da Türk Devletleri'nin iç savaslarinda Osmanlilarin destekledigi taraf açisindan çok önemli rol oynadigi,Habesistan ve Açe'de de Portekiz ve Hollanda gibi gayri müslim sömürgeci devletlerle savasan Islam devletlerinin muvaffakiyetinde ciddî ölçüde tesirli oldugu görülmüstür. Tabiatiyla bütün bu yardimlar hilafet merkezini elinde tutan Osmanlilarin, söz konusu devletler nezdindeki itibarini artirmis ve sayginlik kazandirmistir. Memlüklara silah yardimi yapilmasi da henüz bozulmamis olan iliskiler öncesinde onlari Hristiyan Portekizlilere karsi savaslarinda destekleme gayesi gütmekteydi.

  5. Alt 09-19-2008, 14:55 #295
    Sarax Mesajlar: 678
    Diger Milletlerin Durumu

    Islam dünyasinda atesli silahlarin kullaniminda özel bir yeri olan Memlüklar ile iranlilar, Avrupa devletlerinden silah almakta ve her ikisi de Osmanlilar gibi bu silahlarin yapimi için Avrupali usta, teknisyen ve mühendisler kullanmaktaydilar. Ancak, bu silahlari kendi milletlerinden teknisyen ve mühendislere de ögreterek gelistirmeyi saglamada Osmanlilar kadar basarili olamadiklarindan, mücadelelerde Osmanlilara karsi kaybettiler. Osmanli Devleti ise, atesli silahlarin ilk olarak gelistigi Orta Avrupa ve Balkanlara yakin olmanin ve hatta buralari oldukça erken zamanlarda fethetmenin ve diger yandan bölgedeki madenlere sahip olmanin avantajini çok iyi bir sekilde degerlendirmis ve neticesini almistir.

    1509'da Memlük Sultani Kansu Gavri, Portekizliler ile Kizildeniz'de savasmak için gerekli donanma malzemesini ve atesli silahi Osmanli Devleti'nden istemistir. Osmanli Devleti de, 1511 yilinda, 400 top, 40 kantar barut ve bir miktar bakirdan olusan bir yardim yaparak Memlüklari Hiristiyan Portekizlilere karsi desteklemistir. Bu yardimlar arasinda gemi yapim malzemesi yaninda asker ve arkebüzler de bulunmaktaydi. Diger taraftan Islam dünyasinda atesli silahlarin kullaniminda önemli bir yeri olan Memlüklar, Kansu Gavri devrinde bir reform tesebbüsünde bulunmuslarsa da Ridaniye'de, Osmanlilar karsisinda maglup olmaktan kurtulamamislardir.

    Osmanlilar, Habesistan'daki Müslüman lider Sultan Ahmed Gran'a 1527 ve 1542 yillarinda bölgedeki Hiristiyan lider ve onun destekçisi Portekizlilerle savasmak üzere birçok atesli silah ve top yardimi yapmistir. Sumatra'da Osmanli sultani adina hutbe okuyan Açe Sultani'na da, Hollandalilar ve Portekizlilerle savasmasi için gönderilen yardim gemileri Istanbul'dan yola çikmis, ancak Yemen isyani sebebiyle bu yardim yerine ulasamamistir. Bunun yerine Osmanlilar, bir grup top yapicisini Açe'ye göndermislerdir. Bu top ustalari, burada 200 kadar bronz top dökerek Mallaka'da Açe Sultani'nin Portekizlilerle savasinda muvaffakiyetini saglamislardir.

    Hindistan'da Osmanli topçularinin ayri bir yeri ve önemi vardi. Sultan Bahadur Sah'in emrinde çalisan Selman Bey'in yegeni Mustafa Bayram, Rumî Han ve kölesi Hoca Sefer Selman da Hüdavend Han ünvanlarini almislar ve bu bölgede oldukça büyük bir üne kavusmuslardir. Kanunî Sultan Süleyman (1520-1566) tarafindan Hind Sahi'nin istegi üzerine oraya giden Istanbullu Hüseyin Han'in dökmüs oldugu Maliki Maidan adli 42 ton agirligindaki bronz top 1685 yilina kadar kullanilmistir.

    Iran Safevileri ise Osmanli akinlarina karsi koyabilmek için 1548 yilinda Portekizlilerle bir antlasma yaparak onlardan atesli silahlar satin aldi. Daha önce de Akkoyunlu Hükümdari Uzun Hasan, Venediklilerden top ve atesli silah ile birlikte bunlari kullanacak kisileri kendi ordusuna dahil ettiyse de, 1473 yilinda Fatih ile yaptigi Tercan Savasi'ni, Osmanli silahlarinin üstünlügü sebebiyle kaybeIti. Yine 1514'teki Çaldiran Savasi'nda her iki tarafin güçleri esit olmasina ragmen, üstün silah gücü sayesinde Osmanli ordusu galip gelen taraf oldu. Bu neticelerden sonra 1528 yilinda Safevi Sultani Sah Tahmasib, ingiltere'den silah ve malzeme getirmeye baslarken, bir taraftan da Rumlu Tüfenkçiler denilen, tamami Osmanli Türkleri'nden olusan ve tüfenk kullanan bir grup kurdu.

    Osmanlilarin askerî yardim gönderdigi diger bir Müslüman devlet Afrika ülkesi olan Bornu Devleti'dir. En parlak dönemini May idris Elevma (1571-1603) döneminde yasayan ve gücünü Islam'in çevreye yayilmasi için kullanan bu devlet lideri, 1576 yilinda III. Murad'a bir elçi göndererek itaat bildirdi ve Osmanli Devleti'nden askerî ve teknik yardim istedi. Trablusgarb Beylerbeyligi vasitasiyla yapilan yardimda birçok tüfek ve tüfekçi gönderilmistir. Elevma, bu yardim sayesinde, çakmakli tüfeklerle donatilmis bir ordu kurmustur.

    Bastan beri verdigimiz örneklerde görüldügü gibi Osmanlilar, Istanbul'un fethini müteakip çok sayida atesli silahlarla mücehhez bir ordu kurarak dünya devletleri arasinda ciddi ve caydirici bir güç halini almaya baslamislardir. Bu gücü onlara saglayan faktörlerden birisi olan atesli silahlardaki üstünlükleri sayesinde batidaki ve dogudaki düsmanlarina karsi pek çok mücadelede muvaffak oldular. Onyedinci asrin ortalarina kadar hiçbir Islam ülkesi atesli silah teknolojisinde Osmanlilarin gücüne erisememisti. Avrupa devletlerinin ise Osmanlilari yakalamalari ancak bu asrin baslarinda gerçeklesebilmistir. Çagin savas teknolojisini çok iyi takip eden ve bunu en iyi sekilde kullanan Osmanlilar, bu teknolojinin Müslümanlarin dünyanin dört bir yaninda muvaffak olmalari adina kullanilmasinda elinden gelen yardimi esirgememistir. Bir taraftan kendisi Avrupali düsmanlari ile çarpisirken, bir taraftan da, Afrika'dan Sumatra'ya, oradan Asya'nin ve Hindistan'in ortalarina kadar hakimiyetleri disindaki çok büyük bir cografyaya atesli silah ve asker yardimi yaparak Müslüman devletleri gayri müslim düsmanlari karsisinda desteklemistir. Dünya'nin üçte birine fiilen hakim olan Osmanlilar diger üçte birinde de, kendilerine sevgi ile baglanan ülkeler sayesinde söz sahibi olmuslardir.

