![]() |
OSMANLI TARIHI KRONOLOJISI 1299-1924 1299-1300 Osmanlı tarihinin başlaması 1299 İlk müzik olayı (Selçuklu sultanınca Osman Bey'e Beylik alameti olarak gönderilen tabl-u alem (davul ve sancak) 1302 Osman Gazi'nin Koyunhisarı Zaferi 1302 III. Alaeddin Keykubad'ın ölümü 1312 Mevlevilik tarikatını kuran Sultan Veled'in ölümü 1317 Gülşehri'nin, kendisinden sonraki tercümelere öncülük eden Mantıku't-tayr'ı Ferideddin el-Attar'ın aynı adlı eserini tercüme etmesi 1320 Türk edebiyatında bilinen ilk divana sahip Yunus Emre'nin ölümü 1324 Orhan Gazi'nin tahta geçişi 1326 Bursa'nın fethi 1330 Aşık Paşa'nın Garib-name'yi telif tarihi 1331 İznik'in fethi 1331 İlk Osmanlı medresesinin İznik'te Orhan Gazi tarafından kurulması 1334 Karesi Beyliği'nin ilhakı 1337 Kocaeli bölgesinin alınışı 1346 Orhan Gazi'nin Kantakuzenos'un kızı ile evliliği ve Bizans ile ittifakı 1349-1352 Bizans'a yardım için Süleyman Paşa'nın Rumeli'ye geçişi ve Çimpi Kalesinin üs olarak alınışı 1350 Davud B. Mahmud el-Kayseri'nin ölümü 1352 Osmanlılar'ın Cenevizliler'e Osmanlı topraklarında serbest ticaret yapma imtiyazı vermeleri 1354 Gelibolu'nun fethi 1361 İlk müzikli spor gösterisi (Edirne Kırkpınar yağlı güreşleri) 1362 Orhan Gazi'nin vefatı ve I. Murat'ın tahta çıkışı 1362 Kadıaskerliğin teşkili 1363 Pençik Kanununun çıkışı 1366 Gelibolu'nun elden çıkışı 1371 Çirmen Zaferi 1376 Bulgar Krallığı'nın Osmanlı hakimiyetini kabulü 1377 Gelibolu'nun Osmanlılar'a iadesi 1385-1386 Niş ve Sofya'nın alınışı 1388 Ploşnik bozgunu ve Balkan ittifakının teşekkülü 1389 I. Kosova Zaferi 1389 I. Murat'ın şehadeti, Yıldırım Bayezid'in tahta cülusu 1390 Aydın-Saruhan-Germiyan-Menteşe beyliklerinin ilhakı 1390 Karaman Seferi, Konya'nın muhasarası 1390 Gelibolu tersanesi'nin inşası 1391 İstanbul'un ilk muhasarası 1393 Mahkeme Rüsumunun ilk ihdası 1396 Niğbolu Zaferi 1397-1398 Akçay Zaferi ve Karaman ülkesinin Osmanlı hakimiyetini kabulü 1398 Kadı Burhaneddin'in ölümü. 1398 Karadeniz beyliklerinin ilhakı 1400 İlk musiki nazariyatı eseri (Kırşehirli Yusuf B. Nizameddin'in Kitabu'l Edvar'ı) 1400 Bursa'da I. Bayezid tarafından Ulu Cami'nin yaptırılması; İlk Osmanlı Darü'ş-şifa'sının Yıldırım Bayezid tarafından inşa edilmesi 1402 Ankara bozgunu ve Yıldırım Bayezid'in esareti 1402-1413 Fetret Devri, iç karışıklıklar 1409 Süleyman Çelebi tarafından Türk Edebiyatı'nda ilk mevlid örneği olan Vesiletü'n-Necat adlı eserin yazılışı; İlk besteli dini eser (Süleyman Çelebi'nin Mevlid'i) 1411 Çelebi Mehmed'in tahta çıkışı 1413 I. Mehmed'in duruma hakim olup devleti yeniden kuruşu 1413 (Celaleddin Hızır) Hacı Paşa'nın ölümü 1416 Osmanlı-Venedik Deniz Muhaberesi ve Sulhü, Şeyh Bedreddin isyanı 1416 Macar Seferi 1417 Avlonya'nın fethi 1418 Makam teriminin ilk kullanılışı (A. Meragi'nin Makasıdu'l-elhan'ında) 1418-1420 Samsun bölgesinin zaptı 1419-1424 Bursa'da Hacı İvaz'a I. Mehmed tarafından Yeşil Külliye'nin yaptırılması 1421 Çelebi Mehmed'in ölümü ve II. Murad'ın cülusu 1421-1451 İlk resmi musiki çevresi (II. Murad Sarayı) 1422 Mustafa Çelebi'nin (Düzme) bertarafı 1425 Molla Fenarı'nın ilk Şeyhülislam olarak tayini 1425-1426 İzmir Beyi Cüneyd'in idamı 1425-1426 Teke Beyliği'nin intikali 1427-1428 Germiyan Beyliği'nin intikali 1429 Manyasoğlu Murad tarafından Türk edebiyatında Seyf Serayi'den sonra Anadolu Türk edebiyatı sahasında ilk Gülistan tercümesinin yapılışı 1429 Şeyh Hamdullah'ın Amasya'da doğuşu 1430 İlk iki Türkçe musiki kitabı (Hızır B. Abdullah'ın Edvar'ı ve Bedr-ı Dilşad'ın Muradname'sindeki musiki bölümü) 1430 Selanik'in fethi 1430-1431 Şemsüddin Muhammed B. Hamza el-Fenari'nin ölümü 1431-1432 Kadızade, Salahaddin Musa b. el-Kadi Mahmud el-Bursavi el-Rumi'nin ölümü 1432 Fatih Sultan Mehmed'in doğumu 1434 Edirne'de II. Murad tarafından Muradiye Camii'nin yaptırılması 1436 Muiniddin B. Mustafa tarafından II. Murad'ın isteğiyle ilk Mesnevi tercümesi olan Mesnevi-i Muradiyye adlı eserin yazılışı 1437 Ömer bin Mezid tarafından ilk nazire mecmuasının derlenişi 1439 Semendire'nin alınışı 1440 Osmanlı musiki çalgıları üzerine ilk notlar (Ahmedoğlu Şükrullah) 1440 Başarısız Belgrad kuşatması 1444 Segedin Sulhü 1444 II. Murat'ın tahttan çekilişi, II. Mehmed'in cülusu ve Varna zaferi 1445 II. Mehmed'in tahttan çekilişi ve II. Murad'ın ikinci defa cülusu 1447 Edirne'de II. Murad tarafından Üç Şerefeli Camii'nin yaptırılması 1448 II. Kosova Zaferi 1451 II. Murad'ın ölümü ve II. Mehmed'in ikinci defa cülusu 1451-1512 Geçiş devri. Fatih Sultan Mehmed ve II. Bayezid devri 1453 İstanbul'un fethi 1453 Ayasofya'nın camiye çevrilmesi 1454 İlk Devlet Musiki Okulu (Enderun'un müzik bölümü) 1458-1460 Mora'nın ele geçirilişi 1461 Trabzon Rum İmparatorluğu'nun sonu 1461 Candaroğulları'nın ilhakı 1463 Osmanlı-Venedik Savaşı'nın başlaması 1463-1470 İstanbul'da Fatih Külliyesi'nin inşaası 1466 II. Mehmed'in Arnavut seferi 1468 Karamanoğulları'nın sonu 1468 II. Mehmed tarafından İstanbul'da Topkapı Sarayı'nın tesisi 1469 Ahmed Karahisarı'nın Afyonkarahisar'da doğuşu 1470 Eğriboz'un alınışı 1471 Fatih Külliyesinin açılışı 1472 Topkapı Sarayının inşası 1473 Otlukbeli Zaferi : Osmanlı Akkoyunlu mücadelesi 1474 Ali Kuşçu'nun ölümü 1475 Kırım'ın Osmanlı tabiiyetine girişi 1476 Boğdan seferi ve zaferi 1478 Fatih tarafından ilk altın paranın darbettirilmesi 1478 Şerafeddin Sabuncuoğlu'nun ölümü 1479 Osmanlı-Venedik Sulhü ile Fatih'in Venedikliler'e Trabzon ve Kefe'de ticaret yapma hakkı tanıyan ahidname vermesi 1480 Otranto'ya çıkış ve başarısız Rodos kuşatması 1480 Kadıaskerliğin Rumeli ve Anadolu olarak ikiye ayrılması 1481 II. Mehmed'in vefatı ve II. Bayezid'in tahta çıkışı 1481 100 dirhem gümüşten 400 akçe kesilmesi 1481 Şeyh Hamdullah'ın İstanbul'a gelişi 1482 Cem Sultan'ın mağlubiyeti, Rodos'a ilticası 1483 Morova Seferi ve Hersek'in ilhakı 1484 Boğdan Seferi 1484 Kili ve Akkirman'ın fethi 1484-1488 Edirne'de Hayreddin'in II. Bayezid'in Külliyesi'ni inşası 1485 Osmanlı-Memlük mücadelesinin başlaması 1485 Şeyh Hamdullah'ın aklam-ı sitte'de kendi üslubunu buluşu 1486 Musiki ile tedavi yapan ilk devlet hastanesi (Edirne, II. Bayezid Külliyesi Şifahanesi) 1488 Hocazade, Muslihiddin Mustafa B. Yusuf B. Salih el-Bursavi'nin ölümü 1488 Sultan II. Bayezid tarafından Edirne'de Bayezid Darü'ş-şifası'nın yapımı 1489 Memlüklere karşı toprak kaybı 1491 Osmanlı-Memlük Barışı 1492 Macar Seferi 1492 İspanya'dan çıkarılan Yahudiler'in de Osmanlı Devleti'nin himayesine girmesi 1494 Nakibüleşraflığın yeniden ve devamlı olarak teşkili 1494 Çin bulutu motifinin tezhib'de ilk kullanılışı 1495 Macarlarla mütareke, Cem Sultan'ın ölümü, Şehzade Süleyman'ın doğumu 1497 İlk Rus elçisinin İstanbul'a gelişi 1498 Lehistan Seferleri 1499 Venedik Harbi 1499 İnebahtı'nın alınışı 1499 Preveze baskını 15?? İlk mevlevi ayinleri (Pençgah, Dügah ve Hüseyni makamlarında üç beste-i kadim) 1500 Modon, Navarin ve Koron'un alınışı 1500-1505 İstanbul'da Yakub Şah B. Sultan Şah'ın II. Bayezid'in Külliyesi'ni inşası 1502 Venedikle sulh 1503 Anadolu sahasında ilk hamse sahibi Akşemseddinzade Hamdullah Hamdi'nin ölümü 1505 Bayezid Külliyesi'nin açılışı 1509 İstanbul'da kıyamet-ı suğra (küçük kıyamet) zelzelesi 1511 Şahkulu Baba Tekeli isyanı, Şehzade Selim Hareketi 1512 II. Bayezid'in tahttan çekilişi, I. Selim'in cülusu 1512 Anadolu Türk edebiyatında ilk Şehrengiz örneğini yazan Mesihi'nin ölümü; Selim döneminden I. Ahmed dönemine kadar olan dönemi ihtiva eden devre. 1514 Çaldıran Zaferi, Tebriz'e giriş 1514 Şahkulu'nun Yavuz Sultan Selim'in Tebriz'i işgaliyle Amasya'ya sürgün gönderilişi 1514 Çaldıran Zaferi, Tebriz'e giriş 1516 Mısır Seferi ve Mercidabık Zaferi 1517 Ridaniye Zaferi ve Kahire'ye giriş 1517 Haremeyn'in himaye altına alınması 1517 Haliç'te tersane yapımının tamamlanması 1517 Piri Reis'in Mısır'da Sultan Selim'e ilk dünya haritasını sunması 1519 Celali isyanı 1519 Cezayir'in iltihakı 1520 I. Selim'in vefatı, I. Süleyman'ın cülusu 1520 Şeyh Hamdullah'ın İstanbul'da vefatı; Şahkulu'nun İstabul'a gelip Ehl-i Hiref teşkilatına girişi; Hattat Şeyh Hamdullah'ın vefatı 1520-1550 Şahkulu'nun nakkaşhanede faaliyet göstermesi 1521 Belgrad'ın fethi 1521 Piri Reis'in Kitab-ı Bahriye adındaki eserini hazırlaması 1522 Kanuni Sultan Süleyman'ın validesi, Yavuz Sultan Selim'in eşi Ayşe Hafsa Sultan tarafından Manisa'da bimaristan inşa edilmesi 1522 Rodos adasının ilhakı 1524 Mısır'da Hain Ahmed Paşa isyanı 1524 Ahi Çelebi, Ahmed (Mehmed) Çelebi B. Kemal el-Tebrizi'nin ölümü 1525 Yeniçeri isyanı 1525 İlk Fransız elçisi İstanbul'da 1525 Şeyhülislam Zembili Ali Efendi'nin ölümü 1525 Mirim Çelebi, Mahmud B. Muhammed B. Muhammed B. Musa Kadızade'nin ölümü 1526 Mohaç Zaferi 1526 Ahmed Karahisari'nin İstanbul'da vefatı 1527 Bosna'nın fethi'nin tamamlanması 1528 Piri Reis'in Kanuni Sultan Süleyman'a ikinci dünya haritasını takdim etmesi 1528 Nizameddin Abdülali B. Muhammed B. Hüseyin el-Bircendi'nin ölümü 1529 Viyana kuşatması, Budin'in istirdadı, Barbaros'un Marsilya'ya çıkması 1530-1540 Divan-ı Selimi'nin yazılması 1530-1560 Nasuh'un tarihçi, hattat ve ressam olarak faaliyet göstermesi 1530-1588 Sinan'ın imparatorluğun baş mimarı olarak faaliyet göstermesi 1532 Alaman Seferi 1533-1534 Barbaros'un Osmanlı hizmetine girişi ve Cezayir beylerbeyliğine tayini 1534 Irakeyn seferinin açılışı, Tebriz'e ikinci defa giriş ve Bağdat'ın alınışı 1534 Şeyhülislam İbn-i Kemal'in ölümü 1536 Fransızlara kendi bayrakları ile Osmanlı limanlarında ticaret hakkı veren ahidname verilmesi 1536 Veziriazam İbrahim Paşa'nın idamı 1537 Körsof - Avlonya seferi 1538 Preveze Zaferi 1538 Hadım Süleyman Paşa'nın Hint Seferi 1540 Venedik ahidnamesindeki Karadeniz'de ticaret imtiyazının kaldırılması 1540-1560 Kara Memi'nin nakkaşhanede faaliyet göstermesi 1541 Budin'in kati olarak ilhakı ve beylerbeyiği olması 1543 Estergon'un ve İstolni Belgrad'ın fethi 1543 Batı musikisiyle ilk resmi temas (I. François'nın Kanuni'ye gönderdiği saray orkestrası) 1547 Osmanlı-Habsburg Sulhü 1547 Avusturyalılar'a Osmanlı topraklarında emn ü aman üzere ticaret yapma hakkının tanınması 1547 San'a'nın fethi 1548 İkinci İran seferi 1550 Süleymaniye Külliyesi'nin inşaası 1551 Trablusgarb'ın fethi 1552 Piri Reis'in Portekizlilere karşı seferi 1553 Piri Reis'in ölümü 1553-1554 Turgud Reis'in Akdeniz seferi 1553-1554 Nahcıvan Seferi 1555 İlk Osmanlı-İran antlaşması : Amasya Müsalahası 1556 Şankulu'nun vefatı; Kara Memi'nin saray nakkaşhanesine Sernakkaş oluşu; Hattat Ahmed Karahisari'nin vefatı 1557 Dokuzuncu Akdeniz seferi, Fas'ın fethi 1557 Süleymaniye külliyesinin açılışı 1558 Şakayık-ı Nu'maniye telifi 1558 Arifi'nin Süleyman-name'sinin tamamlanması 1559 Şehzade Bayezid ile Selim'in Konya Savaşı ve Bayezid'in yenilerek İran'a sığınması 1560 Cerbe'nin alınışı 1560-1600 Osman'ın Nakkaşhanede faaliyet göstermesi 1561 Taşköprüzade'nin ölümü 1562 Osmanlı-Habsburg Sulhü 1563 Seydi Ali Reis, Ali B. Hüseyin el-Katibi'nin ölümü 1565 Başarısız Malta kuşatması 1565 100 dirhem gümüşten 450 akçe kesilmesi 1566 Kanuni Sultan Süleyman'ın son seferi : Sigetvar ve Sultanın vefatı, II. Selim'in cülusu 1567 Yemen isyanı 1568 Davud el-Antaki'nin Tezkire adlı eserini telif etmesi 1569 Astarhan seferi 1569 Kaptan Kurdıoğlu Hızır Beyin Sumatra seferi 1569-1595 Lokman'ın şehnameci olarak vazife görmesi 1571 Kıbrıs fethinin ikmali 1571 İnebahtı hezimeti 1571 Mustafa B. Ali el-Muvakkit'in ölümü; Takiyyüddin'in müneccimbaşılığa tayin edilmesi 1574 Buğday Zaferi 1574 Tunus'un fethi 1574 Selimiye'nin açılışı 1574 II. Selim'in vefatı ve III. Murad'ın cülusu 1575 Münşeat'üs-Selatın'in III. Murad'a takdimi 1575 Edirne'de Sinan eliyle II. Selim için Selimiye Camii'nin inşası 1577 Takiyüddin'in gözlemlerine 1577'de de kısmen tamamlanan Daru'r-Rasadü'l-Cedid'de (İstanbul Rasathanesi) devam etmesi 1578 Osmanlı-İran Savaşı'nın başlaması 1578 Fas'ta el-Kasrü'l-kebir Zaferi 1578 Kafkaslarda hareket 1580 İlk İngiliz ahidnamesinin verilişi 22 Ocak 1580 İstanbul Rasadhanesi'nin yıktırılması 18 Kasım 1583 Cizvitlerin Galata'daki Saint Benoit Kilisesi'ne yerleşerek burada St. Benoit mektebini açmaları 1583 Meşale Zaferi 1584-1588 Lokman'ın iki ciltlik Hüner-name'sinin tamamlanması 1585 Tebriz'in alınışı 1585 Takiyüddin el-Rasıd'ın ölümü 1586 İlk Sikke tashihi 1587 Gürcistan harekatı 1588 Gence seferi 1588 Resm-i tashih-i sikke konulması 1588-1606 Bosnalı Mehmed'in saraydaki kuyumcuların (zergeran bölüğünün) başı olarak vazife görmesi 1589 İkinci sikke tashihi 1590 Osmanlı-İran Antlaşması 1590 Yeniçerilerin et ihtiyaçlarını karşılamak üzere gümrük resmine "zarar-ı kassabiye" adıyla %1 oranında ilave yapılması 1593 Osmanlı-Habsburg Savaşları 1595 Estergon'un düşüşü 1595 III.Murad'ın vefatı, III. Mehmed'in cülusu 1596 Eğri Kalesi'nin alınışı ve Haçova Zaferi 1598-1663 Davud ve Mehmed Ağalar tarafından İstanbul'da valide sultanlar için Yeni Camii'nin inşası 1599 Osmanlı sarayında ilk Batı müziği aleti (Elizabeth I.'in IV. Mehmed'e gönderdiği org); Davud el-Antaki'nin ölümü 1600 Sikke tashihi 1601 Kanije Zaferi 1601 İngiliz tüccarının ödeyeceği gümrük resminin %3'e indirileceğinin ahidnameye derci 1603 Osmanı-İran Savaşı'nın başlaması 1603 III. Mehmed'in vefatı, I. Ahmed'in cülusu 1603-1703 I. Ahmed döneminden III. Ahmed dönemine kadar olan dönemi ihtiva eden devre 1607 Asi Canbolatoğlu ve Maanoğlu'nun Oruç ovasında bozguna uğratılması 1609-1610 Celali tenkili için Kuyucu Murad Paşa Anadolu'da 1612 Osmanlı-İran Antlaşması 1612 Hollandalılara ahidname verilmesi 1613 Ömer B. Ahmed el-Ma'I el-Çulli'nin ölümü 1614 Ali B. Veli B. Hamza el-Mağribi'nin ölümü 1615 İran Savaşı'nın yeniden başlaması 1615 Revan Seferi 1617 I. Mustafa'nın cülusu 1617 İstanbul'da Mehmed Ağa tarafından Sultan Ahmed Camii'nin inşası 1618 I. Mustafa'nın hal'I ve II. Osman'ın cülusu 1618 Sikke tashihi 1621 II. Osman'ın Lehistan seferine çıkışı (Hotin seferi) 1622 II. Osman'ın katli ve I. Mustafa'nın yeniden tahta çıkışı 1623 I. Mustafa'nın tahttan indirilip IV. Murad'ın cülusu 1624 Sikke tashihi 1629 Cizvitler tarafından, 1629'da İstanbul'da "Saint Georges" Fransız okulu ile yine "St. Louis Dil Oğlanlar Mektebi"nin kurulması 1634 İlk Şeyhülislam katli (Ahizade Hüseyin Efendi) 1635 IV. Murad'ın Revan seferine çıkışı 1638 Bağdat Seferi ve Bağdat'ın alınışı 1638 Hekimbaşı Emir Çelebi'nin ölümü 1639 Osmanlı-İran sulhü : Kasrışirin Antlaşması 1640 IV. Murad'ın ölümü, İbrahim'in tahta çıkışı, sikke tashihi 1642 Hafız Osman'ın İstanbul'da doğuşu 1642-1698 Hattat Hafız Osman 1645 Girit seferinin açılışı, Hanya'nın alınışı 1648 İbrahim'in hal'ı, IV. Mehmed'in cülusu 1648 Kandiye kuşatması 1650 Osmanlı musikisi eserlerinin ilk notalı tesbiti (Ali Ufki'nin eseri) 1656 Çanakkale Boğazı'nın Venedik ablukası altına alınması 1656 Çınar Vak'ası 1656 Köprülüler devrinin başlaması 1658 Katip Çelebi'nin ölümü 1660 Varad Kalesi'nin alınışı 1663 Uyvar seferi, Uyvar'ın fethi 1664 St. Gotthard bozgunu ve Vasvar Antlaşması 1666 Türk Divan edebiyatında sebk-ı Hindi'nin öncülerinden Naili'nin ölümü 1669 Kandiye'nin alınışı, Girit'in tamamıyla Osmanlı hakimiyetine girişi 1670 Hekimbaşı Salih B. Nasrullah B. Sellüm'ün ölümü 1672 Lehistan seferi, Kamaniçe'nin alınışı 1672 Bucaş Antlaşması 1673 Fransız tüccarının ödediği gümrük resminin %3'e indirilmesi 1676 Osmanlı-Lehistan sulhü : Zorawna Antlaşması 1678 Ukrayna'da Çehrin seferi 1678 Hafız Osman'ın kendi üslubunu gerçekleştirmesi 1680 Mehter etkisinde ilk Batı müziği eseri (N. A. Strungk'un Esther operası) 1682 Osmanlı-Rus Antlaşması 1682 Seyahatname'nin yazarı Evliya Çelebi'nin ölümü 1683 II. Viyana kuşatması ve büyük bozgun 1683 Ebu Abdullah Muhammed b. Süleyman el-Fasi b. Tahir; el-Rıdvani'nin ölümü 1685 Uyvar'ın elden çıkışı 1685 Saraydaki altın ve gümüşten sikke basımı 1686 Budin'in düşüşü 1687 IV. Mehmed'in tahttan indirilmesi, II. Süleyman'ın cülusu 1687 Eğri kalesinin düşüşü 1687 Bir akçe itibarı değerli "mankur" un piyasaya çıkarılması 1688 Belgrad'ın elden çıkışı 1690 Kanije kalesinin düşüşü 1690 Belgrad'ın geri alınışı 1690 Fransızların Mısır'da ödediği gümrük resminin %3 olarak tesbiti 1691 Ebu Bekr Behram b. Abdullah el-Dımaski'nin ölümü 1691 II. Ahmed'in tahta çıkışı 1691 Salankamen bozgunu 1691 Enflasyonu körüklediği için mankur darbının yasaklanması 1695 II. Ahmed'in ölümü 1695 II. Mustafa'nın cülusu, Malikane sisteminin uygulanmaya başlanması 1697 Zenta bozgunu 1698 Şehremini Baruthanesi yangını 1698 Hafız Osman'ın İstanbul'da vefatı 1699 Karlofça Antlaşmasının imzalanması 1700 Ruslar'la İstanbul Antlaşması'nın imzalanması 1702 İskender Çelebi Bahçesi'ndeki (bugünkü Ataköy) yeni baruthanenin faaliyete geçmesi 1702 Müneccimbaşı Ahmed Dede b. Lütfullah'ın ölümü 1702 İstanbul çuka imalathanesinin faaliyetinin durdurulması 1703 Edirne Vak'ası 1703 III. Ahmed'in tahta çıkışı 1703 "Tuğralı" altın paranın piyasaya çıkarılması 1708 İstanbul'da Selanikli ustaların çalıştığı çuka imalathanesinin kurulması 1709 Tersane içinde bir "lengerhane" yapımı 1711 Prut Zaferi ve Barışı 1711 Rıdvan b. Abdullah el-Razzaz el-Feleke'nin ölümü 1713 "Zincir" altının çıkarılması 1715 Venedik'e savaş açılması ve Mora Seferi 1716 Osmanlı-Avusturya Savaşı, Varadin bozgunu, Temaşvar'ın elden çıkışı 1716 "Fındık" altınının piyasaya çıkarılması 1718 Pasarofça Antlaşması 1718 Valilerin sefer masraflarını karşılamak üzere "imdadiyye-i seferiyye" toplamalarının kabulü 1718-1730 İlk bestekarlar antolojisi (Şeyhülislam Es'ad Efendi'nin Nevşehirli İbrahim Paşa'ya sunduğu Atrabu'l Asar'ı) 1720 İstanbul'da devlet tarafından bir ipekli imalathanesinin kurulması 1720 Batıya hediye gönderilen ilk mehter takımı (III. Ahmed tarafından Lehistan'a) 1720 III. Ahmed için tasvirleri Levni tarafından yapılan Surname-i Vehbi 1721 Çelebi Mehmed Efendi'nin sefaret vazifesiyle Fransa'ya gidişi 1723 İran seferinin üç cepheli olarak açılışı 1724-1725 Azerbaycan harekatı, Tebriz ve Cence'nin alınışı 1726 İbrahim Müteferikka tarafından ilk Türk matbaasının kuruluşu 1727-1839 Türk matbaasının kuruluşu ve yeni unsurlar devresi 1729 "Zer-i mahbub" adıyla yeni bir altının piyasaya sürülmesi 1729 Cevheri'nin Lügat-ı Sıhah'ının Vankulu tarafından yapılan tercümesinin matbaada basılan ilk kitap olması 1730 Yanyalı Mehmed Esad b. Ali b. Osman'ın ölümü 1730 Patrona Halil isyanı, III. Ahmed'in hal'i, I. Mahmud'un cülusu 1732 Osmanlı-İran barışı 1733 İran Savaşı'nın hızlanması, Nadir Şah'ın başarıları 1733 Kefe Mukataası'nın İstanbul Mukataası Kalemi ile birleştirilmesi 1735 Bonneval Ahmed Paşa (Comte de Bonneval) nezaretinde Humbaracı Ocağı'nın kurulması 1736 Osmanlı-Avusturya-Rus Savaşları 1736 Abdullah b. Ebi Bekr b. Süleyman el-Maraşi'nin ölümü 1739 Belgrad Antlaşması 1739 Rus tüccarlarına Karadeniz hariç olmak üzere, Osmanlı suları ve topraklarında ticaret hakkı tanınması 1742 Ömer Şifai'nin ölümü 1743 Osmanlı-İran Savaşı'nın yeniden hızlanması 1745 Matbaanın kurucusu İbrahim Müteferrika'nın ölümü 1746 Osmanlı-İran barışı 1747 Humbaracıbaşı Bonneval Ahmed Paşa'nın ölümü 1748 Avlonya ve Eğriboz mukataalarının Bursa Mukataası Kalemi'ne katılması 1748-1755 İstanbul'da I. Mahmud ve III. Osman tarafından Nuruosmaniye Camii'nin inşa ettirilmesi 1751 Osmanlı musikisi üzerine Batıda yazılan ilk eser (Charles Fonton'un Essai…'si) 1754 I. Mahmud'un ölümü, III. Osman'ın cülusu 1757 III. Osman'ın ölümü, III. Mustafa'nın cülusu 1757-1758 Haremeyn mukataalarının satış ve iltizam işlerinin defterdar tarafından yürütülmeye başlanması 1758 Mustafa Rakım'ın Ünye'de doğuşu 1760 (1173) Abbas Vesim Efendi b. Abdurrahman b. Abdullah'ın ölümü 1766 Haremeyn mukataalarının darphanece idare olunmaya başlanması 1768 Osmanlı-Rus Savaşı'nın başlaması 1770 Rus filosunun İngilizler'in yardımıyla Akdeniz'e girmesi 1770-1776 Fransız Subayı Baron de Tatt'un İstanbul'da bulunması 1771 Kırım'ın işgali 1772 Tersane yakınlarında Topçu Mektebi'nin kurulması 1773 Mühendishane-i Bahri-i Hümayun'un kuruluşu 1773-1774 Darphanenin Hazine-i Amire'nin yedeği vazifesini görmeye başlaması 1774 Avrupa tarzında teşkil edilmiş olan Sürat Topçuları Ocağı'nın kurulması; Bedreddin Hasan b. Burhaneddin İbrahim el-Ceberti'nin ölümü 1774 Sür'at Topçuları Ocağı'nın kurulması 21 Temmuz 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ve Ruslar'a Karadeniz'de seyrüsefer hakkı tanınması 29 Nisan 1775 Tersane ambarlarında bir odada "Hendese Odası" nın kurulması 1776 Mühendishane-i Bahri-i Hümayun'un açılışı; Boğdan Prensi Alexandır İspilanti Bey'in Bükreş ve Yaş'ta Rum Ortodoks cemaatinde yeni tarz eğitimin ilk adımları atması; Hendese odasına nizam verilmesi 10 Mart 1779 Aynalıkavak Tenkihnamesi 1780 Mehmed Esad Yesari'nin ta'lik hattında Osmanlı üslubunu buluşu 1781 Hendese odasının Mühandishane olarak isimlendirilmesi 1783 Rusya'nın Kırım'ı ilhakı 1784 Avusturyalılar'a Karadeniz'de seyrüsefer hakkı verilmesi 1784 Fransız Lafitte-Clave ve Monnier'in Tersane'deki mühendishanede istihkam dersleri vermeleri 8 Ocak 1784 Osmanlı Devleti'nin Rusya'nın Kırım'ı ilhakını bir "sened" ile resmen tanıması 1787-1788 İstanbul'da bulunan Fransız uzmanların ve subayların tamamen ülkelerine dönmeleri 17 Ağustos 1787 Osmanlı-Rus Savaşı'nın ilanı 9 Şubat 1788 Rusya'nın müttefiki sıfatıyla Avusturya'nın da savaşa girmesi 1789 Kıymetli maden işlenmesinin yasaklanması ve neticesiz dış istikraz teşebbüsü Ocak 1789 Özi Kalesi'nin Ruslar tarafından zaptı 7 Mayıs 1789 I. Abdülhamid'in ölümü ve III. Selim'in tahta çıkması 11 Temmuz 1789 Osmanlı-İsveç ittifakı 1790 İlk resmi Ermeni mektebinin Kumkapı'da açılması; Gelenbevi, İsmail b. Mustafa b. Mahmud'un ölümü 31 Ocak 1790 Osmanlı-Prusya ittifakı 27 Temmuz 1790 Avusturya'nın Prusya tarafından barışa zorlanması. Reichenbach Konvansiyonu 18 Eylül 1790 Yergöğü Mütarekesi Ekim - Kasım 1790 Kili ve İsmail kalelerinin Rusya tarafından zaptı 1791-1799 Mevlevi ayininde piyano (!) (Galata Mevlevihanesi, Şeyh Galib/III. Selim zamanı) 4 Ağustos 1791 Avusturya ve Osmanlı Devleti arasındaki son savaşın bitirilmesi. Ziştovi Antlaşması 11 Ağustos 1791 Rus Savaşı'nın sonu. Kalas Mütarekesi 1792 Nizam-ı Cedid hareketinin başlaması 1792 III. Selim