Büyük Islam Tarihi

OSMANLI - MEMLÜKLÜ MÜNASEBETLERI Osmanlilar ile Misir, Suriye, Güney Anadolu ve Hicaz'da hakimiyet süren Memlûk sultanlari arasindaki münasebet, ilk zamanlardan yani XIV. asrin ikinci yarisindan itibaren dostane bir sekilde baslamisti. ...


Ağaç Şeklinde Aç5Beğeni

  1. Alt 09-17-2008, 16:58 #251
    Sarax Mesajlar: 678
    OSMANLI - MEMLÜKLÜ MÜNASEBETLERI

    Osmanlilar ile Misir, Suriye, Güney Anadolu ve Hicaz'da hakimiyet süren Memlûk sultanlari arasindaki münasebet, ilk zamanlardan yani XIV. asrin ikinci yarisindan itibaren dostane bir sekilde baslamisti. O dönemlerde, küçük bir beylik olan Osmanlilarin Rumeli'deki muvafakiyetleri ve Islâm dünyasinin sinirlarini genisletmeleri, Memlûk Devleti tarafindan memnunlukla takip ediliyordu. Fakat daha sonra gerek Sultan II. Murad, gerekse onun oglu Fâtih Sultan Mehmed zamanindaki bazi olaylar, iki devletin arasinin açilmasina ve bir müddet sonra da birbirlerine karsi hasmâne (düsmanca) tavirlarin ortaya çikmasina sebep olmustur.

    Sultan II. Bâyezid, kendisine muhalefet edip Osmanli tahtinda hak iddiasinda bulunan kardesi Cem'i, dostça karsilayip himaye eden ve ayni zamanda onu mücadeleye tesvik eden Memlûk Sultani Kayitbay'in, Çukurova bölgesindeki Üç-Oklar ile Maras ve Elbistan'a hakim olan Boz-Oklar'i devamli bir surette baski altinda tutmasi üzerine, Dulkadir'li Türkmen Bey'i Alâüddevle Bozkurd Bey'i himayeye karar verir. Sultan Kayitbay, Cem'in Anadolu'ya geçmesine müsaade etmesi onun, Osmanli Devleti'nin aleyhine çalistigini gösteriyordu.Bununla beraber ihtiyati da elden birakmiyordu. Nitekim Bâyezid'in culûsundan sonra Istanbul'a gelen Memlûk elçisi, hem Bâyezid'in saltanatini tebrik etmis hem de biraz sonra bahsedecegimiz ve gaspedilen esyayi getirip teslim ettikten sonra Sultan Kayitbay adina özür dilemisti. Bu hal, aradaki gerginligi bir derece hafifletmisti. Gerçekten, Sultan Kayitbay için baslica siyasî mesele Osmanlilar ile olan münasebet meselesi idi. Arsiv Begelerinden anlasildigina göre (Topkapi Sarayi Müzesi Arsivi, nr. 620l - 6385) Dulkadir Beyi, Sultan II. Bâyezid'i, Memlûk Devleti aleyhine tesvik ediyordu. Öbür taraftan, Hindistan'da Dekkan'da hüküm süren Behmenîler'den III. Muhammed Sah ( l463-l482)'in , Vezir-i A'zam'i Hâce-i Cihan ( Hoca Mahmud Gâvân ) ile Osmanli hükümdarina göndermis oldugu hediyeler, Kayitbay tarafindan müsadere edilmisti. Bu yüzden, Memlûk Sultani'na karsi kirginligini izhar eden II. Bâyezid'in tutumundan endiselenen Memlûklular, bazi tedbirler almak zorunda kalmislardi.Nitekim Karaman Beylerbeyi Hadim Ali Pasa tarafindan "Kubbe Vezirleri"ne gönderilen 888 ( l483 ) tarihli arizadan anlasildigina göre Atabekü'l-Asakir Emir Özbek ez-Zahirî emrinde Halep'te toplanan Memlûk kuvvetleri, Ramazanoglu Eflatun Bey ile maiyetindeki boybeylerinin yardimlarini sagladiklari gibi, Turgutoglu Mahmud Bey'i Osmanlilara müskilat çikarmak maksadiyla Ermenek üzerine göndermislerdi. Turgutoglu'nun, Süleyman Bey'le savastigi bir sirada Alaüddevle harekete geçer.

    Baslangiçta Osmanlilar'dan himaye gören Alaüddevle Bozkurd Bey, Nisan l484'te Memlûklular'in Haleb ve Safed naiblerini arka arkaya maglub ettikten sonra Kayseri Valisi Yakub Pasa kuvvetleri ile birleserek, Misirlilarin kurmus oldugu tuzaklardan kurtulmustu. O, Elbistan ovasinda, Osmanli askerinin gayret ve yardimi ile Haleb Naibi'ni öldürüp Kal'atu'r-Rum (Rum Kalesi), Bire (Birecik) ve Anteb Naibleri ile Haleb büyük hacibi basta olmak üzere birçok Çerkez beyini esir etmisti.

    Bununla beraber Emir Özbek es-Seyfî, Emir Özdemir ve Emir Mogolbay gibi emirlerin yönettigi Memlûk ordusu, sür'atle Malatya'ya giderek burasini takviyeye muvaffak olur. Malatya kalesine karsi giristikleri tesebbüste muvaffak olamayan Osmanli - Dulkadirli kuvvetleri, Malatya derbendinde kurulan pusuya da düsmüslerdi. Böylece, Eylül l484 yilinda Kayseri Valisi Yakub Pasa'nin komutasindaki Osmanli kuvvetleri ile Dulkadiroglunun kuvvetleri maglub olmuslardi.

    Yakub Pasa, zorlukla kaçabilmis, birdenbire Osmanlilarin aleyhine dönüp Yakub Pasa'nin odugâhini yagmalayan Alaüddevle ise Trablus-Sam ve Tarsus Naiblerini serbest birakmak suretiyle Memlûklulara basvurmustu.

    Içinde bulundugu malî ve idarî sikintilar yüzünden Osmanlilarla karsilasmayi arzu etmeyen Memlûk Sultani, emirleriyle bir görüsme yapmisti. Bu görüsme esnasinda Atabey Özbek ile diger emirler, Osmanli hükümdarina elçi ve hediye gönderip aralarinin düzelmesini teklif etmislerdi. Bu teklif kabul edildiginden Emir Cani Bey Habib elçi olarak gönderilmisti. Memlûk Sultani Kayitbay, II. Bâyezid'e uygun tekliflerde bulunuyordu. Bu tekliflerden en mühimi de Osmanli Padisahi'nin, elindeki bütün yerlerde "Sultan" olarak kabul edilmesiydi. Memlûk Sultani'nin emriyle Kahire'deki Abbasî Halifesi I. Mütevekkil Alallah tarafindan, buna isaret olmak üzere, Bâyezid'e bir de "Sultanlik Mensûru" gönderilmisti. Sultanlik mensûrunu göndermekle yetinmeyen halife, iki Müslüman hükümdar arasindaki ihtilafin bertaraf edilmesini de tavsiye ediyordu.

    Bütün bu tavsiyelere ragmen aradaki rekabet ve bazi kiskirtmalar sonucu iki taraf arasinda savas kaçinilmaz hale gelmisti. Bu yüzden Osmanlilarla memlûklular arasinda l485'de baslayan ve l490 ( hicrî 890 - 895 ) senesine kadar bes sene devam eden ve alti seferde biten savaslar görülmektedir. Osmanlilarin, Karamanogullarini tamamen ortadan kaldirmalarindan sonra, Ramazanogullari ile ayni hududu paylasir olmalari ve Osmanlilardan himaye gören Alaüddevle Bozkurd Bey'in, Memlûklular tarafindan sikistirilmasi da iki devleti karsi karsiya getirmistir.

    Bu dönemde, Misir'la son veya altinci sefer diyebilecegimiz seferde, Dulkadiroglu Alaüddevle Bey'in, Osmanlilardan yüz çevirip Memlûk tarafina geçer. O, bununla da kalmayacak oglunu rehine (kulluk) olarak Misir'a gönderdigi gibi, kizini da Atabekü'l-Asâkir Emir Özbek'in ogluna verir. Öyle anlasiliyor ki bu durum, Osmanlilarin, Çukurova'da memlûklulara maglub olmalari üzerine olmustu. Alaüddevle Bey'in Misirlilarla anlasmasi üzerine Osmanlilar yeni tedbirler almak zorunda kalmislardi.

    Iki Müslüman devletin birbirleri ile olan mücadeleleri, her ikisinin de yipranmasina sebep olmustu. Zamanla yön degistiren muvaffakiyetlere ragmen devam eden savaslar, özellikle Memlûk idaresini zor durumlarda birakiyordu. Bu yüzden devlet, yeni tedbirler alma mecburiyetini hissediyordu. Memlûk idaresi, iyi teskilâtlanmis bir vergi sistemine sahip degildi. Osmanlilarin, savasa devam edebileceklerinin anlasilmasi üzerine Kayitbay, halktan zorla yeni vergiler almaya karar verir. Dönemin müelliflerince siddetli bir tenkide maruz kalan Kayitbay, Osmanlilara karsi Napoli Krali ile anlasir. Müslüman Osmanli Devleti'ne karsi kurulan bu ittifak üzerine Kayitbay'a tehdid mektubu gönderen Sultan II. Bâyezid'in bizzat kendisi sefere çikma niyetindedir. Bunun için, padisahin otagi, Besiktas'a nakledilmis ve Üsküdar'a geçme hazirliklari baslamisti.

    Kismî muharebeler tarzinda uzayan Osmanli - Memlûk çekismesi, Dulkadir Beyi Alaüddevle'nin, Memlûklularin geçici zaferlerine kapilip, onlarin tarafina geçmesi ile daha da gergin bir hal aldi. Bunun üzerine Sultan Bâyezid, kayinpederi Alaüddevle'yi beylikten azlederek, yerine onun kardesi olan ve Vize Sancakbeyi bulunan Sah Budak Bey'i tayin eder. Osmanli sultani, Sah Budak Bey'in yanina Mihaloglu Iskender Bey'in kuvvetlerini de vererek onu Alaüddevle üzerine gönderir. Fakat Memlûk kuvvetlerinden de yardim alan Alaüddevle, Sah Budak Bey'i Elbistan yakinlarinda yenip esir alir. Esir alinan Sah Budak, Kahire'ye gönderilerek orada idam edilir.

    Bu basarilar üzerine daha çok cesaretlenen Memlûklular, Emîr Özbek komutasinda Misir ve Dulkadir kuvvetleriyle Kayseri'yi muhasara ile Nigde, Eregli ve Larende'ye kadar akinlarda bulunurlar. Üzerlerine gönderilen Hersekzâde Ahmed Pasa kuvvetlerini yenerek Ahmed Pasa'yi esir alirlar. Iste bu haberi alan II. Bâyezid, bizzat sefere katilmaya karar verecek ve otaginin Besiktas'a nakledilmesini isteyecektir.

    Osmanli devlet ricali, Memlûklularla olan savaslarda ugranilan basarisizliklarin, gevseklikten ve isin siki tutulmamasindan meydana geldigini biliyor, ayrica sefer için acele edilmemesi gerektigini düsünüyordu. Ancak bunu hükümdara nasil bildireceklerini bilemedikleri gibi buna cesaret te edemiyorlardi. Nihayet ulemadan Molla Arap demekle söhret bulmus olan Müftü Alaeddin Ali el-Arabî (öl. l496) bu hali, yani harb için acele etmenin muhatarali oldugunu arzederek isi önledi. O, daha önce Ebu Bekir adindaki kadisini Misir'a göndererek basta Atabekü'l-Asâkir Emîr Özbek oldugu halde Memlûk ümerasini barisa yanastirmis, savasin tehlikelerini arzederek dostluk kapisini açmisti. Hoca Saadeddin, Alaeddin Ali el - Arabî'nin mektubundan bahsederken, onun gönül alici sözler söyledigini, "Dinin Nasihat olduguna" temasla bunun geregi olarak barisin yapilmasi icab ettigini söyledigini, Misir Sultani'nin da bundan çok memnun oldugunu yazar. Esasen bu siralarda Istanbul'a kadirgalarla gelip bir nüsha Kur'an-i Kerim ve bazi Hadis-i Serif kitaplarindan ibaret hediyeleri Bâyezid'e takdim eden Tunus Emiri el-Mütevekkil Alallah Osman'in elçisi, bir sefaatnâme ile tavasutta bulunmus ve Tunus'un, Ispanyollar tarafindan hücuma ugradigi su sirada, iki Müslüman devlet arasinda sulh yapilmasi için Emir'in ricasini arzetmisti. Böylece barisa dogru bir adim atilmis oldu.

    Nihayet, Cemaziyelahir 896 (Nisan l49l)'de daha önce elçilik vazifesi ile Osmanlilara gönderilmis olan Mamay Haseki serbest birakilir. Bundan sonra o, Osmanli Devleti'nin murahhaslari ile Kahire'ye döner. Osmanli elçisi Bursa Kadisi Seyh Ali Çelebi adinda bir kimse idi. Memlûk Sultani tarafindan huzura kabul edilen elçi, Adana ve Tarsus'un Mekke ile Medine evkafina ait yerler olmasindan dolayi, buralarla diger kalelerin anahtarlarini Memlûk hükümdarina iadeye memur edilmisti. Memlûk Sultani, elçiye büyük ikramlarda bulundu. Daha önce esir edilip hapsolunan Mihalzâde Iskender Bey'le diger esirleri serbest birakir. Bu arada Iskender Bey'i sadece serbest birakmakla kalmaz, ayni zamanda ona hil'at da giydirir. Sultan, Osmanli elçisine karsilik, Emîr Canbulat b. Yasbek'i elçilikle Osmanli padisahina gönderir. Nitekim Istanbul'a gelen müstakbel Memlûk Sultani Emîr Canbulat, birçok siyasî tesebbüslerde bulunmus, daha sonra, yaninda Seyh Bedreddin b. Cum'a oldugu halde tekrar Istanbul'a gelen Mamay el-Haseki, ayni siyaseti devam ettirmistir. Memlûk elçileri, Tunus elçisinin de yardimlariyla barisin yapilmasina muvaffak olmuslardi. Buna göre Gülek Hisari sinir kabul edilerek Çukurova eskiden oldugu gibi Sam'a ilhak edilmistir.