  6. Alt 09-19-2008, 14:55 #296
    Sarax Mesajlar: 678
    DURAKLAMA DÖNEMI VE SON BASARILAR

    III. Mehmet zamaninda Avusturya'ya karsi devam ettirilen savaslarda Egri, Kanije ve Haçova zaferleri elde edilmisse de I. Ahmet (1604-1617), Zitvatorok Antlasmasini imzalayarak (1606), Osmanlinin, Avrupa'daki üstünlügünün sona erdigini bir anlamda kabul ediyordu. Her ne kadar ele geçen topraklar bu anlasmayla Osmanlida kaliyorsa da, artik iki devletin "esit" sayildigi hükme baglanmisti. XVI.yüzyil baslarindan itibaren Avusturya ve Iran'la girilen uzun savaslar, ehliyetsiz idareciler, liyakatin yerini iltimas ve rüsvetin almasi, buna bagli olarak devletin askerî ve iktisadî düzeninin temelini olusturan timar sisteminin bozulmaya baslamasi, devletin güç ve otoritesini, halkin huzur ve asayisini güvenligini sarsmistir. XVII. yüzyila girilirken bu olumsuz sartlar, anarsinin artmasina sebep olmustur. Merkez ve tasra teskilâtinda görülen bozulmalar, pek çok isyanin çikmasini ve dolayisiyla devlet nizaminin sarsilmasini beraberinde getirmistir. Bu isyanlari üç grupta toplamak mümkündür; Tasrada çikan Celalî Isyanlari, Eyalet isyanlari ve Istanbul merkezli kapikulu isyanlari. Celalî isyanlarinin en önemli sebepleri, yukarida da belirttigimiz gibi, devletin uzayan savaslara bagli olarak azalan gelirlerini karsilayabilmek için vergileri artirmasi, timar sistemindeki bozulmalar ve köylünün artan vergilere karsi huzursuzluklari idi. Halkin devlete olan güveninin sarsilmasi, isyancilarin gücünü daha da artiriyordu. Kalenderoglu, Karayazici, Deli Hasan gibi Celâlîlerin isyanlarina, medrese ögrencisi suhteler ve basibos leventlerin isyanlari da eklenince, devlet isyanlari bastirmada oldukça zorlandi. Bu isyanlar yüzünden özellikle Anadolu'da dirlik ve düzenlik kalmadigi gibi, iktisadî durum da oldukça bozulmustur. Yine bu otorite boslugu nedeniyle Erzurum ve Sivas gibi yerlerin valileri ile Yemen, Bagdat, Eflâk, Bogdan gibi bagli eyaletlerin yerli yöneticileri de isyan etmislerdi.

    Istanbul'daki yeniçerilerin ulûfelerini zamaninda alamamalarini bahane ederek çikardiklari isyanlar dogrudan sarayi hedef almistir. Fesat yuvasi hâline gelen Yeniçeri Ocagi'ni düzenlemek isteyen II. Osman (1618-1622) yeniçerilerin hismina ugramis, isyancilar sarayi basmistir. Yeniçeriler, Genç Osman'i tahttan indirerek yerine, III. Mehmet'in kardesi I.Mustafa'yi getirmisler ve bununla da kalmayarak, Genç Osman'i Yedikule Zindanlarinda katletmislerdir. Bu olay yeniçerilerin bir padisahi tahttan düsürüp, katletmelerinin ilk örnegi olmasi açisindan dikkat çekicidir.

    Yeniçerilerin basa geçirdigi I.Mustafa'nin bir yil sonra ölmesiyle, Osmanli tahtina IV. Murat geçer (1623-1640), genç padisah, hâkimiyetinin ilk on yilinda devlet idaresindeki inisiyatifi valide Kösem Sultan'a birakmis ve güçlenene kadar fesat çikaranlara karsi tedbirli davranmistir. Ancak saraydaki huzursuzluk ve Anadolu'da yeniden patlak veren isyanlarin tehlikeli boyutlara ulasmasi üzerine 1632'de duruma müdahale eden IV. Murat, kisa zamanda otoriteyi tesis etmistir. Sert tedbirlerle nifak çikaranlari, seyhülislâm ve kardesleri de dahil, öldürtmekten çekinmemis, bosalan devlet hazinesini yeniden çeki düzene koymustur. Toparlanan Osmanli Devleti, Bagdat'i ele geçiren Iran'a savas açti. IV. Murat, ünlü seferiyle Bagdat'i geri aldi (1638). Iran ile yapilan Kasr-i Sirin Antlasmasiyla (1639), bugünkü sinirlara yakin olan Türk-Iran siniri yeniden çizildi.

    1640'ta, IV. Murat'in ölmesi üzerine yerine kardesi I. Ibrahim geçti(1640-1648).

    Fakat onun sekiz yillik saltanatinda devlet her açidan kötülemeye baslamisti. Sonunda 1648 yilinda o da öldürüldü ve çocuk yastaki IV. Mehmet Osmanli tahtina çikarildi (1648-1687). Harem ve Yeniçeri Ocagi devlet islerine istedikleri gibi müdahale eder olmuslardi. Bu kötü gidis 1656'da Köprülü Mehmed Pasa'nin sadrazamlik vazifesine getirilmesine kadar devam etti.Köprülü Mehmet Pasa ve onun ailesinden olan diger sadrazamlar XVIII. yüzyil baslarina kadar Osmanli Devleti'nin idaresinde belirleyici bir rol oynamislardir. Köprülüler Devri olarak bilinen bu dönemde geçici de olsa bir istikrar saglanmis ve Osmanlilar son fetihlerini bu devirde gerçeklestirebilmislerdir. Köprülü Mehmet Pasa, içerde sükûneti sagladigi gibi, Venediklilerin eline geçmis olan Bozcaada ve Limni'yi geri alip, Çanakkale Bogazi'ni ablukadan kurtardi. Köprülü Mehmet Pasa öldügünde, padisah yine genis yetkilerle oglu Köprülü Fazil Ahmet Pasa'yi sadarete getirdi(1661). Erdel islerine karisan Avusturya'ya karsi baslatilan savasta Fazil Ahmet Pasa, Uyvar'i fethetti. Avusturya yapilan anlasmayla, Erdel ile Uyvar ve Neograt kalelerinin Osmanli hâkimiyetinde oldugunu kabul etti. Uzun süredir kusatilan, Venedik'in elindeki Girit, Kandiye Kalesi'nin düsmesiyle Osmanli hâkimiyetine girdi(1669). Lehistan'a yapilan sefer sonucunda Podolya da Osmanli topraklarina katildi (1676).

    Büyük basarilara imza atan Fazil Ahmet Pasa'nin genç yasta ölmesi üzerine, IV. Mehmet, Köprülü'nün damadi Kara Mustafa Pasa'yi sadrazamliga getirdi(1676).

