melekler gaybı bilirlermi

@THEHAFIZ Hocam sen müsterih ol. Ehl-i Sünnet içinden çıkamıyor değil Elhamdulillah. Cin Suresi: 1. De ki: Bir grup cinin, dinleyip şöyle dediği bana vahyedildi:-Biz, hayret verici bir okuma duyduk. 2. ...


Ağaç Şeklinde Aç6Beğeni

  1. Alt 07-27-2008, 18:45 #21
    mhmt Mesajlar: 904
    Blog Başlıkları: 3
    @THEHAFIZ

    Hocam sen müsterih ol. Ehl-i Sünnet içinden çıkamıyor değil Elhamdulillah.


    Cin Suresi:
    1. De ki: Bir grup cinin, dinleyip şöyle dediği bana vahyedildi:-Biz, hayret verici bir okuma duyduk.


    2. Doğru yolu gösteriyor. Biz ona iman ettik. Rabbimiz'e hiç kimseyi ortak tutmayacağız.


    3. Rabbimiz'in şanı çok yücedir. O, eş ve çocuk edinmemiştir.


    4. Meğer bizim beyinsizimiz, Allah hakkında yalan söylüyormuş.


    5. Biz de, insanların ve cinlerin Allah hakkında yalan söylemeyeceklerini zannederdik.


    6. Oysa, insanlarda öyle adamlar varmış ki, cinlerin bazılarına sığınıyor. Cinler de onların azgınlıklarını artıyormuş.


    7. Sizin zannettiğiniz gibi, onlar da Allah’ın hiç kimseyi yeniden diriltemeyeceğini sanmışlardı.


    8. -Biz, göğü yokladık ve onun şiddetli bir koruma ve alevle dolu bulduk.


    9. Oysa, orada bizim dinlemek için oturma yerlerimiz vardı. Şimdi kim dinlemek istese onu gözeten bir alev yakalıyor.


    10. Gerçekten de bilmiyoruz, yeryüzündekilere bir kötülük mü isteniyor; yoksa, Rab’leri onlara doğru yolu göstermek mi istedi?


    11. İçimizden iyi olanlar da var, olmayanlar da var. Biz, türlü türlü yollara ayrılmışız.

    ....................


    Sorular:

    A-)6.Ayette geçen "...insanlarda öyle adamlar varmış ki, cinlerin bazılarına sığınıyor..." cümlesinde, sizin cin(bilinmeyen) tanımına göre yorumlarsak/açıklarsak nasıl olacak? İnsanalrdan öyleleri varmış ki, bilmediklerine/tanımadıklarına sığınıyorlar ve bilmedikleri tanımadıkları onları azdırıyor.. öylemi?

    B-)8. Ayette geçen "..biz göğü yokladık.." cümlesinde göğü insan nasıl yokluyor? Hani cin bilinmeyen insan demek (ise), buradaki yoklama nedir? Kim yapmıştır? Nasıl olmuştur?

    C-)9. Ayette geçen "...Oysa, orada bizim dinlemek için oturma yerlerimiz vardı..."'dan kasıt nedir? Bilinmeyen/tanımadığımız insanlar mı kendilerine dinleme yeri edinmiş? Buradan siz ne anlıyorsunuz? Kimler, Neyi nasıl dinliyorlarmış? Ayrıca Ayetin devamıda geçen;

    "...Şimdi kim dinlemek istese onu gözeten bir alev yakalıyor..." cümlesinde, alev kimi nasıl yakalıyor? Ayrıca, "şimdi" ifadesi geçiyor. Önceden dinledikleri de bi önceki cümlede geçiyor. Ne olmuşta dinleyemiyorlarmış, Alev yakalıyormuş?

    ...

    selametle..

  2. Alt 07-28-2008, 10:59 #22
    THEHAFIZ Mesajlar: 135
    Mehmedim, Ben de o zaman diyorum ki,
    Halep ordaysa arşın burada,
    Kim cin'ne sığınabiliyor ve ünsiyet kurabiliyor
    var mı ciddi mana da bir örnek,
    Bu mümkün mü?
    miş-li muş-lu hikayelerle tefsir yapılamaz yapılsa da bu ilmi olmaz,
    Orada ins'in (mekkelilerin) sığındıkları cin'ler mekkenin dışından ayarlanmış ajanlardır vebunlar mekkeli insanların beyinlerini karıştırmak için çaba sarfederdi,
    Aynı şey günümüzde de yok mu, aramızda kaç yahudinin ve hiristiyanın imamlık yaptığı ve dini kitap yazdığını araştırırsanız bulursunuz..
    İşte bunlar, ins'in (yerlilerin) düzenini bozmak için piyasaya çıkmış cinlerdir,
    Bura da cin, huzura koşan yerlilerin önünün kesilmesi için ayarlanan ajanların yaptıkları atraksiyona denir.
    Biliyorum, israiliyyat bilgisiyle donatılmış birinin bunları anlamakta zorlanacağını ama yine de biraz çaba sarfedilirse..
    Kainatın sadece insanlık için yaratıldığı müşahede edilebilir.

  3. Alt 07-28-2008, 14:58 #23
    mhmt Mesajlar: 904
    Blog Başlıkları: 3
    @THEHAFIZ

    Böyle olmaz hocam. Ben bi tane hüküm ya da tefsir yazdım mı? İlk kısımda ayetleri yazdım, 2. kısımda da sorularımı sordum? Varsa cevabınız buyurun? "Halep Ordaysa Arşın Burda" benim söylemem gereken sözmüş aslında ; ))

    Şimdi;

    6.Ayet'e cevap yazmışsınız. Sizin anladığınız şekilde ama ötekileri es geçmişsiniz? Neden?

    8. ve 9. Ayette "Göğü yoklamak" ,"dinlenmek için oturma yerlerine sahip olma"k nedir yazmamışsınız?

    Bakın hala, 6. Ayet sizin dediğiniz gibi değil, şöyle... diyen bi yazım yok. Eleştirmedim bile, sadece sorular soruyorum. Ama siz fikir farklılığımız var olduğu için, bizi anlamaz, İsrailiyattan beslenen/donatılmış insan yapıyorsunuz Bu da iyi durmuyor söyleyim.

    Buyrun;

    selametle..

  4. Alt 07-28-2008, 15:22 #24
    THEHAFIZ Mesajlar: 135
    O zaman okuyamay devam mehmedim, Kur'an anlaşılır bir iktaptır ve anlaşılmayacak çelişkiler barındırmaz..
    VİRA BİSMİLLAH..


    40 / CİNN SURESİ


    Takdim:

    “Kul uhıye” suresi de denilen Cinn suresi, Mekke’de 40. sırada inmiş olup, adını 1. ayette geçen “el cinn” sözcüğünden almıştır.
    Surenin ilk bölümünde, Mekke’ye dışarıdan gelen bir grup yabancının Kur’an dinledikleri, dinledikleri Kur’an’dan etkilendikleri, inanmış olarak yurtlarına döndükleri ve yurtlarında da kendi halklarına anlattıkları (Kur’an’dan öğrendikleri gerçekler, eski inançlarının çürüklüğü) nakledilmiştir. Surede ayrıca gaybin bilgisinin sadece Allah’a ait olduğu, tevhit ilkesi ve Kur’an’ın nitelikleri de yer almaktadır.
    Cinn suresinin inmesi ile Mekke dışında da inanmış kişilerin var olduğu anlaşılmış ve bu kişilerin inananları destekleme kararı aldıkları öğrenilmiştir. Bu bilgi ise, başta peygamberimiz olmak üzere tüm inananlara manevî bir güç kaynağı olmuştur. Yani Cinn suresi, kılavuzu sadece Kur’an olan o günkü inananlar arasında böyle yararlı bir etki yapmıştır.
    Buna karşılık, halk arasında meşhurlaşmış anlamı Kur’an öncesi zamanlara dayanan “cinn” sözcüğünü, Kur’an’da kullanılan anlamı dışında değerlendireler tarafından ise Cinn suresi hep yanlış anlaşılmıştır. Surenin doğru anlaşılmasını sağlayacağı düşüncesiyle biz, “Cinn Kavramı ve Kur’an’da Cinn” adlı yazımızı ve İslâm Ansiklopedisi’nden alıntıladığımız “Akabe Beyatleri” maddesini, ayetlerin tahliline geçmeden önce dikkatlerinize sunmuş bulunmaktayız:


    “CİNN” KAVRAMI ve KUR’AN’DA “CİNN”

    “Cinn” kavramı, “şeytan”, “İblis”, “melek” kavramları gibi muhtemelen tarih öncesinden itibaren insanların yaşamları içine girmiş kavramlardan biri olup, yine bu kavramlar gibi tüm dinlerde önemli bir yere sahip olmuştur. Ne var ki bu kavramların halk kültüründe edindiği yer, ilkel toplumların yaşadıkları ilkel koşullar içinde zihinlerinde oluşturdukları vehim ve kuruntulara dayalı inançların etkisinden kurtulamamıştır. Bugün de hâlâ, ilkel toplumlardan gelme yanlış anlayış ve inanışlar devam etmekte ve işin kötüsü bunlar dine fatura edilmektedir. Bizi ilgilendiren husus da budur. Biz, dinimizin saf, halis, Allah’a ait bir din olarak yaşanmasından yana olduğumuz için bu kavramları, içlerine yuvalanmış batıl inanç ve hurafelerden temizlemeyi bir görev olarak addetmekteyiz.
    Halk kültürüne göre cin; “insan gibi yiyip içen, üreyen, inanan, bazen ehil insanlarca işçi gibi çalıştırılan, olağan üstü güç ve bilgilere sahip, insanları çarpan, istediklerine zarar veren, erdirici yüksek değerler ilham eden gizli destekçi güç, görünmeyen yaratık”tır.
    Bu anlayış doğrultusunda halk arasında, psikolojik rahatsızlıklara uğramışlara, yüz felci olmuşlara… cin çarpmış, cin uğramış (uğrak olmuş) denmektedir. Eski dönemlerde ise başarılı, çalışkan zanaatkârlara, şairlere, kâhinlere hatta peygamberlere de “mecnun (cinlenmiş)” denirdi. Bundan maksat, onların delirmiş olduklarını anlatmak değil, cinler (görünmez varlıklar) tarafından desteklendiklerini, yardım gördüklerini ifade etmekti.
    Günümüzde “cinn” kavramını doğru olarak öğrenebilmek için yapılacak ilk hareket, bu konuda şimdiye kadar bilinen ve halk arasında yaygın, kulaktan duyma anlayışın bir tarafa bırakılması olmalıdır.

    “Cinn” sözcüğü, “cenn” kökünden türemiş bir sözcük olup sözcüğünün asıl anlamı; “bir şeyi duyulardan saklamak”tır. Arapçada “cennehülleylü (gece onu örttü)”, “ecennehü (onu örttürdü)”, “cenne aleyhi (üzerine örttü)” şekillerinde kullanılır. Nitekim Kur’an’da İbrahim peygamberi konu alan bir pasajda “fellema cenne aleyhilleylü (ne zaman ki gece kendisini sakladı, iyice karanlık çöktü)” diye yer almıştır (En’âm; 76).
    Aşağıdaki sözcükler de “cnn” kökünden türemiştir:
    Cennet: “Toprağı ağaç yapraklarıyla saklanmış yer” demektir.
    Cinnet: “Aklı, fikri saklanmak, delirmek” demektir.
    Cenin: Ana karnında saklandığı için bu adı almıştır.
    Cünnet: Kalkan; kişiyi oktan mızraktan sakladığı için bu ad verilmiştir.

    “Cinn” sözcüğü bütün eski ve yeni sözlüklerde; “İnsanın beş duyusuyla kavrayamadığı, algılanamayan, ama somut veya soyut, varlığı kesin olan güçler” olarak yer alır.
    Sözlüklerdeki bu tarife göre melek ve şeytan terimleri de “cinn” kavramı kapsamına girmektedir. Yani her melek ve şeytan (algılanamadığı için) “cinn”dir. Ama her “cinn”in şeytan veya melek olduğu söylenemez.
    Kur’an’dan ve eski kaynaklardan yaptığımız tespitlere göre “cinn” sözcüğü çok kapsamlı olarak kullanılmaktadır. Nitekim Araplar yavaş hareket ettiği için hareketi gözle izlenemeyen küçük bir yılan türüne “cann” derler. “Cann” sözcüğü bu anlamıyla Kur’an’da iki yerde; Kasas suresinin 31. ve Neml suresinin 10. ayetlerinde, Musa peygamberin asası ile ilgili olarak kullanılmıştır. Ayrıca “cinn” sözcüğü Kur’an’da “cinnet” kalıbıyla da yer almıştır.
    “Cinn” sözcüğü, anlam olarak “insan” sözcüğünün karşıtıdır. Bu sebeple “cinn” sözcüğünü daha iyi anlamak için karşıtı olan “ins, insan” sözcüklerinin de bilinmesinde yarar vardır.

    İns, insan:

    Sözcük anlamı; “beş duyuyla hissedilebilen, bilinen, görünen, tanıdık, ilişki kurulabilen, kaybolmayan, sürekli ortada duran” demek olan “insan” sözcüğü, “fi’liyan” kalıbında olup “ens” sözcüğünden türemiştir. “İnsan” sözcüğünün aslı “insiyan” sözcüğüdür.
    Sözcük, anlam olarak evrendeki tüm görünen (cisimli) varlıkları kapsamasına rağmen sadece insanlara isim olarak verilmiştir. Bunun nedeni, insanın yaratılış itibariyle ünsiyete muhtaç, yani sosyal bir varlık olmasıdır.
    İbn-i Abbas gibi bazı tefsirciler “insan” sözcüğünün “nisyan” sözcüğünden türemiş olduğunu ve insanın verdiği sözleri unuttuğu için bu isimle isimlenmiş olduğunu söylemiş olsalar da bu görüş hem dil bilimcileri tarafından itibar görmemiştir hem de Kur’an’daki kullanıma ters düşmektedir.
    Sözcük anlamı itibariyle birbirinin karşıtı olan “cinn” ve insan, varlık olarak da yaradılıştan gelen bir karşıtlık içindedirler. Böyle olduklarını da bize Kur’an göstermektedir:


    İnsan ve “cinn”in yaratılışı:

    Rahman; 14–15: O, insanı pişmiş çamur gibi kuru balçıktan (değişken maddeden) yarattı.
    Ve cannı ateşin dumansızından (enerjiden) yarattı.

    Hicr; 26, 27: Ve hiç kuşkusuz biz, insanı (görünen, bilinen varlıkları) çınlayan kilden, işlenebilen çamurdan (hâlden hâle giren maddeden) yarattık.
    Ve cannı daha önce, en ince delikten bile geçebilen yakıcı bir esintinin ateşinden (engel tanımayan enerjiden) yaratmıştık.

    Ayetler, insanın, “pişmiş çamurdan, kuru balçıktan, çınlayan kilden, işlenebilir çamurdan” yaratıldığını söylemektedir. Bu ifadeler, “madde”nin hâlden hâle girmesini çağrıştırmakta olup, insanın genel anlamda maddeden yaratıldığını anlatmaktadır. “Cann”ın, “ateşin dumansızından, en ince delikten bile geçebilen yakıcı bir esintinin ateşinden” yaratıldığını söyleyen bu ifadeler ise, daha ilk bakışta akla “enerji”yi getirmektedir.
    Öyleyse “cann ateşten yaratılmıştır” demek; “elektrik, manyetik dalgalar, ışın gibi gözükmez güçler, enerjiden yaratılmıştır” demektir. “İnsan topraktan yaratılmıştır” demek de; “beş duyuyla hissedilebilen, bilinen, görünen, tanıdık, ilişki kurulabilen, kaybolmayan, sürekli ortada duran cisimli varlıklar, maddeden yaratılmıştır” demektir.

    Kur’an’da “cinn”:

    “Cinn” sözcüğü Kur’an’da; melekler için, İblis için ve kendileri görülse de kimlikleri açıkça belli olmayan kişiler için kullanılmıştır:

    1 – “Cinn” sözcüğünün Kur’an’da melekler için kullanılışı:

    Saffat; 158: Onlar, Allah ile cinnler arasında bir soy bağı (nesep) kurdular. Oysa ant olsun, cinnler de onların gerçekten hazır bulundurulacaklarını bilmişlerdir.

