Mert Çocuklardı
Tahir TANER
Yirmi kilometre yazıyordu levhada. Dışarıda müthiş bir yağmur vardı. “Bu şartlarda en erken yarım saat sonra evde oluruz.” diye düşündü. Yıllardır ailesiyle nadiren bir araya gelebiliyordu. Otomobilde çoluk çocukla böyle yolculuk kim bilir bir daha ne zaman nasip olacaktı. Uzun süredir babalarını göremeyen çocuklar, ona soru üstüne soru soruyor; onunla bir arada bulunmanın keyfini doyasıya yaşamak istiyorlardı. Çünkü o, nadir uğrayabildiği evine ya gecenin geç saatlerinde veya sabah namazlarından sonra geliyor ve çoğu zaman çocuklarını göremeden elinde çantasıyla yollara düşüyordu. Şiddetli yağmur, çocukların babalarıyla âdeta uzun uzun sohbet etmelerini arzuluyordu. Sorular, saçları kırlaşmış dert insanını mazide dolaştırıyordu:
- Babacığım senin çocuk ıslah evinde çalıştığını hiç bilmiyordum.
- Evet, ıslah evinde üç yıl çalıştım. Orada bulunan gençlere dışarıdaki hayata uyum sağlamaları ve topluma faydalı olabilmeleri için ahlâk dersleri vermeye çalışıyordum. İlk zamanlar çok sıkıntılı oldu. Birçok zorluk çıkardılar. Ahlâkî, mânevî değerlere inanamayan bazı gençler, diğer gençleri beni dinlememeleri için yönlendiriyordu. Ben onlara da sevgiyle baktım her zaman; fakat ilk üç ay beni dinleyen olmadı. Konuşmalarımı masaları yumruklayarak protesto ediyorlardı. Onlara bir şeyler anlatmaya çalışırken, sesimi sadece kendimin duyduğu zamanlar çoktu.
- Bu durumda, orada üç yıl nasıl çalıştın babacığım?
- Gönlümüzde muhabbetten başka bir şeye yer yok ki! Rabb’imiz (cc) rahmetinin, gazabını geçtiğini söylemiyor mu? Gerçi sorunda haklısın. Çok zorlandığım, ‘Bırakayım!’ dediğim zamanlar da oldu; fakat çok sevdiğim, gözyaşı ve muhabbet insanı; “Sabır! Muhabbetten başka yol yok. İmanımız nispetinde sabırla imtihan oluruz.” dedi. Ben de sabrettim. Bazen gençlerin protestolarına espriyle karşılık veriyordum. Onlar, ben konuşurken sürekli öksürüyor, beni dinlemek isteyen üç-beş gence de engel oluyorlardı. Bir gün yine böyle çok öksürüp konuşmama engel olmak istediklerinde; “Müdür Bey! Kaloriferleri neden iyi yakmıyorsunuz? Bakın çocukların hepsi nasıl öksürüyor.” dedim. Bu sözlere hepsi gülüştü. Zaman ilerledikçe gençler, sorular sormaya ve beni dinlemeye başladılar. Onlar hapishanede olmanın verdiği hâlet-i ruhiye ile daha çok ‘Kader’
hakkında sorular soruyorlardı. Zamanla birçoğunu nereli olduklarından, ailelerine ve buraya hangi sebeple düştüklerine kadar tanıdım. Hattâ konuşmalarımı protesto eden gençlerin çoğuyla da samimi olduk. Onlar da mert çocuklardı.
Bu son cümleyle birlikte gözünde gençlerden birkaçının siması canlandı. Gözleri buğulandı, çatallaşan sesiyle devam etti:
Cemiyetteki adaletsizlikler, gelir uçurumları onları farklı yollara itmişti. Sevgi eksikliği, ailelerimizin ve cemiyetimizin en büyük dertlerinden. Rahmetiyle Varlığı Var Eden’i bilememenin, hayatın mânâsını gereğince idrak edememenin eksikliği ve maddî sıkıntılar onları buralara düşürmüştü. Aslında hepsi temiz gençlerdi. Maddî sıkıntılardan ziyade, ailedeki sevgi eksikliği ve eğitimsizlik onları çocuk yaşta demir parmaklıkların, yüksek duvarların arkasına taşımıştı.
- Babacığım orada seni duygulandıran pek çok hâdise yaşamışsındır herhalde.