devrinde 100'lük guruş basılması 10 Ocak 1792 Kırım'ın Rusya'ya bırakılması 10 Ocak 1792 Yaş Antlaşması 1793 Daimi elçiliklerin ıslahı ve Londra, Paris ve Viyana'da daimi elçilik ihdası 1793 Nizam-ı Cedid Ordusu'nun Kuruluşu 1793 Hasköy'de Humbaracı ve Lağımcı Ocağı kışlasında Mühendishane-i Cedide'nin açılması; Fazıl Hüseyin'in III. Selim'in sarayında hazırladığı Huban-name ve Zenannamesi'nin resimli bir nüshası 1793 Zahire Nezareti'nin kurulması 1793-1794 Baruthane-i Amire'de İngiliz perdahı barut imaline başlanması 1794 Halkalı'da yapılan Azadlu Baruthanesi'nin faaliyete geçmesi 1795 Lehistan'ın Avrupa haritasından silinmesi 1795 Mühendishane-i Berr-i Hümayun'un açılışı; Kara Mühendishanesi binasının inşası; Osmanlı sarayında ilk yabancı bando (Napolyon'un III. Selim'e gönderdiği) 1795 Zahire Hazinesi'nin kurulması 1797 Mühendishane'de açılan Matbaanın faaliyete geçmesi 1797 Paris, Viyana ve Berlin'de daimi elçilikler ihdası 1797 Pazvandoğlu isyanı 1797 Rumeli'de dağlı eşkiya hareketleri ve isyanları 17 Eylül 1797 Venedik Devleti'nin ortadan kaldırılması 1798 Mehmed Es'ad Yesari'nin İstanbul'da vefatı 3 Ocak 1798 Fransa'ya karşı Osmanlı-Rus ittifakı 1 Temmuz 1798 Fransa'nın Mısır'a saldırması 3 Eylül 1798 Fransa'ya savaş ilanı 1799 Neticesiz dış istikraz teşebbüsü 5 Ocak 1799 Fransa'ya karşı İngiltere ile ittifak Şubat 1799 Napolyon'un El-Ariş ve Gazze'yi ele geçirmesi Mayıs 1799 Napolyon'un Akka'da Cezzar Ahmed Paşa tarafından mağlup edilmesi Ağustos 1799 Napolyon'un Fransa'ya dönmesi, Mısır'ın işgalinin devamı 1800 Takvimlerin Jacques Cassini Zicine göre hazırlanmaya başlaması Mart 1800 Rus ve Osmanlı kuvvetlerinin Yedi Ada Cumhuriyeti'ni kurmaları 1801 Kara Mühendishanesi hocalığına Hüseyin Rıfkı Tamani'nin getirilmesi; Gevrekzade Hafız Hasan Efendi'nin ölümü Ağustos 1801 Mısır'ın tahliyesine dair mütareke 1802 Fransız ve İngiliz gemilerinin kendi bayrakları altında Karadeniz'e çıkmalarına müsaade edilmesi 1802 Avrupa ile ticaret yapan Osmanlı gayri müslim tüccarına Avrupa devletleri tüccarı statüsünün tanınmasıyla "Avrupa tüccarı" denilen sınıfın ortaya çıkması 25 Haziran 1802 Paris Antlaşması. Fransa ile barış 1803 "Ayvalık İkonomos Akademisi'nin kurulması; "Kuruçeşme Rum Mektebi (Helleno Philosophical School)"nin kurulması Şubat 1804 Sırp isyanlarının başlaması 1805 Avrupa tarzında ilk hastane'nin Kasımpaşa'daki Tersane-I Amire'de açılması 1805 Osmanlı Devleti'nin Napolyon'un "İmparator" unvanını tanıması 1805 Tersane Hazinesi'nin kurulması 1805 Beykoz Çuka ve Kağıt Fabrikası'nın faaliyete geçmesi Temmuz 1805 Mehmed Ali Paşa'nın Mısır'a vali olarak tayini 1806 Nizam-ı Cedid'in başarısızlığı ve gerilemesi. İkinci Edirne Vak'ası 1806 Osmanlı-Rus Savaşı 1806 III. Selim'in Mühendishan-i Berri-i Hümayun kanunnamesi Ocak 1806 Tersane Tıbbiyesi'nin kurulması Ekim 1806 Memleketeyn 'in Rusya tarafından işgal edilmesi 1807 Vehhabi isyanının had safhaya varması. Haccın engellenmesi 20 Şubat 1807 İngiltere'nin Rusya'nın yanında Osmanlı savaşına iştiraki ve İngiliz filosunun İstanbul önlerine gelmesi Mart - Eylül 1807 İngiliz filosunun İskenderiye'ye saldırması ve Mehmed Ali tarafından mağlup edilmesi 25 Mayıs 1807 Nizam-ı Cedid'e karşı ayaklanma 29 Mayıs 1807 III. Selim'in tahttan indirilmesi ve Nizam-ı Cedid'in ilgası 29 Mayıs 1807 - 28 Temmuz 1808 IV. Mustafa devri. Siyasi istikrarsızlıklar ve darbeler 1808 Mustafa Rakım'ın celi sülüs ve tuğra'ya yeni üslubunu getirişi 28 Temmuz 1808 Alemdar Mustafa Paşa'nın müdahalesi, IV. Mustafa'nın tahttan indirilmesi, III. Selim'in katli, II. Mahmud'un tahta çıkması 28 Temmuz 1808 - 16 Kasım 1808 Alemdar'ın kısa süren sadareti 29 Eylül 1808 Sened-i İttifak : Devletin ayanlarla uzlaşması 15-16 Kasım 1808 Yeniçeri Ayaklanması : Alemdarın Sonu 5 Ocak 1809 İngiltere ile süren savaşın sonu : Kal'a-i Sultaniyye Antlaşması 1810 II. Mahmud devrinde beşlik "cihadiyye"lerin basılması 1810 İzmir Jimnasium'unun kurulması; Yesarizade Mustafa İzzet'in ta'lik'e son şeklini verişi 1812 Vehhabi ayaklanmasının Mehmed Ali Paşa tarafından bastırılması 1812 Fransız postalarının ilk kuruluşu 28 Mayıs 1812 Rus Savaşı'nın sonu : Bükreş Antlaşması, Sırbistan'a özerklik verilmesi 1816 Miloş Obronoviç'in "başknez" olarak tanınması ve Sırbistan'ın özerliğinin temini 1817 Hüseyin Rıfkı Tamani'nin ölümü Şubat - Mart 1821 Eflak ve Mora'da Rum isyanlarının başlaması 1823 Avrupa ile ticaretin Türk gemileriyle yapılmasına teşebbüs edilmesi 1824 Rum ayaklanmasını bastırmak üzere Mısır kuvvetlerinin çağrılması 1824 Fatih Külliyesindeki Darü'ş-Şifa'nın yıkılması; Sultan II. Mahmud'un Talim-i sıbyan adı ile ferman yayınlaması; St. Pierre mektebinin kurulması 1826 İhtisab müessesesinin düzenlenmesi 1826 Şinasi'nin doğumu; Mustafa Rakım'ın İstanbul'da vefatı; Ermeni ustalara Nakkaşlık hakkının verilmesi 14 Haziran 1826 Yeniçeri Ocağı'nın ortadan kaldırılması, Asakir-i Mansure-i Muhammediyye'nin kurulması 7 Ekim 1826 Rusya ile Akkerman Antlaşması'nın akdi 1827 Osmanlılar'ın İngiliz yapısı ilk buharlı gemiye sahip olmaları 1827 Tıphane-i Amire'nin kurulması; İlk "Marş-ı Sultani" bestesi (G. Donizetti, II. Mahmud'a) 1827 Mukataa Hazinesi'nin Hazine-i Amire'den ayrılması 4 Nisan 1827 İngiltere ile Rusya arasında Yunanistan'ın bağımsızlığına dair Petersburg Protokolü Temmuz 1827 Mısır kuvvetlerinin Rum isyanını bastırmaları, Atina'nın teslimi 20 Kasım 1827 Navarin saldırısı : Osmanlı-Mısır donanmasının yakılması 26 Nisan 1828 Rusya'nın savaş ilan etmesi 1829 Ziya Paşa'nın doğumu; Mahmud Celaleddin'in İstanbul'da vefatı; Şevki Efendi'nin İstanbul'da doğuşu 1829 Deli Teşkilatının kaldırılması 14 Eylül 1829 Edirne Barışı : Yunanistan'ın bağımsızlığı 1830 Mühendishane-i Bahri'nin Heybeliada'daki kışlaya taşınması; İshak Efendi'nin Mühendishane başhocalığına getirilmesi; Avrupa'ya talebe gönderilmeye başlanması 1830 Tiftik keçisinin Güney Afrika'da yetiştirilmeye başlanması 1830 Katolik ermeni cemaatinin ve kilisesinin resmen tanınması 1830-1831 Nüfus sayımları 5 Temmuz 1830 Fransızlar'ın Cezayir'e saldırmaları ve ele geçirmeleri 1831 İlk saray konservatuarı (Mızıka-i Hümayun ve Saray Harem Orkestrası) 1831 Timarların kaldırılması (müessese sembolik olarak daha uzun süre devam etti) 1831-1834 İshak Efendi'nin dört ciltilik Mecmua-i Ulum-ı Riyaziye adlı eserinin basılması 1 Kasım 1831 İlk gazete Takvim-i Vekayi'nin neşri 1832 Tıphane-i Amire'nin Şehzadebaşı'ndan Cerrahhane'nin bulunduğu binaya nakledilmesi 1832 Memuriyette, ilmiyye ve mülkiyyede rütbelerin yatayına eşitlenip derece ve elkabın (titulature) tesbiti 1832 Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa'nın isyanı 1832 İstanbul-İzmit "posta yolu" nun yapımı 1832 İngiliz postalarının kuruluşu 29 Ocak 1832 Topkapı Sarayı'na bitişik Gülhane bahçesinde mevcut binalarda Cerrahhane-i Amire'nin açılması 12 Aralık 1832 Mısır kuvvetlerinin Konya'da Osmanlı ordusunu yenmeleri 1833 Feshanenin kuruluşu 2 Şubat 1833 Mısır kuvvetlerinin Kütahya'ya kadar ilerlemeleri 5 Nisan 1833 Rus kuvvetlerinin yardım amacı ile Beykoz'a asker çıkartmaları ve Rus filosunun İstanbul'a gelmesi Mayıs 1833 Mehmed Ali'nin uzlaşmaya zorlanması : Kütahya Sözleşmesi 8 Temmuz 1833 Mehmed Ali Paşaya karşı Osmanlı-Rus ittifakı : Hünkar İskelesi Antlaşması, Boğazlar'ın diğer devletlere kapatılması 18 Eylül 1833 Münchengraetz Antlaşması 1834 Maçka Kışlası'nda, Mekteb-i Harbiye'nin kurulması 1834 Mukataat Hazinesi'nin isminin "Mansure Hazinesi" olarak değiştirilmesi 1835 Hazine-i Amire ile darphanenin birleştirilmesi 1835-1845 İlk halk konserleri [Tanburi Aleksan Efendi (1815-1864) İstanbul Süleymanpaşa Hanı'ndaki kahvede] 1836 Başhoca İshak Efendi'nin ölümü 1836 İslimye Çuka Fabrikası'nın devlet tarafından işletilmeye başlanması 1836 Başhoca İshak Efendi'nin ölümü 1836 İslimye Çuka Fabrikası'nın devlet tarafından işletilmeye başlanması 11 Mart 1836 Umur-ı Hariciye Nezareti'nin kurulması (hatt-ı hümayun tarihi 23 Zilkaade 1251) 26 Kasım 1837 Osmanlı yapımı "Eser-i Hayr" adlı buharlı geminin denize indirilmesi 1838 Mekteb-i Adli'nin açılması; Üsküdar'da Cemaran adlı Ermeni yatılı yüksek okulunun kurulması; Müderrishane-i Bahri'nin Tersane'deki yeni binasına nakledilmesi; Sultan II. Mahmud'un ilk öğretim alanında yeni bir teşebbüse girişmesi; Sami Efendi'nin İstanbul'da doğuşu 1838 Maliye Nezareti'nin kurulması ve Hazine-i Amire'nin darphaneden ayrılıp Mansure Hazinesi'yle birleştirilmesi 1838 Defterdarlığın Maliye Nazırlığı'na çevrilmesi 24 Mart 1838 Meclis-i Vala-yı Ahkam-ı Adliyyenin kurulması 16 Ağustos 1838 İngiliz tüccarına geniş imkanlar tanıyan Balta Limanı Ticaret Muahedesi'nin imzalanması. Bu muahede ile gümrük resmi oranının ihracatta %12, ithalatta %5 olarak tesbiti 1839 "Kaime-i mutebere-i nakdiyye"nin çıkarılması 1839 Ali Süavi'nin doğumu; Mekatib-i Rüşdiye Nezareti'nin kurulması; Mekteb-i Tıbbiye'nin Galatasaray'daki yeni binasına taşınması ve mektebin adının Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane olarak değiştirilmesi; Mekteb-i Ulum-ı Edebiye'nin açılması; Notre Dame de Sion Kız Lisesi'nin kurulması 1839-1844 Dr. Bernard'ın Mekteb-i Tıbbiye nazırlığı dönemi 1839-1845 Mekteb-i Fenn-i Nücum'un faaliyet dönemi 24 Haziran 1839 Mehmed Ali ile savaşın tekrar başlaması, Osmanlı kuvvetlerinin Nizip mağlubiyeti 1 Temmuz 1839 II. Mahmud'un vefatı üzerine Abdülmecid'in tahta çıkması, Osmanlı donanmasının Mehmed Ali'ye teslimi 3 Kasım 1839 Tanzimat Fermanı'nın ilanı 3 Mayıs 1840 Ceza Kanunname-i Hümayunu'nun Fransa'dan mülhem bir biçimde düzenlenmesi ve kabulü (14 Temmuz 1851'de bu kanun, kanun-u cedid olarak tadilatla yeniden yürülüğe girer) 1840 Gayri müslim tebaadan Avrupa'ya talebe gönderilmeye başlanması 1840 Tanzimat'ın tatbik edildiği yerlerde temettü vergisi konulma kararı 1840 Bütün hazinelerin Maliye Hazinesi'ne katılması 1840 Posta Nezareti'nin kurulması 21 Aralık 1840 Namık Kemal'in doğumu 1841 Lübnan olayları 1841-1906 Ahmed Ali Paşa'nın doğumu. (ressam) 24 Mayıs 1841 İngiltere'nin yardımıyla Mısır meslesinin halli, Mısır'ın veraset usulü ile Mehmed Ali Paşa'ya bırakılması 13 Temmuz 1841 Londra Boğazlar Mukavelenamesi 1842 Askeri Baytar Mektebi'nin açılması 1842-1910 Osman Hamdi (ressam, eğitimci, müzeci, arkeolog) 1843 Hereke Fabrikası'nın kurulması 1843 Zeytinburnu Demir Fabrikası inşaatına başlanması 1843 Muhdes kara gümrüklerinin kaldırılması 1843 Feshane'ye çuka dokuma tezgahlarının ilavesi 1 Şubat 1844 Tashih-i sikke 1844 Feshane'de buhar makinelerinin kullanılmaya başlanması 1845 İzmir'de su kuvvetiyle çalışan kağıt fabrikasının kurulması 1845 Bahriye Mektebi'nin Heybeliada'daki binasına taşınması; Kadı yetiştirmek için Süleymaniye'de "Muallimhane-i Nüvvab" medresesinin kurulması; Rüşdiyelerin Darü'l-fünun'a öğrenci yetiştiren orta dereceli mektepler olarak kabul edilmesi Ocak 1845 Sultan Abdülmecid'in Meclis-i Vala'yı ziyareti 13 Mart 1845 Meclis-i Muvakkat'ın (Geçici Maarif Meclisi) çalışmalarına başlaması 10 Nisan 1845 Polis (zabıta) teşkilatının kuruluşu (12 Rebiülevvel 1261 tarihli nizamname) 1846 Meclis-i Maarif-i Umumiye kurulması; Mekatib-i Umumiye Nezareti'nin kurulması; Başhoca Seyyid Ali Paşa'nın ölümü 1846 Rus Ticaret Muahedesi 16 Şubat 1846 Zabtiye müşiriyetinin kurulması Darü'l-Fünun kurmada ilk teşebbüs 1847 Timarlı Sipahi Teşkilatı'nın ilgası 1847 Telgrafın Beylerbeyi Sarayı'nda denenmesi 1847 Dersaadet Bankası'nın kuruluşu 1847 İstanbul'da ilk piyano resitali (Liszt Abdülmecid'e Donizetti'nin Mecidiye Marşı'nı çalıyor); Yeşilköy'de bulunan Ayamama Çiftliğinin ziraat talimhanesi şekline getirilerek ilk pamuk ziaati uygulama eğitiminin burada verilmeye başlanması 1 Mart 1847 Recaizade Ekrem'in doğumu 1848 Avrupa'da liberal ihtilaller : Polonya ve Macaristan'da milliyetçi ayaklanmalar 1848 Protestan Ermeni cemaatinin ve kilisesinin resmen tanınması 1848 İstanbul'da ilk Sanayi Mektebi'nin kurulmasına teşebbüs edilmesi 16 Mart 1848 İstanbul'da Darü'l-Muallimin açılması 18 Kasım 1848 Osmanlı yapımı ilk demir vapurun denize indirilmesi 1849 Veteriner öğretim faaliyetlerine başlanması; Yesarizade Mustafa İzzet'in İstanbul'da vefatı 1850 1847'den geçerli sayılmak üzere gümrük resimlerine esas teşkil eden mal fiyatlarında ithalatta %20, ihracatta %16 indirim yapıldıktan sonra gümrük resimlerinin tesbit edilmesi kararı 1850 Ticaret Kanunname-i Hümayunu'nun kabulü 1850 İlk faizsiz kaimenin çıkarılması 1850 Muallim Naci'nin doğumu 12 Mart 1850 Darü'l-Maarif'in öğrenime başlaması 1851 Ceza Kanunname-i Hümayunu'nun kabulü 1851 Londra Sergisi 1851 Akademik karakterde ilk ilmi dernek olan Encümen-i Daniş'in açılması 18 Temmuz 1851 Encümen-i Daniş'in kurulması 1852 Abdülhak Hamid'in doğumu; İstanbul Şark Cemiyetinin (Societe Orientale de Constantinople) kurulması 1853 "Mukaddes yerler" meselesi, Rusya'nın tazyikleri ve Kırım Savaşı'nın patlaması 1853 İstanbul'da I. Abdülmecid tarafından Dolmabahçe Sarayı'nın inşa ettirilmesi 1854 İlk dış istikraz : Borçlanma devrinin ve alışkanlığının başlaması 1854 Meclis-i Vala'nın "Meclis-i Ali-yi Tanzimat" ve "Meclis-i Ahkam-ı Adliye'ye" ayrılması 1854 İhtisab teşkilatının lağvı 12 Mart 1854 Rusya'ya karşı İngiltere ve Fransa ile ittifak 1855 Piyanonun yüksek sosyeteye geçişi [Leyla (Saz) Hanım'ın babası Hekimbaşı İsmail Paşa'nın köşküne İtalya'dan getirtilen] 1855 Gayri müslimlerden alınan "cizye"nin kaldırılması 1855 Paris Sergisi 16 Ağustos 1855 İstanbul'da Şehremanetinin kurulması (modern belediye idarelerinin başlangıcı) 9 Eylül 1855 Osmanlı İmparatorluğu'nda telgrafın hizmete girmesi 14 Kasım 1855 Et ve Ekmek dışında hemen bütün maddelerden narhın kaldırılması 1856 Rusya'nın Asya'da Türk illeri istikametinde fetihlere başlamasının şartlarının oluşması 1856 Bank-ı Osmani'nin kurulması 1856 Arap alfabesinin Mors alfabesine uyarlanmasıyla telgrafların Türkçe olarak çekilmeye başlanması 1856 Islahat Fermanı 1856-1860 Köstence-Çernevo'da demiryolu hattının yapımı 1856-1866 İzmir-Aydın demiryolu hattının yapımı 15 Şubat 1856 İstanbul Tıp Cemiyeti'nin (Societe Medicale de Constantinople) kurulması 18 Şubat 1856 Islahat Fermanı'nın ilanı 30 Mart 1856 Paris Barış Antlaşması 30 Mart 1856 Rusya'nın bozguna uğraması 30 Mart 1856 Karadeniz'in tarafsız ve silahsız bir hale getirilmesi 22 Mayıs 1856 İstanbul Tıp Cemiyeti'ne Şahane ünvanının verilmesi ve cemiyetin adının, Cemiyet-i Tıbbiye-i Şahane olarak değişmesi 1857 Orman Mektebi açılması hususunda ilk teşebbüs 1857 Cidde olayları ve İngiliz kuvvetlerinin, müslim-gayri müslim çatışmalarına müdahalesi 1857 Gümrük resminin, eşyanın vardığı değil çıktığı yerde alınması usulünü getiren Mahrec Nizamnamesi'nin yayımlanması 1857-1862 Beyrut - Şam şosesinin yapımı 17 Mart 1857 Maarif-i Umumiyye Nezareti'nin kurulması 6 Kasım 1857 Paris'te Mekteb-i Osmani adında bir Osmanlı mektebinin açılması 1858 Ceza Kanunname-i Hümayunu'nun kabulü 1858 Kız rüşdiye mekteplerinin açılması 1858 Kaimelerin iptali için dış istikraz yapılması 1858-1859 Emlak, arazi ve temettü vergilerinin ayrılması 6 Haziran 1858 Arazi Kanunnamesi'nin kabulü 8 Haziran 1858 Beyoğlu ve Galata'da kurulacak Altıncı Daire-i Belediyye'nin nizamname-yi umumisi (ilk örnek belediye) 1859 Kaimelerin piyasadan toplanabilmesi için "iane-i umumiyye" toplanması 1859 Fransızca'dan yapılan ilk şiir tercümesi risalesi, Şinasi'nin Tercüme-i Manzume'sinin neşri 12 Şubat 1859 Mekteb-i Mülkiyye'nin kuruluşu 1860 Ticaret mahkemelerinin kuruluşu 1860 İlk basılı yerli tiyatro, Şinasi'nin Şair Evlenmesi'nin tefrika edilmesi 1860-1861 Lübnan ve Suriye Olayları 1860-1861 Lübnan'ın imtiyazlı bir eyalet haline getirilmesi 22 Ekim 1860 Tercüman-ı Ahval gazetesinin yayına başlaması 1861 Abdülmecid'in vefatı ve Abdülaziz'in tahta çıkması 1861 Cemiyet-i İlmiyye-i Osmaniye'nin kuruluşu 1861 Usul-i Muhakemat-ı Ticaret Nizamnamesi'nin kabulü 1861-1866 Rusçuk - Varna demiryolu hattının yapımı 9 Haziran 1861 Cebel-i Lübnan mutasarrıflığı'nın hususi statüsünün tesbiti ve Cebel-i Lübnan nizamnamesi 9 Haziran 1861 David Paşa'nın Lübnan'a vali olarak atanması 29 Nisan 1861 Fransız ve İngilizler'le Kanlıca Ticaret muahedelerinin yapılması. Bu muahede dış ticarette gümrük resmi oranının %8'e yükseltilmesi ve esnaflıkta inhisar sisteminin kaldırılması 1862 Tuna vilayetinin kuruluşu ve Mithad Paşa'nın vali olarak tayini 1862 Gümrük resimlerine esas teşkil eden mal fiyatlarında %10 indirim yapıldıktan sonra gümrük resmi alınmaya başlanması 1862 Kaimelerin piyasadan tamamıyla toplanması 1862 Altının değerinin 100 kuruş olarak tesbiti 1862 Roman türünde Batıdan yapılan ilk tercüme, Fenelon'dan Tercüme-I Telemak'ın Yusuf Kamil Paşa tarafından yayınlanması; Cemiyet-I Tıbbiye-i Osmaniye'nin kurulması 1862 Mahrec-i Aklam'ın kurulması 20 Temmuz 1862 Mekteb-i Maarif-i Adliye'nin, "Mekteb-i Aklam" adı altında yeni bir şekle sokulması 8 Ekim 1862 Islah-ı Sanayi Komisyonu'nun teşkil edilmesi 1863 Abdülaziz'in Mısır'a seyahati 1863 Mithad Paşa tarafından Niş'te ilk Islahhane'nin (sonraki yıllarda Sanayi Mektebi) kuruluşu 1863 İstanbul Eczacılık Cemiyeti'nin (Societe de Constantinople) kurulması; Protestan Robert Koleji'nin açılması 1863 Menafi Sandığı'nın kurulması 1863 Mektuplara pul yapıştırılmaya başlanması 1863 Ticaret-i Bahriyye Kanunnamesi'nin kabulü 13 Ocak 1863 Darü'l-Fünun'da, halka açık serbest konferans şeklinde derslere başlanması 18 Şubat 1863 Sultanahmet Sergisi'nin (Sergi-i Umumi) açılışı 1864 Mekatib-i Sıbyan-ı Müslime Komisyonu'nun kurulması; Mekteb-i Harbiye dahilinde Erkan-ı Harp sınıfının açılması; Cemiyet-i Tedrisiye-i İslamiye'nin (Darü'ş-Şafaka) kurulması; Saint Joseph okulunun kurulması; İlk basılmış nazariyat kitabı (Haşim Bey'in Mecmu'atü'l-Makamat'ı) 1864 İyonya adalarının (Yedi Ada Cumhuriyeti'ni oluşturan adalar) İngiltere tarafından Yunanistan'a verilmesi 1864 Karadan Hindistan'ı Avrupa'ya bağlayan telgraf hattının tamamlanması 1864 Islah-ı Sanayi Komisyonu'nun kuruluşu 1864 Nizamiye mahkemelerinin kuruluşu 1864-1876 Paris'e talebe gönderilmesi 8 Ekim 1864 Vilayet Nizamnamesi'nin kabulü 1865 Müstakil Romen kilisesinin kurulması 1865 İstanbul Birinci Şehir Postası'nın kuruluşu 1865 Darü'l-Fünun binasının inşasının tamamlanması ve Maliye Nezareti'ne tahsis edilmesi; Mekteb-i Tıbbiye'nin nazırlığına Cemaleddin Efendi'nin getirilmesi Eylül 1865 Mekteb-i Osmani'nin lağvedilmesi 1866 Girit isyanları , Yunanistan ile birleşme faaliyetleri 1866 Tezkire türünün son örneği olan Hatimetü'l-Eş'ar'ı yazan Fatih'in ölümü; Halid Ziya'nın doğumu 1866 Mısır veraset usulünün değiştirilmesi 1866 Ahmed Süreyya Emin Bey'in modelini hazırladığı seri ateşli topla Osmanlılar'ın topçulukta hamle yapması 1866 Simkeşler Şirketi'nin kuruluşu 1866 Dahilde sarfedilecek malların rayiç fiyatından %10 indirim yapıldıktan sonra gümrük resimlerinin tesbit edilmesi kararı 1866-1867 Avusturya'nın Prusya karşısında mağlup olması ve Macaristan ile eşit bir birlik kurması : Avusturya-Macaristan İmparatorluğu 1867 Sırbistan'daki son Osmanlı askeri temsiliyetinin ortadan kaldırılması, Sırp kalelerinin tahliyesi 1867 Rüşdiyelere gayri müslim talebe alınmaya başlanması; Beyrut Amerikan Üniversitesi'nin kurulması 1867 Mısır Valisi İsmail Paşa'nın "hıdiv" olması 1867 Genç Osmanlılar'ın Avrupa'ya kaçmaya başlamaları 1867 Yabancılara mülk edinme hakkının verilmesi 1867 Bahriye Nezareti'nin Kuruluşu 1867 Saraçlar Şirketi'nin kuruluşu 1867 Menafi Sandığı'nın bütün vilayet ve sancak merkezlerine yayılması 1867-1876 İzmir Rıhtımı'nın inşası 22 Şubat 1867 Eğitim sahasında Fransız notasının verilmesi 8 Haziran 1867 Mısır'a hıdivlik statüsünün verilmesi 21 Haziran 1867 Sultan Abdülaziz'in Avrupa seyahati 1868 Ali Paşa'nın Girit isyanlarını teskin etmesi ve Girit'e özerk bir statü verilmesi 1868 Galatasaray Sultanisi'nin açılması 1868 İstanbul Emniyet Sandığı'nın kurulması 1868 Demirciler ve Dökümcüler şirketlerinin kuruluşu 1868 Yunan postasının kapatılması 1868 Feshane'nin modern bir dokuma fabrikası haline getirilmesi 1868 Darü'l-Muallimin-i Sıbyan'nın açılması; Mekteb-i Hiref ve Sanayi'nin kurulması; Sanayi Mektebi'nin kurulması 1 Mart 1868 Adliye Nezareti'nin kurulması 1 Nisan 1868 Şura-yı Devlet'in teşekkülü ve Divan-ı Ahkam-ı Adliyye'nin ayrı bir temyiz organı olarak ayrılması 1 Eylül 1868 Mekteb-i Sultani'nin açılması 1869 Süveyş Kanalı'nın açılması 1869 Osmanlı Ordusu'nun Nizamiye, Redif ve Mustahfız diye üç bölüme ayrılması 1869 Mecelle-i Ahkam-ı Adliyye'nin ilk kitabının kabulü 1869 Mekteb-i Harbiye dahilinde bir Baytar sınıfının açılması 8 Nisan 1869 İkinci Darü'l-Fünun binasının inşasının tamamlanması ve Darü'l-Fünun-ı Osmani'nin kurulması 26 Ağustos 1869 Turuk Nizamnamesi'nin kabulü 2 Eylül 1869 Maarif-i Umumiyye Nizamnamesi ile ilk ve orta tedrisatın düzenlenmesi Ekim 1869 Darü'l-Fünun-ı Osmani'de talebe kaydına başlanması 1870 Müstakil Bulgar kilisesinin kurulması ve Bulgarlar'ın Rum Patrikhanesi'nin nüfuzundan çıkmaları 1870 Fransa'nın, Almanya ve Prusya Savaşı'nda ağır mağlubiyet alması 1870 Cenab Şehabeddin'in doğumu; Batılı tarzda ilk roman hikaye türünde, Ahmed Midhat'ın Su-i Zan-Esaret adlı kitabının neşri; Mühendishane'nin Maçka Harbiye Mektebi içerisinde topçu ve istihkam sınıflarında eğitim faaliyetlerine devam etmesi; Sıbyan mekteblerinin ıslahı ve iptidai adı altında yeni mekteplerin açılması; Darü'l-Fünun'ı Osmani'yi teşkil eden şubeler arasında "İlm-i hukuk" şubesinin de yer alması; Tıp eğitiminin Türkçe yapılmaya başlanması 1870 Karadeniz'in tekrar silahlandırılması ve Rusya'nın Paris Antlaşması'nın hükümlerini tanımaması 1870 Darülfünunun açılması teşebbüsü 1870-1927 Kemaledin Bey (mimar) 20 Şubat 1870 Darü'l-Fünun-ı Osmani'nin büyük bir merasimle açılması 26 Nisan 1870 Darü'l-Muallimat'ın açılması 2 Temmuz 1870 Kavanin ve Nizamat Dershanesi'nin açılması Ekim 1870 Darü'l-Fünun müdürü Tahsin Efendi'nin umuma açık konferanslar (ders-I'am) tertip etmesi 1871 Sadrazam Ali Paşa'nın vefatı 1871 Saint-Esprit okulunun kurulması 1871 Abdülaziz'in şahsi idaresinin artması, Mahmud Nedim Paşa sadareti 1871 Dersaadet Tahvilat Borsası Nizamnamesi'nin yayımlanması 1871 Posta