    En’âm; 100: Ve cinnleri Allah’a ortak koştular. Oysa onları da O yaratmıştır. Bir de bilgisizce O’na oğullar ve kızlar yakıştırdılar. O ise nitelendirdikleri şeylerden yücedir/ uzaktır.

    Sebe; 41: Melekler derler ki: “Sen yücesin, bizim velimiz sensin, onlar değil. Hayır, onlar cinnlere tapmaktaydı ve çoğu onlara iman etmişlerdi.

    Bu üç ayette “cinler” sözcüğü ile kastedilen “melekler”dir. Çünkü biz, Nahl; 57, Necm; 21, Saffat; 149, 153, Zühruf; 16, Tur; 39 ayetlerinden biliyoruz ki müşrikler, Allah ile melekler arasında soy bağı kurmuşlar, Allah’ın kızları olarak melekleri görmüşler ve Allah yerine meleklere tapmışlardır. Yani Kur’an, Allah’a ortak koşulan melekleri, Saffat; 158, En’âm; 100 ve Sebe; 41’de “cinn” olarak ifade etmiştir.

    2 – Cinn sözcüğünün Kur’an’da İblis için kullanılışı:

    Kehf; 50: Hani biz meleklere, “Âdem’e secde edin” demiştik de İblis dışında hepsi secde etmişti. İblis, cinnlerdendi. Kendi Rabbinin emrine ters düştü. Şimdi siz, benim astımdan onu ve onun soyunu dostlar mı ediniyorsunuz? Hem de onlar sizin düşmanınızken. Zalimler için ne kötü bir değiştirmedir bu!

    “İblis” konusunda ayrı bir çalışmamız olduğu için burada detaya girilmemiştir.

    3 – Cinn sözcüğünün Kur’an’da kendileri görülse de kimlikleri açıkça belli olmayan kişiler için kullanılışı:

    Bu başlık altında topladığımız cinnler ya da kişiler için Kur’an’da üç örnek mevcuttur:

  5. Alt 07-28-2008, 15:24 #25
    THEHAFIZ Mesajlar: 135
    a) Süleyman peygamberin cinleri:

    Sebe; 12–14: Süleyman için de sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir ay olan rüzgârı boyun eğdirdik; erimiş bakır madenini ona sel gibi akıttık. Onun eli altında Rabbinin izniyle iş görmekte olan bir kısım cinnler de vardı. Onlardan kim bizim emrimizden çıkıp sapacak olsa, ona çılgın ateşin azabından tattırırdık.
    Ona dilediği şekilde kaleler/ mihraplar, heykeller/ manzara resimleri/ güzel motifler, havuz büyüklüğünde çanaklar ve yerinden sökülmeyen kazanlar yaparlardı. “Ey Davud ailesi, şükrederek çalışın.” Kullarımdan şükretmekte olanlar azdır.
    Böylece onun ölümünü gerçekleştirdiğimiz zaman, ölümünü, onlara asasını yemekte olan bir ağaç kurdundan başkası haber vermedi. Artık o, yere yıkılıp düşünce, açıkça ortaya çıktı ki, şayet cinnler gaybi (Süleyman’ın öldüğünü) bilmiş olsalardı böylesine aşağılayıcı bir azap içinde kalıp yaşamazlardı.

    Neml; 39: Cinnlerden İfrit: “Sen makamından kalkmadan önce, ben onu sana getiririm, ben gerçekten buna karşı kesin olarak güvenilir bir güce sahibim.” dedi.


    Görüldüğü gibi bu ayetlerde Süleyman peygamberin emrinde çalışan, ona zoraki hizmet eden “cinn”lerden bahsedilmektedir. Ve bunların hünerli zanaatkâr kimseler olduğu açıklanmaktadır.
    Süleyman peygamberin emrine verilen bu “cinn”lerin kim olduklarını anlamak için, eldeki tarihî bilgilerin değerlendirilmesi gerekir. Süleyman peygamber, Yakup peygamberin soyundan gelen bir Beniisrail peygamberi olup, Davut peygamberin oğlu ve ülkesi İsrail’in hükümdarı idi (M.Ö. 10. yy ortaları). Süleyman peygamber hakkındaki bilgilerin hemen hemen tamamı, Ana Britannica ansiklopedisinin de belirttiği gibi (Cilt: 28, s: 434), Eski Ahit’ten kaynaklandığı için, bu bilgileri Tevrat’ın 1. Krallar ve 11. Tarihler bölümlerinden almayı daha uygun buluyor ve 11. Tarihler, bölümünün 11. Bab’ını aynen aktarıyoruz:

    1- Ve Süleyman RABBİN ismine bir ev ve kendi krallığı için bir ev yap*maya niyet etti. 2- Ve Süleyman yük ta*şıyan yetmiş bin adam ve dağlarda taş kesen seksen bin adam ve onların üze*rinde iş başı olan üç bin altı yüz adam saydı. 3- Ve Süleyman Sur kralı Huram’a gönderip dedi: “Babam Davud’a yaptığın gibi ve içinde oturmak için kendisine ev yapsın diye ona erz ağaç1arı gönder*diğin gibi, bana da öyle yap. 4- İste, ben Allah’a tahsis edeyim ve onun önünde hoş kokulu buhur yakayım diye, Allah’ım RABBİN ismine bir ev yapacağım ve o daimi huzur ekmeği için ve sabah akşam, Sebtlerde ve ay başlarında ve Allah’ımız RABBİN belli bay*ramlarında yakılan takdimeler için ola*caktır. Bunlar İsrail üzerine ebedi kanundur. 5- Ve yapmak üzere olduğum ev büyüktür, çünkü Allah’ımız bütün ilah*lardan büyüktür. 6- Ve kimin kudreti var ki, ona bir ev yapsın? Çünkü gök ve göklerin göğü onu alamaz. Ve ben ki*mim ki, ona bir ev yapayım? Ancak onun önünde buhur yakmak için yapıyo*rum. 7- Ve şimdi, babam Davud’un hazır*lamış olduğu Yahuda’da ve Yeruşalim’*de yanımda bulunan hünerli adamlarla beraber olmak üzere bana bir adam gönder, altın ve gümüş ve tunç ve demir ve erguvani ve kırmızı ve lacivert işlerinde hünerli olsun ve her türlü oyma işlerini oyabilsin. 8- Ve bana Libnan’dan erz ağacı ve servi ve sandal ağacı gön*der: Çünkü bilirim ki, senin kulların Libnan’dan kereste kesmeği bilirler. 9- Ve iste. Bana bol kereste hazırlasınlar diye kullarım senin kullarınla beraber ola*caklar: Çünkü yapacağım ev büyük ve şaşılacak bir şey olacaktır. 10- Ve iste, se*nin kullarına, kereste kesenlere, yirmi bin ölçek dövülmüş buğday ve yirmi bin ölçek arpa, ve yirmi bin bata şarap, ve yirmi bin bat zeytin yağı veririm. 11- Ve Sur kralı Huram, Süleyman’a gönderdiği yazı ile cevap verdi: RAB kavmini sevdiği için seni onların üzerine kral etti. 12- Ve Huram dedi: RAB için bir ev ve kendi kra1lığı için bir ev yapacak olan basiret ve anlayış sahibi akıllı bir oğlu kral Davud’a veren, Göğü ve yeri yaratan RAB, İsrail’in Allah’ı mübarek olsun. 13- Ve iste, senin hünerli adamlarınla ve baban efendim Davud’un hünerli adamları ile beraber kendisine bir yer verilsin diye, hüner ve an1ayış sahibi bir adamı, benim Huram Babayı gönderdim. 14- Dan kızlarından bir kadı*nın oğludur, ve babası Surlu bir adamdı; altın ve gümüş, tunç, demir, taç ve kereste, erguvani, lacivert ve ince keten ve kırmızı işlemede ve her çeşit oyma işinde ve her çeşit icatta hünerlidir. 15- Ve efendimin söy1emiş olduğu buğdayı ve arpayı, zeytinyağını ve şarabı kullarına göndersin; 16- ve sana lazım olduğu kadar Libnan’dan kereste keseriz ve onu sallarla denizden Yafa’ya kadar sana getiririz ve sen onu Yerüşa1ime çıkarırsın. 17- Ve Süleyman, babası Davud’un İsrail diyarında olan bütün garipleri saydığı sayıdan sonra onları saydı ve yüz elli üç bin altı yüz kişi bulundular. 18- Ve onlardan yük taşıyan yetmiş bin ve dağlarda taş kesen seksen bin ve kavmi işletmek için iş başı olarak üç bin altı yüz kişi koydu.