- Elbette! Bir defasında binadan içeri girerken o gün tahliye olacak bir gençle karşılaştım. Bir Roman delikanlısıydı. Onunla da çok iyi bir diyalogumuz vardı. Heyecan ve sabırsızlık içinde annesi onu bekliyordu. Delikanlı, hasretle bekleyen annesine doğru giderken birden yolunu değiştirdi ve geldi boynuma sarıldı. ‘Hocam!’ dedi, “İçeride ne güzel seni dinliyorduk. Ben şimdi dışarıda ne yapacağım, bize kim yardımcı olur, elimizden kim tutar?” Bu sorusu yüreğimi dağladı. Ertesi güne kadar bir lokma yiyemedim. Maddî sıkıntıları çoktu. Böyle yüzlerce, binlerce genç vardı. Bir de okumak isteyip de maddî sıkıntılar sebebiyle okuyamayan ve art niyetli insanların eline düşen zeki çocuklar vardı. Bunlar gönlü muhabbetle, mehafetle dolu insanlardan uzanacak ellere muhtaçtılar. Bunların Âhiret’te hesabı nasıl verilecek bilemiyorum!
Bu son cümleyle birlikte arabadakilerin içini hüzün kaplamıştı.
Şehre girmeden önceki benzinciden benzin almak için yolun sağına geçti ve uzayıp giden kuyruğa girdi. Sıranın kendilerine gelmesine bir araba kalmıştı. Öndeki arabaya benzin doldurmakta olan pompacı gencin sürekli kendine doğru bakması ve içeridekileri tanımaya çalışır gibi tavır takınması onu rahatsız etti. Sıra kendilerine geldiğinde pompacı gencin bakışları daha da yoğunlaşmıştı. Genç bununla kalmadı, karanlıktan dolayı tam tanıyamamanın verdiği rahatsızlıkla bütün dikkatini sürücüye teksif etti. Bu bakışlardan iyice rahatsız olan Mehmet Ali Bey, ‘Belki bir şey soracaktır.’ düşüncesiyle arabanın sol ön camını yavaş yavaş indirdi. Camın inmesiyle birlikte meraklı gençle göz göze gelmişlerdi. Bir iki saniye geçmeden genç, arabanın camından âdeta kendisini içeri atacakmış gibi bir hareketle Mehmet Ali Bey’e sarılmaya çalıştı. Arabadakiler şaşırmıştı. Duydukları, ağlamaklı, “Hocam, hocam!” sesleri herkesin endişeli ve heyecanlı hâlini bir anda değiştirmişti. Gencin biraz geri çekilmesiyle Mehmet Ali Bey, kapıyı yavaşça açtı ve arabadan indi. Bu defa bakışlarını yoğunlaştırıp delikanlıyı tanımaya çalışan o idi. Arabadakiler de camları açmış onları izliyorlardı. Mehmet Ali Bey yüzünde tebessümle, sevgi dolu bir tonla gence sordu:
- Beni nereden tanıyorsun?
Delikanlı heyecanını atamamıştı
- Ceza evinden, ıslah evinden Hocam!
Saçları hafifçe ağarmış elli yaşlarındaki Mehmet Ali Bey’in yüzünde buruk bir gülümseme belirdi. Gence baktı: “Hatırladım, sen Yusuf’sun!” dedi. “Demek şimdi burada çalışıyorsun.”
- Sayenizde Hocam!
- Estağfurullah!
- Yok, sizle tanışmasaydım ben burada olmazdım! Sizin anlattıklarınızla bugün ekmeğimi helâlinden kazanıyorum. Mehmet Ali Hocam, sizin sayenizde ıslah evi gerçekten ıslah oldu. Biz size çok nankörlükler yaptık; fakat kıymetinizi her geçen gün daha iyi anlıyorum. Siz bizim ümitsiz, karamsar, ölü ruhlarımızın dirilişine vesile oldunuz. İnanın size namazlarımdan sonra hep dua ediyorum. Bize çok sabrettiniz; ben de siz konuşurken masaları yumruklamış, konuşmanızı kesmek için öksürmüştüm. Sizin sevginiz yumrukları çözdü, kalblerimize sevgiyi, insanlığı yansıttı.
Mehmet Ali Bey arabaya bindiğinde, içerde dışarıdakini kıskandıracak bir gözyaşı yağmuru başlamıştı.
