Sevgiyle Eriyen Peşin Hüküm
Ruhi Eriş


Kudret Kalemi’nin hikmetlerle şekillendirip insanlara ikram ettiği bir gün daha başlıyordu. Mevsim bahardı. Bahar sabahlarının iç ferahlatıcı güzelliğini, zindeliğini fark edecek hâlde değildi Neriman Hanım. İçindeki sıkıntı ve gerginlik yüzüne aksetmişti. Kalbi ürkek bir güvercin gibi titriyordu. Ne açık pencereden içeriye dolan bahar çiçeklerinin ferahlatıcı rayihası, ne de aile fertleriyle bir arada yapacakları mutat kahvaltı endişelerini gidermeye yetiyordu. Bir türlü engel olamadığı telâşı yüzünden, eli ayağı dolanıp duruyordu. Her zaman olduğu gibi bugün de ailesine güzel bir kahvaltı hazırlamak için, sabahın ilk saatlerinden bu yana mutfakla salon arasında mekik dokuyordu. Kâh mutfak tezgahının, kâh salondaki yemek masasının başında derin nefes alarak sakinleşmeye çalışsa da nafileydi. Birazdan olacakları düşündükçe sakinleşmek bir yana, heyecanı daha da artıyordu. Bir aile geleneği olarak pazar günleri kahvaltılar, salondaki büyük masada herkesin iştirakiyle yapılıyordu. Pazar günleri ilerleyen saatlere kadar kahvaltı eşliğinde sohbetler sürerdi. Aslında ‘sohbet eskidendi’ demek daha yerinde bir ifade olacaktı. Şimdilerde kahvaltı daha çok Halis Bey’in sofrada bulunan aile fertlerine talimatları, nasihatleri, bazen de azarlamaları şeklinde sürüyordu. Artık o hafta şans kime isabet ederse önce onun lokmaları boğazına dizilir, peşi sıra da bütün ev ahalisi alırdı nasibini bu lâf taarruzundan. Hele o hafta işler iyi gitmediyse, üstüne üstlük Halis Bey bir de klüpteki oyun seanslarında yenilmişse, vay hâllerine… Bulunacak sudan bir bahaneyle Neriman Hanım’dan başlayarak sırasıyla kız, ardından da oğlan yerdi fırçaları. Kendinin tek varisi olarak görmesinden mi, yoksa sıra ona gelinceye kadar söyleyecek lâfların tükenmesinden mi bilinmez, oğlu Mete az zararla atlatırdı bu ihtarları.
Neriman Hanım en kötü hâle göre kendini hazırlamaya çalışıyordu. Bir yandan sofranın son düzenlemelerini yaparken, diğer yandan da bu seferki fırtınayı en az zararla atlatabilmek için plân üstüne plân yapıyordu. Kendisine yardım eden kızına sofranın tertip ve düzeni konusunda kim bilir kaçıncı defa tenbihte bulunuyordu.
Bugün kahvaltı mekânı her zamankinden daha düzenli olmalıydı. Tül perdelerden odaya süzülen sabah güneşinin ışıklarına göre masanın konumunu tekrar ayarladılar. Kızının masaya koyduğu tabaklardaki peynirlerin dizilişini beğenmeyip değiştirdi. Kaşar eşit küpler şeklinde doğranmalı, üçgen dilimler hâlinde kesilmiş beyaz peynir tabağın sağ tarafına, yarım daire şeklinde kesilen domates dilimleri ise simetrik olarak sol tarafına konmalıydı. Reçel tabaklarının, yumurtalıkların, kahvaltı masasında olması gereken her şeyin kendine has bir dizilişi vardı. Bunlardan herhangi birinin farklı şekilde konmuş olması bile, bazen kahvaltı sofrasının keyfinin başlamadan bitmesine sebep olabiliyordu. Hele ki bugün en küçük bir aksaklık dahi olmamalıydı. Geveze papağan bile, kafesinde büzülmüş vaziyette bugünkü telâşlı hâli şaşkın şaşkın izliyordu. Neriman Hanım salonun kapısında dikilerek yemek masasının nasıl göründüğünü son bir defa daha kontrol etti. Gözle görülen bir aksaklık olmadığına kanaat getirdi ve kızıyla beraber kılık kıyafetlerine de çeki düzen verdiler. Neriman Hanım kahvaltı masasının yanı başında nazlı nazlı fokurdayan tarihî bakır semaverden etrafa yayılan bergamut aromalı nefis çay kokularını bile hissetmiyordu. Gözlerini kapayıp son bir defa daha duasını yeniledi:
“Allahım sen bize yardım et. Ağzımızın tadını bozma.” Bu duaya kızı samimi bir şekilde; “Amin!” dedi.