    Kara Mustafa Pasa, Çehrin'i ele geçirdi (1678). Bu zaferden sonra, Ruslar, Dinyeper nehrinin saginda kalan topraklari Osmanlilara birakmak zorunda kaldiklari ilk anlasmayi Türklerle yapmistir (1681). Zaferlerin devami getirerek Osmanli'yi yeniden Avrupa'daki en genis sinirlara ulastirmak isteyen Kara Mustafa Pasa, Orta Macaristan'da, Katolik Avusturya'ya karsi isyan eden Protestan Macarlari himayesine aldi. Imre Tököli Osmanlilar tarafindan Orta Macaristan krali olarak tanindi. Mustafa Pasa, büyük bir orduyla Viyana'ya sefer düzenledi. Kanuni'nin ele geçiremedigi Avusturya'nin merkezi Viyana'ya karsi baslatilan bu ikinci sefer boyunca Osmanlilar hiçbir direnmeyle karsilasmadilar. 1683'te kusatma basladiginda, Avusturya imparatoru çoktan sehri terketmisti. Ancak kusatmanin uzun sürmesi, Lehistan ve Alman askerlerinin, sehrin imdadina yetismesiyle neticelendi. Iki ates arasinda sikisan Kara Mustafa Pasa, büyük bir bozguna ugradi. (12 Eylül 1683). Osmanlilar Belgrat'a kadar geri çekilmek zorunda kaldi. Viyana bozgunu, sadrazamin Belgrat'ta hayatina mal olmustu. Osmanli devletine karsi Avusturya, Lehistan, Malta, Venedik ve son olarak Ruslarin katildigi(1696) büyük bir ittifak olusturuldu. Osmanlilar dört cephede bu ittifaka karsi mücadele verdigi sirada, içte de huzursuzluk artmaktaydi. IV. Mehmet tahttan indirilmesiyle yerine II. Süleyman (1687-1691) , II.Ahmet (1691-1695) devirlerinde huzursuzluk devam etti. Bu dönemde yine bir Köprülüzade olan Fazil Mustafa Pasa, ordu ve maliyeyi düzene koymaya yönelik basarili icraatlerde bulunmus ise de ayni aileden Hüseyin ve Nu'man Pasalar, sadaret makaminda basari saglayamamislardi.

    II. Mustafa (1695-1703), Viyana bozgunu ve ardindan gelen toprak kayiplarini önlemek amaciyla üç kez Avusturya'ya sefer düzenledi, ilk iki seferde kismen basari saglandiysa da son seferde Osmanli ordusu Zenta denilen yerde bozguna ugradi. Bunun üzerine Ingiltere'nin araya girmesiyle Osmanlilar, ittifak güçleriyle Karlofça Antlasmasi'ni imzalamak zorunda kaldi (26 Ocak 1699). 25 yil için geçerli olacak bu anlasma sonunda, Avusturya'ya Macaristan'in büyük bir bölümü ve Erdel, Venediklilere Dalmaçya kiyilari ve Mora, Lehistan'a ise Podolya ve Ukrayna birakiliyordu. Rusya ile yapilan üç yillik ayri bir anlasma ile de Azak Kalesi Ruslara terk ediliyor ve onlarin Istanbul'da daimî bir elçi bulundurmalari kabul ediliyordu. Karlofça Antlasmasi, Osmanlilarin toprak kaybiyla neticelenen simdiye kadar imzaladiklari en agir anlasma idi.

    I.Edirne Vakasi adi verilen bir ayaklanma ile Osmanli tahtina III. Ahmet geçirildi (1703-1730). Rusya bu dönemde hem Dogu Avrupa hem de Karadeniz istikametinde topraklarini genisletme gayesini gütmekteydi. Poltova yenilgisinden sonra Osmanlilara siginan Isveç Krali XII. Sarl, iki ülke arasinda yeniden bir savasin baslamasi için bir vesile oldu. Bu savas ile Osmanlilar, Karlofça'da kaybettikleri topraklari tekrar kazanma firsatini bulacakti. Nitekim Prut'ta sikistirilan Ruslar (1711), anlasma yaparak, Azak'i terk etmek zorunda kaldilar. Karadag'da isyan çikartan Venedik'e karsi açilan savaslarda ise isgal altindaki Mora kurtarildi. (1715). Bu basarilar üzerine, siranin kendisine geldigini düsünerek harekete geçen Avusturya, Osmanlilari yenilgiye ugrattilar.

    Temesvar ve Belgrat düstü. Osmanlilar Pasarofça Antlasmasini imzalayarak (1718), Temesvar ve Belgrad ile birlikte Küçük Eflâk ve Kuzey Sirbistan'i Avusturya'ya birakti. Dalmaçya kiyilarindaki bazi kalelerin Venedik'e terki mukabilinde Mora muhafaza edildi. Osmanlilardin Balkanlar ve Orta Avrupa seferleri için staratejik bir mevkiide olan Belgrat'in düsmesi, agir sonuçlar dogurmustur. Avusturya, Belgrat'tan Balkan içlerine sarkmakta daha basarili olacaktir.

  7. Alt 09-19-2008, 14:55 #297
    Sarax Mesajlar: 678
    IV. MURÂD HAN

    ve Dönemi





    Osmanlý pâdiþâhlarýnýn on yedincisi veÝslâm halîfelerinin seksen ikincisi. Babasý Birinci Ahmed Han, annesi Mâhpeyker (Kösem) Sultandýr. 27 Temmuz 1612’de Ýstanbul’da doðdu. Tam bir Ýslâm terbiyesi ve ahlâký ile yetiþtirildi. Enderun mektebindeki hocalarýndan husûsî dersler aldý. Genç Osman’ýn baþýna gelen acý felâket ve yerine geçen amcasý Mustafa Hanýn kýsa bir süre sonra tahttan indirilmesi üzerine henüz on bir yaþýnda iken 10 Eylül 1623’te Osmanlý tahtýna çýktý. Eyyûb Sultan hazretlerinin türbesinde hocasý Azîz Mahmûd Hüdâyî’nin elinden kýlýç kuþandý. Yaþý küçük olduðu için, devleti bilfiil idâre edemeyeceði görüþü hâkim olarak annesi Mâhpeyker Kösem Sultan, saltanat nâibesi tâyin edildi.

    Tahta geçtiðinde, iç ve dýþ iþlerdeki karýþýklýklar devam ediyordu. Ýdârî iþler karýþýk olduðundan, Yeniçeri ve Sipâhi askerleri zorbalýða baþ vuruyorlardý. Vasî durumunda olan annesi Mâhpeyker Kösem Sultanýn yardýmý ile iþ baþýna kýymetli devlet adamlarý ve kumandanlar getirerek, ortalýðý düzeltti. Ýran Þâhý Birinci Abbâs (1588-1629), Osmanlý hudûdunu geçip, Baðdat’ý iþgâl ederek, otuz bin Ehl-i sünnet Müslümâný kadýn, çoluk çocuk demeden kýlýçtan geçirdi. Rus Kazaklarý ise kayýklarla Karadeniz sâhilindeki bâzý köyleri yaktýlar. 1625’te sadrâzamlýða getirilen Hâfýz Ahmed Paþa, Kazak korsanlarýna ve Safevîlere karþý harekete geçti. 1625’te Köstence’de Kazaklarýn iki yüz elli kayýðý batýrýlarak, dört bin kadarý öldürüldü. Þah Abbâs’ýn Baðdat’taki zulmünün önüne geçmek için 1625’te ordu sevk edildi. 11 Kasým 1625’te Baðdat yakýnlarýndaki Azamiyye kurtarýlarak, Baðdat kuþatýldý. Ancak yeniçerilerin isyânýyla Baðdat kuþatmasýný kaldýran Sadrâzam Hâfýz Paþa, Irak’ýn kuzey ve güneyini iþgalden kurtardý.