[SES]http://www.sizinti.com.tr/dosyalar/sesler/64kbps/347/3921.mp3[/SES]
Tahir TANER
Yirmi kilometre yazıyordu levhada. Dışarıda müthiş bir yağmur vardı. “Bu şartlarda en erken yarım saat sonra evde oluruz.” diye düşündü. Yıllardır ailesiyle nadiren bir araya gelebiliyordu. Otomobilde çoluk çocukla böyle yolculuk kim bilir bir daha ne zaman nasip olacaktı. Uzun süredir babalarını göremeyen çocuklar, ona soru üstüne soru soruyor; onunla bir arada bulunmanın keyfini doyasıya yaşamak istiyorlardı. Çünkü o, nadir uğrayabildiği evine ya gecenin geç saatlerinde veya sabah namazlarından sonra geliyor ve çoğu zaman çocuklarını göremeden elinde çantasıyla yollara düşüyordu. Şiddetli yağmur, çocukların babalarıyla âdeta uzun uzun sohbet etmelerini arzuluyordu. Sorular, saçları kırlaşmış dert insanını mazide dolaştırıyordu:
- Babacığım senin çocuk ıslah evinde çalıştığını hiç bilmiyordum.
- Evet, ıslah evinde üç yıl çalıştım. Orada bulunan gençlere dışarıdaki hayata uyum sağlamaları ve topluma faydalı olabilmeleri için ahlâk dersleri vermeye çalışıyordum. İlk zamanlar çok sıkıntılı oldu. Birçok zorluk çıkardılar. Ahlâkî, mânevî değerlere inanamayan bazı gençler, diğer gençleri beni dinlememeleri için yönlendiriyordu. Ben onlara da sevgiyle baktım her zaman; fakat ilk üç ay beni dinleyen olmadı. Konuşmalarımı masaları yumruklayarak protesto ediyorlardı. Onlara bir şeyler anlatmaya çalışırken, sesimi sadece kendimin duyduğu zamanlar çoktu.
- Bu durumda, orada üç yıl nasıl çalıştın babacığım?
- Gönlümüzde muhabbetten başka bir şeye yer yok ki! Rabb’imiz (cc) rahmetinin, gazabını geçtiğini söylemiyor mu? Gerçi sorunda haklısın. Çok zorlandığım, ‘Bırakayım!’ dediğim zamanlar da oldu; fakat çok sevdiğim, gözyaşı ve muhabbet insanı; “Sabır! Muhabbetten başka yol yok. İmanımız nispetinde sabırla imtihan oluruz.” dedi. Ben de sabrettim. Bazen gençlerin protestolarına espriyle karşılık veriyordum. Onlar, ben konuşurken sürekli öksürüyor, beni dinlemek isteyen üç-beş gence de engel oluyorlardı. Bir gün yine böyle çok öksürüp konuşmama engel olmak istediklerinde; “Müdür Bey! Kaloriferleri neden iyi yakmıyorsunuz? Bakın çocukların hepsi nasıl öksürüyor.” dedim. Bu sözlere hepsi gülüştü. Zaman ilerledikçe gençler, sorular sormaya ve beni dinlemeye başladılar. Onlar hapishanede olmanın verdiği hâlet-i ruhiye ile daha çok ‘Kader’
hakkında sorular soruyorlardı. Zamanla birçoğunu nereli olduklarından, ailelerine ve buraya hangi sebeple düştüklerine kadar tanıdım. Hattâ konuşmalarımı protesto eden gençlerin çoğuyla da samimi olduk. Onlar da mert çocuklardı.
Bu son cümleyle birlikte gözünde gençlerden birkaçının siması canlandı. Gözleri buğulandı, çatallaşan sesiyle devam etti:
Cemiyetteki adaletsizlikler, gelir uçurumları onları farklı yollara itmişti. Sevgi eksikliği, ailelerimizin ve cemiyetimizin en büyük dertlerinden. Rahmetiyle Varlığı Var Eden’i bilememenin, hayatın mânâsını gereğince idrak edememenin eksikliği ve maddî sıkıntılar onları buralara düşürmüştü. Aslında hepsi temiz gençlerdi. Maddî sıkıntılardan ziyade, ailedeki sevgi eksikliği ve eğitimsizlik onları çocuk yaşta demir parmaklıkların, yüksek duvarların arkasına taşımıştı.
- Babacığım orada seni duygulandıran pek çok hâdise yaşamışsındır herhalde.