- Nasıl söylemeyi düşünüyorsun anne?
- Bilemiyorum… Fark eder etmez soracak...
Annesinin sesindeki çaresizlik bütün salona dalga dalga yayıldı.
- Bildiğim tek şey var. Burada biraz sonra küçük bir kıyamet kopacak...
- Öyle bir iki sert çıkışla, biraz bağırıp çağırmayla atlatacağımızı da sanmıyorum.
- Allah yardımcımız olsun. Ne diyelim başa gelen çekilecek.
- Hayırlısı olur İnşallah.
Neriman Hanım yatak odası, banyo ve salon istikametindeki muhtemel aksaklık sayılabilecek durumları düzelterek eşini davet etmek üzere odasına yöneldi. Halis Bey hazırlanır ve eşinin gelip kendini davet etmesini beklerdi.
Kızı salonda; az sonra yaşayacaklarını en olumsuz duruma göre kafasında canlandırıyor, kendini ona göre hazırlamaya çalışıyordu. Daha önce yaşadıkları ‘küçük kıyamet’ sahneleri uzaktan uzağa zihninde sıralandı. Üniversite imtihanını kazanamadığını öğrendikleri gün geldi gözlerinin önüne. ‘Ölürüm galiba babamın karşısında!’ diye düşünmüştü. Ölmekten beter tamamlamıştı o günkü sabah kahvaltısını. Arabayı aldıktan birkaç ay sonra annesinin garajın duvarına çarptığını söyledikleri sabahı hatırladı. Babasının arabayı gördüğü anki celâlli hâli gözünün önüne gelince, hemen hayallerini başka tarafa çevirdi. Annesinin biraz sonra düşeceği hâli düşündükçe; “Yerinde olmak istemezdim anneciğim!” demekten kendini alamıyordu. “Sen ne kadar fedakârsın. Analık hakkı bu yüzden çok mukaddes ve ödenmesi imkânsız.” Kendi kendine verdiği sözü yeniledi. Ne pahasına olursa olsun, bugün annesinin tarafında olacaktı.
Babası salonun kapısında görününce en şirin hâlini takınıp tebessümle karşıladı. Mütebessim bir çehreyle sofradaki yerine yerleşmesine bakılırsa keyfi yerindeydi. Sandalyesine oturup arkasına yaslanmasıyla yüzünün ciddi bir eda alması gecikmedi. Sol kaşı diğer kaşına göre daha yukarıda, sofranın üstündekileri tek tek bir komutan edasıyla teftişten geçirmeye başladı. Bu kısacık anlara ne kadar da çok sessizlik sığıyordu. Kaynayan semaverden başka hiçbir şeyden çıt çıkmıyordu. Karşısındakiler zoraki bir gülümsemeyle mutlu görünmeye çalışsalar da, tedirginliklerini dua ederek bastırmaya çalışıyorlardı. Halis Bey bakışlarını nadide bir sanat eseri gibi karşısında duran kahvaltı masası üzerinden odanın diğer taraflarına kaydırdı. Bu hâl sofradakiler için rahat bir nefes alma mânâsına gelirdi. Bu durum sofra teftişinin problemsiz atlatılmasının alâmeti sayılırdı. Beklenen soru gelmekte gecikmedi. Bakışlarıyla salonu da teftiş eden Halis Bey’in dudaklarından sükuneti bozan kelimeler döküldü.
- Mete nerede?
Bu sual, sessizliğin ortasına bir ses bombası gibi düşmüştü. Kızı soruyu duymazdan gelerek çayları doldurma bahanesiyle semavere yöneldi. Hâl böyle olunca da boşlukta asılı kalan sualin muhatabı Neriman Hanım olmuştu. Bir başka sual daha odanın sessizliğine savruldu.
- Hâla kalkmadı mı yoksa?
Sesinin tonu bu ikinci soruyla beraber sertleşmişti. Cılız bir sesle cevap verdi Neriman Hanım:
- Mete bugün evde yok.
Kocasının sorgulayan bakışlarının şiddetinden korunmak için, bakışlarını pencereye çevirdi. Kızı sesini tanıyamamıştı. Sesin annesinden çıktığından emin olmak istercesine yüzüne baktı. Telâşla elindeki demliği yerine koyarken az kalsın semaveri deviriyordu.
