İsminin Hakkını Ver
Bahadır ÇELİK
Öğretmenliğimin beşinci yılında, Orta Asya’da açılan Türk liselerinin birinde öğretmenlik yapacaktım. Uçağım İstanbul’dan kalkacaktı. Ankara’dan İstanbul’a gitmek üzere otobüse bindim. Az sonra uzunca boylu, sakallı, yaşlı bir amca selâm vererek yanıma oturdu. Kısa bir tanışmadan sonra, emekli bir din görevlisi olduğundan ve Ramazan ayını geçirmek üzere Almanya’ya gideceğinden bahsetti. Aramızda oluşan samimi havayla sohbetimiz derinleşti.
Onunla Orta Asya’daki son gelişmeleri ve kardeşlerimizin hürriyete kavuşmasının güzelliğini konuştuk. Ben söz arasında büyük âlim Bediüzzaman’ın yıllar önce, Tiflis’te bir Rus polisi ile konuşmasında bu gelişmelere işaret ettiğinden bahsettim. Onun Rus polisine; “Asya’da İslâm âleminde üç nur birbiri arkasında gelişmeye başlıyor. Sizde birbiri üstünde üç zulmet gelişecektir. Şu baskı perdesi yırtılacak.” demesine karşılık Rus polisinin, “İslâm parça parça olmuş.” demesi, bunun üzerine Bediüzzaman’ın; “Tahsile gitmişler, İşte Hindistan ve Mısır İslâm’ın zeki ve kabiliyetli çocuklarıdır. İngiliz mektebinde tahsil görüyorlar. Kafkaslar ve Türkistan İslâm’ın iki bahadır oğullarıdır. Rus mektebi harbiyesinde tâlim ediyorlar.” şeklinde karşılık vermesini anlattım.
Ben bunları aktarırken yaşlı amca derin bir düşünceye dalmıştı. Ben onun dalışını gözlerken o birden üstüne basa basa şunları söyledi: “Şu asilzâde evlâd, şehadetnâmelerini aldıktan sonra her biri bir kıta başına geçecek, muhteşem âdil pederleri olan İslâmiyet’in bayrağını âfâk-ı kemalâtta temevvüç ettirmekle kader-i ezelînin nazarında feleğin inadına nev-i beşerdeki hikmet-i ezelîyenin sırrını ilân edecektir.”
Şaşırıp kalmıştım. O ise yine dalmıştı. Bu derin düşüncelerden uyandırırcasına şu soruyu sordum:
- Hocam, siz Bediüzzaman’ı hiç gördünüz mü?
Derin bir iç çektikten sonra:
- Evet, onunla görüşmek nasip oldu. Kendisini İstanbul’da tanıdım. O zamanlar delikanlı idim. Zaman zaman Üsküdar’da onun sohbetlerine iştirak ederdim. Bir gün yakın talebelerinden Zübeyir Ağabey bana: “Başına büyük tâlih kuşu kondu. Hocamız yanına bir talebe alacak. Bunun için uygun olan iki kişiden biri sensin. Bu büyük bir nimettir. Sana bunu teklif ederse, hemen kabul et. Ailenle görüş ve yarın sabah erkenden yanına git.” dedi. O zamanlar maalesef sigara tiryakisi idim. Yanına gideceğim sabah, Üsküdar’da çorba içtikten sonra, bir sigara yaktım. Az sonra Üstad’ın yanına gideceğim için sigaranın kokusu dağılsın diye, sahilde sıkça nefes alıp vererek biraz vakit geçirdim. Bir süre sonra Bediüzzaman’ın yanına gittim. Kapıda beni görünce, “Geç kaldın, içimden hangisi önce gelirse, onu yanıma alayım diye niyet etmiştim. Diğer arkadaşın senden önce geldi.” dedi. O an çok pişman oldum. Gecikmemin temel sebebi, sigaraydı. Sigara için harcadığım zaman sebebiyle geç kalmıştım. Çok üzüldüm; ama yapacak bir şey yoktu. Sonra kendileri İstanbul’dan ayrıldı. Daha sonra onu bir kere de Konya’da görebildim. Bundan başka görüşme imkânım olmadı. Ama eserlerini hâlâ tekrar tekrar okuyup istifade etmeye çalışıyorum. Sigaradan dolayı dünyada böyle bir saadeti kaybettim, âhirette ise daha büyük saadetleri elde etmeme engel olur endişesiyle sigarayı bıraktım. Sigara tiryakiliğim yüzünden yaşadığım bu hâdise aklıma geldikçe hâlâ hayıflanırım.