    Yukarıdaki bilgilere göre, Süleyman peygamberin hizmetinde bulunanlar, halk kültüründeki cinler değil, Süleyman peygamberin babası Davut peygamberin hünerli zanaatkâr adamları ve onlara ustabaşılık yapan Sur kralının gönderdiği Hurram Baba ile emrindeki hünerli kişilerdir.
    Yani, burada da görmekteyiz ki “cinn” sözcüğü, başka ülkelerden getirilmiş hünerli zanaatkâr yabancı işçiler için kullanılmıştır.

    b) Peygamberimizi dinleyen “cinn”ler:

    Ahkâf; 29–32: Hani cinnlerden birkaçını, Kur’an dinlemek üzere sana yöneltmiştik. Böylece onun huzuruna geldikleri zaman, dediler ki: “Kulak verin”, sonra bitirilince de kendi kavimlerine uyarıcılar olarak döndüler.
    Dediler ki: “Ey kavmimiz, gerçekten biz, Musa’dan sonra indirilen, kendinden öncekileri doğrulayan bir kitap dinledik; hakka ve dosdoğru olan yola yöneltip iletmektedir.
    Ey kavmimiz, Allah’a davet edene icabet edin ve ona iman edin; günahlarınızdan bir kısmını bağışlasın ve sizi acı bir azaptan korusun.”
    Kim Allah’a davet edene icabet etmezse, artık o, yeryüzünde Allah’ı âciz bırakacak değildir ve onun O’ndan başka velileri de yoktur. İşte onlar apaçık bir sapıklık içindedirler.


    Buradaki anlatım aşağıda göreceğiniz gibi Cinn suresinde de yer almıştır.

    Cinn; 1–14: De ki, “Bana gerçekten şu vahyolundu: Cinnlerden bir grup dinleyip de şöyle demişler: “Doğrusu biz hayranlık veren bir Kur’an dinledik.
    O, gerçeğe ve doğruya yöneltip iletiyor. Bu yüzden biz ona iman ettik. Bundan böyle Rabbimize hiç kimseyi ortak koşmayacağız.
    Elbette bizim Rabbimizin şanı yücedir. O, ne bir eş edinmiştir, ne de bir çocuk.
    Doğrusu şu: Bizim beyinsizlerimiz, Allah’a karşı bir sürü saçma şeyler söylemişler.
    Hâlbuki biz, ins ve cinnin (hiçbir kimsenin) Allah’a karşı asla yalan söylemeyeceklerini zannediyorduk.
    Bir de şu gerçek var: İnsten bazı kimseler cinnden bazı kimselere sığınırlardı. Öyle ki, onların azgınlıklarını artırırlardı.
    Ve onlar, sizin de sandığınız gibi Allah’ın hiç kimseyi kesin olarak diriltmeyeceğini sanmışlardı.
    Doğrusu biz göğü yokladık (falcılığı denedik); fakat onu güçlü koruyucular ve şihap / ateş alevleri, göz kamaştıran parıltılar, yakıcı ışınlarla kaplı bulduk.
    Oysa gerçekte biz, dinlemek için onun oturma yerlerinde otururduk. Ama şimdi kim dinleyecek olsa hemen kendisini izleyen bir şihap bulur.
    Doğrusu bilmiyoruz; yeryüzünde olanlara bir kötülük mü istendi, yoksa Rabbleri kendileri için bir hayır mı diledi.
    Gerçek şu ki, bizden salih olanlar da vardır ve bunun dışında olanlar da. Biz türlü türlü yolların fırkaları olmuşuz.
    Biz şüphesiz, Allah’ı yeryüzünde asla âciz bırakamayacağımızı, kaçmak suretiyle de onu hiçbir şekilde âciz bırakamayacağımızı anladık.
    Elbette biz, o yol gösterici Kur’an’ı işitince, ona iman ettik. Artık kim Rabbine iman ederse, o ne eksileceğinden korkar ve ne de haksızlığa uğrayacağından.
    Ve elbette bizden Müslüman olanlar da var, zulmedenler de. İşte Allah’a teslim olanlar, artık onlar gerçeği ve doğruyu bulmuş olanlardır.”
    Bu iki ayet grubunda nefer bir sayıda (üç ile on arası) oldukları bildirilen cinnler, tüm tefsirlerde ve tarih kitaplarında ittifakla belirtildiği gibi, Nusaybin’den veya Yesrib’ten (Medine’den), kimliklerini açığa vurmadan peygamberimizin yanına gizlice gelip Kur’an dinleyen ve imana gelen, sonra da kavimlerini uyarmak için geri dönen Nusaybin’li veya Yesrib’li (Medine’li) Yahudilerdir. Hatta “Cinn Gecesi Hadisi” olarak şöhret bulmuş olan bir rivayete göre bu “cinn”ler, peygamberimizle birlikte ateş yakmışlar, yemek yemişlerdir ve peygamberimiz de “cinn”lerin izlerini başkalarına göstermiştir.

  6. Alt 07-28-2008, 15:24 #26
    THEHAFIZ Mesajlar: 135
    c) “Cinn”lerin bahsettiği “cinn”ler:

    Yukarıda mealini verdiğimiz Cinn suresine ait ayetler, peygamberimizi dinleyen “cinn”lerin memleketlerine dönüp kavimlerine anlattıklarının, Rabbimiz tarafından peygamberimize gayb haberi olarak bildirilmesidir. Dolayısıyla ayetlerdeki konuşmalar, “cinn”lerin konuşmalarıdır. Dikkat edilirse bu konuşmalar esnasında 6. ayette, konuşan “cinn”, kendilerini “ins” olarak niteleyip başkalarına “cinn” demektedir.
    “İns” sözcüğünün; “tanınıp, bilinen”, “cinn” sözcüğünün de; “tanınmayan, yabancı” olan anlamlarını yerine koyduğumuzda, ayet, gayet mantıklı, anlaşılır şekilde şöyle çevrilebilir:

    Cinn; 6: … İnsten (bizim tanıyıp bildiklerimizden) bazı kimseler, cinnden (tanımadığımız yabancılardan) bazı kimselere sığınırlardı. …

    Bu ayette Nusaybin’li veya Yesrib’li (Medine’li) Yahudilerin sözünü ettiği “cinn”ler, bize göre, peygamberimiz aleyhinde propaganda yapmak için Nusaybin’e veya Yesrib’e (Medine’ye) gelmiş Mekke’li ajanlardır.

    “İns ve cinn” kalıbı:

    “Cinn” konusu kapsamı içerisinde, hassas ve Kur’an’ı doğru anlamak için çok önemli bulduğumuz bir nokta da; “ins” ve “cinn” sözcüklerinin bir arada “ins ve cinn (ins-cinn)” şeklinde takım (kalıp) hâlinde kullanılışıdır. Bu kullanılış genellikle “İnsanlar ve Cinler” olarak çevrilmektedir. Hâlbuki bu tarz kalıp ifadelerde, sözcüklerin anlamı farklılaşmakta, başkalaşmakta ve zenginleşmektedir.
    Bu durumu Kur’an’dan örnek vererek açıklamakta yarar vardır:
    - Mağrib (batı) ve meşrik (doğu) sözcükleri, “batı-doğu” şeklinde söylendiklerinde anlam sadece iki yönü ifade etmeyip tüm yönleri içine alır. Örnek olarak Müzzemmil suresinin 9. ayetindeki “Rabbulmeşrigı velmağribi (doğunun, batının Rabbi)” ifadesi sadece doğu ile batıyı anlatmayıp tüm yönleri ve mekânları ifade etmektedir. Yani “Allah her yerin Rabbidir” demektir. Bu sözcükler ile ilgili diğer örnekler şu ayetlerde görülebilir: Nur; 35, Bakara; 115, 142, 177, Şuara; 28, Rahman; 17.
    - Dünya ve ahiret sözcükleri beraber söylendikleri zaman “her yerde ve her zaman” anlamını ifade eder. Bu sözcükler ile ilgili Kur’an ayetleri şunlardır: Bakara; 217, 220, Âl-i Imran; 22, 45, 56, Nisa; 134, Tövbe; 69, 74, Yunus; 64, Yusuf; 101, Hacc; 15, Nur; 14, 19, 23 ve Ahzab; 57.
    - Yaş ve kuru sözcükleri beraberce kullanıldıkları zaman “ her ne varsa, her şey” anlamını içerir. Örneğin En’âm suresinin 59. ayetindeki “… Yaş ve kuru hiçbir şey yok ki, apaçık bir kitapta bulunmasın.” ifadesi sadece yaşı ve kuruyu ifade etmeyip “her ne varsa canlı-cansız hepsini” ifade etmektedir.
    - Sabah ve akşam sözcüklerinden oluşan “sabah akşam” kalıbı da Kur’an’da sıkça yer almakta ve “daima, her zaman” anlamına gelmektedir. Bu sözcükler ile ilgili Kur’an ayetleri de şunlardır: A’râf; 205, Ra’d; 15, Nur; 36, Mümin; 46, 55, En’âm; 52, Kehf; 28, Meryem; 11, 62, Fetih; 9, Furkan; 5, Ahzab; 42, İnsan; 25, Âl-i Imran; 41.