ve Telgraf nezaretlerinin birleştirilmesi ve İkinci Posta Nizamnamesi'nin neşri 22 Ocak 1871 İdare-yi Umumiyye-i Vilayat Nizamnamesi 13 Eylül 1871 Şinasi'nin ölümü 1872 Emniyet Sandığı'nın şubelerinin açılması 1872 Darü'l-Maarif idadisinin kurulması; Maadin Mektebinin kurulması 1873 Meclis-i Tetkikat-ı Şer'iyye'nin kuruluşu 1873 Mehmed Akif'in doğumu; Türkçe ilk modern tıp lugatı olan Lügat-ı Tıbbiye'nin neşredilmesi; Sava Paşa'nın yeni bir Darü'l-Fünun kurmakla görevlendirilmesi; Darü'l-Fünun-ı Osmani'nin kapanması Haziran 1873 Mekteb-i Sultani'nin, Gülhane Bahçesi'ndeki Saray'a bitişik binalara nakledilmesi 1874 Rusya'nın kışkırtmaları ve Panislavist faaliyetlerin artması 1874 Hukuk Mektebi, Mülkiye Mühendis Mektebi ve Edebiyat Mektebi'nden oluşan Darü'l-Fünun-ı Sultani'nin açılması; İstanbul Darü'l-Muallimi'nin açılması; İlk basılmış nota (Notacı Emin Efendi, 1845-1907) 1874 Kara gümrüklerinin lağvı 1874 Islah-ı Sanayi Komisyonu faaliyetinin durdurulması 1874-1875 Darü'l-Fünun-ı Sultani'nin eğitime başlaması; Osmanlı İmparatorluğu'nda sivil mühendislik eğitiminin başlaması 1875 Bosna-Hersek isyanları 1875 Askeri rüşdiye mekteplerinin açılması; Mora Yenişehir İdadisi'nin açılması 1876 Bulgar isyanları 1876 Karadağ'ın Osmanlı Devleti'ne savaş ilanı 1876 Abdülaziz'in tahttan indirilmesi, V. Murad'ın tahta çıkması, hal'i ve Abdülhamid'in cülusu 1876 Meşrutiyet'in ilanı 1876 İstanbul'da Balkan krizini görüşmek üzere internasyonal bir konferansın toplanması : Tersane Konferansı 1876 İstikrazların mürettebat ödemelerinin durdurulması 1876 Mecelle-i Ahkam-ı Adliyye'nin son kitabının kabulü 1876 Edebi roman hüviyetinde ilk eser olan, Namık Kemal'in İntibahı'nın neşri; İzmir ve Manastır'da yaıtılı idadiler açılması 23 Mart 1876 Ziya Gökalp'in doğumu 23 Aralık 1876 I. Meşrutiyet'in (Kanun-ı Esasi) ilanı 1877 Rusya'nın tecavüzü ve Osmanlı-Rus Savaşı'nın başlaması: Balkanlar'ın ve Doğu Anadolu'nun Rus işgaline uğraması 1877 Mahrec-i Aklam'ın Mekteb-i Mülkiye'nin idadi sınıflarıyla birleştirilmek suretiyle kaldırılması; Mekteb-i Tıbbiye'nin tekrar Gülhane'ye nakledilmesi; Fenn-i Resim ve Mimari Mektebi'nin kurulması 1877-1878 Darü'l-Fünun ve Mekteb-i Sultani'nin bir yıl eğitime ara vermesi 19 Mart 1877 İlk Meclis-i Meb'usan'ın içtimaı (o yılın 28 Haziran'ına kadar çalışır) 25 Eylül 1877 Dersaadet Belediye Kanunu (Meclis-i Mebusan'da müzakere edilerek kabul edilir) 5 Ekim 1877 Vilayet Belediye Kanunu'nun kabulü 13 Aralık 1877 Meclis-i Meb'usan'ın süresiz tatili 1878 Ayastefanos ve Berlin Antlaşmaları imzalanması 1878 Sırbistan, Karadağ ve Romanya'nın müstakil birer devlet olmaları 1878 Bulgaristan Prensliği'nin ortaya çıkması 1878 Ermeni meselesinin zuhuru 1878 Ali Suavi'nin öldürülmesi 1878 Kıbrıs'ın İngiltere tarafından ele geçirilmesi 1878 Bosna ve Hersek'in Avusturya-Macaristan'ın işgal ve idaresine terki 1878 Makedonya meselesinin ortaya çıkması 13 Şubat 1878 Meclisin kapatılması Ekim 1878 Darü'l-Fünun-ı Sultani'nin tekrar eğitime başlaması 1879 II. Abdülhamid devrinde basılan kaimelerin toplatılıp imha edilmesi 1879 Mehakim-ı Nizamiye Teşkilatı Kanunu'nun kabulü 1879 Mekatib-i Sıbyaniye Dairesi'nin kurulması; Maarif merkez teşkilatının yeniden düzenlenmesi 1879 Usul-ı Muhakemat-ı Cezaiyye Kanunu'nun kabulü 1880 Vergi reformu 1880 Yafa-Kudüs demiryolu hattının tamamlanması 1880 İlk köy romanı, Ahmed Midhat'ın Bahtiyarlık'ının neşri; Darü'l-Fünun-ı Sultani Turuk u Maabir Mektebi'nin ilk mezunlarını vermesi 1880 Usul-ı Muhakemat-ı Hukukiyye Kanunu'nun kabulü 13 Mart 1880 İstanbul'da bir kız idadisinin açılması 17 Mayıs 1880 Ziya Paşa'nın ölümü Ekim 1880 Darü'l-Fünun-ı Sultani Hukuk Mektebi'nin ilk mezunlarını vermesi 20 Aralık 1880 Darü'l-Fünun-ı Sultani'nin ilk mezunlarını vermesi; Journal de la Societe de Pharmacie de Contantinople'un yayınlanması; Cemiyet-I İlmiye'nin kurulması 1881 Mustafa Kemal'in Doğumu 1881 Mısır'ın İngilizler tarafından işgali 1881 Düyun-ı Umumiyye idaresinin kurulması 1881 Mühendishane'de mümtaz sınıf adı altında yeni bir sınıf teşkil edilmesi; Darü'l-Fünun-ı Sultanı Turuk u Maabir Mektebi'nin faaliyetlerinin son bulması; Orman ve Maadin Mektepleri'nin birleştirilmesi 1882 Tunus'un Fransızlar tarafından işgali 1882 Muharrem Kararnamesi'nin neşri 2 Ocak 1882 Sanayi-i Nefise Mektebi'nin kurulması ve Osman Hamdi Bey'in müdür olması 1883 Osmanlı ordusunun Prusya askeri heyeti tarafından ıslahına başlanması 20 Haziran 1884 Mülkiye Mühendis Mektebi kurulması 1 Kasım 1884 Mülkiye Mühendis Mektebi'nin Mühendishane-I Berri-I Hümayun'un bir odasında eğitimine başlaması 2 Aralık 1884 Yahya Kemal'in doğumu 1885 Doğu Rumeli'nin Bulgaristan tarafından ilhakı 1885 Abdülhak Hamid'in Makber'inin neşri 18 Eylül 1885 Doğu Rumeli eyaleti valiliğinin Bulgaristan prensine verilerek bu bölgedeki kontrolün zayıflaması 1886 Adana-Mersin demiryolu hattının tamamlanması 1886 Maarif Nezareti'ne bağlı olarak Mekatib-i Gayri müslime ve Ecnebiye Müfettişliği'nin kurulması 1886 Adana-Mersin demiryolu hattının tamamlanması 1886 Maarif Nezareti'ne bağlı olarak Mekatib-i Gayri müslime ve Ecnebiye Müfettişliği'nin kurulması 1886-1887 Darü'l-muallimin'in yatılı hale getirilmesi 1887 Yedikule Havagazı Fabrikası'nın kurulması 1887 Ahmed Haşim'in doğumu; Şevki Efendi'nin İstanbul'da vefatı 5 Şubat 1887 Beşir Fuad'ın intiharı 1888 Haydarpaşa-İzmir-Ankara demiryolu imtiyazının Almanlar'a verilmesi 1888 Beyrut'ta Saint Joseph Katolik Tıp Mektebi'nin açılması; Baytar sınıfının tekrar Harbiye Mektebi bünyesine alınması 2 Aralık 1888 Namık Kemal'in ölümü 1889 İttihad-ı Osmanı Cemiyeti'nin (İttihat ve Terakki) kurulması 1889 İdadi öğrenimine dayanan dört yıllık bir Mülkiye Baytar Mektebi'nin kurulması 27 Mart 1889 Yakup Kadri'nin doğumu 1890 Bulgar Makedonya ve Anadolu'da Ermeni ihtilal çetelerinin faaliyetlerini arttırmaları 1891 Mülkiye Baytar Mektebi'nin Halkalı Ziraat Mektebi'ne yatılı olarak nakledilmesi 1891 Yol inşaatında bedenen çalışma mecburiyetinin paraya çevrilmesi 1891 Kadıköy - Kurbağalıdere Havagazı Fabrikası'nın kurulması 1891 Hereke Fabrikası'nın halı kısmının açılması 3 Kasım 1891 Darü'l-Muallim'in aliye şubesi açılması 1892 Haydarpaşa-İzmit demiryolu hattının işletmeye açılması 1892 Orman ve Maden Mektebi'nin kapatılması; II. Abdülhamid tarafından Yıldız'da porselen atölyelerinin kurulması 1893-1896 İstanbul-Selanik demiryolu hattının yapımı 1894 Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebi'nin ilk veteriner mezunlarını vermesi; İmmaculée Conseption veya St Marie okulunun kurulması; İlk basılmış musiki lugatı (Hoca Kazım Bey'in Musiki Istılahatı) 1894 Sasun'da Ermeni olayları 1894 Selanik-Manastır demiryolu hattının tamamlanması 1895 İstanbul'da Ermeni olayları, yabancı devletlerin Ermeniler lehinde müdahaleleri 1895 Galata Rıhtımı inşaatının tamamlanması 1895 Gayri müslim okullarına Türkçe muallimi tayininin kararlaştırılması 1895 Baruthane-i Amire'de dumansız barut imal edilmesi 14 Şubat 1895 Sadrazam Said Paşa'nın beş fakülteden "darü'l-icaze" oluşan bir darü'l-fünun kurma teklifi 1896 Tevfik Fikret'in Servet-i Fünun'un edebi sayfalarının idareciliğini yüklenmesiyle Edebiyat-ı Cedide devrinin başlaması 1896 Ermenilerin Osmanlı Bankası'nın İstanbul şubesine saldırmaları 1896 Girit isyanının alevlenmesi 1896 Eskişehir-Konya demiryolu hattının tamamlanması 1897 Yunan kuvvetlerinin Girit'e çıkması, Yunan çetelerinin Rumeli'deki Osmanlı sınırlarına saldırmaları 17 Nisan 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı ve Osmanlı zaferi 1898 Girit meselesinin devam etmesi; adaya muhtariyet verilmesi Osmanlı kuvvetlerinin geri çekilmesi, Yunan prensi Yorgi'nin vali olarak kabul edilmesi 1899 Bağdat demiryolu imtiyazının Almanlar'a verilmesi 1899 Arifiye-Adapazarı demiryolu hattının açılması 1900 Hicaz demiryolunun inşasına girişilmesi 1900 İstanbul Rıhtımı inşaatının tamamlanması 31 Ağustos 1900 Darü'l-Fünun-ı Şahane'nin kurulması 1901 Servet-i Fünun dergisinin geçici olarak kapatılmasıyla Edebiyat-ı Cedide topluluğunun dağılması; Lügat-ı Tıbbiye'nin ikinci baskısının yapılması; Vidinli Tevfik Paşa'nın ölümü 1901 Makedonya'da çete faaliyetlerinin artması, büyük devletlerin müdahaleleri 1901-1908 Hicaz demiryolu hattının yapımı 1902 Yemen isyanlarının tekrar başlaması 1902 Hereke Fabrikası'na çuka ve şayak tezgahlarının eklenmesi 23 Kasım 1902 Makedonya'da Bulgar İhtilal Cemiyeti'nin faaliyeti 23 Kasım 1902 Cum'a-ı Bala ayaklanması 23 Kasım 1902 Makedonya'ya özel ıslahat planı hazırlanması 8 Aralık 1902 Hüseyin Hilmi Paşa'nın geniş yetkilerle "umumi müfettiş" olarak Makedonya'ya tayini 1903 İdadilerin altı yıla çıkarılması 2-3 Ağustos 1903 İlinden (Aya ilya yortusu günü) isyanı 2-3 Ağustos 1903 Bulgar-Osmanlı Savaşı tehlikesinin doğması 31 Ağustos 1903 Şam Mekteb-i Tıbbiyesi'nin kurulması Eylül 1903 Mürzsteg Programı : Makedonya'ya muhtariyet verilmesi 1904 Haydarpaşa Rıhtımı'nın tamamlanarak işletmeye açılması 1905 Hereke Fabrikası'nda fes imalatına başlanması 21 Temmuz 1905 Ermeniler'in II. Abdülhamid'e bombalı saldırı tertiplemeleri 1906 Akabe olayları ve Akabe krizi 1908 Beykoz Deri Fabrikası'nın Harbiye Nezareti'ne bağlanması 1908 Osmanlı Eczacı İttihat Cemiyeti'nin kurulması; Osmanlı Cemiyet-i İlmiye-i Baytariyesi'nin açılması; Osmanlı Mühendis ve Mimar Cemiyeti'nin kurulması 23 Temmuz 1908 II. Meşrutiyet'in ilanı 5 Ekim 1908 Avusturya- Macaristan'ın Bosna-Hersek'i ilhak ettiğini ilan etmesi. 6 Ekim 1908 Girit Rumları'nın adayı Yunanistan'a bağladıklarını ilan etmeleri 17 Aralık 1908 II. Meşrutiyet dönemi ilk Meclis-i Meb'usanının toplanması 1909 Adana'da Ermeniler'in ayaklanmaları 1909 Gayri müslimlere "bedel" yerine askerlik hizmeti konulması 1909 Fecr-i-Ati edebi topluluğunun kuruluşu; Cemiyetler Kanunu'nun çıkması; Dişhekimliği Okulu'nun açılması; Orman Mekteb-i Alisi adı altında yeni bir okul açılması; Mekteb-i Tıbbiye'nin, Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye ile birleştirilerek Haydarpaşa'ya nakledilmesi; Muallimhane-i Nüvvab'ın Medresetü'l-Kuzat adını alması; Mülkiye Mühendis Mektebi'nin Nafıa Nezareti'ne bağlanması ve Mühendis Mekteb-i Alisi adını alması 1909-1910 Osmanlı Mühendis ve Mimar Mecmuası'nın çıkması 27 Şubat 1909 Usul-i Muhasebe-ı Umumiyye Kanunu'nun kabul edilmesi 13 Nisan 1909 31 Mart Olayı 19 Nisan 1909 Hareket Ordusu'nun Yeşilköy'e varması, İstanbul'daki kargaşayason vererek düzeni sağlaması 27 Nisan 1909 II. Abdülhamid'in tahttan indirilmesi, V. Mehmed Reşad'ın tahta çıkarılması 21 Ağustos 1909 Darü'l-Fünun-ı Şahane'nin Vezneciler'deki Zeynep Hanım konağına taşınması 17 Aralık 1909 Meclisin açılması 1910 Arnavutlar'ın ayaklanmaları 1910 Dahili gümrüklerin tamamen kaldırılması 1910 Vilayet merkezlerindeki bir kısım idadilerin "lise"ye dönüştürülmeye başlanması; ilk çalgı metodu (Ali Salahi Bey, Kendikendine Ud Öğrenme Usulü, Matbaa-ı Amire). 1911 Sultan Reşad'ın Arnavutlar'ı teskin için Rumeli seyahatine çıkartılması 1911 İtalya'nın Trablusgarp ve Bingazi'ye saldırması ve işgali 1911 Gayri müslim cemaatlerin birleşerek mektepleri konusunda yeni bir düzenleme istemeleri; 78 devirli ilk plaklar (Tanburi Cemil, Orfeon Record) 1911-1912 Osmanlı İtalyan Savaşı 1912 Yeşilköy Hava Uçuş Okulu'nun Açılışı 1912-1913 Balkan devletlerinin Osmanlı-İtalyan Savaşı'ndan istifade etmek istemeleri : Balkan Savaşı 18 Ocak 1912 Meclis-i Meb'usan'ın feshi 25 Mart 1912 Türk Ocaklarının kurulması 18 Nisan 1912 II. Dönem Meclis-i Meb'usan'ın toplanması 18 Nisan 1912 İtalyanlar'ın Rodos, Oniki Ada ve Çanakkale Boğazı'na tecavüzleri 5 Ağustos 1912 II. Dönem Meclis-i Meb'usan'ın feshi 22 Temmuz 1912 Gazi Ahmed Muhtar Paşa hükümeti : Büyük Kabine Eylül - Ekim 1912 I. Balkan Savaşı 15 Ekim 1912 Trablus ve Bingazi'nin İtalya'ya terki : Ouchy Antlaşması, Rodos ve Oniki Ada'nın İtalya elinde kalması 29 Ekim 1912 Kamil Paşa'nın sadareti 29 Kasım 1912 Arnavutluk'un istiklalini ilan etmesi 1913 Liselerin mevcut idadilerin yerini alması 23 Ocak 1913 Babıali Baskını : Mahmud Şevket Paşa'nın sadareti 13 Mart 1913 Muvakkat İdare-i Umumiyye-i Vilayet Kanunu (kanun meclisten geçmeden yürürlüğe girer) 30 Mayıs 1913 I. Balkan Savaşı'nın sona ermesi 11 Haziran 1913 Sadrazam Mahmud Şevket Paşa'nın öldürülmesi, Said Halim Paşa'nın sadareti 29 Haziran 1913 Balkan devletleri arasında savaş : Osmanlı mirasının paylaşılmasının kanlı kavgası 21 Temmuz 1913 Edirne'nin geri alınması 29 Ağustos 1913 Osmanlı-Bulgar barışı : İstanbul Antlaşması 14 Kasım 1913 Osmanlı-Yunan barışı : Atina Antlaşması 14 Aralık 1913 Osmanlı ordusunun Almanya tarafından ıslahı 1914 Ecnebi postalarının hepsinin kapatılması 1914 Dış ticarette gümrük resmi oranının %15'e çıkarılması 1914 Islah-ı Medaris Nizamnamesi 1914 Diş Hekimleri Mezunin ve Talebe Cemiyeti'nin kurulması; Türk Bilgi Derneği'nin kurulması; Medreset'ül-Hattatin'in kurulması; Dar'ül-Hilafeti'l-Aliyye Medreseleri'nin kurulması; Medresetü'l-Hattatin'in İstanbul'da açılışı; Medresetü'l-Hattatin'in açılışı; İlk resmi müzik ve tiyatro okulu (Darü'l-Elhan) 8 Şubat 1914 Anadolu'da Ermeni talepleri doğrultusunda ıslahatı öngören Osmanlı-Rus Antlaşması ("Muamele") 14 Mayıs 1914 III. Dönem Meslis-i Meb'usan 28 Haziran 1914 Avusturya-Macaristan veliahdının Saraybosna'da öldürülmesi 28 Temmuz 1914 Avusturya Macaristan'ın Sırbistan'a savaş ilanı 1 Ağustos 1914 Almanya'nın Rusya'ya savaş ilanı 2 Ağustos 1914 Meclis-i Meb'usan'ın süresiz tatili (IV. Ve son dönem meclis 12 Ocak 1920'de toplanacak ve 2 Nisan 1920'de İstanbul'un işgali üzerine dağıtılarak mebuslar sürgüne yollanacak) 2 Ağustos 1914 Osmanlı Devleti ile Almanya arasında ittifak antlaşmasının imzalanması 4 Ağustos 1914 Almanya'nın Fransa'ya, İngiltere'nin Almanya'ya savaş ilanı : I. Cihan Savaşı'nın başlaması 10 Ağustos 1914 Alman savaş gemilerinin (Yavuz ve Midilli) Boğazlardan geçmelerine izin verilmesi 9 Eylül 1914 1 Ekim tarihinden geçerli olmak üzere kapitülasyonların kaldırılması 12 Eylül 1914 İnas Darü'l-Fünun'unun kurulması 29 Eylül 1914 İslah-ı Medaris Nizamnamesi'nin yayınlanması 29 Ekim 1914 Karadeniz'e açılan Osmanlı filosunun Rus limanlarını topa tutması Kasım - Aralık 1914 Enver Paşa kumandasındaki Osmanlı kuvvetlerinin Sarıkamış felaketi 3 Kasım 1914 Rusya'nın Osmanlı Devleti'ne savaş ilanı 5 Kasım 1914 İngiltere ve Fransa'nın Osmanlı Devleti'ne savaş ilanı 11 Kasım 1914 Osmanlı Devleti'nin İtilaf Devletleri'ne savaş ilanı 14 Kasım 1914 Cihad-ı Ekber ilanı 14 Kasım 1914 İnas Sanayi-I Nefise Mektebi'nin açılması 18 Aralık 1914 Mısır'ın İngiltere himayesinde bir "krallık" haline getirilmesi, Osmanlı Devleti'nin hukukuna son verilmesi 1915 Evrak-ı nakdiyye çıkarılması 1915 Gümrük resmi oranının %30'a yükseltilmesi 1915 Mekteb-i Tıbbiye'nin Darü'l-Fünun'a bağlanarak bugünkü İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'ne dönüşmesi Ocak - Şubat 1915 Cemal Paşa kumandasındaki Osmanlı kuvvetlerinin Mısır seferi : Kanal hezimeti Ocak - 18 Mart 1915 Müttefiklerin Çanakkale Boğazı'nı geçmeye çalışması : Çanakkale Savaşları 27 Mayıs 1915 Doğu Anadolu'da Ruslar'la işbirliği yapan Ermeni nüfusun iç bölgelere taşınması : Tehcir 1916 Hicaz ve Mekke'nin kaybı 1916 İzmit Dokuma Fabrikası'nın kapanması 1916 Tevhid-i Meskukat Kanunu 1916 Dar'ül-Hilafeti'l-Aliyye Medreseleri üstünde Medresetü'l-Mütehassısın adı altında bir ihtisas medresesi kurulması; İlk Musiki cemiyeti (Darü't-Talim-i Musiki) 1917 Yıldırım Orduları Grubu'nun kurulması 1917 Irak ve Suriye cephelerinin çöküşü 1917 Rusya'da Bolşevik ihtilalinin çıkması ve çarlığın sonu 1917 Cemaat mahkemelerinin kaza yetkisinin kaldırılışı 1917 Hukuk-ı Aile Kararnamesi'nin kabulü 25 Mart 1917 Şer'iyye mahkemelerinin Adliye Nezaretine bağlanması 6 Nisan 1917 Amerika Birleşik Devletleri'nin savaşa iştiraki ve Almanya'ya savaş ilanı 1918 Şam Mekteb-i Tıbbiyesi'nin Beyrut'un işgali neticesinde kapanması; Gazi Ahmed Muhtar Paşa'nın ölümü 3 Mart 1918 Brest Litowsk Antlaşması 3 Temmuz 1918 Sultan Reşad'ın vefatı ve Vahdeddin'in tahta çıkması 2 Ekim 1918 Bulgaristan'ın savaştan çekilmesi 8 Ekim 1918 Sadrazam Talat Paşa'nın istifası, Ahmed İzzet Paşa'nın sadareti 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi'nin imzalanması 3-4 Kasım 1918 Almanya ve Avusturya'nın savaştan çekilmeleri 8 Kasım 1918 İzzet Paşa'nın istifası ve Tevfik Paşa'nın sadareti 13 Kasım 1918 İtilaf Devletlerinin İstanbul önlerine gelerek şehri teslim almaları 1919 Hukuk-ı Aile Kararnamesi'nin ilgası 1919 İstanbul Darü'l-Fünun-un bir ıslahat programı ile Osmanlı Darü'l-Fünun-u adıyla yeniden canlandırılmaya çalışılması; Harbiye Mektebi'nin adının "Muhtelit Harbiye Mektebi" olması 4 Mart 1919 4 Mart 1919 Damat Ferid Paşa'nın sadareti: Hürriyet ve İtilaf Partisi'nin iktidara geçmesi 15 Mayıs 1919 Yunanlılar'ın İzmir'i işgali ve Batı Anadolu'da ilerlemeleri 19 Mayıs 1919 Mustafa Kemal Paşa'nın İstanbul Hükümeti tarafından Anadolu'ya gönderilmesi 23 Temmuz 1919 Erzurum Kongresi 4 Eylül 1919 Sivas Kongresi 2 Ekim 1919 Damat Ferid'in istifası ve Ali Rıza Paşa'nın sadareti 22 Ekim 1919 Amasya Protokolü 24 Ekim 1919 Çıkarılan yeni bir nizamname ile fakültelere "medrese" denmeye başlanması ve Darü'l-Fünun'un ilmi muhtariyeti haiz olduğunun tasdik edilmesi 29 Kasım 1919 Misak-ı Milli : Milli gaye ve hedeflerin, milli sınırların belirlenerek ilanı 1920 Mektebi Harbiye'nin Ankara'da "Sunuf-ı Muhtelife Zabit Namzetleri Talimgahı" olarak açılması; İnas Darü'l-Fünun-un lağvedilmesi 16 Mart 1920 İtilaf işgal kuvvetlerinin İstanbul'daki resmi binalara girmeleri, meclisin dağıtılması ve kapanması, mebusların Anadolu'ya kaçmaları, ele geçenlerin İngilizler tarafından sürülmesi 5 Nisan 1920 Ferid Paşa'nın sadareti 11 Mayıs 1920 Ferid Paşa hükümetinin Mustafa Kemal'i idama mahkum etmesi ve askerlikten tardı 10 Ağustos 1920 İstanbul Hükümeti'nin Sevr Antlaşması'nı imzalanması 2-3 Aralık 1920 Gümrü Antlaşması'nın imzalanması 1921 Edebiyat ve Fen Fakültelerinde karma eğitime geçilmesi; askeri ve mülki baytar mekteplerinin "Baytar Mekteb-i Alisi" adı altında birleştirilmesi; Salih Zeki'nin ölümü 27 Ocak - 12 Şubat 1921 Londra Konferansı : Anadolu için söz söyleme hakkının Ankara Hükümeti'nde olduğunun tespiti 31 Mart 1921 II. İnönü Zaferi 3 Eylül 1921 Sakarya Meydan Savaşı 20 Eylül 1921 Fransa ile barış 1922 Türk Diş Tabipleri Cemiyeti'nin kurulması; Hukuk ve Tıp Fakültelerinde karma öğretime geçilmesi 27 Ağustos 1922 Büyük Taarruz : işgalci Yunan kuvvetlerinin imhası 30 Ağustos 1922 Büyük Zafer : Yunan Başkumandanı'nın esir edilmesi 9 Eylül 1922 İzmir'in kurtuluşu 11 Ekim 1922 Mudanya Mütarekesi 1 Kasım 1922 Saltanatın ilgası 16 Kasım 1922 Sultan Vahdeddin'in yurtdışına çıkması 16 Kasım 1922 Abdülmecid Efendi'nin halife olarak seçilmesi 1923 Birinci ilmi heyet'in Ankara'da toplanması; Darü'l-muallim'in Yüksek Muallim Mektebi adını alması 24 Temmuz 1923 Lozan Barış Antlaşması 25 Eylül 1923 Mekteb-i Harbiye'nin Ankara'dan İstanbul'daki eski Harbiye binasına nakledilmesi 13 Ekim 1923 Ankara'nın başşehir olarak kabulü 29 Ekim 1923 Cumhuriyet'in ilanı 3 Mart 1924 Hilafetin ilgası ve Osmanlı hanedan mensuplarının yurtdışına çıkartılmaları |
