Bir Hak Dostu Hacı Bayram Veli
Dr. Mümtaz AYDIN
Bir Hak Dostu Hacı Bayram Veli
[SES]http://www.sizinti.com.tr/dosyalar/sesler/64kbps/364/4631.mp3[/SES]
Edirne'deki sarayın büyük salonuna tedirginlik uyandıran bir sessizlik hâkimdi. Sultan 2. Murad'ın (1402–1451) canı sıkkındı; vezirlerin ve diğer görevlilerin de... Herkes, devlete karşı isyan edeceği haber verilen ve bunun üzerine padişahın derdest edilerek getirilmesini emrettiği Nûmân isimli kişiyi bekliyordu. Nihayet Nûmân, görevlilerce getirildi ve içeriye alınmak için izin istendi. Zanlının suçu oldukça büyüktü: Devleti ele geçirmek... Devlet, daha yirmi yıl kadar önce, 1402 Ankara Savaşı sonrasında, yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmış, Anadolu'da eski beylikler tekrar bağımsızlıklarını ilân etmeye başlamış; birlik ve beraberlik Çelebi Mehmed tarafından zor da olsa yeniden sağlanmıştı. Bu acı günlerin üzerinden çok geçmeden duyulan bu isyan ihbarı büyük bir endişe uyandırmıştı.

İsyancı olduğu bildirilen kişi hem bir müderris, hem de zühd ve takva içerisinde yaşadığı söylenen bir mutasavvıf, bir gönül insanıydı. Fakat edinilen bilgilere göre, o diğer şeyhlere pek benzemiyordu. Talebeleriyle birlikte hem bizzat tarlalarda çalışıyor, hem de insanlarla sürekli irtibat hâlinde olup sosyal hayatın içinde yer alıyordu. Asıl adı Nûmân olduğu hâlde, bu ismi kullanmıyordu. Çevresinde 'Bayram'; Hacca gittiği ve kendisine ermiş gözüyle bakıldığı için de 'Hacı Bayram Velî' ismiyle anılıyordu. Acaba devlet bu defa da, böyle bir din âliminin isyanıyla mı sarsılacaktı?

Nihayet beklenen kişi içeri alındı. Fakat padişahın emrettiği gibi elleri zincirli değildi. Yaşlı zâtın içeri girmesiyle salonda bulunanlar büyük bir şaşkınlığa uğradılar. Çünkü suçlu diye getirilen kişinin bir iftiraya uğradığı her hâlinden belliydi. Nuranî yüzü herkese emniyet ve itimat telkin ediyordu. Padişah yanıltıldığını anlamıştı.

Nûmân, Engürü (Ankara) ilinin Çubuk Çayı üzerindeki Zülfazl (Solfasol) köyünde doğmuştu. Babası çiftçiydi. Küçük yaşta ilim tahsiline başlayan, Ankara ve Bursa'daki âlimlerin derslerine katılarak, tefsir, hadîs, fıkıh ve zamanın fen ilimlerinde yetişen Nûmân, Melike Hâtun Medresesi'nde (Ankara) müderrislik yapmış, talebe yetiştirmiş ve kısa zamanda halk arasında sevilip sayılan biri olmuştu.

Fakat Müderris Nûmân'ın ruhunda bir sıkıntı vardı. O, bundan ancak bir mürşid-i kâmilin huzuruna varmakla kurtulabileceğini biliyordu. Kısa süre içinde konuşmalarının tesiri, bilgisinin genişliği daha geniş bir çevrede duyulmuştu. Şeyh Hamidüddin, onu Kayseri'ye çağırmaya karar vermiş ve bir müridiyle haber göndermişti. Nûmân bu daveti duyar duymaz; 'Başüstüne!' diyerek müridi Şücâ-i Karamânî ile Kayseri'ye gider. Kayseri'de Somuncu Baba olarak bilinen Hamîdeddîn Velî ile bir kurban bayramında buluşurlar. O zaman Hamîd Velî: "İki bayramı birden kutluyoruz." buyurarak, Nûmân'a 'Bayram' lâkabını verir. Hocasının sohbetleriyle kısa zamanda olgunlaşan Nûmân daha sonra onunla birlikte Hacca da gider.

