Fatih Sultan Mehmed’in üçüncü oğlu olan Şehzade Cem,

23 Aralık 1459’da Edirne’de doğdu.

Babasının vefatından sonra tahtta hak iddia eden Şehzade

Cem, vali bulunduğu Konya’dan topladığı orduyla

Bursa’yı aldı.

Ancak ağabeyi II. Bâyezid’le yaptığı savaşı kaybederek Mısır’a

kaçtı.

Daha sonra yeniden Anadolu’ya geçen Cem Sultan, ikinci

teşebbüsünde de başarılı olamayınca Rodos’a sığındı.

Şövalyeler tarafından Roma’ya götürülen talihsiz şehzade,

çeşitli siyasî oyunlara âlet edilerek üç yıl orada tutuldu.

Bir süre Fransa’ya da götürülen Cem Sultan, sonradan

İtalya’ya geri getirilerek, ölümüne kadar papaya esir oldu.

25 Şubat 1495’te papa tarafından zehirlenen talihsiz

şehzadenin cesedi Bursa Muradiye Camii hazîresine gömüldü.

***

Papa, bir sohbet sırasında Cem Sultan’a;

“–Eğer İslâmiyet’i bırakıp Hıristiyanlığı kabul ederseniz, sizi

Osmanlı tahtına oturturuz.” dedi.

Cem Sultan, papaya şu tarihî cevabı verdi:

“–Bana Osmanlı tahtını değil, dünya imparatorluğunun tahtını


dahî verebileceğinizi bilsem, yine de dinimi terk etmem!”


BİR SÖZÜ BİN
DİNARA!

28 Ağustos 1609’da dünyaya gelen Sultan IV. Murad,

on bir yaşında tahta çıktı.

Yaşının küçüklüğü sebebiyle devleti uzun süre annesi Kösem

Sultan’la Sadrazam, birlikte yönettiler.

1635’te Revan Seferi’ne çıkan padişah, üç yıl sonra da Bağdat’a

sefer düzenleyerek bu şehri İranlılardan geri aldı.

Sultan IV. Murad, gerek idaresi, gerek cesaretiyle Osmanlı

sultanları arasında önemli bir yere sahiptir.

Uzun boylu, geniş omuzlu, çok kuvvetliydi.

Kılıç, ok, harbe ve gürz gibi silâhları büyük bir maharetle

kullanırdı. Topkapı Sarayı avlusunda,

İran’a yaptığı iki seferin adını taşıyan Bağdat ve Revan

köşklerini inşa ettirdi. 9 Şubat 1640’ta vefat eden Sultan IV.

Murad, Sultanahmet’te bulunan Sultan I. Ahmed Türbesi’ne defnedildi.

***

Sultan IV. Murad, Bağdat Seferi’ne çıkmadan önce, devrinin

ilimde, irfanda, siyasette ve sanatta kalburüstü sınıfını

huzuruna çağırarak gönüllerini hoş eylemek istemişti.

Davet edilenler arasında devrin meşhur hattatı Tokatlı İmam

Mehmed Efendi de bulunuyordu. Sohbetin sonunda padişah,

Mehmed Efendi’ye, Bağdat Seferi’nden dönünceye kadar bir

Kur’ân-ı Kerim yazmasını emretti. Mehmed Efendi;

“–Kulunuz bu bazara girmem. Bahasını tayin buyurun ki,

teşrifinize dek hem dua, hem de şevk ile resîde-i intihâ olur

inşâallâhu Teâla.” karşılığını verdi. Esasen bu karşılık sultanın

öfkesini celbedebilirdi. Fakat hünkâr büyük bir sükûnet içinde

sordu:

“–Matlûbun ne miktardır?”

“–Bin kuruştan aşağı yazamam!”

Sultan IV. Murad:

“–Bin kuruş yerine bin altın verilsin!”

Hattat, gördüğü ihsandan memnundu. Sultan, Bağdat

Seferi’ne çıkarken, İmam Mehmed Efendi, göz nûrunu yakıt

ettiği kandillerinin yanına döndü.

Aradan iki sene geçmişti. Bir gün sultan, Bağdat Fâtihi olarak

avdet etti. Kendisini tebrik için huzura çıkanlar arasında

Mehmed Efendi de vardı. Padişah onu görür görmez Kur’ân-ı

Kerîm’i sordu. Sanatkâr, onu kendi elleriyle hünkâra takdim

etti. Kendisi de iyi bir hattat olan sultan, eseri titizlikle

inceledikten sonra;

“İmam Efendi, bu mushafın âhiri evvelinden daha güzel

olmuş, niçin mutâbık olmamış?” diye sordu.

Hattat şöyle

karşılık verdi:

“–Evâili, feth-i Bağdat endişesiyle; evâhiri, fetih sevinci ve size

kavuşma hayaliyle yazıldı.”

Bu cevap sultanın çok hoşuna gitti.

Hattata bin altın daha ihsan edilmesini emretti.