Yol boyunca sohbete devam ettik. Bediüzzaman’ın eserlerinden hangi bölümden söz açsam, hemen orayı bana cümlesi cümlesine aktarıveriyordu. Âdeta Üstad’ın eserlerini ezbere biliyordu. Zaman zaman bir konu için Risalelerden tefe’ül yaptığımı, içinde bulunduğum duruma uygun tevafukların geldiğini söyleyerek yaşadığım bir hâdiseyi aktardım:
Bir arkadaşımla bir iş plânlamasında aramızda ihtilâf oluştu. Bir anlaşma noktası bulamadık. Her ikimiz de uç fikirler ileri sürerek doğru düşündüğümüzü iddia ediyor, fikirlerimizi birbirimize kabul ettirmeye çalışıyorduk. Sonunda anlaşamayacağımızı anlayınca, Risale hakem olsun diyerek rafta bulunan Lem’alar adlı eserden bir tefe’ül yaptık. Gözümüze ilişen ilk cümle “Birisi ifrat etmiş, diğeri tefrit ediyor.” ifadesi idi. Bu hikmetli tevafuktan ikimiz de dersimizi aldık ve orta yolu bularak tartıştığımız meseleyi tatlılıkla karara bağladık.
- Evet! Üstad bahsettiğiniz yerde Mustafa Sabri ile Musa Bekuf için o ifadeyi kullanıyor. Bu tür tevafukların isabet etmesi sizin talebe olarak kabul edilişinizin işaretidir inşallah.
Yolculuğun sonunda bu zâtın duasını alarak ayrıldım. Ertesi gün yeni vazife yerim olan Orta Asya ülkesindeki okulumda vazifeye başladım. Hem öğretmenlik yapıyor, hem de müdür yardımcılığı vazifesini îfâ ediyordum. Bir toplantıda öğretmenlerimiz okulda sigara müptelâsı bir talebenin olduğunu, bütün ikazlara rağmen talebenin bu alışkanlığından vazgeçmediğini söyledi. Öğretmenlerin teklifi bu talebenin okuldan ayrılması yönünde idi. Birden otobüsteki o amca aklıma geldi. Gençliğinde sigara tiryakisi iken sonradan bu kötü alışkanlığı bırakarak hafız olmuş, diyanette vazife alarak güzel hizmetler yapmıştı. Öğretmen arkadaşlara bu talebeye bir şans vermelerini rica ettim. Kendisiyle konuşup ikna etmeye çalışacağımı söyledim. Eğer bir daha okulda sigara içtiği tespit edilirse, o zaman okuldan ayrılmasına karar verilebileceğinden bahsettim. Neticede benim ricam üzerine ona bir şans daha verildi.
Ertesi gün, Yiğit ismindeki bu öğrenciyi odama çağırdım. Karayağız bir delikanlıydı. Odama geldiğinde hâl hatır sorduktan sonra:
- Sen nasıl bir delikanlısın? Sana isminle hitap etmek içimden gelmiyor; çünkü sen isminin hakkını vermiyorsun!
- Anlamadım hocam, ne demek istediniz?
- Hem ‘Yiğit’ ismini taşıyorsun, hem de sigara gibi bir düşmana mağlup oluyorsun. Bu tezat değil mi? Ya bu ismi değiştir veya ismine yakışır bir şekilde yaşayarak sigarayı bırak, yiğitliğini göster.
