Bizler, geleceğin mimar ve kurucularını, meseleleri çıkış noktalarına, sebeplere göre değil; gâyelere göre mütalâa edecek yüksek himmetli bir kadro olarak düşünüyoruz. Madem ki, aynı düşüncede olan bizler, değişik yol ve stratejilerle dahi olsa hep aynı noktaya varmak için çırpınıp duruyoruz, ne diye bu yüce hedefin mukaddes yolcularını karalayacağız...?
İnsanlığın gelecekde alacağı cebrî-keyfiyet, hele içinde bulunduğumuz dünya itibariyle, bizi o türlü dikkat ve teyakkuza zorluyor ki, şu anda aceleden vereceğimiz herhangi bir kararın, ileride telâfisi imkânsız hatalara sebebiyet verme ihtimali vardır. Bunun içindir ki, geleceğin mimarları, kuracakları dünyayı, insanlık sevgi ve saygısına dayalı bir mana ve “görünüm” içinde kurma mecburiyetindedirler.
Muasır dünya, getirdiği şeylerle bizi karanlık yollara saldı. Ve şu anda, ne olduğunu bilmediğimiz bir sürü mesele ile karşı karşıya bulunuyoruz. Halline uğraştığımız bu meseleler alabildiğine muğlak görünmekde, neticeleri de o nisbetde tenakuzlarla dolu... Evet; insanlığa âb-ı hayat getirmek için Kafdağına azmetmiş binlerce Hızır var; fakat, hiçbirinde ölümsüzlük iksirinin emaresi mevcut değil. Ve bu havari taslaklarının bütün gayretlerine rağmen, insanlık ruhuna saygı ciddi tehlikelerle yüz yüze bulunmaktadır.
Bizler, yıllar yılı hep böyle didinip durduk; fakat bir türlü yarının kaidelerini oluşturacak terkiblere ulaşamadık. Ulaşamazdık da; zira, duygu ve düşüncelerimizin farklı şeyler vadedişi ve farklı şeyler getirişi, bizleri, elinde kırık bir plak ve yarım bir beste kapı kapı dolaşan müzisyenler haline getirmişdi. Her ferd, eline aldığı (doğru)nun bir parçasıyla, başka doğruları inkâr ve herkesi elindeki parçacığa ittibâ etmeye mecbur saydığı müddetçe, telâhuk-u efkâra, (1) yeni terkiplere ve kurtarıcı reçetelere ulaşmağa imkân var mıdır? Hele, ikna edilmeyenlere karşı tekfîr, tecrîm, (2) hatta fiilî tecavüz silâhı da kullanılacak olursa...
Bugün, usüldeki bu yanlışlıklarla varılan nokta, çok hazin ve düşündürücüdür. Omuz omuza aynı yolda yürüyen insanlar, birbirlerini tanımaz olmuşlardır. Doğrular ve yanlışlar, asıl kaidelerinden kaydırılarak, grupların hevesine göre, kaypak raylara oturtulmuşdur. Böyle bir curcuna içinde ne hedefin yüceliğini ne de vesilenin ondan farklılığını seçmek mümkün değildir.
Günümüzün insanı, bahardan kâm almak için seyre çıkıp da, bir sarı çiçeğe bağlanmış gibidir. Aslında o, vesileler için kavgaya tutuşduğu bu yolda, çokdan hedefe varma ümidini yitirmişdir. Artık yapdığı şey sırf uğraşmak için uğraşmak ve hareket etmek için hareket etmekten ibarettir. Mabetde, turistlere şirin görünmeye kendini kaptırmış mihmandar, nasıl mabete hizmet ve Yaradan’a kulluğu unutur; öyle de, bugün, herhangi bir klik ve partiye dilbeste olanlar, hedef ve gayeye karşı yâd ve bigâne kalmışlardır.
Günümüzün insanı, baharın yolunda bir çiçeğin mahkûmu; deryanın peşinde bir katrenin zebûnu olmuştur. Bana öyle geliyor ki, ona yeni bir bakış kazandıracağımız ânâ kadar da, bu perestişkarlığın önüne geçmek mümkün olmayacaktır. Ama, herşeye rağmen bizler, doğruya tercüman olmakla mükellefiz. Keşke olabilseydik..!
Gözümüze giren ve kalbimizi dolduran hava ne kadar cazip ve bağlayıcı olursa olsun, gönül verdiğimiz hakikati unutmamıza asla cevaz verilemez. Aynı kamp içinde bulunan bizler, birbirimize yabancı kalamayız. İyinin ve güzelin tekeli elimizde değil ki, aynı hedefe doğru bir başka yolun yolcusuna savaşımız tecviz edilsin.
Farklı düşüncedeki birinin, yol ve sisteminin kritiğini yapabiliriz. Bu, aklın farklı işleyişinin ifâdesidir. Ama, eğer, aynı ufka ulaşmak için çırpınıp duruyorsak, hiç olmazsa onun düşüncesine de saygı göstermeliyiz. Bu, aynı hedefe yönelik bulunmanın, aynı imanı taşıyor olmanın aynı terminolojiyi kullanmanın ve nihayet herşeyin üstünde Yüce Yaratıcı’nın tebcil ettiği mukaddes manaya saygılı olmanın gereğidir.
İnsana saygılı olalım! Onun hâvi bulunduğu yüce hakikatlere saygılı olalım. Yaratan’ından ötürü, onu sevip saymasını bilelim. Bu anlayış içinde geliştirebildiğimiz bir topluluk, eninde sonunda kendine gelecek ve kaybettiği şeyleri telâfi etmesini bilecektir.
1) Telahuk-u efkâr: Fikirlerinin birbirine iltihakı, geçmesi.
2) Tekfîr ve tecrîm: Küfür ve günâh isnadı.