ORHAN GAZI DÖNEMI Osman Bey'in, yigit ve bahadir oglu Orhan Gazi, Osmanli tahtina geçip oturdugu zaman, ne yaptigini ve ne yapmasi gerektigini iyi bilen bir kimse idi. Gazi, Sucau'd-dünya ve'd-din, Ihtiyaru'd-din ve Seyfu'd-din gibi ünvanlara sahip olan Orhan, babasinin suurlu politikasini devrine ve yerine göre hem kiliç, hem de ideoloji sahasinda devam ettirmek kararinda idi. Dedesi Ertugrul Gazi'nin vefat ettigi 680 (1281-1282) senesinde dünyaya gelen Orhan Bey'i, 1324 yilindan itibaren hükümdar kabul etmek mümkündür. Tahta cülûsu esnasinda bir sehzadesi dünyaya gelen Orhan Bey'in bu ogluna, kutlu ve mübarek olmasi için "Murad" adi verilir. Tahti, kardesine teklif edip ondan feragat edebilecegini söyleyecek kadar özverili bir kimse olan Orhan'in bu teklifi, Alaeddin Ali tarafindan geri çevrilir. Zira Alaeddin Ali, tahtin kendisine daha layik oldugunu, bu sebeple onun bey, kendisinin de ona yardimci olarak kalmasini istemisti. Çevresindeki ulema, gazi ve silah arkadaslari tarafindan oy birligi ile reislige getirilen Orhan, Sükrullah'in ifadesine göre güzel yüzlü, begenilir özlü ve herkese karsi eli açik cömert birisi idi. "Savas gününde de sanki Sâm veya Nerimandi. Okundan kaza, kilicindan ölüm ders alirdi. Mü'mine rahmet, kâfire zahmetti." Gerek siyaset, gerekse savasta tükenmeyen bir enerji ve ustaliga sahip bir hükümdardi. Gerçekten, babasi gibi güçlü ve büyük bir hükümdar oldugunu isbatlayan Orhan, tahta çikar çikmaz topraklarini genisletmek ve tebeasinin varligini çogaltmak için fetihlere basladi. Aslinda, onun askerî yeteneklerinin üstünlügünü gören babasi, daha ölümünden önce onun kendi yerine geçmesini istemisti. Bununla beraber o, yine de tahti kardesine teklif etmekten çekinmemisti. Osmanli Devleti'nin kurulus yillarinda zeka, cesaret, güvenirlilik ve taktikleri uygulama bakimindan fevkalade bir sahsiyet olan Orhan Bey'in özellikleri (hilye, fizikî yapi) hakkinda su bilgiler verilmektedir: Bursa kalesinin fatihi Ebu'l-guzat Sultan Orhan, uzunboylu, ak benizli, ela gözlü, koç burunlu, genis gögüslü, iri yapili, heybetli ve vakur bir padisah idi. Ancak yumusak huylu olup kimseyi incitmez, kimsenin hatirini kirmazdi. Güler yüzlü, tatli sözlü idi. Bünyesi kuvvetli, sakal ve biyigi sik olup parlakti. Sag kulaginin altinda bir ben vardi ki, bu bir güzellik alâmeti olarak kabul ediliyordu. Babasinin kendisine 16.000 km2 olarak biraktigi yeni beyligin basina geçtigi zaman, beyliginin yayilip gelisecegi çevrede irili ufakli bir çok devlet vardi. Gerçekten bu dönemde Anadolu'da Karaman, Germiyan, Saruhan, Aydin, Karasi, Mentese, Çandarogullari gibi Türk beyliklerinden baska Amasra'da Cenevizliler, Trabzon'da Komnenoslar, Marmara ve Ege'de Bizanslilar, Ak Deniz adalarinda Cenevizliler ile Venedikliler bulunuyordu. Tarihî olay ve bunlardan bahs eden kaynaklarin belirttigine göre bu yeni devletin siyasî anlayis ve hareketinde, Müslüman Türk beyliklerinden önce, Türk ve Müslüman olmayan unsurlarin tasfiye edilme isteginin agirlik kazandigi anlasilmaktadir. 1324 Subat'indan baslayip 1362 Mart'ina kadar devam eden Orhan Bey'in idaresi, 38 yil sürmüstür. Tarihin bu zaman dilimi, fetih ve idarî müesseselerin kurulup yerlestirilmesi ile geçer. Devletin, Ilhanlilarin etkisinden çikarak tamamen bagimsiz hale gelmesi de yine bu hükümdar döneminde olmustur. dinamik, faal ve cesur bir kuvvetin basinda, mahirâne bir strateji takib ederek çevresindekilerle münasebetlerini devam ettirip gelistiren Orhan Gazi, ileride de görülecegi gibi bu iliskilerinde hasimlarina karsi bile âdil davranan, onlarin kisiliklerini rencide etmeyen ve kisilik haklarina riayet eden bir davranis içinde olmustur. ORHAN GAZI DONEMI FETIHLERI Babasinin, kendisine biraktigi vatan topragini dinamik ve faal kadrosu ile kisa zamanda birkaç katina çikaran Orhan Bey, fetih hareketlerine daha babasi hayatta iken baslamisti. 1320 yilindan itibaren faal siyasî hayattan çekildigi anlasilan Osman Bey'in yerini, oglu Orhan'in aldigi görülmektedir. BURSA'NIN FETHI Osmanli Devleti'nin ilk baskentlerinden biri olmasi hasebiyle Bursa, devletin, idarî, siyasî, dinî, ilmî, kültürel, sosyal ve ekonomik hayatinda önemli derecede rol oynayan bir merkezdi. Çok daha sonralari gelecek olan Keçecizâde Fuad Pasa'nin "Bursa Osmanlinin dibacesidir" sözü, Bursa'nin Osmanli tarihinde oynadigi role isaret etmektedir. Kurulusu, milattan önceki yillara dayanan Bursa, daha sonra Romalilarin eline geçer. Roma'nin Dogu ve Bati olmak üzere ikiye bölünmesinden sonra çevresi ile birlikte Dogu Roma Imparatorlugunun (Bizansin) idaresinde kalmistir. Osmanli Devleti'nin kurucusu olan Osman Bey'in siyasi faaliyetlerinden bahsedilirken isaret edildigi gibi Osman Bey, Bursa'yi kusatma altina almis fakat fethine muvaffak olamamisti. Bununla beraber Bursa'ya Bizans'tan gelecek yardima mani olmak için, sehrin yakinlarina iki kale yaptirmis, bunlardan birine Ak Timur'u, digerine de Balabancik'i muhafiz olarak tayin etmisti. Böylece Osman Bey, Bursa'ya disardan gelebilecek yardim yollarini denetim altina almis oluyordu. Bu sebeple 1315 yilindan iti. baren Bursa, Osmanlilar tarafindan çevresinde insa edilen kaleler vasitasiyle bir mânâda muhasara altina alinmis oluyordu. Orhan Bey, 1326 yilinda büyük bir kuvvetle Bursa üzerine yürür. Âsikpasazâde ve Nesrî gibi kaynaklar, Osman Gazi'nin, Bursa'nin fethinden önce oglu Orhan'a: "Ogul, sen önce Adranps (Orhaneli)'a git ki, o kâfirin babasi Dinboz gazasinda benim Bay Koca'min düsmesine sebep oldu." diyerek onu Gazi Mihal (Köse Mihal), Turgut Alp, Seyh Mahmud ve Edebali'nin kardesi oglu Ahi Hasan'la gönderdi. Orhan Bey, bu tecrübeli komutanlarla görüserek Bursa'nin güneyinde ve bir bakima Bursa'nin anahtari durumunda olan Adranos kalesini alip yiktirir. Orhan Bey'in gelisinden önce kaleyi bosaltip Elete dagina çikmis olan halk ve kale beyi, Orhan'a itaatini bildirirler. Bunun üzerine tekrar yerlerine iade edilen halka karsi Orhan Bey, insaf ölçülerini asmayacak derecede merhamet ve hosgörülü bir sekilde davranir. Bundan sonra Bursa önlerine gelen Orhan Gazi, Pinarbasi mevkiinde karargahini kurup kaleyi kusatir. Bizans'tan beklenen yardimin gelmeyecegini anlayan ve kaleyi kurtarmaktan da ümidini kesen kale beyi, Gazi Mihal Bey vasitasiyle ve bazi sartlarla Bursa'yi teslim edecegini bildirdiginden 2 Cemayizelevvel 727 (6 nisan 1326) tarihinde Bursa Osmanlilara teslim edilir. Kale muhafizi olan Evrenos da Müslüman olarak Osmanlilarin hizmetine girer. Orhan Bey, burayi aldiktan sonra babasinin na'sini buraya getirterek sonradan Gümüslü Künbed diye meshur olan yere defn ettirir. Gerek strateji, gerekse psikolojik bakimdan Osmanlilar için büyük bir mânâ ve ehemmiyet ifade eden Bursa'nin fethini küçük bir hadise olarak göstermeye çalisan Gibbons, bunu özellikle Istanbul'daki iç çekismelere ve halkin maddî sikinti içinde bulunmasina baglar. Bu arada Bursa'nin fethinden sonra Evrenos Bey'in müslüman oldugunu, birçok kimsenin de ona uyarak yeni fatihlerin (Osmanlilarin) dinini kabul ettigini de belirtir. Böylece kurulus dönemindeki Osmanli Beyligi'nin gücünü ve çevrelerindeki insanlar üzerinde meydana getirdikleri olumlu havaya da isaret eder. Bursa'nin fethinden sonra, Orhan Gazi için ele geçirilmesi gereken hedef artik Iznik olmustur. Marmara havzasinda bir sanayi sehri olan Iznik, o dönemlerde Bursa'dan daha mühim bir sehir olma özelligine sahipti. Burasi Bizans'in, Anadolu'daki en büyük sehirlerinden biri olmakla kalmiyor, ayni zamanda hiristiyanlik için dinî bir merkez olma hüviyetini de tasiyordu. Nitekim miladî takvimin 325. senesinde Büyük Kostantin tarafindan günümüz hiristiyanliginin akidelerinin tesbitinde rol oynayan en mühim konsil burada toplanmisti. 1074 yilindan Birinci Haçli Seferi (1097) ne kadar Anadolu Selçuklu Devleti'ne baskentlik eden Iznik, belirtilen tarihten itibaren Bizanslilarin elinde idi. Hatta 1204 yilindan 1261 yilina kadar da Bizans Imparatorlugu'nun merkezi olmustu. Bundan baska Iznik, Kocaeli yarimadasi bakimindan stratejik önemi haiz olan önemli bir sehirdir. Bursa'nin zaptindan sonra Osmanli Beyligi'nin merkezi buraya nakl edilmistir. Yeni hükümdar burayi yeni binalarla süslemisti. Insa edilen dinî ve sosyal eserlerle sehir, Müslüman Türk sehri olma hüviyetini kazanip yeni bir çehreye büründü. Orhan Bey, daha isin basinda eski kiliseleri mescid ve medreselere çevirdi. Bursa'da fakir ve yoksullari doyurmak için imâret yaptirip onlara vakiflar tahsis eyledi. Buradaki bilgin ve hafizlara da maas bagladi. PELEKANON MUHAREBESI VE IZNIK'IN FETHI Gerek Osmanli, gerekse Yakin Sark tarihi bakimindan mühim bir hadise olan Pelekanon muharebesi, VI. Mirmiroglu'nun isaret ettigi gibi Osmanli tarihçileri tarafindan üzerinde fazla durulmayan veya kendisinden yeterince bahsedilmeyen bir muharebedir. O, bu konuda söyle demektedir: "Osman Bey, Vatheos (Koyun Hisari) civarinda 27 Temmuz 1302 tarihinde Bizans askerlerini maglub ederek emâretini (beyligini) etrafa tanitmis oldugu gibi, oglu Orhan Bey dahi Bizans askerlerini maglub ederek Pelekanon muharebesini kazanmis ve bu sayede Britinya'nin en güzel yerlerini ve en büyük sehirlerini zapta muvaffak olmustur. Bu sebepten nasi Pelekanon muharebesi Yakin Sark (Yakin Dogu) tarihi için mühim bir merhale teskil etmektedir. "Istanbul'un fethinden 124 yil evvel vaki olan bu muharebede Osmanli askerleri, Bizans askerlerini payitahtlarinin yakinlarinda* maglub ve perisan, imparatorlarini yaralayip kaçmaya mecbur ettiklerinden dolayi, Osmanlilar Anadolu'daki Türkmen beylikleri arasinda mümtaz bir mevki almis olduklari halde maalesef Osmanli tarihçileri bu muharebe için ya bir sey yazmiyorlar veya pek az malumat veriyorlar." Daha önce de temas edildigi gibi Orhan Bey, Bursa'nin fethinden sonra bütün dikkatlerini Iznik üzerinde toplamisti. Iznik'in Osmanlilar tarafindan ele geçmesi, Bizans'in Marmara havzasindaki en kuvvetli dayanaklarindan birisini kayb etmesi demekti. Gerçekten de Türklerin, Kocaeli yarimadasindaki kaleleri alarak yavas yavas Bogaza dogru ilerlemeleri, Bizans Imparatorlugunu telasa düsürüyordu. Hem zapt edilen kaleleri geri almak, hem de uzun zamandan beri muhasara altinda bulunan Iznik'i kurtarmak için bizans Imparatoru III. Andronikos (1328-1341) gizlice hazirliklara baslar. Andronikos, planini uygulamaya, Karasi emiri ve Bulgarlarla bir baris antlasmasi yaparak baslar. Ayni maksatla Kizikos (Kapidagi Yarimadasi)'a geçer. Süphe uyandirmamak için de Artaki (Erdek)'te bulunan Hz. Meryem'in mukaddes Ikonunu (tasvirini) ziyareti bir vesile olarak gösteriyordu. Bütün bunlar, Orhan Bey'i hazirliksiz olarak yakalamak içindi. Erdek'ten Biga'ya gelen Imparator, burada Karasi Beyi Demir Han ile bir saldirmazlik antlasmasi imzalar. Daha önce de benzer bir muahedeyi Bulgar krali III. Mihal ile yapmisti. Bu sekilde siyasî bir basari kazanmis görünen Imparator, Osmanlilara karsi sefere hazirlandi. Bu sebeple 1329 senesinin Mayis ayinda mümkün oldugu kadar sür'atle Trakya'dan iki bin civarinda asker getirtip Istanbul ve çevresinde bulunan mevcut askerlere katar. Bu askerlerle Anadolu yakasinda bulunan Üsküdar'a geçer. Bunu haber alan Orhan Bey, Iznik muhasarasinda bir miktar asker birakarak sekiz bin kisilik ordusunun basinda Pelekanon** denen mevkide Imparatorun komutasindaki Bizans ordusu ile meydan muharebesine girisir. Böylece, Osmanli tarihinin ilk mühim meydan savasi baslamis oldu. Gün boyu deva eden muharebe, aksama kadar sürmüstü. Gece muharebeye devamin tehlikeli oldugunu gören Imparator, ordugahina döner. Bu sirada vaziyeti fark eden Orhan Bey, firsati kaçirmayarak siddetli bir taarruza geçer. Bu ani taarruz, Bizans ordusunda büyük bir panik havasinin yasanmasina sebep olur. Yaralanan Imparator, deniz yolu ile zorlukla Istanbul'a ulasir. Bu muharebede Orhan'in kardesi Pazarlu Bey de komutan olarak bulunmustu. Orhan Bey, Pelekanon zaferinden sonra tekrar Iznik üzerine döner. Artik Bizans'tan herhangi bir yardim imkâninin olamayacagini anlayan Iznik Rum Beyi, bazi sartlarla teslim olur. Bursa'nin zaptindan sonra halka gösterilen yumusaklik ve müsamaha ile teslim sartlarina riayet edilmis olmasi, Iznik'in tesliminde de gösterildi. Sehir ve kaleyi teslim alan Orhan Bey, halktan, isteyenlerin esyasi ile birlikte gitmesine müsaade etti. Hatta bu müsamahakârlik ve müsamahada o kadar ileri gitti ki, Iznik halkindan isteyenlerin kendi tebeasi olma ve sadece cizye vermek sartiyle kendi örf, âdet ve geleneklerini muhafaza edebileceklerini ilân etti. Bunun üzerine halkin büyük bir kismi Iznik'te kalmaya karar verdi. Fakat Rum Beyi, deniz yolu ile Istanbul'a gitti. Iznik, Orhan Bey'e kapilarini açtiktan sonra çevresindeki bazi yerler de alinmisi. Iznik, bölge itibariyle harb sahasina yakin olmasindan dolayi geçici bir müddet için beylik merkezi haline getirildi. Iznik kusatmasi esnasinda kalede bulunan Rum muhafizlari ile halktan gerek muharebede, gerekse açlik, hastalik, vs. gibi sebepler yüzünden ölen erkeklerin dul kalmis olan kadinlari, Iznik'te bulunan Orhan Bey'e basvurarak kendilerine bakacak kimselerinin bulunmadigini söylemislerdi. Bunun üzerine Orhan Bey, askerlerden arzu edenlerin bu kadinlari nikahla alabileceklerini ve bunlarla evlenenlerin Iznik muhafazasinda birakilacaklarini açikladi. Böylece, kimsesiz kalan kadinlarin evlenmesini saglayarak bu sosyal problemi de ortadan kaldirmisti. Iznik'in 1330 yilinda feth edilmesi, Avrupa'da büyük bir hadise olarak yankilandi. Bu fetih, Bizans için de büyük bir ümitsizlik sebebi oldu. Hele buradaki Ayasofya Kilisesinin camie çevrildigi haberi, büsbütün bir teessüre sebep olmustu. Biraz sonra temas edilecegi gibi Orhan Gazi, Iznik'i feth ettikten sonra orada pek çok eser meydana getirdi. Halka karsi büyük bir sefkat ve merhamet örnegi gösteren Orhan Bey, halktan isteyenlerin bütün esyasi ile birlikte sehri terk edebilecegini söylemisti. Fakat halk, Orhan Gazi'nin idare ve adaletine meftun olmustu. Bu yüzden çok az kimse sehri terk etti. Hammer bu olayi su ifadelerle nakl eder: "Iznik muhafizlarinin pek azi bu serbestiden istifade ederek tekfurla birlikte gittiler. Idarecilerin haksizligindan dolayi me'yus olmus ve Hiristiyan imparatordan ziyade Orhan'in müsamahasindan ümitvar olmus olan digerleri, sehir halki ile birlikte galibi (Orhan Gazi'yi) karsilamaya çiktilar. Padisah, Yenisehir kapisindan sehrin güneyine girdi. Orhan'in buradaki davranisi, yüce gönüllü ve zafer haklarini akilli bir siyaset ugruna gözden çikarmasini bilen bir hükümdarin hareketi oldu. Böylece hesaplari da bekledigi sonucu verdi". Göründügü kadari ile Orhan Bey'in hareket ve bu harekete yön veren anlayisi, onun böyle bir siyaset uygulamasina sebep olmustu. Nitekim, Orhan Gazi'nin, kocalari ölen veya kimsesiz kalan dul kadinlari gazilerle ser'î nikah üzere evlendirmesi bu anlayisin bir sonucudur. Osmanli tarihleri de devrin anlayis ve dili ile bu hadiseyi asagidaki ifadelerle nakl ederler: "Sonra güzel yüzlü kadinlar geldiler. Orhan: "Bu kadinlar nedir?" diye sorunca kendisine: "Sultanim, bunlarin erlerinin kimisi açliktan, kimisi de savasta kirilmistir. Yüksek evlerde de bos kalmislardir." dediler. Bunun üzerine Orhan, gazilere bunlari ser'î nikahla almalarini buyurdu. Gaziler, bunun üzerine bu kadinlarla evlendiler. Hazir ev, hazir avrat buldular, geçip saray gibi evlerde oturuverdiler. Görüldügü gibi kadinlarin ser'î nikahla alinmasi, onlara normal bir vatandas muamelesinin yapilmasi demekti. Böylece Orhan, onlari esir veya cariye durumuna düsürmekten kurtarmis oluyordu. Halbuki galib olan Orhan ve Osmanli idaresi, onlara karsi istedigi sekilde muamele yapmakta serbest idi. Bu sekildeki bir hareketine de mani olabilecek bir güç mevcut degildi. Hammer ise Orhan Gazi'nin tamamen insanî olan ve hatta yirmi birinci asra girmek üzere oldugumuz su günümüzde bile uygulanamayan bu insanî muameleye kendi açisindan farkli bir sekilde bakmaktadir. Ona göre Orhan, Iznik'in kendiliginden teslim olmasindan dolayi bol ganimetlerden yoksun kalan silah arkadaslarina mükâfati unutmamistir. Söz gelimi, uzun bir kusatmanin, alisilmis sayilabilecek veba ve kitligin tesiri ile baba ve anneden, kocalarindan yoksun kalan ve yari yikik saraylarinda oturan Rum kadin ve kizlarini onlara bölüstürdü. Böylece, ordusunun subaylarina bu yapilarin mirasçilari ile evlenmelerine izin vermekle bu ihtisamli konutlarin yeniden senlenmelerine yol açilmis oldu. Kaynaklarin verdigi bilgilerden anlasildigi kadari ile Orhan Gazi, Iznik'i feth ettikten sonra derhal sehre bir Müslüman Türk hüviyeti kazandirmak için faaliyetlere girisir. Bu sebeple büyük bir kiliseyi Cuma mescidi haline getirir. Orhan, umuma ait binalari kitâbe ve güzel sözlerle bezeyip süsleyen, böylece Dogu'nun eski bir gelenegine uyan ilk Osmanli padisahidir. Onun, sultanlik günlerinden baslayarak bütün camiler, medreseler, hastahaneler, çesmeler, mezarlar ve köprüler Osmanli ülkesinin hemen her târafinda yaptiranlarin (bânilerinin) adlarini ve yapilis tarihlerini seyyahlara göstermektedirler. Bu âbide (anit)ler üzerinde çogu zaman Kur'an'dan alinmis tasvir, tesbih ve benzetme bulunan âyetler okunur. Orhan Gazi, Iznik'te bir manastiri da medreseye (yüksek okul = fakülte) çevirdi. Medresenin müderrisligini (profesör) Davud Kayserî denilen birine verdi. Konya'da Mevlânâ Siraceddin Konevî'nin ögrencisi olan Taceddin el-Kürdî, bu medresede, Davud Kayserî'ye halef olmustu. Taceddin'in ölümünden sonra da Alaeddin Esved, daha çok yaygin olan adi ile Kara Hoca o göreve atanmistir. Orhan Gazi'nin Iznik'te bulunan ve bazi kaynaklarda bir manastirdan çevrilmis oldugu belirtilen medresesinin, kilise veya manastirdan degil, bizzat kendisi tarafindan insa ettirildigi Mecdî gibi bazi kaynaklarda belirtilmektedir. Mecdî, Seyh Davud Kayserî'nin biyografisinden bahs ederken "Orhan Han Gazi Hazretleri, Iznik nâm kasabada bir medrese-i ulya peyda edüp seyh hazretlerine tayin eyledi" diyerek Osmanli Devleti'nin bu ilk medresesinin bizzat Orhan Gazi tarafindan yaptirildigini anlatir. Ayrica Osmanli dönemi ilk medreseleri üzerinde arastirma yapan Mustafa Bilge de Orhan Gazi vakfiyesinden yola çikarak ayni kanaatte oldugunu söyle ifade eder: "Bu medresenin, Nesrî ve diger bazi kaynaklarda belirtildigi sekilde Iznik'te bulunan manastir veya kiliselerden çevrilmis olmayip insa edilmis oldugunu belirten en kuvvetli delil, elimizde bulunan vakfiyedir. Orhan Gazi, Iznik'teki medresesini yaptiktan sonra tanzim ettigi ve Molla Hüsrev tarafindan 841 H./1437 M. 'de tescil edilen vakfiye suretinde, medresenin bina edildigi ve Hayreddin Pasa Camii'nin yaninda oldugu açikça belirtilmektedir." Sultan Orhan, bu medreseye sahibi bulundugu Kozluca köyünün gelirlerini sahih ve seriata uygun bir sekilde vakf etmistir. Gerçekten çok daha sonraki tarihlere (1136=1724) ait bir arz belgesi, Iznik'e bagli Kozluca köyünün Orhan Gazi medresesine vakf edildigini göstermektedir. Iznik, Türklerin eline geçtikten sonra, Orhan Bey buradaki yerli halktan isteyenlerin mallari ile birlikte sehri terk etmelerine müsaade etti. Gitmeyenlerin ise Osmanli tebeasindan olmak ve sadece vergi (cizye) vermek sartiyle din, gelenek ve göreneklerini muhafaza edebileceklerini bildirdi. Burayi bir müddet kendisine merkez yaparak Iznik'in bir Müslüman Türk sehri olmasina gayret etti. Bunun için orada cami, imâret ve medrese gibi dinî, sosyal ve kültürel müesseselerin temelini atti. Ayrica zevcesi Nilüfer Hatun tarafindan bir imâret, oglu Süleyman Pasa tarafindan da bir medrese insa edildi. Bundan baska diger hayir sahiplerinin yaptirdiklari tesislerle kisa bir müddet sonra Iznik, istenilen Müslüman-Türk sehri hüviyetini kazandi. Kaynaklar, Orhan Gazi'nin buradaki faaliyetlerinden bahs ederken onun bir hükümdar gibi degil, herhangi bir vatandas gibi davrandigini belirtirler. Nitekim onun yaptigi imârette pisirilen yemekleri bizzat kendisinin dagitmis olmasi, aksam olunca kandillerini bizzat kendi eli ile yakmis olmasi bunu göstermektedir. Orhan Gazi, Iznik ve bilahere Izmit'in fethinden sonra idarî bir sistem kurarak memleketi buna göre idarî bölgelere ayirdi. Buna göre Izmit, oglu Süleyman Pasa'ya verilmis, onu Yenice, Göynük ve Mudurnu'ya havale etmisti. Bursa'yi da oglu Murad Han Gazi'ye vererek adini "Bey Sancagi" koymustu. Karacahisari amcasinin oglu Gündüz'e verdi. Kendisi de bütün bunlarin üstünde memleketi idare ediyordu. IZMIT'IN FETHI Bir ticaret merkezi durumunda bulunan Izmit, Iznik'in fethinden hemen sonra Osmanlilar tarafindan alinmak istenmis ve hatta bir ara elde edilmis ise de sonradan yine Rumlara verilmisti. Osmanli kuvvetleri Iznik'in fethinden bir sene yani 1331 Haziran'indan sonra sehri kusatmislarsa da Bizans Imparatoru UI. Andronikos'un yardima gelmesi üzerine Orhan Bey, Imparatoria anlasarak kusatmayi kaldirmisti. Orhan Bey, bu kusatmadan alti sene sonra (1337) sehri siddetli bir sekilde tekrar kusatti. Bu kusatma üzerine disardan yardim alamayan sehir, teslim olmak zorunda kaldi. Kale muhafazasinda bulunan Paleologos hanedanina mensup Marika, mallarini alarak bir gemi ile Istanbul'a gitti. Izmit'in fethi ile Kocaeli Yarimadasinin tamami Osmanlilarin eline geçmis oluyordu. Orhan Gazi, Izmit ve havalisinin idaresini oglu Süleyman Pasa'ya verdi. Süleyman Pasa'nin halka karsi din ve milliyet farki gözetmeden âdil bir sekilde davranmasi, ve çevrelerinin tamamen Osmanlilar ile kusatilmis olmasindan dolayi civarda bulunan bir çok kale (Tarakli Yenicesi, Göynük, Mudurnu) de birer teslim oldular. Ayni sekilde Izmit Körfezindeki Gemlik, Armutlu gibi mevkiler de Kara Timurtas Bey vâsitasiyle Orhan Bey kuvvetlerinin eline geçmisti. KARESI BEYLIGI'NIN ILHAKI 1340 yilina kadar Bizans topraklarinda fetih hareketlerine girisip sinirlarini genisleten Osmanli Devleti, fethedilen yerlere dogudan gelen Türkleri yerlestiriyordu. Bununla beraber Bizans topraklarinda genislemekte olan bir Türk devleti için bu kafi degildi. Çünkü Anadolu'da bulunan diger beyliklerin sinirlari, Osmanlilarin dogrudan dogruya bütün Bizansi çevirmesine imkân vermiyordu. Bu sebeple Karesi Beyligi topraklarinin alinmasi gerekiyordu. Bu, Bizanslilara karsi kazanilan zaferlerden daha önemliydi. Zira bu sayede Osmanlilar, Çanakkale'ye kadar gelerek, bogazin güney kiyilarini ellerinde bulunduracaklardi. Bu da ilk firsatta Avrupa'ya geçme imkânini saglayacakti. Böylece Orhan Gazi, Bizans'in taht kavgalarindan istifade edecek ve hatta topraklarina akinlar düzenleyip isgal edebilecekti. Gerçekten de batiya dogru açilip genisleyebilmek için sadece Istanbul Bogazina yaklasmak kâfi degildi. Ayni sekilde Çanakkale Bogazi'na da yaklasmak gerekiyordu. Zira sadece bir taraftan tutulan Marmara ile stratejik güç haline gelmek imkansizdi. Bu küçük iç deniz (Marmara) iki taraftan kiskaç içine alinmaliydi. Ancak bu sayede batiya geçilebilirdi. O dönemde batida Karesi ogullan vardi. Fakat bunlar, Çanakkale Bogazi'nin Asya yakasini elinde bulundurmanin stratejik nimetini takdir edebilecek deha ve imkâna sahip degillerdi. Bu arada Bizans da bütünüyle Güney Marmara'dan çekilmis degildi. Osmanlilar ile Karesiler arasinda Bizans'a ait bazi topraklar vardi. Osmanlilar, 741 (1342) tarihinde Ulubat, Mihaliç ve Kirmasti gibi yerleri Bizans'tan alip feth etmek suretiyle, merkezi Balikesir'de bulunan Karesiogullari Beyligi ile ayni hududlari paylasir oldular. Bu siralarda Karesi Beyligi'nde çikan bir hadise, Orhan Bey'e Türklerle meskûn bulunan bu topraklarin zaptinda ilk firsati verdi. O zamana kadar Osmanlilar, sadece Bizans'la muharebe etmis ve ülkelerini özellikle Bizans Imparatorlarindan aldiklari yerlerle genisletmislerdi. Ne Osman ne de oglu Orhan, Küçük Asya'da bulunan diger beylere karsi hasmane bir tesebbüste bulunmamislardi. Osmanli kaynaklarina göre Karesi Beyi'nin ölümünden sonra yerine oglu Demirhan geçmisti. Fakat kardesi Dursun Bey, buna muhalefet ederek veya biraderi tarafindan öldürülmekten korkarak Osmanlilara iltica etmisti. Beyligin basina geçen Demirhan'in fena ve kötü hareketlerinden dolayi Karesi ileri gelenleri (ümera), Haci Ilbeyi vasitasiyle Orhan Bey'in sarayinda bulunan Dursun Bey'i hükümdar olmak için tesvik ederler. O da Osmanli hükümdari Orhan Gazi'ye Balikesir, Aydincik ve Bergama'yi verme teklifinde bulunur. Kendisi de Truva mintikasindaki Kizilca Tuzla ile Bayramiç gibi yerlerde hükümdarligini sürdürecekti. Bu teklif ile Orhan Bey'i tahrik ve tesvik eden Dursun Bey, büyük bir ihtimalle 1345 yilinda meydana gelen Karesi seferine Orhan Bey'le birlikte istirak eder. Balikesir üzerine yürüyen Orhan'in gelisini haber alan Demirhan, Bergama kalesine siginir. Bu arada Balikesir ümerasi basta Haci Ilbeyi oldugu halde Evrenos, Ece Halil ve Gazi Fazil Bey'ler, Orhan Bey'i karsilarlar. Orhan Gazi, iki kardesi baristirmak için Dursun Bey'i Haci Ilbeyi ile beraber Bergama kalesine gönderir. Bunlar kale önüne gelip görüsmek isterler. Fakat kaleden atilan bir okla Dursun Bey maktul düser. Bundan çok müteessir olan Orhan Gazi, Bergama'ya gelip kaleyi muhasara eder. Halkin israrina dayanamayan Karesi Bey'i kaleden çikip Orhan Gazi'ye