Bu konuşma sonrasında biraz onuru incinen, biraz da utanan Yiğit, başını sessizce öne eğdi. Kendisine okul idaresinin kararının kesin olduğunu, eğer bu alışkanlığı terk etmezse, okuldan ayrılmak zorunda kalacağını ifade ettim.
- Ben sana inanıyorum. Sen istersen bunu başarabilirsin. Sana inandığım için, öğretmen arkadaşlarımdan bir defa daha şans vermeleri için ricada bulundum.
Beni dikkatle dinleyen talebeme daha sonra otobüste tanıştığım muhterem zâtın başından geçen yukarıdaki hâdiseyi naklettim.
Bu konuşma sonrasında elini cebine atan Yiğit, çıkardığı sigara paketini olanca gücü ile avuçlarında buruşturarak sehpanın üzerine bıraktı.
- Tamam hocam, göreceksiniz, ismimin hakkını vereceğim.
Aradan günler geçti. Yiğit bir daha sigara ile yakalanmadı. Bir gün odama gelerek:
- Hocam ben artık sigara içmeyi bıraktım, öncelikle bana güvendiğiniz için teşekkür ederim. Ayrıca benim böyle bir kötü alışkanlıktan kurtulmama da vesile oldunuz. Artık ismimin hakkımı vermeye çalışıyorum, emin olabilirsiniz.
- Tebrik ederim Yiğit. Adına uygun davrandın. Hayat boyu da böyle davranacağına inanıyorum. Senden gelecekte çok yiğitlikler bekliyorum.
O amca otobüste yanıma oturmasaydı, onun sigara ile olan o hatırasını öğrenmeseydim, belki ben de bu talebeye karşı bu tür bir yaklaşımda bulunamazdım. Galiba bu da bir tevafuktu.
[SES]http://www.sizinti.com.tr/dosyalar/sesler/64kbps/339/3201.mp3[/SES]
Bahadır ÇELİK
Öğretmenliğimin beşinci yılında, Orta Asya’da açılan Türk liselerinin birinde öğretmenlik yapacaktım. Uçağım İstanbul’dan kalkacaktı. Ankara’dan İstanbul’a gitmek üzere otobüse bindim. Az sonra uzunca boylu, sakallı, yaşlı bir amca selâm vererek yanıma oturdu. Kısa bir tanışmadan sonra, emekli bir din görevlisi olduğundan ve Ramazan ayını geçirmek üzere Almanya’ya gideceğinden bahsetti. Aramızda oluşan samimi havayla sohbetimiz derinleşti.
Onunla Orta Asya’daki son gelişmeleri ve kardeşlerimizin hürriyete kavuşmasının güzelliğini konuştuk. Ben söz arasında büyük âlim Bediüzzaman’ın yıllar önce, Tiflis’te bir Rus polisi ile konuşmasında bu gelişmelere işaret ettiğinden bahsettim. Onun Rus polisine; “Asya’da İslâm âleminde üç nur birbiri arkasında gelişmeye başlıyor. Sizde birbiri üstünde üç zulmet gelişecektir. Şu baskı perdesi yırtılacak.” demesine karşılık Rus polisinin, “İslâm parça parça olmuş.” demesi, bunun üzerine Bediüzzaman’ın; “Tahsile gitmişler, İşte Hindistan ve Mısır İslâm’ın zeki ve kabiliyetli çocuklarıdır. İngiliz mektebinde tahsil görüyorlar. Kafkaslar ve Türkistan İslâm’ın iki bahadır oğullarıdır. Rus mektebi harbiyesinde tâlim ediyorlar.” şeklinde karşılık vermesini anlattım.