Hocası vefat edince, Nûmân Ankara'ya dönüp müderrisliğin yanı sıra, halka hitap etmeye, emr-i bi'l-mâ'rûf, nehy-i ani'l-münkerde bulunmaya başlar. Ayrıca düşüncelerini Anadolu Türkçesi'yle yazdığı şiirlerle de anlatır.

Hacı Bayram Velî, bu şekilde hem talebelerini yetiştiriyor, hem de belli saatlerde camide insanlara vâz u nasîhatte bulunuyordu. İnsanlar Hacı Bayram Velî'nin vaazlarına koşuyor, ahlâkî güzelliğini gördükçe ona daha çok bağlanıyordu. Her gün huzuruna pek çok kimse gelir, insanlar buradan dertlerine Allah'ın lütfuyla şifâ bularak giderlerdi. Talebeleri gün geçtikçe çoğalmaya başlamış, ismi kısa zamanda her tarafta duyulmuştu. Etrafına çok sayıda talebenin toplandığını gören bazı haset kimseler padişaha; "Sultânım! Ankara'da Hacı Bayram isminde biri, bir yol tutturarak halkı başına toplamış. Bir isyan çıkarmasından korkarız!" diyerek ona iftiralarda bulunmuş, bunun üzerine de sultan, durumun tetkik edilmesi için iki kişi vazifelendirip; "O kimseyi hemen gidip huzurumuza getirin. Emrimize baş kaldırıp isyan ederse, zincire vurarak getirin!" emrini vermişti.

Ellerindeki padişah fermanıyla Edirne'den Ankara'ya giden görevlilerin önüne şehrin yakınlarında bir gençle; yaşlı, nur yüzlü birisi çıkar. Selâmlaştıktan sonra ihtiyar zât: "Evlâtlarım! Nereden gelip nereye gidiyorsunuz?" diye sorunca, görevliler: "Ankara'da Hacı Bayram isminde biri, etrafına adamlar toplayıp, padişahımıza başkaldırmış. Onu yakalayıp padişahın huzuruna götüreceğiz." derler. Ulakların bu sözünü bekleyen ihtiyar zât: "Aradığınız Hacı Bayram bu fakirdir." deyince, ulaklar bir fermana, bir de Hacı Bayram Velî'ye bakar ve oldukça şaşırırlar. Aradıkları isyancı bu olamazdı. Bu nur yüzlü, hoş sözlü zât, hiç isyan edecek birine benzemiyordu. Hacı Bayram Hazretleri: "Evlâtlar! Sizin geleceğinizi biliyorduk. Onun için yola çıkıp sizi bekledik. Sultanımızın fermanı başımız üzerindedir. Haydi, durmayınız, elimi zincirle bağlayınız; bir an önce gidelim!" buyurdu. Bu sözlere iyice hayret eden görevliler: "Sizi yanlış anlatmışlar efendim. Size karşı edepsizlik etmekten hayâ ederiz. Hele zincire vurmak hiç aklımızdan geçmez. Mademki emrediyorsunuz, buyurunuz gidelim." derler ve Hacı Bayram Velî'yi sultanın huzuruna getirirler.

İşin aslı anlaşılmıştı. Sultan Murad Han, söylentilerden hareketle devletin selâmetine kasteden ve tahtına göz diken bir eşkıya beklerken, karşısında; nur yüzlü, kâmil bir velî görünce onu başköşeye oturttu. Utancından bu büyük velînin yüzüne bakamadan; "Yolculuğunuz zahmetli oldu herhalde." dedi. Hacı Bayram Velî ise tebessümle; "İyi bir vesile oldu. Birçok yerde ve buralarda epeyce maneviyât âşıkları gördük ve tanıştık." diyerek, padişahı rahatlattı. Sohbete başladılar. Hacı Bayram Velî konuştukça, ilminin yüksekliği daha iyi anlaşıldı. Padişah onu Ankara'dan buraya kadar getirttiğine çok üzüldü, tanışmakla şereflendiği için de çok sevindi. Pek çok ihsanda bulunup, hediyeler verdi. Fakat Hacı Bayram Velî: "Sultânım! Bizim dünya malında gözümüz yoktur. Siz onları, ihtiyacı olanlara veriniz." diyerek hediyeleri kabul etmedi.