- Evde yok mu? Nasıl yani? Ne demek bu? Porselen tabağın kenarına sertçe inen çatalın sesi odada yankılandı. Geveze papağan tünediği yerden can havliyle fırladı. Ama yaygara yapmaya cesaret edemeden eski sessizliğine gömüldü. Neriman Hanım bütün cesaretini toplayarak anlatmaya başladı. Kızının da bakışlarıyla onu desteklemesi cesaretini artırmıştı.
Oğulları Mete ikinci defa üniversite imtihanına hazırlanıyordu. Tek erkek çocuk diyerek bütün aile “el bebek, gül bebek” büyütmüşlerdi oğullarını. Özel kolejden mezun olduğu hâlde ilk sene bir bölüme yerleşememişti. Bu sene dershanenin hafta içi programını takip ediyordu. Gittiği dershanenin yurdunda haftanın bazı akşamları yatılı kalmaya başlamıştı. Eşi ilk duyduğunda oğlunun bu dershaneye yazılmasına karşı çıkmıştı. “Dünyada göndermem oraya!” diye günlerce diretmişti. Oğlunun; “İstediğim gibi bir yer kazanacaksam, muhakkak bu dershaneye gitmem lazım.” diyerek sürdürdüğü ısrarları karşısında annesiyle beraber gidip kayıt yaptırmasına izin vermiş; fakat annesine oğlunu sıkı sıkı takip etme şartını koşmuştu.
Gerçekten de bu dershane hem başarısı, hem de eğitim kalitesi yönünden ilk sıralarda tercih ediliyordu.
Bir gün klüpte oyun seansı öncesi arkadaşlarıyla lâflıyorlardı. Söz dönüp dolaşıp çocukların eğitimine gelince, oğlunun gittiği dershanenin adını söylemişti Halis Bey. Oyun arkadaşları kafasını karıştırıcı ifadelerle yüklendikçe yüklendiler.
- Ne yaptın sen? Nasıl teslim ettin çocuğu o dershaneye?!..
- Senin gibi çağdaş biri bunu yaparsa bilinçsiz kimseler neler yapmaz?!..
- Ben ne kendim ne de çocuklarım o binanın önünden bile geçmiyoruz.
“İnsaf yahu bu kadar da olmaz!” diyerek ithamları savuşturmaya çalışsa da, kafası karışmıştı. Ya dedikleri doğruysa?!..
Kararını vermişti. En iyisi almalı oğlanı bu dershaneden. Fakat bu sefer evdeki hesap çarşıya değil, çarşıdaki hesap eve uymamıştı. Kararını açıklayınca ev ahalisinin itirazlarıyla karşılaşmıştı. Senenin ortası olması, oğlunun imtihana hazırlanma sürecinin yarım kalacağı endişelerine hak vermişti. Zor belâ ikna olmuştu kayıt silmemeye. Oğlunun dershane öğretmeni iş yerinde kendisini ziyaret edince biraz daha yumuşamıştı. Ama yine de yatılı kalmasına kesinlikle sıcak bakmıyordu. Hattâ birkaç defa gündeme getirilmesine dahi şiddetle karşı çıkmıştı. Kafasında bin bir şüphe ve korku geziyordu. Çevresindekiler de bilip bilmeden mütemadiyen endişelerini körüklüyorlardı.
Aslına bakılırsa anlatılanlara kendisi de pek ihtimal veremiyordu. Çocuğun öğretmeni birçok arkadaşından daha vakarlı ve güven telkin edici gelmişti gözüne. Yapılan her türlü faaliyet gözlerinin önünde cereyan ediyordu. Bu zamane çocuklarına öyle gizli kapaklı ne yapılabilirdi ki?
Yine de “Neme lâzım. Biz mesafemizi koruyalım da; zaten şunun şurasında imtihana da ne kaldı ki?!..” demekten de kendini alamıyordu. Korktuğu başına mı gelmişti sonunda? Bu sabah bu gerçekle mi yüzleşecekti?
- Nerede?... Kimlerle kalıyor bu çocuk? Sakın dershanede yatılı kalıyor demeyin bana!
Eşinin müspet mânâda başını sallamasıyla Halis Bey’in kükremesi bir oldu.
- Buna nasıl izin verirsiniz? Kesinlikle yatılılık yok demedim mi? Neriman! Böyle mi sahip çıkıyorsun sen çocuğa? Kahvaltı masasından kalkmış salonu boylu boyunca adımlayıp duruyordu.
Neriman Hanım da oturduğu yerden kalktı.
- Ezbere bağırıp çağırıyorsun. Gittim ben kaldıkları yeri gözlerimle gördüm.
Hanımının sesindeki kararlılık Halis Bey’i bir an için duraklattı.
- Evet baba ben de gittim annemle. Anlatılanların hiçbirinin aslı astarı yok.
