![]() |
Teskilat-i Mahsusa'nin vazife telakkisi Esref Kusçubasi anlatiyor, "îçimizde kimsenin kaybedecek birseyi yok. Davamizin hakli olduguna ve çalismalarimizin mühim olduguna inanmistik. Sonunda kazanamayacak olusumuzu gözardi etmeye meyyaldik. Hiç degilse, harbin sonunda etrafimizdaki dünya çökmeden, ufak tefek bir kaç zafer kazanabilirdik. Durmadan çahstim... Bu ise gönül vermistim, mantik ne derse desin.. hiçbir zaman filozofyahut siyasetçi olmadim ve bu isten iyi dostlar, yara izleri ve kalça çikigi, birkaç madalya ve memleketim için çok iyi dögüçtügümü bilmenin verdigi tatmin disinda hiçbir sey elde etmedim |
FAALIYETLERlN SONUÇLARI 1911-1918 yillari arasinda Orta Dogu-Orta Asya, Güney Asya, Kuzey ve Orta Afrika'da casusluk, karsi casusluk, propaganda ve çesitli operasyonlar yapan Teskilat-i Mahsusa'nin faaliyetleri, Osmanli Devleti'nin yenilmesiyle resmen sona erdi. Teskilat için çalisan pek çok Arap Osmanli vatandasi isgal altindaki kendi ülkelerine dagildilar. Bütün bu gelismelerden sonra faaliyetler, örgüte bagli kalmaksizin, bir sekilde devam etti. |
Türk-Arap iliskileri üzerine önemli çalismalar yapan Doç. Dr. Zekeriya Kursun'un arastirmalari sonucunda vardigi neticeye göre, Kuzey Afrika'daki bagimsizlik mücadelelerinde Teskilat-i Mahsusa'nin bir hayli etkili oldugu görülüyor. Mesela Sekip Arslan Kuzey Afrika'da milli mücadele fikrini yayarken Sadik El-Husri, Arap Birligi'nin fikir babaligini yapiyordu ve bu kimselerin teskilat ile iliskileri vardi. Teskilat-i Mahsusa batmakta olan bir devletin askeri istihbarat örgütü niteligini tasiyordu. Bu niteliginden dolayi da parlak basarilar elde etmesi nerdeyse imkansizdi. Orhan Kologlu devletin içinde bulundugu sosyo ekonomik durumun örgütü iflasa sürükledigini söylerken, Dr. Haluk Dursun bu çöküsü teskilatin rakiplerinin gücüne ve dünyanin en iyileri olmasina bagliyor. Dursun "Teskilat-i Mahsusa amatör bir ruhla ve çok genis bir cografyada yüksek performansi ile faaliyet göstermistir. Devlet tecrübesi ve felsefesinden dogmus bir strateji yerine pratik eylem ve militanlik ruhundan kaynaklanan bir hareketti Teskilat-i Mahsusa. En büyük handikap ve dezavantajlari ise karsilarinda rakip olarak bu konuda dünyanin en iyisi îngiliz Entelijans servisi ve E.T. Lawrence'in bulunmasiydi" diyor. Ancak Zekeriya Kursun, teskilatin karsi casusluk faaliyetlerinde küçümsenmeyecek basarilar elde ettigini, Serif Hüseyin isyaninin diger Arap bölgelerine yayilmasinin, teskilatin çalismalari sayesinde önlendigini ve Arabistan'da îbn Resid, Yemen'de ise îmam Yahya'nin savasin sonuna kadar Osmanli Devleti'ne bagli kaldigini hatirlatiyor. |
MlLLl MÜCADELE VE TESKlLAT-I MAHSUSA Bütün olumsuzluklara ragmen Mütareke Devri Istanbul'unda ve Anadolu'sunda Teskilat-i Mahsusa'nin faaliyetleri durmak bilmedi. Zamana ve zemine çok çabuk adapte olup faaliyete geçebilen bu örgüt mensuplari Istanbul'da Milli Kongre olarak bilinen cemiyeti de olusturdular. Tarihçi Dr. Haluk Dursun "Mütareke Devri Istanbul'unda Milli Kongre çatisi altinda birlesen ve milli direnisi destekleyen eski Teskilat-i Mahsusaci; bilim, fikir adamlari, sanatçilar, doktorlar, gazeteciler yani imparatorluk entelektüelleri özellikle yabanci dilde gazete, kitap çikararak milli tezleri dünya kamuoyunda savunmuslardir. Ayrica o sartlarda Cenevre, Paris, Budapeste, Londra gibi merkezlerde kitap, gazete yayinlamak imparatorluk kadrosunun vizyon ve misyon bakimindan seviyesini gösterir" diyor. 1918'de resmen sona eren Teskilat-i Mahsusa faaliyetleri devam eder. Kara Kemal, Kara Vasif, Baha Said öncülügünde Karakol Cemiyeti kurulmus ve Milli Mücadele'nin temeli atilmisti. Bunlar hem Anadolu'ya silah ve asker geçirilmesini saglamislar hem de Mustafa Kemal'in faaliyet ve kongresinde bunlar olusturdu. Adeta Enver Pasa'nin kurup harekete geçirdigi Teskilat-i Mahsusa'dan asil Mustafa Kemal ürün aldi. Yrd. Doç. Dr. Süleyman Beyoglu, Milli Mücadele'yi Teskilat-i Mahsusa'nin teskilatlandirdigini bütün gizli örgütlerin bu teskilatta çalisarak tecrübe kazanmis kisilerce kuruldugunu belirterek "însan ve silah kaçirmaktan propaganda ve casusluk hizmetlerine kadar ciddi hizmetler yaptilar. Mustafa Kemal bu örgütlerin farkindaydi" diyor. Mustafa Kemal bir süre beraber çalismayi uygun gördügü bu etkin gizli teskilatlarla daha sonra hesaplasma yoluna gitti. Bu çatisma tarihçilere göre kaçinilmazdi. Philip H. Stoddard'in Esref Kusçubasi'ndan aldigi teskilat listesinde de görüldügü gibi Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal'in de teskalatla iliskisi olmustu. Mustafa Kemal teskilatla iliskisi Trablusgarp Savasi'nda mahalli milisleri örgütlemekle baslamisti. Mustafa Kemal daha sonra Enver Pasa ile olan ihtilafi nedeniyle teskilata biraz mesafeli durmayi tercih ediyor. Orhan Kologlu'nun belirttigine göre de Enver Pasa Trablusgarp'ta Bedevi Araplar'la bir Islam imparatorlugu kurabilecegini raporlarina yazarken Mustafa Kemal dönemin genelkurmayina bedevilerle hiç bir is yapilamayacagina dair bir rapor gönderiyordu. O dönemde teskilat henüz kurulmamasina ragmen fiili olarak görev yapiyordu. Gerek Istiklal Savasi'nda gerekse cumhuriyet sonrasinda önemli roller oynayan Rauf Orbay, îstiklal Mahkemeleri'ne baskanlik eden Ali Çetinkaya, Cumhuriyet döneminin önemli isimlerinden Ali Fethi Okyar, T.C'ye bakanlik ve basbakanlik yapan Dr. Refik Saydam, Atatürk'ün yaveri piyade subayi Rasuhi, THK Baskanligi yapan Fuat Bulca, îstiklal Marsi'nin yazari ve Kurtulus Savasi'nin manevi dinamiklerinden Mehmet Akif Ersoy da teskilatta çalismisti. |
Doç. Dr. Zekenya KURSUN: Teskilat-i Mahsusa K.Afrika'da istiklal fikrini yaydi Ittihat Terakki 2. Mesrutiyeti ilan ettirdikten sonra imparatorlukta sahte kaynasma yasandi. Ama hemen ardindan 1909'da imparatorlukta yasayan muhtelif unsurlarda 'milli hedefler' ortaya çikti. Balkan Harbi sonrasinda artik Ittihatçilarin politikasi Osmanliciliktan Islamciliga kaydi. Tenkit ettikleri Abdülhamit politikalarini ülke ve dünya sartlari onlara adeta dikte ettirdi. Emperyalistlere karsi bülün Müslümanlari harekete geçirmek için sivil örgütler kuruluyor. Bunlardan birisi Cemiyeti Hayriye-i Islamiye kuruluyor amaci da egitimi yayginlastirarak Müslümanlar arasindaki dayanismayi artirmak olarak tesbit ediliyor. Bu gaye ile Medine'de bir Islam Üniversitesi kuruluyor. Bununla Abdülhamit'in Hicaz Demiryolu Projesi ile olusturmak istedigi Ittihat-i Islam fikrini, Islami dayanismayi tesis etmeye çalisiyorlardi. Fikri altyapi olusturulurken ittihatçilar istihbarat ihtiyaci için Emniyet-i Umumiye içinde Heyeti Istihbariye teskil ediliyor. Devlet bünyesindeki subelerle bilgi toplaniyor. Trablusgarp Savasi'ndan sonra Teskilat-i Mahsusa kuruluyor ve hem bilgiyi degerlendirme hem de gerektiginde askeri operasyon yapiyor. Arsivde buldugum bir belge teskilatin çalismasi hakkinda fikir vermektedir; Osmanli askeri Katar'dan çekilirken Teskilat-i Mahsusa görevlisi Ömer Fevzi Bey, Enver Pasa'ya yazdigi mektupta "Anlasma üzerine askerlerimizi çekiyoruz; ama halkin durumu müsait. Libya'daki gibi milisleri organize ederek mi çikalim?" diye soruyordu. Osmanli sonrasinda Kuzey Afrika'da verilen bagimsizlik mücadelesinde Teskilat-i Mahsusa'nin etkisi vardir. Mesela Sekip Arslan Kuzey Afrika'da milli mücadele fikrini yaymistir, Sati' El Husri Arap Birligi fikrinin babasidir ve teskilattandi. Gerek manda yönetimi altinda gerekse bagimsizligini kazandiktan sonra Arap devletlerinin yöneticileri Osmanli okullarindan mezun idiler ve Teskilat-i Mahsusa ile alakalari olabilir. Bunlari mahalli arsivlerin tetkiki ile anlayabilecegiz. Dogu ve Kuzey Afrika Bedeviler arasinda yapilan sözlü tarih arastirmalarinda hala, îngiliz istihbarat örgütleri ve kesif kollarina karsi, istihbarata karsi koyma harekati gerçeklestiren basta Esref Kuççubasi ve Teskilat-i Mahsusa örgütünün kahramanliklarinin anlatildigi tesbit edilmistir." |
Duyarli bir yürek: Sütçü Imam -------------------------------------------------------------------------------- Yasadigimiz günlerin ne kadar sikintili oldugunun hepimiz farkindayiz. Baski ve dayatmalarin günden güne arttigini, daha bir gün isigina çiktigini görüyoruz. Ve iste tam burada biz de yüzümüzü tarihe dönüp ayakta kalmanin, tavir almanin örneklerini karistiriyoruzt. Oradan ilham alarak daha bir tutarli, daha bir kararli ve daha bir bilinçli bir sekilde ilerliyoruz. Basörtüsü son on bes senedir gündemden düsmeyen bir mesele. Buna karsi uygulanan yasaklamalar, sarfedilen sözler ve hakaretler bize ister istemez Maras'i ve Sütçü Imam'i hatirlatiyor. Kurtulus Savasi'nda isgalci güçlere karsi yurdun her tarafinda direnise geçen müslüman Anadolu halki gerçekten de bir destan yazmistir. Dün nasil dedelerimiz isgalci batili devletlerle karsi karsiya kaldilarsa bugün de bu ülkenin asillari ve gerçek sahipleri olan bizler kökleri olmayan, disaridan gelmis, batici zihniyetin sayatmalariyla karsi karsiyayiz. O halde Maras denildi mi hemen akla gelen o meshur Sütçü Imam hadisesi nedir ? I. Dünya Savasi sonrasi Osmanli Devleti Batili Devletler tarafindan paylasilmis; her bir bölgeye Itilaf Devletleri çöreklenmistir. Maras ve çevresine hakim olan Fransizlar huzursuzlugun tohumlarini bir zamanlarin "millet-i sadika"si diye anilan Ermenilerle beraber atmislardir. Özellikle dogu illerinde Ermenilerin gerçeklestirdigi katliamlar hala zihinlerden silinmemistir. Maras'ta da Fransiz birlikleri gelir gelmez kentteki Ermeni ayrilikçilarin saldirilari artmistir. Silahli kimi Ermeniler çarsida, sokaklarda dolasip kiskirtmalarda bulunmuslar. karsi gelenleri dövmüslerdir. Bu yüzden sehrin çesitli mahallerinde olaylar patlak vermistir. Ama bu olaylarin en meshuru Sütçü Imam hadisesidir. Hadisenin kahramani çevresinde bilgisi ve ahlaki olgunluguyla taninir. Olay Uzunoluk mahallesinde bir sabah vakti patlak verir. Birkaçc Fransiz askerini çarsida gezdirmek için Uzunoluk'a gelen iki-üç ayrilikçi Ermeni yakinlardaki bir hamamdan çikan kadinlara sarkitinlik edip, çarsaflarina el uzatiyorlar. Bunu engelemek isteyen halka da ates edip iki kisiyi yaraliyorlar. O sirada hadise yerinden geçmekte olan Sütçü Imam belinden silahi çikarip Ermenilerden birisini öldrüyor. Ve sonra da kaçip isgalcilerin eline düsmekten kurtuluyor. Bu hadise gerek Fransizlarin, gerekse Ermenilerin yogun baskilarina yol açtiysa da Maras halkinin ve Anadolu insaninin isgae ve sömürüy boyun egmeyecegini, dinine, namusuna el uzatanlara gerekli cevabi verecegini göstermistir. Nitekim bir süre sonra Fransiz isgal kkomutani sehirdeki Ermeni askerleri geri göndererek yerlerine Tunuslu müslüman asker getirtecegini açiklamak zorunda kalmistir. Bu hadisede önemli olan halkin içerisinden herhangi birinin gerektigi zaman ne pahasina olursa olsun haksizliga karsi susmayip tavrini koymasi ve bir atesleyici rolü oynamasidir. Sütçü Imam bizim için bir semboldür. Ve tarihimize özellikle de yakin tarihimize baktigimiz zaman byöle sembol sahsiyetleri çokça görüyoruz. Sapkayi giymeyip canini feda eden Iskilipli örnegi, sarigini çikartmayip zalimlerden hiçbir zaman eman dilemeyen Said Nursi örnegi, sakallarin kesilmesinden basörtüsünün çikarilmasindan behasedilen su günlerde ne kadar da anlamlidir. Tarihimizdeki bu ve buna benzer bir çok hadise bize haksizlik karsisinda susmamayi, tavir sahibi olmayi; din, namus, can, mal, akil gibi bes temel özgürlügü savunmaktan ödün vermemeyi ögütlüyor. Tavizkarligin, kaçismalarin, kilif bulmalarin yayginlastigi su dönemde yüzümüzü seksen yil öncesie çevirip Sütçü Imamlarin anlamli ve yürekli çikislarini fark etmeliyiz. |
Maresal Fevzi (Çakmak) Pasa'nin sirri -------------------------------------------------------------------------------- Fevzi Pasa... bu ifsayi, refikasi Fitnat hanima söyle açiklamistir: «Fitnat. Öyle birsey biliyorum ki ortaya çikip söylememe bugüne kadarki tutumumuz ve davranislarimiz müsait degil. Mecburum, bu sirri kendimle beraber mezara götürmege» Ve iste Maresalin senelrce sakladigi büyük sir ki, Sultan Vahdettin'in vatansever bir insan oldugunu ve kurtulusu (Istiklal savasin kazanilmasi) Anadolu'da gördügünü apaçik göstermektedir. Dinleyelim Fevzi Pasayi: «Mütareke senesinde, bir Cuma selamligindan sonra Sultan Vahdettin beni huzuruna kabul etti. "Pasa, dedi. Durumu görüyorsunuz. Bu isler anca Anadolu'da teskilatlanarak kurtarilabilir. Bana Anadolu'da teskilat kuracak, memleketi su karanlik durumdan kurtrabilecek Pasalarin bir listesini yapip getirin" Ertesi Cuma, yine selamliktan sonra huzruna girip hazizladigim listeyi verdim. Dikkatle okuduktan sonra, bir müddet sustu. sonra yari kapali gözleriyle agir agir, tane tane konusmaya basladi: "Pasa, Mustafa Kemal Pasa hirsiz midir" "Hasa Padisahim" "Bir namuzsuzlugu, ahlaksizligi var midir ?" "Hasa Padisahim" "Beceriksiz ve kabiliyetsiz mdir?" "Hayir efendim. O hepimizden bilgili, kabiliyetli ve dinamiktir" "O halde bu listeye niçin onun adini yazmadiniz?.." Hiç düsünmeden cevap verdim: "Padisahim, Mustafa Kemal Pasa yenilik, bilhassa öteden beri Cumhuriyet taraftaridir" Padisah elindeki kagidi atar gibi masanin üzerine birakti...Ayaga kalkip pencereye döndü. Limanda demirli Itilaf devletleri (Ingiliz, Fransiz, Italyan, Yunan) gemilerini göstererek: "Pasa, Pasa...Bu gemileri görmek kanima dokunuyor. Bu memleket kurtulsun da isterse Cumhuriyet olsun...Kendine selamla birlikte teblig ediniz, haftaya Cuma günü Mustafa Kemal Pasa'yi görecegim » |
Mustafa Kemal'le Sultan Vahdettin diz dize -------------------------------------------------------------------------------- Mustafa Kemal, Küçük Mabeyn'de Sultan Vahdettin'le yaptigi son görüsmeyi (15 Mayis 1919), sonradan Cumhuriyet devrinde söyle anlatmistir: "Yildiz Sarayi'nin ufak bir salonunda Vahdettin'le adte diz dize denecek kadar yakin oturduk. Saginda, dirsegini dayamis oldugu bir masa ve üstünde bir kitap var. Salonun Bogaziçi'ne dogru açilan pencerelerinden gördügümüz manzara su: Birbirine muvazi hatlar üzerinde düsman zirhlilari, bordalarindaki toplar sanki Yildiz Sarayi'na dogrulmustu....Manzarayi görmek için, oturdugumuz yerlerden baslarimizi saga, sola çevirmek kafi idi. Vahdettin hiç unutmuyacagim su sözlerle konusmaya basladi: - Pasa, pasa, simdiye kadar devlete çok hizmet ettin. Bunlarin hepsi tarihe geçmistir. Bunlari unut. Asli simdi yapacagin hizmet hepsinden mühim olabilir. Pasa, pasa devleti kurtarabilirsin ! dedi. - Hakkimdaki teveccüh ve itimadi arz-i tesekkür ederim, elimden gelen hizmette kusur etmiyecegime emniyet buyrunuz, dedim. Sonra: - Merak buyurmayiniz efendimiz, dedim, nokta-i nazar-i sahanenizi anladim. Irade-i seniyye olursa hemen hareket edecegim ve bana emir buyuruklarinizi bir an unutmuyacagim. - Muvaffak ol ! Hitab-i sahanesine mazhar olduktan sonra huzurundan çiktim. Seryaver Naci Pasa koridorda elinde ufak bir mahfaza içinde bir sey tutuyordu: - Zat-i Sahane'nin ufak bir hatirasi, dedi. Kapagin üstünde Vahdettin'in inisyalleri islenmis bir saatti. - Peki, tesekkür ederim, dedim. Saati yaverim aldi. Sonra Yildiz Sarayi'ndan çiktigimiz ve hareket etmek üzere oldugumuzu gizlemek, saklamak ister gibi bir ihtiyatle, ayaklarimzin patirtisini isizmekten korkarak, saraydan uzaklastik" |