Baş başa sohbet ettikleri günlerin birinde; konu İstanbul'un fethine gelmişti. Murad Han: "Allahü Teâlâ'nın izniyle, evliyanın himmet ve bereketleriyle İstanbul'u almak istiyorum. Rahmetli dedem Yıldırım Bâyezîd Han bu işe girişmişti. Fakat bir netice elde edemedi. Devlet-i Âl-i Osman'ın topraklarının ortasında bir Bizans Devleti'nin olmasına gönlüm hiç razı değil. Sevgili Peygamberimiz'in de (sallallahü aleyhi ve sellem) fethini müjdelediği bu İstanbul bize lâzım. Bunu almak için de himmetinizi, yardımınızı bekliyorum." dedi. Murâd Han bu sözleri söylerken, Hacı Bayram Velî derin bir tefekküre dalmış, onu dinliyordu. Sultanın sözü bittikten bir süre sonra: "Sultanım! Bu şehrin alınışını görmek ne size, ne de bize nasîb olacak. İstanbul'u almak, şu beşikte yatan Muhammed'e (Fâtih Sultan Mehmed Han) ve onun hocası, bizim Köse Akşemseddîn'e nasîb olsa gerektir." müjdesini verdi.

Hacı Bayram Velî Edirne'de bulunduğu müddet zarfında, camilerde vaaz verip, halka nasihatlerde bulundu. Edirneliler de onu çok sevdi. İnsanlar onun hangi camide nasihat edeceğini öğrenir ve oraya akın akın giderlerdi. Padişah da onun Edirne'de kalmasını istiyordu. Fakat Hacı Bayram Velî, Ankara'ya talebelerinin başına dönüp, onları yetiştirmeye devam etmek istediğini bildirdi.

Hacı Bayram Velî, Ankara'ya Sultan Murâd Han'ın verdiği fermanla geldi. Fermanda, Hacı Bayram Velî Hazretleri'nin talebelerinin yalnız ilim ile meşgul olmaları için, vergi ve askerlikten muaf tutulduğu bildiriliyordu. Bunu duyan pek çok kişi, vergi ve askerlikten kurtulmak için Hacı Bayram Velî'nin talebesi olduğunu söylemeye başladı. Bunlar o kadar çoğaldı ki, Ankara'nın mâlî ve askerî düzeni bozuldu. Sonunda Sultan, Hacı Bayram Velî'den talebelerinin bir listesini istemek mecburiyetinde kaldı.

Hacı Bayram Velî de, Ankara'nın Kanlıgöl mevkiinde bir çadır kurdu ve: "Bize intisâb edenler, talebe olanlar burada toplansın." diye ilân etti. Hacı Bayram Velî'nin talebesi olduğunu söyleyen herkes, akın akın gelip meydanı doldurdu. Hacı Bayram Velî: "Dervişlerim! Bana intisâb eden talebelerimi bugün burada kurban etmem emrolundu. Canını, malını bana feda eden, çadıra girsin." buyurdu. Bütün talebeleri bir korku aldı. Bir uğultu yükseldi. Vergiden kaçmak için talebe görünenler; "Bu ne biçim mürşit; bu nasıl müritlik!" diye söylenip duruyorlardı. Hacı Bayram Velî de, eline keskin bir bıçak ile çadırın kapısında beklemeye başladı. Bu sırada topluluktan, bir erkek ile bir kadın kalabalığı yararak doğruca çadırın içine girdiler. Arkalarından Hacı Bayram Velî de girdi. Daha önceden çadıra koyduğu koyunu içeride hemen kesti. Kırmızı bir kan, çadırdan dışarı çıktı. Kanı gören herkes hemen kaçtı. Meydanda kimse kalmadı. Daha sonra dışarı çıkan Hacı Bayram Velî: "Anladık ki, bu kadar talebemiz varmış. Bunlardan başka herkes, vergi vermek ve askerlik yapmak suretiyle, devlete olan borcunu ödemelidir." buyurdu.

Hacı Bayram Veli, kendi döneminde çok sayıdaki sevenleri sayesinde sahip olduğu büyük nüfuzu dâima devlet için kullanmış, onun tavsiye, fikir ve dualarını alan idareciler bunun bereketini görmüşlerdir. Onu devlet için bir tehlike göstermek isteyenlerin bugün adları bile hatırlanmazken, onun fikirlerinin ve mânevî tasarrufunun hâlen geçerliliğini sürdürdüğü, kabrinin her gün binlerce mümin tarafından ziyaret edilmesinden ve ismi geçtiğinde hayırla yâd edilmesinden anlaşılmaktadır.