HZ. MUHAMMED (s.a.a.v.) NEDEN İSLAM ŞERİATINI ANCAK SAVAŞARAK KURDU DA İSA PEYGAMBER SAVAŞSIZ BİR ŞEKİLDE HİRİSTİYAN ŞERİATINI KURABİLDİ?





Bu başlık altındaki konu, amme halk arasında tedavül edilmekte ve bu arada bilgiçlik taslayan kimilerine göre İslamiyet’in bir ayıbı olarak kabul edilmektedir.

Özellikle Avrupa’da iş kapıları açılınca Almanya, Hollanda ve diğer Hristiyan ülkelerde çalışan kardeşlerimiz; beraber çalıştıkları Hristiyan arkadaşları tarafından yöneltilen bu soru karşısında sıkışıp kalıyorlar.

Evet, iki peygamber arasında böyle bir fark vardır. Oysa her ikisi Allah’ın elçisi ve Allah’ın emirlerini uygulamaya çalışıyordu. Hz. İsa, eğer Hz. Muhammed’ in düştüğü çetin ortamın içine düşmüş olsaydı o da kuşkusuz savaşmak zorunda kalırdı. Ancak Hz. İsa, genel olarak halk tarafından tutulmaktaydı. Halk içinde söylediği öğüt ve hikmetli sözleri, halkın iliklerine kadar işliyordu. Ağlayarak onu dinliyorlardı. (Bernaba İncili s.14)

Ferisiler ve Saddukiler denilen kimi zümreler dışında herkes canı gönülden kendisine bağlıydı. Kâhinler, reisler ve halkı sömüren menfaat düşkünü çıkarcılar onu öldürmek istiyorlardı. Fakat halktan korktukları için Ona hiç bir şey yapamıyorlardı. (Bernaba İncili s.14)

Hz. İsa da savaşa hiç lüzum görmüyordu. Zira valiler ve krallar bile onun hakkında karar veremiyorlardı. Bu arada Kral Hridor, onun hakkında kararsızdı. Bununla beraber amme halk, ona sevgi ve bağlılık duyuyordu. Bundan dolayı İsa hazretleri, hoşgörü ve affedici ruhunu taşıyordu. Öyle ki “Sağ yanağına tokat atana, solunu ver.” sözü çok meşhurdur.

Hz. Muhammed ise çok kritik bir ortam içinde geldi. Kureyş kabilesi, liderlik hevesi içinde birbirini hazmetmeyen ve birbirine sinsi bakan kollara ayrılmıştı. Her bir kolu diğerinin önüne geçmek için çırpınıyordu. Bu vahim durum, Hz. Peygamberin 5. atası Kusey döneminde başladı. Kusey, Kureyş kabilesini toplayıp modern bir teşkilatla onu devlet şekline büründüren büyük oğlu Abdüddar’ı diğer kardeşlerine üstün tutup elinde bulunan bütün yetkileri ona vermek istedi. Ancak Peygamber’in dedesi olacak diğer oğlu Abdmenef, kabilede ve halk içinde daha fazla tutuluyor ve seviliyordu. Zaten bir inceleme yaparsak Hz. Peygamber’ in nesep zincirinde olan kişilerin her birinin, diğer kardeşlerine üstünlük sağlamış olduklarını göreceğiz. Kusey öldükten sonra Abdmenef, ağabeyi Abdüddar’a karşı çıktı ve onu münafereye davet etti. Münafere; yarışan iki tarafın kabul ettiği bir hakem huzuruna çıkmasıdır. Buna göre hakem kime üstünlük verirse, rakip taraf hiçbir şekilde itiraz göstermezdi. Bu sınavı Abdmenef kazandı ve bu bakımdan tüm Abdüddar sülalesi, Abdmenefoğullarını kıskandı ve onlara karşı cephe tuttu. Hz. Muhammed, Abdmenef soyundan geldiği için Abdüddar sülalesi, Emevilerle bir olup Haşimiler’e karşı çıktı. Emeviler yine Haşimileri kıskanıyorlardı. Ve onları en tehlikeli rakip olarak görüyorlardı. Zira Haşim ve Abdşems, Abdmenef’ in oğulları olarak ikiz doğdular. Haşim, kardeşi Abdşems’in ilerisindeydi. Abdşems her ne kadar suskun davrandıysa onun oğlu Ümeyye (Emevilerin babası), amcası Haşim’e karşı çıktı ve amcasını münafereye davet etti. Haşim, münafereyi bir şartla kabul etti ki kaybeden taraf, kazanan tarafa elli deve verip Mekke’den çıkacak ve 10 seneye kadar dönmeyecek. Abdşems bu münafereyi kaybetti. Elli deveyi verdi ve Mekke’den çıkıp Şam’a yerleşti. Bu yenilgi tüm Emeviler’e ağır geldi. Bunun üzerine Ümeyye’nin oğlu Harp (Ebu Süfyan’ın babası), Haşim’in oğlu Abdülmuttalip’e karşı çıktı ve onu münafereye davet etti. Hakem, Harp’ i reddettiği gibi kendisine bir şiir de söyledi:

“Senin baban zânidir, onun ki ise iffetli ve Kâbe’yi fil ordusundan korudu.”( Zira babası Ümeyye, Şam’ da iken bir Hristiyan kadına tecavüz etmişti. Bu suçtan dolayı bilhassa eşraftan olanlar çok ayıplanır ve dile düşerler.)