Krali Öldüren Maymun -------------------------------------------------------------------------------- Necmeddin Sahiner, "Bilinmeyen Taraflariyla Bediüzzaman Said Nursi" isimli eserinde enteresan bir olaydan söz ediyor. Yunanlilarin Anadolu'yu isgal edeceklerinin gündemde oldugu siralarda istanbul'da Bediüzzaman'in yaninda bulunan talebelerinden Molla Süleyman söyle bir hatirasini anlatiyor: O günlerde, Yunan Basvekili Venizelos, ingiliz Basvekili Lloyd George'dan 50 bin kisilik silah almisti. Bu silahlarla Anadolu'ya taarruz edecekleri sirada, bir Cuma gecesi Üstad Bediüzzaman namaza basladi ve gece sabaha kadar "Ya Rabbi, senin askerlerin çoktur, bu düsmanlara firsat verme!" diye dua etti. Sabahleyin ben, Divanyolu'ndan gazetesini ve çorbasini almaya çiktim. Gazeteler, Yunan Krali I. Aleksandros'u maymun isirdigini, maymunu ise öldürdüklerini yaziyorlardi. Bir gazete alip götürdüm. Üstad çok sevindi ve bana "Süleyman, bir kalem getir de bu hayvanin arkasindan bir mersiye yazalim." dedi. Hemen gazetenin kenarina, su mersiyeyi yazdi: MÜCAHID BIR HAYVAN MERSIYESI "Rabb'inin ordularini kendisinden baska hiç kimse bilmez." (Muddessir/31) iste o cünuddan (ordulardan) bir gazi sehid, Nev-i hayvandaki meymun-u said (bahtiyar, ugurlu ve mesud) Ey maymun-i meymun (bahtiyar, ugurlu maymun) Mü'minleri memnun, düsmanlari mahzun, Yunan'i da mecnun eyledin. Öyle bir tokat vurdun Ki, siyaset çarkini bozdun Lloyd George'u kudurttun, Venizelos'u geberttin. Mizan-i siyasette pek agir oturdun Ki, küfrün ordularini, zulmün leskerlerini Bir hamlede havaya firlattin... Baslarindaki maskelerini düsürüp, Maskara ederek, butun dunyaya guldurdun. Cennetle mübesser (mujdelenmis) olan hayvanlarin isrine (izine) gittin. Cennette saidsin (mesut olacaksin) çünkü, gazi hem sehidsin. Bazi olaylar, gelecek bir facianin habercisi veya yaklasan tehlike hakkinda bir uyarici olabiliyor. Enver Sedat'in öldürülmesinden az önce tören meydanindaki büyük portresinin garip sekilde parçalanmasi, 1960 ihtilali öncesi Menderes'in uçak kazasi gibi olaylar buna misal verilebilir. Olaylarin dilini anlayip dogru yorumlayanlar elden geldigince bu hususta tedbirlerini almaya çalisirlar. Bazi büyük zatlarin duydugumuz veya sahit oldugumuz tavirlarinda garip gerçeklerle karsilastigimiz olmustur. Efendimiz (s.a.s.)'in, bela ve musibetlerle yok edilmis kavimlerin baslarina gelen olaylar öncesine az-cok benzeyen durumlarin olusmasi aninda birdenbire sikintiya girdigini ve bertaraf edici dualar okudugunu rivayetlerden ögreniyoruz. |
ÎSMET INÖNÜ VE ALTINTAS BOZGUNU ! Millî Mücadele'nin Eskisehir Kütahya muharebeleri, adca Altintas Bozgunu, üzerinde durulmasi gereken pek mühim bir mevzudur. Ve bu müdhis bozgun, Garp Cephesi Kumandani îsmet (înönü) Pasa'nin tamamen aleyhinedir. Nasil kazanildigina ve kimin kazandigina daha evvel temas ettigimiz Birinci ve îkinci Inönü savasla'rindan sonra Yunanlilar'm umumî bir taarruzu bekleninekteydi. Yunanistan «Usak ve Bursa grublarini, kusatici bir hareketle, meydan muharebesi sahasinda birlestirecek ve kesin sonuç alacakti. Iki defa deneninis olan, înönü avzilerine cepheden taarruz plani artik terkedilmisti. Bursa grubu, înönü'ye dogru taarruza geçerken, daha kuvvetli olan Usak grubu, Afyon-Kütahya üzerinden genis bir kusatma hareketiyle Eskisehir'in, gerisine düsecek ve Ankara yolunu kesecekti. Plan uygulanabildigi takdirde Yunan ordusunun genis kusatma hareketi, Türk ordusunun ya toptan yok edilmesi, yahut teslim olmasiyla sonuçlanacakti., Ayrica, Eskisehir ve Afyon gibi iki demiryolu dügüm noktasinin zapti, Konya ve Ankara bölgelerinin birbirleriyle ve diger bölgelerle olan baglantisini kesecekti. Bütün bu tasavvurlarin gerçeklesmesiyle Ankara hükümetinin, baris sartlarini kabul etmek zorunda kalacagi umuluyordu.» Yunanlilarin bu plan pesinde kostuklari günlerde Garb Cephesi'nin Refet Bele Pasa kumandasindaki Güney Cephesi kaldirilmis olup Garp Cephesi birlikleri tamamen îsmet (înönü) Pasa eline verilmistir. îsmet înönü hakkinda «îkinci Adam» adiyla üç cilt kitap yazan Sevket Süreyya Aydemir, Altintas bozgunundan îsmet Pasa'yi temize çikarmak gayretiyle bazi rakamlar verip Yunan kuvvetlerinin çoklugundan bahsederse de, o günlerde Garb Cephesi yeniden kurulan ve baska cephelerden kaydirilan birliklerle takviye edilmis olup îzzeddin (Çalislar), Kemaleddm Sami, Ayici Arif, Deli Halid Pasa gibi degerli kumandanlar ismet Pasa emrindedir. |
Yunan Taarruzu Yunanistan'in tasarladigi taarruz planinin tatbikine adeta bütün devlet erkani katildi. Krali, Basbakani, Genelkurmay Baskani, Bakanlardan bazilari hep Anadolu'ya geçti. Ve Kral Atina'dan ayrilmadan evvel bir beyanname yayinladi!.. Diyordu ki, Kral bu beyannamede: Altintas Bozgunu'nda sol cenahimizm çökmesiyte sehid düsen Kurmay Yarbay Nazim Bey. Ordunun basina geçmek için hareket ediyorum. Asirlardanberi Yunanliligin mücadele etmekte oldugu o topraklarda, mukaddes zafere dogru karsisinda durulamaz bir sekilde ilerleyen irkimizin muharebelerini taçlandiracagiz. Bugün, bu vilayetlerdeki hakimiyyetimiz, eski zamanlardaki cedlerimiz gibi en yüksek hürriyet, müsavat ve adalet ideallerinin gerçeklesmesini saglayacakti. Böyle taçlandirilacak savaslar sayiklayan Yunanlilar'in taarruzu 10 Temmuz 1921 günü baslayip 25 Temmuz'a kadar araliksiz on bes gün devam etti. 16 Temmuz günkü Yunan taarruzunda sol kanadimiz bozulup ordumuz büyük bir tehlikeye maruz kaldi. Bu arada orduda pek sevilen Kurmay Yarbay Nazim Bey sehid düstü ve cenazesi Ankara'ya götürülüp büyük merasimle kaldirildi. Garb Cephesi Kumandani îsmet (înönü) Pasa da, bu savaslardaki ilk geri çekilme emrini sol kanadin bozulmasini müteakib verdi!. Bu geri çekilme 17, 18, 19 Temmuz günleri de devam etti. 21 Temmuz günü Eskisehir'i geri almak gayesiyle yapilan taarruzumuz bir netice vermedi. Ve nihayet birliklerimiz 25 Temmuz aksamina kadar Sakarya gerisine çekildi. Cephe karargahi da, 24 Temmuz'da Polatli'ya nakledildi. Millî Mücadele'yi pek nazik bir noktaya getiren Altintas Bozgunu budur... 1522 sehid, 4714 yarali verdigimiz bu bozgundan sonra simaran ve «Türk birliklerinin geriye kalanlarinin da tamamen dagilmasi çok sürmeyecektir» diye beyanat veren Yunan askerî erkani, Altintas Bozgunu'ndan hemen sonra Sakarya'da korkunç bir maglubiyete ugrayacak ve biz Büyük Zafer'e dogru esasli bir adim atacagiz. Ancak, Sakarya Meydan Muharebesinde, îsmet (înönü) Pasa «fiilen yoktur»!. Yanlis sevk-ü idaresiyle Altintas Bozgunu'na sebeb olan îsmet Pasa, Sakarya Savasi'nda da. bir tahta sandalye üstünde uyuya kalmistir!. |
Bozgun Olayi Meclisde Altintas Bozgunu'nun ne derece mühim oldugunu ve aci neticesiyle nelere sebep oldugunu tesbit bakimindan hemen kaydedelim ki, Büyük Millet Meclisi 23 Temmuz 1921 günü ilk üçü gizli olmak üzere dört celse akd' etmis ve bu gizli görüsmelerde «rengi uçmus, feras olmamis, kimbilir kaç gündür uykusuzluktan gözlerinin etrafi halka halka, elbisesi toz toprak içinde perisan kiyafetle» kürsüye çikan îcra Vekilleri Reisi (Basbakan) ve Erkan-i harbiye-i Umumiye Reisi (Genel Kurmay Baskani) Fevzi (Çakmak) Pasa, o günlerdeki aci durumu söyle anlatmistir: «— Arkadaslar! Tarihî günler yasiyoruz. Yunanlilar'm çok üstün kuvvetle yaptiklari taarruza karsi asker ve subaylarimiz insanüstü bir gayretle kahramanca çarpistilar. Harb çok kanli oldu. Agir zayiata ugradik. Biz sehir, bölge harbi yapmiyoruz, hedefimiz nihaî zaferdir. Ordumuz stratejik bakimdan en müsait yerde harbe devam edecektir. Askerî noktadan en emin yerde harbedecegiz. Hükümetimiz namina Ankara'yi bir hafta zarfinda tahliye etmeye, hükümet merkezini Kayseri'ye nakletmeye karar verdik. Simdiden hazirliga baslamanizi rica ederim.» Fevzi Pasa'nin bu izahati Meclis'de «top gibi patlamis», pek çok milletvekili kürsüye gelip konusarak «açik, gizli ne varsa hepsi 'ortaya dökülmüs», «Orduyu bu hale getiren kumandanlari cezalandirmak» teklifi ortaya atilmis, bütün bu konusmalardan sonra tekrar söz alan Fevzi Pasa: «— Memleket müdafaasinda tamamen sizinle ayni fikirdeyim. Staretejik kumanda hatasina gelince, Erkan-i harbiye-i Umumiye Reisi olmakla bizzat ben mes'ulüm. Hiçbir kumandan bundan mes'ul tutulamaz. Vereceginiz cezayi sahsen simdiden kabul ettigimi arzederim» demisse de, Meclis'deki umumî kanaat «Fevzi Pasa'nin hiçbir kusuru olmadigi» yolundadir. Biina ragmen bu konusma, bir yumusama havasi dogurmus ve bu mevzuda kimse söz alip kürsüye çikmamistir. Neticede, cepheye Garb / Bati Cephesi Kumandani Ismet (inönü). Meclis'den bir hey'et gönderilmesi, Ankara'nin müdafaasma hazirlanilmasi, Meclis çalismalarina araliksiz devam edilmesi ve bazi evrakin Kayseri'ye naklinde hükümetin serbest oldugu yolunda, karar alinmistir. Meclis'in cepheye gönderdigi on dört kisilik hey'ette Dr. Riza Nur.da vardir. Riza Nur cephedeki tetkikattan sonra yazdiklanyla hatiratinda Ismet Pasa'yi pek fena hirpalamistir!. Ali Fuad (Cebesoy) Pasa ise, Altintas Bozgunu'ndan sonra Mustafa Kemal Pasa'ya sorar: «— Eger düsman Kütahya ve Eskisehir civarinda yenilmis olsaydi, netice ne olurdu?.» Mustafa Kemal Pasa'nin cevabi mühimdir. Der ki: «— Bu takdirde, lehimize bir baris anlasmasini Batililara kabul ettirmek belki daha evvel mümkün olabilirdi. Nitekim, Sakarya zaferinden sonra Batililarin ileriye sürdükleri sartlar, mesru ve hakli davamizi te'min edecek mahiyyette olmamakla beraber, birkaç defa bize mütareke ve müsalaha teklifinde bulunmuslardir.» Fevzi (Çakmak) Pasa'nin söyledikleri ise acidir!. Ankara'daki Ziraat mektebinde bulunan dairesinde, basini iki elinin arasina almis yeis içinde düsünen Fevzi Pasa'ya sorulur: «— Pasa, ne haber?.» Fevzi Pasa üstü haritalarla dolu masasindan basini kaldirarak» cevap verir: «— Ismet, eline verdigim gül gibi kuvvetleri mahv ve perisan etti!.» Halide Edib Adivar'da, o müdhis bozgundan bahisle der ki: «— Eskisehir'den döndükten sonra karargahta bir saat kadar çahstim. Sonra eve gitmek için Dr. Adnan (Adivar)'i ararken, sesini duydugum bir odaya girdigim vakit, Mustafa Kemal Pasa ile konustugunu gördüm. Ikisi de, odanin ortasinda ayakta duruyordu. Pasa'nin yüzü sapsari idi. Iç ayaklanmalarin en kötü günlerindeki kadar endise içinde idi. Içeri girdim, el sikistiktan sonra, bu durumdan ne kadar müteessir oldugumu söyledim. Bana, bir fincan kahve içip, Eskisehir'de dövüsen Ismet Pasa'dan gelecek haberleri beklememi söyledi. Oturdum. Nihayet neticeyi ögrendik. Mustafa Kemal Pasa, yaverin durmadan getirdigi haberlerin hepsine sögüyordu. Nihayet sabah oldu. Mustafa Kemal Pasa: «— Ismet, Eskisehir savasini kaybetti» dedi. Altintas Bozgunu, sayfalarimizin müsaadesi nisbetinde aydinlatmaya çalistigimiz gibi Millî Mücadele'nin pek mühim bir safhasidir ve görüldügü üzere tamamen Ismet (Inönü) Pasa aleyhinedir!. |
30 AGUSTOS 1922 HAREKATINA KIMLER MUHALEFET ETTI? Millî Mücadelenin gizli kalmis yönleri vardir. Bugün bunlardan birine temasla 30 Agustos 1922'deki harekata kimlerin muhalefet ettigi üzerinde duracagiz. Ilk Meclis tesrî ve icraî, yani, bugünkü tabiriyle yasama ve yürütme yetkilerini kendinde toplamis, bu haliyle de o 'Meclis nev'i sahsina münhasir bir topluluk olarak vazife görmüstür!... Bu nev'i sahsina münhasir Meclis'de 1922 yilinin Mart ve Temmuz aylari arasindaki dört ay pek buhranli geçmistir! Ayrica inceleyecegimiz «Baskumandanlik Kanunu»nun üç ay daha uzatilmasi bu devrede gerekli oyu alamamis, «Sarih hakkimizi vermeyiz. Bu bir gasbtir. Tahammül edemeyiz» itirazlarmin yükseldigi Meclis'de çetin. «adeta mübareze (dögüsme) tarzinda cereyan eden» münakasalar olmustur. Bu çetin münakasa, Afyonkarahisar milletvekili Mehmed Sükrü Bey'in celsenin açik yapilmasi teklifiyle baslamis ve neticede o nazik günlerde Meclis müzakerelerinin düsman tarafindan duyulmasindaki mahzur göz önüne alinarak, müzakere gizli yapilmistir. 5 ve 6 Mayis 1922 günleri devam eden bu müzakerelerde ilk Meclis'in mühim simasi Hüseyin Avni (Ulas) Bey'in Baskumandanlik yetkilerini Meclis'in fiili varligindan ayrilmis bir parça saymasi görüsü ile yaptigi konusmada: «— Bu hareketimizle milleti tarih huzurunda rezil ediyoruz. Miskinlik gösteriyoruz. Vazife sahislarla olmaz. Sahislar yoktur, Millet vardir.» demesi üzerine Mustafa Kemal Pasa söz alarak: «— Gerçi asil olan millettir, heyeti içtimaiyedir. Onun da umumî iradesi Meclislerde tecelli eder. Fakat fertler de vardir. Meclis, memleket ve devlet islerini fertlerle, sahislarla yapmaktadir. Hakikati, manasiz nazariyelerle inkara mahal yoktur. Su dakikada ordu kumandansizdir. Eger ben orduya kumanda etmekte devam ediyorsam, gayri kanunî kumanda ediyorum. Meclis'de tecelli eden .re'ye göre, derhal kumandadan uzaklasmak isterdim ve baskumandanligimin hitam buldugunu hükümete teblig ettim. Fakat gayri kabili telafî bir fenaliga meydan birakmamak mecburiyeti karsisinda bulundum. Düsman karsisinda bulunan ordumuz bassiz birakilamazdi. Binaenaleyh, birakmadim, birakamam, ve birakamiyacagim» demistir. Mustafa Kemal'in bu sekilde milletvekillerinin karsisina dikilmesi, direnisi, münakasalar daha da agirlastirmissa da, ilk Meclis'in o muvafiki ile muhalifi ile Millî Mücadeleyi zafere ulastirabilme (gayreti 6 Mayis gününün gece yansinda yapilan oylamada görülmüs ve on bir red, on bes çekimser, yüz yetmis yedi kabul oyu ile Baskumandanlik Kanunu üç ay daha uzatilmis/daha sonra bu üç ay kaydi süresiz olarak kabul edilmis ve 30 Agustos, bu karardan otuz yedi gun sonra kazanilmistir. 30 Agustos harekatina muhalefet eden kumandanlardan Yakup Sevki Pasa (solda) ve Nureddin Pasa (sagda). 30 Agustos'daki zafer, evveliyati ve sonrasi ile Mustafa Kemal Pasa'nin nutkunda bütün safahatiyle uzun uzun anlatilmistir. Biz bu harekatla degil, harekata muhalif kalanlar üzerinde duracagiz... 30 Agustos harekati sirasinda hükümetin basinda Rauf (Orbay) Bey vardir. Baskumandan Mustafa Kemal Pasa'dir. Genelkurmay Baskani Fevzi (Çakmak)'dir. Garb Cephesi Kumandan Ismet (înönü), Birinci Ordu Kumandani Nureddin, Ikinci Ordu Kumandani Yakup Sevki (Subasi) Pasalardir. Sonralari Genel Kurmay Baskanligi yapan Asim Gündüz Pasa ise; Garb Cephesi Kurmay Baskani'dir. Bu Asim Gündüz Pasa'nin hatiratindan ögrendigimize göre, 30 Agustos'daki büyük taarruza Ismet Inönü, îkinci Ordu Kumandan Yakup Sevki Pasa tamamen, Birinci Ordu Kumandani Nureddin Pasa kismen, Genelkurmay Baskani Fevzi (Çakmak) ise bazi temel noktalarda muhalefet etmisler ve bu anlasmazlik zaman zaman hadd safhayi bulmustur. Asim Gündüz. Pasa, Birinci Ordu Kumandaninin 30 Agustos harekatinin mevzii kalip bizi Izmir'e ulastirmayacagi kanaatinde oldugunu, Nureddm Pasa'nin Kurmay olmadigini, ancak degerini Irak cephesinde ispat ettigini kayitla: «Kahraman, ahlak sahibi cesur bir zatti. Muhafazakardi. Izmir'in isgalinden evvel bu bölgenin kumandani idi. Galip devletler tarafindan istenmemis, yerinden aldirilmisti. Eger vazifesi basinda kalsa idi, daha sonra yerine gelen Ali Nadi Pasa'nin zaaflarina ve hatalarina düsmez, Izmir'in de eli kolu bagli teslim edilmesi mümkün olmazdi. Müdafaaya geçecegi süphesizdi» diyor. Ismet (înönü) Pasa ile arasindaki ihtilafin ise, taarruz emri müsveddesini yazmasindan dogdugunu kaydeden Asim Pasa, neticede kendisinin öne sürdügü planin agirlik kazandigini ve gerek Sakarya'daki ve gerek 30 Agustos'da sebkeden gayreti dolayisiyle terfi ettirildigini ve opeletlerinin bizzat Mustafa Kemal tarafindan takildigini yaziyor ve ilave ediyor: «— Ismet Pasa, Mustafa Kemal'in bu müstesna yakinligini, kadirsinasligini, alicenapligini asla affetmedi, hos görmedi ve unutmadi. Sahsimiz ve emeklerimiz için Mustafa Kemal'in alaka ve mürüvvetine daima istirak etmis olan Marasal Fevzi Çakmak'a karsi bile kirginligini, hepimizi elinde kuvvet oldugu anda unutarak, aktif hizmetlerden ayirarak gösterdi. Hem de küçük, çok küçük hesaplarla...» Asim Gündüz Pasa'nin yukarida isimlerini saydigi zevattan gayri digerleri, 30 Agustos harekati planina katilmislardir. Bunlar arasinda basta Asim Gündüz olmak üzere, Fahreddin Altay, Izzeddin Çalislar, Sükrü Naili, Kemaleddin Sami, Hüseyin Hüsnü Erkilet, Kazim Inanç, Naci Tinaz, Kazim Orbay, Salih Omurtak, Naci Eldeniz, Asir Atli, Deli Halid Pasa, Abdurrahman Nafiz Gürman, Halid Akmansü, Halis Biyiktay gibi muhtelif rütbedeki askeri zevat vardir. Kaynak: Mustafa Müftüoglu, Yalan söyleyen tarih utansin, cilt: 10 |