    1 Aralýk 1626’da Sadrâzamlýða getirilen Kayserili Halil Paþa, tekrar baþlayan Safevî saldýrýlarýnýn önüne geçmek ve Abaza Mehmed Paþanýn isyanlarýný bastýrmak için 4 Aralýk 1626’da sefere çýktý. Serdar Halil Paþanýn muvaffakiyetsizliði üzerine 6 Nisan 1628’de Sadrâzamlýða Hüsrev Paþa getirildi. 22 Eylül 1628’de Abaza Mehmed Paþayý yola getiren yeni sadrâzam Safevîlere karþý 5 Mayýs 1630’da Mihribân’da, 14 Temmuz 1630’da Cemhâl’da zafer kazandý. Ýranlýlar maðlup olunca, Anadolu’da asâyiþ temin edildi.

    Dördüncü Murâd Hanýn yaþýnýn küçüklüðünden istifâde eden yeniçeriler, Ýstanbul’da zorbalýklarýný ve ahâliye kötü muâmeleyi artýrdýlar. Sadrâzam Hüsrev Paþanýn azlini bahâne eden yeniçeriler ve sipâhiler ayaklanarak saraya yürüdüler. Yeni sadrâzam Müezzinzâde Hâfýz Ahmed Paþayý öldürdüler (1632). Bundan sonra zorbalarýn zoru ile sadrazâm olan Receb Paþa döneminde Ýstanbul’da karýþýklýklar günlerce sürdü. En küçük bir olayda Receb Paþanýn tahrîkiyle harekete geçen zorbalar yeni kelleler istiyorlardý. Diðer taraftan tahta geçtiði günden îtibâren bütün hâdiseleri dikkatle tâkip ederek, eþkiyanýn elebaþýlarýný tesbit eden Sultan Murâd Han, 8 Haziran 1632’de devlet idâresini bizzât eline aldý. Ýsyancýlarýn elebaþýsý olan Topal Receb Paþayý öldürttü. Yeniçeri ve sipâhî ocaklarýný sindirerek, zorbalýklarýn önüne geçti. Kahvehâneleri ve meyhâneleri kapatarak tütünü ve alkollü içkileri yasakladý. Emri dinlemeyenlere þiddetli cezâlar verileceðini îlân edip, sýký kontroller yaptý ve yaptýrdý.

    Lehistan Kazaklarýnýn Karadeniz’de Osmanlý sâhillerine ve Rumeli’de Tuna yalýlarýna yaptýklarý saldýrýnýn önüne geçmek için 1633 Nisanýnda Lehistan Seferine çýktý. Osmanlý ordusu Edirne’ye geldiðinde, Lehistan hükûmeti sulh istedi. 1634’te imzâlanan Osmanlý-Lehistan Antlaþmasýna göre; Kazak akýnlarýna son verilmesi, Leh krallarýnýn Kýrým hanlarýna ve Osmanlý sultanýna vergi vermesi, esirlerin karþýlýklý deðiþtirilmesi kabul edildi.

    Sultan Dördüncü Murâd Han, Safevî saldýrýlarýnýn önüne geçmek için ordunun baþýnda sefere karar verip, hazýrlýklarý tamamladý. 18 Mart 1635’te Revan Seferine çýkan Dördüncü Murâd Han, önceden tesbit ettirdiði zorbalardan yolu üzerindekileri cezâlandýrdý. 27 Temmuz 1635’te Revan önlerine ulaþtý. Sefer boyunca ordunun baþýnda bulunup, askerlerle alâkadar olan, kuvvet, heybet ve dehþetinden ürkülen Sultan Murâd Hana ordu içinde büyük bir emniyet ve hürmet hissi uyandý. 28 Temmuz 1635 gecesi baþlatýlan Revan kuþatmasýnda bütün muhârebe plânlarý tatbik edildi. Sultan Murâd Hanýn kuþatmanýn ilk gecesi yaralanan askerleri ateþ hattýndan geriye çektirerek hastahâne çadýrlarýnda, cerrahlar tarafýndan tedâvi ettirip, ilâçlarýnýn verilmesini emretmesi ve top atýþlarýnda bulunmasý askerleri coþturdu. Revan kalesini düþürmek için yapýlacak umûmî taarruz öncesinde Safevîler vire ile teslim olmak istediklerini bildirdiler. 8 Aðustos 1635’te Revan kale muhâfýzý Emirgûneoðlu Tahmasp Kulu Han, Sultan Murâd Hana kaleyi teslim etti. Revan Kalesi tâmir edilip, içine on iki bin asker ve yeteri kadar cephâne konularak muhâfýzlýðýna Vezir Murtaza Paþa býrakýldý. 11 Eylül 1635’te Tebriz þehri tekrar zaptedildi. Safevî ordusu, Osmanlýlarla meydan muhârebesine cesâret edemediðinden karþýlaþýlmadý. Aras Nehri taraflarýndaki Zeynelli aþîretinden bin kadar nüfûsun, Pasin-Erzurum, Tercan-Erzincan taraflarýndaki boþ arâzilere iskân edilmesi emrolundu. Van ve Diyarbakýr’da kalan Sultan Murâd Han, Revan Seferine çýkýþýndan on ay sonra 27 Aralýk 1635’te Ýstanbul’a döndü. Osmanlý ordusunun doðudan ayrýlmasýyla; Safevîler, hududa tecâvüz ederek 1 Nisan 1636’da Revan’ý iþgâl ettiler. 2 Þubat 1637’de sadrâzamlýða getirdiði Bayram Paþayý Doðu Seferi serdarlýðýna tâyin eden Sultan Murâd Hanýn kendisi de hazýrlýklara baþladý ve 8 Mayýs 1637’de Baðdat Seferine çýktý. 16 Kasým 1638’de kuþatmanýn baþladýðý sýrada Pâdiþâhtan, daha önce ele geçirilmiþ bulunan Ýmâm-ý A’zam türbesini ziyâret etmesi istendi. Ancak Sultan; "Baðdat, sapýklarýn pis ayaklarýyla kirlenirken, gidip o yüce Ýmâmý ziyâretten hayâ ederim." cevâbýný verdi. Derhâl tertibât alarak muhâsaraya baþladý. Þehirde Bektaþ Han Türkmen’in kumandasýnda 40.000 kiþilik bir Safevî garnizonu bulunuyordu. Þâh Sâfî ise, atlý kuvvetleriyle Kasr-ý Þîrîn’de olup Osmanlý muhâsarasýný gün gün tâkip etmesine raðmen müdâhaleye cesâret edemiyordu. Sultan Murâd Han, 12.000 sipâhiyi Ýran içlerine sokup Þehriban bölgesini çiðnettiði hâlde, Þâhý savaþ meydanýna çekemedi. Þâh, Baðdat’taki büyük kuvvetlerine güveniyor, Pâdiþâhýn muhâsaradan býkýnca çekilip gideceðini zannediyordu.