teslim olmak zorunda kalir. Bundan sonra Bursa'ya getirilen Demirhan gelisinden iki sene sonra Yumrucak (taun, veba) hastaligindan vefat eder. Böylece Karesi Beyligi'ne ait olan Balikesir, Manyas, Kapidagi ve Edincik gibi sehirler Osmanli topragina ilhak olunur. Karesi Beyligi'nden birçok sahil bölgesinin Osmanlilara geçmesi ile Rumeli'ye geçis kolaylasir. Bu ilhakin Orhan Bey bakimindan önemli bir yönü de bu beylige tabi degerli komutan ve emirlerin Osmanli hizmetine girmis olmalaridir. Biraz önce isimlerinden bahs edilen ve Çanakkale bogazi ile çevresini çok iyi taniyan bu degerli komutanlar sayesinde Rumeli fetihleri kolaylasmisti. Zira bunlar denizciligi de iyi biliyorlardi. Osmanlilar, Haci Ilbeyi, Ece Halil, Gazi Fazil Bey ve Evrenos Bey gibi askerî ve idarî bakimindan yönetici olacak durumdaki bu insanlardan istifade edip bilgilerinden yararlanmislardir. Karesi Beyligi'nin ilhakindan sonra uzun bir müddet önemli sayilabilecek bir fetih hareketine girisilmedigi anlasilmaktadir. Hammer bu sessizligin sebebi ve bu konudaki yanlis degerlendirmeler hakkinda asagidaki ifadelerle bir gerçege parmak basarak söyle der: "Karesi'nin fethinden sonra yirmi sene zarfinda Osmanli ülkesi yeni ve önemli bir fetih ile genislemedi. Bununla beraber tarihçilerin buradaki derin sessizlikleri, Bizanslilarin zannettigi gibi devamli kayiplarin ve bozgunluklarin bir soncu degildir. Aksine, bu dinlenme çaginda, Alaeddin (ulemadan)'in akillica görüsleri ile kurulan yeni ordunun tam ve disiplinli bir düzene sokulmasi, içerde güvenlik durumunun sarsilmaz sekilde saglanmasi gibi isleri gelistirdi. Bu ifadelerin gerçek sahidi ise Karesi bölgesinin fethinden sonra insasina baslanan câmi, medrese, imâret ve kervansaray gibi büyük binalardir. Nitekim, Orhan'in dindarligi sebebiyle meydana gelen bu müesseseler, (bes sene önce ilk medrese ve imâretin tesis olundugu) Iznik'teki müesseselerle kisa zamanda rekabet edip boy ölçüsebilecek duruma geldiler." îleride daha genis bir sekilde ele alinacagi gibi Osmanli Devleti'nin ilk teskilâti, Orhan Gazi zamaninda kurulmustu. Bursa ve Iznik'in zapt edilmesi, Osmanli Beyligi'nin ilk devir tarihinde önemli hâdiseler olarak mütalaa edilebilir. Orhan Gazi Beyligi'nin hududlari, artik devamli olarak genisliyordu. Yeni müesseseler ile saglam temellerin atilmasi bu siyasî varliga ve birlige bir hayatiyet saglayacakti. Zira bu beylik, yavas yavas eski asiret usûl ve kaidelerinden ayrilmak zorunda idi. Ancak bu sayede modern bir devlet olma özelligini kazanabilirdi. Bu sebeple devlet, idarî sahada adalet, askerî sahada da yeni bir sistem ve teskilât meydana getirmek ihtiyacini hissetmeye basladi. Bu konularda ulema sinifindan gelmis olan vezir Alaeddin Pasa ile Bursa kadisi Cendereli (Çandarli) Kara Halil faaliyetlerde bulundular. Osmanli Devleti'nin mucizeli bir sür'atle yükselis ve inkisafini bir yandan tarihî halet ve gerçeklerde, bir yandan da Islâmî prensiplerin adalet, insaf ve dinamizmine gösterilen sadakat ve saygida aramak icab eder. Onun için de, devletin kurulus ve yükselis hadisesini fikirden aksiyona çeviren ve kuvvetler birligini vücuda getiren faaliyetin sirrini, bu faaliyete istirak eden din, ilim, hukuk ve idare otoritelerinin kollektif idealizmi ile izah, isabetli bir inanis olsa gerekir. Orhan Gazi, Mevlânâ Sinan, Dursun Fakih, Davud Kayserî ve Taceddin Kürdî gibi büyük âlimler; Akça Koca, Konur Alp, Abdurrahman Gazi gibi seçme yigitler; Taptuk Emre, Gülsehrî gibi mutasavvif sairler; Abdal Musa, Abdal Murad, Doglu Baba, Geyikli Baba, Ahi Evren, Ahi Semseddin gibi ululara, çevresinde yer vermekle gerek devleti, gerek hükümdarlik makamini bir idealist üreticiler zümresine dayamis oluyordu. Gerçekten, seneler süren ve Osmanlilari bir hayli yoran cenklerden sonra orduyu, idareyi ve cemiyeti mayalayip yoguran manevî temsilcilerin fetih tarihindeki hikâyeleri, Asikpasazâde, Nesrî ve Ibn Kemâl gibi kaynaklarda anlatilir. Biz bu ulularin hizmet ve hikâyelerine örnek olmasi bakimindan Asikpasazâde tarihindeki bir rivayeti nakl etmekle yetinmek istiyoruz. Olay, Âsikpasazâde'nin dilinden söyle ifade edilir: "Hele simdi görelim Orhan Gazi Bursa'da neyler: Devletle geldi imâret yapti. Vilâyetin dervislerini teftis eylemeye basladi. Inegöl yöresinde Kesis Dagi (Uludag)'nin arasinda bir nice dervis gelmisti. Anda makam tutmuslardi. Bu dervislerden biri ayrilir varir dagda geyiciklerle yürür ve ol Turgud Alp âni sever. Orhan Gazi'ye adam gönderdi kim benim köylerim yaninda bir dervis daim ânin yanina gelir. Âninla musahabet eder. Turgut Alp pir olmustu (yaslanmisti). Geldi mukim oldu. Hayli mübarek dervistir dedi. Orhan Gazi eydür: Aceb kimin mürididir? Eydür: Sorun kendinden der. Geldiler sordular. Eydür: "Baba Ilyas müridiyim" der. "Seyyid Ebu'l-Vefa tarikatindanim" dedi. Emr etti kim getirin dedi. Geldiler davet ettiler, gelmedi. Dervis dahi haber gönderdi kim sakin gelmesin. Orhan Gazi'ye haber verdiler. Orhan Gazi yine haber gönderdi kim niçin gelmez. Veya beni niçin komaz anda varmaya. Cevab verdi kim dervisler göz ehli olur. Gözetirler dahi vaktinde varirlar kim dualari makbul olur. Bir nice günden sonra bir kavak agacini omuzuna kodu. Dogru Bursa'nin hisarina geldi, padisahin hisarina (sarayina) girdi. Gördüler, Han'a haber verdiler. Ol dervis geldi bir agaç dahi getirdi, kapida dikiyor. Orhan Gazi çikti gördü tamam dikmis. Dahi sormadin, Han'a eydür teberrükümüz oldukça dervislerin duasi makbuldur dedi. Hemandem dua etti, durmadi geri mekânina vardi. Kavak agaci simdi dahi vardir (Asikpasazâde zamani). Orhan Gazi dahi dervisin mekanina vardi. (Ey) Dervis bu Inegöl nevahisi senin olsun dedi. Dervis eydür: Mülk ve mal Hakk (Allah)'indir, ehline verir biz ânin ehli degiliz, der. Sordular: Ehli kimdir? Ayudtu: Hak Teâlâ dünya mülkünü sizin gibi Hanlara ismarladi. Kullari birbirleri ile mesalihin görsün deyü. Orhan Gazi eydür: Dervis! Nola benden su sözü kabul etsen. Dervis eydür: Sol karsiki tepecikten bericigi dervislerin havlicigi olsun dedi. Orhan Gazi dahi bu sözü dua aldi yine mekânina gitti." Kendisiyle görüsmek isteyen hükümdardan köse bucak kaçan, ne onun yanina varmaya yanasan, ne de onu kendi mekânina isteyen büyük istigna, iç zenginligi, ezeli tokluk ve gönül saltanati. Ne malda gözü var, ne mülke tamah düsürmüs. Gazi Hünkâr: "Sol Inegöl nevahisini al senin olsun" deyince "biz onun ehli degiliz" diyor. Beyin israrlari karsisinda ufku göstererek "Su tepecikten bericigi dervislerin avlucugu olsun" diyor. Sirtladigi fidani hünkarin bahçesine dikmekle de, Allah'in, mülk ve mali kendilerine ismarladigi han ve hükümdarlara yardimci ve destek oldugunu açiklamak istiyor. Âsikpasazâde sözlerine devamla söyle der: "Orhan Gazi o dervisin üzerine kubbe yapti. Yaninda tekye yapti. Bir de Cuma mescidi yapti. Simdiki vakitte onarilip bes vakitte padisahin ruhuna dua ederler. O zâviyeye "Geyikli Baba Tekkesi" derler." Devletin kurulus hamurunda mayasi bulunan tasavvuf erbabi ile Orhan Gazi'nin ilgi ve münasebetlerini anlatan Hammer, Orhan'in bu konuda babasini örnek aldigini söyleyerek su sekilde fikrini beyan eder: Orhan, Dervis Turud ile Kumral Abdal için tekke insa eden babasina uyarak Geyikli Baba'ya uygun bir zâviye bina ettirdi. Pek çok ziyaretçisi bulunan bu zâviye, Uludag'in eteginde ve sehrin dogu taraflarinda idi. Adi geçen dagin yüksek bir yerinde ve Gökpinari denilen yerde Doglu Baba'nin türbesi bulunur. Sehrin kapilarinda ve Uludag'in zirvesinden dogan Alisir Irmagi kenarinda Horasan'da dogmus olan Dervis Abdal Murad'in tekkesi, batida ve Kaplica yakininda Abdal Musa'nin tekke ve mezari bulunmaktadir. Bu iki baba, Bursa muharebesinde iki Abdal veya iki aziz kisi ile Sultan Orhan'a refakat ederek, gerek dualari gerekse kerametleri ile neticenin kisa zamanda alinmasina vesile olmuslardir. Bursa fatihi (Orhan Gazi), bu insanlarin civarlarinda medfun bulunduklari birçok zâviyenin insasiyle onlara karsi minnettarligini ebedîlestirmistir. Bu iki muttaki zatin (Geyikli ve Doglu Baba) isimleri, onlarin tabiat ve ahlâklarini çok güzel izah etmektedir. Bunlardan ilki geyiklerle birlikte yasadigi, digerinin de sadece yogurt yiyerek hayatini sürdürdügünü göstermektedir. Rivayete göre Geyikli Baba muhasara ordusunun önünde elinde altmis okkalik bir kiliçla bir ceylana binmis olarak harb etmistir. Abdal Murad'in, dört arsin uzunlugundaki agaç kilicindan baska bir silahi olmadigi halde hayrete deger yigitlikler gösterdigi de söylenir. Abdal Musa da pamuk ile ates toplamistir. Geyikli Baba Hoy'da dogmus, Osman zamaninda kerameti ile söhret bulmustu. Bu zat, daima tasavvufu vecd içinde yasar ve Uludag'da ormanlar arasinda geyiklerle birlikte günlerini geçirirmis. Orhan çagirmadikça oradan inmezmis. Rivayete göre yine bir gün geyige binmis ve omuzunda bir çinar dali bulundugu halde sultanin sarayina gelir. Devletin bahtliligina bir isaret ve belirti olmak üzere fidani bahçeye diker. Osmanli Devleti'nin, bu agaç gibi kök salarak dallarini uzaklara ulastiracagini ve göklere kadar yükselecegini söyler. Bu ve benzeri rivayetler, toplumun maserî vicdaninda bir karsilik (makes)bulmus olacak ki, sosyal bir vak'a olarak günümüze kadar uzantisi devam etmektedir. ANKARA'NIN ZAPTI Osmanlilar, Anadolu'da bulunan devlet ve beyliklerin topraklarini zapt edip anlari hakimiyetleri altina almak yerine bati ve hatta Trakya'da bulunan bölgeleri feth etmeyi yegliyorlardi. Çünkü Anadolu'daki beylikler de kendileri gibi Müsluman ve Türk unsurlardan meydana geliyordu. Bu bakimdan kendileri ile hasmane hareketlerde bulunmayan bu beyliklerin topraklarina karsi tamahkârlikta bulunup hiç bir sebep yokken onlari ele geçirdikleri söylenemez. Kurulus dönemindeki mütevazi imkânlarina ragmen, Islâm'i Anadolu'nun batisindaki topraklara tasimayi hedefleyen Osmanlilar, bu gayelerini gerçeklestirmek ve daha fazla müslüman nüfustan istifade için zaman zaman komsu Müslüman beyliklere de müdahalede bulunmuslardi. Bu sayede Istanbul ve Çanakkale bogazlarinin batisinda bulunan bölgelere de Islâm'in sesini ulastirabileceklerdi. Bunun için de Rumeli'nin fethedilmesi ve Müslümanlarin eline geçmesi gerekiyordu. Fakat bu da büyük bir nüfus ve insan gücüne sahip olmaya bagliydi. Bu sebeple Müslüman Türk nüfusu çogaltmak gerekiyordu. Bu düsüncede bulunan devlet ve idare adamlari, Bolu taraflarindan baska Ankara cihetine dogru da genislemek ve buradaki Türk nüfusundan istifade etmek gerektigine kanaat getirdiler. Öyle anlasiliyor ki Orhan Bey, Germiyan ve Karamanlilar'dan toprak kazanmayi düsünmüyordu. Zira güçlü ve kuvvetli olan bu iki Müslüman Türk Beyligi ile, ne kadar sürecegi süpheli olan bir maceraya girismek, Osman Gazi ile oglu Orhan'in takip ettikleri politikaya tamamen aykiri idi. Halbuki Bizans ve Müslüman olmayan diger devletlere karsi elde edilecek muvaffakiyetlerin verecegi san ve seref Osmanlilari o kadar yükseltecekti ki, zaman içinde Germiyan, Karaman ve diger beylikler herhangi bir çatismaya mahal kalmadan Osmanlilarin idaresini kabul edebilecek hale geleceklerdi. Osman Bey, oglu ve torununun bu politikasi ile dinî ve siyasî anlayisi, onlarin bütün davranislarinda kendini açik bir sekilde ortaya koymaktadir. Bu sebeple, Türk devletleri ile harbe girisip kuvvetlerini yipratmak Osmanlilarin aklindan bile geçmiyordu. Zira bu yol, onlari ileriye degil, geriye sürüklerdi. Öztuna'nin dedigi gibi "Rumeli maddî, fakat Anadolu mânevî güçle feth olunacakti." Osmanlilarin, komsu ve kardes beyliklerle herhangi bir çatismaya girismeksizin ihtiyaç duyduklari Türk nüfusunu çogaltmak, bir bakima Aricara'nin ele geçirilmesi ile mümkündü. O dönemde Ankara Ahi'lerce idare edilen müstakil bir sehir devleti idi. Karamanogullari'nin Ankara üzerinde birtakim emelleri varsa da fiilen onlarin topragi ve sinirlari içinde bulunmadigi için bu yüzden Osmanlilarla harb etmeyi göze alamazlardi. Anadolu'nun mühim merkezlerinden birisi olan Ankara, merkezi Sivas olmak üzere kurulmus bulunan Eretna Beyligi (1335-1381)'nin idaresi altinda bulunmakta ve bu beyligin en bati ucunda yer almakta idi. Eretna Beyi Alaeddin'in vefati üzerine yerine geçen ogullari zamanindaki karisiklik, Ankara'yi bir müddet Karamanogullari'na daha sonra da müstakil bir idarenin, Ahilerin eline geçmesine sebep oldu. Bu karisikliklardan istifadeyi düsünen Orhan Bey, oglu Süleyman Pasa komutasinda gönderdigi bir ordu ile Ankara'yi zapt ederek (1354) Osmanli ülkesine katar. Böylece Osmanlilarin dogu hududunda bulunan kuvvetli bir nokta elde edilmis oldu. Ankara'nin Osmanlilar'a ilhaki mühim bir hadisedir. Bu hadise (Ankara'nin ilhaki), Osmanlilari Sakarya ile Kizilirmak arasindaki topraklara hakim kilmistir. Kizilirmak çevresinin bütünüyle fethi de bir mânâda Anadolu hâkimiyeti demekti. Ankara 1361-1362 arasinda 1 yil kadar Osmanlilarin elinden çikmissa da, 1362'de Sultan Murad tarafindan çevresi ile birlikte tekrar Osmanlilara kazandirilmisti. RUMELIYE GEÇIS Bilindigi gibi Asya, eskiden beri bilinen ve insanlik tarihinin besigi olarak kabul edilen bir kitadir. Bu bakimdan gerek Türk, gerek Avrupali ve gerekse diger bir çok milletin ilk yurdudur. Kavimler göçü sonunda insanlar, farkli bölgelere dagilarak hayatlarini sürdürdüler. Bu siralarda bazi Türk kabileleri de Asya'dan Avrupa'ya geçerek göçmen milletler arasindaki yerlerini aldilar. Buna göre Avrupa ve özellikle Balkan Yarimadasi daha o zamandan beri Türklere yabanci olmayan ve onlar tarafindan taninan bir yerdi. Avrupa'ya geçmis bulunan Türk kavim ve kabileleri, asirlari içine alan uzun bir zaman zarfinda surada burada vakit geçirmis olduklarindan tarih sahnesinde pek gözükmeye imkân bulamamislardi. Bunlar, ancak Bulgar, Macar, Sirp, Ulah ve diger kavimlerin, Bizans Imparatorlugu ile yapilan mücadelelerinden sonra meydana çikmislardi. Osmanlilardan önce Avrupa'ya geçmis bulunan bu insanlar, Türk, Peçenek, Kuman, Alan, Yürük, Türkmen ve Tatar gibi isimlerle ortaya çikmislardi. Bunlar, bazan Bulgar, bazan Macar, bazan da Ulah gibi kavimlerle birleserek Bizans'a karsi mücadeleye giristikleri gibi bazan da kendi baslarina ve yalniz olarak mücadele etmislerdir. Bu Türkler, kendileri ile tesrik-i mesaide bulunduklari milletlerle zaman içinde kaynasmis, onlarin kültür degerlerine katkida bulunmus, meydana gelen harplerde büyük kahramanliklar göstermislerdir. Bununla beraber zaman zaman da savaslarda maglub olan bu Türklerden bir kismi yine kendi öz yurtlari olan Asya'ya dönmüs, bir kismi da galip gelen devletlerin içinde ve onlarin dinleri olan Hiristiyanligi kabul ederek hayatlarini devam ettirmislerdir. Bu sebepledir ki, Türkler Rumeli'ye ayak bastiklari zaman yer yer Ortaasya göçlerinden artakalmis ve zamanla Ortodoks kilisesine baglanmis topluluklarla karsilasmislar. Zira, bilhassa 5. asirdan beri Ortaasyadan bosalircasina akan Türk kavimleri bugünkü Rusya'yi asip Dogu Avrupa'ya, Mora'ya, Adriatik kiyilarina ve Avrupa'nin kuzey sahillerine kadar uzanarak zaman zaman hakimiyetler kurmus, kismen Cermenler, daha genis ölçüde de Slavlar ile karsilasarak dil ve din degistirmislerdir. Bilhassa Bizans Imparatorlugunun siyasî hududlari içine yerlesen kavimler, Ortodoks birligine girmis olmakla beraber, bu topluluklardan dillerini, millî ve kavmî özelliklerini muhafaza edenler de oldukça mühim bir yekûn teskil ediyorlardi. Hatta X. asir Bizans ordulari içinde Slavlar, Iskandinavyalilar, Ruslar, Iberler, Kafkasyalilar, Araplar, Sicilya Normanlari oldugu gibi, Hazarlar, Peçenekler ve Fergana Türkleri gibi Türk kavimleri de mühim bir yekûn tutuyorlardi. Malazgirt zaferi ile Müslüman Türkler lehine neticelenen Selçuklu-Bizans karsilasmasinda, bir ifadeye göre Bizans ordusunda bulunan Uz veya Peçenekler kendi dillerini konusan, kendi kanlarini tasiyan irkdaslarina karsi cenk etmeyi kabul etmeyerek atlari ve silahlari ile beraber Selçuklu ordusuna katilmislardi. Daha önce de kismen temas edildigi gibi asirlar boyu dalgalana dalgalana kabarip tasan Türk seli, ayak bastigi ülkelerin siyasî, ictimaî ve etnik bünyesinde derin iz ve eserler birakmis olmakla beraber, bazan da kendileri bu tesirlerin altinda kalmislardi. Nitekim, Bizans'in dinî temellere dayali olarak kolonize ettigi diger kavimlerle birlikte Türkleri de Ortodoks birligine çektigi anlasilmaktadir. Bu yüzden Bizanslilar, Türkleri de bu kültür ve din kaynasmasiyla kendi millî hüviyetlerinden soyma politikasi güdüyorlardi. Öyle ki bazan harp esiri olan Türk hükümdarlari, ordulariyla birlikte hiristiyanligi kabul ediyor, bazi kabileler de reisleriyle beraber din degistiriyorlardi. Bizans devlet politikasinin, asilzâdelik ünvanini vermek ve toprak bagislamak gibi tavizleri, yine Ortodoks cemaatine yeni dindaslar kazandiriyordu. Bazan da mecburî göçler yaptirilmak suretiyle Türk kavimleri, Helen harsinin (kültür) kesif oldugu bölgelere sürülüyordu. Böylece onlari kendi kültürleri içinde eritip yok etme politikasini güdüyorlardi. Esasen, asirlardir binlerce kilometreyi asarak Ortaasya'dan gelen çesitli Türk kabileleri, bir yandan Cermen, bir yandan Slav tesiri altinda yerli halkin dillerini, dinlerini, toplum ve site hayatlarini benimseyerek onlarin içinde erimis bulunuyorlardi. Buna paralel olarak Bizans da hududlari içinde iskân edilen veya vazife alan yahut da esir edilen zümreleri, Ortodoks birligi ve Helen kültürünün baskisi altinda kavmî ve millî hüviyetlerinden çikarmis bulunuyordu. Kilise ve misyon teskilâti, Türk kabilelerinin alnindaki tarihî kaseyi örtmek için Bizans'a bir hayli yardimci olmustur. Bizans'in bu neviden faaliyetleri her zaman asiri olagelmistir. O kadar ki, Yukari Tuna Steplerinden Kafkaslara ve Habesistan'a kadar bütün güney ülkeleri halkini, Incil'e baglamak yolunda muazzam bir teskilât hüküm sürmüstü. Görüldügü gibi bir koldan Stepler memleketine, Dogu Avrupa'ya Bizans ve Mora'ya; bir koldan da Iran, Mezopotamya, Suriye ve Arap ülkelerine yayilan Türk kabileleri farkli baskilar altinda eriyip yok olmus bulunuyorlardi. Iste Çin, iste Hind, iste Iran, asirlarca topraklarina yürüyen bu dalgalari kendinden seçilmez hâle getirmis, hatta defalarca kurduklari siyasî hâkimiyete ragmen adlari ve sanlari bile silinip gitmistir. Surasi üzerinde dikkatle durulmasi gereken bir husustur ki, eger arkadan Osmanlilar yetismeselerdi Küçükasya Türklügü de ayni akibete ugrayacakti. Tarihin, gerçekleri konusan dudagi sahittir ki, zaman sisleri arasinda kaybolagelen mazi miraslarini geri alip dört basi mamur bir Türk devleti kurmak ve onu tarihî hassalari ile yasatmak kudretini yalniz Osmanlilar gösterebilmistir. Iste yine bu Müslüman Osmanli Türklügüdür ki, Rumeliye adim atar atmaz çesitli devletlerin kültür ve diplomasisi tarafindan temsil edilmis bir Ortaasya bakiyesi ile karsi karsiya geldi. Bu topraklarda yerlesmis fakat kültür ve kavmî itiyadlarini kiskanç bir muhafazakârlikla saklamis olan bu Türk topluluklari da hakim millet olarak karsilarina çikan irkdaslarina derhal sarildilar ve onlarin idarelerine girmekte tereddüd etmedikten baska, fütuhat ve yerlesme davalarinda soydaslarina yardimci oldular. Böylece idarî, askerî, sosyal, dinî ve tekmil bütün müesseseleri ile Rumeli'ye akmaya baslayan Osmanlilar, yalniz kendi irk ve medeniyetleri için yeni bir ülkeye sahip olmakla kalmayacaklardir. Zira asirlardir çesitli kavimlerin bir cenk ve mücadele sahnesi olmus bulunan Balkanlar'da baris ve huzuru iade ederek tarihe karsi serefli bir borcu yerine getirmeye hazirlaniyorlardi. Gerçekten de Hammer'in tesbitlerine göre Süleyman Pasa'nin Rumeli'ye geçisi, Türkler tarafindan gerçeklestirilen 18. geçis olmaktadir. Bundan önce Türkler su veya bu sekilde Rumeli'ye ayak basmis ve bölgede çesitli faaliyetlerde bulunmuslardi. Fakat bunlar genellikle geçici bir süre için oldugundan bilhassa Osmanli tarihçileri tarafindan üzerinde fazla durulmamistir. Ama Orhan Gazi'nin oglu Süleyman Pasa'nin geçisi, artik Müslüman Türklerin orayi vatan edinmelerine zemin hazirlamisti. Osmanli tarihçileri, daha önceki geçisler üzerinde fazla durmazlar. Zira onlara göre önceki geçisler, devamli bir fetih ve yerlesmeye yetecek kadar bir sebep teskil etmezler. Bu bakimdan bu geçisler, üzerinde fazla durmaya degmez görünmüstür. Bizans tarihçilerinden de sadece Kantakuzen, Süleyman Pasa'nin geçisinden fazla teferruata girmeden ve geçisin detaylarina inmeden ana hatlari ile söz eder. Buna karsilik Türk tarihçileri bu geçisi tafsilatli bir sekilde anlatirlar. Böylece, halk arasinda Osman Gazi'nin rüyasinin yavas yavas gerçeklesmek üzere oldugu kanaati da yayginlasmaya baslar. Bilindigi gibi XIV. asrin baslarindan itibaren içten içe çökmeye yüz tutan Bizans Imparatorlugu'nun topraklarinda, Sirbistan ile Bulgaristan devletlerinin gözü vardi. Bu devletler, imparatorlugun varisleri olmak için bazi faaliyet ve çalismalarda bulunuyorlardi. Bu dönemde, siyasî, ekonomik, sosyal ve hatta dinî buhranlar içinde bulunan Bizans'in fazla uzun ömürlü olamayacagi biliniyordu. Bu bakimdan, adi geçen devletin mirasindan Osmanlilar da istifade etmeyi düsünmek zorunda kaldilar. Bu üç devlet, gayelerini gerçeklestirmek ve en büyük hisseyi elde etmek için büyük gayretler sarf ediyorlardi. Bu bakimdan Osmanli Beyligi'nin ilk müessisi Osman Bey ve özellikle oglu Orhan, Bizans'in gerek iç, gerekse dis durumunu yakindan takip ediyorlardi. Hatta bu yüzden olsa gerek ki, ya basta bulunan idarecilere (hükümete) yardim etmek veya partilerden birini rakiplerine karsi daha faal bir rol oynamak için desteklemeye çalisiyorlardi. "Osmanlilarin, Bizans Devleti'ni sadece Avrupa kitasina sürmüs olmakla iktifa etmeyerek, orada da Osmanli Beyligi'nin menfaatlerini temine ugrasmalari bunun içindir. Lakin bu ilk faaliyetlerden her zaman kat'i ve fiili neticeler beklenmeyecegi de muhakkakti. Yani Osmanlilarin baskin yaptiklari veyahut yardim maksadiyla girdikleri yerleri istilaya kalkismayarak evvela kendilerine zemin hazirlayacaklari gayet tabii idi. Orhan Bey,henüz babasi Osman Bey'e vekâlet ettigi tarihlerden itibaren, Trakya sahillerine birçok çikartmalar yaptirarak bu havalinin vaziyetini iyi bir surette ögrenmisti." Gerek Katalanlar, gerekse Latinlerle iyi iliskileri olmayan ve Latinlerin Istanbul'u alip Bizans Imparatorunu Anadolu'ya atmak için gösterdikleri çabalar yüzünden Bizans Imparatoru, Osmanlilara karsi zaman zaman yumusak bir siyaset takib etme ihtiyacini duymustu. Hatta bu ihtiyaç, onun Osmanlilar'dan yardim istemesine kadar variyordu. Bizans Imparatoru Kantakuzenos'un sik sik Osmanlilarin yardimina ihtiyaç duymasi, gelecekteki bu tür seferler için Bolayir yakinindaki Çimbi (Çimpe)'yi askerî bir üs olarak Osmanlilara vermesine sebep oldu. Bu konu ile ilgili kaynaklar su bilgileri vermektedir: Damadi Orhan Bey'in verdigi kuvvetler ile, sikisik bir durumdan kurtulmaya muvaffak olan Kantakuzenos, zaman zaman da Papaya müracaat edip Haçli seferlerinin tertip edilmesini isterken, basi sikistikça da Orhan Bey'e bas vurmaktan geri kalmiyordu. Nitekim 1349'da Sirbistan krali Stefan Dusan, Selanik sehrini zapt etmek üzere iken Kantakuzenos'un Orhan Bey'e müracaat ile temin ettigi ve Orhan Bey'in oglu Süleyman Pasa idare ve komutasinda bulunan 20.000 kisilik Osmanli kuvveti, onun lehine olmak üzere vaziyeti kurtarmisti. Bu sirada Bizans donanmasi ile birlikte bir miktar Osmanli deniz kuvvetlerinin de harekata istirak ettigi görülür. Bu hadiseden kisa bir müddet sonra Kantakuzenos ile imparatorluk ortagi olan V. Ioannes arasinda mücadele alevlendigi zaman Orhan Bey, Cenevizliler ile birlikte yine Kantakuzenos tarafini tutmus ve yardimci kuvvetlerini göndererek bir taraftan Edirne'de kusatma altinda bulunan Kantakuzenos'un oglu Mateos'u kurtarmis, öbür taraftan da 10.000 kisilik bir kuvvetle Dimetoka'da Sirp ve Bulgarlara karsi mühim bir galibiyet elde etmisti. 