Meclis-i Meb’ûsân’in Mîsâk-i Millî’yi kabulü 28 Ocak 1920 Çarsamba günü Son Osmanli Meclis-i Meb’ûsani’nin gizli toplantisinda, bütün milletvekillerinin oybirligi ile sonralari “Mîsâk-i Millî” diye anilan “Ahd-i Millî” kabul edilmisti. Erzurum (23 Temmuz 1919) ve Sivas (4 Eylül 1919) Kongrelerinde görüsülen Mîsâk-i Millî metni, Son Osmanli Meclis-i Meb’ûsâni’ndaki Millî Mücadele’ye taraftar milletvekillerinin toplandigi “Felâh-i Vatan Grubu”nun 22 Ocak 1920 günkü gizli celsesinde Hüsrev Bey tarafindan okunup, “daha toplu ve daha esaslara muvafik bir surette tesbit edilmis” ve yukarida görüldügü gibi bir hafta sonra da Meclis-i Meb’ûsân’da oy birligiyle kabul edilmistir. Son Meclis-i Meb’ûsân’a Kastamonu milletvekili olarak katilan Yusuf Kemal (Tengirsek) hâtiratinda: Mîsâk-i Millî’yi hazirlayan komisyonda ben de çalistim. Mîsâk’in baslangici ve maddeleri bastan asagiya “Istiklâl!.. Istiklâl!.” diye haykirmaktadir. Bu, öteden beri disaridan, içeriden ma’ruz kaldiklari kötü muamemelere karsi artik isyan bayragini açmis, herseyin kayboldugunu görerek saha kalkmis olan Türk yigitlerinin icabinda canlarini vererek kazanmaya ahdettikleri bir dâvâ idi. Mîsâk’in özellikle altinci maddesi tam ve iyi bir idare kurabilmek, iktisaden ilerleyebilmek için tam istiklâl ve hürriyetin esas oldugunu ilân ediyordu. O zamanki Türk aydinlari hep böyle düsünüyorlardi, Mîsâk-i Millî’de bu istekler âlemin önüne kondu. Yapilan bütün anlasmalarda delegelerin israrla istedikleri ve aldiklari milletin bu basit haklarindan baska bir sey degildi. Mîsâk-i Millî, Türk Cemiyeti’nin sonradan yaptigi bilhassa siyaset sahasinda bir kalkan oldu. Hep onun kabulünü, onun tahakkukunu istedik. Mîsâk-i Millî, simdi kullanilan tabirle milletçe millî mücadeleye baslarken, ilerdeki hareketler için yapilmis bir plândi” diyor. Bir Iddia!.. Meshur “Büyük Türk Lûgati” sahibi, zamaninin ünlü fikir ve siyaset adami Hüseyin Kâzim Kadri Bey, Son Osmanli Meclis-i Meb’ûsâni’nda Aydin Milletvekili ve Meclis Baskanvekilidir. Seyh Muhsin-i Fânî, müstear adiyla pek çok eser birakan bu zatin Ikinci Abdülhamid Hân, Ikinci Mesrutiyet ve Ittihatçilarla ilgili hâtiratinin mühim bir kismi degerli arastirmaci Ismail Kara kardesimizin gayretiyle “Mesrutiyet’ten Cumhuriyet’e Hatiralarim” adiyla hazirlanip “Iletisim Yayinlari” arasinda yakin tarihimiz meraklilarina kazandirilmis hayirli bir hizmet olmustur. Hüseyin Kadri Bey bu hatiralarinda Son Osmanli Meclis-i Meb’ûsân faaliyetinden bahisle “Mîsâk-i Millî” mevzuunda der ki: “Mîsâk-i Millî” hazirlandi ve defaatle müzakereler ve ictimalar yapildi. Mîsâk’daki esaslari teklif eden benim. Hattâ bunun müsveddesi benim elyazimla Âsaf Bey’in (Bursa meb’usu) nezdindedir. Sonradan Anadolu’dan gelen meb’uslarin istirakiyle de kat’i seklini aldi. Reis’e vekâlet ettigim günlerde Fransizcaya tercüme ettirerek ba’de’l-imza (imzadan sonra) bütün hükümetlere ve parlamentolara göndermistik. En son güne kadar takip edilecek dahilî ve harici siyasetle buna bagli millî istekleri ihtiva eden “Mîsâk-i Millî” benim fikrimden dogmustu. Bu hakikati fahr u mübahât ile (hakli olarak övünerek) yâd ve tekrar ederim.” Pek çok eserde görülmeyen “Mîsâk-i Millî” ile alâkali bu mühim iddiayi naklettikten hemen sonra ilâve edelim: Meclis-i Meb’ûsân’in gizli celsesinde kabul edilen “Ahd-i Millî/Millî Misâk”in bütün parlamentolara ve basina bildirilmesine dair Edirne Milletvekili Seref Bey’in verdigi takrir (uydurmacasi: Önerge) Meclis’in 17 Subat 1920 günkü toplantisinda okunmus ve Seref Bey o gün sadelestirilmis sekliyle hulâsaten su konusmayi yapmistir: “-Muhterem arkadaslarim, millet bizi buraya gönderirken omuzlarimiza mühim bir hizmet yükledi. Altiyüz yildir adaletin keskin kilicina dayanarak ayakta duran bu devletin tarihi, dini ve bütün haklariyla müdafaasini bizden istedi. Hepimiz de kabullendik ve öylece buraya geldik. Buraya geldimiz günden beri de gönüllerimizde ve kafalarimizda bir düsünce belirdi. Bir arkadasimiz bütün yüreklerden kopup gelen baris sesini bir noktada topladi ve bütün vicdanlar bu noktada birlesti. Ortaya, ölümümüze kadar sürecek olan bir “Ahd-i Millî” çikti. Bu, öyle bir millî anddir ki, Meclisimiz bunu kat’i bir kararla bundan sonraki tarihimize kaydederken, geçmisin güçlü ve parlak günleri kadar gelecekte de, milletimiz için umdugumuz ve devletimiz için bekledigimiz en parlak günleri hazirlamis olacagiz. Okuyacagim “Ahd-i Millî”nin, insanlari çignemek ve esir yasatmak istemediklerini ilân etmis olan Avrupa’nin bütün medenî devletlerine duyurulmasini teklif ediyorum. (Bravo sesleri ve alkislar.) Milletin oyu ile buraya gelen, devletin ve milletin namusunu ve dinini müdafaa ve muhafazada birlesen arkadaslarimin bu “Ahd-i Millî”yi kabul suretiyle gösterdikleri iman ve karardan Allah da razi olacak ve bizleri basariya ulastiracaktir. (Sürekli alkislar.) Büyük Milllet Meclisi’nce de kabulü Kisa bir giris yazisiyla alti maddeden ibaret “Mîsâk-i Millî”nin Meclis-i Meb’ûsân’da okunmasini müteâkib Baskanin “Bunu kabul ediyor musunuz?” sualine “Hepimiz ve oybirligi” cevabi verilmis, “O halde gereken yerlere bildirecegiz” diyen baskan daha sonra, Sinop Milletvekili Dr.Riza Nur Bey’i kürsüye dâvetle onun yaptigi konusmadan sonra celseyi kapatmis, o günkü kararla “Ahd-i Millî” dünyaya duyurulmustur. “Mîsâk-i Millî”, 23 Nisan 1920’de Ankara’da toplanan Ilk Büyük Millet Meclisi’nin 18 Temmuz 1920 Pazar günkü ictimainda aynen kabul edilmis ve Son Osmanli Meclis-i Meb’ûsâni’ndan sonra BüyükMillet Meclisi’nce de aynen benimsenen “Mîsâk-i Millî”, yer yer temiz Anadolu topragini kirleten düsmana müdhis bir darbe olmus, millî kiyamda mühim bir merhale katedilmistir. “Mîsâk-i Millî”de Bati-Trakya ve Musul sinirlarimiz içinde gösterilmesine ragmen, Lozan’da bu topraklara sahip olamayisimiz Büyük Millet Meclisi’nde genis tenkit mevzuu olmus, 21 Agustos 1923 günkü Meclis toplantisinda Izmir Milletvekili Necati Bey Musul; sonralari Içisleri Bakani olan Sükrü Kaya Bati-Trakya mevzuunda hayli sert konusmalar yapmislardir!.. |
CHP’nin kurulusu ile alâkali bazi gerçekler 23 Nisan 1920 Cuma günü Ankara’da açilan Ilk Büyük Millet Meclisi kabul ettigi “Nizâb-i Müzakere” Kanunu’nun birinci maddesine göre: “Hilâfet ve saltanatin, vatan ve milletin kurtulus ve istiklâlinden ibaret olan gayesine ulasincaya kadar fasilasiz toplanarak” çalismalarini sürdürürken, 1923 yilinin 1 Nisan Persembe günü alinan bir kararla seçimin yenilenmesine gidilerek Ilk Meclis dagilmistir. Ikinci Büyük MilletMeclisi seçimleri hazirliklarinda ilk defa “Halkin Firkasi/Partisi”nde söz edilmis, milletvekilligi adayligi için 16 Nisan 1923’te yayinlanan tebligde “Müdafaa-i Hukuk Gurubu ve Halk Firkasi namzettigine/adayligina talip olacaklar” denilirken, yeni Firka/Parti’nin Müdafaa-i Hukuk’un devami olacagi düsünülmüs, seçimler dolayisiyla yayinlanan bildirilerde de, hem Müdafaa-i Hukuk’tan hem de Halk Firkasi’ndan bahsedilmistir. Ikinci Büyük Millet Meclisi için seçim 22 Haziran 1923 günü yapilmis ve 11 Agustos Pazartesi günü ilk toplantisini yapan bu Meclis bir milletvekili disinda tamamen Müdafaa-i Hukuk mensuplarindan tesekkül etmistir. Ilk Meclis’teki “Ikinci Gurup” milletvekillerinden, yâni, muhaliflerden çogu Ikinci BMM seçiminde aday gösterilmemislerdir. Bu Meclis’te yegâne muhalif–müstakil meb’us, Gümüshane Milletvekili Zeki (Kadirbeyoglu) Bey’dir. Ikinci BM Meclisi’nin açilmasindan hemen sonra Müdafaa-i Hukuk mensuplari, Halk Firkasi kurulusu için çalismaya baslamislardir. Firka/Parti 9 Eylül 1923’te kurulmus ve Dahiliye Vekâleti’ne/Içisleri Bakanligi’na verilen bir dilekçe ile tescili istenmistir. Mustafa Kemal Pasa’nin imzasini tasiyan bu dilekçe ile resmî makamlara bildirilen “Halk Firkasi”nin kurulusu 9 Eylül 1923 ise de, yine Mustafa Kemal’in 1927 Kurultayi açis nutkundan ögrendigimize göre, Halk Firkasi/Partisi, Müdafaa-i Hukuk’un devami olup, kurulusu “Sivas Kongresi”dir (4–11 Eylül 1919) ve bu Kongre, Firka’nin/Parti’nin ilk kurultayidir. Bu mevzuda diyor ki, Mustafa Kemal Pasa: “– Bütün Anadolu ve Rumeli’ye samil olmak üzere ilk kongremiz Sivas’ta akd’edilmistir. Gerçi o zaman kullandigimiz ünvanla, bugünkü ünvan arasinda fark vardir. Fakat teskilât esas itibariyle mahfuz kalmisti. Bugün siyasî firka/parti halinde tecelli eden mevcudiyete mebde teskil edilmistir.” “Prognami yoktur dediler” Bu ifadeye göre kurulusu “Sivas Kongresi”ne kadar uzanan Halk Firkasi’nin ilk Genel Baskani Mustafa Kemal Pasa’dir. Baskan Yardimciligi’na Ismet (Inönü) Pasa, Genel Sekreterligi’ne ise Recep (Peker) getirilmis ve ilk Umumî Heyet: Celâl (Bayar), Sabit (Sagiroglu), Cemil (Ubaydin), Dr. Refik (Saydam), Saffet (Arikan), Münir Hüsrev (Göle), Zülfü (Tigrel) ve Kâzim Hüsnü’den tesekkül etmistir. Firka’nin/Parti’nin ilk programi mevzuunda Mustafa Kemal Pasa “Nutuk”ta der ki: “– Gerek bâzi zevattan aldigim tahriri mütalâattan (yazili görüslerden) ve gerek halk ile müdavele-i efkârdan (fikir alisverisinden) çok istifade ettim. Nihayet 6 Nisan 1923 tarihinde nokta-i nazarlarimi (görüslerimi) “dokuz umde” halinde tespit ettim. Ikinci Büyük Millet Meclisi’nin seçimi esnasinda nesir ve ilân ettigim bu program, Firka’nin tesekkülüne esas olmustur. Nesrettigim programi bir siyasî firka/parti için gayrikâfi, kisa bulanlar oldu. Halk Firkasi’nin programi yoktur, dediler.” Böyle Halk Firkasi’nin/Partisi’nin kurulusuna esas olan “9 Umde” mevzuunda Mete Tuncay, tek parti ile alâkali tetkikinde der ki: “– Anadolu-Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerine gönderilen “9 Umde Beyannâmesi” tepkisiz kalmamistir. Halk Firkasi’na dönüstürülmeye karsi direnmelerin ilginç bir örnegi Trabzon’dur. Burada, eski Vali Deli Hamid Bey, Belediye Reisi Gazzaz-zâde Hüseyin Efendi, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Baskani Barutçu-zâde Ahmed ve oglu “Istikbâl” gazetesi sahibi Faik Ahmed Beylerin önderligindeki muhalif bir çevre, Trabzon Meb’usu Ali Sükrü Bey’in Topal Osman’ca öldürülmesi olayindan ötürü, zaten galeyana gelmis bir durumdaydilar. Bu hava içinde Anadolu-Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Halk Firkasi’na dönüstürme girisimi, Trabzon Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nce kisisel yönetime varacak, üstelik dernek tüzügüne aykiri bir tasari olarak degerlendirilmis ise bu itiraz, Beyannâme’ye bir cevapla bildirilmistir. Bunun üzerine, Trabzon’a iki milletvekilinden olusan bir sorusturma kurulu gönderilmis ve sonuçta, eski heyet-i merkeziyeye isten el çektirilip yeni bir heyet-i mütesebbise kurulmustur.” Bir görüs daha Sonralari “Terakkiperver Cumhuriyet Firkasi’nin/Partisi’nin” kurulusu dolayisiyla Halk Firkasi programi yine bahismevzuu olmus ve “Terakkiperver Cumhuriyet Firkasi’ni kuranlarin belli prensiplere sahip olmadiklari, sirf iktidar hirsiyla Halk Firkasi’ndan ayrilip muhalefete geçtikleri” iddiasina Ali Fuad (Cebesoy) Pasa’nin cevabi su olmustur: “– Firkamizin/Partimizin kurulusu bir çok ta’rizlere ve itirazlara vesile teskil etti. Bunlarin baslicasi, Halk Firkasi ile Firkamiz programlari arasinda hiç bir fark bulunmadigi halde, yeni bir Firka teskil etmemiz, yâni, muayyen prensip ve gâyelere degil, sahsî ihtiraslara tâbi bulunmamiz iddiasidir. Iki Firka’nin programlari arasinda bir fark bulunup bulunmadigini anlamak için, iki programi karsilastirmak lâzimdir. Halbuki, Halk Firkasi’nin yazilmis bir programi bile yoktur. Mevcut olmayan bir seyle mukayese imkâni da elbette yoktur. Fakat buna ragmen, aramizdaki en büyük fark kendiliginden meydana çikiyor ki, o da, bizim müsbet, muayyen ve yazilip nesredilmis bir programimiz bulundugu halde, karsimizdakilerin bundan mahrum oluslari, yâni, hiç bir programlari bulunmayisidir. Onlar bu noksanlarini ma’zur göstermek için: “Bizim programimiz, icraatimizdir. Biz yazmayiz, yapariz. Hükûmetimizin beyannâmeleri programimizi teskil eder” gibi sözler söylemektedirler. Fakat bunlarin hiçbiri, programsizligin bir siyasî Firka için haiz oldugu mânayi izale edemez.” 6 ok Anayasa’da 1923’te kurulan “Halk Firkasi” adli siyasî tesekkül, sonralari “Cumhuriyet Halk Firkasi” diye anilmaya baslamis, 1935’te ise “Cumhuriyet Halk Partisi” (CHP) adini almistir. Halk Firkasi’nin adina “Cumhuriyet” kelimesinin ilâvesi yeni bir partinin tesekkülü sirasinda olmus ve Fahir Giritlioglu’nun CHP ile ilgili eserine göre: “Yeni kurulan parti ismini “Terakkiperver Cumhuriyet Firkasi” olarak almak üzere iken, Halk Partisi daha atik davranmis ve “Cumhuriyet” ismini bir baska partiye kaptirmamak için 10 Kasim 1924 tarihinde kendi adini “CHP” olarak degistirmistir.” CHP’nin “6 Ok”u ise Ismet Inönü’nün yüz elli üç arkadasiyla birlikte Meclis’e getirdigi bir takrir (önerge) ile o günkü Anayasa’nin ikinci maddesine girmistir. 5 Subat 1937’de kabuledilen bu degisiklik, merhum Ali Fuad Basgil’e göre: “Anayasa’nin aslindaki berrak çehresini bir hayli burusturmustur.” “Anayasa bir parti programi degildir. O, bir millî misaktir. Yalniz muayyen bir partinin mensuplarina ve yalniz yasayan nesile hitap etmez. Milletin her ferdine ve kanun olarak kaldikça, her nesile hitap eder. Bir parti için yerinde ve münasip olan bir fikir, devlet için ve devletin kanunu olan Anayasa için münasip degildir” diyen Ali Fuad Hoca devamla: “– Devletçilik nedir?.. Lâiklik ve milliyetçilik ne demektir?.. Inkilâpçiligin zaman içindeki hududu nedir?.. Bizde bunlar ne Anayasa’da ve ne de baska bir tatbikat kanununda tarif edilmemis, hiç birinin hududu ve sümûlu gösterilmemistir. Meselâ, devletçilik sahsî temayüle göre degisik, hattâ zit mânasi olan bir tâbirdir. Biz de bu prensibin kanunlarimizda bir tarifine rastlanmadigi gibi, hukukçularimiz arasinda da ilmî bir izahi yapilmis degildir. Lâiklik de böyledir. Garb (Bati) ilmine sorarsaniz, lâikçilik din ve vicdan hürriyetinin teminatidir ve lâik olmayan bir devlette bu hürriyetin teminati yoktur. Bize gelince, maziyi yasayanlar bilirler ki, bizde lâiklik sol ve sag temayüller arasinda bocalamis, iktidar adamlarinin içtihadina göre mâna almistir. Aci olan sudur ki, bu içtihad memleket realitesinden ziyade yanlis görüslere saplanmaktan dogmustur. Su da acidir ki, Üniversitelerimiz, bu hususta efkâri aydinlatacak bir görüs vermemis, ayni fakülte hocalari bile bir anlayis birligine varamamistir.” Su görüs de, Ali Fuad Basgil hocanindir: “Lâiklik Anayasa’ya kelime olarak degil, tarif olarak girmeli, hududu ve sümul sahasi gösterilmelidir. Ancak bu sekilde lâiklik adina yapilacak su’i-istimallerin önüne geçilebilir.” Kurulusunun yildönümü kutlanan CHP’nin “9 Umde”si ile “6 Ok”una böyle kisaca temas ettiktensonra hemen ilâve edelim ki, baslibasina bir kitap mevzuu olan CHP icraatindan bâzilarini gününde ve sütunumuzun müsaadesi nisbetinde inceleyecegiz. |