    Cem'in sebep oldugu siyasî buhran yüzünden müskül durumda bulunan Osmanlilar, Halil Bey'in ( öl. l5ll) Ramazanogullari'nin basina geçip, Memlûklularin rizasi ile Adana ve Tarsus'a hakim olmalarini kabul ettikleri gibi, anlasma geregince adlari geçen sehirlerin Haremeyn evkafi olan vâridatini ( gelirini) da, kendi gemileri ile Iskenderiye'ye tasimislardir. Nitekim Âsik Pasazade ile Ibn Kemal'den anlasildigina göre meshur Türk denizcisi Kemal Reis, Mekke ve Medine vakif malini l498 ( 903)'de, Iskenderiye'ye gemilerle götürüp, buranin beyine teslim etmistir.

    Anlasma ile iki taraf arasindaki baris iade edilmis ise de bu hal, Osmanlilari tatmin etmiyordu. Baris, zaman zaman çikan bazi engeller bertaraf edilmek suretiyle l5 sene kadar devam etmistir.

  2. Alt 09-17-2008, 16:59 #252
    Sarax Mesajlar: 678
    OSMANLI DEVLETI VE ENDÜLÜS MÜSLÜMANLARI

    II. Bâyezid'in hükümdar olarak bulundugu dönemin önemli olaylarindan biri de süphesiz ki Islâm cografyasinin en bati ucunda, baska bir ifadeyle Endülüs'teki Müslümanlarin basina gelen felaket idi. Bu felaketin baslangici esnasinda Osmanli donanmasi, uzak denizlerde savasacak kadar güçlü degildi. Bölgenin Osmanlilara olan uzakligi ve o siralarda Cem Sultan'in, Avrupa'da siyasî bir alet olarak kullanilmasi bir anlamda Osmanlilarin elini ve kolunu bagliyordu. Bunlardan baska, Akdeniz'in öbür ucundaki bu bölgeye ulasmak için, Osmanli donanmasinin gerektiginde yardim alabilecegi bir liman veya sehir de mevcud degildi. Bütün bu olumsuz sartlar da nazari dikkate alindigi zaman Osmanlilarin bu konuda neden daha faal bir rol oynayamadiklari anlasilir.

    Hicrî 92 (M. 7ll ) tarihinde Kuzey Afrika'yi bastan basa kat eden Müslüman mücahidler, Ispanya'ya girdikten sonra orayi terk edinceye kadar Iberik yarimadasini medenî eserlerle süslemis, çok sayida kültürel ve sosyal müesseseler meydana getirmislerdi.

    Müsümanlar, Ispanya topraklarina ayak basar basmaz, irk, din, dil, mezheb ve soy farki gözetmediler. Got, Vandal, Romali, Hiristiyan ve Yahudi demeyip herkese Müslümanlar gibi haklar tanidilar. Endülüs ( III. Abdurrahman, II. Hakem gibi) büyük hükümdarlar gördü. Parlak devirler yasadi.Orada (Kurtuba Camii gibi) âbideler, (Medinetü'z-zehra gibi) saraylar yapildi. Doguda Bagdad, batida Kurtuba, dünya yüzünde Islâm medeniyetinin gözler kamastiran merkezleri haline geldi. Kurtuba'da kadinlardan alimler, sairler ve muallimler yetisti.

    Yedi asri askin bir süre bütün Ispanya, Portekiz ve hatta Güney Fransa'da hükümranligini kabul ettirmis olan Islâm hakimiyeti, bütünüyle yok edilmek isteniyordu. Halbuki bu medeniyet, bütün medenî sahalarda Avrupa'nin üstadi, hocasi ve mürebbisi olmustu. Bu hâkimiyet öyle bir medeniyet vücuda getirdi ki, cihanin en yüksek medenî seviyesine ulasti. Bu medeniyet, Insanligin yüz aklarindan olan ilim, fen, edebiyat ve felsefe dahileri yetistirmisti. Medreselerinde okuyan Hiristiyan ögrenciler, sonradan Avrupa'da kral ve Papa olmuslardi. Endülüs Müslümanlari, Avrupa'daki Hiristiyanlara sadece maddî degil, manevî hasletlerde de öncülük yapmislardi. Insanlik, baskalarini da düsünme, müsamaha gibi konulari anlayip kavramada onlara hocalik yapmislardi.

    Bilindigi gibi Endülüs (Vandelozya veya Andalousie), Ispanya'nin güney eyaletinin adi idi. Müslüman ordulari Iberik yarimadasini (günümüzde Ispanya ve Portekiz devetlerinin bulunduklari yarimada) feth etmeye basladiklari zaman bu topraklara "Endülüs" adini verdiler.

    Istanbul'un l453 senesinde fethi, diger Islâm ülkelerinde oldugu gibi Beni Ahmer Devleti'nde de büyük bir sevinçle karsilanmisti. Zira, Istanbul'un fethi, Endülüs'teki bu son Islâm devleti açisindan, Hiristiyan dünyasinin tehdidlerine karsi yardim taleb edebilecekleri yeni ve büyük bir Müslüman gücünün dogusu anlamina gelmekteydi. Böylece Endülüs Müslümanlari ile Osmanlilar arasinda hissî bir alaka tesis edilmis oluyordu. Gerçi l477 senesinde Girnata halkinin, Hiristiyanlarin baskilari yüzünden içinde bulunduklari zor sartlardan haberdar etmek ve yardim istemek üzere, Fâtih Sultan Mehmed'e bir elçi gönderdikleri belirtilmektedir. Bununla beraber, Endülüslülerle Osmanllar arasindaki bilinen bu ilk dogrudan iliski ve haberlesme hakkinda daha fazla bir bilgiye sahip degiliz. Iç çekismelerden dolayi küçülüp Hiristiyanlara yem olmaktan kurtulamayan Endülüs'ün (Beni Ahmer Devleti), son sehri olan Girnata da Kral Ferdinand ile Kraliçe Izabella'nin eline düsmek üzereyken Girnata'nin son hükümdari Ebû Abdullah es-Sagir, Afrika hükümdarlarindan oldugu gibi Istanbul'dan da yardim ister. Fakat beklenen yardim saglanamaz. Ebû Abdullah es-Sagir, 89l ( l486) yilinda Istanbul'a bir elçi göndererek Bâyezid'den yardim istiyordu. Elçinin elinde parlak bir de kaside vardi. Ebu'l-Beka Salih b. Serif er-Rundî'ye ait olan bu mersiye, Hiristiyanlar tarafindan Endülüs'teki Müslümanlara yapilan zulüm ve iskenceyi anlatiyor, onlarin çektikleri izdirabi dile getiriyordu. Manzum olarak Türkçe'ye de çevrilen bu mersiyenin bir kismi söyledir:

    Hengam-i tamaminda gelir her seye noksan,

    Ömründeki hosluklara aldanmasin insan,

    Her sey mütehavvil, bu fena sence de meshûd,

    Bir lahza meserret göreni, kahreder ezman

    ......

    Siz, Endülüs'ün halini hiç duymadiniz mi?

    Her kafile etmisken onu âleme destan,

    Acizleri, sizden ne kadar istedi imdad,

    Hep öldü, esir oldu, kimildanmadi insan.

    ......

    Dün, her yere sultan iken onlar, bugün eyvah...

    Küfr ellerinin hükmüne kulluk ile nalân,

    Görseydin eger onlari bikes ve mütehayyir

    Eylerdi sana zilletin envaini ilan

    ......

    Görseydin o aglasmayi onlar satilirken,

    Saskin hale getirirdi seni ahval ile ahzân

    Ya Rabbi! Ayirdilar mâder u tifli (çocuk ile annesini)

    Eylerse teferruk nasil ervah ile ebdân (ruhla bedenin ayrilmasi gibi).

    Yardimin istendigi sirada II. Bâyezid, bir taraftan Çukurova'da Memlûklular'la, diger taraftan kendisine karsi taht mücadelesi veren kardesi Cem Sultan olayi ile mesgul idi. Nitekim, Endülüs Tarihi adli eserde, bu konuya temasla, elçilerin gönderildigine dair eski tarih kitaplarindaki bilginin dogru olmadigi anlatilarak söyle denir: Hakan-i müsarunileyh (II. Bâyezid) reis-i mezheb-i ruhanî olan Papa'ya iki elçi göndermekle, sayet kral Girnata muhasarasinda israr ve Müslümanlari zarara sokarsa, ülkesindeki Hiristiyanlar hakkinda da ayni muamelenin yapilacagini bildirerek krala vasiyette bulunmasini istemisti.Cem Sultan meselesi gözönüne alindigi zaman bu rivayetin (yani elçi göndermenin ) dogru olmadigi anlasilir. Osmanlilar, bu dönemde, Memlûk gailesi ile mesgul olmalarina ragmen, Girnata heyetini ümitsiz ve üzüntülü bir sekilde göndermek istemiyorlardi. Bunun için bir donanma tertibi ile Akdenize açilmasini saglamis ve Cebel-i Tarik ile Sebte sahillerine taarruz etmek suretiyle Hiristiyanlarin, Müslümanlar üzerindeki agirligini hafifletmek istemislerdi. Bununla beraber o dönemde Portekiz deniz kuvvetlerinin diger devletlerle mukayese edilmeyecek kadar büyük olmasi ve o siralarda Osmanlilarin ne Misir, ne de Tunus gibi bir Kuzey Afrika devleti ile anlasmasinin bulunmamasi, donanmanin fazla bir sey yapamadan dönmesine sebep olmustur. Böylece bu müracaattan önemli bir sonuç alinamadi. Bununla beraber, Girnata'nin müracaatindan bir sene sonra Kemal Reis komutasinda, Ispanya sularina bir Türk donanmasi gönderildi. Ispanya kiyilarini vuran Kemal Reis, buralardaki bir kisim Müslüman ve Yahudiyi kurtararak Istanbul'a getirmisti.Hammer ise, Sultan Bâyezid'in Endülüs Müslümanlari ile ilgili faaliyetleri hakkinda su bilgiyi verir:

    "Davud Pasa, Karaman asi asiretlerini itaat altina aldigi sirada Sultan II. Bâyezid, Istanbul'da elçileri kabul ediyordu. Bunlar içinde gerek itimatnâmesinin sekli, gerek maiyetindeki sahislar bakimindan en çok dikkat çekeni, Ispanya'nin son Islâm hükümdarinin elçisi idi. Beni Ahmer'den Girnata hükümdari olan bu zat, Aragon ve Kastil Krali Ferdinand tarafindan agir bir baski altinda bulunuyordu. Müslüman olmayanlarin istilalari karsisinda "Sultanu'l-Berreyn ve Hakanu'l-Bahreyn'den yardim dilemekte idi. Elçinin itimadnâmesi, Elhamra padisahlarinin romantik ve sövalye ruhuna uygun yazilmisti. Bu, Müslümanlarin ugradiklari izdirabi belirten ve Islâm'in Ispanya'da içinde çirpindigi düsüsü dile getiren ve nihayet 700 yildir bu kitada hüküm sürdükten sonra yakinda buradan çikarilacaklarini ifade eden Arapça bir kaside idi. En etkili ve dokunakli tarzda Islâm milletlerinin ve hükümdarlarinin yardim ve merhametlerini diliyordu. Bâyezid, dindar ve ayni zamanda sair oldugu için, Ispanya sahillerini tahrib etmek üzere bir donanma göndermekle buna cevap vermis oldu. Donanma komutanligini Kemal Reis adi ile Hiristiyan donanmalarina korku salan amirale tevdi etti."

    Beni Ahmer Devleti, Osmanlilara bas vurdugu gibi Memlûk Devleti'ne de müracaat etmisti. Fakat kuvvetli donanmalarinin bulunmamasi yüzünden onlar da yardim edemediler. Bununla beraber Memlûk hükümdari, Endülüs Müslümanlarina yapilan mezâlimi önlemek için Papa'yi ve Ferdinand'i tehdid ederek, sayet Ispanyollar Girnata Müslümanlarindan el çekmezlerse bütün Filistin Hiristiyanlarini Kamame (Kimame) Kilisesi'nde kestirecegini ve Hiristiyanlara Suriye ile Kudüs kapilarini kapatacagini söylemek üzere bir heyet göndermisti. Fakat bunun da bir tesiri olmadi.

    Bütün bu olaylardan sonra Beni Ahmer Devleti, Ocak l492 (29 Safer 897)'de 55 maddeden mütesekkil bir muahede ile teslim oldu. Böylece hakimiyetleri sona erdi. Akd edilen muahede ve teslim sartlarina göre Müslümanlara hangi sekilde olursa olsun kötü muamelede bulunulmayacagi gibi onlarin cemaat haklari da taninacakti. Fakat bu ahde ancak üç hafta riayet edildi. Bundan sonra gün geçtikçe dozu artirilmak suretiyle orada kalmis olan Müslümanlara yapilmadik eza ve iskence kalmadi. Bu arada kurtulmak için oradan çikmak isteyenlere de müsaade edilmiyordu. Çünkü Müslümanlar, san'atkâr ve is sahibi idiler. Fen, ilim, san'at ve ziraat erbabinin çogu Müslümanlardandi. Bunlarin gitmesi halinde memleket bu islerden mahrum kalacakti. Bununla beraber firsat bulanlar kafileler halinde Afrika sahillerine can atiyorlardi. Bunlardan bir kismi da korsanlik yapmak suretiyle Ispanyollari tehdid ediyorlardi.