1352 yilinda meydana gelen bu hadisede Osmanli kuvvetlerine Süleyman Pasa komuta ediyordu. Süleyman Pasa, bu vazifesini basari ile yapip Anadolu'ya dönerken, bir miktar askerini de Kantakuzenos'un bu yardima karsilik olarak Gelibolu yarimadasinda vermis oldugu Çimbi kalesinde birakmisti. Böylece Osmanlilar, Bizans'taki taht ve saltanat mücadelesine 1345'ten itibaren karismis, fakat buna karsilik hem ileride kendi hesaplarina yapacaklari Rumeli fütuhati için tecrübe kazanmis, hem de Rumeli yakasinda yerleserek bir hareket üssüne sahip olmus bulunuyorlardi. Gerçekten, Orhan Bey saltanatinin üçüncü ve son devresi, 1353'ten itibaren Rumeli'ye yerlesmek seklinde basladi. Bu yerlesme ve fütuhat, Kantakuzenos ile de ciddi anlasmazliklarin meydana gelmesine yol açti. Zira Kantakuzenos, Osmanlilarin Avrupa mintikasina yerlesmelerinin kendileri için ne kadar tehlikeli oldugunu anlamisti. 1354'te Orhan Bey kuvvetlerinin Bolayir ve Tekirdagi'na kadar bütün Marmara kiyilarina sahip olduklarini gördükten sonra buna mani olmayi düsünmüstü. Bu sebeple Orhan Gazi'ye haber gönderip 10.000 altin karsiliginda Çimbi'yi satin almak istedigini bu arada Türk kuvvetlerinin Gelibolu'yu terk ve tahliye etmelerini, Izmit'te kendisi ile görüsmek arzu ettigini bildirdi. Buna karsilik Orhan Gazi, imparatorun kendisine yardim karsiligi verdigi Çimbi'yi teklif geregince terk edebilecegini, fakat Gelibolu'yu bizzat kendi kuvvetlerinin zapt etmis olmasindan dolayi iade edemiyecegini ve hastaligi sebebiyle de kendisi ile görüsemeyecegini bildirdi. Gerçekten Kantakuzenos Izmit'e kadar gelmis olmasina ragmen Orhan Bey ile görüsemeden Istanbul'a döndü. Kantakuzenos bu durumda Sirp ve Bulgarlarla birlikte olup Balkanlarin Osmanlilara karsi muhafaza ve müdafaa edilmesi hususunda basarisiz bir tesebbüste bulundu. Kantakuzenos, bundan kisa bir müddet sonra Bozcaada'daki hapishaneden, Venediklilerin yardimi ile kurtulup gelen rakibi Ioannes'e saltanati birakmak zorunda kaldi. Bundan sonra bir manastira çekilen Kontakuzenos damadi Orhan Bey ile olan bütün münasebetlerini kesti. Gelibolu yarimadasinin Osmanlilar tarafindan feth edilmesi, Bizans'i alt üst etmisti. Kantakuzenos buna sebebiyet vermekle itham edilmis, bu yüzden imparatorluk tahtindan da feragat edip bir manastira çekilmek zorunda kalmisti. Böylece, Osman Gazi'nin, oglu Orhan tarafindan titizlikle takip edilen dahiyane projesi, gerçeklesmis oluyordu. Artik, Ege ile Karadeniz'e hakim olan Marmara'nin bir iç deniz haline getirilmesi an meselesiydi. Süleyman Pasa, 1354'ten itibaren Rumeli'de (Gelibolu) kendisi için yaptirdigi sarayda oturmaya basladi. Orhan Bey, ogluna büyük bir selahiyet ve yetki vermisti. Bu arada Orhan Bey'in ikinci oglu ve Süleyman Pasa'niri ana baba bir kardesi Murad Bey, Haci Ilbeyi, Lala Sahin pasa, Evrenos Gazi, Gazi Fazil ve Ece Yakub Bey gibi degerli komutanlar, Süleyman Pasa'nin kurmay heyetini teskil ediyorlardi. 1358 veya 1359 yilinda bir avi takib ederken atindan düsüp kaza neticesi vefat eden Süleyman Pasa, o siralarda 43 yaslarinda bulunuyordu. Süleyman Pasa'nin vefati üzerine o siralarda 33 yasinda bulunan kardesi Murad Bey, onun yerine tayin edildi. Böylece Murat Bey veliahd da olmus oluyordu. Gazi Siileyman Pasa'nin vefati üzerine Rumeli'deki fütuhat harekatinda bir duraklama görüldüyse de bu durum Lala Sahin Pasa, Haci Ilbeyi ve Evrenos Bey gibi dirayetli emirler tarafindan büyük bir çözülmeye sebep olmadan ber taraf edildi. Süleyman Pasa, feth ettigi yerlerde yerli halka çok iyi davraniyordu. Onlara, Bizans idaresinden çok daha iyi imkânlar hazirliyordu. Böylece halefi olan ve daha sonra Sultan I. Murad adini alacak o büyük hükümdara fütuhatinin yollarini çizmis oluyordu. Süleyman Pasa, feth ettigi Bolayir'daki türbesine defn edildi. Kendisinden asirlarca sonra gelecek ve gerçekten büyük bir hükümdar olan Sultan II. Abdülhamid, bu mezari yeniden yaptirmistir. Süleyman Pasa'nin, Melik Nasir, Ismail ve Ishak adinda üç oglu ile iki kizinin bulundugu belirtilmektedir. Ogullarindan Melik Nasir denizde bogulmustur ki bu hadise Süleyman Pasa'nin sagliginda olmalidir. Büyük oglunun ölümü haberiyle son derece sarsilan Orhan Bey, Bolayir'a gelip oglunun kabrini ziyaret eder. Fütuhati, veliaht olan oglu Murad Bey'e emanet ettikten sonra Bursa'ya döner. Babasindan devr aldigi küçük beyligi iki misli büyüterek, teskilatli bir devlet haline getiren Orhan Gazi, Mart 1362'de vefat etti. Onun vefati esnasinda oglu Murad, Rumeli'de devletin esas kuvvetlerinin basinda bulunuyordu. Trakya fetihleri ile büyük ve hakli bir ün kazandigindan baska, Bizans'a karsi yapilan savas ve fütuhat politikasini temsil ettiginden, o dönem devlet islerinde büyük bir nüfuzu bulunan ahiler ile gazilerin destegini alarak babasinin yerine tahta geçti. Osmanlilarin, Gelibolu'ya yerlesmeleri, Avrupa'nin dikkatini çekmisti. Bu hareket, Müslüman bir toplumun kendi kitalarinda yerlesmesi tehlikesini gündeme getirmisse de Balkan devletlerinin birbirleri ile ugrasmalari yüzünden o taraflarda bulunan Türkler için bir tehlike arz etmiyordu. Bu bakimdan Osmanlilarin Balkan yarim adasina yayilma düsüncesi, esas politikayi teskil ediyordu. Bununla beraber Sirp, Bulgar, Macar, Bizans ve Venediklilerin birlikte müdahale etmeleri ihtimali göz önünde bulundurularak derhal köklü bir yerlesme siyasetinin tatbikine baslandi. Bu gayenin gerçeklesmesi için Anadolu'daki Osmanli arazisinden (Yani Karesi taraflarindan) bir kisim yörükleri nakl edip yerlestirdiler. Bu konuda Asikpasazâde, Süleyman Pasa'nin, babasi Orhan'dan oraya yerlestirilmek üzere nüfus nakline dair olan arzusu hakkinda su bilgileri verir. "Atasi Orhan Gazi'ye haber gönderdi kim devletlu himmetinle Rum eli feth olunmaga sebep olundu. Kâfirler gayet zebundur. Imdi söyle malum ola kim bu taraftan feth olan hisarlara ve vilayetlere ehl-i Islâm'dan çok âdem gerektir. Bu feth olunan hisarlar içine koymaya ve hem yarar gaziler gönderin. Orhan Gazi dahi kabul etti. Vilayetine göçer Kara Arap evleri gelmisti. Onlari Rum eline geçirdi. Bir nice zaman Gelibolu nevahisinde sakin oldular." Orhan Gazi bununla da yetinmeyerek, feth edilen bu yerlerdeki insanlardan askerî sinifa mensub olanlari da Anadolu'ya naklettirmisti. Nitekim kaynagimiz bu konuya temasla söyle der: Rumeli'ye yerlestirilen bu yörüklere karsilik elde edilen yerlerin askerî sinifina mensub Rumlarini da ileride isyan çikarabilir endisesiyle Balikesir ve havalisine nakl ettiler. Anlasilan o ki Osmanlilar, Rumeli'ye geçtikten sonra sadece askerî tedbirlerle buralarda kalamayacaklarini biliyorlardi. Bunun için köklü bazi tedbirlere bas vurmak gerekiyordu. Bu tedbirlerin basinda, yabanci unsurlarin bulundugu yerlerde o bölgenin siyasî ve askerî emniyetini saglamak ve bos bulunan sahalari iskâna açmak için Anadolu'dan Rumeli'ye Müslüman Türk unsurunun geçirilmesi geliyordu. Biraz önce de temas edildigi gibi bu sebeple Balikesir bölgesinde yasayan Türk asiretlerinden bir grup 1357 tarihinde Rumeli'ye geçirildi. Bu grup önce Gelibolu bölgesine, sonra da Hayrabolu'ya yerlestirildi. Ilk grubun geçmesinden sonra akillica yapilan propagandalar, Anadolu'dan pe çok ailenin Rumeli'ye geçmesini sagladi. Bunlarin büyük bir kismi, verimli topraklara yerlesip ziraatla mesgul olmaya basladi. Bir kismi ise Gelibolu'nun kuzey bati taraflarina giderek begendikleri yerlere yerlestiler. Bunlar, gerektigi zaman toplu olarak akinlara bile katildilar. Osmanli kaynaklan, büyük ölçüde birbirlerinden nakiller yapmak suretiyle Süleyman Pasa'nin, Çimbi kalesinin karsisinda ve Anadolu sahillerinde bulunan Viranca Hisar'dan Rumeli sahiline nasil adam geçirdiklerini ve o sahillerde nasil faaliyetlerde bulunduklarini detayli bir sekilde anlatirlar. Asikpasazâde'nin verdigi bilgi, tarihî bir malumat olarak bu konuda su ifadelere yer vermektedir: "Bir gün memleketi gezerken Aydincik'a geldi. Temasa etmeye basladi. Bir garip binalar gördü. Biraz durdu. Hiç kimseye söylemedi. Ece Beg derler bir aziz er vardi. Hayli bahadir olarak anilirdi. Süleyman Pasa'ya: "Han'im düsünceye daldin" dedi. Süleyman Pasa: "Bu denizi geçmeyi düsünüyorum, öyle geçsem ki kâfirin haberi olmaya" dedi. Ece Beg ve Gazi Fazil: "Biz ikimiz geçelim, Han'im görsün" dediler. Süleyman Pasa: "Nereden geçersiniz" dedi. Dedtier ki "Han'im! Burada bir yer var ki yakindir. Geçecek yerlerdir." Gittiler. O yere vardilar ki orasi Görece'den asagi deniz kenarinda Viranca Hisar'dir. Çimbi'nin karsisinda Ece Beg ile Gazi Fazil çabucak bir sal yaptilar. Bindiler, Çimbi Hisari'nin civarina çiktilar. Baglarinin arasinda bir kâfir ele girdi. Getirdiler, sala koydular. Hemen Süleyman Pasa'ya getirdiler. Süleyman Pasa bu kâfire bir kaftan giydirdi. Basina bir sapka verdi. Beline bir kusak ayagina da ayakkabi verdi. Kâfiri donatti. Kâfire dedi ki: "Sizin hisarinizda yer var midir ki, kâfirler duymadan içeri girelim. Kimse bizi görmesin?" Kâfir "Ben sizi söyle ileteyim ki kimse görmeden sizi hisara koyayim" dedi. Çabuk birkaç sal daha yaptilar. Süleyman Paça yetmis-seksen yarar er aldi. Geceleyin geçtiler. Bu kâfir, dogru Çimbi Hisari'nin bir ters dökecek yeri vardi. Bu müslümanlari oraya götürdü. Hemen oradan hisara girdiler. Kâfirlerin de çogu disarda baglarinda ve harmanlarindaydi. Zira o vakit, harman vakti idi. Elhasil hisari aldilar. Kâfirlerini incitmediler. Belki kâfirlere dahi ihsanlar ettiler. Içinden bir kaç taninmis kâfiri tuttular. Bu hisarin limaninda gemiler vardi. O gemilere koydular. Karsida oturan askere gönderdiler. Velhasil o gün ikiyüz adam geçirdiler. Ece Beg, hisarin atlarina bindi. Bolayir yaninda Akça Liman derler bir liman vardi, oradaki gemileri yakti. Oradan sürdü yine hisarina geldi. Bu hisarin (Çimbi) limaninda olan gemileri sakladilar. Durmadilar, adam geçirdiler. Elhasili askerlerin çogunu yanlarina getirdiler. Bu kâfirlerden hiç kimseyi incitmediler, gönüllerini aldilar. Onlar da kendilerini güvenlik içinde buldular. Kadinlarini da kendilerini de hos tuttular. Kâfirlerin gemicilerini gemilere koydular. Kendileri baslarinda durdular. Daha hayli adam geçirdiler. Bir iki gün içinde iki bin er geçirdiler. Bu kâfirler (Çimbi kâfirleri) gaziler ile ittifak ettiler. Yürüdüler. Bir gece Ayaslonca (Ayasilonya) derler bir hisar vardi, onu dahi aldilar. Ehl-i Islâm elinde hisar iki oldu. Bunun halkinin dahi gönlünü hos tuttular. Bu iki hisari saglamlastirdilar. Hayli adamlar da Aydincik'tan gemi ile geldiler. Süleyman Pasa "Bu hisarlardan sipahi olan kâfirleri çikarin. Evleri ile Karesi iline iletin ki, bunlardan sonunda bize bir kötülük gelmeye" dedi. Öyle yaptilar. Bir iki ay bu hisarlari iyice saglamlastirdalar. Durmadilar. Her yerden istegi olani getirdiler. Birgün, Gelibolu'nun kâfirleri bunlarin üzerine gelmek için toplandi. Bunlar da hemen karsiladilar. Savas oldu, kâfirleri kirdilar. Hisarin kapisini yaptirdilar. Yakub Ece'ye ve Gazi Fazil'a yoldaslar verdiler. Bunlari Gelibolu'ya havale ettiler. Gece, gündüz bunlar Gelibolu kâfirlerine huzur vermez oldular. Iskelesine dahi gemi birakmaz oldular ki çika. Bu iki gaziye hayli yarar gaziler verdiler. Onlari Gelibolu ucuna koydular. Bolayir'da oturdular." Bu tarihî metinden anlasildigina göre Osmanli, daha o dönemlerde bile müslüman olmayan ve hatta kendileri ile mücadele eden bu insanlara karsi gerçek bir hosgörü ile muamele etmisti. Osmanlilarin, hareket ve davranislarindaki basarinin sirrini bu anlayista aramak gerekir. EDIRNE'NIN FETHI Osmanli fethinden önce küçük bir sehir olan ve günümüzde "Kaleiçi" denilen sinirla çevrili bölgeden ibaret olan Edirne, Balkanlara geçip orada tutunmak ve hakimiyet kurmak için stratejik önemi haiz olan bir sehirdi. Bizans Imparatorlugu'na bagli idi. Süleyman Pasa'dan sonra Rumeli'nin ikinci fatihi diyebilecegimiz Sultan I. Murad, bu sehrin askerî önemini anlamisti. Bunun için de Edirne'yi feth etmeyi kendisine hedef olarak seçmisti. Ankara'nin yeniden alinmasindan sonra artik sira Edirne'ye geliyordu. Kaynaklardan büyük bir kisminin, Sultan Murad'in, babasini müteakip Osmanli tahtina geçmesinden sonra feth edildigini bildirdigi Edirne'nin zapti, Osmanlilarin Avrupa'ya kesin bir sekilde yerlesmeye çalistiklarinin isareti idi. Sultan Murad, Ankara'dan döndükten sonra Trakya'ya geçip faaliyetlere baslar. Gerçi Osmanlilar, Imparator Kantakuzenos'a defalarca yardima geldikleri zaman, gerek Edirne'nin, gerekse bütün bir bölgenin ehemmiyetini anladiklari gibi ulasim ve stratejisini de anlamislardi. Bundan dolayi Edirne'nin gerisini emniyet altinda bulundurmak ve Istanbul tarafindan gelebilecek bir Bizans taarruzuna mani olmak için Tzurulon denilen ve daha önce alinip sonradan elden çikmis bulunan Çorlu'nun alinmasi gerekiyordu. Buraya hücum eden Osmanli birlikleri, kisa zamanda burayi tekrar alip surlarini yiktilar. Buradan piskoposluk merkezi olan ve Arkadiopolis denilen Lüleburgaz'a geçtiler. Burayi da kisa bir zamanda ele geçiren Osmanlilar, buranin surlarini da yiktilar. Lüleburgaz'in zaptindan hemen sonra Anadolu'dan göçmenler nakl edilerek buraya yerlestirildi. Bu, Büyük Selçuklularin Anadolu'daki yerlesme siyasetlerinin bir benzeri idi. Böylece Osmanlilar'in Trakya'yi da Islâmlastirmaya yönelik gerçek maksatlari ortaya çikmis oluyordu. Bizans tarihinden bahs eden Dukas, Sultan Murad'in Trakya'daki faaliyetlerinden bahs ederken söyle der: "Ayni sene zarfinda, Türk basbugu Orhan dahi vefat ederek, beyligini oglu Murad'a terk eyledi. Murad Bey, Trakya sehirlerinden birçoklarini hükmü altina aldiktan sonra, Edirne'yi muhasara etti. Selanik'ten baska bütün Tesalya kitasini zapt etti. Bu suretle Murad, Bizanslilara ait tekmil yerleri ele geçirdikten sonra Trivalya (Tuna nehri ile Bati Trakya arasinda kalan bölge)'ya geldi. Görüldügü gibi Sultan Murad, Edirne yolu üzerinde bulunan ve daha önce düsman eline geçmis olan Çorlu ile Lüleburgazi aldiktan sonra Edirne üzerine yürüyüp orayi feth etti. Bu arada Bizans'in daha önce geri almis oldugu Malkara, Kesan ve Ipsala, Gazi Evrenos Bey tarafindan tekrar zapt edilip Osmanli idaresine katildi. Haci Ilbeyi ise Enez Körfezi üzerinde ve Meriç'in batisinda bulunan Dedeagaci (Megri-Makri) kasaba ve limanini aldi. Buradan da Kuzeye dogru Meriç'i takib etmek suretiyle Didimatihon denilen Dimetoka'yi zapt etmisti. Evrenos ve Haci Ilbeyi, yukarida belirtilen yerleri elde ettikleri sirada bütün komutanlarin davetiyle Lüleburgaz mevkiinde toplanan bir harp meclisinde, verilen karar üzerine beylerbeyi Lala Sahin Pasa büyük bir kuvvetle Edirne üzerine sevk edildi. Bulgarlarin, Rumlara yardim etmeleri ihtimaline karsi sag koldan Karadeniz sahiline dogru ilerleyen bir kisim kuvvetler, Kirklareli'ni isgal; Serez ve Drama taraflarinda bulunan Sirplarin da müdahale edebilecekleri düsünülerek sol kola memur edilmis olan Evrenos kuvvetleri de Dimetoka'nin batisina dogru sevkedilerek savunma tertibati alindi. Nihayet Babaeski ile Pinarhisar arasinda Sazlidere mevkiine kadar gelmis olan Rum ve Bulgar kuvvetleri ile yapilan kesin bir meydan muharebesi sonunda düsman bozuldu. Bunun sonucunda da Edirne zapt edildi (764 H. / 1363 M.). Edirne'de bulunan Rum komutan ise Meriç nehrinin kabarmasindan istifade ile bir gece, maiyetinin bir kismi ile bir kayiga atlayip Enez'e kadar inerek oradan da Sirp ülkesine kaçmaya muvaffak oldu. Sultan Murad, Edirne vaziyetini yoluna koyduktan sonra Beylerbeyi Lala Sahin Paça'yi burada birakarak kendisi Dimetoka'ya gitti. Bir müddet için orasini kendisine karargah yapti. Orada bir cami ile kendisine bir saray yaptirdi. Sultan Murad, bununla yetinmeyerek faaliyetlerine devam etti. O, Lala Sahin'i kuzeyde Filibe ve Zagra taraflarina sevk ettigi gibi Evrenos Beyi de Bati Trakya'nin fethine (Gümülcine) memur etti. Lala Sahin Pasa pirinç ziraatiyle meshur olan Filibe (Plovdiv)'i muhasara etti. Bu kusatmaya dayanamayacagini anlayan kale muhafizi teslim olarak ailesiyle birlikte Sirbistan'a gitti. Evrenos Bey de Gümülcine ile o havalide bazi yerleri aldi. Edirne'den sonra Filibe'nin de alinmasiyla Bizans, Bulgar ve Makedonya'daki Sirplarin birbirleri ile olan irtibatlari kesilmis oluyordu. Böylece Bizans, tamamiyla Osmanlilarca çevrilmis bulunuyordu. Dogu Trakya'da yayilmakta olan Müslüman Türklerin bu yayilmasini önlemek için 1361 Temmuzunda Imparator Besinci Ioannis ile Venedikliler arasinda bir antlasma yapilmissa da bir fayda temin edilemedi. Çünkü Osmanlilar, mütemadiyen Anadolu'dan göçmen naklederek sahilleri de siki sikiya ellerinde tuttuklarindan ayrica yerli halka karsi çok merhametli ve âdilane bir idare tarzi uyguladiklarindan içerde de herhangi bir isyan hareketine rastlanmiyordu. Bundan dolayi Bizans ile Venedikliler arasindaki ittifaktan bir netice elde edilemedi. Bunun üzerine imparator 1364'te Osmanli Devleti ile anlasarak mevcud vaziyeti kabule mecbur olmustu. Böylece Bizanslilar açisindan Osmanlilarin eline geçmis bulunan yerlerin tekrar alinmasi ümidi de ortadan kalkmisti. Çünkü Imparator, Osmanlilarin aldiklari yerleri ne kendisinin ne de Sirplarin geri almak için bir tesebbüste bulunmayacaklarini garanti ediyordu. Edirne ve Dogu Trakya'nin fethi, Osmanlilarin Avrupa'da kesin olarak yerlestiklerini gösteren bir hadisedir. Bu, Anadolu Müslüman Türk tarihi için oldugu kadar Balkanlar ve buna bagli olarak Avrupa için de bir dönüm noktasi olmustur. Zira Osmanlilar sayesinde Avrupa, dinî müsamaha, insana saygi ve hukuka riayet gibi kavramlarla karsilasti ki, bunlari daha önce pek bildigi ve uyguladigi söylenemez. Osmanli fütuhatinin manevî sebep ve faktörlerinden bahsedilirken bu konuya daha detayli bir sekilde temas edilecegini belirtmek gerekir. Babasindan devr aldigi küçük beyligi iki misli büyüterek teskilatli bir devlet haline getiren Orhan Bey, 1362 yilinda vefat etti. Onun vefati esnasinda devletin sinirlari 95.000 km2'ye çikmisti. ORHAN BEY ve DEVLET TESKILÂTI Osmanli Devleti'nin ilk teskilâti Orhan gazi zamaninda kuruldu. Daha önce küçük bir beylik olan devlet, onun zamanindaki fetihlerle gittikçe genisleyip büyümeye basladi. Bu genisleme duraksamadan devam ettigi için yeni müesseseler ile desteklenmesi ve saglam temellere oturtulmasi gerekiyordu. Bu bakimdan bu siyasî varlik ve birlige bir hayatiyet ve devamlilik kazandirmak gerekiyordu ki bu da saglam ve temelli müesseselerin kurulmasi ile mümkündü. Beylik, yavas yavas asiret usûl ve kaidelerinden az da olsa ayrilmak ihtiyacini hissediyordu. Çünkü o ana kadar, daha önce karsilasmadigi farkli din, kültür, irk ve medeniyetlere sahip insanlari sinirlari içinde barindirmaya baslamisti. Bu da ortaya çikan yeni problemlere karsi zamanin ve sartlarin gerektirdigi çözümleri bulmakla mümkündü. Bu hareket tarzi ,ona modern bir devlet olma anlayisini saglamisti. Idare sahasinda, adalet, askerlik, vergi gibi konularda yeni teskilâtlarin kurulmasi icapediyordu. Bu konularda ulema sinifindan gelmis olan vezir Alaeddin Pasa ile Bursa Kadisi Cendereli Kara Halil Efendi büyük bir gayret ve faaliyet içinde idiler. Bu maksatla Orhan Bey'in tahta geçisinin (cülûs) üçüncü yilinda bir gümüs sikke basildi. Bu parada Osmanlilarin mensub olduklari Kayi boyu damgasi da bulunuyordu. Bilindigi gibi para, ekonomik ve sosyal hayatta önemli bir rol oynamaktadir. Keza o, bir devletin istiklâl (bagimsizlik) alâmetlerindendir. Osmanlilarin ilk defa kullandigi para birimi akça idi. Burada üzerinde durmamiz ve belirtmemiz gereken bir nokta da simdiye kadar ilk Osmanli akçasinin Orhan Bey zamaninda basilmis olmasi meselesidir. Halbuki yeni arastirmalar ilk Osmanli parasinin Osman Gazi döneminde basilmis oldugunu göstermektedir. Bununla beraber bu paranin nerede ve hangi tarihlerde basildigi belli degildir. Orhan Bey, idareciligi bakimindan tam bir devlet kurucusu idi. Bütün tarih ve kaynaklar, onun Osmanli Beyligi'ni hakiki bir devlet haline getirdiginde müttefiktirler. Orhan Bey, ilk devlet teskilâtinda Anadolu Selçuklulari ile Ilhanlilari örnek almis ve buna göre bir hükümet teskilati vücuda getirmisti. Bunun esas temeli ise merkezdeki "Divân" idi. Henüz bey ünvanini tasiyan hükümdar bu divana baskanlik yapmaktaydi. Divâna, hükümet reisi durumunda bulunan ve ilk dönemlerde ilmiye sinifindan gelmesi mutad olan vezirin de icabinda baskanlik ettigi olurdu. Orhan Bey devri ilk vezirinin Ramazan 723 (Eylül 1323) tarihli ve Orhan Bey zevcelerinden Asporça Hatun vakfiyesinden anlasildigina göre Haci Kemaleddin oglu Alaeddin Pasa (öl. 1340) adinda ilmiye sinifindan belki "ahi" ricalinden