Dr. Emin Şimşek
SORU: Bediüzzaman, şirke girmemiş, fakat zulümle ölmüş Hıristiyanların bir nevi şehid olduklarını söylemektedir ve Allah’ın Rahmeti'nin her şeyi kuşattığını beyan etmektedir. Yazarın bu sözü dindeki dört delile [Kur’ana, sünnete, icmaya ve kıyas-ı fukahaya] aykırıdır. Şirke girmemiş Hıristiyan = Müslüman bir kâfir anlamındadır. Kâfirse Müslüman denmez, Müslümansa kâfir denmez. Bu söz, necasete [pisliğe], temiz necaset demeye benzer. Yani temiz necaset denmez, temiz ise, o zaman necaset değildir. Hıristiyan gayri müslimdir, kâfirdir. Her kâfir şirke girmiştir. Şirke girmemiş olana gayri müslim veya Hıristiyan denmez, o Müslümandır. Şirke girerse kâfir olur. Bediüzzamanın bu cümlesi Ehl-i Sünnet velcemaat anlayışına terstir.
El-Cevab:
Şimdi, müsadenizle Bediüzzamandan alıntı yaptığınız, Kastamonu Lahikası 79. sayfasındaki bu yazının tamamına bir göz atalım. Ona göre yorumlayalım:
(Gayet ehemmiyetlidir)
1.Şiddet-i şefkat ve rikkatten, bu kışın şiddetli soğuğuyla beraber manevî ve şiddetli bir soğuk ve musibet-i beşeriyeden bîçârelere gelen felâketler, helâketler, sefaletler, açlıklar şiddetle rikkatime dokundu.
(Yani, Şefkatin şiddeti,bu kışın şiddeti ile birleşince,insanlara gelen felaket ve musibetler karşısında, bu çaresiz ve mazlum insanların hali rikkatime dokundu, beni üzdü.)
2.Birden ihtar edildi ki: Böyle musibetlerde kâfir de olsa hakkında bir nevi merhamet ve mükâfat vardır ki, o musibet ona nisbeten çok ucuz düşer. Böyle musibet-i semâviye, mâsumlar hakkında bir nevi şehadet hükmüne geçiyor...
(Yani,Kalbe gelen manevi bir ihtara istinaden anladımki, böyle musibetlere muhatab kafir bile olsa, masum olmaları hasebiyle bir nevi şehit hükmüne geçiyorlar...Şöyleki)
3.Üç-dört aydır ki, dünyanın vaziyetinden ve harbinden hiç bir haberim yokken Avrupa'da Rusya'daki çoluk-çocuğa acıyarak tahattur ettim. O mânevî ihtarın beyan ettiği taksimat, bu elîm şefkate bir merhem oldu. Şöyle ki:O musibet-i semâviyeden ve beşerin zâlim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten vefat eden ve perişan olanlar eğer onbeş yaşına kadar olanlar ise, ne dinde olursa olsun şehîd hükmündedir. Müslümanlar gibi büyük mükâfat-ı maneviyeleri, o musibeti hiçe indirir.
(Yani: Dünyadaki savaşlardan ve vaziyetinde haberim yokken, Rusya'daki çoluk-çocuğa acıdım. Zalim beşerin elinden (Lenin,Stalin, Hitler gibi) mazlum olarak ölenler şayet 15 yaşın altında ise (yani baliğ değillerse) , hangi dinden olursa olsunlar Şehiddirler. Manevi mükafatları aynı Müslümanların ki gibi olur.)
4.Onbeşinden yukarı olanlar, eğer mâsum ve mazlum ise, mükâfatı büyüktür; belki onu Cehennem'den kurtarır. Çünki âhir zamanda mâdem fetret derecesinde din ve dîn-i Muhammedi'ye Aleyhissalâtü Vesselama bir lâkaydlık perdesi gelmiş ve madem âhir zamanda Hazret-i İsa'nın (A.S.) dîn-i hakikîsi hükmedecek, İslâmiyetle omuz omuza gelecek.Ebette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i İsa'ya (A.S.) mensub Hristiyanların mazlumları çektikleri felaketler, onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir. Hususan ihtiyarlar ve musibetzedeler, fakir ve zaifler, müstebid büyük zalimlerin cebr ve şiddetleri altında musibet çekiyorlar.