    Öyle anlasiliyor ki Osmanli Devleti, muhtelif sefer ve gaileler sebebiyle Endülüs Müslümanlarina istenildigi sekilde yardimda bulunamamisti. Ancak XVI. asrin ortalarindan itibaren bu isi Cezayir beylerine birakmisti. Bunun için, Kaptan-i Derya ve Cezayir Beylerbeyi olan Kiliç Ali Pasa'ya gönderilen Zilkade 977 (Nisan - Mayis l570) tarihli bir hükümle Ispanya'daki Müslümanlara yardim etmesi emredilmisti. Bunun sonucu olarak birçok Müslüman ve Yahudi Afrika sahillerine geçirilmisti. Bunlardan bir kismi da Adana, Uzeyr, Tarsus, Sis ve Trablussam sancaklarina yerlestirilmistir. Bu muhacirler, kendilerini toplayip üretici bir hale gelineye kadar bes sene müddetle bütün vergi ve resimlerden muaf sayilmislardir.

    Müslümanlarin, Ispanya ve Portekiz'in bulundugu Iber yarimadasindaki hâkimiyetleri sekiz asra yakin sürmüstü. Bu hâkimiyet, 2 Ocak l492'de Girnata'nin Katolik hükümdarlara teslim olmasi ile son bulmustu. Böylece, tarihin bir devresi kapanmis oluyordu. Zira Ispanyollarin Girnata'yi isgalleri ve bu esnada isledikleri cinayetler, medeniyet tarihi bakimindan silinmez bir leke olarak kalacaktir. Onlar, yaptiklari ile tam bir barbarlik örnegi sergilemislerdir. Kendilerine medeniyet ögreten ve bu konuda üstadlari olan Müslümanlarin seviyesine ulasamadiklarini isbat etmislerdir. Katolik bir Kardinal'in emriyle Girnata sehrinin büyük meydaninda 500.000 küsur cild yazma kitap yakilmisti. Müslümanlar, bütün Avrupa kütüphanelerindeki kitaplarin yekûnundan fazla olan bu kitaplari, sekiz asirdan beri dünyanin her tarafindan toplamislardi. Insanlik âlemi, bu kitaplarin yakilmasindan dogan boslugu, bugüne kadar telafi edememistir. En degerli müelliflerin en degerli eserleri, atese atilmisti. Bu tarihlerde Avrupa'da l0.000 cild kitabi bir araya getiren hiç bir kütüphânenin bulunmadigini belirtmek gerekir.

    Kral Ferdinand ile Kraliçe Izabella'nin, Müslümanlara verdikleri sözlerini tutmadiklarini, medeniyet ve kültür ürünü kitaplarin nasil yakildigini, Müslümanlarin nasil iskencelere tabi tutuldugunu Hiristiyan bir arastirmaci su sözlerle ifade eder:

    " Katolik majesteleri Ferdinand ve Isabella, Müslümanlarin tabi tutulduklari teslim sartlarina bagli kalmada basari gösteremediler. Kraliçenin özel günah çikarma papazi Kardinal Ximenes de Cisneros'un komutasi altinda tertiplenen ve geride kalan Müslümanlarin kiliç ve zor kullanilmak suretiyle irtidad (Islâm'dan dönme) ettirilip Hiristiyan dinine sokulmalari maksadina matuf bir askerî harekat l499 yilinda baslatildi. Bu kardinalin ilk isi, Islâmî konularda kaleme alinmis el yazmasi kitaplari toplatip yaktirmak suretiyle piyasadaki dolasimini durdurmak olmustur. Simdi artik Girnata sehri, Arapça yazilmis bu kitaplarin yiginlar halinde yakilmasindan olusan "senlik atesleri"ne sahne oluyordu. Engizisyon adi verilen iskence ve zulüm hareketleri, müessesevî bir hale getirilmis ve yogun bir biçimde devamli isler halde tutuluyordu." Bu yazar, Müslümanlara karsi yapilan iskence ve yakilan binlerce cild kitabin maruz kaldigi insanlik disi davranisi ne kadar yumusatmaya çalissa da yine de dindaslarinin isledigi bu câniyane hareketten bahs etmeden geçemiyor.

    Girnata, Araplarin her türlü dinî hürriyetlerine, can ve mallarina dokunulmamak sartiyla teslim olmustu. Fakat Katolikler'e göre " Kâfir Müslümanlar"a verilmis sözün hiç bir ehemmiyeti olamazdi. Böylece, Yeniçagin esiginde beser tarihinin en büyük yüzkaralarindan biri irtikâb edildi. Insanligin müsterek mali olmasi icab eden medeniyetin, o çag için en zarif olan dallarindan biri sistematik bir sekilde imhaya baslandi. Hele cihanin en büyük kütüphânesinin merasimle yakilmasi, yakin zamanlarda bütün Ispanyollar tarafindan bile lanetlenmis bir hadisedir.

  3. Alt 09-17-2008, 16:59 #253
    Sarax Mesajlar: 678
    BÂYEZID'IN SON SENELERI

    Gençliginde, eglenceli ve tatli bir hayat sürmüs denebilen II. Bâyezid, devletin basina geçtikten sonra tamamen farkli bir hayat sürmeye baslar. Saltanatinin sonlarina dogru, kendini tamamen ibâdete veren II. Bâyezid, yasinin ilerlemesi üzerine, devlet islerinin büyük bir kismini vezirlerine birakir. Onun saltanatinin son senelerinde önemli bazi hâdiseler meydana gelmisti. Bunlardan biri hemen hemen bütün bir Osmanli ülkesini ilgilendirecek olan ve "Küçük Kiyamet" denilen büyük depremdi. Ikincisi de sehzâdeler arasindaki rekabet ve tahti ele geçirmek için birbirlerine karsi giristikleri çekisme idi.

  4. Alt 09-17-2008, 17:02 #254
    Sarax Mesajlar: 678
    KÜÇÜK KIYAMET

    Hicrî 9l5 senesinin Rebiülahir ayinin 25. Sali gecesi (l4 Agustos l509) Memaliki - Rûm denilen Amasya, Tokat, Sivas, Çorum ve havalisinde baslayip 45 gün siddetle devam eden depremde halk, iki ay kadar disarda çadir ve örtüler altinda kalip hayatini devam ettirmek zorunda kalmisti. Bu deprem, ayni siddette Istanbul ve Edirne'de de oldu. Gerçekten, l4 Eylül l509'da Istanbul, Osmanli tarihinin kayd ettigi en siddetli ve hizli depremine maruz kalmisti. Küçük kiyamet denilen bu depremde Istanbul'da yüz dokuz cami ve mescid ile bin yetmis ev harab olmustu. Halktan da bes bin kadar insan ölmüstü. Istanbul'un, Egrikapi'dan Yedikule'ye kadar olan üç kat suru yikildigi gibi, Yedikule'den de baslayip deniz kenarindaki Ishak Pasa Semti kapisina kadar harab oldu. Bunlardan baska Fâtih Camii'nin kubbesi ve direklerinin baslari çatladigi gibi imâret, hastahane ve Sahn Medreseleri'nden bazilari ile diger medrselerden bir kisminin kubbeleri yikildi. Fâtih civarindaki Karaman Mahallesi, bastan basa harab oldu. Sultan Bâyezid Camii'nin kubbesi dagildi. Hadim Ali Pasa Camii'nin (Divanyolundaki Atik Ali Pasa Camii) kubbesi düstügü gibi Atmeydani'ndaki sütunlardan alti tanesi devrildi. Yeni Saray (Topkapi Sarayi )'in deniz tarafi yer yer harab oldu. Bu büyük depremde binlerce insan yikintilar altinda gömülü kalmisti. Sadece Vezir Mustafa Pasa'nin konaginda atlari ile birlikte üçyüz süvari hayatlarini kayb etmisti. Köpürmüs ve azgin bir hal almis olan deniz dalgalari, Istanbul ve Galata surlarini asarak sokaklarda tufan meydana getiriyordu. Bu arada eski su bentleri de yikilmisti. Sultan II. Bâyezid, sarayinin duvarlarina güvenemediginden bahçesinde gayet hafif ve tehlikesiz bir çadir kurdurarak orada on gün kadar ikamet eder.

    Kirkbes gün kadar araliklarla devam eden bu deprem, Istanbul, Rumeli ve Anadolu eyaletlerinin sâkinlerini sürekli bir heyecan içinde yasatti. Çorum halkinin üçte ikisi, sehirlerindeki toprak kaymalari yüzünden yarilip açilan topraklar içinde yok oldular. Yine bu esnada Gelibolu istihkâmlari da yikildi. Sultan II. Bâyezid'in dogdugu sehir olan Dimetoka bir toprak yigini halini almisti.

    Sultan Bâyezid, bu deprem (zelzele) münasebetiyle devletin ikinci payitahti olan Edirne'ye gittiyse de ayni sene Receb ayinin dokuzunda, yani Istanbul zelzelesinden l5 gün sonra Istanbul'dakinin benzeri olan ve ayni siddette bir deprem meydana geldi. Mimar Hayreddin, onbes gün içinde Pâdisah için Edirne'de ahsab bir ev yapti. Pâdisah, bu ahsab evde ikamete basladi. Ayni sene Saban'in üçünde Edirne'de yine benzer siddette bir deprem daha oldu. Tunca Nehri tasarak ve yatagini da asarak depremin yikintilarini kapladi. Üç gün geçit vermeyen Tunca'nin tasmasiyla da bir çok insan öldü.

    Rivayete göre Sultan Bâyezid, bu siddetteki bir depremi, vezir ve komutanlarinin halka yaptigi zulmun bir sonucu olduguna inanarak onlari: "Zulüm ve fesadiniz cevr ve bid'atiniz elinden, mazlumlarin ahlarinin atesi, Allah'in gazabina sebep olmustur. Bu, sizin zulmünüzün semeresidir ki, iste ortaya çikti." diyerek ilgilileri azarlamis ve bundan sonraki hareketlerinde dikkatli olmalarini, halka zulüm etmemelerini, haksizlik yapmamalarini söylemistir. Bundan sonra Istanbul'un tamiri için neler yapilmasi gerektigi hususunda ilgililerle istisarede bulunur. Istisare sonunda Istanbul'da yikilan yerleri yeniden yapmak veya tamir etmek için yirmi evden bir kisi ve ev basina yirmi ikiser (yirmi beser oldugu görüsü de bulunmaktadir) akça takdiriyle "Cerahor", yani ücretli amele tedarik edildi. Bu sekilde Anadolu'dan 37 bin, Rumeli'den de 29 bin cerahor çikarilip üç bin kadar mimar ve marangoz getirildi. Bunlardan baska "Yaya"lardan sekiz bin, "Müsellem"lerden de üç bin kisi kireç yakmakla görevlendirildi. Böylece devlet ve millete ait olan yerlerin insaati, 9l5 senesinin l8 Zilhiccesi'nde ( 29 Mart l5l0) baslamis ve altmis bes günde sona ermisti. Bu insaat ve tamiratta, Istanbul surlarindan baska Galata'daki mahzenler, Galata kulesi, Kiz kulesi, Rumeli ve Anadolu hisarlari fenerlikleri, Çekmece köprüleri ile Silivri kalesi gibi önemli yerler de vardi. Sutan II. Bâyezid'in bu çabalari üzerine Istanbul kisa bir sürede adeta yeniden insa edilmis oldu. Bu insaat, bütünüyle Mimar Hayreddin'in nezâreti altinda yapilmisti. Insaatin tamamlanmasindan sonra hükümdarin emri üzerine üç gün ve gece, fakirlere yemek dagitildi.

  5. Alt 09-17-2008, 17:03 #255
    Sarax Mesajlar: 678
    SEHZÂDELER MESELESI

    Sultan II. Bâyezid'in, Abdullah, Sehinsah, Alemsah, Mahmud, Mehmed, Ahmed, Korkud ve Selim isimlerinde sekiz oglu olmustu. Bunlardan Abdullah, Sehinsah, Alemsah, Mahmud ve Mehmed, babalarinin sagliginda ölmüslerdi. Geriye yas sirasina göre Ahmed, Korkud ve Selim kalmislardi. Sehzâde Korkud Saruhan (Manisa), Sehzâde Ahmed Amasya, Sehzâde Selim de Trabzon valiliklerinde bulunuyorlardi.

    Pâdisahin yaslanmasiyle birlikte memleketteki düzensizlikler de artmaya basladi. Hayatta kalan sehzâdelerden her biri, iktidari ele geçirmek için gayret ediyordu. Bu gayrete sebep olan saltanat hirsi yaninda, Fâtih Sultan Mehmed Kanunnâmesi'ndeki "Nizam-i âlem için öldürülme" korkusu da vardi. Bu düsünceler, her üç sehzâdeyi de, hayatinin son günlerini yasayan babalarinin yerine geçmek için harekete getirdi.

    Devlet adamlari, Ahmed'in yasça büyük, çocuklarinin çok ve babasi gibi uysal olmasi sebebiyle padisah olmasini istiyorlardi. Bütün bunlar, o dönem anlayisi bakimindan Ahmed için birer avantajdi. Ortanca ogul olan Korkud, sessiz, ilim ve musikî ile hayatini geçiren sair ruhlu bir sehzâde idi. Onun bu hali, birçoklari tarafindan sevilmesine sebep olmustu. O da içtenlikle tahta geçmeyi istiyordu. Fakat erkek çocuklarinin olmayisi onun padisah olmasini zorlastiriyordu. Sehzâdelerin en küçügü Yavuz Sultan Selim'di. Onun da Süleyman adinda bir oglu vardi. Sert olusundan ve devlet adamlarini, yaptiklari yanlislarindan dolayi acimasizca tenkid ettiginden, devlet ileri gelenleri tarafindan pek sevilmedigi gibi, padisah olmasi da istenmiyordu. Devlet adamlarinin bu sekildeki görüslerine karsilik ordu, Selim'i destekliyor ve onun, babasinin yerine geçmesini istiyordu. Böylece ülke, asker ve sivil güçler arasinda iki farkli ve birbirlerine tamamen zit olan iki anlayisla karsi karsiya kalmisti.

