* Damad kayınbabasına, kayınbaba damadına zekât verebilir.
* Şâfiî mezhebinde sırf borcu kapatmak için usûl ve fürû birbirine zekât verebilir.
2 - Aslî ihtiyaçlarından başka nisab miktarı bir mala sâhip olan kimseye, zengin sayılacağı için zekât verilmez. Çünkü zekâtın gaye ve hikmeti, fakire yardım ve onun ihtiyaçlarını gidermek, sıkıntılarını yoketmektir. Zekât gibi öşürler, keffâretler, nezirler ve fitreler de zengine verilmez. Bunlar zengine verildiği takdirde müstehakkını bulmamış olacağından makbûl olmaz. Yeniden verilmesi gerekir. Zengine vâcib sadakalardan verilmese de, nafile sadakalar verilebilir. Çünkü bu sadakalar bir hibe mahiyetindedir. Zengine hibe yapılması câiz olduğu gibi, nafile sadaka da câiz olur. Ne var ki bu gibi hibe ve sadakalarda, fakire verilen sadakalardaki sevab ve fazilet yoktur.
3 - Kendisine zekât verilecek kimse zekâtın verildiği vakitte zekâta ehil olmalıdır. Bu ehliyetin sonradan ortadan kalkması, zekâtın sıhhatine mâni olmaz. Meselâ: Senesi dolmadan bir malın zekâtı bir fakire verilse, zekâtını yeniden vermek icab etmez. Sen zengin oldun diye geri de istenemez. Zira zekât verildiği anda, o şahıs zekât almaya müstehak idi.
4 - Bir kimse zekâtını zengin bir adamın küçük çocuğuna veremez. Çünkü bu çocuk babasının malıyla zengin sayılır. Fakat zengin bir kadının fakir ve yetim olan çocuğuna zekât düşer. Çünkü çocuğun nesebi, baba tarafından sabittir. Anasının servetiyle zengin sayılmaz. Bir kimse zekâtını zengin bir şahsın fakir olan babasına veya fakir olan büyük oğluna veya kızına veya o şahsın fakir olan hanımına verebilir. Zira bunlar birbirlerinin servetiyle zengin sayılmazlar.
5 - Zekât gayr-i müslimlere verilmez. Çünkü bu, fakir müslümanların hakkıdır. Yalnız İmam-ı Züfer, zekâtın, İslâm vatandaşlığına girmiş ehl-i kitabdan fakir gayr-i müslimlere (ehl-i zimmeye) verilmesini câiz görmüştür. Çünkü ona göre zekâttan maksad muhtaç olanları ihtiyaçtan kurtarmaktır. Muhtaç durumda olan zimmîlere verilmesiyle de, bu maksad hâsıl olur. Nafile sadakaların zimmîlere verilebileceğinde ise, ittifak vardır.
6 - Zekâtı önce akrabanın fakir olanlarına vermek efdaldir. Çünkü bunda hem zekât sevabı, hem de sıla-i rahim sevabı vardır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi usul ve zekât düşmez. Bunun dışında akrabadan zekâta müstehak olan kimselerin tercih sırası şöyledir: Erkek ve kız kardeşler, Bunların evlâdları (yeğenler),Amcalar, halalar ve amca ve halaların evlâdları. Bunlardan sonra diğer uzak akrabalar gelir. Bu gibi akrabalardan sonra, fakir komşulara ve meslektaşlara vermek efdaldir.
7 - Zekât öncelikle malın bulunduğu yerdeki fakirlere verilmelidir. Başka yerdeki fakirlere gönderilmesi mekruhtur. Ancak kendisine zekât gönderilecek o uzak yerdeki kimseler akrabadan iseler, kerahat kalkar, bil`akis onlara zekât gönderilmesi efdal hâle gelir. Bir de zekât sene dolmadan önce ödenecekse, başka bir beldeye gönderilmesinde bir mahzur görülmemiştir. Zekâtın bir başka bölgeye naklinde kerahat olmayan bir başka durum da nakledilen beldenin fakirlerinin daha muhtaç ve fakir olması hâlidir. Veya zekâtın o beldeye naklinde müslümanların daha çok menfaatının olduğu tahmin edilmesidir. Âlim bir fakire zekât vermek, cahil bir fakire vermekten daha fazîletlidir. Bu bakımdan âlim bir zâta veya ilim öğrenmek için çaba gösteren bir talebeye, başka bir beldede de olsa zekât göndermek câiz ve isabetli olur. Borcun ne elemli bir musibet olduğunu hepimiz biliriz. Bu bakımdan bu musibetten kurtulması, borçlarını temizleyerek huzura ermesi için, zekâtın başka bir beldede oturan bir borçluya verilmesinde de fakihler kerahet görmemişlerdir. Bayramlarda akraba çocuklarına, fakir bir müjdeciye verilecek bahşişlerin zekât niyetiyle verilmesi de câizdir.
8 - Zekât, cami, mektep, hastahane gibi hayır kurumlarına ve yol, çeşme, köprü gibi hayır işlerine verilemez. Çünkü zekât, bizzat fakir şahsın hakkıdır. Hükmî şahsiyetlere zekât câiz olmaz. Ayrıca zekâtta temlik, yani, mülk edinme şartı da vardır. Verilen zekât ancak fakir tarafından temlik edilir, yani, mal veya para olarak bizzat teslim alınır, kendi mülkü hâline getirilirse sahih olur. Bu bakımdan - meselâ - fakirlere ziyafet verip onları doyurmak suretiyle zekât mükellefiyeti ifa edilmiş olmaz. Zira bunda temlik yoktur. Zekâtta temlik şart olduğundan dolayıdır ki, deliye ve henüz bülûğa ermemiş çocuğa zekât verilmez. Çünkü bunda temlik yoktur. Ancak bunların velisi veya vasisi varsa, o veli ve vasiye verilmesi câiz olur. Veli ve vasî aldıkları zekâtı, sadece vasîsi oldukları akıl hastaları veya çocuklar için sarfederler, kendileri için harcayamazlar. Kendisine zekât temlik edilen şahıs, aldığı bu malı kendi şahsına harcamayıp bâzı hayırlı işlerde sarfederse, meselâ cami, mektep gibi hayır müesseselerine hibe ederse, bu hibe ve harcama câizdir. Çünkü temlik şartı yerine gelmiştir. Böylece zekât sâhibi zekâtının sevabını alırken, aldığı zekâtı hayır müesseselerine hibe eden fakir de ibâdet ve Allah`a kurbiyet sevabına nâil olur. Ancak bu tamamen ihtiyarî bir durumdur. Hiç kimse, zekâtını verdiği fakirden o zekâtı bir hayır müessesesine hibe etmesini, bağışlamasını istemek hakkına sâhip değildir. Temlik yoluyla alınan o zekât tamamen fakirin hakkıdır, öz malıdır. Dilerse onu ihtiyaçlarına sarfeder, kendini fazla ihtiyaç içinde görmüyorsa hayırlı işlerde de kullanabilir.