- Elbette! Bir defasında binadan içeri girerken o gün tahliye olacak bir gençle karşılaştım. Bir Roman delikanlısıydı. Onunla da çok iyi bir diyalogumuz vardı. Heyecan ve sabırsızlık içinde annesi onu bekliyordu. Delikanlı, hasretle bekleyen annesine doğru giderken birden yolunu değiştirdi ve geldi boynuma sarıldı. ‘Hocam!’ dedi, “İçeride ne güzel seni dinliyorduk. Ben şimdi dışarıda ne yapacağım, bize kim yardımcı olur, elimizden kim tutar?” Bu sorusu yüreğimi dağladı. Ertesi güne kadar bir lokma yiyemedim. Maddî sıkıntıları çoktu. Böyle yüzlerce, binlerce genç vardı. Bir de okumak isteyip de maddî sıkıntılar sebebiyle okuyamayan ve art niyetli insanların eline düşen zeki çocuklar vardı. Bunlar gönlü muhabbetle, mehafetle dolu insanlardan uzanacak ellere muhtaçtılar. Bunların Âhiret’te hesabı nasıl verilecek bilemiyorum!
Bu son cümleyle birlikte arabadakilerin içini hüzün kaplamıştı.
Şehre girmeden önceki benzinciden benzin almak için yolun sağına geçti ve uzayıp giden kuyruğa girdi. Sıranın kendilerine gelmesine bir araba kalmıştı. Öndeki arabaya benzin doldurmakta olan pompacı gencin sürekli kendine doğru bakması ve içeridekileri tanımaya çalışır gibi tavır takınması onu rahatsız etti. Sıra kendilerine geldiğinde pompacı gencin bakışları daha da yoğunlaşmıştı. Genç bununla kalmadı, karanlıktan dolayı tam tanıyamamanın verdiği rahatsızlıkla bütün dikkatini sürücüye teksif etti. Bu bakışlardan iyice rahatsız olan Mehmet Ali Bey, ‘Belki bir şey soracaktır.’ düşüncesiyle arabanın sol ön camını yavaş yavaş indirdi. Camın inmesiyle birlikte meraklı gençle göz göze gelmişlerdi. Bir iki saniye geçmeden genç, arabanın camından âdeta kendisini içeri atacakmış gibi bir hareketle Mehmet Ali Bey’e sarılmaya çalıştı. Arabadakiler şaşırmıştı. Duydukları, ağlamaklı, “Hocam, hocam!” sesleri herkesin endişeli ve heyecanlı hâlini bir anda değiştirmişti. Gencin biraz geri çekilmesiyle Mehmet Ali Bey, kapıyı yavaşça açtı ve arabadan indi. Bu defa bakışlarını yoğunlaştırıp delikanlıyı tanımaya çalışan o idi. Arabadakiler de camları açmış onları izliyorlardı. Mehmet Ali Bey yüzünde tebessümle, sevgi dolu bir tonla gence sordu:
- Beni nereden tanıyorsun?
Delikanlı heyecanını atamamıştı
- Ceza evinden, ıslah evinden Hocam!
Saçları hafifçe ağarmış elli yaşlarındaki Mehmet Ali Bey’in yüzünde buruk bir gülümseme belirdi. Gence baktı: “Hatırladım, sen Yusuf’sun!” dedi. “Demek şimdi burada çalışıyorsun.”
- Sayenizde Hocam!
- Estağfurullah!
- Yok, sizle tanışmasaydım ben burada olmazdım! Sizin anlattıklarınızla bugün ekmeğimi helâlinden kazanıyorum. Mehmet Ali Hocam, sizin sayenizde ıslah evi gerçekten ıslah oldu. Biz size çok nankörlükler yaptık; fakat kıymetinizi her geçen gün daha iyi anlıyorum. Siz bizim ümitsiz, karamsar, ölü ruhlarımızın dirilişine vesile oldunuz. İnanın size namazlarımdan sonra hep dua ediyorum. Bize çok sabrettiniz; ben de siz konuşurken masaları yumruklamış, konuşmanızı kesmek için öksürmüştüm. Sizin sevginiz yumrukları çözdü, kalblerimize sevgiyi, insanlığı yansıttı.
Mehmet Ali Bey arabaya bindiğinde, içerde dışarıdakini kıskandıracak bir gözyaşı yağmuru başlamıştı.
[SES]http://www.sizinti.com.tr/dosyalar/sesler/64kbps/347/3921.mp3[/SES]