    Sehzâde Korkud

    Bâyezid'in, hayatta kalan üç sehzâdesinin ortancasi idi. 872 (M. l467)'de dogan Korkud, dedesi Fâtih'in yaninda yetistiginden, tahsiline itina edilmisti. Bu sebeple âlim, fâzil, sair ve musikisinas bir sahisti. Islâm hukukuna dair genis bilgisi olup Arapça'yi hem anlar hem de yazardi. Babasina gönderdigi bazi mektupari Arapça idi. "Harimî" mahlasiyle siirleri vardi. Dedesi Fâtih'in vefatinda, babasi yetisinceye kadar onun adina saltanata vekâlet etmisti. Babasi zamaninda 888 ( l483 M. ) senesinde önce Manisa Sancagi'na tayin edilmisken, bilahere agabeyi Ahmed'in tesiriyle Istanbul'a uzak olan Teke ili (Antalya) Sancagi'na naklolunmustu. Ilk sancaginin kendisine tekrar verilmesi hususunda babasina mektup yazip istekte bulunduysa da bu istek, sarayca reddedildi. Babasinin ,Ahmed'e olan meyli de onu kizdiriyordu. Keza, Vezir-i A'zam Has'larindan olan ve kendisinde bulunan bir Has'sin, Hadim Ali Pasa'ya verilmesi kendisini çok üzmüstü. Bu sebepler ve memleketin fena idaresi onu kizdirir. Bu sebeple Hacca gitmek için hazirlik yapar. Böylece 8 gemi, 80 kadar asker ve 50 kadar maiyyeti ile l8 yük akça kadar para alir. Durumdan haberdar olan Sultan Bâyezid, Mevlâna Alaeddin (Imam Ali )'yi gönderip Izmir'in, sancagina ekledigini bildirir. Buna karsilik Korkud:

    "Bana saltanat gerekmez. Ben, Hz. Peygamber'i rüyamda gördüm. Beni, Hacca davet etti" diyerek babasinin gitmeme teklifini reddeder. Elçi dönüp durumu babasina anlattiginda Bâyezid: "Kazaya, rizadan baska çare yoktur" diyerek adamlarinin yerinde kalmasini emreder. Misir Sultani, Korkud'u çok güzel bir merasimle karsilar. Ona hediyeler verip ikramlarda bulunur. Hatta ona günlük 3000 filorilik bir maas baglar. Memlûk Sultani ile ilk görüsmede Sultan, onu evladi yerinde saydigi için gözlerinden, o da Memlûk Sultani'ni baba makaminda gördügü için gerdanindan öper. Görüldügü gibi Misir'da çok iyi karsilanan Korkud, amcasi Cem Sultan gibi bir maceraya atilmak üzeredir.

    Memlûk Sultani, onun tahta çikmak için kendisinden yardim istemeye veya babasi ile arasini bulmaya geldigini zannetmisti. Fakat onun gerçek niyeti, Kudüs ve Haremeyn gibi yerleri ziyaret edip hac etmekti. Ancak, Memlûk Sultani'nin, Osmanlilarla aralarinin açilmasina sebep olur endisesiyle onun hacca gitmesine izin vermedigi belirtilmektedir. Sehzâde Korkud'un, ülke ve memleket arzusu ile babasindan izinsiz gelmis olmasi, pisman olmasina sebep olmustu. Misir Sultani, 9l7 (l5ll M. ) yilinda geri dönen Sehzâdeyi 20 parça gemi ile ugurlar. Sancagina dönen Korkud, babasina pekçok hediyeler göndererek yaptiklarindan dolayi özür diler. Bunun üzerine bazi ilavelerle Saruhan Sancagi kendisine verilir.

    Sehzâde Ahmed

    Bâyezid'in, hayatta kalan en büyük oglu olup 870 (M. l465) yilinda dogmustur. Babasi tarafindan çok sevildigi gibi Vezir-i A'zam Hadim Ali Pasa da onun tarafini tutuyordu. Bu bakimdan, her an hükümdar olabilirdi. Sehzâde Ahmed, mutedil ve her seyi düsünerek ona göre tedbir alan bir kimse oldugundan, bir kisim devlet erkâni da, onun, babasinin yerine geçmesine taraftardi. Hatta Sah - Kulu (Seytankulu)'yu ortadan kaldirmakla görevlendirilen Hadim Ali Pasa, Sehzâde Ahmed'le görüstügü zaman kendisinin hükümdar olduguna dair padisah nâmina sehzâdeye teminat vermisti. Bununla beraber bu isin, Sah -Kulu isyaninin bastirilmasindan sonra gerçeklesebilecegini söylüyordu. Bundan dolayi Sehzâde Ahmed, kendisini hükümdar bilerek askere ve komutanlara ihsanlarda bulunuyordu. Bununla berabr kendisine bey'at ettirmek istedigi yeniçerilerin "Padisahimiz hayatta oldukça kimseyi hükümdar tanimayiz" diye onun bu pesin kararina karsi çikip red cevabi vermeleri, sehzâdeyi müteessir etmisti. Ahmed, en çok kardesi Korkud'un hükümdar olacagindan endise ediyordu. Sehzâde Ahmed'in en samimi taraftari olan Hadim Ali Pasa'nin, Sah - Kulu olayinda ölümü, bunun isini biraz bozmus ise de gerek babasi, gerekse diger devlet erkâni, bu arada Rumeli'de Mihalogullari ve diger beyler kendisini istiyorlardi. Hatta Rumeli akincilari " Biz, sana tabiyiz ne durursun" diye Ahmed'e haber göndermislerdi. Fakat Hadim Ali Pasa'nin ölümü üzerine onun Sah - Kulu asilerini takip etmeyip Amasya'a gidisi yeniçerilerin hosnutsuzluguna sebep olmustu.

    Sehzâde Ahmed, en büyük taraftari olan Hadim Ali Pasa'yi kaybedince çok üzüldü. Anadolu ve Kapikulu halkina agir sözler söyledi. Ordu ile arasindaki sogukluk bir kat daha fazlalasti. Hele Yavuz Sultan Selime'e Avrupa'da bir sancagin verildigini isitince hiddeti bir kat daha artmisti. Bu yüzden, Sah - Kulu isini bir tarafa birakarak, Selim meselesini takib etmeye basladi. Anadolu'yu Kizilbas'tan temizlemeye ugrasacagina Afyon'da oturarak Anadolu'nun yakilip yikilmasina ve halkin soyulmasina, devlet kuvvetlerinin yenilmesine âdeta seyirci kaldi. Günlerini, padisahlik hayallerinin tahakkuku için Edirne'ye ulak ve mektuplar göndermekle geçirdi. Sehzâdenin bu hali, Anadolu halki ve askerlerinin gözünden kaçmadi. Böyle bir tutum ve davranis, onun, halk nazarindaki itibarinin düsmesine sebep oldu.

    Sehzâde Selim ve Hükümdar Olusu

    Sultan II. Bâyezid'in hayatta kalan üçüncü oglu idi. Annesi Dulkadiroglu Alâuddevle'nin kizi Ayse Hatun'du. Babasinin Sancakbeyi olarak bulundugu Amasya'da dünyaya gelmis olup dogum tarihi 875 ( l470 ) olarak kabul edilmekle birlikte hicrî 87l veya 872 seneleri olabilecegi de belirtilmektedir. Selim de Sehzâde korkud gibi dedesi Fâtih'in yaninda büyüdü. Devrin hocalarindan ders aldi. Sehzâde Ahmed ve korkud'un yumusak huyluluguna karsilik Selim, sert, cevval ve hareketli idi. Sairlik yönü de bulunan Selim,Türkçe, Farsça ve Tatarca siirler söylerdi.

    Sehzâde Selim, babasinin, uzun zamandan beri bozulmaya yüz tutan devlet islerinden müteessiren saltanati terk edecegini haber aldigi için, tertibat almayi uygun görmüs olmalidir. Bilindigi gibi bu dönemde, hanedan içinde henüz bir "Verâset-i Saltanat Kanunu" bulunmadigindan, Fâtih kanunnâmesi geregince hükümdar olan sehzâde, diger kardeslerini "Nizâm-i âlem" için öldürebilirdi. Bu sebeple Selim, kardesleri olan Ahmed ve Korkud'un durumlarini gözden irak bulundurmuyordu. Bununla beraber, Istanbul'a uzak olmasindan dolayi saglikli haberler de alamiyordu.

    Sehzâde Ahmed, yumusakligi ve sakin hali ile bütün devlet erkâninin takdirini kazanmisti. Halbuki Selim, atakligi ve sertligi ile taniniyor, bu yüzden de kendisinden çekiniliyordu. Nitekim, bu siralarda Erzincan ve çevresinde faaliyette bulunan Sah Ismail'i o mintikadan uzaklastirdigi gibi, Gürcüler üzerine de sefer yaparak o taraflarda da kendisini göstermis oldugundan onun bu hal ve tavirlari babasina karsi " serkesâne vaziyet aldi" seklinde gösterilmisti. Sehzâde Selim, saltanati elde etmek isteyen kardeslerine karsi hazirliklar yapmis, kendisine bagli olan kuvvetlerden baska, Kirim Hani kuvvetlerinden de istifade etmisti. Nitekim, Rumeli'ye geçtigi sirada Kirim Hani'nin küçük oglu komutasinda yaninda üçyüz elli kadar Tatar askeri vardi. O, taraftarlari vâsitasiyle Yeniçeri Ocagi'ni da elde etmisti.

    Sehzâde Selim'in, Rumeli'ye geçtigi haberi Istanbul'a ulastigi zaman devlet erkâni, padisahi Edirne'ye götürmek üzere yola çikarmisti. Bu sayede Selim'in üzerine asker de sevk edilecekti. Bu durumu ögrenen Selim, " asi olmadigini ve babasina tazimlerini arz için geldigini " bildirmisti. Bu arada babasi tarafindan kendisine nasihatta bulunmak üzere gönderilen elçiye iltifatlarda bulunmustu.

    Selim'i sevmeyip onun aleyhinde bulunan kimseler, bu durumu kabul etmeyerek Selim'in üzerine Rumeli beylerbeyi Hasan Pasa'yi göndermislerdi. Fakat Hasan Pasa, harb etmeden Edirne'ye dönmüstü. Bunun üzerine padisah bizzat kendisi Selim'e karsi harekete geçmisti.

    Bâyezid, ihtiyar oldugundan araba ile hareket edip Çukurçayir'da Selim'in ordugahinin karsisina gelmisti. Selim, ordusuna, karsi taraftan bir taarruz vaki olmadikça harekete geçilmemesi emrini vermisti. Bu esnada, Sultan II. Bâyezid'e, binmis oldugu arabanin penceresinden, elini öpmek üzere gelen oglunun kuvvetleri gösterildigi zaman padisah, üzüntüsünden aglamisti. Sehzâde Selim'e taraftar olmalari ihtimal dahilinde buluan Rumeli akinci ve sancakbeylerinin istirham ve istekleri üzerine muharebeden vaz geçilerek iki taraf arasinda bir anlasma saglandi. Buna göre Selim'e bir heyet gönderilip simdilik babasi ile görüsmesine imkân bulunmadigi, bununla beraber Sehzâde Ahmed'in veliahd olarak tayin edilmeyecegi bildirilmisti. Ayrica, Rumeli'den istedigi Semendire sancaginini kendisine tevcih edildigi bildirildi.

    Bâyezid, sehzâdelerinden hiç birini, digerlerine tercih etmeyecek ve onlardan birini veliahd yapmayacagina dair bir de ahidnâme yazdirarak bu olayin ilk safhasini kapatmis oluyordu. Böylece veliahd tayini isini önlmeyi basaran Selim, emri altindaki askerle Semendire'ye gitmeyip, Rumeli beylerinin karari ile Eski Zagra ve Filibe taraflarinda kalarak Semendire'ye bir vekil göndermist.

    Vezir-i A'zam Hadim Ali Pasa'nin, Sah - Kulu olayinda sehid olmasi ve o siralarda, Karaman Valisi olan oglu Sehinsah'in vefat haberini almasi üzerine çok üzülen Sultan Bâyezid, Edirne'den Istanbul'a hareket edip saltanattan çekilmeyi düsünür. Böyle bir durumda kimin saltanata gelecegi meselesi tekrar gündeme gelir. Devlet erkâni, Sehzâde Ahmed'in, babasinin yerine geçmesine taraftardir. Fakat Hadim Ali Pasa'nin yerine Vezir-i A'zamliga gelen Hersekzâde Ahmed Pasa, bu görüse katilmamaktadir. Bununla beraber yapabilecegi fazla bir sey de yoktur. Daha önce Selim'e hiç bir sehzâdenin veliahd olmayacagina dair söz verilmis olmasina ragmen Ahmed, tahta geçmek üzere Istanbul'a davet edilir. Filibe'de bulunan Sehzâde Selim, adamlari vâsitasiyle bütün bu görüsme ve gelismelerden haberdar olur.

    Selim, alinan kararin, kendisine verilen ahidnâmeye aykiri oldugunu görünce 40 bin kisilik bir kuvvetle Çorlu'da babasinin kuvvetlerinin bulundugu Karisdiran Ovasi'na gelir. Sehzâde Ahmed taraftarlari, II. Bâyezid'i, Selim'in aleyhine tahrik için arabasinin örtüsünü kaldirarak "Elinizi öpmeye gelen oglunuzun kuvvetini görün, müretteb ve müsellah (silahli) askerlerle ogul babayi böyle mi ziyaret eder?" diyerek padisahi ogluyla savasa tahrik etmislerdi.