Ben bunları aktarırken yaşlı amca derin bir düşünceye dalmıştı. Ben onun dalışını gözlerken o birden üstüne basa basa şunları söyledi: “Şu asilzâde evlâd, şehadetnâmelerini aldıktan sonra her biri bir kıta başına geçecek, muhteşem âdil pederleri olan İslâmiyet’in bayrağını âfâk-ı kemalâtta temevvüç ettirmekle kader-i ezelînin nazarında feleğin inadına nev-i beşerdeki hikmet-i ezelîyenin sırrını ilân edecektir.”
Şaşırıp kalmıştım. O ise yine dalmıştı. Bu derin düşüncelerden uyandırırcasına şu soruyu sordum:
- Hocam, siz Bediüzzaman’ı hiç gördünüz mü?
Derin bir iç çektikten sonra:
- Evet, onunla görüşmek nasip oldu. Kendisini İstanbul’da tanıdım. O zamanlar delikanlı idim. Zaman zaman Üsküdar’da onun sohbetlerine iştirak ederdim. Bir gün yakın talebelerinden Zübeyir Ağabey bana: “Başına büyük tâlih kuşu kondu. Hocamız yanına bir talebe alacak. Bunun için uygun olan iki kişiden biri sensin. Bu büyük bir nimettir. Sana bunu teklif ederse, hemen kabul et. Ailenle görüş ve yarın sabah erkenden yanına git.” dedi. O zamanlar maalesef sigara tiryakisi idim. Yanına gideceğim sabah, Üsküdar’da çorba içtikten sonra, bir sigara yaktım. Az sonra Üstad’ın yanına gideceğim için sigaranın kokusu dağılsın diye, sahilde sıkça nefes alıp vererek biraz vakit geçirdim. Bir süre sonra Bediüzzaman’ın yanına gittim. Kapıda beni görünce, “Geç kaldın, içimden hangisi önce gelirse, onu yanıma alayım diye niyet etmiştim. Diğer arkadaşın senden önce geldi.” dedi. O an çok pişman oldum. Gecikmemin temel sebebi, sigaraydı. Sigara için harcadığım zaman sebebiyle geç kalmıştım. Çok üzüldüm; ama yapacak bir şey yoktu. Sonra kendileri İstanbul’dan ayrıldı. Daha sonra onu bir kere de Konya’da görebildim. Bundan başka görüşme imkânım olmadı. Ama eserlerini hâlâ tekrar tekrar okuyup istifade etmeye çalışıyorum. Sigaradan dolayı dünyada böyle bir saadeti kaybettim, âhirette ise daha büyük saadetleri elde etmeme engel olur endişesiyle sigarayı bıraktım. Sigara tiryakiliğim yüzünden yaşadığım bu hâdise aklıma geldikçe hâlâ hayıflanırım.
Yol boyunca sohbete devam ettik. Bediüzzaman’ın eserlerinden hangi bölümden söz açsam, hemen orayı bana cümlesi cümlesine aktarıveriyordu. Âdeta Üstad’ın eserlerini ezbere biliyordu. Zaman zaman bir konu için Risalelerden tefe’ül yaptığımı, içinde bulunduğum duruma uygun tevafukların geldiğini söyleyerek yaşadığım bir hâdiseyi aktardım:
Bir arkadaşımla bir iş plânlamasında aramızda ihtilâf oluştu. Bir anlaşma noktası bulamadık. Her ikimiz de uç fikirler ileri sürerek doğru düşündüğümüzü iddia ediyor, fikirlerimizi birbirimize kabul ettirmeye çalışıyorduk. Sonunda anlaşamayacağımızı anlayınca, Risale hakem olsun diyerek rafta bulunan Lem’alar adlı eserden bir tefe’ül yaptık. Gözümüze ilişen ilk cümle “Birisi ifrat etmiş, diğeri tefrit ediyor.” ifadesi idi. Bu hikmetli tevafuktan ikimiz de dersimizi aldık ve orta yolu bularak tartıştığımız meseleyi tatlılıkla karara bağladık.