    Pâdiþâhýn ve seksen altý yaþýndaki þeyhülislâm Yahyâ Efendinin de ön safta olduðu bu kuþatmada dehþetli vuruþmalar oldu. Muhâsaranýn otuz yedinci gününde ön saflarda yalýn kýlýç kahramanca çarpýþarak askeri coþturan Sadrâzam Tayyar Mehmed Paþa, birkaç kuleyi ele geçirdiði sýrada alnýndan vurularak þehit oldu. Yerine sadârete getirilen Kemankeþ Mustafa Paþa, selefi gibi gayret edip birkaç kuleyi daha ele geçirdi. Bu muvaffakiyetler üzerine muhâsaranýn otuz dokuzuncu günü umûmî taarruza karar verildi. Sabah erkenden baþlayan þiddetli hücum karþýsýnda kale teslim oldu.

    Böylece on dört sene on bir ay önce bir ihânet sebebiyle Safevîlerin eline düþen Baðdat artýk kesin olarak Osmanlý idâresine geçti.

    Sultan Dördüncü Murâd Han, ilk iþ olarak Ýmâm-ý A’zam ve Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin kabr-i þerîflerini ziyâret etti. Bu büyük zâtlarýn türbeleri, sapýk düþünceli Safevîler tarafýndan tahrip edilmiþ ve eþyâlarý yaðmalanmýþtý. Pâdiþâh emir verip bütün kabirlerin ve eserlerin tâmirini bildirdi. Þeyhülislâm Yahyâ Efendiyi de, bu iþlere nezâret etmekle vazîfelendirdi. Bu zaferden sonra Baðdat fâtihi diye anýlan Dördüncü Murâd Han ordu ile Sadrâzam Mustafa Paþayý Baðdat’ta býrakarak Ýstanbul’a döndü. Sadrâzam Kemankeþ Mustafa Paþa, büyük bir kuvvetle Ýran içlerine doðru harekete geçtiði sýrada Þâhýn barýþ isteði ile gönderdiði elçiler geldi. Sadrâzam Kemankeþ Mustafa Paþayla Ýran murahhaslarý Saru Han ve Muhammed Kuli Han arasýnda yapýlan görüþmeler sonrasýnda, aþaðý yukarý bugünkü Türk-Ýran sýnýrýnýn tesbit edildiði Kasr-ý Þîrîn Antlaþmasý imzâlandý (17 Mayýs 1639). Bu antlaþmaya göre; Baðdat, Basra ve Þehr-i zûr havâlisinden mürekkep Irak-ý Arap Osmanlýlarda, Erivan Safevîlerde kaldý. Ayrýca Safevîlerin gerek Irak, gerekse Kars, Ahýska ve Van taraflarýna saldýrmayacaklarý, Eshâb-ý kirâmý kötülemeyecekleri de antlaþma þartlarý içinde yer almýþtý. Sultan Murâd Han, doðuda Ýran’la meþgulken, batýdaki hâdiselerden de günü gününe haber alýyordu. Bilhassa Venediklilerin hudut tecâvüzlerine karþý bu Cumhûriyetle bütün ticârî münâsebetlerin kesilmesini ve hemen savaþ açýlmasýný emretti. Ancak bu sýrada damla hastalýðýndan muzdarip bulunan Sultanýn durumu aðýrlaþtý. Bunun üzerine Dîvân, emri çeþitli bahânelerle on üç gün geciktirdi. Bu arada Venedik elçisi gelip, dîvânýn bütün þartlarýný kabûl etti ve savaþ durduruldu.Nitekim çok geçmeden pâdiþahýn hastalýðý daha da artarak 8/9 Þubat 1640 günü, güneþ battýktan sonra Ýmâm Yûsuf Efendi Yâsîn-i þerîf okurken vefât etti. Sultanahmed Câmii avlusunda Þeyhülislâm Yâhya Efendinin imâmlýðýnda müezzinlerin "Er kiþi niyyetine!" nidâlarý ve Müslümanlarýn gözyaþlarý arasýnda kýlýnan cenâze namazýndan sonra babasý Birinci Ahmed Hanýn türbesine defnedildi.

    Dördüncü Murâd Han Arapça ve batý dillerine hâkim olup her türlü memleket meselesine vâkýftý. Ýlmi ve ilim adamlarýný çok sever, fýrsat buldukça ilim meclislerine gider, onlarý teþvik ederdi. Evliyâ Çelebi ve Kâtib Çelebi gibi âlimler, teþvik ettiði kimseler arasýnda idi. Kur’ân-ý kerîm okumayý ve ibâdetlerini hiç ihmâl etmezdi. Dedesi Yavuz Sultan Selim Han gibi o da Hýrka-i saâdet dâiresinde Kur’ân-ý kerîm okurdu.

    Ömrünü devlete hizmet ve Allahü teâlânýn emir ve yasaklarýna itâatle geçiren bu Türk Hakâný, Ehl-i sünnet düþmaný Acemlerin pekçok iftirâlarýna mârûz kaldý. Bunlar kendilerinde bulunan zilletleri bu büyük pâdiþâha da bulaþtýrmaya kalkýþtýlar. Ýnsanlara zulüm ettiðini ve içki içtiðini söylediler. Halbuki devrin kaynaklarýnda Murâd Hanýn içki içtiðine dâir en küçük bir bilgi yoktur.

    Birçok târihçinin Kânûnî sonrasý en büyük Osmanlý pâdiþâhý olarak kabûl ettikleri Dördüncü Murâd Han, hep dedesi Yavuz Sultan Selim Hana benzemeye çalýþýrdý. Gerçekten de birçok vasýflarý onunla uyuþurdu. Fakat Yavuz’un sâhip olduðu kýymetli devlet adamlarýna ve tecrübeye mâlik deðildi. Tahta geçtiðinde hazine bomboþtu. Vefâtýnda ise, on beþ milyon altýn olup, gümüþ paranýn haddi hesâbý belli deðildi. Avrupa baþtan baþa istihbârat aðý ile örülmüþtü. Avrupalýlarýn en gizli sýrlarý, Osmanlý Sarayýna gününde ulaþýyor ve ona göre vaziyet alýnýyordu. Tahta çýktýðýnda neye yaradýðý belli olmayan yüz bin yeniçeri varken, vefâtýnda itâat altýna alýnmýþ otuz beþ bin yeniçeri bulunuyordu. Dördüncü Murâd Han, bozulmuþ devlet nizâmýný yoluna koymak için mülâzimlikleri kaldýrdý. Timar sistemini yeniden düzene koydu. Ýsrâfýn önüne geçmek için kânunlar çýkarttý. Sipâhilerden zorbalýkla ele geçirdikleri evkâf idâresini ve diðer hükûmet hizmetlerini aldý. Sipâhileri intizam ve itâat altýna alarak, bunlarýn ve bir takým bozguncularýn toplandýðý yerler olan kahvehâneleri kapatarak âsâyiþi temin etti. Yeniçerilik tahsisâtýnýn þuna buna yemlik olmasý sûistimâlini kaldýrarak, yeniçeriliði ýslhah etti. Vefâtýnda içte ve dýþta huzurlu ve îtibârlý bir devlet býraktý.