    9l7 Cemaziyelevvel'inin sekizinci günü (Agustos l5ll )'de iki taraf arasinda meydana gelen muharebe, Selim'in aleyhine sonuçlanir. Bundan sonra, Sehzâde Ahmed'in hükümdarligi kesinlesmis gibi olur. Bu sebeple Ahmed Istanbul'a davet edilir. Bununla beraber Hersekzâde Ahmed Pasa, daha önce verilmis ahidnâmeye sadik kalinmasini isteyecek ve fakat sözünü dinletemeyecektir. Sehzâde Ahmed, aldigi emir üzerine sür'atle Istanbul'a dogru yola çikip Gebze'ye, oradan da Maltepe'ye gelir. Fakat yeniçerilerin kendisini istememeleri ve Istanbul'da bazi isyan hareketlerine girismeleri üzerine tekrar Anadolu'ya döner.

    Selim'in aleyhtarlari, Ahmed'in muvaffak olamamasi üzerine bu defa da Sehzâde Korkud'u hükümdar yapmak üzere onu Istanbul'a davet ederler. Manisa'da bulunan bu sehzâde, sür'atle Mihalic'e, oradan da kayiklarla Davut Pasa iskelesine gelip karaya çikar. Önce yeniçeri ocagina gitmis sonra babasini görüp kardesi Ahmed'den kaçtigini söyler. Yeniçeriler, Korkud'a karsi saygida kusur etmezler, ancak Selim'den baskasini hükümdar olarak istemediklerini de münasib bir sekilde anlatirlar.

    Bütün bu gelismeler karsisinda, idareyi Selim'e terk etmekten baska çare bulamayan II. Bâyezid, oglu Selim'i Istanbul'a davet eder. Sehzâde Selim, kara yolu ile Kefe'den Akkirman'a oradan da Rumeli'ye geçip Istanbul'a gelir.Devlet erkâni tarafindan karsilanip tebrik edilen Selim'in, Divân-i Hümayûn'a gelip babasinin elini öpmesi istenir. Fakat bir suikast olur endisesiyle Selim, ancak at üzerinde babasi ile görüsmeyi kabul eder. Ertesi gün Selim, bütün devlet ricalinin hazir bulundugu bir sirada babasi ile görüsür. Bâyezid, oglunun hükümdar olmak istedigini ve askerle bir kisim devlet adaminin da bunu destekledigini görünce, diger sehzâdelerden herhangi birinin kendisine muhalefet etmedikçe öldürülmemesi sözünü de aldiktan sonra saltanati kendisine terk eder. Böyece 8 Safer 9l8 Cumartesi (25 Nisan l5l2) günü vezirler saraydan çikip Selim'in saltanata geçtigini ilan ederler. Yavuz Sultan Selim'in tahta geçis tarihi olarak 7 Safer gününü veren kaynaklar da (M. Süreyya, Sicill-i Osmanî, I, 38) bulunmaktadir. Bundan sonra Selim gelip babasinin elini öper ve onun hayir duasini alir. Bu esnada II, Bâyezid, ogluna su ögüdü verir:

    Kâfirin katline eyle ihtimam

    Kim anunla tutar din-ü mülk nizâm

    Padisah oldunsa adli pise et (önde tut)

    Zulm-ü bidad (adaletsizlik) eyleme endise et

    Merhamet et âciz u bi-çareye (çaresize)

    Sefkat eyle bi-kes (kimsesiz) u âvareye

    Tangri içün it ehl-i ilme ihtiram

    Derdmend ( dertli)in hatirin hos gör müdam

    Müfsidin neslini kes ger sah isen

    Adle meyl et bende-i Allah (Allah'in kulu) isen.

    Öyle anlasiliyor ki Yavuz Sultan Selim, babasina, kardesleri rahat durduklari müddetçe hayatlarina dokunmayacagina dair söz vermisti. Verdigi bu söz sebebiyle gelisi ve tahta çikisi esnasinda, Istanbul'da bulunan kardesi Korkud'a saygi gösterdi. Onu, Saruhan Sancakbeyligi'nde birakti. Kirim Hani'na bir mektup yazarak padisah oldugunu ve yaninda bulunan Sehzâde Süleyman'i göndermesini bildirdi. Yavuzun, padisah olusu, gerek Istanbul, gerekse bütün bir devlette büyük bir sevinç ve cosku ile karsilandi. Hakkinda medhiyeler yazildi. Fakat kardesi Sehzâde Ahmed ve ogullari bu haberi hiç begenmediler. Bu sebeple Murad (Ahmed'in oglu ) Amasya'da, Ahmed ve Alâeddin Konya'da Selim'in hükümdarligini tanimadilar. Onlar da müstakil birer hükümdar gibi yasamaya basladilar.

    Selim'in tahta geçisi, gerek Osmanli, gerekse Sünnî Islâm dünyasi için hayirli bir hareket olmustu. Zira, bir bakima Iran'in ileri karakolu olarak vazife gören Siîlik, II. Bâyezid döneminde Osmanli topraklarinda faaliyet gösterirken, Sünnî akide ve tarikatlar, bu istilaci hücuma ayni cins silahlarla mukabele edemiyorlardi. Daha önce de temas edildigi gibi bir "Mehdi" hikayesinin arkasina siginan bu sekavet ve saltanat ihtirasinin maskesini düsürmek gerekiyordu. Bu da ancak Selim gibi ileriyi gören, ufuktaki büyük tehlikeyi sezen, sert, cevval ve dirayetli bir idareci ile mümkün olurdu. Ülkeye sizmaya çalisan bu Siîlik tehlikesi, onu, babasina karsi gelmeye kadar götürdü. Kendisinin ve memleketin halini " pederimle görüsüp ahval-i devleti sifahen arz etmek muktezay-i maslahattir" diye ayak diredigi halde, kendisini istemeyen devlet adamlari, onun bu talebini yerine getirmekten siddetle çekindiler. Onlar, sadece babasinin elini öpmeyi kast eden bir kimse, böyle bir ordu ile nasil gelir diyerek babasi ile görüsmesine bile müsaade etmediler. Onlara göre yasli hükümdar, tahtini ogullarindan birine terk edecekse, bu, herhalde ele avuca sigmaz Selim degil, babasi gibi yavas ve halim Sehzâde Ahmed olmaliydi.

    Anlasildigi kadari ile Selim, her iki kardesini de Osmanli tahti için kifayetli görmüyor ve dedesi Fâtih Sultan Mehmed'den sonra devletin maruz kaldigi tehlikeleri ortadan kaldiracak ve bükülen belini, sadece kendi çabalarinin dogrultabilecegine inaniyordu.

  6. Alt 09-17-2008, 17:03 #256
    Sarax Mesajlar: 678
    II. BÂYEZID'IN SAHSIYETI VE VEFATI

    O, yaratilisi itibariyle, babasina pek benzemiyordu. Bu yüzden onun kadar hareketli, cevval ve atak degildi. Bu sebeple o, daha sakin ve daha rahat bir hayati seviyordu. Bu bakimdan, onun hayatini, iki devreye ayirmak mümkündür. Bunlardan biri, sehzâdelik hayati ile saltanatinin ortalarina kadar olan dönem, digeri de belirtilen dönemden itibaren, ölümüne kadar geçen devredir. Yerli ve yabanci kaynaklar onun yasantisi ve özellikleri hakkinda bize tafsilatli bilgiler vermektedirler. Nitekim, Venedik elçisi Andre Gritti, onu söyle tavsif eder:

    "Bâyezid'in boyu ortadan yüksek olup rengi zeytunîye çalar. Çehresi, zihnen ciddi ve agir seylerle mesgul bulundugunu gösteriyor. Fitratan magmum ve mahzundur. En mes'ud hadiselerin zuhûrunda bile asla sevinip fazla gülmez. Hiç sarap kullanmaz, az yemek yer, ata binmekten pek zevk duyar, giriftar oldugu nikris illeti men etmezse en sevdigi sey av eglenceleri ve at talimleridir. Dinî merasimin hiç birini ihmal etmez, pek çok sadaka dagitir. Felsefede behre ve malumati olmakla övünür, kozmografa (astronomi) ile fazla mesgul olur."

    Bâyezid, gerek faziletli bir hükümdar olusu, gerekse iyi ahlâkindan dolayi komsu hükümdarlar ve kendileri ile anlasma aptigi devlet reisleri üzerinde bir hürmet hissi uandirmisti. Kendileri ile birçok defa muharebe etmis olmasina ragmen Misir'da vefati duyulunca, gerek Memlûk hükümdari, gerekse Kahire halki tarafindan giyabî cenaze namazi kilinmisti.

    II. Bâyezid, saltanati oglu Selim'e devr ettikten sonra, arzusu üzerine yirmi yük (2 milyon akça) yillik maas tayiniyle dogum yeri olan Dimetoka'ya gitmek ister. Bâyezid Han, yasli ve rahatsiz olmasina ragmen bu yolculuga çikmak ister. Yavuz Sultan Selim, Edirnekapi'ya kadar yaya olarak babasina refakat edip onu tesyi eder. Bu arada baba, ogluna devlet idaresi hakkinda tecrübelerine dayanarak nasihatlarda bulundugu gibi, oglu da onun hayir duasini taleb ederek ellerini öper. Babasinin arzusu üzerine Edirnekapi'dan geri döner. Yavuz Sultan Selim, babasinin hizmetinde bulunmak üzere Rumeli beylerbeyi Hasan Pasa ile Defterdar Kasim Çelebi'yi ve Tabib Ahî Çelebi denilen Mehmed b. Kemal'i tayin edip gönderir. Bâyezid, daha Dimetoka'ya varamadan yolda vefat eder. Vefat yeri hakkinda farkli bilgiler bulunmaktadir. Buna göre onun vefat ettigi yer: Çekmece, Sazlidere, Çorlu'nun yakinlari, Edirne yakinindaki Sögütlüdere veya Hafsa kasabasinin Abalar köyünden biridir. l0 Rebiülevvel 9l8 (26 Mayis l5l2)'de Nikris illetinden vefat ettigi zaman 67 yasinda bulunuyordu. Babasinin ölüm haberini alan Yavuz Sultan Selim çok üzüldü. Korkud, Ahmed ve diger sehzâdeler de haberi duyunca üzüldüler. Halk da üzülmüs olacak ki, karalar giymeye basladi. Yavuz, Yunus Pasa'nin, na'si Istanbul'a getirmesini emretti. Yunus Pasa da na'si yikatip kefenleyerek Istanbul'a getirir. Basta Yavuz Sultan Selim olmak üzere ulema, devlet erkâni ve halk tabutu karsiladilar. Bundan sonra cenaze namazini kilip onu, yaptirdigi câmiin önündeki hazir olan kabrine defnettiler. Yavuz, babasinin kabri üzerine altigen bir türbe yaptirdi.Türbe için, türbedâr, hafiz ve bakicilar tayin etti. Bunlar, gece gündüz onun ruhu için hatimler indirip dualar ettiler.

  7. Alt 09-17-2008, 17:04 #257
    Sarax Mesajlar: 678
    YAVUZ SULTAN SELIM

    Kaynaklarin, ortaboylu, toparlak ve kirmiziya çalan beyaz yüzlü, çatik kasli, beyaz disli, omuzlari ile gögüs arasi açik, sakalsiz, pala biyikli, sert bakisli, cesur, gayretli, çok mahir bir avci, harp sanatinda emsalsiz bir komutan olarak bildirdikleri Yavuz Sultan Selim, âlim ve edipleri seven, Sark dillerinden Arapça ve bilhassa Farsça'ya tam manasi ile vâkif bir hükümdar idi. Kendi el yazisi ile olan Farsça manzumeleri, Topkapi Sarayi Müzesi Arsivi'nde bulunmaktadirlar. Yavuz Sultan Selim, hem Farsça hem de Türkçe siir söyleyebiliyordu. Farsça olan Divân'i l306 yilinda Istanbul'da basilmis olup, l904 tarihinde de Alman Imparatoru Wilhelm II.'nin emri ile Paul Horn tarafindan Berlin'de yeniden nesredilmistir. Trabzon'daki valiliginden itibaren meclisinde sairleri bulundurmayi aliskanlik haline getirmisti. Câfer Çelebi, Ahi ve Revânî, onun meclisinin müdavimleri idiler. Siyer ve Tarih ilminde epey mütalaasi oldugundan bu konuda mahir bir sahsiyet olarak kendisinden söz edilmektedir. Bos zamanlarini âlim ve ediplerin meclislerinde geçirmekten hoslanirdi. Ilmi sever ve ülemaya hürmet ederdi. Tarih, felsefe ve tasavvuf sahalarinda genis bir bilgisi vardi. Özellike edebî bir lisanla ve pek muglak olan "Tarih-i Vassaf"i çokça mütalaa ederdi ki bu, onun ilimdeki yüksek vukufunu göstermektedir. Hazarda olsun seferde olsun, vakit buldukça ilmî mütalaalar ile mesgul olurdu. Nitekim, Misir'dan Istanbul'a gelinceye kadar Ibn Tagriberdî'nin "en-Nücûmu'z-Zâhire" adli eserini Ibn Kemâl'e tercüme ettirerek menzillerde parça parça kendisine takdim edilen tercümeleri okurdu. Yine o, Misir'daki ikameti esnasinda, Hind ve Çin haritalarini yaptirmisti. O, sair, mutasavvif ve filozof bir hükümdardi.Uzunçarsili'nin degerlendirmesiyle o, Osmanli hükümdarlari arasinda ilim itibariyle en yüksegi idi. Sam'in Sâlihiyye semtinde câmi ve imâret insa ettiren Yavuz Sultan Selim, oradaki Muhyiddin Arabî'nin türbesini de bulup yaptirdi. Böylece o, ( ) Sam'daki bu tesisler ile Konya'da Mevlevî Tekkesi'ne getirdigi sudan baska bir hayir yapamamisti. Zira benzer hayir isleri için fazla zaman bulamamisti. Hatta Istanbul'daki kendi câmiinin bile temellerini attirmis fakat ikmâline imkân bulamamisti. Osmanli Devleti'nin 9. hükümdari olan Yavuz Sultan Selim, Müslüman - Türk âleminin ilk halifesi olarak dünyada ilk defa "Hâdimu'l-Haremeyn es-Serifeyn" ünvanini almisti. Babasi II. Bâyezid, annesi Dulkadiroglu Alaüddevle'nin kizi Ayse Hatun'dur. Babasinin sancak beyi olarak bulundugu Amasya'da dünyaya gelen sehzâdenin dogum tarihi hakkinda verilen kayitlar, hicrî 87l, 872 ve 875 (m. l466, l467 ve l470) yillari seklinde epey farkliliklar göstermektedir.