Alti Ok’un hikâyesi Atatürk’ün iltifatina mazhar olan Münir Hayri Egeli, “Eski Bir Atatürkçü” adiyle 1954 yilinda yazdigi ve 1959’da “Ahmed Halid Kitabevi”nce yayinlanan “Atatürk’ten Bilinmeyen Hatiralar” isimli kitabinda “Alti Ok’un Hikâyesi” basligi altinda diyor ki: “Bir gün Recep Peker beni çagirdi: “– Halk Partisi’nin amblemi olmak üzere bir sey istiyorum” dedi. Bir seyler düsün... Hemen ise koyuldum. Fakat isin eninde sonunda Ata’ya intikal edecegini biliyordum. Usulca onun Halkevi’ne gelmesinden istifade ederek yaptigim örnekleri reis/baskan masasinin üzerine biraktim. Atatürk bunlari görmüs. Reis Nafi Atif (Kansu)’tan sormus. O da benim krokilerim oldugunu söylemis. Nihayet beni çagirtti. – Bunlar ne?.. diye sordu. – Efendim, Parti’ye amblem denemeleri. Atatürk, sadece: – Senin baska isin yok mu?.. dedi. Sonra Nafi Atif’a döndü: – Receb’in (Peker) isi yok böyle seylerle ugrasir. Bizi Fasist partilerine çevirecek” diye mirildandi. Ben ondan sonra isi biraktim. Alti Ok’u Recep Bey, Mahmud Akok’a çizdirmis. Bana da: – Bu islerin inhisari/tekeli sende olacak degil ya... Bak ne güzel oldu, dedi. |
"Resmî bayram günlerinden" biri olan 23 Nisan'da okullarda ve meydanlarda merasimler yapilir, çocuklar siirler okur TBMM nasil açildi? 23 Nisan, bazilari için yalnizca "Çocuk Bayrami" olarak kutlanan bir tarihtir. Ayni zamanda "Resmî bayram günlerinden" biri olan 23 Nisan'da okullarda ve meydanlarda merasimler yapilir, çocuklar siirler okur. Belediye baskanlari, valiler, kaymakamlar, hatta ve hatta bakanlar o gün kisa bir müddet için de olsa koltuklarini, "önceden seçilmis ve ne söyleyecekleri ezberletilmis" çocuklara terkederler. O gün koltuklarini "geçici" olarak çocuklara devreden büyüklere Basbakan, Cumhurbaskani ve TBMM Baskani da dahildir. Adi hep çocuklarla birlikte anilan ve bolca merasim yapilan 23 Nisan tarihi Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açildigi tarihtir. Bu bakimdan yakin tarihimizdeki "satir baslarindan" birisini teskil etmektedir. Epeydir yapilagelen 23 Nisan merasimlerini artik ezberledik. Hatta artik çocuklarin geçici olarak oturduklari koltuklarda neler söyleyeceklerini, telefon açarak karsidaki muhataplarina ne gibi talimatlar vereceklerini de az çok tahmin edebiliyoruz. Peki acaba bu mühim tarihte TBMM'nin nasil açildigini, o gün nasil bir merasim yapildigini biliyor muyuz?.. Bu sorunun cevabina geçmeden önce geliniz 23 Nisan 1920 öncesini kisaca göz gezdirelim. Yarali, yorgun, bitkin... 23 Nisan 1920 tarihine gelinceye kadar Anadolu tarih boyunca görmedigi elem verici hadiselere sahitlik etmisti. Isgal ve esaret nedir bilmeyen Anadolu isgalle tanismisti. Anadolu insani çok uzun zamandan beri savastaydi. Daha öncekileri saymazsak, 18 Ekim 1912'de baslayan Balkan Savasi'yla birlikte asirlardir besledikleri kinlerini kusan düsmanlarin tecavüzatini durdurmak için cansiperane bir savasin içine dalmisti. Henüz Balkan Savasi'nin yaralari sarilmadan, Birinci Dünya Savasi patlak vermis, yüzbinlerce gencimiz yedi cephede savasmaya baslamisti. Bu müthis savasta kuvvetler arasinda muazzam dengesizlikler vardi. Anadolunun imanli ve yigit gençleri yedi düvele, yetmis iki millete karsi savasiyorlardi. Savasta yüzbinlerce genç sehit düsmüstü. Sag olarak dönen gazilerin pek çogu da ya hastalanmis, ya kolunu, bacagini kaybetmisti. Nicedir Osmanli devletine "Hasta adam" deyip, kendi aralarinda onun mirasini bölüsenler, 30 Ekim 1918'de imzalanan Mondros Mütarekesinin ardindan, kapali kapilar ardinda hazirladiklari planlarini tatbikat safhasina koymaya baslamislardi. Isgaller basliyor Anadolu insaninin yarali, bîtap ve bassiz oldugunu gören düsmanlar aç kurtlar gibi Osmanli mülküne saldirmaya, isgallere baslamislardi. Ingilizler; 8 Kasim 1918'de Musul'u, 10 Kasim'da Çanakkale'yi ve 13 Kasim'da bütün Bogaz istihkamlarini isgal etti. Trakya bölgesine önce Yunan sonra Fransiz birlikleri girmeye basladi. Fransiz birlikleri ile bu birliklere öncülük eden Ermeni misil güçleri; 11 Aralik'ta Dörtyol, 17 Aralik'ta Mersin, 21 Aralikta Adana, 27 Aralikta da Pozanti'yi isgal etti. Bu isgaller esnasinda Fransizlardan cesaret alan Ermeniler katliamlara giristiler. Fransizlar da Ermenilerden asagi kalmayacakti. Ingilizler 19 Aralik'ta (1918) Batum'u, bir ay sonra da Kars'i isgal etti. Mart 1919 tarihine kadar da Urfa, Maras ve Antep Ingilizler tarafindan isgal edildi. Yaklasik dört asir Osmanli idaresi altinda yasamis olan Yunanlilar 15 Mayis 1919'da Izmir'i isgal etti. Yunan palikaryalari daha sonra Ayvalik, Ödemis, Nazilli, Tire ve Akhisar basta olmak üzere bölgedeki yerlesim merkezlerini isgal edecek, yakip yikacak, dehsetli katliamlara girisecek, vahset tablolari sergileyecekti. Dünkü usaklarin bu küstahligi ve hunharligi Anadolu halkini yüregini dagliyordu. Asirlar boyunca devletin payitahti olan Istanbul, 16 Mart 1920'de isgal edildi. Düsman harp gemileri Bogaz'a demirlemis, düsman askerleri Istanbul'a ayak basmis, bilhassa Ingilizler magrur ve küstah tavirlarla sehirde terör estirmeye baslamislardi. Iste TBMM böylesine yürekleri dagdar eden bir atmosferde açilacakti. Milleti ayaga kaldiracak güç Anadolu, Ingiliz, Fransiz, Italyan, Yunan, Ermeni çapulculari tarafindan isgale ugramisti. Anadolu halki yillarca devam eden savastan dolayi yarali, yorgun ve bîtapti. Bu durumdaki bir halki ayaga kaldiracak güç ne olabilirdi? Bu sorunun cevabini kurtulus hamlesini baslatacak olan bütün kurmaylar bilmekteydi. Asirlar boyunca bu halki zaferden zafere kosturan kuvvet, yarali arslani terar ayaga kaldiracakti. Çok uzun yillar dünyanin bir numarali "süper devleti"ni ayakta tutmayi basarmis, dünyanan en büyük devletlerine hükmetmis, dünyanin en büyük ordularini perisan etmis, zafere kosmus yigit insanlar; sadece ve sadece "Allah'in rizasini kazanmayi" düsünmüslerdi. Onlarin hayali I'layi kelimetullah idealini dünyanin her yanina tasimakti. Bu hayal ve gaye ile yola çikmislardi. Allah demisler, Resullulah demisler, Kur'an demisler, Islamiyet demisler ve kalblerindeki iman nurunun rehberlignde yollarina azimle devam etmislerdi. En zor sartlarda bile hayatin hayati olan hak dine sarilinca engelleri birer birer asmislardi. Iste yine öyle olacakti. Gün gayret günüydü, Islamî degerlere sarilarak ayaga kalkma günüydü... |
Kast-i Mahsusla Cuma Günü Esaret nedir bilmeyen insanlar, her karisi sehid kaniyla sulanmis olan Anadolu topraklarinin düsman çizmeleri altinda çignenmesine asla izin veremezlerdi. Elbette düsmanlara hadleri bildirilecekti. Bunun için organize olmalari sartti. Iste bu maksatla Ankara’da Millet Meclisi toplanacakti. Meclis’in açilisi kast-i mahsusla Cuma gününe denk getirilmisti. O gün muhtesem bir merasim yapilacakti. 23 Nisan 1920 günü yapilacak açilis merasiminin programi bir tamimle bütün yurda duyurulmustu. “Heyeti Temsiliye Namina Mustafa Kemal” imzali tamim, yerlesim merkezlerinin en merkezi yerlerine, camilerin kapilarina asilmis, ayrica matbaada bastirilarak halka dagitilmisti. Daha sonra TBMM Reisi, bilahare de ilk Reis-i Cumhur olacak olan Mustafa Kemal Pasa imzali tamimi, 1927 yilinda “Tayyare Cemiyeti” tarafindan 50 bin adet bastirilmis olan Osmanlica Nutuk’un (O tarihte henüz harf devrimi yapilmamisti) Birinci Cildi’nin 272 ve 273. sayfalarindan aynen aktariyoruz. (Akisi bozmamak için evvela metni verecegiz. Daha sonra, hülasa ederek bugünkü Türkçe’ye aktaracagiz.) Heyecan uyandiran tamim “Tel: Gayet Müstaceldir Ankara, 21/4/1920 Ankara’ya acele tezkere Kolordulara (K.O. 14 Vekâletine) Firka 61 Kumandanligina, Refet Beyefendiye, Bilumum Vilâyata, Müstakil Livalara, Müdafaai Hukuk Heyeti Merkeziyelerine, Belediye Riyasetlerine 1– Bimennihilkerim Nisan’in 23’üncü Cuma günü, Cuma namazini müteakip Ankara’da Büyük Millet Meclisi küsat edilecektir. 2– Vatanin istiklâli, makami refii hilâfet ve saltanatin istihlasi gibi en mühim ve hayatî vezaifi ifa edecek olan bu Büyük Millet Meclisi’nin yevmi küsadini Cuma’ya tesadüf ettirmekle yevmi mezkûrun mebrukiyetinden istifade ve bilumum meb’usini kiram hazarati ile Hacibayram-i Veli Camii Serifi’nde Cuma namazi eda olunarak envari Kur’an ve salattan da istifaza olunacaktir. Badessalât lihyei saadet ve sancak-i serifi hamilen daireyi mahsusaya gidilecektir. Daireyi mahsusaya dahil olmazdan evvel bir dua kiraatile kurbanlar zebholunacaktir. Isbu merasimde camii seriften bedile daire-i mahsusaya kadar Kolordu Komutanligi’nca kitaati askeriye ile tertibati mahsusa alinacaktir. 3– Yevmi mezkûrun teyidi kutsiyeti için bugünden itibaren merkezi vilayette vali Beyefendi hazretlerinin tertibile hatim ve buharii serif tilavetine bed’olunacak ve hatm-i serifin son aksami teberrüken Cuma günü namazdan sonra daire-i mahsusa önünde ikmal edilecektir. 4– Mukaddes ve mecruh vatanimizin her kösesinde ayni suretle bugünden itibaren buharî ve hatemati serife kiraatine suru edilerek Cuma günü ezandan evvel minarelerde salavat-i serife okunacak ve esnayi hutbede hilâfetmaabimiz padiahimiz efendimiz hazretlerinin nam namii humayunu zikredilirken zati sevketsimati padisahilerinin ve memaliki sahaneleriyle bilumum tebaai mülûkânelerinin bir an evvel naili halâs ve saadet olmalari duasi ilâveten tezkâr olunacak ve Cuma namazinin edasindan sonra da ikmali hatmedilerek makam-i muallayi hilâfet ve saltanatin ve bilcümle aksami vatanin halâsi maksadile vukubulan mesaii milliyenin ehemmiyet ve kutsiyeti ve her ferdi milletin kendi vekillerinden mürekkep olan bu Büyük Millet Meclisi’nin tevdi eyleyecegi vezaifi vataniyeyi ifaya mecburiyeti hakkinda mev’izeler irat olunacaktir. Badehu halife ve padisahimizin, din ve devletimizin, vatan ve milletimizin halâsi, selâmeti ve istiklâli için dua edilecektir. Bu merasim-i diniye ve vataniyenin ifasindan ve camilerden çikildiktan sonra bilâd-i Osmaniye’nin her tarafinda makam-i hükûmete gelinerek Meclis’in küsadindan dolayi resmen tebrikât icra edilecektir. Her tarafta Cuma namazindan evvel münasip surette mevlid-i serif okunacaktir. 5– Isbu tebligin hemen nesrü tamimi için her vasitaya müracaat olunacak ve serian en ücra köylere, en küçük kitaat-i askeriyeye, memleketin bilûmum teskilat ve müessesatin iblagi temin edilecektir. Ayrica, büyük levhalar halinde her tarafa talik ve mümkün olan mahallerde tabi ve teksir ve meccanen tevzi edilecektir. 6– Cenab-i Hakk’tan muvaffakiyet-i kâmile tazarru olunur. Heyet- Temsiliye Namina Mustafa Kemal” Davetiyede neler deniliyordu? Yukaridaki metin bahsettigimiz gibi 1927 baskili Nutuk’ta Osmanlica olarak yer almaktaydi. Ayni metin 1934 tarihinde Devlet Matbaasinda bastirilan Nutuk’un 1. cildinin 308–309. sayfalarinda aynen yer almistir. Diline dokunulmamistir. Daha sonraki Nutuklar’da maalesef sözde “sadelestirenler” kafasini gözünü yararak günümüz Türkçesine aktarmislardir. Metinde görüldügü üzere, hayli yüksek bir kültürün izleri derhal farkedilmektedir. O yillarda bilhassa kurmay subaylar mükemmel bir egitim almaktaydilar. Bir kere hepsi Türkçe, Arapça, Farsça dillerini çok iyi bilmekteydi. Islâmî kültürleri mükemmeldi. Temel dinî bilgileri de elde ediyorlardi. Edebî bilgileri de fevkalâdeydi. Her neyse biz daha fazla saded haricine çikmadan, TBMM’nin açilis davetiyesini, aslina sadik kalmaya çalisarak günümüz Türkçesine aktaralim. Tamimde, yani bir nevi “Millete açik davetiye”de söyle denilmektedir: “1– Kerim olan Allah’in izniyle (Insaallah) 23 Nisan Cuma günü Cuma namazindan sonra Ankara’da Büyük Millet Meclisi açilacaktir. 2– Vatanin istiklali, yüce hilafet ve saltanat makaminin kurtulmasi gibi en mühim ve hayatî vazifeleri yerine getirecek olan Büyük Millet Meclisi’nin açilis gününü Cuma’ya denk getirmekle zikrolunan günün mübarekliginden istifade ve bütün Milletvekilleriyle birlikte Haci Bayram-i Veli Camii’nde Cuma namazi kilinarak Kur’an’dan ve namazdan feyz alinacaktir. Namazdan sonra Peygamberimiz’in sancagi ve sakal-i serifi tasinarak Meclis önüne gidilecektir. Meclis binasina girilmezden önce bir dua yapilacak ve kurban kesilecektir. Bu merasim esnasinda, Haci Bayram-i Veli Camii’nden Meclis binasina kadar Kolordu Kumandanligi’na bagli askerler hususi tertibat alacaklardir. 3– Zikrolunan günün (Cuma günü) kutsiyeti için bugünden itibaren vilayet merkezinde (Ankara’da) vali Beyefendi hazretlerinin organizesi ile hatim (Kur’an-i Kerim’in tamamini okumak) ve buharii serif (seçme hadisler) okunmasina baslanacak ve hatmi serifin son kismi teberrüken (ugur sayilarak) Cuma günü namazdan sonra Meclis binasi önünde tamamlanacaktir. 4– Mukaddes ve yarali vatanimizin her kösesinde ayni sekilde bugünden itibaren Buhari ve Kur’an hatimlerinin indirilmesine baslanilarak Cuma günü ezandan önce minarelerde salavat-i serife okunacak ve hutbe esnasinda halife ve padisahimiz hazretlerinin isimleri zikredilirken, padisahlik makaminin ve bütün ülkenin bir an evvel kurtulmalari ve saadete kavusmalari için dualar edilecektir. Cuma namazinin kilinmasindan sonra da hatimler bitirilerek vatanin kurtulmasi, bunun için milletçe gayret gösterilmesinin lüzumu ve Millet Meclisi’nin verecegi vazifeleri yerine getirmenin ehemmiyetiyle ilgili vaazlar verilecektir. Daha sonra halife ve padisahimizin, din ve devletimizin, vatan ve milletimizin kurtulusu, selâmeti ve istiklâli için dua edilecektir. Bu dinî ve vatanî merasimin yerine getirilmesinden ve camilerden çikildiktan sonra Osmanli beldelerinin her tarafinda, hükümet konagina gelinerek Meclis’in açilisindan dolayi resmî kutlamalar yapilacak, tebrikler kabul edilecektir. Her tarafta Cuma namazindan önce münasip sekilde mevlid-i serif okunacaktir. 5– Bu tebligin derhal nesredilmesi ve yayilmasi için her vasitaya müracaat edilecek ve en hizli sekilde en ücra köylere, en küçük askerî birliklere, memleketin bütün teskilat ve müesseselerine ulastirilmasi temin edilecektir. Ayrica büyük levhalar halinde her tarafa yazilacak ve mümkün olan yerlerde matbaada bastirilip çogaltilarak ücretsiz olarak dagitilacaktir. 6– Cenab-i Hakk’tan tam bir muvaffakiyet niyaz olunur. Heyeti Temsiliye Namina Mustafa Kemal” |