    İki zıt anlamlı sözcüğün bir arada takım halinde söylenişi ile takımın yeni bir anlam kazanması sadece Arapça için söz konusu olmayıp, dünyanın tüm dillerinde mevcuttur.
    Meselâ Türkçe’de:
    - Sağ ve sol sözcükleriyle oluşturulan “sağda-solda” kalıbı; “her yerde” anlamına gelir.
    - İleri ve geri sözcükleriyle oluşturulan “ileri-geri konuşma, söz söyleme” kalıbı; “yersiz, yakışıksız konuşma, söz söyleme” anlamına gelir.
    - Sabah ve akşam sözcükleriyle “sabah-akşam” kalıbı aynı Arapça’daki gibi; “daima, her zaman” anlamına gelir.
    Veya Japonca’da:
    - Doğu ve batı sözcüklerinden oluşturulan “doğu-batı” kalıbı ile kuzey ve güney sözcüklerinden oluşan “kuzey-güney” kalıbı; “bütün ülke, Japonya” anlamına gelir.
    - İyi, kötü sözcüklerinden oluşturulan “iyi-kötü” kalıbı; “doğadaki denge” anlamına gelir.
    - Gelmek, gitmek sözcüklerinden oluşturulan “geliş-gidiş” kalıbı; “dolaşmak” anlamına gelir.

    Konumuz olan “ins ve cinn” kalıbında da durum aynıdır. “Cinn” ve “ins” sözcüklerinin her birinin anlamını yukarıda açıklamıştık. Bu sözcüklerin birlikte oluşturdukları kalıp ise; “gördüğünüz, görmediğiniz; bildiğiniz, bilmediğiniz; tanıdığınız, tanımadığınız: herkes” anlamına gelir. Nitekim bu kalıp Kur’an’da da aynı anlama gelmektedir:

    Zariyat; 56: Ben, cinn ve insi (herkesi) yalnızca, bana ibadet/ kulluk etsinler diye yarattım.

    İsra; 88: De ki: “İns ve cinn (herkes) bu Kur’an’ın bir benzerini ortaya koymak için bir araya gelseler ve birbirlerine yardımcı olsalar, yine de, onun benzerini, ortaya koyamazlar.”

    Cinn; 5: “Oysa biz, insanların ve cinnlerin (herkesin) Allah’a karşı asla yalan söylemeyeceklerini sanmıştık.”

    Rahman; 33: Ey cinn ve ins toplulukları, eğer göklerin ve yerin bucaklarından aşıp geçmeye güç yetirebilirseniz, hemen aşın; ancak sultan/ üstün bir güç olmadan aşamazsınız.

    Rahman; 56: Orada daha önce ins ve cinn (hiç kimse) dokunmamış (elle ve gözle değinilmemiş), bakışlarını eşine dikmiş eşler vardır.

    Bu konuyla ilgili Kur’an’daki diğer örnekler şunlardır: En’âm; 112, 130, A’râf; 38, 179, Fussilet; 25, 29, Ahkâf; 18, Neml; 17, Rahman; 39, 74, Nas; 6, Hud; 119 ve Secde; 13.

  7. Alt 07-28-2008, 15:25 #27
    THEHAFIZ Mesajlar: 135
    Devam edecektir inş..,

  8. Alt 07-28-2008, 16:43 #28
    mhmt Mesajlar: 904
    Blog Başlıkları: 3
    OkudumAslında Gayet açık diyipte bu kadar zorlamanız enteresan. Yazı o kadar zorlamış ki......!

    Kuran tek başına yeter cümlesini kurup ardından da, Delil için Tevrat hatta Britanica Ansiklopedisini kullanmak çok samimi değil Zaten Tevrat ile ilgili verdiğiniz yerlerde size delil teşkil etmiyor. Geceye kadar inş. hazırlayım cevabı. Uzun bi yazı asmışsınız çünkü. Ha uzun derken, tefsir asmışsınız? Kuran'ın tefsiri yine Kuran diyordununuz ama işte..: )) Bende asabilirim 100 Tane hadis ve Bi ton Tefsir. Ama gerek yok. Sizin yazılar yetiyor gerçeği görmeye

    Ha bu arada aklıma gelmişken, Britannica ne kadar İsrailiyet içerir biliyormusunuz?

    2008 Türkiye Haritasını gördünüz mü Britanica'nın.?
    http://www.britannica.com/EBchecked/...5241/Kurdistan

    Not: Konu Türkiye Haritasına kaysın istemiyorum. Sadece kaynaklar ne kadar güvenilir görmek/tanımak lazım
    ..........................

    Ben cevabı yazmadan yazmazsanız karışıklık olmaz..Geceye kadar inş. biter.

    selametle..

  9. Alt 07-29-2008, 03:39 #29
    mhmt Mesajlar: 904
    Blog Başlıkları: 3
    Öncelikle şurda anlaşmak lazım. Sizin gibi düşünmüyor olmak, sizin söylediklerinize cevap vermek ya da soru sormak İsrailiyattan beslenmek anlamına gelmez. Bunda anlaşmak lazım. İkide bir İsrailiyat dememek lazım. Yani hem israiliyat diyeceksiniz hemde tahrif ettikleri Tevratı delil olarak kullanacaksınız. Yetmeyecek İsrailiyat düşüncesinde bulunan Ansiklopedileri de kullanacaksınız. Olmaz

    DEMİŞSİNİZ Kİ;
    “Cinn” sözcüğü bütün eski ve yeni sözlüklerde; “İnsanın beş duyusuyla kavrayamadığı, algılanamayan, ama somut veya soyut, varlığı kesin olan güçler” olarak yer alır.
    Sözlüklerdeki bu tarife göre melek ve şeytan terimleri de “cinn” kavramı kapsamına girmektedir. Yani her melek ve şeytan (algılanamadığı için) “cinn”dir.
    .......

    Ama buna delil bişey verememişsiniz. Sadece zan da kalmış. Yani aslında şu çıkıyor. Bir hüküm veriyorsunuz kafanızdan sonra buna delil arıyorsunuz gibi olmuş.

    Rahman; 14–15: O, insanı pişmiş çamur gibi kuru balçıktan (değişken maddeden) yarattı.
    Ve cannı ateşin dumansızından (enerjiden) yarattı.

    Ayetlerini verip bırakmayın. Devam edelim surenin kalan ayetlerine..
    Bakın;
    Rahman Suresi:
    33. Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin sınırlarını aşıp öteye geçebilirseniz haydi geçin! Ama (tarafımızdan verilmiş) bir güç ve yetki olmadıkça geçemezsiniz.
    34. Artık rabbinizin nimetlerinden hangisini inkâr edebilirsiniz?
    35. Üzerinize yahu bir ateş alevi verilmiş bakır gönderilir de, kurtulmak için birbirinizle yardımlaşamazsınız.
    36. Artık rabbinizin nimetlerinden hangisini inkâr edebilirsiniz?
    37. Gök yarılıp gül kırmızısı bir yağ gibi olduğu zaman!
    38. Artık rabbinizin nimetlerinden hangisini inkâr edebilirsiniz?
    39. İşte o gün insana da cine de günahı hakkında soru sorulmaz.
    40. Artık rabbinizin nimetlerinden hangisini inkâr edebilirsiniz?
    41. Günahkârlar simalarından tanınır, perçemlerinden ve ayaklarından yakalanırlar.
    42. Artık rabbinizin nimetlerinden hangisini inkâr edebilirsiniz?
    43. Günahkârların yalan saydıkları cehennem işte bu!
    44. Onun ateşi ile kaynar su arasında gidip gelirler.
    45. Artık rabbinizin nimetlerinden hangisini inkâr edebilirsiniz?