    Kaynaklar, Ikinci Bâyezid'in, hayatta kalan ogullarinin en küçügü olan Yavuz Sultan Selim'in, sahsiyeti ve yönetimdeki enerjisi hakkinda yeterli bilgi verirler. Kendi ifadesine göre, Trabzon Sancak beyligine 887 (l482) veya 892 (1487) yilinda tayin edilmisti. Öyle anlasiiyor ki o, diger sehzâdelere göre daha cevval ve enerjikti. Ileri görüslü bir sehzâde olan Selim, sert bir yaratilisa sahipti. Yapacagi islerde karar vermeden önce çok düsünür, etrafindakilerle konusur ve bundan sonra kat'i bir karara varirdi. Istisare ve arastirmadan sonra varilan karardan dönmezdi. Bu konuda önüne çikacak bütün engelleri ortadan kaldirmak gayesiyle elinden geleni yapardi. Kararlarini uygulayabilmek için planli bir sekilde çalisirdi. Adam seçmesini iyi bilirdi. Bütün bunlar, onun, pâdisah olmasinda ve basarili isler yapmasinda birinci derecede rol oynadi. Babasinin yerine geçip Osmanli tahtina oturmayi kafasina koydugu zaman, en çok güvendigi adamlarini Istanbul veya sehzâdeler yanina gönderdi. Onlardan aldigi raporlar sayesinde gerekli tedbirleri alarak, varmak istegi hedefe emin adimlarla ulasmaya çalisti.Zira adamlari nasil hareket etmesi gerektigi hakkinda da kendisine yol gösteriyorlardi. Onun, tahta geçmeden önce kullandigi casuslar, Istanbul, Edirne ve Amasya'da esen havayi koklamakla kalmadilar, ayni zamanda Selim hakkinda genis propaganda yapma imkânini da buldular. Istihbarati saglam olan bu adamlari sayesinde dünya siyasetine de vâkif bulunuyordu. Bundan dolayi cülûsundan önce taninmayacak bir sekilde Iran ve Arabistan'i gezdigine dair söylentiler çikmisti. Devlet hazinesini devamli surette dolu tutmak ister, debdebe ve ihtisamdan hoslanmazdi. Sadeligi severdi. Milletleri idare etme hususunda büyük bir kabiliyet göstermisti. Ülkesinin her tarafinda yalniz adaletin hakim olmasini isterdi.

    Gerek Selimnâmelerde, gerekse diger kaynaklarda onun nasil bir hükümdar olduguna, tebeasi (halki) için nasil çalistigina, devletinin daha iyi bir sekilde idare edilip bütün Müslümanlari nasil bir birlik altinda toplayacagina ve bizzat kendi özelliklerine dair epey bilgi bulunmaktadir. Kesfî'nin Selimnâmesi'nde ifade edildigi üzere tahta geçtigi gün, babasi II. Bâyezid, kendisine bazi tavsiyelerde bulunarak söyle demisti:

    "Ey nur-i didem (ey gözümün nuru) ve ey surûr-i sinem, bugün ki emr-i Rabbânî ve takdir-i Yezdânî birle mâlik-i mülk-i diyar ve serîr-i saltanata sehr yar oldin, gerekdir ki âd u sanimiz ve nâm u nisanimiz gözleyip ve âbâ-i kiramimiz ve ecdad-i izamimiz izini izleyüb sâhân-i kadim muktezasinca ve padisahân-i azim müddeasinca def'-i mezâlim-i esrâr (kötülerin zulmünü ortadan kaldirip yok etmek) ve ref'-i mekâdir-i ahyar kilub nâm-i nikle (iyi bir isimle) âleme tolasin..." Kesfî'nin, devam eden ifadesinde, Yauz Sultan Selim'in, babasinin bütün isteklerini yerine getirdigini, iyi ve bilgili insanlarla nasil istisarede bulundugunu, dogruluktan ve devlet ile halkin menfaatlerini kollamaktan ayrilmadigini ögreniyoruz. Hammer, Cenabî'nin, kismen sadelestirdigimiz asagidaki ifadeleri ile ondan su sekilde bahseder:

    Selim, uzun boylu idi. Giyimine dikkat etmeyi severdi. Ince zevki ve zerafetiyle temayüz etmisti. Kaftani kiymetli islemelerle süslü idi. Kendisinden önceki hükümdarlar silindirik biçimde ve asagi kisminda tülbent sarili bir kavuk giymislerdi. Sultan Selim ise bunun yerine yuvarlak ve yukarisi tamamiyle sal ile örtülmüs bir kavuk kabul etti ki, buna "Selimî" denilmektedir. Kendisinden öncekiler sakal biraktiklari halde o, sakalini tiras ettirerek biyiklarini birakti. Yuvarlak yüzlü olan Yavuz Sultan Selim'in gözleri büyük ve parlak idi. Siyah ve sik kaslari ile büyük biyiklari da onun bütün güçlü ve heybetli niteliklerini belirten sahsiyetini karekterize ediyordu. Fikrinde cür'et ve ziyadesiyle selamet vardi. Siiri sever ve muvaffakiyetle söylerdi. Öfkeli, sert, baskiya egilimli olarak kendisini bütünü ile halkin islerine hasretmisti. Yeryüzünde düzeni koruma azminde idi. Bu yüzden savasi ihtirasli denecek sekilde severdi. Onun bu karekteri, yeniçerilerin kendisini sevmesine sebep olmustu. Benzeri görülmeyecek kadar olaganüstü bir dinamizme sahipti. Ne yeme - içmeye, ne de harem zevklerine düskündü. Günlerini avlanmak veya silah kullanmakla geçirmeyi arzu ederdi. Zamaninin çok azini uykuya ayirdigindan gecelerinin büyük bir kismini tarih veya Farsça siirler okumakla geçirirdi. Olaganüstü bir zekâya sahip büyük bir padisahti. Çogu zaman halk arasinda gezer ve taninmamak için her defasinda elbisesini degistirirdi. Birçok mahremleri vardi ki, her tarafa girip çikar ve olup biten seylerden kendisine haber getirirlerdi. Selim, Iran, Türk ve Arap siirinde temayüz etmisti. Misir seferi esnasinda Ravza Adasi'nda bulundugu sirada, emri üzerine insa edilmis bir Arap köskünün duvarina kendisine ait olan iki beyit yazdirmistir." Hammer'in, Yavuz Selim'le ilgili olarak gerek Cenabî, gerek baska kaynaklardan yaptigi pek çok alinti bulunmaktadir. Bununla berber biz bunlarin üzerinde fazla durmaksizin, hemen hemen bütün kaynaklarin verdigi bilgilerle onu söyle tanitmak istiyoruz:

    "O, Pâdisahlik hasletlerini tamamiyle sahsinda toplayan, sert ve sasmaz bir disipline, tuttugunu koparir bir azim ve iradeye, son derece cevval bir dinamizme sahip oldugu için Osmanlilarca "Yavuz" adi ile anilan bir sultandi. Babasinin feragati üzerine cihanin en büyük askerî ve siyasî kudretine sahip olan Osmanli hakanlik tahtina çikti.

    Yavuz Sultan Selim de l5l0 senesinde Korkud gibi pâdisah olmayi kafasina koymustu. Bununla beraber belirtilen senede Sehzâde Ahmed'in padisah olacagi sayiasi yayilmisti. Bu durum karsisinda sehzâdeler sancak degistirmek ve Istanbul'a daha yakin olmak için babalarina basvuruyorlardi. Nitekim bu sebeple Yavuz da babasina bir mektup göndererek Trabzon'dan sikâyet ediyordu.O, mektubunda söyle diyordu:

    " Bu vilayette galle cinsinden nesne bitmeyüb killeti ve zarureti aleddevam oldugu sebepten sancak beyi olanlar, acz ve furûmande kalurlar imis. Tereke tasradan gelür imis. Bende-i fakir geleliden beru hemçünan galle gemi ile ve bazi Türkman canibinden gelür. Bu yerin bid'ati ziyade olmagin evvelki zamandan simdi az gelür olmustur. Bizim hod bir gemi yapmaga takatimiz yoktur. Kendu maslahatimiza göre amma tereke bulundugu takdirde dahi bu miktar dirlikle ne verecek ve ne alacak bulunur. Elhasil bu mertebede zaruret çekilir ki, vasf olmak hadd-i imkândan hariçtir. Hâsâ, Hüdâvendigâr'in eyyam-i devletinde ki, bende-i hakir a'da agzinda bir vechle killet ve zaruret içinde kalub a'da halimize muttali ola. Iç illerde refahiyette olan sehzâde bendelerünüz bunca âli himmetle yaylaklarinda ve âb-i revanda ve mürg ü zarlu sahralarda her nev'iyle huzurda ve refahiyette iken mezid-i merhamet rica ederler. Ümmizdir, yevmen fe yevmen ziyade rif'atte ve refahiyette olalar. Halbuki bende-i zaif dokuz tümen Gürcistan agzinda ve Sark vilayetinin serhaddinde bir girdab içinde kalub sey'-i kalil dirlikle zindegâni oluna ki, dosta ve düsmana cevab verub, Hüdâvendigâr sag olsun. Eger bende-i fakirden kat'i nazar olunmadiysa sefkat-i sultanî ve inayet-i hakanî dirig olunmayub himmet oluna ki, bu yerde zindegâniye takat kalmadi..." Yavuz'un, bu ve benzeri mektuplarla babasina bildirdigi istekleri, Sehzâde Ahmed'in baskisi yüzünden yerine getirilemiyordu.

  8. Alt 09-17-2008, 17:04 #258
    Sarax Mesajlar: 678
    YAVUZ'UN SÖHRETININ ARTMASI

    Daha önce de temas edildigi gibi, Sehzâde Ahmed, babasi II. Bâyezid'in yerine tahta aday gibi görünüyordu. Bununla beraber o, Amasya'da hükümdarlara yakismayacak bir takim eglencelere katilip eglenirken Yavuz Sultan Selim, Iran'in da etkisiyle gerek doguda gerekse Anadolu'nun baska bölgelerinde bir felâket halini almis olan Kizilbas tehlikesini önlemeye çalisiyordu. Yavuz, gittikçe artan Kizilbas propagandasinin korkunç ve tehlikeli bir hal aldigini gören ilk sehzâde oldu. Tehlikeli bu durumu defalarca babasi ile sadrazama yazdi. Bununla beraber onlardan ciddi ve sonuç verici bir tepkinin gelmedigini gördü. Bu sebeple doguda ortaya çikan ve devletin siyasî varligina kast eden bu yanginin söndürülmesi için, Anadolu'nun degisik bölgelerinden gelen yigitler ile Erzincan ve Iran üzerine akinlarda bulundu. Bu hareketiyle o, Siîlige karsi Sünnîligin tabiî lideri durumuna geldi. Onun bu seferlerini haber alan yigitler Trabzon'a kostular. Bunlar, içten gelen bir arzu ve sevk ile dögüsmeye basladilar. Zira bunlarin anlayisina göre bu bir cihâd idi. Bu akinlardan sonra memleketlerine dönüp vardiklarinda, etraflrinda toplananlara Yavuz'un kahramanlik ve yigitliklerini anlatmaya basladilar. Insanlarin toplu olarak bulunduklari yerlerde "ozanlar türkü çikarup " Yürü Sultan Selim devrân senindür" kelimatini zikreder oldular...

    Sehzâde Korkud ile Ahmed, iç bölgelerde yasarken Yavuz sinirda çarpisiyor, ilerisi için lâzim olacak bilgi ve tecrübeleri elde etmeye çalisiyordu. Bu durum, hem halk hem de Kapikulu askerlerinde Yavuz'un, dedelerinin yolunda yüreyebilecek yegâne padisah namzedi oldugu kanaatini uyandirmisti.

    Bilindigi gibi, Müslüman bir topluma istinad eden bünyesi ile Osmanli Devleti, Islâm Hukukunu, devletin bütün organlarinda uygulamaya gayret ediyordu. Bu arada "ilây-i kelimetullah" anlayisinin bir sonucu olan "cihâd ve gazâ" fikri de devlet ile halk için yerine getirilip yapilmasi geren bir farz olarak telakki ediliyordu. Gerçekten devletin siyasî, idarî ve askerî organlari da buna göre düzenlendikleri gibi elemanlari da buna göre yetistirilmislerdi.

    Muhtemelen, sartlarin zorlamasi sonucu olarak II. Bâyezid döneminin sonlarinda Kapikulu, Akinci ve Timarli askerler, bir nevi istirahata çekilmislerdi. Onlar, eski sefer ve zaferlerin hikâyelerini anlatmakla ömürlerini geçirir olmuslardi. Nigbolu'lar, Varna'lar ve Kosova'lar âdeta dillerde dolasan birer masal olmuslardi. Damarlarinin her atisinda kahramanlik ve yigitlik darbeleri bulunan er ve beyler, eski günlerin hasretini çekiyor, tarihe yeni destanlar yazdiracak büyük bir liderin gelmesini sabirsizlikla bekliyorlardi. Iste bu lider, Trabzon'dan seferleri ve haykirislariyla zaferlere susamis olan bütün bir tebeaya nurlu ve parlak günlerin isaretini vermeye baslamisti.