bir zat oldugu ve bunun isim benzerligi yüzünden Orhan Bey'in küçük kardesi Alaeddin Bey ile karistirildigi görülmektedir. Ikinci veziri Ahi Mahmud oglu Nizameddin Ahmed Pasa idi. Sehir, kasaba ve kazalarin idaresinde ise, Osman Bey zamanindan itibaren elde edilen yerler, buralari feth eden beylere verilmek suretiyle dogrudan dogruya asiretin ileri gelen ve birer askerî komutani durumunda bulunan kimselerce kullaniliyordu. Baska bir ifade ile Orhan Bey'in kurdugu bu sistem, Selçuklu divân dairesi ile çevrelerindekinin aynisi idi. Mesela Eskisehir, Bilecik, Iznik, Karacahisar, Inönü, Izmit, Yenisehir, Bursa gibi sehirler, hep birer kaza teskil ediyorlardi. Bu sebepten oralarda bir kadi ve subasi bulunuyordu. Orhan Bey, Osmanli Beyligi'nde muntazam bir devlet teskilati meydana getirdigi sirada bütün timarlilari belli birlikler halinde bazi kumanda kademelerine bagladi. O dönem Osmanli ordusunun en mühim unsurunu teskil eden bu birlikler, bilhassa asiretlerden, hizmetleri karsiliginda kendilerine timarlar verilmek üzere genellikle toplu bir halde vazifeye alinan sipahilerdi. Bunlarin ileri gelenleri, kendi boy ve oymaklarindan topladiklari adamlari ile beraber, seferde vazife aliyorlardi. Gaza ve fetihten sonra bu gazilere baslangiçta timar (dirlik) verildigi gibi onlari idare edenlere de daha yüksek bir timar tahsis ediliyordu. Tamami atli olan bu timarlar, bir alay haline konularak baslarina en büyük timar sahibi olan kimse alay beyi tayin ediliyordu. Her kazanin timarlilari birer çeribasi idaresinde idiler. Orhan Bey devletinin dayandigi ikinci sinif askerî kuvvet yaya ve müsellem teskilâti idi. Bu askerî teskilâtin ortaya çikmasi zaruret halini almisti. Çünkü her zaman, vaktinde sefere gelemeyen veya uzun süre devam eden kusatma hizmetlerinde kalamadiklarindan dolayi basarilari mahdud olan asiret sipahilerinin yerine, devamli bir askerî birligin kurulmasi gerekiyordu. Ancak bu sayede, Orhan Bey zamaninda, sinirlari bir hayli genisleyen beyligin her tarafina zamaninda ulasilabilecekti. Osmanli Beyligi'nin ilk mühim fethi olan ve hem yeni hem de kuvvetli bir siyasî varligi ortaya koyma yolunda belki en önemli adim, Orhan Bey'in Bursa'yi aldiktan sonra burada kurdugu ve kendisinden sonra gelen haleflerinin de izinde yürüyerek devam ettirdikleri tesislerin, bu sehirde büyük bir Müslüman Türk nüfusunun toplanmasina sebep olmasi gerçegi idi. O, isin hemen basinda kilise ve manastirlari cami ve medreseye çevirmek suretiyle ilk ihtiyaçlari karsilamis oluyordu. Burada birçok da vakif tesis etti. Orhan Gazi, feth ettigi ülkelerde tebeasina karsi adaletle uyguladigi siyasete çok dikkat ediyordu. O, devletin temellerini babasindan tevarüs ettigi adalet anlayisi üzerine kurmustu. Bu sebepledir ki tebeasi arasinda herhangi bir ayirim yapmadan herkese gerektigi sekilde muamelede bulunuyordu. Bununla beraber o, kendi toplumunun faydasina olan her konuda öncülük ediyordu. Bu bakimdan zapt ettigi yerlerdeki kiliseleri mescid ve medreselere çevirmekle yetinmemisti. Vakiflar kurmak suretiyle bu öncülügünü sosyal alanda da göstermisti. Nitekim Bursa'da yoksullar evi yaptirip fakirleri doyurmak için mallar vakfeder. Yoksullar evinde bilgin ve hafizlara da maas baglar. Daha önceki Müslüman devletlerde de varligina sahid oldugumuz imâret müessesesinin Osmanlilar'daki ilk müessesi Orhan Bey'dir. O, Iznik'in Yenisehir kapisinda bir imâret kurar. Bu imâretin seyhligini, dedesi Edebali'nin müridi olan Haci Hasan'a verir. Orhan Gazi bu ilk imâretin açilis merasiminde bizzat kendisi hizmet eder. Fakirlere çorba dagitir, aksam olunca da imâretin kandillerini, yine bizzat kendisi yakar. Bilindigi gibi toplumun egitim ve kültür hayatinin gelismesinde önemli derecede rolü bulunan müesseselerden biri de medreselerdir. Iste burada da ilk defa Orhan Gazi'nin faaliyete geçtigini ve ilk Osmanli medresesini 731 (M. 1330) yilinda Iznik'te kurdugunu görüyoruz. Yine onun 1335 yilinda Bursa'da kurmus oldugu medrese zamanla Iznik medresesini gölgede birakmis ve devrin yüksek tahsil müessesesi haline gelmistir. O, ilim ve ilim adamlarina saygida kusur etmezdi. Onlari takdir etmekte mahirdi. Ilk zamanlarinda kendisini Iznik'te ziyaret etmis olan Magribli (Fas) seyyah Ibn Batûta, Orhan Gazi'den sitayiskâr bir sekilde bahs eder. Onun, Türkmen meliklerinin büyügü oldugunu söylemekle kalmaz, onun yaninda gördügü ikramlari ve onun ülkesini nasil dolastigini açik bir sekilde anlatir. Orhan Bey'in, Süleyman Pasa, Sultan Murad, Ibrahim, Halil ve Kasim adlarinda ogullari olmustu. 1362'de vefat ettigi zaman Murad, Ibrahim ve Halil hayatta idiler. Orhan Bey, Kantakuzenos'un kizi olan esi Theodora'dan dogan oglu Halil'i çok seviyordu. Ibrahim'in annesinin ise imparator III. Andronikos'un kizi Asporça Hatun oldugu ve Orhan Bey'in bu zevcesinden Fatma adinda bir kizinin da bulundugu sanilmaktadir. Bu sekilde Orhan Bey, hem Kantakuzenos'un kizini almis, hem de Paleolog hanedanina damat olmus demekti. Süleyman Pasa ile Murad Bey ise Yarhisar tekfurunun kizi olan Nilüfer Hatun adindaki ilk zevcesinden idi. |
I. MURAD (DÖNEMI) Osmanli Devleti'nin üç büyük kurucusundan biri olan I. Murad, kanun ve nizamlara saygili, teskilatçi ve komutanlik özelliklerini tasiyan bir hükümdardi. Az ve öz konusan padisahin, iyiliksever ve merhametli bir kisiligi oldugu için kendisine "Hüdâvendigâr" lakabi verilmisti. Osmanli tarihinde Murad Hüdâvendigâr ve Gâzi Hünkâr adlari ile anilip söhret kazanan bu hükümdar, Orhan Gazi'nin 6 oglundan yas itibari ile dördüncüsüdür. Latin kaynaklarinda Amurad adi ile anilir. Annesi, Yarhisar tekfurunun kizi Nilüfer Hatun'dur. Daha önce de belirtildigine göre dogumu 1326 senesidir. Ana bir kardesi olan Süleyman Pasa'nin ölümü üzerine o tarihlerde 36 veya 37 yaslarinda bulunan Murad, ahiler ve komutanlarin karari ile Bursa'ya davet edilerek hükümdar ilan edilmistir. Bazi kitâbe ve eserlerde "Meliku'l-Âdil el-Gâzi es-Sultan Giyasu'd-Dünya ve'd-Din Ebu'l-Feth, Sihabu'd-Din" gibi ünvanlari tasidigi da görülmektedir. Ordu ile milletin göz bebegi durumunda bulunan ve çok sevilen Sehzade Süleyman'in ölümü üzerine, veliahd olup babasinin tahtina geçen Murad, veliahd olarak yetistirilmemis olmasina ragmen hükümdarlik sorumluluklarini devr alirken tereddüt ve saskinliga düsmeden yerine siki basip oturmustu. Çünkü o, babasinin vefatindan önce Rumeli'de esas kuvvetlerinin basinda bulunuyordu. Trakya'da gerçeklestirdigi fetihlerle ün kazandigi gibi idare ve yönetim isinde de pismisti. O, Bizans'a karsi yapilan fütuhat ve kazanilan zaferlerin temsilcisi durumunda idi. Bu sebeple de devlet islerinde büyük bir nüfuza sahip olan ahi ve gazilerin destegini alarak tahta geçti. Tahta geçince, babasinin Trakya'da izlemekte oldugu fetih siyasetini devam ettirmek istiyordu. onun, Rumeli'deki harp sahasindan ayrilip Bursa'ya gelmesi üzerine Bizans kuvvetleri taarruza geçerek Türklerin elinde bulunan Burgaz, Çorlu ve Malkara'yi geri alip, Türk kuvvetlerini sahile dogru çekilmeye mecbur ettiler. Bunun üzerine Sultan Murad, Rumeli'ye dönmek isterken Asya'da meydana gelen olaylar yüzünden Avrupa'daki tasavvurlarini geciktirmek zorunda kaldi. |
ANKARA'NIN YENIDEN ZAPTI Anadolu Selçuklu Devleti'nin ortadan kalkmasindan sonra bu devletin mirasçilari durumunda bulunan on bey arasinda kendisini en kuvvetli hisseden Karaman Beyi olmustu. Bu bey, Osmanlilarin her an artmakta olan güçlerinin kendisi için tehlike meydana getirdigini sezip Osmanlilarin son tesebbüslerinden de endiselenince onlara karsi ahiler ile Eretna Beyi'ni kiskirtmaya basladi. Ankara, daha önce Sivas ve Kayseri bölgesinin hükümdari olan Alaeddin Eretna'ya ait iken, onun ölümünden sonra 1354 yilinda Orhan Gazi'nin oglu Süleyman Pasa tarafindan zapt edilerek Osmanli topraklarina katilmisti. Orhan Gazi'nin vefati üzerine Karamanoglu ile Sivas hükümdari Giyaseddin Mehmed'in tesvikleri ile Ankara ahileri, sehirdeki Osmanli muhafizlarini kovarak daha önceki beylerinin idare ve yönetimine döndüler. Devamli olarak Ankara'yi kendi beyliginin hakimiyeti altinda kabul eden Eretna Beyi, Karamanogullarinin tesvikiyle tekrar Ankara'ya hakim duruma gelmisti. Sultan Murad, hem Rumeli hem de Anadolu'da meydana gelen bu tehlikeli durumda ne yapilmasi gerektigi hususunda ulema ve devlet erkâni ile istisarede bulundu. Tehlikeli bir durum arzeden kardesler ve Ankara probleminin çözümü için karar ve fetva aldi. Bunun üzerine Sultan I. Murad Lala Sahin Pasa'yi Rumeli'de kaymakam birakip 25 bin askerle Ankara üzerine yürüdü. Bu esnada Eretna Beyligi'nin idaresinden memnun olmayan sehir halki ve ahiler, mukavemet etmeden sultani törenle karsilayarak ona hediyeler takdim ettiler. Böylece sehir yeniden Osmanli hakimiyetine geçmis oldu. Hoca Saadeddin Efendi, Ankara'nin yeniden zaptini anlatirken enteresan bazi noktalara da temas eder. Karamanlilarin ortaligi karistirmak için Ermenilerle de is birligi yaptigini ve Müslüman halka zulmetmek üzere anlastiklarini anlatarak söyle der: "Sultan Murad, Allah'in yardim ve keremi eseri olarak sahlik tahtina oturunca ilk isi halkin ve askerlerin ihtiyaçlarini görmek ve Hz. Peygamber'in seriatini yerine getirmek olmustur. Böylece halkin dileklerini yoluna koyduktan sonra Rumeli yakasinda olan askerlerin, baslarinda bir komutan ve serdarin bulunmamasi yüzünden sikinti içinde olduklarini ve keremli padisahlarinin yolunu gözlediklerini bildiginden, cihad niyetiyle ülkeler feth etmek üzere o tarafa yönelmisti. Anadolu'da ise "bazi hukkam ve mulûk, sikak ve nifak üzre ittifak meslegine sülûk edüp hususa valiyan-i Karaman ve Ermeniye-i sugra (Karaman idarecileri ve Küçük Ermenistan) ve civarlarinda olan bazi kötü niyetli beylerin baslica emelleri Osmanli topragini yagmalamak oldugundan hünkârin Gelibolu'ya yöneldigini ögrenince bir araya gelip bazi kararlar ve gizli tedbirler almakta kusur etmemislerdi. Sonu ayrilik ve fesad olacak bu düsünce ile and içip el baglamislar. Ayrica çevredeki kâfir hükümdarlara da kararlarini duyurmuslardi. Böylece Islâm ülkelerini yagmalamak, Müslümanlara zarar ve ziyanda bulunmak için, Seytan'in bu takimi ile gönül ve dil birligi etmislerdi. Böylece Islâm'in geregini bir kenara birakip müsrik ve kin ehli ile is birligi edip bütün Osmanli ülkesini çarpip yakmak konusunda anlasmislardi. Bunun için de bazi bölgelere (hudud boylari) saldirarak Bursa ve Iznik üzerine yürümeye kalkismislardi. Durum, melekler ordusunun sahi olan sultanin esigine iletilince din bilginlerini ve isleri yöneten fukahayi toplamis, onlara amacimiz ve emelimiz dinimize destek olmak "kâfirler ve münafiklarla cihad et" (Kur'an, et-Tevbe 73) emrine uymaktir. Bu emirdeki siraya uyarak önce kâfirlerin fitnesini def etmek, yaramazlarin zararina son vermek için bu diyara gelmistik. Fakat simdi kulagimiza Karaman beylerinin çevrelerindeki azgin topluluklarla birlikte Islâm ülkelerini yagmalamak konusunda is birligi ettikleri, bazi bölgeleri yakip yiktiktan sonra Iznik ve Bursa üstüne düstükleri haberi geldi. Bu nifak takiminin büyük ülkeme yaklasmis olduklari su sirada zararlarini ortadan kaldirmaya, saçtiklari fitne atesini söndürmeye çalismazsak, Islâm ülkeleri harap, halk ve köylüler de berbat olurlar. Hal böyle olunca ulemanin fetvasi ve akil sahibi kisilerin görüsleri nedir diye sormustu. Faziletli kisiler topluca, tehlikenin def edilmesi isinin öne alinmasindan yana görüs bildirdiler. Münafiklarin ortaya çikardiklari karisikligin aradan giderilmesinin önemini belirttiler. Bunun üzerine Gâzi Hüdâvendigâr da ulemanin fetvasini bayrak ve rehber edinerek Anadolu yakasina geçti. Zaferleri tasiyan askerleri ile Karaman beylerini ülkesinden çikarip sinir boyunu tutmak için Ankara kalesini kusatti. Bu arada ol nifak ehli ile is birligi eden bazi yaramazlari ve kötü yolun yolcularini yakalayip, bunlara katilanlar veya onlardan umut bekleyenler kirilip dökülünceye kadar kovaladi. Ankara'ya sahib olan istiklâl davasina düserek bu kaleyi ve çevresini ele geçiren Ahi adini tasiyan cemaat, adalet issi Sultan Murad Han Gazi'nin yüce kuvvetini ve erisilmez gücünü görünce direnmeye imkân olmadigini anlamislar, hediye ve armaganlar derleyip padisahlara has peskeslerle sultanin otagina gelmisler, boyun egdiklerini bildirip kalenin anahtarlarini teslim etmislerdi. Onlarin bu tutumu padisahlik merhametine, sahlik yüceligine uygun düstügünden tamami devlet hizmetine alindilar. Kale ile hisarin korunmasi için asker ve dizdar birakildiktan sonra yakin çevrede bulunan bazi kaleler de yöneticilerinin elinden alinarak Osmanli ülkesine katildi. Bu güzel sehir, yani Ankara pek çok geliri olan bir beldedir. Tarim ürünleri yaninda zirh yapimiyla da taninmistir. Ayrica yün, moher ve daha baska nefis kumaslar burada dokunurdu. Bunlar, Iran, Arabistan, Bizans ve Prenk diyarina yollanirdi. O dönemlerin, büyük ölçüde tarim ve hayvanciliga dayali gelismis ekonomisi ile temayüz eden Ankara, birçok devlet ve beyligin dikkatlerini üzerinde topluyordu. Bunun içindir ki Ankara'dan bahsederken Hammer de söyle söyleyecektir: "Iskender'in, Küçük Asya'daki fetihlerinin kuzey noktasi olan bu sehir, Hilafetin ve Bizans Imparatorlugu'nun yükselis çaglarinda Amuryum (Anamur) gibi, Kostantiniyye (Istanbul) ve Islâm hükümdarlari arasinda sürekli bir çekisme konusu idi. Harun Resid ile Me'mun Ankara'yi feth ettiler. Harun Resid, Dogu Roma Imparatorlugu arazisi üzerindeki zaferinin hatirasini ebedilestirmek için Ankara'nin muhtesem iki kapi kanadini Bagdad'a nakl ettirdi. Ankara'nin elde bulunmasi, Murad için önemli idi. Zira Orta Asya ticaretinin merkezi, Suriye ve Ermenistan'dan Türkiye ve Kilikya sahillerine giden yollarin merkez noktasi idi. Küçük Asya'nin en zengin vilayetlerinden biri olan Ankara, eski çaglarda yagli kuyruklu koyun sürüleri, uzun ve yumusak tüylü keçileri ile meshur oldugu gibi zamanimizda dahi örtüleri, yünleri, bina harçlarinin saglamligi, otuz alti çesidi sayilan armutlarinin lezzeti, elmalari, üzümleri gibi meyveleri de az söhretli degildir. Ayas sulari da kaplica olmak ve içilmek için en sifali sulardir. Keza Ankara, pehlivan yetistirmek ve ibadethaneleri ile de söhret kazanmistir. |
SULTAN MURAD'IN TESKILATÇILIGI Murad Hüdavendigâr, Ankara'yi alip Karaman beyi tarafindan yapilan kiskirtmalarin sebep oldugu karisikliklari da bastirdiktan sonra gözlerini Avrupa'ya çevirdi. Bu arada Sultan Murad, zamanin gerektirdigi bazi yeni kanun ve tesislere de bas vurmaktan geri kalmiyordu. Nitekim kendisinden önce bir sefere baslamadan evvel o çagda en büyük ve mertebe bakimindan en yüksek sayilan taht merkezi olan Bursa kadiliginin, ordu kadiligi ile birlestirilmesini emr eder. Böylece ilk defa "kadiaskerlik müessesesi" dogmus oldu. Böyle bir müessesenin teskiline de ihtiyaç vardi. Çünkü daha önce her sefere çikista rütbesi en yüksek olan taht kenti kadisi, seferlerde anlasmazliklari çözer, askerlerin törelere göre nizam içinde hareket etmelerine bakardi. Murad zamaninda asker sayisinda meydana gelen büyük artis, böyle bir makamin ihdasina ihtiyaç gösterdi. Savasta ve barista islerin yürütülmesi, anlasmazliklarin giderilmesi, her türlü özel durumlarin incelenmesi ve terekenin hesaplanmasi görevlerinin kadiaskerlere birakilmasi uygun görüldü. Böylece bu göreve getirilen kimse, asker olan ve olmayan idareciler üzerinde üstün bir kontrol hakkina sahip bulunacaktir. O siralarda Bursa Kadisi olan Çandarli (Cendereli) Kara Halil Hayreddin Pasa en selahiyetli kisilerden ve kadilarin en ulularindan oldugu için bu göreve getirilmis oldu. Sultan Murad, zaman ve sartlarin gerektirdigi yenilikleri yapma ve tedbirlere bas vurmaktan çekinmiyordu. Gerçekten, atalari en büyük çocuklarini ordulara komutan tayin ederek onlari beylerbeyi sifati ile ülkeler zapt etmeye gönderiyorlardi. Sultan Murad'in, delikanlilik çagina gelmis oglunun bulunmamasindan dolayi en kidemli beylerden ve saltanatin temel direklerinden olan Lala Sahin Bey'in, asker ve ordunun tertibi, savas araçlarinin saglanmasi için "beylerbeyilik" görevi ile basa geçirilmesi uygun görülmüstü. Bundan sonra o, deniz kenarinda, sayisiz askerin karsi tarafa geçisini saglayacak gemiler yaptirmakla da görevlendirildi. Hammer, Beylerbeyligin, hanedanin disindan birine verilmesini daha degisik bir açidan degerlendirerek söyle der: "Lala Sahin, beylerbeyi ünvaniyla Osmanli ordularina bas komutan oldu. Beylerbeyi me'muriyeti Ayni zamanda vezirlik görevini de içine almaktadir önceki padisahlar zamaninda onlarin en yakin akrabasina veya büyük ogullarina verilirdi. Nasil ki Orhan'in biraderi Alaeddin ve ondan sonra oglu Süleyman'in bu iki hizmeti idare ettiklerini görmüstük. Murad, bu sistemde bir karisiklik ve saltanat için bir tehlike sezerek bundan sonra ogullarini müsavere meclisine kabul etmemek ve asker bas komutanligini yabancilara tevdi' etmek suretiyle eski usûlü bozdu. Hükümete yeni bir güven veren bu sistem, Birinci Murad'dan sonra gelenler tarafindan da degistirilmemis ve ona uyulmustur. |
SULTAN MURAD'IN RUMELI SIYASETI Lala Sahin Pasa'nin orduyu toplamasi ve askerî hazirliklarin yapilmasindan sonra Rummeli yakasina geçildi. Padisah ilk önce kardesi Süleyman Pasa'nin mezarini ziyaret edip onun adina ve sevabi ona ait olmak üzere sadaka dagitmisti. Sultan Murad bununla da yetinmeyerek onun adina vakiflar tesis etmisti. Bundan sonra hükümdar cihad için yoluna devam etmisti. Ilk önce Gelibolu'dan fazla uzakta bulunmayan ve Elespon üzerinde kurulmus olan Bontos kalesi kusatildi. Kale tekfuru böyle sayisiz ve heybetli bir ordunun karsisinda tutunamayacagini anlayip kaleyi teslim eyledi. Bundan sonra da Çorlu üzerine yürüyen Sultan Murad, orayi da fethederek yeniden ele geçirdi. Daha önce belirtildigi gibi Edirne'ye varip orayi da fetheden Murad Hüdavendigâr, artik Balkanlar'da yerlesmek, mekan tutmak ve orayi yurt edinmek üzere buraya yerlesir. Bilindigi gibi Edirne, Meriç, Tunca ve Arda nehirlerinin kavsak noktasinda bulunmaktadir. Bu bakimdan buranin gülsuyu ve gülyagi Misir ve Iran'dakilerle boy ölçüsecek bir durumdaydi. Sabunu, Suriye sabunlarini, sekerlemeleri Konya'ninkileri aratmazdi. Yerinin ve halkinin güzelligi dillere destandi. Osmanlilar, burayi Cenab-i Hak tarafindan özellikle korunan ve medeniyetçe pek ileri bir sehir saymislardir. Burasi sehri süsleyen yapilar, saraylar, çarsilar, camiler, okullar ve köprüler bakimindan pek çok seyyahin dikkatini çekmekteydi. Gerçekten de Edirne, askerlik, siyaset ve ticaret münasebetleri bakimindan sahip oldugu stratejik mevkii dolayisiyla Osmanli padisahlarinin taht merkezi olmaya degerdi. Bununla beraber Sultan Murad, ikametgah olarak Dimetoka'yi seçmis ve orada bir saray yaptirmisti. Sultan Murad'in, Edirne yerine Dimetoka'yi seçmesinin sebebi, o dönemde Dimetoka'nin daha bayindir ve mamur olmasi ile sarayinin Edirne'dekine göre daha iyi olmasi olarak gösterilmektedir. Padisah, Beylerbeyi Lala Sahin Pasa'nin Edirne'de oturmasini ve Kuzey Trakya'da fetihlere devam etmesini istemisti. Bu arada Evrenos da bu bölgenin güneyinde Gümülcine ve Vardar gibi yerleri aldi. Bu iki sehirde Evrenos'un hatirasi, sadece bunlari feth etmis oldugu için degil, fakat birçok cami ile kervansaray yaptirdigi ve onlar için yeteri kadar tahsisat bagladigi için de sakli kalmistir. Lala Sahin'e gelince o, zafer sancaklarini Balkan eteklerine kadar ulastirmis ve en önemli yerlerden olup Belgrad'a kadar bütün memlekete pirinç vermekte olan iki Zagra (Eski ve Yeni) ile Filibe'yi almistir. Lala Sahin de Evrenos gibi Osmanli ülkesine kattigi sehirlere ziynet veren ihtisamli yapilarla adini yasatmistir. Bunlar arasinda Filibe'de iki ok atimi uzunlugunda ve iki arabanin yanyana geçebilecegi bir tas köprü anilabilir. Lala Sahin Pasa'nin, Zagra'yi feth etmesinden sonra Osmanlilarin eline pek çok esir düsmüstü. Esir sayisi o kadar artmisti ki, bir adamin degeri yüz yirmi bes akça gibi çok az sayilabilecek bir meblaga düsürmüstü. Hoca Saadeddin Efendi, gerek bu dönem ve gerekse önceki dönemde ortaya çikan "Pencik vergisi” hakkinda bilgiler verir. Buna göre Karaman'da dogan fakih Kara Rüstem, Karaman'dan Sultan Birinci Murad'in yanina gelir. Elde edilen diger ganimetlerin taksiminde olan uygulamanin esirler konusunda uygulanmadigini ve seriatin emr ettigi beste bir vergi ödemenin yapilmadigini görür. Bunun üzerine hemen devrin kadiaskeri olan Çandarli Kara Halil'in huzuruna çikip diger ganimetlerden alindigi gibi esirlerden de beste bir hissenin devlet için alinmasi gerektigini söyler. Çandarli Halil'in, durumu Sultan'a arz etmesi üzerine o da Kur'an ve Sünnetin gereginin yerine getirilmesini ister. Durumun takdiri için toplanan bir hey'et, her esir için 125 akça fiyat takdir eder. Bu fiyatin beste biri olan 25 akçanin pencik (humus) vergisi olarak devlet adina alinmasina, bu isin tedviri için de Kara Rüstem'in memur edilmesine karar verir. Sultan Murad, Edirne'den Bursa'ya dönünce komsu hükümdarlara Edirne'nin feth edildigine dair fetihnameler gönderdi. Bunlardan birinin örnegi Feridun Bey Münseati (I, 93)'te verilmektedir. |
