Bunlar, her türlü pisliği getirip Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in kapısının önüne atarlardı. Fahr-i Kâinât Efendimiz’in rakîk ve temiz gönlü, komşularının bu çirkin muâmelesinden incinir:
“–Ey Abdi Menaf Oğulları! Bu nasıl komşuluk?!” diye sitem eder, pislikleri kapısının önünden yayı ile uzaklaştırırdı. (İbn-i Sa’d, I, 201)
Ebû Leheb, birgün yine aynı menfur hareketini yapmak üzereyken Hazret-i Hamza onu gördü.
Pisliği elinden alıp başının üzerine döktü. Ebû Leheb, bir taraftan pislikleri temizlerken, diğer taraftan da Hazret-i Hamza’ya hakâret ediyordu.162
Ebû Leheb’in karısı Ümmü Cemîl de Allâh Rasûlü’ne ezâ ve cefâ etmekte kocasından geri kalmaz, her gece dikenli ağaç dallarını büyük bir demet yapar, boynuna bağlar, geceleyin ayağına batması için
Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in geçeceği yollara atardı. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ise, ipek üzerine basar gibi onların üzerine basar geçerdi.163
Onların bu zulümleri sebebiyle haklarında Tebbet Sûresi nâzil olmuştu.
Ümmü Cemîl bunu duyunca, eline büyükçe bir taş alarak
Peygamber Efendimiz’i aramaya çıktı. Allâh Rasûlü, o esnâda Hazret-i Ebû Bekir ile birlikte Kâbe’de bulunuyordu.
Ebû Bekir -radıyallâhu anh-, onun geldiğini görünce Varlık Nûru’na:
“–Yâ Rasûlallâh! Bu Ümmü Cemîl’dir. Çirkef bir kadındır. Siz’i görüp eziyet etmesinden korkuyorum. Keşke bu kadın Sana bir zarar vermeden kalkıp gitmiş olsaydın!” dedi.
Fahr-i Kâinât Efendimiz:
“–O beni göremez!” buyurdu.
Hakîkaten de Ümmü Cemîl yanlarına geldiği hâlde Allâh Rasûlü’nü göremedi. Ebû Bekir -radıyallâhu anh-’ın yanında bâzı hezeyanlar savurduktan sonra çekip gitti.164
a
Nübüvvetten önce Peygamber Efendimiz’in kerîmesi Hazret-i Ümmü Gülsüm, Ebû Leheb’in oğlu Uteybe ile, Hazret-i Rukıyye de diğer oğlu Utbe ile nişanlanmış olup henüz evlenmemişlerdi. Tebbet Sûresi nâzil olunca Ümmü Cemîl, oğullarına:
“–Rukıyye ve Ümmü Gülsüm dinden çıkmışlardır. Onlardan ayrılın!” dedi.
Ebû Leheb de:
“–Muhammed’in kızını boşamazsanız, başım başınıza harâm olsun!” diyerek yemin etti.
Bunun üzerine Allâh Rasûlü’nün yanına gelen Uteybe:
“–Ben, Sen’in dînini tanımıyorum.
Kızından da ayrıldım. Artık ne Sen bana gel ne de ben Sana gelirim!” dedikten sonra Âlemlerin Efendisi’nin gömleğini yırttı!
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Uteybe’nin yapmış olduğu bu terbiyesizlik karşısında:
“–Allâh’ım! Köpeklerinden bir köpeği ona musallat et!” diyerek bedduâ etti.
Bir müddet sonra Uteybe bir ticâret kafilesiyle yola çıktı. Zerkâ diye bilinen bir yerde konakladılar. O gece bir arslan gelip çevrelerinde dolaşmaya başlayınca Uteybe:
“–Vay anam! Vallâhi Muhammed’in dediği gibi bu beni yiyecek! Kendisi Mekke’de, ben Şam’da olsam da benim kâtilim İbn-i Ebî Kebşe’dir!”165 dedi.
Arslan o gece çevrelerinde dolaştıktan sonra dönüp gitti. Arkadaşları Uteybe’yi ortalarına alıp uyudular. Arslan geri geldi. Aralarından geçti. Yavaş yavaş ve koklaya koklaya Uteybe’nin yanına kadar vardı, başını yakalayıp öyle bir ısırdı ki, Allâh düşmanı ölümle burun buruna geliverdi.
Uteybe:
“–Ben size «Muhammed, insanların en doğru sözlüsüdür.» demedim mi?” diyerek ölüp gitti.
Ebû Leheb, oğlu Uteybe’nin fecî âkıbetini haber alınca:
“–Ben size «Muhammed’in oğlum hakkındaki bedduâsından korkuyorum.» dememiş miydim?” dedi.166
Varlık Nûru -aleyhissalâtü vesselâm- Efendimiz, bu dönemde Ebû Leheb gibi daha nice müşriğin pek çok eziyetlerine mâruz kaldı. Onların hepsine sabır ve tahammülle mukâbele ederek teblîğine devâm etti.
Osman Nuri Topbaş Hocaefendi