    24 veya 25 Nisan l5l2 (7 veya 8 Safer 9l8)'de padisah oldugu zaman 46 yasinda olan Yavuz Sultan Selim, devlete karsi zararli bir faaliyette bulunmadiklari takdirde kardeslerine dokunmayacagina dair babasina söz vermisti.

    Padisahligi resmen devr aldiktan sonra, babasi ile ayni sehirde kalmalari mahzurlu görüldügü için II. Bâyezid, Dimetoka'ya gitmek üzere yola çikmisti. Yavuz da onu belli bir yere kadar ugurlayip dönerken, yeniçerilerin tüfek ve kiliçlarini çattiklarini, yeni padisahi da bunlarin altindan geçirmek istedikleri haberi verilir. Bu sekildeki bir hareketten yeniçeriler, padisahin kendilerine "râm" olacagini ve belki de bol bahsis verecegini umuyorlardi. Fakat umduklarini bulamadilar. Çünkü, onlarin kiliçlari altindan geçmeyi bir yenilgi alâmeti sayan Pâdisah, Yedikule'de babasina ait oldugunu söyledigi hazineleri almak bahanesiyle yol degistirdi. Böylece yeniçerilere görünmeden saraya geldi. Ancak onun bu sekilde hareket etmis olmasi, yeniçerilerin saraya gelerek "Caize" istemelerine engel olamadi. Bunun üzerine hükümdar, sayilari takriben 35.000 civarinda olan kapikullarinin mensuplarindan her birine ikiser bin akça cülûs bahsisi ve ayrica süvarilere 5'er, yayalara (piyade) da 3'er akça cihet-i aslîlerine (maaslarina) terakki vermek (zam yapmak) suretiyle ise baslamis oldu.

    Yavuz Sultan Selim tahta çiktiktan sonra ilim adamlari, devlet erkâni ve memleketin ileri gelenleri, gelip kendisini tebrik ederek bey'at ederler. O da babasinin dönemindeki görevlileri yerinde birakarak gerekenleri yaptiktan sonra ellerini kaldirip söyle dua eder: " Ya Rabbi, senin kudretin, beni saltanata getirdi. Bana devlet ve saltanat islerini kolaylastir. Ona riayet etmeyi bana nasib eyle."

  9. Alt 09-17-2008, 17:04 #259
    Sarax Mesajlar: 678
    SEHZÂDELER MESELESI

    Yavuz Sultan Selim, idareyi ele geçirdigi zaman, düsmanlari sindirilmis ve hududlari saglama baglanmis bir Rumeli'ye karsilik, devletin gelecegine göz dikmis Sark (Dogu) düsmanlariyla yüz yüze gelmisti. Fakat iç emniyet saglanmadan disari ile ugrasmak mümkün degildi. Her saltanat degisikliginde oldugu gibi, yine taht rakibi birkaç sehzâde çikabilirdi. Bunlar, tahti ele geçirmek için komsu bazi devletlerle anlasmalar da yapabilirlerdi. Böyle durumlarda üzerinde ittifak edilen konu, genellikle kendileri ile anlasilan devletlere bazi bölgelerin terk edilmesi seklinde oluyordu. Bu yüzden, bazi sehzâdelerin basinin gitmesi gerekiyordu. Ne çare ki, onlar gitmeyecek olsa, memleket gidecek veya memlekette kan gövdeyi götürecekti. Memleketi ve bütün bir tebeayi (vatandasi) böyle bir duruma sokmamak için Osmanli hükümdarlari gözlerinden yaslar aka aka kardeslerini ortadan kaldirmayi adeta bir vazife biliyorlardi. Zira bu, memleketin selâmeti için gerekliydi. Bununla beraber, daha önce de belirtildigi gibi Yavuz Sultan Selim, zararli bir faaliyete girismedikleri takdirde kardeslerine bir fenalik yapmayacagina dair babasina söz vermisti. Bu söze ragmen o, agabeyleri olan Sehzâde Ahmed ile Sehzâde Korkut'un durumlari ile yakindan ilgileniyordu. Zira elde ettigi devlet idaresinin ve tahtinin temellerinin saglamlasmasi bir bakima bu ilgiye bagliydi. Aksi takdirde tahti ile birlikte devlet de elden çikabilirdi. Devletin elden gitmesi bir tarafa, zarar görmesi dahi bütün bir Müslüman toplumun yok olmasi veya baska din mensuplarinin idaresine girmesi demekti. Nitekim kisa bir süre içinde cereyan eden hadiseler, Yavuz Sultan Selim'in bu ilgi konusunda ne kadar hakli oldugunu ortaya koyacaktir.

    Gerçekten, Sehzâde Ahmed, kardesi Selim'in, babasinin yerine tahta geçmesini bir türlü kabul edememisti. O, gerek babasinin, gerekse devlet adamlarinin vaadleriyle kendisini Osmanli tahtinin tek varisi olarak biliyordu. Tahti ele geçirmek için de her seyi yapmaya hazirdi. Onun, devletin yönetimini ele geçirme faaliyetleri yüzünden Sultan Selim, Ahmed gailesini bertaraf etmek üzere hazirlanmak zorunda kalir. Zira Ahmed, babasi II. Bâyezid'in sagliginda hükümdar olmak üzere harekete geçmis, Üsküdar'a kadar gelmis, fakat yeniçerilerin müdahelesi sonunda geri dönerek Konya'ya çekilmis ve orada hükümdarligini ilan ederek her tarafa hükümler göndermeye baslamisti. Ahmet. Konya'da padisahligini ilan etmekle kalmamis, ayni zamanda oglu Alaeddin'i göndererek l9 Haziran l5l2'de Bursa'yi da ele geçirmisti. Alaeddin, Bursa Subasisi'ni öldürterek Hutbe ve Sikkeyi babasi Sultan Ahmed adina çevirtmek ister. Fakat Bursa halki buna karsi direnerek Selim'e bagli olduklarini göstermeye ve ona itaat etmeye devam eder. Lütfi Pasa, Alaeddin'in Bursa'da yaptiklarini çok özet bir sekilde su ifadelerle nakleder: "Sultan Alaeddin, Bursa'ya gelüp ve Bursa'yi zapt edüb subasisini ve Sultan Selim'e tabi olanlarin ekserin (çogunu) kiliçtan geçürüp ve mîrîye müteallik emvâli (mallari) zapt edüp ve sehirlisinden dahi nice mal ve menal alub ve babasi Sultan Ahmed adina Hutbe okudub" Lütfi Pasa'nin verdigi bu bilgi, Sehzâde Alaeddin'in, Bursa'da yaptiklarini ortaya koyup sergiledigi gibi, babasinin, hükümdar olarak vazifeyi deruhte etmesi halinde yapabilecegi isler hakkinda da bir ip ucu vermektedir. Sehzâde Ahmed, böyle bir hareket karsisinda Selim'in sessiz kalmayacagini kestirmis olmali ki, yaninda bulunan ve kendisini destekleyen devlet adamlarinin tesviki ile yardim talebinde bulunmak üzere oglu Murad'i da Sah Ismail'e göndermisti. Sah Ismail'in izniyle etrafinda 20 bin civarinda asker toplanir. O da gelip Tokat taraflarinda halka eziyet etmeye baslar. Ordusunda bulunan Kara Iskender, onun hem komutani hem de akil hocasi idi. Öbür taraftan Sah Ismail'in adami Nur Ali de etrafi yakip yikiyor ve " Il ü gün Sah Ismail'indir" diye ilan ediyordu.

    Sehzâde Ahmed ve ogullarinin hareketleri, halk üzerinde çok kötü tesirler meydana getirmeye baslar. Zira halk, daha önce alismis oldugu sukûnet, devlete güvenme ve haksiz bir sekilde vergi vermeme prensipleri artik ortadan kaldirilmis, idareyi ele geçirmek isteyen bu insanlarin keyfine göre vergi vermek ve onlara hizmet etmekle yükümlü tutulmustu.

    Öbür taraftan Yavuz Sultan Selim, Kefe'de bulunan oglu Süleyman'i Istanbul'a çagirip onu, yerine Kaim-i makam (Kaymakam) biraktiktan sonra askerini toplayip durumun enine boyuna tartisilmasi için müzakere açar ve der ki: " Babama söz vermistim, kardeslerim rahat durduklari müddetçe onlara dokunmayacaktim. Fakat görüyorsunuz, memleket ne hale geldi? Benim arzum sonuna kadar bunlarla savasmak ve memleketi bunlardan kurtarmaktir." Bu arada kardesi Ahmed'e de bu durumdan vaz geçmesi için bir mektup yazip ileri gelen devlet adamlarindan biri ile gönderir. Fakat Ahmed, basina toplamis oldugu Turgutlu ve Varsak askeri ile Selim'in bu baris teklifini kabul etmeyip isyana devam eder. Bundan sonra, devlet erkâninin tamami, Selim'i destekler. Selim'in arzusu üzerine Istanbul'dan Anadolu'ya geçilir. l5 Cemaziyelevvel 9l8 (29 Temmuz l5l2 )'de Bursa üzerine gidilir. Halk tarafindan sehri terk etmeye mecbur birakilan Alaeddin, çekilmek zorunda kalmisti. Bu esnada Ankara'da bulunan Ahmed, Amasya'ya geri dönmüs ise de Amasya Sancakbeyi Mustafa Pasa'nin, sehrin kapilarini açmamasi ve bu arada Ankara'ya kadar ilerleyen Yavuz Sultan Selim'in kuvvetleri tarafindan takip edildiginden doguya dogru kaçmaya devam eder. Darende ve Malatya'yi geçip oradan Misir Sultani veya Sah Ismail'e siginmak ister. Yavuz Selim'in, takibi için gönderdigi Malkoçoglu Tur Ali Bey, pesinden Darende ve Malatya'ya kadar gelir.Tur Ali Bey, buradan Yavuz Selim'e bir mektup yazarak Memlûk topraklarina girip girmeme hususunda fikrini sorar. Bunun üzerine Yavuz Selim, Memlûk topraklarina girmeden geri dönmesini ister. Tur Ali Bey, oradan Sivas'a gelir. Bursa'dan Ankara'ya gelmis olan Yavuz Selim de kisin yaklasmasi üzerine Bursa'ya döner. Ahmed, Darende'den Yavuz'a bir mektup gönderir. Mektubunda kendisinin yabanci bir devlete iltica etmesinin Osmanli Devleti için büyük bir utanç vesilesi olacagini bildirerek anlasma teklifinde bulunur. Bu mektuba karsilik veren Yavuz Sultan Selim, onun bu teklifini red ederek sadece Müslüman bir devlette kalabilecegini bildirerek bu sartla her türlü ihtiyacinin karsilanacagini söylemisti. Bu siralarda, Amasya'yi zapteden Ahmed'i ani bir baskin ile ele geçirme tesebbüsü de sonuçsuz kalmisti. Bununla beraber Yavuz Sultan Selim, Ahmed'e olan meyli yüzünden Vezir-i Azam Koca Mustafa Pasa'yi Ahmed'le haberlesiyor diye Bursa'da idam ettirerek onun yerine Hersekzâde Ahmed Pasa'yi dördüncü defa olarak sadarete getirir.

    Yavuz Sultan Selim, devletin bekasi ve halkinin selâmeti için sehzâdeler gailesini bütünüyle bertaraf etmek zorunda idi. Tarihî bilgi ve tecrübeler, hayatta kalan sehzâdelerin devamli olarak devlet için bir proplem olduklarini, dis güçlerin, bunlarin saltanat hirsindan devamli surette yararlandiklarini gösteriyordu. Bunun içindir ki, Yavuz Sultan Selim, Sehzâde Mahmud'un ogullari Kastamonu Beyi Musa ile Orhan ve Emirhan, Âlemsah'in oglu Çankiri Beyi Osman ve Sehinsah'in oglu Nigde Beyi Mehmed'i de ortadan kaldirdirmak zorunda kalir. Selim, ilmi, irfani ve cömertligi ile her sinif halkin, bu arada yeniçerilerin sevgisini kazanmis bulunan agabeyi Korkut'un saltanat hakkindaki görüslerini ögrenmek için, kendisine devlet ricali agzindan mektuplar yazdirir. Bu mektuplara kanan Korkud'un, hâla saltanata gelme arzusunda oldugunu "derûnunun saltanat havasi ile" gören Yavuz Sultan Selim, Bursa'dan hareketle Saruhan (Manisa) üzerine yürür. Maksadi onu kendi sarayinda ansizin bastirmakti. Bu haberi alan Korkut, yanina Pervâne (Piyale) adli lalasini alarak Rodos sövalyelerine veya Avrupa devletlerinden birine iltica etmek gayesiyle gizlice Antalya'ya dogru kaçmaya muvaffak olmustu. Bu kaçis esnasinda onun Teke ili'nde veya Hamid ili'nde bir magaraya gizlendigi bildirilmekle birlikte onun Bergama civarinda bulunan bir magaraya gizlendigi anlasilmaktadir.* Sultan Selim, gelip agabeyi Korkud'u bulamayinca, onun Frenk veya Misir'a gitme ihtimalini düsünerek denizler dahil olmak üzere her tarafi kontrol altina alir. Agabeyini yakalayamayan Yavuz Sultan Selim, geri dönerken Anadolu'dan kus uçurtmaz olur. Bu esnada Korkud Çelebi, yerini kesfeden Türkmenlerin ihbari üzerine Piyâle ile birlikte yakalanir. Bursa'ya getirildigi bir sirada Egrigöz'de 9 Mart l5l3'te Kapicibasi Sinan Aga tarafindan uykuda iken yay kirisi ile bogulmak suretiyle öldürülür. Daha önce Muhafizlar tarafindan Korkud'un yanindan uzaklastirilmis bulunan Piyâle, döndügünde efendisinin öldürülmüs oldugunu görerek büyük bir teessüre kapilir. Artik hiç birsey kendisini avutamaz. Onun tek tesellisi, ölünceye kadar, Bursa'da Sultan Orhan türbesine defn edilen Korkud'un türbedârligini yapmak olur. Gerçekten Sultan Selim, Sehzâde Korkud'un nedimi (lala) olan Piyale'yi efendisine sâdikane hizmet ettigi için takdir edip mükafatlandirir. Bol ve külliyetli miktardaki bir tahsisatla onu türbedarliga tayin eder. Korkud Çelebi'nin ölümü üzerine üç günlük genel bir matem ilan eden Yavuz Sultan Selim, biraderinin saklandigi yeri haber veren Türkmenlerden bazilarini öldürtür.