BALKANLAR'DA OSMANLILAR'A KARSI KURULAN ILK ITTIFAK VE SIRP SINDIGI SAVASI Osmanlilar, ele geçirdikleri yerlerde teskilât kurup arazi islerini tanzim etmeye çalisirlarken, Sirp ve Bulgarlar da Edirne ile Filibe'nin geri alinmasi için faaliyetlerde bulunup papa vasitasiyle Avrupa'yi harekete geçirmek istiyorlardi. 1364 yilinda Filibe'yi Osmanlilara teslim ederek ailesi ile birlikte Sirbistan'a gitmis olan Rum kale komutani, Sirbistan krali besinci Uros'a bas vurarak Türk kuvvetlerinin azligindan bahis ile onu Osmanlilar aleyhine kiskirtir. Sayet simdi bu isin üzerine ciddiyetle varilmaz ve göz yumulacak olursa vaziyetin ileride çok daha vahim olacagini bildirir. Bundan baska Papa V. Urban'in tesviki ile Macar Krali Layos basta olmak üzere Bulgar, Sirp, Eflak ve Bizanslilar arasinda bir ittifak saglanir. Balkanlar üzerinde bir nüfuz kurmak isteyen Macar Krali, bu ittifak neticesinde Osmanlilara karsi yapilan sefere bizzat istirak eder. Müttefik kuvvetlerin, Türkleri Balkanlardan atmak için Meriç vadisi boyunca Edirne'ye dogru yürümesi üzerine Edirne'de bulunan Lala Sahin Pasa, bu tehlikeli durum karsisinda derhal Bursa'da bulunan Sultan I. Murad'a haber göndererek yardim ister. O, bununla da kalmayarak, maiyyetindeki komutanlardan Haci Ilbeyi'ni de 10.000 kisilik bir kuvvetle ileri gönderir. Haci Ilbeyi, müttefikler Meriç nehrini geçtikten sonra onlara yetisebilmisti. Haci Ilbeyi, Meriç nehrini geçen ve kendilerine mukabele edilmedigi için pervasizca hareket eden düsmanin gaflet ve sarhoslugundan istifade edip cesurane bir karar verir. Haci Ilbeyi 10.000 kisilik akinci kûvveti ile gece yarisi düsman ordugâhina üç koldan baskin yapar. Asil büyük Türk ordusunun kendilerini bastigini zanneden Haçlilar, büyük bir bozguna ugradilar. Bir kismi kirildi, bir kismi da Meriç'te boguldu. Gün dogarken kalabalik düsman ordusunun imha edilmeyen döküntüleri kendilerini Meriç nehrine zor attilar. Bunlardan büyük bir kismi da nehirde boguldu. Macar krali Layos ise canini zor kurtardi. Rivayete göre bu kurtulusunu devamli olarak boynuna asili vaziyette üzerinde tasidigi Meryem'in tasvirine haml ettigi için memleketine döndügünde bir sükrane isareti olarak onun adina bir kilise yaptirmisti. Osmanli tarihlerinde Sirp Sindigi, yabanci tarihlerinde ise Meriç veya Çirmen muharebesi diye bildirilen bu zafer ile Edirne ve Bati Trakya daha da emniyet altina alindi. Meriç nehri ise tamamen Osmanli kontrolüne girdi. Bu savasla Avrupa'da Osmanlilara karsi yapilan müsterek bir mukavemete büyük bir darbe indirildi. Sirp Sindigi savasi ile Türklerin Rumelide sür'atle ilerlemeleri saglandi. Bu sayede, Bosna'da oldugu gibi Balkan devletleri üzerinde de hakimiyet tesis etmek isteyen Macarlarin nüfuzu kirilmis oldu. Macarlarla Türkleri ilk defa karsi karsiya getiren bu savas, düsmanda öyle bir korku izi birakmistir ki, Hammer'in ifadesiyle bu korkuyu ancak Hunyad (Kazikli Voyvoda) gibi birisi onu izale edebilmistir. Osmanlilarin, Balkanlardaki basarisi, Papa'yi yeni bir ittifak kurulmasi arayis ve tesebbüsüne sevk etti. Bizans Imparatoru, Macar Krali ve Italya'daki prenslerle is birligi yapmaya çalisan Papa, Türklere karsi Haçli seferi açildigini bildiren bir bildiri yayinladi. Ancak buna tek ciddi cevap, Savoy Dükü U. Amadeo'dan geldi. Amadeo'ya bagli bir filo, 1366 yilinda Gelibolu'yu ele geçirip tekrar Bizanslilara verdi. Fakat bu sirada Türkler, Trakya bölgesine, durumun kendilerini pek etkilemeyecegi kadar yerlesmislerdi. Zaten kisa bir süre sonra Gelibolu tekrar alinacakti. Sultan Murad, müttefik düsman kuvvetlerinin Edirne üzerine geldikleri haberini alinca derhal kuvvetlerini toplayip yola koyuldu. Fakat daha önce yol üzerinde bulunan ve icabinda Rumeli'den dönerken korsan gemileri ile kendilerini tehdid edecek olan ve Katalan'larin elinde bulunan Biga'yi bizzat kendisi karadan, Edincik ve Gelibolu'dan getirttigi donanma da denizden muhasara etmisti. Böylece hem denizden hem de karadan kusatma altina alinan Biga zapt edilmisti. Biga'nin fethi esnasinda Sirp Sindigi zaferinin haberi gelmisti. Sultan buna çok sevinmis ve Allah'a hamd etmisti. Sultan Murad, Biga'daki evlerin gazilere taksim edilmesi ve kiliselerin cami haline getirilmesini de emr etmisti. Biga'nin fethinden sonra Bursa'ya dönen Sultan Murad, Sirp Sindigi muzafferiyetinin sükranesi olarak Bilecik'te bir cami. Yenisehir'de bir imâret ve Gazi Erenlerden Postin pus Baba'ya bir tekke; Bursa hisarinda bir cami ile Çekirge'de bir imâret, medrese, kaplica ve han yaptirmisti. Sultan Murad'in yaptirdigi bu hayir isleri ile ilgili olarak vakfiyesinden ögrendigimize göre o, bütün bunlari ahiret azigi olarak insa ettirmis ve bunlara vakiflar tahsis etmistir. Anlasildigi kadari ile Osmanlilar, Trakya'da kazandiklari bu Sirp Sindigi zaferi ile gururlanip gevsemediler. Gerçek gayeleri, Balkanlar'da yerlesip yurt tutmak oldugundan bu Haçli seferi kendilerini ikaz ettigi için arkadan gelecek olan tehlikelere karsi daha çok hazirlikli bulunmayi gerektiren tedbirleri almaktan geri kalmadilar. Muharebe ve dönemin siyasî olaylari icabi 1365 yilinda devlet merkezini Bursa'dan Edirne'ye nakl ettiren Sultan Murad, kilicini yeniden kinindan çikarmak lazim geldigini anlamisti. Zira barut kokusunu yakindan almaya baslayan Hiristiyanlik âlemi, artik kendileri için ortaya çikan bu tehlikenin farkina varmis bulunuyordu. Bu sebeple Haçli seferlerini bir daha denemek isteyeceklerdi. Merkezin, Edirne'ye nakl edilmesinden sonra bu yeni taht sehri, saray, cami, medrese, imâret gibi hayir eserleri ile dolduruldu. |
SÜNNET DÜGÜNÜ ve BURSA'DAKI HAYIR ESERLERI Sultan Murad, Avrupa'da fetihlere devam etmek üzere Bursa'dan hareket etmeden önce üç sehzadesi Bâyezid, Yakub ve Savci'nin sünnet dügünlerini yapti. Gerek bu dügün gerekse Bursa'da yapilan eserler hakkinda Hoca Saadeddin, su bilgileri vermektedir: "îhsan ve lütfu bol olan padisah, sapiklik yapilarini tek tek yikarak ülkeler feth ederken bütün puthaneleri viran eylemisti. Ama bundan sonra hayir yapilarini onarmak ve faydali binalari arttirmak gayesiyle bütün gayretlerini sarf etmisti. Iyilik yapmak, adaletle hüküm sürmek, halki koruyacak tedbirleri almaya devam etmek ve Hz. Peygamberin sünnetini yüceltmek için elinden geleni yapiyordu. Tahtkent Bursa'da nüfus o kadar çogalmisti ki, cami ve mescidleri artirmak, imâret ve ibadethaneleri yeniden ele almak gerekiyordu. Çevre ülkelerde, güzel yaradilisli padisahin adaleti, ihsani ve basarili olanlari yükselttigi duyulmus oldugundan faziletli insanlar padisahin, otagini ziyarete heveslenmislerdi. Taninmis bilginlerin artisi ve kerem sahibi kisilerin çogalmasi her gün biraz daha kendini hissettirdiginden, gelip gidenleri agirlamak bu makamin sahibine aid olmakla ve geçmis hükümdarlarin tutumlari da dikkate alinarak âlimler ve fazilet sahibi kimseler için konaklayacaklari binalari yaptirmak da ona düsmüstü. Ilmin yayilmasi yolunda medrese ve egitim müesseseleri insa ettirilmesini öngördükleri kadar, temiz inançlari ve saf duygulan ile her zaman âbid, zâhid ve sâlih kisilerden, mesayih ve irsad sahiplerinden (mürsid) dilekleri oldugundan bu gibilere, yurtlarindan ayri düsenlere (garib), fakir ve zavallilara oturacaklari yerlerin yapilmasini da buyurmustu. Anlatildigina göre bu mutlu günlerde Istanbul tekfuru, Yalova sahillerini yagmalamak ve Islâm topraklarina zarar vermek için bir kaç gemi ile asker göndermeye cesaret etmisti. Ama Allah'in yardimi, Islâm askerlerine siper olmus, böylece bu saskin gürûh (kalabalik) çevrilip yok edilmisti. Bu savasta ele geçirilenler arasinda bazi sanatkârlar da bulunuyordu. Öbür ganimetlerle birlikte bunlar da baglanarak padisahin otagina gönderilmislerdi. Bunlar içinde bir de becerikli ve hüner sahibi bir mimarin bulundugu anlasilinca hükümdar onu azad ederek yaptirilan hayir binalarina mimar ve usta basi tayin etmisti. Hükümdar, sarayin karsisina derhal bir cami yapilmasini emr etti. 767 (M. 1365) yilinda bu hayirli ise baslandi. Sehrin arka yakasinda hâlâ Kaplica adi ile bilinen temizlik ve güzelligi ile övülen bir hamam yaptirdi. Bunun yani basinda da bir imâret ve misafirhane ile mescid, mescidin üst katinda medrese ve ögrenci hücreleri insa ettirdi. Gerçekte bu iki cami de deger ve yapi bakimindan yerlerini bulmuslardir. Sofa ve eyvanlarinin genisligi, sütun ve kemerlerinin yapisi, iman ve inanan açik belgeleri olarak gözükür. Tamamlandiklari günden zamanimiza kadar sabahin ilk isiklarinin dogusundan uykuya çekilen ana kadar genis alanlarinda farz ve nafile namazlar eda olunur. Zikir ve tesbihler edilir. Yine Bursa'da, Gökdere'nin su taksim yerinde bulunan mescid de bu Gazi Hünkâr'in hayir eseridir. Ayrica Bilecik'te bir mescid, Yeni sehirde ise Postin pus demekle söhret bulmus olan dervis için de bir hankah yaptirmistir. Bunlara benzer daha nice yapilari vardir. Padisahlik burcunun yildizlan, devlet gögünün pariltilari olan sehzadeleri ki her biri birer çinar gibiydiler. Yani bunlarin Bayezid Han, Yakub çelebi ve Savci Bey'in Hz. Peygamber'in sünneti geregince sünnet edilmeleri, ülkeler sahibi sultanin arzusu olmakla saltanat otaginda el baglamis kisiler, dügün hazirliklarini yapmak ve gereken tertibati almakla görevlendirildi. Sözü edilen yilin ilk baharinda, çiçeklerin açtigi demde sevinç ve nes'e içinde öyle güzel dügün ve dernek edildi ki, bu gök kubbe, altin bir sahan gibi parlayan günes ve gümüs tabagi andiran ay'la donatildigindan beri, mislini görmemis. Isabetli tedbirler alan kisiler de benzerine rastlamamisti. Dernek kurulup davet edilenler yerlerini alinca sehzadelerin sünnet edilmeleri buyrulmustu. Ondan sonra seyhlere, bilginlere kiymetli hil'atler ve hediyeler verildi. Fakir ve fukara da kurulan sofralarda doyuruldu. En sonunda davetliler, kiymetli armaganlarini, sayisiz hediyelerini kerem sahibi sahin otagina sundular." |
BALKANLAR'DA YENI FETIHLER Sultan Murad, Bursa'dan Rumeli'ye geçip Bolonya zaferini kazandiktan sonra Edirne'ye dönmüs ve kisi orada geçirmisti. Bu esnada Vezir-i azam Çandarli Hayreddin Pasa'yi, Rumeli'nin bati yakasinda bulunan Borlu, Iskete (Iskeçe) ve Marolya kalelerini almak üzere buralara göndermisti. Evrenos Bey de Çandarli'nin idaresine verilmisti. Çünkü Evrenos Bey bu bölgeyi iyi taniyan bir kimse idi. Gümülcine'ye geldikleri zaman Hayreddin Pasa'nin bu sehirde kalmasi uygun görülerek Evrenos Bey, öbür beylerle birlikte Borlu ve Iskeçe üzerine yürüdü. Aldigi güzel tedbirlerle bu ülkeyi ele geçirip, halkini da yurtlarinda birakti. Kalelere de isi bilen ve durumu kavrayacak olan erleri yerlestirdikten sonra Marolya kalesine geldi. Marolya aslinda bir kadin olup adi geçen kalenin sahibi idi. Bu kadin, Serez hakiminin de akrabasi idi. Marolya, Serez'den yardim taleb etti. Oradan gelecek yardima güvendigi için baslangiçta direndi. Yigitçe savasti. Bu yüzden savas uzadi. Sonra Serez'den yardim gelmeyecegini anlayinca baris istemek zorunda kalip, kaleyi teslim etti. Sahibinin bir kadin olmasindan dolayi, daha sonra buraya "Avrathisari" dendi. Marolya kusatmasi devam ederken Sultan Murad, Serez üzerine de Deli Balaban adinda gözü pek bir yigidi göndermisti. Deli Balaban, Serez'i kusatma altina aldigi için Marolya'ya yardim gelmemisti. Sultan Murad, Balaban'a yardim etmek üzere Lala Sahin komutasinda kalabalik bir birlik gönderdi. Lala Sahin önce Kavala kalesine yüklenmis burayi bir hamlede zapt ederek gümüs madenlerini ele geçirmisti. Oradan da Drama kalesine yönelmis ve kaleyi kisa bir zaman içinde feth etmisti. Oradan da Zihne'yi ele geçirmisti. Halka karsi yumusak davranmis, herkesi kendi topraginda birakarak onlarin, sultanin adaletinden hosnud olmalarini saglamaya çalismisti. Bu sekildeki tutum ve davranisin bir sonucu olarak Serez kalesine de baris yolu ile girilmisti. Ondan sonra da Karaferye kalesinin halkini zimmîlik hukukuna tabi kilacagina inandirip söz verdikten sonra almisti. Feth edilen kalelerin bakim, onarim ve korunmasi islerini tamamladiktan sonra 776 (1374/1375) tarihinde toplanan ganimetlerle birlikte Sultan Murad'in yanina döndü. Sultan, bu kadar ganimeti ve ülkeleri kendisine baris eden Allah'a hamd ettikten sonra Bursa'ya dogru harekete geçmek istiyordu. Tam bu sirada Sirplarin kendi topraklarina hücum etmek gayesiyle büyük bir ordu ile harekete geçmek üzere olduklari haberini aldi. Bunun üzerine Sultan Murad, kalabalik bir ordu hazirlayarak büyük oglu Yildirim Bayezid'i otaginda birakarak Gelibolu'ya gitti. Oradan da hiç vakit kayb etmeden Sirp diyarina yöneldi. Sirbistan hükümdari, Islâm askerinin kalabalik oldugunu görünce, dizginlerini kaçis yönüne çevirerek hazine ve kiymetli esyalarini kalelere koyup, ekili araziyi yaktirip zahireyi yok ettikten sonra kaçip gitmisti. Ülkenin halki da daglara çekilerek memleketi hos birakmisti. Ülkenin bos ve ekinlerin yakilmis olmasindan dolayi askerler bir kitlikla karsi karsiya kaldilar. Dört ay kadar süren bu hareketin sonunda Semendire yakininda bulunan Nis kalesinin feth edilmesine karar verilir. Bizans'in en müstahkem dört mevkiinden biri ve Trakya, Sirp ve Panuni arasindaki ulasim noktalarinin merkezi olan Nis üzerine yürüyen Sultan Murad, zorlu ve kanli bir mücadele ile burayi ancak 25 gün sonra feth edebildi. Hoca Saadeddin'in ifadesine göre "kalenin saglamligina güvenen kâfir, O yörenin bütün malini bu kalede saklamisti." Buradan bir çok mal ve esir ganimet olarak alindi. Böylece ordudaki kitlik da giderilmis oldu. Büyük Konstantin'in dogum yeri olan Nis'in Osmanlilarin eline geçtiginin duyulmasi üzerine Lazar baris istemek zorunda kaldi. Hammer'in ifadesine göre her sene Padisaha bin libre gümüs göndermek istegi yerine getirildi. Hoca Saadeddin ise bu konuda söyle der: "Padisah'a layik hediyeler ve armaganlarla elçi gönderip, kulluklarini bildirip kapiya kabul edilmelerini diledi. Üç yillik harac çikartip cihan hakiminin otagina sundu. Ayrica her yil elli okka gümüs göndermeyi de kabul etti." Bundan sonra Nis kalesi ile çevresinin korunmasi için tedbirler alindi. Bu arada harp ve sefer yorgunlugundan gücünü yitirmis olan gazilere yurtlarina dönme izni verildi. Sultan Murad, ayni yil Sisman ile de baris yapti. Çünkü Sisman, Sultan Murad'a birçok hediye takdim etmis, bunun karsiliginda da sultan onu diger hükümdarlardan daha üstün tutmus, onu tekrar ülkesinin hakimi olarak yerinde birakmisti. Sadece her seferde padisahtan gelecek emre göre hazir olmasi gerektigi yolunda kendisine bir ferman verilmisti. Hammer, Sisman (Sosmanos)'in, vergi vermekten kurtulmak için kizini Sultan Murad'a verdigini belirtir. Sonunda Avrupa'da baris kurulmustu. Orhan'in oglu (Sultan Murad), bütün yorgunluklarini bir kenara atip artik dinlenebilirdi. Kisi, yeni devlet merkezi olan Edirne'de geçirdi. Murad, üzüntüsüz, kedersiz ve savassiz alti yil içinde devletin iç isleri ile ugrasti. Ordu teskilâti düzeltildi. Sipahilerin timar usûlü ve bir nevi ulastirma askeri olan "Voynuk"larin kurulusu, mükemmel ve olgun duruma getirildi. Askerî malikâneler (yurtluk)in timar ve zeâmete bölünmesi, bazi kurallara baglandi. Islâm'in diger sancaklarindan ayird edilmek üzere sipahi sancaklari için kirmizi renk seçildi. Hz. Peygamber, alemi (sancak) için günes rengini (sanyi) begenmisti. Fâtimîler zemin (yesil), Emevîler gündüz (beyaz), Abbasîler gece (siyah) renkleri almislardi. Osmanlilar da kan rengini kabul ettiler, Iran'da sofiler tarafindan o kadar saygi görmüs olan gök mavisi, birçok asirdan beri Bizans sarayinin ve devletin seçkin memurlarinin begendikleri renkti. Osmanlilar zamaninda bu renge hiç ragbet gösterilmedigi gibi mavi, Mûsevîlerin pabuç ve serpuslarina tahsis edilmistir. Voynuk teskilati, padisahin tebeasindan olan hiristiyanlardan meydana gelmis bir asker grubu idi ki, seferlerde bayagi hizmetlerde kullaniliyorlardi. Ahirlari temizlemek, atlarin bakimi ve arabalari sürmek bunlarin isi idi. Bu hizmetlerinden dolayi bunlar her türlü vergiden muaf idiler. Osmanli sancaklarinin renginin tanzimi, askerî malikânelerin islahi, voynuklarin tesisi gibi önemli kuruluslar, savasin sonuna dogru vefat eden Lala Sahin'in ölümü üzerine beylerbeyi seçilen Timurtas'in himmeti ile olmustu. |
ÇIRMEN ZAFERI Osmanlilarin Balkanlardaki fetihleri, kisa bir zaman diliminde gerçeklesmisti. Bir bakima 10 yil içinde Gelibolu'dan Sirbisbtan'a kadar gelinmis, Adriyatik Denizi'ne kadar nüfuz ve tesir sahasi kurulmustu. Avrupa, Osmanlilara karsi U. Haçli seferini tertipleyerek Sirp Sindigindan 7 yil sonra tekrar talihini denemek istedi. Bununla beraber bu defa ki kuvvetlerinin eskiye göre biraz daha az oldugu, esas ve temel kuvvetlerin Sirplar tarafindan teskil edildigi anlasilmaktadir. Tarihte Ikinci Meriç veya Çirmen savasi diye anilan bu muharebede Sirp Krali Vukasin ile kardesi veliahd prens Uglesa maktul düsmüslerdi. Eflak (Romanya) prensi ise kaçmisti. Savasin bu sekilde sonuçlanmasi üzerine Sirbistan'da hanedan ve iktidar degismisti. 26 Eylül 1371'de kazanilan bu zaferle, Osmanlilar için Makedonya'nin kapilari açilmisti. Eski idarecilerinin tahakkümünden bikan halk, buralarda yeni bir sistem ve adalet anlayisi getiren Osmanlilari bekliyordu. Zira Sirp ve Bulgarlarin idaresi Bizans'inkinden de kötü idi. Bu muharebe neticesinde Gazi Evrenos kuvvetleri tarafindan ikinci defa elde edilen Gümülcine'den baska Borla, Iskeçe ve Marolye; Kadiaskerlikten vezirlige yükseltilmis bulunan Kara Halil Hayreddin Pasa tarafindan da Kavala, Drama, Zihne ile Makedonya, Sirp kralliginin mühim sehirlerinden olan Serez ve daha sonra Karaferye zapt edildi. Sultan I. Murad, Serez ve havalisine Anadolu'dan asiretleri getirip yerlestirmisti. Osmanli Devleti'nin bu iskân politikasi, kurulustan itibaren devam etmekteydi. "Osmanli Devleti, kurulus devrinde konar-göçer Türk asiretlerini yeni alinan bölgelerin Türlestirilmesinde kullandigi gibi, yerlesik ahaliye nazaran savasçi vasiflari, bir disiplin ve teskilât içinde olmalari sebebiyle de anlari fethedilen bu bölgelere nakl etmistir. Nitekim Rumeli fatihi Süleyman Pasa zamaninda asiretlerin Rumeli'ye geçirilip iskân edilmelerinde, feth edilen topraklardan kaçan halkin yerini doldurmak gayesi de kismen rol oynamistir. Bu kabil iskan hareketleri, kurulus devrinde devletin sik sik müracaat ettigi sürgün usulü ile yapilmakta idi. Bunlarin yanisira sonradan Rumeli'den de Anadolu'ya insan topluluklari nakledilmistir. Osmanlilar'in daha Rumeli'ye geçtikleri andan itibaren Türk topluluklarinin buraya nakledildikleri bilinmektedir. Türk topluluklarinin Rumeli'ye nakledilmeleri sirasinda, devlet tarafindan kendilerine zengin topraklar vermek, bütün akrabalari ile geçecek olanlara ise yurtluk, toprak ve timar gibi imtiyazlar tanimak suretiyle mühaceret tesvik edilmistir. Bu durum, fütuhati tesvik amaci tasidigi kadar, memleketin senlendirilmesi ve iskani gayesini de tasimaktaydi." Çirmen zaferinden faydalanan Türk akincilari, bir taraftan Adriyatik sahillerini, diger taraftan Yunanistan'a inerek Attika yarimadasini taradilar. Bu sekilde Osmanli Devleti'nin tesir sahasi, hemen hemen bütün Balkanlari içine alan bir genislige ulasti. Çirmen zaferinin meyveleri derhal toplanmaya baslandi. Bunun için Sultan Murad, Rumeli fütûhati plânini emin, metin ve seri adimlarla gerçeklestirmeye çalisiyordu. Bu plânin iyi bir sekilde uygulanabilmesi için de gerekli tesebbüslerde bulunuluyordu. Nitekim bu maksatla Evrenos Bey, uc olarak kabul edilen Serez'i kendisine merkez yapti. Fakat daha sonra Bizans Imparâtorunun oglu olan Selanik valisi Manuel, Serez'i ele geçirmek için bir ayaklanma tertipledi ise de bu ayaklanma vezir Halil Hayreddin Pasa tarafindan bastirilmisti. Bütün bu muvaffakiyetlerden sonra Osmanli kuvvetleri, Vardar nehri vadilerine girerken karsilarinda durabilecek bir kuvvet kalmamisti. Böylece bir buçuk veya iki sene gibi, harp ve devletler tarihi için çok az denebilecek bir sürede Vardar'in dogusundaki yerler Osmanli hakimiyeti altina girmisti. Bu esnada akinci kuvvetleri de Balkan yarimadasinin batisina dogru akinlarina baslamislardi. Bulgar Krali Sisman ile Makedonya Sirp Krali'nin Samakov'da birlikte maglup olduktan sonra Köstendil'in elden çikmasi beklenen bir hadise idi. Hammer'in ifadesine göre, birçok kaplicasi, hasmetli kubbelerle örtülü on iki kükürtlü suyu, sehrin her tarafina içilecek su dagitan kanallari ve dagdan inen irmaklarla sulanan bahçeleri ile taninan Köstendil, ayni zamanda yakinlarinda altin ve gümüsten para basilan bir yer olmasi bakimindan da dikkat çekerdi. 1372 yilinda Köstendil ile çevresi feth edilerek burada bulunan Bulgar Prensi Çariçe Evdokia'nin oglu Kostantin, her türlü vergiden muaf olma karsiliginda sehrin (Köstendil) anahtarini Sultan Murad'a teslim etti. Böylece Kostantin, Osmanli hakimiyetini kabul ile vergi ve gerektiginde asker vermeyi taahhud etti. Hoca Saadeddin, Köstendil'in fethi ile ilgili olarak sunlari söyler: "Adaleti ile ülkeleri tutan padisah, Allah'in verdigi destek ile açilan bahtini degerlendirerek cihad töresini sürdürmek ve yeni ülkeler zapt eylemek için bütün tedbirlerini almis bulunuyordu. Devletin gelismesi ile kendi öz benliginde yeni fetihlerin ve özlenen basarilarin belirmis olmasi, onu cihad sancaklarini açma yolunda bütün gayret ve himmetiyle çalismaya yöneltmisti. Rumeli uclarinda cihad yolunda ugrasan iyi niyetli beylerin, ülkeler feth eden padisahi çagirmalari üzerine 773 (M. 1372) yilinin baharinda büyük bir ordu ile tekrar Rumeli yakasina geçti. Ilk is olarak Lala Sahin'in Köstendil bölgesinde almis oldugu yerleri korumak ve geride kalan topraklar üzerinde kendi bayraklarini açmak için bu bölgeye hareket etti. Köstendil tekfuru olan Konstantin, ülkesinin genisligi ve ordusunun kalabalikligi ile çevrede taninmis, Bulgar diyarinin hükümdari, altin ve gümüs madenlerinin bulundugu bölgelerin de hâkimi olmakla söhret yapmisti. Gücünün üstünlügüne gururlanarak çevresindeki "mulûke itaat etmez" bagimsizlik arzusu kara kafasindan çikmazdi. Ama ülkeler açan padisahin heybeti yüregine tesir etmekle onun üstün gücü ve kudreti ile kendi ülkesine dogru gelisi, devlet ve ikbal ile üzerine yürüyüse geçtigi haberi kulagina ulasinca, yenilecegini anlamis ye boyun egme yolunu tutmasi gerektigini kavramisti. Bunun için Kostantin, padisahi kendisine layik hediyeler ve degerli armaganlarla karsiladi. Sahip oldugu kalelerin anahtarlarini teslim ederek kulluk yolunda gerekenleri yerine getirdi. Böylece padisahin iltifatini kazanmakla sevindi. Ödeyecegi cizye ve harac ta tesbit edildikten sonra memleketini yönetme görevinin kendisine verildigini bildiren fermani aldi. Zamanin hükümdari da bu basaridan sonra tekrar Bursa'ya döndü." Osmanlilarin, Makedonya'yi feth ederek Köstendil'e gelmeleri Yukari Sirbistan despotu Lazar Grebliyanoviç'i, Sultan Murad'la anlasmaya zorladi. Lazar, Osmanlilara vergi ile birlikte asker vermeyi de kabul ediyordu. Bu sekilde kral, prens ve despotlarin hakimiyetini taniyarak vergi ve gerektigi zaman muharebelerde yardimci kuvvet vermeleri genis ölçüde fetihlerde bulunan Türk devleti için büyük faydalar ve basarilar temin etti. |
Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 17:30 . |
2000- 2025
Tüm bağışıklıklar ve idelerden bağımsız olan sözcükleri sarfetmeye mahkumdur özgürlük