Kızının da duruma sahip çıkması annesini rahatlatırken Halis Bey salonda gidip gelmeyi kesip en yakınında bulunan koltuğa kendini bıraktı.
- Nasıl yok yahu?!.. İnsanlar bir sürü şeyler söylüyorlar. Neler gördünüz orada? Her tarafı iyice incelediniz mi? Anlatın bana birer birer.
- Çok güzel… Tertemiz pırıl pırıl odalarda kalıyorlar baba. Yemekhaneleri, banyoları sandığımızdan çok daha temiz… Etüt sınıfları var... Hocaların nezaretinde düzenli bir şekilde ders çalışıyorlar.
Temizlik, tertip ve düzenli ders çalışma gibi müspet ifadeleri duyunca biraz sakinleşse de, sinirleri tam yatışmamıştı. Neriman Hanım konuşmayı sürdürdü.
- Halis Bey ezbere konuşuyor insanlar. Bilip bilmeden kulaktan dolma bilgilerle karalıyorlar. Dershanenin aleyhinde konuşan arkadaşlarının ne kendilerinin ne de çocuklarının buranın kapısından içeri girdiklerini sanmıyorum.
Halis Bey klüpteki arkadaşının söylediklerini hatırladı. Fakat şimdi hanımı ve kızı düşüncelerini açık açık ifade edince salondaki hava yumuşamaya başlamıştı.
- Keşke ben de imtihana hazırlanırken böyle bir dershaneye gitseydim! Kesin kazanırdım bu çalışma temposuyla.
Ailesindeki bu rahatlık ve inandırıcılığı görünce Halis Bey bağırıp çağırmanın mânâsızlığını fark etti. Âni bir kararla oturduğu yerden kalktı.
- Kalkın haydi! Hazırlanın gidiyoruz! Nasıl bir yermiş bir de ben göreyim.
Şaşkınlık ve sevinçten parıldayan gözlerle birbirlerine bakakalan aile efradına giyinmek için odaya giderken tekrar seslendi.
- Çabuk çabuk! Beş dakika içinde hazırlanmış olarak arabada bekliyorum.
Yurda giderken Halis Bey’in zihnindeki şüphe ve evhamlar yerini meraklı sorulara terk ediyordu. Bizim klüptekiler beni yurtta görseler kesin üyeliğimi iptal ederler. Aman boş ver! Oğlumdan daha önemli değil ya! Bir yandan da, evde saltanatının sarsılmasını telâfi etmenin yollarını düşünüyordu.
Mete ailesini, özellikle de babasını âniden karşısında görünce düşüp bayılmamak için kendini zor tuttu. Babasıyla göz göze gelmeden önce vaziyeti kavramak istercesine annesinin ve ablasının gözlerine baktı. Onların yüzlerindeki mütebessim hâli görünce, babasının yüzüne bakmaya cesaret edebildi. “Hoş geldiniz!” derken bu sürpriz ziyaretin neticesinin nerelere varacağını merak ediyordu. Ayaküstü görüşme faslı sürerken ablası kulağına babasının sert tepkisinin yumuşadığı müjdesini fısıldayınca sevinçten haykırmamak için kendini zor tuttu. Misafir salonunda çaylar içilirken Halis Bey yine teftiş eden bir yüz ifadesiyle etrafı incelemekten kendini alamıyordu. Çay faslı bitince yurt müdürü beraberinde Halis Bey ve Mete ile yurdu etraflıca dolaştılar. Mete’nin diğer yatılı kalanlar gibi imtihanlardaki başarısının gözle görülür bir şekilde artması, hedeflediği üniversiteyi kazanabilecek puan seviyesini yakalaması yurdu Halis Bey’in gözünde sevimli kılmıştı. Müdür beye ve oğlunun danışman öğretmenine daha bir güvenle bakmaya başlamıştı. Vicdanı; “Bu simalarda yalan olmaz!” diyordu. Sebebini kavrayamadığı sıcak bir diyalog atmosferi oluşmuştu kısa sürede aralarında. Neriman Hanım korku ve telâşla başladığı bu bahar sabahının güzelliğini fark edebiliyordu artık.
Mete oradaki en mutlu kişiydi. Babasının evham ve endişelerinden arınmış hâlini gördükçe, ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkarmaya muktedir olan Rabb’ine içten içe hamdediyor, bundan sonrası için, ümitle “Mevlâ görelim neyler? Neylerse güzel eyler!” diyordu.

[SES]http://www.sizinti.com.tr/dosyalar/sesler/64kbps/333/2722.mp3[/SES]