    Korkud, Osmanogullari'nin kiymetli bir mensubu idi. Âlim, fâzil, sair ve musikisinasti. Bahriye (denizcilik) isleriyle ilgilenmekten büyük bir haz duydugu gibi denizcileri de himaye ederdi. Devletin, denizcilikle ilgili gelecekteki hedeflerini derin bir vukufla görüp takdir ettigi rivayet edilir. Keza Barbaros biraderlerin onun himayesini gören denizcilerimiz oldugu söylenir.

    Yavuz'un hükümdar ilan edildigi sirada Istanbul'da bulunan Sehzâde Korkud, ona sadik kalacagina ve saltanat dâvasina kalkismayacagina dair söz vermisti. Selim de muhalefet edilmedigi müddetçe rahat ve müreffeh bir hayat geçirebilecegini kendisine vaad etmisti. Bununla beraber Korkud'un büyük bir huzursuzluk ve sikinti içinde bulundugu anlasilmaktadir. Çünkü her seyden önce Yavuz'un verdigi söze sadik kalip kalamayacagi belli degildi. Ayrica onun sert ve hasin tabiatini da biliyordu. Belki de bunlari dikkate aldigi içindir ki, Istanbul'dan ayrilip sancagina hareket ettigi zaman Yavuz'dan Midilli Adasi'ni istemisti. Bu talebi yaparken elbette bir düsüncesi vardi. Bunu sadece gelir bakimindan mi istemisti, yoksa basina nasil olsa bir felaket gelecegini düsünerek, buradan Misir'a veya amcasi Cem gibi baska bir ülkeye kaçmayi mi düsünmüstü? Bunu simdilik kesin olarak söylemeye imkân yoktur. Ancak onun bu arzusu, ne padisahça ne de henüz o tarihlerde sag olan II. Bâyezid tarafindan olumlu karsilanmisti. Bununla beraber Yavuz Sultan Selim, istediklerinden daha çogunun verilebilecegini ancak biraz sabirli olmasi lazim gelecegini kendisine bildirir. Bu vaad samimi olmasa bile tam zamaninda yapilmasi bakimindan dikkate sayandi. Çünkü Sehzâde Ahmed isyaninin devam ettigi bu siralarda Korkud'un da ayaklanacagina dair söylentiler çogalmisti. Öyle bir an geldi ki bizzat Sehzâde Korkud bir mektupla Yavuz'a "taife-i ehl-i nifakin" bos durmadigini ve aleyhinde birçok seyler uydurdugunu, bunlara inanilmamasi gerektigini ve kendisinin tam bir sadakat içinde bulundugunu bildirmek zorunda kalir. Selim'in, bu mektuba verdigi cevapta kisaca "sen sözünde durdukça bu cânipten asla endise etmemelisin" denilmisti. Korkud'un süpheli bir hareketi de, Midilli'yi elde edemeyince Teke ve Alaiye taraflarinin kendisine verilmesini istemesi idi. Halbuki vaktiyle kendisine ait olan bu yerlerden o, sihhatine elverisli olmadigini söyleyerek ayrilmis bulunuyordu. Onun, yeniden bu topraklara sahip olmak istemesini, bir tehlike vukuunda, deniz yolu ile baska bir tarafa kolayca kaçma maksadina baglamak mümkün oldugu gibi idare ettigi topraklarin biraz daha genisletilmesi seklinde yorumlamak da mümkündür. Ancak, sehzâdenin bu gibi istekleri, Yavuz'un süphelerini artirmaktan baska bir ise yaramadi.

    Yavuz Sultan Selim, Ahmed'e karsi kesin sonuç almak için harekete geçme zamaninin geldigine karar vererek, devlet ricali agzindan ona da mektuplar göndertmis, geldigi takdirde bu ricalin kendisine iltihak edecekleri bildirilmisti. Bu mektuplardan cesaret alan Ahmed, topladigi kuvvetler ile Bursa üzerine yürümüstü. Iki kardes Yenisehir Ovasi'nda karsilastiklari zaman Ahmed, kendisine gönderilen mektuplarin uydurma oldugunu anlamis ise de artik savasi kabul etmekten baska çare bulamamisti. Burada maglub olan Ahmed kaçarken atindan düserek yakalanir. Yakalandiktan sonra kardesi Selim'e adam gönderip özür diler ve kendisini affedip küçük bir yer vermesini ister. Fakat Selim, Sahkulu olayinda askerinin basinda olup onlarla savasmadigi ve birçok Müslümanin ölümüne sebep oldugu için kendisini bagislamaz. Bundan sonra Selim, fitnenin ortadan kalkmasi için, daha önce Korkud'u öldürdügünü gördügümüz Sinan Agayi gönderip 8 Safer 9l9 (5 Nisan l5l3)'te onu da bogdurur.Tahnid edilen cesedi, Bursa'da II. Murad türbesi dahilinde bulunan Sehinsâh'in türbesi yanina defn edilir. Bununla beraber Selim, bu olaydan dolayi çok üzülmüstü. Selim, bu üzüntüsünün bir nisânesi olmak üzere Bursa'da bin koyun kestirecek ve fakirlere de 700.000 akça dagitacaktir.

    Sehzâdelerin sebep oldugu iç karisikliklari sona erdiren Yavuz Sultan Selim, yukarida görüldügü gibi kardeslerini ortadan kaldirmaya muvaffak olur. O, kardesleri arasinda en çok Korkud'u severdi. Kaynaklar, Yavuz Selim'in, Korkud'un idami esnasinda adeta çocuklar gibi agladigini kaydederler. Onun, bu esnada "nesl-i Osman"in bu garip kaderine âh-u vah ettigi de nakledilir. Yavuz'un bu sekildeki davranislari, kardesleri ve yegenleri hakkindaki mülahazalari, onun iki yönünü açikça ortaya koymaktadir. Biraderlerinin ölümüne karsi derin ve insanî bir aci duymakta ve bunun için aglamakta, onlarin kadin, kiz, ana ve hizmetinde bulunanlara en büyük lütfu gösterip elinden gelen iyiligi yapmaktadir. Iste bu, onun kardeslik tarafidir. Bununla beraber, Osmanli mülkünün parçalanmamasi ve milletin rahat etmesi (nizâm-i âlem için ) de kardeslerinin katlini emretmekteydi. Bu, onun devlet reisligi vazifesidir. Bu vazife kendisine, devletin selâmetinin, akrabalik, sahsî alaka ve muhabbetinden daha üstün oldugunu devamli olarak hatirlatip duruyordu. Bunun için, birbirine zit gibi görünen bu iki hareketi, gelecekteki nesillere ve tarihe, bu isleri isteyerek yapmadigini, kardeslerini isteyerek ortadan kaldirmadigini, bunu yaparken de büyük bir izdirap ve aci çektigini, buna ragmen devletin devam ve tekâmülü için buna mecbur oldugunu anlatan belig ifadelerle doludur. Nesl-i Osman'in müsterek izdirabi olan bu aciyi duyanlarin hareketlerini takdirle karsilamak gerekir.

    Devletin selâmeti için kardeslerini ve onlarin çocuklarini ortadan kaldirmayi bir vazife bilen Sultan Selim, idam ettirdigi kardes ve yegenlerinin servetlerini hazineye mal etmeyerek tamamini ölenlerin zevcelerine, kizlarina, analarina, baska bir ifadeyle kanunî mirasçilarina vermisti. O, bu kadarla da kalmayarak bunlarin tamamina maas baglatmisti. Ayrica o, agabeyi Korkud'un iki kizi hakkinda pek lütufkâr davranmisti. Sultan Ahmed'in pek büyük olan mal ve servetini, son kurusuna kadar hayatta bulunan yasli anasi Bülbül Hatun'a vermis, oglunun sanina layik hayir eserleri yaptirmasini da tavsiye etmisti. Bu durum gözönüne alindigi zaman, daha önce sözü edilen idamlardan, Yavuz'un sorumlu tutulamayacagini, devletin birlik ve beraberligi ile yüksek menfaatlerinin bunu gerektirdigini söyleyebiliriz.

    Babasinin son saltanat yillarini ve memleketin Sah Ismail'in propagandasi sonucunda düstügü durumu bir süre vali bulundugu Trabzon sehrinden endise ile takib eden Yavuz, sonunda babasini tahttan indirerek devletin islerini ele almisti. II. Bâyezid devri sona ererken, gevsemis olan idareden türlü sekillerde faydalanmak isteyenler, kendi emellerini, ideolojilerini ve çikarlarini gerçeklestirmek üzere harekete geçip halkin huzurunu bozmuslardi. Bu hâle sebep olanlar arasinda, vezirden devletin en küçük görevlisine kadar olanlar vardi. Tansel, Topkapi Sarayi Müzesi Arsivi'nde 3l92 (ll) numarada kayitli bulunan Ali b. Abdülkerim Halife'nin, Yavuz Sultan Selim'e sundugu rapora dayanarak hemen her zümrenin, memlekette bu neviden kanunsuz hareketlere giristigini açiklar. Gerçekten, âlim, cesur ve konulara vâkif bir kimse olan Ali b. Abdülkerim Halife, anabasliklar halinde raporunda su konulara temas etmektedir:

    a. Rüsvet belasi kadilara kadar inmistir.

    b.Yer yer lüzumsuzca konan vergiler, halki çok zor durumda birakmistir.

    c. Ölen sahislarin miraslari evladina kalmayip Beylik araziye katilarak, yetimlerin aç kalmalari.

    d. Ulaklarin zulmü ve yagmalari.

    e. Toplumun, gayr-i mesru (içki, zina, riba, afyon vs. gibi) islere düskünlügü.

    f. Kizilbas tehlikesi.

    Bu bakimdan biz de, burada anahatlari ile bilgi vermek suretiyle bir hatirlatma yaparak konuyu islemeye çalisacagiz. Ali b. Abdülkerim, raporunda bu konuya genis bir yer ayirmaktadir. Gerçekten, birligini kurup Akkoyunlu Devleti'ni ortadan kaldiran, Iran, Azerbaycan, Horasan ve Irak'i zapt eden Sah Ismail, bütün gücünü Osmanli topraklarina çevirmisti. Kendisi, Trabzon Rum Imparatorlugu'nun akrabasi sifatiyle Osmanli topraklarinda hak iddia ediyordu. Halbuki böyle kritik bir dönemde Osmanli topraklari, birbirinden çok farkli, hatta birbirlerine düsman zümre ve siniflarin toplandigi bir saha halinde idi. Asiri Rafizî, Babâî ve Bâtinî akidelerini benimseyenlerin yaninda Kalenderî, Haydarî, Abdal ve Seyyadlar vardi. Sah Ismail, bütün bunlari kendisine baglamisti. Bu gruplar, sadece onun propagandasini yapmakla kalmiyor, ayni zamanda "Nezir" adindaki vergiyi de muntazaman ona ödüyorlardi. Rumelideki Seyh Bedreddin taraftarlari da bunlarla birlikte hareket ediyorlardi. Bunlar, Sünnî Müslüman'i öldürmek kâfir öldürmek kadar gazâdir, sevabtir diyorlardi. Farkli dinî kimlik tasiyan bu gruplar, her an Sah Ismail'in gelmesini bekliyorlardi. Bunlar, "Sah Sah" diye Osmanli'yi yikmak isterlerdi.

    g. O, Osmanli idaresinin, II Bâyezid döneminin sonlarinda nasil bozulup dejenere oldugunu da anlatir. Devlet adamlarinin vergi ve gelirden baska bir sey düsünmediklerini, "halkin bir kisminin yokluktan öldügünü" belirterek, halki idare edenlerin "azgun ve bozgun" oldugunu ifade eder.

  10. Alt 09-17-2008, 17:04 #260
    Sarax Mesajlar: 678
    YAVUZ SULTAN SELIM'IN DOGU SIYASETI

    Trabzon'da vali bulundugu siralarda Sah Ismail'in faalietleri sonucu memlekette meydana gelen ve Siîlige dayanan iç isyanin tehlikeli boyutlarini gören Yavuz Sultan Selim, ancak babasinin yerine geçip iç güvenligi sagladiktan sonra yüzünü doguya çevirebilirdi. Bunun için o, önce agabeyleri ile olan taht kavgalarina son vermek üzere harekete geçer. Bundan sonra da içeride huzursuzluga sebep olan kaynagi kurutmayi düsünür. Bu sebeple o, düsüncesini gerçeklestirebilmek için derhal harekete geçer. Her ne kadar Stanford Shaw, onun hakkinda "II. Mehmed (Fâtih)'in enerjik fetih politikasini izlemek ve dünya imparatorlugu kurmak hedefini gerçeklestirmek arzusu ile çikmisti" diyorsa da gerçekte onun hedefi imkânlari ölçüsünde Islâm birligini kurmak ve Sünnî Islâm dünyasi için tehlike olmaya devam eden Siîlige bir set çekme idi. Bu sebeple biz, onun dogu siyasetini ilk olarak Sah Ismail, baska bir ifadeyle Safevîler'le olan münasebetleri bakimindan ele alacagiz.

Kullanıcı isminiz: Giriş yapmak için Buraya tıklayın

Bu soru sistemi, zararlı botlara karşı güvenlik için uygulamaya sunulmuştur. Bundan dolayı bu kısımı doldurmak zorunludur.