O zaman bu olay için;

«Satılık bir sözü bin dinara» diye tarih düşürülmüştü.

(Sultan IV. Murad’ın Kur’ân’ı Kerîm’ine ve bir sözüne 1000’er altın verdiği hattat, K. Çığ, Tarih Dünyası, 1983, s. 3.)


ÖLÜRSEM ŞEHİD OLURUM!

Sultan II. Abdülhamid, 21 Eylül 1842’de doğdu.

Babası Sultan Abdülmecid’dir. Annesini 11 yaşında kaybetti.

Zeki, fakat fikir ve kanaatlerini dışa vurmayan bir karakter

yapısına sahipti. 23 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyeti ilân etti.

Otuz üç yıl süren hükümdarlığı sonunda, 26 Nisan 1909’da,

içinde Avrupa devletlerinin parmağı olan bir darbe ile tahttan

indirildi, Selanik’te bulunan Alâtini Köşkü’ne hapsedildi.

Balkanlar’ın işgali üzerine, İstanbul’a getirilerek Beylerbeyi

Sarayı’na konuldu. 10 Şubat 1918’de vefat eden Sultan II.

Abdülhamid, Dîvanyolu’nda bulunan Sultan II. Mahmud

Türbesi’ne defnolundu. Vatansever, dindar ve hayırseverdi;

izzet, vakar, haysiyet ve namus sahibi bir hükümdardı.

***

Balkan Harbi sırasında, düşmanın Selânik’e yaklaşması

üzerine, İttihatçılar tarafından sultanın İstanbul’a

nakledilmesine karar verildi. Kendisine gazete verilmeyen

Sultan Abdülhamid, Balkan Devletleri’nin ittifakını

duymamıştı. Selânik’ten ayrılmak istemeyen sultana,

düşmanın şehre yaklaştığı anlatılınca;

“Ben de bir silâh alır, askerle birlikte memleketimi müdafaa

ederim; ölürsem şehid olurum!” diye cevap verdi.


NE ZAMAN BOŞ BULURSAM!

Tıp tarihçisi, folklorcu, koleksiyoncu, kütüphaneci, arşivci,

Türk süsleme sanatçısı, minyatürcü, hattat, müzehhip,

kısacası hezarfen bir ilim adamı olan Prof. Dr. Süheyl ÜNVER,

bundan 23 sene önce bu ay, 14 Şubat 1986’da İstanbul’da

vefat etti. Kültür hayatımıza sayısız hizmetleri bulunan Prof.

Ünver, Türk Tıp Tarihi Kurumu’nda otuz sekiz yıl genel

sekreter ve başkan olarak görev yaptı.


***



Dinimi terk etmem!








Bir gün Süheyl

ÜNVER Hoca, sık sık ziyaretine gittiği Süleymaniye

Kütüphanesi Müdürü Muammer ÜLKER’e uğradı. Selâm verip, biraz soluklandıktan sonra şöyle dedi:

“–Yolda kime rastladım biliyor musunuz?”

“–Kime hocam?”

“–Azrâil’e rastladım!”

Muammer ÜLKER şaşırmıştı. Hoca devam etti;

“–Ona, beni ne zaman alacaksınız?” diye sordum.

“–Peki, ne cevap verdi hocam?”

“–«Ne zaman boş bulursam o zaman alırım.» dedi. İşte ben de

bu yüzden, hep kütüphaneleri geziyor; çalışıyor, çalışıyorum.

Asla boş zaman bırakmamaya itina ediyorum!”


İKİ GÜN SONRA ALIRIM!

1882’de Trabzon’da doğan hiciv ustası şair Halil Nihad

BOZTEPE, orta öğrenimini Trabzon Askerî Rüştiyesi ve

İdâdîsi’nde tamamladıktan sonra Fransız Mektebinde Türkçe

öğretmeni olarak göreve başladı. Bu arada Düyûn-i

Umûmiye’de memurluk yaptı. 1927’de Gümüşhane, 1931’de

Trabzon mebusu olarak meclise girdi. 1949 yılında İstanbul’da

vefat eden Boztepe, kibar ve yardımsever bir kişiliğe sahipti.

Halil Nihad, dîvan şairlerine yazdığı hiciv tarafı ağır basan

nazîrelerle tanınır. Eserlerini, Sihâm-ı İlhâm, Âyine-i Devran,

Ağaç Kasîdesi isimleri altında kitaplaştırmıştır.
***
Halil Nihad Bey, bir ayakkabı mağazasına girerek, ayağına

uygun bir ayakkabı almak ister. Fakat beğendiği ayakkabının

ayağını sıkması üzerine satıcıya şöyle sorar:

“–Bunlar çok sıkıyor, başkası yok mu?” Kunduracı:

“–Yok, ama bunlar tam size göre; iki gün sonra açılır, rahat

edersiniz.”

Boztepe’nin muzipliği tutar:

“–Öyleyse iki gün sonra alırım.”

Yazar Handenur YÜKSEL