    Sultan Murâd Hanýn cesâreti, her türlü zorluða tahammülü, keskin zekâsý, hünerleri, askerî dehâsý, atýcýlýk, binicilik, silâhþörlükteki baþarýsý, askerleri ve tebeasý tarafýndan çok takdir ediliyordu. Ýki yüz okkalýk gürzleri kolayca kaldýrýr, hýzla giden iki atýn birinden diðerine atlar, attýðý ok, tüfek mermisinden uzaða düþerdi. Devrinin bütün silâhlarýný en iyi þekilde kullanýrdý.

    En küçük suçlarý bile memleketin selâmeti için cezâlandýrmaktan çekinmeyen SultanDördüncü Murâd Hanýn merhameti de çoktu. Savaþ esnâsýnda otaðýnýn yanýna kurdurduðu seyyar hastahânelerdeki yaralý ve hastalarý ziyâret eder, onlarla yakýndan ilgilenirdi.Memleketin her tarafýndaki imârethânelerin vakýf þartlarýna uygun þekilde çalýþmasý, fakir ve yetimlerin aç ve açýkta kalmamasý için gayret gösterirdi.

    Din ve devlet menfaatine iþ yapaný hemen mükâfatlandýran Sultan Murâd Han, pekçok hayýrlý iþin yanýnda, Topkapý Sarayýnda Revan ve Baðdat köþkü gibi nâdide eserler, köprüler, kervansaraylar, hanlar ve benzeri hayýr eserleri de inþâ ettirdi.

    Boðazda yaptýrdýðý sarayda, oðlu Muhammed’in doðumunda yedi gece kandiller astýrýp þenlikler yapýldýðýndan, buraya Kandilli denildi. Kavaklar’daki kaleleri yaptýrdýðý gibi, pekçok þehrin de surlarýný tâmir ettirdi. Baðdat’ý feth edince, Ýmâm-ý A’zam ve Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin türbelerinin tâmirini yaptýrdý. Kâbe-i muazzamayý su basmasý üzerine; Ankaralý Mehmed ile Rýdvan Aðayý Kâbe-i muazzamayý tâmirle vazîfelendirdi.

    Sultan Dördüncü Murâd Han devrinde kazanýlan zaferlerin yanýnda pekçok âlim, þâir, târihçi ve sanatkâr yetiþerek kýymetli eserler meydana getirmiþlerdir. Bunlardan bibliyografya, târih, coðrafya sâhasýnda Kâtip Çelebi ve Vekâyi-nâme sâhibi Topçular kâtibi Abdülkâdir, Ravdat-ül-Ebrâr ve Zafernâme sâhibi Karaçelebizâde Abdülazîz, Târih-i Gýlmânî sâhibi MehmedHalîfe, teþkilât ve idâre sahasýnda Koçi Bey vardýr. Yine Erzurumlu Ömer, Nef’i, Azmizâde Mustafa Hâleti, Nâibî, Yahya, Bahâî, Cevrî ve Fehim-i Kadîm, devrinde önde gelen þâirlerdir. Yine süslü nesrin on yedinci yüzyýldaki temsilcilerinden Nergîsî de Dördüncü Murâd devrinin meþhûrlarýndandýr.Bundan baþka þâir olan bu pâdiþâhýn devrinde halk edebiyâtý sarayca desteklenmiþ, zaferlerine destanlar, ölümüne halk þâirlerince þiirler yazýlmýþtýr. Bu þâirlerden bâzýlarý saraya intisap etmiþlerdir. Bunlarýn belli baþlýlarý Kuloðlu, Kâtibî, Kayýkçý Kul Mustafa gibi halk þâirleridir.Yine devrin tekke edebiyatýndaki büyük temsilcisi Aziz Mahmûd Hüdâyî de, bu devrin sahasýnda önde gelen þâirlerindendir.

  8. Alt 09-19-2008, 14:56 #298
    Sarax Mesajlar: 678
    GENÇ OSMAN'IN YAPMAK ISTEDIKLERI...

    Ikinci Osman, Sultan Birinci Ahmed'in büyük ogludur. 3 Kasim 1604 Çarsamba günü Istanbul'da dogmus ve Osmanogullari'nin on altincisi olarak on dört yasinda taht'da çikmis, böyle küçük yasta cülûsu dolayisiyle «Genç Osmani» diye anilagelmistir.

    Ikinci Osman'in annesi Mâhfirûze Sultan'dir. Birinci Ahmed'in ogullarindan Murad (Dördüncü Murad) iIe, Ibrahim (yanlis olarak «deli» diye anilan) ise, Mâhpeyker Kösem Sultan'dan dogmuslardir. Birinci Ahmed'ln ölümü üzerine büyük oglu ikinci Osman'in taht'da çikmasi gerekirken, âni bir degisiklikle, Osman Gazi'den beri devam edegelen verâset kanunu bir tarafa itilivermis ve babadan ogula intikal eden saltanat, bu ânda «Ekberiyyet» kaidesine baglanarak, Ikinci Osman'in yerine, taht'da amcasi Birinci Mustafa çikivermis veya daha dogru bir tâbirle. çikartilivermistirl..

    Bu is, Kösem Sultan'in mel'anetidir!.. Kendi çocuklarina taht yolunu açabilmek için, muvazenesi bozuk olan ve ser'an Hilâfetî caiz olmayan Birinci Mustafa'nin taht'da çikarmasini Kösem Suttan temin etmis ve bu müvazenesi bozuk pâdisah, nasil olsa ilerde hal' edileceginden. zaman kazanip oglu Murad'i taht'da çikarmak gayesiyle Ocak Agalarini ve bâzi devlet erkânini elde ederek verâset usulünû el çabukluguyla degistirmis, böylece Ikinci Osman'i saltanattan mahrum etmek, istemisse de, muvaffak olamamistir!.. Gerçi, Birinci Ahmed'den sonra Birinci Mustafa pâdisah olmustur ama, saltanati ancak doksan alti gün sürmüs ve muvazenesizligi dolayisiyle hal' edilen bu on besinci Osmanli pâdisah yerine, 26 subat 1618 Pazartesi gûnü Genç Osman taht'da çikmistir. Buna ragmen. Kösem Sultan mel'anetin de devam etmis ve «Hâile-i Osmaniyye» ile Genç Osman'i alasagi etmesini bilmlstir!..

    Osmanli pâdisahlari içinde zekâsi, kuvvetli tahsil ve terbiyesi yanisira, fizik güç ve irâde saglamligiyle de temayüz eden Genç Osman, yasindan umulmayacak derecede büyük ve mühim islere tesebbüs edip, âni bir hamle ile bunlari tatbike koyulmustur !.. Sayalim, bu büyük ve mühim islerden bazilarini:



    1. Tereddi ve tefessüh edip kozmopolit bir cemiyet haline gelen Yeniçeri ve Sipahi Ocaklarini tamamiyle ilga ve imha ederek, onlarin yerine, Anadolu. Suriye ve Misir Türkleriyle Türkmenlerinden milli bir ordu kurmak.