    33.Ayette Allah cinlere ve İnsanlara hitap ettiğini anlıyoruz.
    39. Ayette ise Allah ne diyor? “..İşte o gün insana da cine de günahı hakkında soru sorulmaz.” Şimdi biz insanın sorguya çekileceğini biliyoruz. Burada çekilmeyecek olanların durumu izah edilirken yine Cinlerinde aynı şekilde sorguya çekilmeyeğini söylüyor Allah. 41.ayette suçluların yüzlerinden tanınacağını açıklanıyor. Yani hesap görmeden kimin suçlu olduğunu belli olacak deniyor. Yani hesabın yine Adalet gereğince tam olarak verileceğini biliyoruz. Buda imtihana Cinlerinde tabi olduğu anlamına geliyor. Eğer biz sizin dediğiniz gibi onların "insan dışı tüm bilinmeyenler" olduğunu düşünürsek, böyle bi suç işleme durumu nasıl çıkar? Merak konusu.

    Kehf; 50: Hani biz meleklere, “Âdem’e secde edin” demiştik de İblis dışında hepsi secde etmişti. İblis, cinnlerdendi. Kendi Rabbinin emrine ters düştü. Şimdi siz, benim astımdan onu ve onun soyunu dostlar mı ediniyorsunuz? Hem de onlar sizin düşmanınızken. Zalimler için ne kötü bir değiştirmedir bu!

    Bu Ayet sizin verdiğiniz meal; İblis için “İblis, cinnlerdendi” denilmektedir. Ancak siz bana bu ayetin eksik olduğunu söylemiş hatta…:

    "Bir kere verdiğin ayette bir eksiklik var,
    Ademe secde etmeyen iblisin cinlerden olduğu için falan değil,
    "Kafirlerden olduğu için secde etmedi" olacak doğrusu..
    "

    demiştiniz.

    Sizin verdiğiniz mealde söylediğiniz cümleyle çelişiyor. Cin demek kafir demek olmadığına göre…

    Burayı ayrı bi çalışmanız olduğu için kesiyorum. Çünkü şu cümleniz var.
    “İblis” konusunda ayrı bir çalışmamız olduğu için burada detaya girilmemiştir.
    ……….

    Neml; 39: Cinnlerden İfrit: “Sen makamından kalkmadan önce, ben onu sana getiririm, ben gerçekten buna karşı kesin olarak güvenilir bir güce sahibim.” dedi.

    Süleyman peygamberin çalıştırdıkları için Cin ifadesinde neden bilinmeyen demiyorsunuz ? . Süleyman Peygamberin emrinde olanlar eğer insan ise Cin dememek lazım. Yok Cin yani bilinmeyen ise Bu nasıl mümkün oluyor. Bilmediklerini mi çalıştıyor Süleyman Peygamber. Hani tanışmayanlar tanışınca ins oluyordu demiştiniz 2 önceki sayfada. Buradaki Cin tanımınız sizin tanımızla çelişiyor. Yani verdiğiniz 2 tanım uyuşmuyor. Tabi siz bunu Tevrattan alınca oldu heral : ))

    Demişsiniz ki;

    "….. ayetlerdeki konuşmalar, “cinn”lerin konuşmalarıdır. Dikkat edilirse bu konuşmalar esnasında 6. ayette, konuşan “cinn”, kendilerini “ins” olarak niteleyip başkalarına “cinn” demektedir.
    “İns” sözcüğünün; “tanınıp, bilinen”, “cinn” sözcüğünün de; “tanınmayan, yabancı” olan anlamlarını yerine koyduğumuzda, ayet, gayet mantıklı, anlaşılır şekilde şöyle çevrilebilir:

    Cinn; 6: … İnsten (bizim tanıyıp bildiklerimizden) bazı kimseler, cinnden (tanımadığımız yabancılardan) bazı kimselere sığınırlardı. …"
    .....

    Yerine böyle koyarsanız tabiki görmek istediğiniz gibi görürsünüz. Devam edelim ayetlere..

    8. -Biz, göğü yokladık ve onun şiddetli bir koruma ve alevle dolu bulduk.
    9. Oysa, orada bizim dinlemek için oturma yerlerimiz vardı. Şimdi kim dinlemek istese onu gözeten bir alev yakalıyor.

    Bu soruma yine bi cevap vermemişsiniz? Sorumu Aynen soruyorum:

    B-)8. Ayette geçen "..biz göğü yokladık.." cümlesinde göğü insan nasıl yokluyor? Hani cin bilinmeyen insan demek (ise), buradaki yoklama nedir? Kim yapmıştır? Nasıl olmuştur?

    C-)9. Ayette geçen "...Oysa, orada bizim dinlemek için oturma yerlerimiz vardı..."'dan kasıt nedir? Bilinmeyen/tanımadığımız insanlar mı kendilerine dinleme yeri edinmiş? Buradan siz ne anlıyorsunuz? Kimler, Neyi nasıl dinliyorlarmış? Ayrıca Ayetin devamıda geçen;

    "...Şimdi kim dinlemek istese onu gözeten bir alev yakalıyor..." cümlesinde, alev kimi nasıl yakalıyor? Ayrıca, "şimdi" ifadesi geçiyor. Önceden dinledikleri de bi önceki cümlede geçiyor. Ne olmuşta dinleyemiyorlarmış, Alev yakalıyormuş?

    Bu sorulara da özellikle cevap istiyorum:

    Demişsiniz ki;
    “İns ve cinn” kalıbı:

    “Cinn” konusu kapsamı içerisinde, hassas ve Kur’an’ı doğru anlamak için çok önemli bulduğumuz bir nokta da; “ins” ve “cinn” sözcüklerinin bir arada “ins ve cinn (ins-cinn)” şeklinde takım (kalıp) hâlinde kullanılışıdır. Bu kullanılış genellikle “İnsanlar ve Cinler” olarak çevrilmektedir. Hâlbuki bu tarz kalıp ifadelerde, sözcüklerin anlamı farklılaşmakta, başkalaşmakta ve zenginleşmektedir.
    ........"

    Demiş ve belli örnekler vermişsiniz. Zıt anlamları kelimeler ile. Türkçeden de faydalanarak. Peki bura ile ilgilide bir sorum olacak?
    Zariyat; 56: Ben, cinn ve insi yalnızca, bana ibadet/ kulluk etsinler diye yarattım.
    Ayetini hadi tüm Alem, bilinen bilinmeyen her şey diye düşünelim. Peki, insanların ve cinlerin yaratılışları ile ilgli olarak verilen ayetlerdeki cinlerin ve insanların yaratılışları neden 2 şekilde ayrılmış? Yani oradakilere gelince neden hemen farklı tabirler diyorsunuz orada ateşten yaratılmış olanlara. İkiside aynı.? Fark ne? Yani Bu ayete göre İnsan'ın dışında kalan herşey demek ise Cin, O ayette göre İnsanın dışında kalan herşey Ateşten yaratıldı anlamı çıkar. Ama öyle mi acaba??
    .......

    selametle..