Merasim nasil gerçeklesti? M. Kemal PaSa'nin "Heyet-i Temsiliye" adina gönderdigi tamim Anadolu’da büyük heyecan uyandirmisti. Tamimi alan resmî makamlar derhal geregini yapmis, yani en ufak yerlesim merkezlerine kadar ulastirmis, büyük afisler seklinde yazdirarak merkezî yerlere astirmis, binlerce nüsha bastirip halka dagittirmisti. Peki sonra ne oldu... Ankara'da ve Anadolu'da -tamim çerçevesinde- muhtesem merasimler yapildi. Anadolu halki bir anda bütün sikintilarini, elemlerini, kederlerini, yaralarini, kayiplarini unutarak ayaga kalkmisti. Merasim nasil gerçeklesti? Tamim alinir alinmiz yurdun dört bir yaninda yediden yetmise bütün halk heyecanla Cuma namazi için hazirlik yapmaya basladi. Vilayetlerde, kazalarda, kasabalarda, hatta köylerde hatimler indirilmeye baslandi. Camilerde Buhari-i serif okundu. 23 Nisan 1920 Cuma günü Cuma'dan önce artik heyecan son hadine ulasmisti. Yurdun bütün camilerinde minarelerde salavat-i serife okunuyordu. Cuma hutbesinde Meclisin o gün açilacagi belirtildi ve istiklal mücadelesinin basladiginin ilk isareti verildi. Herkes mesaji almisti. Cuma namazinin ardindan okunan hatm-i seriflerin dualari yapildi. Daha sonra hükümet konaklarinda tebriklesme merasimi yapildi. Halkla idareciler kaynasti. Ankara'daki muhtesem merasim 23 Nisan günü en muhtesem merasim ise Ankara'da yapildi. Tamim geregince, Valinin organizesiyle 21 Nisan'dan itibaren Kur'an ve hatim okunmaya baslanmisti. Cuma günü namazdan önce ahali sel gibi Hacibayrami Veli Camiine akmaya baslamisti. Minarelerden okunan salavat-i serife, o günkü manevî havayi bütün kâinata duyurur gibiydi. Camie Ankara'ya intikal etmis olan bütün milletvekilleri gelmisti. Hutbede o günün ehemmiyetinden bahsedildi. Namazi müteakip daha önce okunan Kur'an-i Kerim, hatimlerinin duasi yapildi. Buhari-i Serif okunmasi ise Meclis'e bikarildi. Namazdan sonra sancak çikarildi ve kafilenin önüne geçirildi. Bu arada sancagin yaninda, Sinop Mebusu Hoca Abdullah Efend, üzerine yesil örtü açilmis bir rahlenin üzerinde Kuran-i Kerim ve sakal-i serif tasimaktaydi. Rahleyi yari yoldan sonra Meclis'e kadar tasimak üzre Yozgat Mebusu Müftü Hulusi Efendi almisti. (TBMM Zabit Ceridesi, c. 1/1; Millî Mücadelede Din Adamlari, c.2/194) Yol boyunca devamli tekbirler getiriliyordu. Bu sekilde Meclis binasi önüne gelindi. Burada kurbanlar kesildi. Daha sonra Bursa Mebusu Hoca Fehmi Efendi dua etti. Bu duaya bütün milletvekilleri ve halk heyecanli bir sekilde "amin" diyorlardi. Meclis'te herkes yerini aldiktan sonra yine hocalarin bir kismi hep bir agizdan nakarat halinde dua ve ayetler okuyorlar, bir kismi da Buhari-i Serif kiraatinde bulunuyorlardi. Bu arada Haci Bayram Veli Türbesinden alinan sancak ve rahle üzerinde getirilen Kur'an-i Kerim ile Peygamber Efendimizin (a.s.m.) sakal-i serifi de kürsüye konmustu. (a.g.e./194) Bu merasimlerin ardindan çalismalara baslandi. Baskanlik divani seçildi. Reislige M.Kemal Pasa, reis vekilliklerine ise Mevlevi Postnisini Abdülhalim Efendi ile Haci Bektas Çelebisi Cemaleddin Efendi seçilmisti. Gayet normal bir hâdise Buraya kadar naklettiklerimiz, olup bitenlerin özetin özeti seklinde aktarilisidir. Bazilari sasirabilir. "Yok canim! Hiç olur mu?.. O zaman 312. madde yok muymus? Bunu yapanlar hakkinda herhangi bir sorusturma açilmamis mi?.." diyebilir. Böyle diyenlerin cehaletini mazur görerek mevzua dönelim. 23 Nisan günü yapilan bu merasimi, bugün degil de o günün sartlari isiginda düsündügümüzde, bunun son derece normal bir hadise oldugunu görürüz. Zaten baska türlüsü düsünülemezdi. Ülkemizin yakin tarihine damgasini vurmus isimlerden biri olan sayin Süleyman Demirel de bir zamanlar bu hadisedeki tabiilige parmak basarak su degerlendirmede bulunmustu: "... 1924 Anayasasinin devleti tarif eden ikinci maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin bir "Islam devleti" oldugu yazilidir. Ve 1920'de Mustafa Kemal Pasa'nin bütün ordulara ve vilayetlere gönderdigi bir tamim vardir. (Bizim daha önce naklettigimiz tamimi kastediyor.) O tamimde, camilerde dua edilmesini, Kur'an okunmasini, Mevlidi Serif, Buhari-i Serif okunmasini ister. Meclis açilirken de evvelâ Haci Bayram Camiinde namaz kilinir, hutbe okunur. Daha sonra dualarla Meclise gelinir, kurbanlar kesilir, Meclis açilir. "Bunlar o günün sartlari içinde samimî seylerdir. Baska türlü hükmetmek de mümkün degildir. Istilâya ugramis, tüme yakin herseyini kaybetmis bir milletin, toparlanmak için Cenab-i Allah'a sigindigi zaman, bunlarin milleti bir araya toplamasi gayet tabiîdir. "Yine ayni yillarda Yahya Kemal'in, Istanbul'da eski Osmanli eserlerini gezip dolasip da söyledigi iki söz var. Fevkalâde önemlidir bu sözler. Diyor ki: "Bu Osmanli devletini 600 sene ayakta tutan sebebi aradim. Ayasofya'nin minarelerinde okunan ezanlarla, Hirka-i Saâdet’te okunan Kur'an oldugu kanaatine geldim." 24 saat Kur'an okunuyor. Çok enteresan bir seydir. Yine Yahya Kemal'in "Galib et yâ Rab, çünkü bu son ordusudur Islâm’in" seklinde kurtulus ordusunu tarif edisleri var. O zamanlar kurtarilmak istenen sey, tabii ki, vatan, millet ve dindir. Her üçüne birden siginilmis olmasi tabiidir." (Köprü, Eylül, 1988, s. 35) Vatan, millet, din TBMM'nin açilisinda yapilan "resmî merasim"in en büyük gayesi halkin Meclise güvenmesini saglamakti. Halk bu sekilde açilan Meclisin kararlarini ona göre degerlendirecekti. 23 Nisan'da açilan Meclisin en mühim vazifesi asker toplamakti. Peki asker nasil toplanacakti? Bu yarali ve bitkin halk nasil ayaga kaldirilacakti? Bu sorunun cevabini Birinci Mecliste milletvekili, Milli Egitim Bakani ve Saglik Bakani sifatlariyla bulunmus olan Dr. Riza Nur su sekilde vermektedir: "... Simdi tuttugumuz siyaset, elimizdeki düstur sudur: "Padisah-Halife, Hükümet Istanbul'da düsmanlar elinde esirdir. Biz vekilleriyiz. Onlari, dini, milleti, devleti kurtaracagiz. Ey millet! Yunan gibi asirlardan beri kölemiz olan bir millete nasil boyun egeceksiniz?! Bu millet buna dayanamaz. Gayrete geliniz. Din gayreti lazimdir. Çünkü bütün millet âdeta istisnasiz, padisaha mutî, dine merbut (bagli), "padisah, din" diyor, baska birsey bilmiyor. Harpten de yorulmus, bitmis, parasiz, sefalette, bu haldeki bir milleti kolay kolay yeni bir harbe hazirlamak da mümkün degil. Bunun için Rumlar ile izzeti nefsini gicikliyorduk. "BakkalYorgi basiniza vali, mutasarrif, tasçi Vasil jandarma zabiti olacak nasil dayanacaksiniz?" diyoruz. Hakikaten Türk buna tahammül edemiyor. Anadolu’dan bu esnadaki seyahatlerimde bizzat böyle propaganda yaparken bu sözlerin herseyden müessir oldugunu görüyorum. Ayni zamanda dini de ele aliyorduk. "Kur'an'i apteshane kâgidi yapacaklar. Size sapka giydirecekler." diyorduk. Bu da pek müessir oluyordu..." (Hayat ve Hatiratim. c.3, s. 623) Iste bu sekilde vatan, millet ve din unsurlarinin öne çikarilmasi pek müessir olmakta, halk yarali arslan gibi silkinip ayaga kalmakta, gönüllü olarak askere yazilmaktaydi... |
Irsad heyeti Anadolu’da TekbIrlerle, dualarla açilan Meclis zafere kadar ayni hüviyetini muhafaza edecekti. O Birinci Meclis'te dinî tahsil görmüs olanlarla, din görevlisi olanlarin sayisi hayli fazlaydi. Meclis kayitlarina göre seçilen 437 milletvekilinden 34'ü Meclis'e katilmamisti. Böylece Birinci Meclis'te milletvekili sayisi 403 idi. Bu milletvekillerinden din adami vasfini haiz 78 kisi vardi. Bu sayinin 101'i bulmasi da muhtemeldir. Çünkü medreseye belli bir müddet gittigi halde baska meslegi seçen milletvekilleri de bulunuyordu. (Dr. Recep Çelik, Milli Mücadelede Din Adamlari) Ayrica sair meslek mensubu milletvekillerinin tamami da mükemmel bir dini tahsil görmüslerdi. Irsat komisyonlari Meclisteki dini tahsil görmüs milletvekilleri çok büyük hizmetlerde bulunmuslardi. Halkin irsad ve isgal kuvvetlerin propagandalarina karsi tenviri gibi... Meclisin ilk ele aldigi mevzulardan biri de halka gerçeklerin anlatilmasi, Millî Mücadele'ye fiilen istiraklerinin saglanmasi idi. TBMM Reisi Mustafa Kemal Pasa bu mevzunun ehemmiyeti üzerinde durmus. 25, 26 ve 27 Nisan tarihlerinde "Irsad heyetinin teskili" görüsülmüstü. 27 Nisan 1920 tarihli toplantida Irsad Encümeni Meselesi yeniden gündeme gelmisti. Seyh Servet Efendi'nin takririyle irsad subesi kurulmasi teklif edilmisti. Teklifte su açiklamalar bulunuyordu: "Insanligi aydinlatmanin, insan varliginin mutlulugu yolunda en önemli hizmet oldugu, çok eski devirlerden beri bilinen bir gerçektir. Ne yazik ki düsmanlarimiz bu güzel hakikati, kötü yollarda kullanmakta ve batili Hak gibi gösterme gayreti içinde bizi dertlendirmektedirler. Propaganda adi verilen olaylari özel ve gizli çikarlara alet etme, düsmanlarimizin basari ile yürüttükleri en tesirli silahtir. Silaha, benzer tesirli silahla karsi konulur. Dogruluguna inandigimiz hakikatleri milletimizin önüne açikca sermek için biz de harekete geçelim... Bu gaye ile Millet Meclisi'mizin halk hizmetleri için kuracagi subeler arasinda bir irsad subesinin eklenmesini teklif ediyorum." (a.g.e./210) Ingilizler'in propagandalari Bu takrirde de belirtildigi gibi o esnada düsman kuvvetler müthis sekilde propaganda yapmaktaydi. Bilhassa Ingilizler dessasâne bir sekilde batili Hak, Hakki batil göstermeye çalisiyor, istiklâl mücadelesini temelinden çürütmek için her yolu deniyordu. Ingilizler propagandalarinda sik sik din unsurunu kullaniyor ve kendilerinin "Islâm'in hâmisi" olduklarini belirtiyorlardi. Iste o sirada isgal altindaki Istanbul'da bulunan bir âlim bu Ingiliz propagandalarina yazmis oldugu makalelerle, brosürlerle cevap veriyordu. Tipki Mehmed Âkif gibi, Osmanli Devleti'nin en büyük ilmî müesseselerinden biri olan Darü'lHikmeti'l Islâmiye" azasi olan Bediüzzaman, "Tükürün Ingiliz lâininin hayasiz yüzüne!", "Ey ekpekü'l küpekadan tekepküp etmis köpek!" gibi ifadelere de yer verdigi makalelelerinde ve "Hutuvat-i Sitte" isimli, Ingilizlerin alti maddelik dehsetli yalanlarini çürüten eserinde halka gerekçeleri açikliyor ve uzun zamandan beri Islâm âleminin en büyük düsmani olan Ingilizler'in propagandalarina kanmamalarini ihtar ediyordu. Bediüzzaman'in bu nevi çalismalari Anadolu'da ve Meclis'te yanki uyandirmisti. Basta TBMM Reisi M. Kemal Pasa olmak üzere bir grup milletvekili onu israrla Ankara'ya davet etmekteydi.Bediüzzaman ise "Ben tehlikeli yerde hizmet etmek istiyorum" diyordu. Gerçekten o sirada Istanbul'da bulunmak çok tehlikeliydi. Zira Ingiliz isgal komutanilgi Bediüzzaman için görüldügü yerde vurulmasi emrini çikartmisti. Irsad heyeti Anadolu'da TBMM'de "Irsad ve Tenvir heyetlerinin kurulmasi" fikri hüsnü kabul görecek ve daha ziyade din adamlariyla dinî egitim almis milletvekillerinden seçilmis heyetler Anadolu'ya dagilarak halka olup bitenleri anlatmaya baslayacaklardi. Bu heyette yer alan isimlerden birisi de Istiklâl Marsi sairi, o günkü ünvaniyla "Burdur Meb'usu" olan Mehmed Âkif'ti. Vaazlarinda Islâm kardesligi üzerinde israrla duran Âkif söyle diyordu: "Devlet, millet, ordu bizden fedakârlik istiyor. Biz bu fedakârligi dinimizi, vatanimizi korumak için, seve seve yapacagiz. Alimler ilmiyle, zenginler servetiyle, fakirler güçleri nisbetinde, eli silah tutanlar kuvvetiyle çalisacak. Bundan kaçmak haramdir, dine ihanettir. Her seyi devletten bekleyemeyiz." Camilerde, meydanlarda halka hitap eden, gerçekleri anlatan Âkif düzenli ordu birliklerinin kurulmasindan sonra sik sik ordu birliklerini ziyaret ederek Mehmedcikle sohbet ediyordu. Onun yazmis oldugu ve Meclis'te ayakta alkislanarak kabul edilen "Istiklâl Marsi" metni askerin elinden ve dilinden düsmeyecekti. |
Sira geldi Mehmedcik'e Milletvekillerinin bu sekilde Anadolu'yu adim adim dolasmalari semeresini verecekti. Henüz yaralari iyilesmemis gaziler, henüz biyigi terlememis yigitler silah basi etmek için askerlik subelerine akin etmeye baslamisti. 23 Nisan'da Meclis'in açilmasindan ve mücadelenin alt yapisinin hazirlanmasindan sonra sira Mehmedçige gelmisti. Ona ise vazifelerini, ne yapmasi gerektigini uzun uzadiya anlatmak yersizdi. Zira o ne yapacagini çokiyi bilmekteydi. Nitekim pes pese zaferler kazanilacakti. TBMM'nin dualarla, tekbirlerle açilmis olmasi nasil tarihî bir gerçekse, Mehmedçigin o savaslarda tipki Meclis'in açildigi gün milletçe sergilenen halet-i ruhiyeye uygun davranmis oldugu da bir baska tarihî gerçektir. Milletvekilleri ve milletin kendisi 23 Nisan günü "Allahü Ekber" diyerek yürümüstü. Mehmedçik de cephede "Allah! Allah!" diyerek hücuma kalkmis, dilinde Kelime-i Sehadet ile son nefesini vermisti. Sehid düsen her Mehmedcigin cebinden ya küçük bir Kur'ân-i Kerim, ya da Kur'ân'dan bir sayfa çikmaktaydi. Her çarpisma öncesi, tipki Malazgirt'teki sanli ecdadlari gibi abdest aliyor, namaz kiliyor, birbirleriyle helallesiyorlardi. |
Masallarla gerçekler 23 Nisan günü küçükler için masallar anlatilabilir. Ama o gün büyüklere de gerçeklerin anlatilmasi ihmal edilmemelidir. 23 Nisan günü, o güne damgasini vuran hâdisenin en mühim unsurlarini anlatmamak siradan bir ihmal degildir. Masallar çocuklara anlatilir. Onlari uyutmak için. Büyüklere de masal anlatmaya kalkismak, en basitinden onlari "çocuklar yerine" koymak degil midir?... |