    2. Payitahti Istanbul'dan Anadolu'ya nakledip, kozmopolit bir muhitten millî bir muhite geçmek.

    3. Ilmiyye sinifinin siyasî ve malî kudret ve nüfuzunu kirarak, bozulmaya baslayan bu zümreyi islah etmek

    4. Kozmopolit saray an'anelerini degistirerek «Harem-i Hümâyûn»u tasfiye etmek ve hânedanin Türk ailelerinden nikahla kiz almasina yol açmak.

    5. Fâtih ve Kanunî'nin eskiyen mevzuati yerine yeni kanunlar tedvin etmek.



    Ikinci Osman, yapmak istedigi bu reformlar dolayisiyle karsilastigi muhalefet üzerine su beyti söylemistir:

    Niyyetûm hidmet idi saltanat-u devtetime

    Çalisur hâsid ü bedbâh, aceb nekbetime.

    (Niyyetim, saltanat ve devletime hizmet etmekti amma, ne istir ki, kiskanç ve kötû dilekliler hep felâketime çalisir.)

  9. Alt 09-19-2008, 14:56 #299
    Sarax Mesajlar: 678
    LÂLE DEVRI

    Pasarofça Antlasmasi neticesinde ortaya çikan barisi iyi kullanmak isteyen Osmanlilar, artik Avrupa karsisinda savunma durumunda kalacagini anladigindan, Balkanlardaki sinir kalelerini tahkim etme, bölge halkini yaninda tutmak için vergileri azaltma siyaseti uygulamaya agirlik vermekteydi. Damat Ibrahim Pasa, Osmanlilara üstünlük kurmus olan Avrupa'yi her yönüyle tanimak için Avrupa baskentlerine elçiler göndertti. 1718-1730 yillari arasindaki bu dönem, sanatta lâle motifinin islenmesi sebebiyle "Lâle Devri" adiyla anilmaktadir. Bu dönemde matbaa açilmasi, çini ve kumas fabrikasi kurulmasi gibi bazi müspet yenilikler yapilmissa da, III. Ahmet ve saray çevresinin sasali eglenceleri ve harcamalari huzursuzlugu artirmaktaydi. Damat Ibrahim Pasa'nin, Iran'a karsi baslatilan savasta (1722) kesin netice alamamasi ve uzayan savas esnasinda Tebriz'in sadrazamin gizli emriyle Iran'a terk edildigi haberi, muhalefetin harekete geçmesine yetti.

    Patrona Halil Ayaklanmasi'nin patlak vermesiyle bu dönem sona eriyordu. Damat Ibrahim Pasa ve yakinlariyla Sultan III. Ahmet asiler tarafindan katledildiler (1730)Bu olayin ardindan III. Ahmet'in yegeni I.Mustafa hükümdarliga getirildi. (1730-1754). Kafkaslardaki sinir olaylarini bahane eden Rusya, Kirim Tatarlarina karsi büyük bir saldiri baslatti. Azak ve Bahçesaray Ruslarin eline geçti (1739). Fransa'nin da tesvikiyle Osmanlilar, Rusya'ya karsi savas ilân etti. Rusya'nin yaninda savasa katilan Avusturya da, Eflâk ve Bogdan'a girmisti. Osmanlilar iki cephede de büyük basarilar kazandilar. Prusya, Fransa ve Isveç'in Osmanlilara yakinlasmasi, Osmanlilar karsisinda ummadiklari bir yenilgi tadan Rusya ve Avusturya'yi baris yapmaya zorladi. Bu savas sirasinda tekrar Osmanlilarin eline geçen Belgrat'ta bir anlasma imzalandi (18 Eylül 1739). Belgrat Anlasmasiyla, Avusturya, Pasarofça barisiyla elde ettikleri tüm topraklardan geri çekildiler. Ruslar da Azak'i terkederek bölgedeki kiyi ve deniz ticaretinin Osmanli gemileriyle yapilmasini kabul etti. Bu anlasma geçici de olsa Osmanlilarin toparlanmasini saglamistir. Savasta Türklerin tarafini tutan Fransa'yla, Kanuni döneminde taninan imtiyazlari genisleten ve süre tahdidi koymayan yeni bir kapitülâsyon antlasmasi imzalanmistir (1740). Damat Ibrahim Pasa zamaninda baslayan Iran savaslari Lâle Devri'nden sonra da devam etmekteydi. Ruslar, çöküs dönemine giren Safavilerin elindeki Azerbaycan ve Dagistan'i isgal etmislerdi.

    Sirvan halkinin talebi üzerine Osmanlilar duruma müdahale etmis, iki ülke arasinda çikabilecek savas Fransa'nin araya girmesiyle önlenmisti. Rusya'nin kuzeydeki isgaline karsin Osmanlilar da Güney Azerbaycan'i topraklarina kattilar. Sah Tahmasp 1732'de Osmanlilar ile baris yapti. Bu durumu kabullenemeyen Afsar Nadir Bey, Sah Tahmasp'i devirerek kendi hâkimiyetini ilan etti (1736). Osmanlilar bazi topraklari Nadir Han'a birakmaya razi oldu. Her iki taraf için de yipratici olan bu uzun savaslar, Kasr-i Sirin antlasmasiyla çizilen sinirlarin aynen kabul edildigi 1746 anlasmasiyla son bulmustur.

    I.Mahmut döneminde, basarili savaslarin yani sira, ordu içinde de yeni düzenlemelere gidilmistir. Aslen Fransiz olup Osmanli hizmetine girerek beylerbeyi olan Ahmet Pasa, Humbaraci Ocagi'ni kurarak (1734), bati savas tekniklerini burada hayata geçirmis idi. I.Mahmut'un üvey kardesi III.Osman'in (1754-1757) yerine geçen, amcaoglu III. Mustafa (1757-1773) zamaninda da ordu içerisinde bazi islahatlar devam ettirilmistir. Nitekim onun döneminde Tophane islah edilerek yeni ve güçlü toplar dökülmüs, donanma yenilenmistir. Ancak, Rusya ile baslayan harpler bu yeniliklerin yeterli olmadigini gösterecektir.

  10. Alt 09-19-2008, 14:57 #300
    Sarax Mesajlar: 678
    Mustafa Müftüoglu

    Yurdumuzda ilk Mason Locasini kim açti?..

    305 yil evvel 6 Subat 1695 Pazar günü cülûs eden/tahta çikan Ikinci Mustafa Osmanli pâdisahlarinin yirmi ikincisidir. Dördüncü Mehmet (Avci Mehmet)'in büyük oglu olan ve 5 Haziran 1664 Sali günü Râbia Gülnûs Sultan'dan dogan Ikinci Mustafa, 22 Agustos 1703 Çarsamba gününe kadar sekiz sene, alti ay, ondört gün saltanat sürmüstür.

    Orduy-i Hümâyûna savas meydanlarinda baskumandanlik eden son pâdisah Ikinci Mustafa'dir. Kahramanligi yanisira hattat ve musikisinas olan, "Ikbalî" mahlâsiyla siir yazan Ikinci Mustafa, meshur âlim Vânî Mehmet Efendi'nin talebisidir.