  10. Alt 07-29-2008, 11:43 #30
    THEHAFIZ Mesajlar: 135
    BİZİMDE SÖYLEYECEKLERİMİZBİTMEDİ, DEVAM EDELİM



    Ayetlerin tahlili


    Surenin 1–15. ayetleri tek bir cümle olduğundan, ayetlerin tek tek tahliline başlamadan önce bu ayetlerden oluşan orijinal metni bir cümle yapısında sunuyoruz:

    De ki: Şüphesiz cinnden bir grubun Kur’an dinleyip de; “Şüphesiz biz, hayret verici bir Kur’an dinledik. O rüşde kılavuzluk ediyor. Bundan dolayı, biz ona iman ettik ve Rabbimize hiçbir şeyi asla ortak koşmayacağız. Doğrusu, Rabbimizin şanı çok yüksektir. Ne bir dişi arkadaş (zevce) edinmiştir, ne de bir çocuk. Meğer bizim sefih (aklı ermez), Allah üzerine saçma şeyler söylüyormuş. Doğrusu biz ins ve cinni (bildik bilmedik her kişiyi) Allah’a karşı asla yalan söylemez sanıyorduk. Doğrusu insten (çok iyi tanıdığımız kimselerden) bazı kimseler, cinnden (tanımadığımız yabancı kimselerden) bazı kişilere sığınırlardı. Bununla da onların azgınlıklarını artırırlardı. Ve gerçekten onlar sizin zannettiğiniz gibi, Allah’ın asla kimseyi peygamber göndermeyeceğini/ diriltmeyeceğini sanmışlar. Gerçekten biz göğe yapıştık, onu kuvvetli bekçiler ve alevlerle doldurulmuş bulduk. Hâlbuki gerçekten biz gökten duyum almak için oturulan yerlere oturur idik. Hâlbuki her kim duyum almak için uğraşsa kendine, gözetleyen parlak bir alev buluyor. Doğrusu biz, yeryüzündekilere kötülük mü murat edildi, yoksa Rabbleri onlara bir hayır mı diledi bilmiyoruz. Doğrusu bizler; kimimiz iyi olanlardır, kimimiz de bundan aşağıdadır. Biz çeşit çeşit yollara ayrılmışız. Doğrusu biz anladık ki, Allah’ı yeryüzünde asla âciz bırakamayız. Kaçmakla da O’nu asla âciz bırakamayacağız. Ve biz o hidayet rehberini dinlediğimizde ona gerçekten iman ettik. Kim Rabbine inanırsa, o hakkının eksik verilmesinden ve kendisine kötülük dilmesinden korkmaz. Ve gerçekten biz, kimimiz Müslümanlardan kimimiz de zalimlerden. Müslüman olanlar ise, işte onlar doğru yolu aramış olanlardır. Ama zalimlere gelince, onlar cehenneme odun olmuşlardır.” dedikleri bana vahyedildi.

    1, 2. Ayetler:

    De ki: Bana vahyedildi ki şüphesiz cinnden bir grup Kur’an dinleyip de, demişlerdir ki: “Şüphesiz biz, rüşde kılavuzluk eden hayret verici bir Kur’an dinledik. Bundan dolayı, biz ona iman ettik ve Rabbimize hiçbir şeyi asla ortak koşmayacağız.

    Cinnlerden bir grup

    Cinnlerden (yabancılardan) bir grup, ayette “nefer” sözcüğü ile ifade edilmiştir. Türkçeye yanlış olarak “bir kişi” anlamında geçmiş olan “nefer” sözcüğü; “sayıları 3 ilâ 10 kişi arasında olan bir grup” demektir. Buna göre Kur’an dinleyen bu cinnlerin (yabancıların) sayısı 3 ilâ 10 kişiden ibarettir.
    Mekkeli olmayıp, Mekke’ye dışarıdan gelmiş ve dolayısıyla da Mekkelilerin tanımadıkları yabancılar oldukları için “cinn” denilen bu kişilerden Ahkaf suresinde de söz edilmiştir:

    Ahkaf; 29–32: Hani cinnlerden birkaçını, Kur’an dinlemek üzere sana yöneltmiştik. Böylece onun huzuruna geldikleri zaman dediler ki: “Kulak verin” sonra bitirilince de kendi kavimlerine uyarıcılar olarak döndüler.
    Dediler ki: “Ey kavmimiz, gerçekten biz, Musa’dan sonra indirilen, kendinden öncekileri doğrulayan bir kitap dinledik; hakka ve dosdoğru olan yola yöneltip iletmektedir.
    Ey kavmimiz, Allah’a davet edene icabet edin ve ona iman edin; günahlarınızdan bir kısmını bağışlasın ve sizi acı bir azaptan korusun.
    Kim Allah’a davet edene icabet etmezse, artık o, yeryüzünde Allah’ı âciz bırakacak değildir ve onun O’ndan başka veliyyleri de yoktur. İşte onlar apaçık bir sapıklık içindedirler.”

    Bu suredeki “cinn”lerle Ahkaf suresindeki “cinn”lerin aynı “cinn”ler olduğu hususu, klâsik eserlerin ve bu konudaki rivayetlerin tümünde de vardır. Ama rivayet tefsirlerindeki konunun ayrıntılarına dair anlatımlar, uydurmacılık alanında avcı hikâyelerini geride bırakmaktadır. Bunlardan birkaçını ibret-i âlem için kısaltarak sunuyoruz:

    Bu olayın nasıl olduğu hususunda iki görüş vardır: Birincisi, Said b. Cübeyr demiştir ki; cinler gök kapılarını dinlerlerdi, ne zaman ki taşlanıp kovuldular gökte olan bu olay her halde yerde bir şeyden dolayı olsa gerektir diye sebebini aramaya gittiler. O sırada Hz. Peygamber (s.a.v) Mekke halkının kendisine uymalarından ümitsiz olarak İslâm`a davet için Taif`e çıkmıştı. Mekke`ye dönmek üzere bulunduğu zamana tesadüf ediyordu. Batnı Nahil denilen vadide kalkmış sabah namazında Kur`ân okuyordu. İşte oraya Nusaybin cinlerinin ileri gelenlerinden bir bölük cin uğramıştı. Çünkü İblis onları göğün taşlamalarla korunmasını icab ettiren sebebi öğrenmek üzere göndermişti. Kur`ân`ı işittiler ve sebebin o olduğunu anladılar.
    İkinci görüş: Allah Teâlâ peygambere cinleri de uyarıp davet etme ve kendilerine Kur`ân okuma görevini de vermişti. Onun için Allah Teâlâ ona Kur`ân dinlemek ve kavimlerini uyarmak üzere bir takım cin göndermişti.
    Ebu Hayyan da Bahir`de der ki: Cin kısası iki defa olmuştu, birincisi Taif`ten dönüşündeki. Siyercilerin anlattıkları kıssaya göre onlardan yardımcı aramaya çıkmıştı. Nahle vadisinde namaz kılarken dinlediler, o bilmiyordu sonra Allah Teâlâ onların dinlediklerini haber verdi. Diğer bir defasında da Allah Teâlâ, Peygamber`e cinleri uyarıp onlara Kur`ân okumasını emir buyurmuştu. Bunun üzerine bana cinlere Kur`ân okumam emredildi, arkamdan kim gelecek dedi, bunu üç kere söyledi, Abdullah b. Mesud`dan başkası ses çıkarmamış önlerine bakmışlardı.

    Abdullah b. Mesud (r.a) demiştir ki: Cin gecesi benden başka kimse hazır olmadı, gittik. Hacun`daki dağ yoluna vardığımızda bana bir hat çizdi, ben gelinceye kadar bundan çıkma dedi, sonra Kur`ân okumaya başladı. Ben şiddetli bir gürültü işittim hatta Resulullah`a bir şey olmasından korktum, onu birçok karartılar kapladı, onunla benim arama engel oldu hatta sesini işitmez oldum, sonra bulut parçalanır gibi parçalandılar, sonra bana bir şey gördün mü dedi. Evet, beyaz elbiselere bürünmüş siyah adamlar gördüm, dedim, işte onlar Nusaybin cinleri diye buyurdu.