İşte bu iki yenilgi Emevioğulları’na çok ağır geldi, onları hırpaladı ve zillet içinde bıraktı. Abdülmuttalip’ ten sonra Hz. Peygamber, semavi bir sesle ortalığı aydınlattı ve peygamberliğini ilan etti. Haşimilerle soy çekişmesine giren Emeviler, hemen karşı cephe tuttu. Bu arada Abdüddar’ın oğulları Mahzun, Sehm, Cemh ve diğer kabileler, yine Emeviler’in yanında yer aldılar. Önce Hz. Muhammed’i susturmak, durdurmak istediler. Daha sonra onu öldürmek için çare aramaya başladılar. Abdulmuttalip’in vefatından sonra Ebu Talip, Hz. Muhammed’i korumayı üstlenen bir duruma gelmişti. Kuduran Kureyşliler, Ebu Talip’in engeli karşısında hiçbir şey yapamadılar. Örneğin Ebu Talip bir süre Hz. Muhammed’i görmeyince onu merak etti, aradı, yine de bulamadı. Sabah olunca Hz. Muhammed, yine gelmedi. Kureyşlilerden birinin Peygamber’i öldürmüş olabileceğini düşündü. Hemen kabilenin 20 kadar gencini çağırdı. “Her biriniz kesici bir alet, kama ve benzeri bir şey alsın, gizlesin ve Kâbe’ ye girsin. Kureyşin büyükleri arasında oturup her biriniz beni beklesin. Ben Kâbe’ye girdiğim zaman eğer Muhammed yanımda değilse benden emir beklemeden her biriniz yanındaki adamı öldürsün.” dedi. Sonra Hz. Muhammed’i aramaya koyuldu ve onu buldu. Onunla beraber Kâbe’ye girdi. Kureyş büyükleri, Ebu Talip’in yüzündeki öfkeyi fark etti. “Ne var?” diye sordular. Ebu Talip gençlere “Ellerinizdeki bıçakları gösterin.” dedi ve ekledi: “İki gündür Muhammed’i görmedim. Birinizin öldürdüğünü sandım, size böyle bir düzen hazırladım ki böyle bir şeyin olması durumunda hepiniz ölecektiniz.” (Ettebakatül Kübra cilt 1 s. 186) Hz. Muhammed’i ne pahasına olursa olsun ortadan kaldırmak için her çareye başvurdular. Ama amcası Ebu Talip onlara hiç fırsat vermiyordu. Geceleri bile onun yatağını kontrol ediyor, gece yarısı yataklarından kaldırıp oğullarından birini onun yatağına yatırıyordu. Bu sıkı tedbirler karşısında aciz kalan müşrikler, aralarında bir karar aldılar ve tüm Haşimoğullarına ambargo uyguladılar. Onlardan hiçbir şey almayacak ve onlara hiçbir şey satmayacaklar ve böylece bütün alakalarını kesecekler. Haşimoğullarını, Ebu Talip Şiibi denilen bir yerde hasredip (sıkıştırıp) adeta bir tecrit yaşatmaya başladılar. Ebu Talip yine Hz. Muhammed’i bırakmadı ve tüm Haşimoğullarıyla birlikte bu korkunç duruma dayandı.

Burada kısa bir yorum yapmak isterim. Ebu Talip, Hz.Muhammed’ in en sıkıntılı günlerini paylaşarak kendisini korumaya devam ettiği halde nankör âlimlerimiz, onun hakkında kâfir raporunu verdiler. Hz. Muhammed’i sıkıştıran ve kamp hayatına zorlayanların ellerine cennet için bonservis verdiler. Buradan Ebusüfyan, Muaviye, Hind ve diğer sahte Müslümanları kastederken aklıma sözde ilk üç halife geldi. Onlar, Haşimilerden olmadıkları için kabilenin içinde hiçbir beis görmeden alışverişlerde ve pazarlarda çalışıp geçiniyorlardı. Bu olayları ben yazmadım. Sünni tarihçiler yazdı ve onlar bize ulaştırdı. Onlar yazarken bu önemli noktaya zerre kadar önem vermeden bas bas bağırıyorlar. Ebu Talip resmen İslam’a girmediği için güya cehenneme atılacak ve Ebu Süfyan, Muaviye, Hind ve zoraki Müslüman olanlar hepsi cennet ehli olacak. Sanki bu güzelim cennet, cennet değil de hâşâ sıradan bir meskenmiş. İşin en enteresan tarafı şu ki bütün ahkâm kesen İslam âlimlerinin hiçbiri, Hz. Peygamber’ in bu sıkıntılı günlerinde, üç büyüklerden herhangi bir yardım veya gıda maddesi geldiğini yazmıyorlar. Ancak Tarihçi İbn-i Hişam, kitabında müşriklerin safında olan Hz. Hatice’ nin bir yeğeninin, bir deveye buğday ve gıda yükleyip ve Şiib’in kapısına kadar geldiğini, kendisine mani olmak isteyen bir Kureyşliyi, yayıyla başına vurarak karşı koyduğunu yazmış. İbn-i Hişam, bu olayı yazdıktan sonra “Amborgaya karşı Hz. Hatice’nin yeğeni ve üç kişi daha giriştiler ve sahifenin (ambargo emirlerinin yazılı olduğu sayfa) kaldırılmasına çalıştılar.” demiştir.