Levhalar disariya çikartilamadi -------------------------------------------------------------------------------- -------------------------------------------------------------------------------- Fatih'in Aksemseddin hazretlerinin 1 Haziran 1453 tarihindeki hutbesiyle ilk defa cuma namazi kildigi Ayasofya Câmii, fethin sembolü, Fatih'in ise öz ve öz fetih ganimetiydi. Fatih, Bizans hazinelerinden kendi payina düsen milyonlarca altin lira'yi reddetmis ve sadece Ayasofya'ya talip olmustu. Ayasofya'nin tapusu, Fatih'in üzerine idi ve 481 yil boyunca da öyle kaldi. Ve tarih 27 Agustos 1934... Ayasofya Câmii Mustafa Kemal'in "Ayasofya'yi müze yapip ilim âlemine [daha dogrusu Hristiyan bati âlemine] hediye ediyoruz" beyaniyla ibadete kapatildi. Ve içindeki Islâm nisanlarinin kaldirilmasi emredildi. Yukaridaki resimde görülen ve ünlü hat üstadi Kazasker Mustafa Izzet Efendiye ait olan 7,5 m çapindaki levhalar da, Ayasofya'dan çikartilmak için yerlerinden söküldü. Ancak hiçbir kapidan sigamyinca, ister istemez tekrar yerlerine konuldu. Levhalar disariya çikartilamadi -------------------------------------------------------------------------------- -------------------------------------------------------------------------------- Fatih'in Aksemseddin hazretlerinin 1 Haziran 1453 tarihindeki hutbesiyle ilk defa cuma namazi kildigi Ayasofya Câmii, fethin sembolü, Fatih'in ise öz ve öz fetih ganimetiydi. Fatih, Bizans hazinelerinden kendi payina düsen milyonlarca altin lira'yi reddetmis ve sadece Ayasofya'ya talip olmustu. Ayasofya'nin tapusu, Fatih'in üzerine idi ve 481 yil boyunca da öyle kaldi. Ve tarih 27 Agustos 1934... Ayasofya Câmii Mustafa Kemal'in "Ayasofya'yi müze yapip ilim âlemine [daha dogrusu Hristiyan bati âlemine] hediye ediyoruz" beyaniyla ibadete kapatildi. Ve içindeki Islâm nisanlarinin kaldirilmasi emredildi. Yukaridaki resimde görülen ve ünlü hat üstadi Kazasker Mustafa Izzet Efendiye ait olan 7,5 m çapindaki levhalar da, Ayasofya'dan çikartilmak için yerlerinden söküldü. Ancak hiçbir kapidan sigamyinca, ister istemez tekrar yerlerine konuldu. |
"Dünya durdukça, benim bu câmim câmi olarak kalacaktir. Onu câmilikten çikaranlar ALLAH'in, meleklerin ve insanlarin lânetine ugrasinlar. Onlar hiçbir zaman hafiflemeyen bir azap içinde bulunsunlar. Yüzlerine bakan ve kendilerine sefaat eden hiçbir kimse bulunmasin" Fatih Sultan Mehmed Han |
Kütüphaneleri yakmaya gerek kalmadi Meshur Inigiliz tarihçiisi Toynbee, " A study of History" isimli kitabinda, harf inkilâbini degerlendirerek, "Türkler harf inkilâbiyla, kendi kaynaklarina el atmak hussunda yabancilardan farksiz oldular " demekte ve söyle devam etmektedir: " Günümüzde Hitler, kendi düsüncesine karsi olan bütün ilmi hazineleri kökten yok edip kaldirmanin yolunu turmustru. Ne var ki, matbaanin icad edilmis olmasi, bu faaliyeti bir nevi imkânsiz hâle getirmistir ? |
HARF INKILÂBINI SADECE OKUYUP-YAZMA KOLAYLIGI IÇIN YAPILMAMISTIR. HARF INKILÂBINI BIZ KÜLTÜRÜMÜZÜ DEGISTIRMEK IÇIN YAPTIK. ARAP KÜLTÜRÜNDEN KURTULMAK IÇIN YAPTIK. ARTIK ESKI YAZIYA DÖNÜLMEYECEKTIR. BUNUN MÂNÂSI ARTIK ESKI KÜLTÜRÜMÜZLE BAGIMIZ KALMADI DEMEKTIR. ISMET INÖNÜ (Ulus Gazetesi, 15 Nisan 1969 |
" Hitler'in çagdasi olan Mustafa Kemal ise, hedefini gerçeklestirmek için en basarili ve en akilli yolu tutmustur. Türkiye'nin Baskani, vatandaslarinin eskiden miras aldiklari kültür ve medeniyetin havasindan kafalarini kurtarip çopk kuvvetli bir sekilde Bati medenyietinin potasi içinde sekil almalarini istemistir. Böylece alfabenin degisimi, kütüphanelerin yakilmasi yerine geçmisti. " Bundan sonra Türk kütüphaneleri yakmaya hiç gerek kalmamaktadir. Çünkü harf inkilâbiyla bu hazineler, örümceklerin yuva yaptigi raflarda kapanip kalmaktan baska bir seye yaramyacaktir. Ancak çok yasli hocalar ve ihtiyarlar, onlari okumak lüzumunu hissedecektir. |
Vur Osmanli'ya Bursa'nin Tophane semtinde, Osman Gâzi Türbesinin hemen yani basina dikilen "Istiklâl Sehitleri Aniti", halkimiz tarafindan "Utanç aniti" olarak isimlendirilmekte ve kasitli olarak yapilan tarihî hata, yillardan beri düzeltilmemektedir. Anit üzerindeki eski yazilarla kabartilmis bir metin bulunmaktadir. Kitabe Türkçe'ye çevrildigi zaman, orada yer alan Yunan ismi kaldirilmis, düsman olarak Osmanli devleti konulmustur. Bu güzel sehri korumak için canlarini veren Osman Gazi'nin nuranî agusuna terkedilen sehidlere, Osman Gazi'yi düsman gibi gösteren bir ifadenin kullanilmasi, o mübarek sehidlerimizin kemiklerini sizlatmaktadir. Bu konuda çesitli yazilar yazilip ilgililerin dikkatlerine sunulmasina ve Vakiflar Bölge Müdürlügü yetkililerin dikkatleri çekilmesine ragmen degisen birsey olmamistir. Sehidler anitinin hemen ötesinde Osman Gazi'nin giris kapisindan tarihi tugra sökülüp atilirken, Bursa'yi isgale dene Yunanlilardan tek bir kelime bile bahsedilmemistir. Iste kitabede yazanlar: "Kitabede yeralan sehitler öyle bir harpte sehid olmuslardir ki, bu harp neticesinde düsman kovularak Bursa tekrar alinmis ve kadim (eksi) Osmanli Devleti yikilarak yerine Cumhuriyet hükümeti kurulmustur." Ifadeye bakin... Bursa'yi isgale eden düsman, yâni Yunandan tek kelime bile yok, ama bir harp var ve bu harbin sonunda da çok sayida sehid verip Osmanli Devleti'nin yikilmasi basarilmis ve yerine Yumhuriyet hükümeti kurulmus. Iste kitabelere yansiyan bir ihanet... |
CHP'nin alti oku anayasaya nasil girdi ? Zamanin Basbakani Ismet (inönü) pasa'nin 120 arkadasiyla birlikte Meclis'e getirdigi teklif B.B.M'nin 9 Nisan 1928 günkü toplantisinda görüsülmüs ve kabul edilen 1222 sayili kanunla Teskitlât-i Esasiye Kanunu'nun (Anayasa'nin) bazi maddeleri degistirilirken, ikinci maddedeki "Türkiye devletinin dini, din-i Islamdir" [Anayasa'daki "Türkiye devletinin dini, din-i Islamdir" maddesi Anayasa'dan byöle çikarilmistir ama, 27 Mayis 1960 hareketine (Ihtilale, M.K.) karisan Cemal Madanoglu'nun isbu degisiklikten haberi yoktur!...Madanoglu, 1961 Anayasasini hazirlaya ve "yüksek ilim ve hukuk heyeti" ! diye anilan heyetin önüne günün birinde dikilmis ve su teklifde bulunmustur: «Anayasadaki "Türkiye devletinin dini, din-i Islamdir" maddesinin hemen altina "Ezan Türkçe okunur" maddesini ilave ediniz.» Dikkat buyurunuz ki, "yüksek ilim ve hukuk heyeti"'ne bu teklifde bulunan, Anayasa'daki 1923 degisikliginden haberi olmayan Madanoglu, "Anayasa'yi ihlal ettiler" diye 27 Mayis'da Demokrat parti iktidarinin bir darbe ile devireneler arasindadir!...] hükmü ile bazi dini tâbirler Anayasa'dan çikarilmis ve bu tarihten dokuz yil sonra, ayni madde bir degisiklige daha ugramistir. Ikici madde, bu kere yine Ismet'in 153 arkadasiyla birlikte Meclis'e getirdigi bir takrir (önerge) ile ele alinmis ve teklif kabul edilerek Anayasa'nin maddesi su sekilde degistirilmistir: "Türkiye Devleti cumhuriyetçi, halkçi, devletçi laik ve inkilabçidir. Resmi dil, Türkçedir. Baskent Ankara'dir" 5 Subat 1937'de kabul edilen bu degisiklik, merhum Ali Fuad Basgil'e göre: "Anayasa'nin aslindaki berrak çehresini bir hayli burusturmustur" «Anayasa bir parti programi degildir.O, bir milli misaktir. Yalniz muayyen bir partinin mensublarina ve yalniz, yasayan nesile hitab etmez. Milletin her ferdine ve kanun olarak kaldikça, her nesile hitab eder. Bir parti çin yerinde ve münasib olan bir fikir, devlet için ve devletin kanunu olan Anayasa için münasib degildir.» diyen Ali Fuad Hoca, baska bir yazsinda meseleyi daha genis bir sekilde ele aliyor: «Devletçilik nedir ? Laiklik ve milliyetçilik nedir ? Inkilabciligin zaman içindeki hududu nedir ? Bizde bunlar ne Anayasa'da ne de baska bir tatbikat kanununda tarif edilmemeis, hiçbirinin hududu ve sumulu gösterilmemistir. Meselâ, devletçilik sahsi temayüle göre degisik, hatta zit mana olan bir tabirdir. Bizde bu prensibin kanunlarimizda bir tarfine rastlanmadigi gibi, hukukçularimiz arasinda da ilmi bir izahi yapilmis degildir.» Laiklik de böyledir. Garb ilmine sorarsaniz, laiklik din ve vicdan hürriyetinin teminatidir ve laik olamyan bir devlette bu hürriyetin teminati yoktur. Bize gelince, maziyi yasayanlar bilirler ki, bizde laiklik sol ve sag temayüller arasinda bocalamis, iktidar adamlarinin ictihadina göre mana almistir. Aci olan sudur ki, bu ictihat memleket realitesinden ziyade yanlis görüslere saplanmaktan dogmustur. Su da acidir ki, Üniversitlerimiz, bu hususta efkâri aydinlatacak bir görüs vermemeis ayni fakülte hocalari bile bir anlayis birligine varamamistir. |
NIÇIN MAAS BAGLANMIS Mustafa Kemal, vasiyetini 5 Eylül 1938'de yazmis. Inönü ise 21 Eylül 1937 de "Kizaga çekilmistir". Bu süre içinde baslangiçtaki gibi bir iki karsilasma istisna olarak hiç görülmemislerdir. Hatta Inönü, Mustafa Kemal'in son günlerinde "son defa" gidememistir veya gitmemistir. Inönü'nün çocuklarina maas baglanmasi hususunda ise bir türlü tezler vardir: Hasan Riza Soyak'a göre: "Mustafa Kemal'ün bu maddeyi vasiyetnameye koymasi olayi sadece o mert ve dost insanin resmi durumlari ne olursa olsun arkadaslarina karsi daima besledigi muhabbet ve yüksek vefakarlik duygusundan dogmustur. Maddeyi bana dikte ettirirken üzüntülü bir eda ile: (Onun serveti yoktur, kendisine bir hal olursa bakan olmaz) demistir. Soyak, olayi, Mustafa Kemal'in iç dünyasina. ruhi yapisina baglarken Mahzar Leventoglu olaya daha nesnel bir yorum getirmektedir. "O zaman milletvekili ve emekli General olan Ismet Inönü'nün ailesine bakamiyacak bir duruma düsmesi öngörülmüyecek bir kestirmedir. Inönü'yekbir hal olursa" geride yalniz çocuklari kalmayacakti ki. Inönü'nün 'Annesi ve esi de vardir. " Yani Leventogluna göre Mustafa Kemal'in aniaci Soyak'in zannettigini aksine daha baska idi. Oysa, Soyak'in sandigi gibi olsa idi, Inönü'nün annesi ve esine de maas baglanmali idi; fakat "Mustafa Kemal, çocuklarini öne sürerek bir haber salmaktadir, vasiyetinde. . Öylesine ki bu çok ince ve anlamli mesaji yollarken, gerçek amacini, Hasan Riza'dan da kaçirmak için Inönü'nün parasizligina görünür neden olarak deginmistir. Vasiyetnamenin tümüyle yada ilgili maddesi Inönü'nün çocuklarinin bir ilgisi bulunmadigi ortadadir. " Mustafa Kemal'in burada Inönü'ye "salmak istedigi haber" nedir? Leventoglu, bunu açiklamamistir. Ama bu satirlari kim okursa, yapacagi objektif bir yorumla Mustafa Kemal'in sanki kendisinden sonra "halefini" belirledigi manasina çikarabilir. Bence de Leventoglu, bunu kaydetmistir. 10 Kasim'dan sonra 11 Kasim 1938'de Inönü'nün Cumhurbaskani seçilmesiyle sanki bu tezi kuvvetlendiriyor gibi. Mustafa Kemal'in Inönü'ye karsi milli bir zaafinin oldugu bir gerçektir. Inönü'nün Basbakanliktan uzaklastirilmasindan sonrasini Falih Rifki Atay söyle anlatiyor: "... Mustafa Kemal'in çevresindeki Inönü aleyhtarlari hemen kiskirtmalara baslamislardi, bunlara göre Inönü'ye bir Büyükelçilik verilip onu memleketten uzaklastirilmali idi. Mustafa Kemal'in kendisine karsi zaafini bildiklerinden birgün eski duruma dönüleceginden çekinmekte idiler. "Ancak bu zaafin, Inönü'nün Mustafa Kemal'in rizasi hilafina Cumhurbaskani oldugu noktasinda birlesirler. Yine Falih Rifki Atay'a göre Mustafa Kemal'in vasiyetnamesinde halefini belirlene amaci olmadigi gibi bilakis onu, halefini belirlemeye zorlayanlar var idi. Fakat; "Mustafa Kemal, kendisinden sonrasina kendisinin hakim olmayacigini bilirdi. " Sebep ne olursa olsun, ortada duran bir gercek vardi. Atatürk, Inönü'nün çocuklarina maas baglatmisti. Bu hareketiyle de belki bir vefa örnegi göstermisti, Ama ortada duran baska bir gerçek daha vardi. Inönü, Milli Sef olduktan sonra "velinimetinin" bu jestine karsilik, kagit paralarin üstüne kendi resmini bastirmisti. |
Sapka kanunun getirdikleri... Tekkeler Kapatiliyor, Seyhler Cezalandiriliyor!.. 31 Agustos Çankiri'da yapilan konusmada : "Tekkeler kesinlikle kapatilmalidir. Hiçbirimiz tekkelerin yol göstermesine muhtaç degiliz. Bir uygarliktan ve bilimden güç aliyoruz." denilerek kesinlikle tekkelerin kapatilacagi da belirlenmis oluyordu. Saat 17.00'de kendisini îskilip'e davet edenlerin önünde yaptigi konusmada ise : "Kiyafetin medeni bir sekle dönüstürülmesi için kanuna lüzum yoktur, millet karar verir ve yapar... Yalniz bir Diyanet îsleri Reisligi ve buna mensup müftü, imam ve hatipler vardir. Bu sinifa ait kiyafet mazur görürüz. Lakin din görevlisi olmayip da bu kiyafetleri giyenlerin hareketlerini tanimaz ve kabul etmeyiz! Biz artik sadece sapkayi degil, medeni kiyafetin bütün unsurlarini kabul ettik. Bunu memurlar ve mebuslar yerine getirerek halka rehber olacaklardir..." diyerek Ankara'ya gerekli mesajlari ve uyarilari da yollamis oluyordu. Bu mesaj ve uyarilar sebebiyle, 1 Eylül günü Ankara'daki karsilama töreninde memur ve mebusanin tümü sapkali olarak hazir bulunmustu. îstiklal Mahkemesi heyetleri de sapkalariyla hazir bulunarak Mustafa Kemal'i karsilayanlar arasinda olmuslardi. Ve en önemlisi de Diyanet îsleri Reisi Rifat Börekçi, kendisine müsaade edilmis oldugu halde karsilamada baçina fes ve sarik geçirmemisti. Rifat Börekçi de sapkasiyla birlikte karsilama töreninde bulunmustu. Rifat Börekçi bu haliyle özel olarak Mustafa Kemal'in koca Diyanet îsleri Baskanini sapkali haliyle daha çok sevdigi her halinden belli olmustu. Ankara'ya gelinildigi günün aksami Mustafa Kemal hemen Çankaya'da Bakanlar Kurulunu toplamis ve gelecekte kanunlastiracagi kesinlikle belli olmus olan su üç konuda Bakanlar Kurulu Kararianini almis. Bunlardan biri, "din ile hiçbir ilgisi olmayan, toplum hayatini kemiren ve halki kandirmaya yönelik olarak din perdesi altinda faaliyetler yürüten" diye tesbitlenen tekke ve zaviyelerin kapatilmasi karari idi. Digerleri ise dini kiyafetlerle dolasilmasinin yasaklanmasi ve seyh, dervis, mürid, müntesip, ihvan gibi ünvan ve sifatlarin kullanilmamasi karari idi. Ayrica, hem cami, hem de tekke veya mescid olarak kullanilan yerlerin cami veya mescid olarak açik olarak bulundurulmasina ve tekkelerden normal ebadda olanlarin ev olarak, büyük olanlarin da okul olarak kullanilmasina ve okul idaresinin de Milli Egitim Bakanhgina verilmesine, türbedarliklarin kaldirilip, buradaki görevlilerin ilk firsatta müezzin ve imam olarak atanmalarina, bu görevlerde iken "irtica suçu" islemis olanlarin da maaslarinin verilnemesine karar verilmistir: Bütün bunlarin mecliste kanulasmadan epey zaman önce bu konularda Bakanlar Kurulu Karari alinmis olmasinin gerekçesi, "bir an önce Türkiye'yi geri biraktiran kötü geleneklerin yikilmasi..." diye gösteriliyordu. |