    Taberi tefsirinde der ki: Allah Teâlâ "Hani biz cinlerden bir takımını sana yöneltmiştik" buyurduğu cin grubunun kaç adet olduğu hakkında tefsirciler ihtilaf etmişlerdir. Bazısı yedi kişi idi, dedi. Bu cümleden olarak İbnü Abbas`tan İkrime rivayet ederek demiştir ki Nusaybin halkından yedi kişi idiler. Resulullah onları kavimlerine elçi yaptı, diğer bazıları da dokuz kişi idi, dediler. Bunlardan Zirr b. Hubeyş demiştir ki Hz. Peygamber (s.a.v) Nahle vadisinde iken "onun huzuruna vardıkları zaman" âyeti indirildi. Dokuz idiler, birisi birisi Zevbaa idi. صرفنا sarafna sözü sözü yani Allah`ın Resulüne yönelttiği cin grupları peygamberin huzuruna vardıklarında demektir.
    Alûsî de şunları kaydetmiştir. İbnü Ebi Hatim`in Mücahid`den rivayetine göre yedi kişi idiler. Üçü Harran`dan, dördü Nüsaybin`den, isimleri de: Hasâ, Mesâ, Şasır, Masır, Elerdevanyan, Serme, el-Ahkam yahut el-Ahkab idi.
    Taberânî Evsat`ta ve İbnü Merduyye cinnin Resulullah`a iki kere gönderildiğini nakletmişlerdir. Hafaci`nin Şihab`ında Kâdi haşiyesinde Cin Sûresi`nin tefsirinde denilmiştir ki hadisler cinnin gönderilmesi altı kere olduğuna delalet etmektedir. Rivayetlerde gerek adet ve gerek diğer hususta görülen ihtilaf da bununla bağlanmıştır. Nitekim Ebu Nuaym rivayet etmiştir ki: Nüsaybin halkından dokuz kişi nahle vadisinden gittiler, bunlardan fulan ve fulan ve fulan ve`l-Erdevanyan el-Ahkab kavimlerine uyarıcı olarak vardılar, sonra da çıktılar. Resulullah`a heyet halinde yetkili delege olarak geldiler üç yüz kişi idiler. Hacun`a kadar geldiler el-Ahkab geldi Resulullah (s.a.v)`a selam verdi ve kavmimiz seninle görüşmek üzere Hacun`da hazır bulunuyorlar dedi. Resulullah da Hacun`da geceden bir saate söz verdi. İbnü Ebi Hatim de İkrime`den bu âyette onların Musul ceziresinden on iki bin olduklarını rivayet etmiştir. Bu adedi Keşşaf`ta da hikâye eder. Resulullah`ın onlara okuduğu sûre yani Alak Sûresi idi. Bununla beraber Bahir`de İbnü Ömer ve Cabir b. Abdullah (r.a)`dan nakledilmiştir ki; Resulullah (s.a.v) onlara (Rahman) sûresini okudu. "Rabbinizin hangi nimetlerini yalan sayabilirsiniz." dedikçe, hayır Rabbimizin âyetlerinden hiçbir şey yalanlamayız "Ey Rabbimiz sana hamd olsun" derlerdi. Bir de Ebu Nuaym Delâil`de Resulullah`a cinlerin gelişinin, peygamberliğin on birinci senesinde olduğunu rivayet etmiştir. Bu kıssanın hicretten üç sene önce olduğunun söylenmesi de bu mânâdadır.” (RAZİ vd.)

    Bu konudaki asılsız, dayanaksız saçmalıkların sergilendiği rivayetlere ne yazık ki peygamberimizin eşi Ayşe’den başlayıp, saf din için Abdullah b. Mübarek ile birlikte mücadele vermiş olan saygın kişilerden Ömer b. Abdülaziz’e kadar pek çok kişi malzeme yapılmıştır. Meselâ bu kişilere dayandırılan ve bir kısım saf insanların, yılanların “cinn” olduğuna inanmasına sebep olan ve binlerce “yılan–cinn” öyküsünün uydurulmasına kaynak teşkil eden bir rivayet; pek çok yılanın, bu “cinn”lerden birisi olması sebebiyle kefenlenip, namazı kılınmak suretiyle defnedildiğinden söz etmektedir. Rivayetlerde ayrıca bu “cinn”lerin, ancak 12 yaşındaki bir çocuk kadar akıllı oldukları, insan atıklarıyla beslendikleri, içlerinde Habil’in Kabil’i öldürdüğünü görenlerin bulunduğu gibi ilginç (!) ayrıntılar da yer almaktadır. Bazı rivayetlerde ise bunların nereli ve kim oldukları hakkında malûmat verilmektedir. Meselâ Katade’nin; “Bu cinnler Ninova halkından idiler” demesine karşılık, bunların aslında Diyarbekir tarafından Nusaybin cinnleri olduğunu ama bunlara Ninovalı da denildiğini ileri süren rivayetler de vardır. İkrime’ye göre Musul yarımadasından olan bu cinnler, İbn-i Abbas’a göre Nasibin cinnlerinden olup 7 kişidirler ve peygamberimiz tarafından kendi kavimlerine elçi tayin edilmişlerdir. İbn-i Düreyd’in bunların isimlerini Şasir, Masir, Menşi, Maşi, ve Ahkab olarak vermesine karşılık Mücahid’e göre bunlar Harran halkından idiler ve isimleri Hişi, Misi, Minşi, Masır, Erd, Enyan, ve Ahkam’dır.
    Birbiriyle çelişki içinde olan ve bir sürü saçma senaryo içeren bu hikâyelerin bir kısmı, yine başka nakillerle çürütülmüştür. Meselâ Darukutni’nin tespitlerine göre İbn-i Mes’ud cinn gecesinde bulunmamıştır. Çünkü Alkame b. Kays ve Ebu Ubeyde b. Abdillah’ın naklettiklerine göre İbn-i Mes’ud; “Ben cinn gecesinde bulunmadım.” demiştir. Ayrıca nakledildiğine göre Amr b. Murre de Abdullah b. Mes’ud cinn gecesinde hazır bulunup bulunmadığını Ebu Ubeyde’ye sormuş ve “hayır” cevabı almıştır.
    Bu uydurma rivayetlerin bir kısmı ise tarihî gerçeklerle çelişmektedir. Meselâ söz konusu olayın, İbn-i Abbas’ın doğduğu yılda gerçekleşmiş olmasına rağmen, olayı İbn-i Abbas’ın görgü şahitliğiyle anlatan birçok rivayet vardır. Ayrıca, peygamberimizin o tarihte henüz inmemiş olan Rahman, Nebe’ ve En’âm surelerini okuduğunun rivayet edilmesi de çok ilginçtir (!). Hatta İbn-i Mes’ud’un rivayetindeki abdest alma sahnesi, abdest ayetinin Medine’de son dönemde indiği dikkate alındığında, tam bir garabeti yansıtmaktadır.
    Aslında ayrıntılar bir tarafa bırakılıp da bu konudaki rivayetler “Takdim” bölümünde verdiğimiz “Akabe Beyatleri” alıntısı ile karşılaştırılırsa, tüm rivayetlerin ansiklopedik bilgi olan “Akabe Beyatleri” alıntısına tamamen ters olduğu görülmektedir. Çünkü tüm rivayetlerin aksine “Akabe Beyatleri” alıntısı, bu cinnlerin Yesrib’li insanlar olduklarını bildirmektedir. Onların “cinn” olarak nitelenmesi ise, hem yukarıda da söylediğimiz gibi onların Mekke’nin ve peygamberimizin yabancısı olmaları, hem de Mekkeli müşriklerin muhtemel saldırılarına maruz kalmamaları için güvenlikleri sebebiyledir. Bu durumda, söz konusu “cinn”lerin hayalî yaratıklar olduğunu iddia eden Müslüman din adamlarının da, İslâm’ı baltalamak isteyen yabancıların din adamları gibi saçma sapan uydurmalarda bulundukları ortaya çıkmaktadır.
    Söz konusu “cinn”lerin başka boyuttan bir varlık olarak düşünülmesi Kur’an’a da uymamaktadır. Çünkü onlarca ayette vurgulandığı gibi peygamberimiz bir beşerdir, beşere elçi olmuştur ve “sizden, içinizden biri” olarak nitelenmiştir. Yani o bizden biridir ve başka boyuttaki varlıklara değil, bize elçi gönderilmiştir. Eğer bu “cinn”ler başka boyuttan bir varlık olsa idiler, zaten sünnetüllah gereği onlara gönderilen elçinin de kendi cinslerinden olması gerekmektedir:

    İsra; 95: De ki: “Yeryüzünde yerleşip dolaşanlar melek olsalardı, Biz de elbette, onlara gökten elçi olarak bir melek indirirdik.”

Kullanıcı isminiz: Giriş yapmak için Buraya tıklayın

Bu soru sistemi, zararlı botlara karşı güvenlik için uygulamaya sunulmuştur. Bundan dolayı bu kısımı doldurmak zorunludur.