Yani müşriklerden yardım geldi; fakat üç büyüklerden böyle bir zahmette(!) bulunan olmadı. Ama ilerde göreceğiz ki hilafeti kapma yarışında en önde yer alacaklardır. Ebu Talip’in yüceliğini hakkıyla yazmak için büyük bir cilt hazırlamak gerekir. İnşallah ileride özel bir kitap yazmak istiyorum. Zaten bu dergide kimi yazarlar bu konuya değinmiştir. Hatta arkadaşımız Mahmut Bayram, Ebu Talip başlıklı bir yazı yazmıştı. Zira bu konu, her Alevi’nin kalbinde yara gibi işleyen ezeli bir konudur. Ebu Talip’in eğer bir suçu varsa o da Ali’nin babası olmasındandır. Evet Ebu Talip, oğlu için kötülendi ve hakkında bu ortak rapor verildi. Zira Ali’yi kötülemek istediler. Fakat kötüleyecek bir şeyini bulamadılar. Eksik puan vermeye çalıştılar. Fakat devleşen kişiliğini hiç indiremediler. Hakkında gelen güzel özel hadisleri ya örtbas edip kaldırdılar veya başkasına mal ettiler. Fakat yine bu fışkıran ışık huzmelerini gölgeleyemediler. Zira bu ışıklar, gölgesiz ışıklardır.

Hz. Muhammed, amcası Ebu Talip’in vefatından sonra artık müşriklerin eziyetlerine tahammül etmedi ve Medine’ye hicret etti. Medine halkı kendisine kucak açarak canlarını önüne koydular. İslamiyet’in yayılma şerefinin Medine’ye nasip olmasını sağladılar. Kureyş kazan gibi kaynıyordu. Savaşlar, kalplerde kökleşen kin ve hınçları tatmin etmek için birbirini takip etti. Bedir, Uhud ve Hendek savaşları hep Ebu Süfyan’ın komutasında oluyordu ve en nihayetinde Mekke, Müslümanlarca fethedilme aşamasına geldi. Hz. Muhammed Mekke’yi savaşsız fethetti ve etraflarda olan kabileleri yine savaşsız İslam’a katmak istedi ve gerçekten bazı kabileler, İslam’ı savaşsız kabul etti. Hz. Peygamber, Cezime kabilesine Halit ibn-i Velit’ i gönderir ve “Sakın kimseye savaş açma’” diye sıkıca tembih eder. Halit, Cezime kabilesine gitti ve Peygamber’in verdiği emre aykırı olarak vurup öldürmeye başladı. Hem de nasıl? “Silahlarınızı bırakın” diye onlara aman verdikten sonra kılıçtan geçirmeye başladı. Yanında olup bu işi beğenmeyenlerden biri gidip durumu Peygamber’e haber verdi. Hz. Peygamber, ellerini yukarıya açıp “Ey Allah’ ım! Ben Halit’in yaptığından sana sığınıyorum.” dedi ve hemen Ali’yi çağırıp “Git şu Halit’in yaptığını tamir et, onların mal ve zararlarını telafi et.” dedi. Ve gerektiği kadar para verdi. Ali hemen gitti, öldürülenlerin diyetini (kan parası) ve yitirilen malların karşılığını verdi, bütün zararlarını karşıladı ve kendilerine “Ödenmeyen bir zararınız kaldı mı?” diye sordu. “Hayır” dediler. “Öyleyse Hz. Peygamber’in zimmetinde bir şey kalmasın, ihtiyaten şu artan paraları da veriyorum.” dedi. Artanları verdikten sonra dönüp yaptıklarını Peygamber’e anlattı. Hz. Peygamber: “Çok iyi ettin.” diyerek Ali’ yi taltif etti. (İbn-i hişam 3/28 ) Şimdi Mekkelilerle olan savaşlar öyle bitti. Daha sonra Kureyşliler ister istemez Müslüman oldular. Bu sefer diğer kabilelerden Müslümanlara savaş açıldı.

Hiçbir peygamber, kan akıtma arzusunda olmadığı gibi Hz. Muhammed de kan akıtma arzusunda değildi. Hz. İsa’nın zaman, mekân kısaca o zamanki koşullarına göz atıldığında, savaşa mahal olmadığı açıkça görülecektir. İslam dinini yaymak için Hz. Muhammed’i savaşa sürükleyen Kureyşliler, bu tarihe hoş olmayan bu damgayı vurdular.