Devrimci Baskan : Rifat Börekçi 2 Eylül aksami Mustafa Kemal'in baskanliginda toplanan Bakanlar Kurulununn aldigi kararlarla ilgili olarak, Mustafa Kemal, hemen Diyanet îsleri Reisi Rifat Börekçi'ye bir haber göndermis ve tamami dinî olan bu kararlarla ilgili olarak Diyanet îsleri Reisinin bütün müftü, vaiz, imam ve müezzinlere bir tamim göndermesini istemisti. Böylece isin Diyanetle ilgili yönü, yani din ile ilgili olani de halledilmis olacakti. Kararlarla ilgili olarak Diyanet îsleri Reisligi de hemen müftülüklere bir tamim göndererek asagidaki hususlari tüm müftü vaiz ve imamlara duyuruvermisti. "Türkiye Cumhuriyeti Diyanet Isleri Reislîgi Tahrirat Müdürlügü Numara:2413 Heyeti Vükela (Bakanlar Kurulu) Karari: "Hey'eti Vükela Karari: "Vekiller Hey'eti 2 Eylül 1341 (1925) tarihinde Reisicumhur Hazretlerinin riyaseti altinda içtima' eyledi." samimî ictihat ve itikat namina gizli siyasî emeller takip edebildikleri ve daima takib edebilecekleri ve binaenaleyh Anayasa'daki madde-i malisusanin kaydi mani ile temas halinde bulunduklari anlasilmistir. Saniyen, memleketin, her tarafinda ulema kisvesini kendiliginden giyebilen zevat ve eshasin efkari ahaliyi temsil, tevcîh ve maksatlarina göre tesvis için salahiyet ve vaziyet takindiklari görülmüstür. Salisen, vatandaslarin kiyafet ve giyinis tarzi gibi münhasiran ictimaî ve medenî esbaba bagli olup vicdanî itakatla esasen irtibati bulunmayan meseleler üzerinde efkarin tesevvüs ve tereddüde sevk edildigi anlasilmistir. Mezkur meseleler hakkinda Türkiye Cumhuriyeti dahilinde asagidaki kararnamelere göre muamele olunmasi takarrur etmistir. Tekke ve Zaviyeler Hakkinda Kararname : Madde 1 : Türkiye Cumhuriyeti dahilinde gerek vakif suretiyle insa edilmis ve gerek seyhin mülkü olarak tapu ve tahti temlikinde bulunmus olan bilumum tekaya ve zevaya bilaistisna kamilen kapatilmistir. Ancak vaktile cami ve mescid olarak insa edilmisken bilahare mesîhat ihdasi suretiyle hem cami hem tekke olarak kullanilanlar yalniz cami ve mescid olarak kullanilacaktir. Madde 2 : Türkiye Cumhuriyeti dahilinde hiç bir tarikat, bunlara mensup hiç bir seyh, dervis ve mürid yoktur. Bu siniflara ait hususî kisveler ve ünvanlar mülga ve memnu'dur. Madde 3 : Kapatilan tekke ve zaviyelerin vakfiyelerinde seyhin ikametine mahsus ayrica musruta varsa, bunlarda evvelce seyh olanlar kaydi hayat saik ile ikamet edebileceklerdir. Seyhin evladi vakfiyeden ise, bugün zatina mahsus vazifesi kezalik kaydi hayat sarti ile kendisine verilecegi gibi vakfiyelerinde münderiç seraite tevfikan yine evladi vakiftan mütezikasi varsa onlarin da muhassasati tesviye olunacaktir. Madde 4 : Bu kabil kapatilmis binalardan mektep ittihazina elverisli olanlar mektep olarak kullanilacak ve elverisli olmayanlarin 19 Mayis 1327 (1 Haziran 1921) tarihli kanun maddesine tevfikan Vakiflar Umum Müdürlügü nakit ile degistirerek hasil olacak para ile köylerden baslayarak icab eden mahadere mektebler insa edilecektir. Madde 5 : Geçmis sultanlarin türbeleri kapatilmistir. Kezalik cer ve menfaat için vesile olarak veya bir tekke ve tarikate mesnet olmak üzere kullanilan türbeler dahi kapatilmistir. Bütün türbelerden kiymeti haiz olanini muhafaza ve idame isi Maarif Vekaleti'ne aittir. Madde 6 : Türbedarlik mülgadir. Bugün türbedarlik cihetine haiz bulunanlarin tahsisatlarinin tesviyesine devam olunacaktir. Su kadar var ki bu türbedarliklarla cami ve mescidlerde inhilal edecek imamet, müezzin, kayyim gibi vazifelere Diyanet Isleri Riyasetince tercihan tayin edileceklerdir. Ve tayinleri aninda türbedarliga art tahsisati kesilecektir." Diyanet îsleri Baskani Rifat Börekçi'nin tamimiminde de görüldügü gibi, Cumhuriyet dönemi din-devlet iliskileri diyanet çizgisinde çok olumlu ve de çok anlasmali gidiyordu. Tabii bunda inkilapçi Diyanet îsleri Baskani Rifat Börekçi'nin büyük rolü oluyordu. Din adina kendisinden istenen her seye ya bir fetva veriyor veya personeli olan müftü, vaiz, imam ve müezzinlere hemencecik buyruk dogrultusunda tamim ve talimatlar gönderiyordu. |
Sapka Kanunundan Önce îslenen Keyfi Zulümler Çankaya'da alinan 2 Eylül kararlarindan, sapkayla ilgili resmi kanunun çikacagi 25 Kasim'a kadar (671 sayili kanun) geçen üç ayi yakin bir zaman içinde sapka adina kimi zaman ilginç, kimi zaman komik ve kimi zaman da sancili görüntüler olmus idi. Sapka inkilabi açisindan isin en ilginç yani inkilabin kanunlasmasindan bir ay kadar önce Eylülün ilk haftasi îstanbul Karaköy limaninda îtalyan Borsalino kardeslere ait (dünyaca ünlü sapka ve fötr imalatçilaridir) sapka ve fötrlerie yüklü bir geminin bekliyor olmasiydi. Eylülün ilk haftasmda gerçeklesen/gerçeklestirilen bu olayda, açikgöz Borsalino kardesler hemen gümrük islemlerin yaptirarak bir- iki günde içi sapkayla dolu bir gemiyi bosaltma basarisini göstermisler(!) ve çok büyük karlar elde etmislerdi. Avrupali sapka imalatçilari da o haftalarda altin bir hasat biçmislerdi. Gemiler dolusu fötr, panama, kasket-ne varsa-îstanbul'a kosturulmus ve hemencecik limanda bosaltilarak halka ulastirilmasi saglanmisti. Gemiler dolusu gelen sapkaya ragmen ihtiyaç karsilanamamis ve yerli üretime ve "sapka fabrikalari" kurulmasina karar verilmisti. Komik olan taraf da, îstanbul halkinin baslarina geçirdikleri türlü türlü sapkalarla, tam bir karnaval havasi içinde yasamis olmalari ve erkeklerin baslarinda renkli, cicili-bicili kagittan sapkalann bulunmasi idi. Hatta çogu erkegin kafasinda kadin sapkalarida görülmege baslanmisti (!). |
Sivasli din adamlarinin idami Ayni suçla (sapka kanuna muhalefet, M.F.), Sivas ulemasindan Imamzâde Mehmet Necati Efendi ve Sivasli Hoca diye bilinen Abdurrahman efendi, "Türkiye Devleti'nin seklini tebdil ve tagyir amaciyla halki ayaklanmaya kiskirttigi ve suçlarida sabit oldugu" gerekçesiyle idama mahkum oldular. Abdurrahman Hoca firar ettiginden, Sivas ulemasindan îmamzade Mehmet Necati Efendi 28 Kasim Cumartesi günü sabaha karsi idam edildi. Sivas olaylarinda tahri ve tesvikleri görülen ve "dini siyasete alet etmek" suçundan yargilanan Sükrü oglu Ismail ve dört arkadasi, 5'er seneye; Ahmet Ziyauddin Hoca ve alti arkadasi 10'ar seneye; Belediye Baskani Abdullah Abbas Efendi ve on arkadasi da 7.5 seneye mahkum edildiler. Belediyfe Encümen üyelerinden Seyh Ömer Efendi diye bilinen bir zat da, Sivas TPCF üyelerini kiskirtarak bu olaylara öncülük ettigi gerekçesiyle yargilanarak mahkum oldu. Sivasta 4 gün kalan Ankara Istiklal Mahkemesi 29 Kasim aksami Tokat'a hareket etti. Mahkeme Tokat'a varir varmaz "dini siyasete alet ederek gösteri yapmaya çalisanlara ve sapkaya karsi çikanlara karsi aman verilmeyecegi ve olayin faillerinin derhal basinin ezilecegini..." bildiren bir bildiri nesretti. Mahkeme bu bildirinin üzerine 30 Kasim'da sapka aleyhine gösteri yapan tekke ve türbelerin yasaklanmasini protesto ettiren eski Erbaa Belediye Baskani Haci Fethullah Efendi'yi yargilayarak mahkum etti. Mahkeme müddeumumisi (savcisi) bir genelge ile 1 - 2 gün içinde bütün bir halkin sapkasini giymesi gerektigini ve sapkasiz olanlarin siddetle cezalandirilacagini bildirdi. Savci 1 Aralikta Amasya'da olunacagmi söyleyerek, Amasya'ya, herkesin sapkali olmasi için derhal bir haber uçuruldu. Mahkeme Amasya'ya varildiginda gerçekten Amasya halkinin yüzde 99'u sapkasini giymis bulunuyordu. Ankara îstiklal Mahkemesi, Amasya Valisine ve Belediye Reisine, asayis (!)i saglamalarindan dolayi tesekkür ederek Karadeniz'e açildi. |
Cumhuriyet döneminde din siyaset iliskisi (1923-1947) 23 Nisan 1920 Cuma günü, Cuma namazindan sonra Hatm-i Serifler Buhari Kirâatleri ve dualarla Ankara’da açilan 1. Büyük Millet Meclisi, “Seriati ve hilafet makamini korumayi” bir vazife olarak üstlenir. (1) Fakat aradan iki yil geçmeden “Monarsi’den Cumhuriyete” geçisin ilk önemli belirtisi olarak Meclis’te saltanatin kaldirilmasi tartismalari baslar. Söz konusu tartismalarda, toplumda, özellikle de Istanbul’da güçlü bir tepki görülür. Buna karsin Meclis’te konuya iliskin tartismalarda ayni oranda bir tepki ve reaksiyona rastlanmaz. Saltanatla ilgili Meclis’te uzun müzakereler yapilir. Bu müzakereler neticesinde bazi din adamlari tarafindan; Cumhuriyetin ve millî devletin Islâmiyete aykiri olmadigi, saltanatin ise, Islâmiyetle bagdasmadigi görüsü ileri sürülür. (2). Buna karsin saltanatin kaldirilmasina bazi din adamlari da siddetle karsi çikar: “Saltanatin kaldirilmasina karsi” en güçlü tepki ise, sükrü Hoca ile Lütfi Fikri Bey tarafindan gösterilmistir. MehmetSükrü Hoca’ya göre saltanatin kaldirilmasi mümkün olsa bile durum degismez. Türkiye yine bir Islâm ülkesidir. Meclis’le halife arasinda bir ayrim söz konusu olamaz. Siyasal kudreti olmayan halife düsünülemiyecegine göre, “Meclis Halife’nin, Halife Meclisi’ndir.” Halifelik, Seriata göre “hükümet etmek” anlamina geldigine göre, hilafetin siyasal güçten arindirilmasi Islâm’in bölünmesi demektir ve “hükümetsiz, istiklâlsiz, hürriyetsiz bir halife olamaz.” Bu nedenle Millet Meclisi’nin doga baskaninin halife olmasi gerekir; Meclis’in çikaracagi yasalarin Halife tarafindan Seriat adina denetlenmesi ve onanmasi zorunludur. Bu onamayi almayan yasa Ser’an geçerli sayilmayacaktir. (3) Mesrutiyet yanlisi Lütfi Fikri Bey de, bazi temel konularda farkli düsündügü Sükrü Hoca ile “Saltanat” konusunda birlesir: “Osmanli Saltanati’nin “Sadik bendesi” olan Lütfi Fikri, saltanati kaldirmanin “reissiz” bir hükümet biçimini kabul etmek anlamina gelecegi kanisindadir. Mesrutiyetin felaketi, saltanattan degil, “Ihtilal” hükümetlerinden gelmistir. Sorumlu, Ittihad ve Terakki Firkasi ve özellikle de TalatPasa’dir.Saltanatin kaldirilip, yetkilerinin tümden Meclis’e verilmesi, Meclis’i “evet efendimciler” haline getirebilecek bir kisinin tüm devlete egemen olmasi sonucunu dogurabilecektir.TBMM olaganüstü dönemin meclisidir, saltanati kaldirilip, yeni bir siyasal biçimlenmeye gitmek yetkisi de yoktur. Saltanat, ancak halk oyuyla kaldirilabilir; saltanatin kaldirilmasina yönelik Meclis karari, halkin karari degildir. Bu açidan konu “halk referandumu”na götürülmelidir. (4)”. Sükrü Hoca’nin ve Lütfi Fikri Bey’in bu görüslerine, Siirt Mebusu Hulki Bey, Mus Mebusu IlyasSami Efendi ve Antalya Mebusu Rasih Efendi karsi çikmislardir.Bu mebuslar, Hoca Sükrü’yü muhatap alarak yazdiklari “Reddiye”de, Türkiye’nin bir “reis”e ihtiyaci bulunmadigi, adi ister kral, ister padisah, ister Cumhurreisi olsun, kimsenin otoritesine giremiyecegini savunmuslardir. Meclis’te uzun müzakerelerden sonra saltanatin hilafetten ayrilarak kaldirilmasi asamasina gelindiginde, Mustafa Kemal söz alip masanin üzerine çikar, saltanatin kaldirilacagini belirtir ve su ifadeleri kullanir: “Burada içtima edenler, Meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce muvafik olur. Aksi taktirde, yine hakikat usulü dairesinde ifade olunacaktir. Fakat ihtimal bazi kafalar kesilecektir... (5).” Mustafa Kemal’in bu konusmasindan sonra yasa tasarisi Meclis’in oyuna sunulur ve muhalif olanlarin itiraz dolu seslerine aldirilmadan saltanatin kaldirilmasina karar verilir (1 Kasim 1922). Dipnotlar: 1- Bkz. Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk-Söylev, C.1. TTKY, Ankara 1987, s. 576 2- Bkz. Kemal Karpat, “Türkiye (Cumhuriyet Devri)”, Islâm Ansiklopedisi (MEB), C.XII, MEBY., Istanbul 1988, s. 394 3- Bkz. Çetin Özek, Devlet ve Din, Ada Yayinlari, Istanbul, ts., S.472. 4- A.g.e., s. 472. 5- Sükrü Karatepe, Darbeler, Anayasalar ve Modernlesme, Iz Yayincilik, Istanbul 1993, s. 156. |
(II) “Saltanatin kaldirilmasi, lâik siyasal iktidar düzenine geçisin de ilk asamasi olarak kabul edilmelidir. Osmanli’nin kuramsal olarak, siyasal ve dinsel iktidari kaynastiran siyasal iktidar düzeni, saltanatin kaldirilmasi ile ilk kez bölünmekte, dinsel iktidar varligini sürdürse bile, -saltanatin kaldirilmasiyla- siyasal gücünü yitirmis olmaktadir. (1)” 1 Kasim 1922’de saltanatin ilgasi kararinin alinmasindan sonra bir süre daha iç ve dis politik nedenler sebebiyle Halifeligin devamina müsaade edilmis ve bu süreçte Türkiye’de seküler baglamda yapilacak köklü degisimlere “zemin teskil etmesi için” “Firka” kurma girisimi baslatilmis ve söz konusu firka, “Halk Firkasi” namiyla 23 Ekim 1923’te tesekkül etmistir. (2) “1923’ten 1945’e kadar Türkiye’de bütün reformlara ve siyasi hareketlere Halk Partisi öncülük etmistir. (3)” Çünkü bahsettigimiz bu dönemde Halk Partisi kendisini bütün milletin temsilcisi saymis ve bir hükümet organi gibi hareket etmistir. “Saltanatin kaldirilmasi ve hilafetin alikonulmasi ise, devlet baskanliginda tehlikeli bir belirsizlik yaratmisti. Meclis’te ve disinda Halifenin sahsinda mesru hükümdari ve devlet baskanini -bir çesit mesruti hükümdar ve özellikle dinin savunucusu- gören bir çok kimseler vardi. Ama Mustafa Kemal’in fikirleri baskaydi. (4)” 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edildi ve Mustafa Kemal Atatürk ilk Cumhurbaskani seçildi. Bu seçimle birlikte “Halifelik” islevsiz bir hale geldi. Böylelikle “Hilafetin kaldirilmasi noktasinda ilk adim atilmis oldu. Sira hilafetin ilgasiyla neticenecek ikinci adimin atilmasina gelmisti. Fakat bu süreçte Meclis’te Halk Firkasi iktidarina karsi ciddi bir muhalefet hareketi vardi ve “bu muhalefetin dayandigi fikirler, genis çapta Birinci Büyük Millet Meclisi’ndeki ikinci grupta hakim olan fikirlere benzemekte, destegini ise, bazi din adamlarinin önderlik ettigi tabakalar içinde bulmakta idi. Saltanatin ilgasi ile ortaya çikan devlet baskanligi sorunu, tahmin edilemeyecek bir sekilde geliserek Mustafa Kemal Pasa’nin liderligini tehdit eder bir durum yaratmisti. Karahisar Mebusu Sükrü Hoca “Hilafet-i Islâmiye ve Büyük Millet Meclisi” baslikli bir risale yayimlayarak, Islâmî esaslara göre devlet baskanliginin Halifeye ait oldugunu uzun uzadiya savunmus (*) ve bir hayli de etkili olmustu. Halife’nin, devlet baskani olmasi demek, saltanatin tekrar canlanmasi anlamini tasimakta idi. (5) Hilâfet üzerindeki tartismalar, Türkiye sinirlarinin çok ötesinde bile yogun bir ilgi uyandirdi. Özellikle de Hintli Müslümanlarin Hilâfete olan ilgisi tartismayi daha da yogunlastirdi. ——————— (1) Çetin Özek, Devlet ve Din, Ada Y.Istanbul, Ts. S. 465. (2) Bkz. Tarik Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasi Partiler, (1859-1952), Arba Y.Istanbul 1995, S. 559 vd. (3) Kemal H. Karpat, Türk Demokrasisi Tarihi, Ata Y. Istanbul 1996, S. 313 (4) Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Dogusu, (Çev. Metin Kiratli), TTKY, Ankara 1996, S. 261 (*) Kadir Misiroglu’nun Esref Edib’ten naklettigine göre; Hilâfetin ilgasi tartismalari sirasinda Karahisar-i Sahip Mebusu Hoca Sükrü Efendi adi ile basilan “Hilâfet-i Islâmiye ve Büyük Millet Meclisi (Ankara 1339, 28 S.) baslikli muhalif risalesini Esref Edib kaleme almis, Hoca Sükrü’nün milletvekili dokunulmazligindan istifade maksadiyla onun adiyla yayinlanmistir. (Bkz. Osmanogullari Drami, Istanbul 1974, SS. 110-179) (5) Bkz. Kemal Karpat, “Türkler (Cumhuriyet Devri), Islâm Ansiklopedisi (MEB), E. XII/2, MEBY., Istanbul 1998, S. 395. |