- Evet! Üstad bahsettiğiniz yerde Mustafa Sabri ile Musa Bekuf için o ifadeyi kullanıyor. Bu tür tevafukların isabet etmesi sizin talebe olarak kabul edilişinizin işaretidir inşallah.
Yolculuğun sonunda bu zâtın duasını alarak ayrıldım. Ertesi gün yeni vazife yerim olan Orta Asya ülkesindeki okulumda vazifeye başladım. Hem öğretmenlik yapıyor, hem de müdür yardımcılığı vazifesini îfâ ediyordum. Bir toplantıda öğretmenlerimiz okulda sigara müptelâsı bir talebenin olduğunu, bütün ikazlara rağmen talebenin bu alışkanlığından vazgeçmediğini söyledi. Öğretmenlerin teklifi bu talebenin okuldan ayrılması yönünde idi. Birden otobüsteki o amca aklıma geldi. Gençliğinde sigara tiryakisi iken sonradan bu kötü alışkanlığı bırakarak hafız olmuş, diyanette vazife alarak güzel hizmetler yapmıştı. Öğretmen arkadaşlara bu talebeye bir şans vermelerini rica ettim. Kendisiyle konuşup ikna etmeye çalışacağımı söyledim. Eğer bir daha okulda sigara içtiği tespit edilirse, o zaman okuldan ayrılmasına karar verilebileceğinden bahsettim. Neticede benim ricam üzerine ona bir şans daha verildi.
Ertesi gün, Yiğit ismindeki bu öğrenciyi odama çağırdım. Karayağız bir delikanlıydı. Odama geldiğinde hâl hatır sorduktan sonra:
- Sen nasıl bir delikanlısın? Sana isminle hitap etmek içimden gelmiyor; çünkü sen isminin hakkını vermiyorsun!
- Anlamadım hocam, ne demek istediniz?
- Hem ‘Yiğit’ ismini taşıyorsun, hem de sigara gibi bir düşmana mağlup oluyorsun. Bu tezat değil mi? Ya bu ismi değiştir veya ismine yakışır bir şekilde yaşayarak sigarayı bırak, yiğitliğini göster.
Bu konuşma sonrasında biraz onuru incinen, biraz da utanan Yiğit, başını sessizce öne eğdi. Kendisine okul idaresinin kararının kesin olduğunu, eğer bu alışkanlığı terk etmezse, okuldan ayrılmak zorunda kalacağını ifade ettim.
- Ben sana inanıyorum. Sen istersen bunu başarabilirsin. Sana inandığım için, öğretmen arkadaşlarımdan bir defa daha şans vermeleri için ricada bulundum.
Beni dikkatle dinleyen talebeme daha sonra otobüste tanıştığım muhterem zâtın başından geçen yukarıdaki hâdiseyi naklettim.
Bu konuşma sonrasında elini cebine atan Yiğit, çıkardığı sigara paketini olanca gücü ile avuçlarında buruşturarak sehpanın üzerine bıraktı.
- Tamam hocam, göreceksiniz, ismimin hakkını vereceğim.
Aradan günler geçti. Yiğit bir daha sigara ile yakalanmadı. Bir gün odama gelerek:
- Hocam ben artık sigara içmeyi bıraktım, öncelikle bana güvendiğiniz için teşekkür ederim. Ayrıca benim böyle bir kötü alışkanlıktan kurtulmama da vesile oldunuz. Artık ismimin hakkımı vermeye çalışıyorum, emin olabilirsiniz.
- Tebrik ederim Yiğit. Adına uygun davrandın. Hayat boyu da böyle davranacağına inanıyorum. Senden gelecekte çok yiğitlikler bekliyorum.
O amca otobüste yanıma oturmasaydı, onun sigara ile olan o hatırasını öğrenmeseydim, belki ben de bu talebeye karşı bu tür bir yaklaşımda bulunamazdım. Galiba bu da bir tevafuktu.
[SES]http://www.sizinti.com.tr/dosyalar/sesler/64kbps/339/3201.mp3[/SES]