    1703 yilinin 18 Temmuz günü Sadrâzam Râmi Mehmet Pasa'nin tesvikiyle ayaklanan ikiyüz kadar Cebeci asker arasina bilahere Yeniçerilerle medrese talebeleri de katilmis ve tarihimize "Edirne Vak'asi" diye geçen isyân sonunda hal'edilen/tahttan indirilen Sultan Ikinci Mustafa, bu olaydan sonra dört ay, sekiz gün yasayip 29 Aralik Cumartesi günü vefat etmis, Yenicami'de babasi Dördüncü Mehmed'in türbesine defnedilmistir. Osmanli hânedânindan kadin-erkek pek çok kimsenin medfun bulundugu bu türbe ziyarete açiktir.

    Sultan Ikinci Mustafa'dan sonra ana-baba bir kardesi Üçüncü Ahmed cülûs etmistir. 22 Agustos 1703 Çarsamba günü tahta çikan Sultan Üçüncü Ahmed'in saltanat yillari bizdeki Baticilik hareketinin baslamasi ve dünya masonlugunun yurdumuza hulûlü yönünden mühimdir!.. Gözlerimizi Bati'ya çevirdigimiz ve yalniz ordunun islâhi le Rönesansi gerçeklestiren Avrupa'nin teknigine ulasacagimizi hayal ettigimiz o devrede Kont dö Bonval adli bir sefîhe "Avrupa usulünde bir humbaracilar kuvveti' meydana getirmek vazifesi verilmis ve sonralari "Humbaraci Ahmed Pasa" diye anilacak bu sefîh, Fransiz masonlarina bagli ilk locayi Galata'da açarak pek çok gayrimüslim yanisira bâzi gaafil müslimleri de locaya kayda muvaffak olmustur ki, bunlar arasinda Ibrahim Müteferrika ile bilâhare Sadâret (Basbakanlik) makamina kadar yükselebilen Yirmisekiz-zâde Mehmed Said Pasa da vardir!..

    Yurdumuzda ilk mason locasinin kurulmasina öncülük eden Kont dö Bonval (nam-i diger: Humbaraci Ahmed Pasa) denilen sefîhin içyüzünü ortaya koyarak bize düsman ser kuvvetlerin kimleri kullanip Devlet-i Aliyye'nin basini yediklerini ibretle görelim!..

    Humbaraci degil, casus!..

    Kont dö Bonval'a "ordunun islahi" (!) vazifesi verilmistir ama, is bu uzman Türkçe bilmemektedir!.. Yurdumuzda kaldigi onsekiz yila yakin zaman zarfinda da dilimizi ögrenmeye tesebbüs etmemis, kendisine tevdi olunan "ordunun islâhi" gibi çok mühim ve mahrem bir ise aid raporlari Italyan dönmesi bir kâtibe yazdirmis ve bu kâtip de, Fransiz elçisine casusluk etttiginden Kont dö Bonval'in üzerine aldigi vazife ile alâkali bütün tedbirler bizim elimize geçmeden evvel Fransizlar tarafindan ögrenilmistir!.. Bu olay, imparatorlugumuzun çöküntü devrinin ibret alinacak vukuati arasinda pek mühimdir!.. Ordunun islâhi gibi fevkalâde bir vazifeyi yüklenen ve Müslüman oldugunu iddia ile Humbaraci Ahmed Pasa diye anilan bu Fransiz, acaba dilimizi ögremek kabiliyetinden mahrum mu idi? Yoksa kasden mi ögrenmedi veya ögrendi de, vazifesi icabi (!) ögrenmemis görünüp devlet sirlarini Italyan dönmesi kâtibi vasitasiyla Fransilara ulastirdi?!..

    Bizce bu ihtimaller (uydurmacasi: Olasilik) içinde en kuvvetlisi ücüncüsüdür... Zira, Humabarci Ahmed Pasa denilen sefîh, yurdumuzda geçirdigi onsekiz yila yikin zaman zarfinda Osmanli Imparatorlugu hizmetinde humbaracilik degil, düsman devletler emrinde casusluk yapmis ve Osmanli'dan aldigi maas ve saire yanisira Fransa ile Ispanya'dan elde ettigi tahsisati da "gevis getirmeden" yutmustur!..

    Kont dö Bonval veya Bonval Kontu Klod Aleksandr diye anilan ve bir Fransiz asilzâdesi oldugu söylenen bu sefîh, Petervaradin savasini müteâkib Avusturya'dan kaçip yurdumuza siginmis ve Müslüman olarak Ahmed adini almis, bilâhare kendisine Rumeli Beylerbeyi pâyesi verilmis, valilik etmis, vezir olmus ve böylece o çöküntü yillarinda gûya orduyu islâha me'mur bir "Ahmed Pasa" türeyivermistir!.. Nizameddin Nazif Bey'in kaydettigine göre: "Dogustan ahlâksiz ve tiynetsiz olan Humbaraci Ahmed Pasa, ihtiyarladikça zivanadan çikmis, isleri hafiften tutmus, vazifesini yan çizmis ve yabanci devletlere casuslukla vakit geçirmege baslamis, günün birinde tekrar Hiristiyan olarak Fransa'ya kaçmak sevdasina tutulmussa da, mel'anetleri zamaninda farkedilip 1747 yilinin 23 Mart gecesi ölüvermistir."

    Ve Sonrasi...

    Fransa'ya gönderdigi gizli mektuplarda Müslüman oldugunu, fakat yasi ilerledigi için sünnet olmadigini itiraf eden bu sefîhin kabri Tünel'in Beyoglu civarindadir. Bekâr olan ve ölümünde bir hayli servet birakan bu Humbaraci Pasa'nin bütün mali mülkü evlâd edindigi Süleyman Aga adli Milanolu bir dönmeye kalmistir ki, Humbaraci'nin bu dönme ile olan münasebetini sütunumuza geçirmekten hâyâ ederiz!!!

    Böylesine bir sefîhin Fransiz masonlarina bagli olarak yurdumuzda açtigi ilk mason locasini daha sonraki yillarda Ingiliz, Italyan ve Polonyalilar hesabina kurulan diger mason localari takip etmis, bu arada Lord Rading adli Ingiliz elçisinin korkunç tahribati görülmüs ve bizde masonluk Tanzimat hareketiyle büyük mesafe kat'edip Ikinci Mesrutiyetle hedefine ulasmistir!..

    Humbaraci Ahmed Pasa, Ibrahim Müteferrika ve Yirmizekiz-zâde Mehmed Said Pasa gibi kimselerle baslayip, Mustafa Rasid Pasa, Keçeci-zâde Fuad Pasa, Midhat Pasa, Namik Kemal, Sair Ziya Pasa, Ali Suâvi ve benzerleriyle devam eden masonluk, bilâhare Ittihad ve Terakki basindakileri hep içine almis ve Ittihatçilardan arta kalanlarla Cumhuriyet devrine intikal etmistir. 1935 yilinda Mustafa Kemal Pasa tarafindan kapatilan mason localari, Ismet Inönü'nün Cumhurbaskanligi'nda tekrar açilmis ve günümüze kadar çesitli yan kuruluslariyla faaliyetini sürdüre gelmistir!..

Kullanıcı isminiz: Giriş yapmak için Buraya tıklayın

Bu soru sistemi, zararlı botlara karşı güvenlik için uygulamaya sunulmuştur. Bundan dolayı bu kısımı doldurmak zorunludur.