(III) “24 Kasim 1923 günü üç büyük Istanbul gazetesi Hint Müslümanlarinin iki ileri gelen lideri Aga Han ve Emir Ali’nin imzasiyla Ismet Pasa’ya yazilan bir mektubun metnini yayinladilar. Iki imzaci, Halifeligin Saltanat’tan ayrilmasinin, onun genel olarak Müslümanlar için önemini artirdigini belirtiyor ve Türkiye hükümetinden Hilafeti “Müslüman uluslarin güven ve saygisina hakim olacak ve böylece Türk devletine yekta kudret ve vekar sagliyacak bir temel üzerine” yerlestirilmesini diliyordu (1)”. Bu arada Millî Mücadele’de önemli mevkilere gelmis ve büyük hizmetler görmüs Kazim Karabekir,Rauf Orbay gibi bazi isimler de halifeligin kaldirilacagi sayialarina katilarak rejimin diktatörlüge yöneldigini iddia ediyorlardi. (2). Öte yandan Halife-Sultan Vahdettin’in yurtdisina “Çikmasiyla” birlikte hilafet makaminin bosaldigi kanisina varan hükümet, halife seçimini gündeme getirdi. Ser’iye ve Evkaf Vekili Mehmet Vehbi Efendi ise, kaleme aldigi fetvada Halife’nin görevi’nin “Islâm hak ve menfaatlerini korumak (3)” oldugunu belirtiyor ve Vahdettin’in yurtdisina “kaçmakla” hilafeti yitirdigini, dolayisiyla yeni bir halife seçilmesi gerektigine dair “fetva” veriyordu. Sonunda söz konusu “fetva”, oturum baskani Dr. Adnan Bey (Adivar) tarafindan oya sunuldugunda, Bitlis Mebusu Yusuf Ziya Bey, Fetvanin dinsel gücü bulundugunu ve ulusal iradeye üstünlügünü öne sürerek, fetvanin oya konulmasina karsi çikmisti. Mustafa Kemal Pasa’nin, bu karsi çikisa verdigi karsilik söyleydi: “Affedersiniz beyefendi, bu memleketi yikmak için de fetvalar verilmistir. Fetva behemahal Meclisin reyine vazedilmelidir.” Fetva, oya konulmus ve kabul edilmisti. Islâm tarihinde belki de ilk kez bir “fetva”, bir Meclis’in oyuna sunuldu ve geçerliligi bu yolla kabul edildi. Diger taraftan Halife-Sultan Vahdettin’i bu görevden azleden fetva oya konulup kabul edilmesinden sonra, Izmit mebusu Sirri Bey’in, Meclis’te, “Yasasin Islâmiyet” diye bagirisi garip bir çeliski olusturmustu (4) Meclis, Abdülmecit Efendiyi “Halife olarak seçti ve Halifenin nasil davranmasi gerektigi Mustafa Kemal tarafindan, Rauf Bey araciligiyla bir talimatname ile bildirildi. “Hilafet” islevsiz bir hale gelip Ankara’dan seçilip, talimatlarla yönetilmesine karsin yine de Abdülmecid Efendi’nin Halife seçilmesi, “Islâm toplumlarinda” büyük bir yanki uyandirdi. Nitekim Hind Müslümanlarindan, Kalküta Müslümanlarindan, Iskenderiye Müslümanlarindan, Finlandiya Müslümanlarindan Arnavutluk Müslümanlarindan... Halife Abdülmecid Efendiye gönderilen; halifeligini tebrik eden; hilafetinin Islâm alemi için hayirli olmasini dileyen ve hilafete sadik kalacaklarini beyan eden telgraflar bunun bariz bir göstergesiydi. Önemine binaen Finlandiya Müslümanlarinin Halife Abdülmecid Efendiye gönderdikleri telgrafi buraya aktariyorum: Finlandiye Müslümanlarinin Telgrafnamesi: Halife-Müslimin Efendimiz Abdülmecid b. Sultan Abdülaziz hazretlerine, Umum Finlandiya Müslümanlari 10 Kanun-u evvelsene 338 Cuma günü Cuma namazini eda ve duadan sonra zat-i hilafet-penahîlerinin makam-i hilafeti mukaddeseye intihablarini büyük bir meserretle kabul edip samim-i kalbden zat-i hilafet, penahilerini tebrik eder ve bütün umûr-u diniye ve mesail-i ser’iyede makam-i hilafete sadik kalacagimizi beyan ederiz. Finlandiya devleti müstakillesinde yasayan dindaslarin rica ve niyaz ediyoruz ve imamimiz hakkinda ibadet-i diniyeyi eda için izn-i hilafetin resmen gönderilmesini temenni ediyoruz. (Imzalar.)” Halife tarafindan; “Finlandiya Müslümanlarina Cevab-i Hilafet-penahi” baslikli telgrafla, Finlandiya Müslümanlarinin telgraflarindan duyulan memnuniyet izhar edilir, “imamlarinin memuriyete devami tasdik edilir...” ——————— 1- Bernard Lewis, Modern Türkiye Dogusu, (Çev. Metin Kiratli), TTKY., Ankara 1996, s. 263. 2- Kemal Karpat, “Türkler (Cumhuriyet Devri)”, Islâm Ansiklopedisi (MEB); c.XII/II., Istanbul 1988, s. 395. 3- Gotthard Juschke, Yeni Türkiye’de Islâmlik, (Çev. H.Örs), Bilgi Y., Ankara 1972, S. 21. 4- Bkz. Çetin Özek, Devlet ve Din, Ada Y., Istanbul, ts., s. 475 |
(IV) (Hilafetin ilgasi...) Geleneksel olarak Türk Kamu vicdaninda çok önemli bir yere sahip bulunan “Halifelik” müessesesi, saltanatin ilgasindan sonra islevsiz bir hale gelmisti. Buna karsin yine de “Hilafet”, Ankara hükümetince büyük bir sorun olarak görülüyor, dahasi, bu “dini makamin” muhalefet merkezi olmasindan endise ediliyordu. Diger taraftan Mustafa Kemal, her ne kadar Halk Firkasi’ni kurarak Meclisin denetimini ele geçirmek için büyük bir girisim baslatmis ve Meclisin kontrolünü kismî olarak basarmissa da (1), Cumhuriyetin ilâni ve Mustafa Kemal’in Cumhurbaskani seçilmesi, Halifeyi devlet baskani durumuna getirmek amacini tasiyanlarda umut kirikligina yolaçmisti. Özellikle de Refet Bey, Rauf Bey, Kazim Karabekir, Adnan Bey, Ali Fuat Pasa gibi Millî Mücadelede önemli görevler ifa etmis kisilerden bazilarinin Halk Firkasi içinde yer almalarina karsin yine de Hilafeti savunmalari, Halk Firkasi’nin bölünmesine yol açacak bir boyuta ulasmisti (2). Bunlarla birlikte, Meclis tarafindan Halife olarak seçilen Abdülmecid Efendi’nin varligi ve hareket tarzi ve Islâm dünyasinin ona gösterdigi ilgi ve teveccüh, “Ankara’nin “Hilafet Müessesini” büyük bir “engel olarak görmesine” sebeb teskil ediyordu. Cumhuriyet hükümetinin Hilafet taraftarlarina karsi ilk önlemi, Istanbul’a bir Istiklâl Mahkemesi kurulu göndermek oldu. Bunu, Halife Abdülmecid Efendi’nin baskatibi ile Basvekil Ismet Pasa’dan ödenegi artirmasini istemesi üzerine Mustafa Kemal Pasa’nin Inönü’ye gönderdigi sifreli bir mesaj izledi. Söz konusu mesajda Mustafa Kemal, Inönü’ye; “Halife ve bütün cihan bilmelidir ki, halife ve hilafet makaminin gerçekte din ve siyaset bakimindan hiçbir anlami ve hikmeti yoktur” diyor ve Abdülmecid Efendi’nin Istanbul’da yasamasi için Cumhurbaskani ödeneginden az bir ödenegin yetecegini, belirtiyordu (3). Ayrica yine Mustafa Kemal, “Halife kendisinin ve makaminin ne oldugunu sarih olarak bilmeli ve bununla iktifa etmelidir” diyordu. Fakat Ankara, “hilafet” konusundaki bu tavrini açikça dillendiremiyor, hilafet yanlilarinin tepkisinden endise ediyor ve hilafetin kaldirilmasina yönelik bir “vesile” araniyordu. 1- Bkz: Kemal H. Karpat, Türk Demokrasi Tarihi, Afa Y. Istanbul 1996, s. 313. 2- Bkz: Çetin Özek, Devlet ve Din, Ada Y., Istanbul, ts., s. 476 3- Bkz: Necdet Sakaoglu, “Abdülmecid Efendi”, Istanbul Ans., C.I, Istanbul 1993, s. 49-50. SÜRECEK Bu noktada, TBMM’deki kimi üyelerin “Hilafet hükümettir” savi, “Hilafetin ilgasina yönelik atilmis bir adimdi. Bu adimi hilafetin ilgasina yönelik bir baska girisim takip etti. -Dünkü yazimizda da belirttigimiz üzere -Abdülmecid Efendi’nin TBMM tarafindan halife olarak seçilmesi, Islâm dünyasinda büyük bir sevinç ve istiyakla karsilanmis, pek çok “müslüman topluluk” tarafindan Halife Abdülmecid Efendi’ye çekilen telgraflarla “baglilik” bildirilmisti. Iste “Halifelige karsi harekete geçmek için; Hindli Müslümanlarin liderlerinden Aga Han ile Emir Ali’nin, halifeligin muhafazasina dair Türk Hükümetine yazdiklari bir mektubun, Istanbul’da rejim muhalifi bir gazetede yayinlanmasiyla, aranan vesile bulundu. Söz konusu mektup, “Hilafet makaminin dis devletlerin Türkiye’nin içislerine karisma vesilesi olacagi iddiasiyla”, Hilafetin ilgasi için çabalar yogunlasti. Bu çabalar çerçevesinde, 3 Mart 1340 (1924) günü aralarinda Seyh Efendilerin de yer aldigi elli üç mebustan olusan bir grup, TBMM Baskanligina “Hilafetin ilgasini” içeren bir önerge verdi. Isin ilginç tarafi ise, “bir din müessesesi” olarak görülen “Hilafetin” ilgasina yönelik önergenin gerekçesinde de dini dayanaklarin ileri sürülmüs olmasiydi (4). Hilafetin ilgasini içeren takrir’in Meclis Bakanligina verilmesinden sonra, saltanatin kaldirilmasina benzer bir sekilde uzun müzakerelere gerek duyulmaksizin 631 sayili kanun ile halifeligin kaldirilmasina ve Osmanli Soyunun (kadinlar da dahil) Türkiye Cumhuriyeti sinirlari disina çikarilmasina karar verildi. “Ertesi sabah safakta, üzgün Abdülmecid bir arabaya konup Dogu Ekspresi (Orient Express)’ne bildirilmek üzere bir tren istasyonuna -gidisinin gösterilere sebeb olabilecegi gerekçesiyle Büyük Sirkeci Gari’na degil- sehir disinda küçük bir istasyon olan Çatalca istasyonuna götürüldü (5).” “Halifelerin sonuncusu, sürgündeki Sultanlarin sonuncusunu izledi...” ——————— 4- Bkz: Çetin Özek, a.g.e., s. 477 5- Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Dogusu, (Çev. M.Kiralti), TTKY., Ankara 1996, s. 263-264. |
(V) Bu noktada, TBMM’deki kimi üyelerin “Hilafet hükümettir” savi, “Hilafetin ilgasina yönelik atilmis bir adimdi. Bu adimi hilafetin ilgasina yönelik bir baska girisim takip etti. -Dünkü yazimizda da belirttigimiz üzere -Abdülmecid Efendi’nin TBMM tarafindan halife olarak seçilmesi, Islâm dünyasinda büyük bir sevinç ve istiyakla karsilanmis, pek çok “müslüman topluluk” tarafindan Halife Abdülmecid Efendi’ye çekilen telgraflarla “baglilik” bildirilmisti. Iste “Halifelige karsi harekete geçmek için; Hindli Müslümanlarin liderlerinden Aga Han ile Emir Ali’nin, halifeligin muhafazasina dair Türk Hükümetine yazdiklari bir mektubun, Istanbul’da rejim muhalifi bir gazetede yayinlanmasiyla, aranan vesile bulundu. Söz konusu mektup, “Hilafet makaminin dis devletlerin Türkiye’nin içislerine karisma vesilesi olacagi iddiasiyla”, Hilafetin ilgasi için çabalar yogunlasti. Bu çabalar çerçevesinde, 3 Mart 1340 (1924) günü aralarinda Seyh Efendilerin de yer aldigi elli üç mebustan olusan bir grup, TBMM Baskanligina “Hilafetin ilgasini” içeren bir önerge verdi. Isin ilginç tarafi ise, “bir din müessesesi” olarak görülen “Hilafetin” ilgasina yönelik önergenin gerekçesinde de dini dayanaklarin ileri sürülmüs olmasiydi (4). Hilafetin ilgasini içeren takrir’in Meclis Bakanligina verilmesinden sonra, saltanatin kaldirilmasina benzer bir sekilde uzun müzakerelere gerek duyulmaksizin 631 sayili kanun ile halifeligin kaldirilmasina ve Osmanli Soyunun (kadinlar da dahil) Türkiye Cumhuriyeti sinirlari disina çikarilmasina karar verildi. “Ertesi sabah safakta, üzgün Abdülmecid bir arabaya konup Dogu Ekspresi (Orient Express)’ne bildirilmek üzere bir tren istasyonuna -gidisinin gösterilere sebeb olabilecegi gerekçesiyle Büyük Sirkeci Gari’na degil- sehir disinda küçük bir istasyon olan Çatalca istasyonuna götürüldü (5).” “Halifelerin sonuncusu, sürgündeki Sultanlarin sonuncusunu izledi...” ——————— 4- Bkz: Çetin Özek, a.g.e., s. 477 5- Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Dogusu, (Çev. M.Kiralti), TTKY., Ankara 1996, s. 263-264. |
(VI) (Hilafetin kaldirilmasinin anlami...) 3 Mart 1924’de hilafetin kaldirilmasina karar verildigi gibi, dini tahsilin yapildigi müesseseler olan medreseler de kapatildi ve egitimin lâiklesmesni saglayan Tevhid-i Tedrisat kanunu kabul edildi. Yine bu baglamda Ser’iyye ve Evkaf Vekaleti lagvedileek Diyanet isleri Baskanligi ihdas edildi ve Basbakanliga bagli bir müessese haline getirildi. Hilafetin kaldirilmasina karsi ise, gerek Meclis içinde ve gerekse Meclis disinda muhalefet etkin bir biçimde kendini göstermistir. Mecliste hilafetin kaldirilmasi sorunu konusulurken Seyh Saffet efendi ile Seyyit bey gibi bazi mebuslar “hilafetin kaldirilmasini ser’i kurallara dayandirmaya çalisiyorlardi.” Sözgelimi, Seyh Saffet Efendi; “hilafetin ilgasiyla, aydinlarin “içtihat kapilarindan” içeri girdiklerini ileri sürüyordu. Diger taraftan, hilafetin kaldirilmasina karsi çikan Kastamonu Mebusu Halit Bey, Islâm’in siyasal kurallarina dayanarak, hilafetin varliginin zorunlulugunu ve kaldirilmasinin ülkenin bitimi anlamina gelecegini savunurken, Gümüshane Mebusu Zeki Kadirbeyoglu da, ülkenin tek sorunun hilafet sorunu mu oldugunu sorarak, hilafetin kaldirilmasina yönelik çabalarin ulusal gelenekleri bozacagi savini öne sürmüstür. Zeki Bey, “bendeniz müthis bir Ittihad-i Islam taraftariyim. Memleketin siyaseti namina hilafetin ilgasini kabul ederek düsmanlarimin eline vermek istemem” diyerek, hilafetin kaldirilmasini devletin “felaketi” ve Islâm dünyasinin yitirilmesi olarak yorumlamistir (1) Hilafetin kaldirilmasinin ise “öznel” bir anlami vardi: Artik Cumhuriyet Türkiyesi’nde birinci asamada Saltanatin Hilafetten ayrilarak ilgasi, ikinci asamada Hilafetin kaldirilmasi ve son halifenin yurt disina sürülmesiyle birlikte köklü degisimlerin, “dünyevilesmenin” önü açilmis oluyordu. Kisacasi, Hilafetin ilgasiyla birlikte Türkiye’de Seküler bir dönem basliyordu. Cumhuriyet döneminde din siyaset iliskisini konu edinirken, saltanatin ve hilafetin ilgasi üzerinde bu denli hassasiyetle durmamizin nedeni, Cumhuriyet döneminde siyasi ve kültürel anlamdaki keskin degisim ve dönüsümün baslangiç safhasini teskil etmelerinden kaynaklandigina olan inancimizdir. Bir baska ifadeyle, Cumhuriyet dönemindeki din baglamindaki “kirilmanin” ya da “din ve lâiklik baglamindaki degisimin adresi”, Hilafetin kaldirilmasinda aranmalidir. Çünkü, din siyaset iliskisi düzleminde hilafetin lagvedilmesi çok büyük önem tasir. Fakat bu noktada Saltanat, Hilafet, Tevhid-i Tedrisat gibi müesseselerin ve kanunlarin ilgasinda ve ihdasinda genel geçer tavir, felsefi düsünceden degil, kuvvetin egemenliginden kaynaklaniyordu. Karpat’in, “Bu siyasete sonradan takilan lâiklik isminin aslinda felsefi düsünceden degil, kuvvet mücadelesinden dogdugu asikardir. (2)” seklindeki ifadesi bunu açikça ortaya koyar. Hilafetin kaldirilmasi ve seküler dönüsümün gerçeklestirilesine dair Meclis’te alinan diger kararlarla birlikte Türkiye’nin lâiklesme serüveni hizli bir sürece girdi. Nitekim, hukukun dünyevilestirilmesi noktai nazarinda Mustafa Kemal Pasa’nin yaptigi bir konusma, hem dine bakisini hem de hukukun dünyevilesmesine dair önemli ipuçlari veriyordu: “Üyesi olmakla kendimizi mutlu saydigimiz Islâmlik, yüzyillardan beri içinde bulundugu siyasi durumdan kurtarilmak ve yüceltilmek zorundadir... Millet, her uygar devlette geçer olan ve bizim memleketimizin ihtiyaçlarini karsilayacak hukuk esaslarinin alinmasini arzu etmektedir... Hukukta hurafelere bagli kalis milletin uyanmasini önleyen bir kabustur (3).” Görüldügü üzere, seküler/modern baglamdaki devrimlere girisilirken amaç, “Islam’in yüceltilmesi gibi bir gayeye mebni idi.” Cumhuriyeti seküler bir yapiya kavusturmak isteyen anlayis, bir yandan kendince Islâm dini hurafetelerden ve düstügü siyasi durumdan kurtarmayi amaçlarken, bir yandan da dünyevilesmesinin yerlesmesine çabaliyordu. ——————— 1- Bakz: Çetin Özek, Devlet ve Din, Ada Y., Istanbul, ts, S. 478. 2- Kemal Karpat, “Türkler (Cumhuriyet Devri)” Islâm Ansikopedisi, C. XII/II, MEBY., S. 395. 3- Gotthard Jasckhe, Yeni Türkiye’de Islâmlik, (Çev. H. Övs), Bilgi Y., Ankara 1972, S. 22. |
Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 21:48 . |
2000- 2025
Tüm bağışıklıklar ve idelerden bağımsız olan sözcükleri sarfetmeye mahkumdur özgürlük