(Yani: 15 yaşın üstünde olanlar (akıl-baliğ olanlar) da ise, şayet masum ve zulme uğramış iseler, belki bu onların cehennemden kurtulmalarına vesile olur! Çünkü, madem ahirzamanda bir fetret dönemi, yani Efendimiz (SAV) in dini olan İslamiyete bir lakaytlık, bir cehalet, bir fakirlik ve bir nevi güvenilirliği azalmış (İslam aleminin durumunu anlatıyor) ve madem Ahirzamanda Hz.İsa (AS) mın Hakiki dini (Hz.İsa'ya inen o dönemdeki İslamiyet ile kast edilen, Hristiyanlığın islama ınkılab etmesidir.) hüküm sürecek ve İslamiyet ile omuz omuza verecek (ateisme karşı birlikte mücadele edecek) , elbette şimdi bir fetret dönemi gibi karanlık bir dönemde Hz.İsa'ya mensub (Hz.İsa'ya peygamber olarak tabi olan) hristiyanlarının mazlumlarının, özellikle ihtiyar ve musibetzedelerin, fakir ve savunmasızların, diktatör büyük zalimlerin zulümleri ve şiddet uygulamaları karşısında ölenlerin hükümleri bir nevi şehitliktir denilebilinir!
SONUÇ:
Şimdi, bu paragraftan sizin yukarıda bahsettiğiniz anlam nerede, Bediüzzamanın kast ettiği anlam nerede?
Ehl-i sünnet velcemaat anlayışına göre, (İmam-ı Eşariye göre) fetret döneminde Allah inancı olan herkes cennete gidecektir! Bediüzzaman Hazretleri, baliğ olmayanlar hakkında kesin şehitlerdir derken, baliğ olanlar hakkında ise Hz.İsa'ya mensub, haksız yere zulme uğramış, özellikle ihtiyar ve savunmasız ve fakir ve çaresiz olarak zulme maruz kalmış insanlarında bir nevi şehit olabileceklerine hükmediyor! Neden? Çünkü, Ehl-i sünnet vel cemaat anlayışına göre Fetret dönemi insanlarının şayet bir Yaratıcıya inancları varsa, inşallah kurtulacağına hükmetmektedir!
Yoksa, Allah' a şirk koşan, Hz.İsayı Allahın oğlu nitelendiren ve şirk koşan, İslamiyet hakkında kendisine tebliğ yapılmış ve fetret mazuratına dahil olmayanlar hakkında demiyor!
Bediüzzaman Hazretlerinin Kastamonu Lahikasında (79.Sayfasında) belirttiği Kafirlerin şehid olabileceği konusu hakkında son bir anekdot aktarıyorumki, taki Bediüzzamanı yanlış anlamayasın!
Ehl-i Sünnet Velcemaat İmamlarına göre
1-) “Biz peygamber göndermedikten sonra azap edicilerden değiliz.” (İsrâ, 17/15) ayetine istinaden,
İmam Maturidî ve taraftarlarına göre, kâinatta, her biri bir kitap binlerce delil varken Allah’ı bilmeyen mâzur olamaz derler. Eş’arîler ise: “Biz peygamber göndermeden azap edecek değiliz..” meâl-i âlîsiyle ifade edilen âyete dayanarak, azaba müstahak olmanın, tebliği müteakip olacağı hususunu esas alırlar.
Demek evvelâ uyarma, sonra mükellefiyet ve daha sonra da azap veya rahmet ile muhatab olunacaktır...
2-) Bir kimse hiçbir peygamber görmemiş ve fakat inkâr mesleğine girerek puta da tapmamışsa, ehl-i necâttır. Zira, insanlar arasında öyleleri vardır ki, hiçbir terkip ve tahlil kabiliyetine sahip olmadığı gibi, eşya ve hâdiselerin seyrinden de bir mânâ çıkarması mümkün değildir. Binâenaleyh, böyle biri, evvelâ irşat edilir, ondan sonra davranışlarına göre ceza veya mükâfat verilir.
3-) Ama bir insan, küfrü meslek ittihaz ederek, onun felsefesini yapıyor ve bilerek Allah’a karşı ilân-ı harp ediyorsa, o, dünyanın en ücra yerinde dahi olsa, inkâr ve ilhadının cezasını görecektir.
4-) Netice olarak diyebiliriz ki: Allah’ın peygamber göndermediği boş bir kıt’a olmadığı gibi, içinde peygamber gelmeyen uzun bir fetret devri de mevcut değildir. Hemen her devrin insanı, az-çok bir nebînin estirdiği meltemden nasibini almış gibidir. Peygamberlerin adının tamamen unutulduğu ve eserlerini zamanın aşındırdığı yerlerde ise, ikinci bir peygamber gönderilinceye kadar, o devre “fetret devri” denmiş ve o devrin insanlarının azaptan bağışlanacağı ifade edilmiştir. Elverir ki, bilerek ve şuurlu olarak inkâr-ı ulûhiyete sapılmasın.
5-) Baliğ olmayan Kafir bir çocuk, mesul olmadığından küfür üzerine ölse bile ehl-i necattır ve inşallah kurtulur! (Her şeyin doğrusunu ilmiyle eşyayı muhît olan Allah bilir.)
Şimdi yukarıdaki zaviyeleri göz öününde tutarsan:
Kominist rejim altında, Lenin ve Mao dikta rejiminde, İslamiyeti duymamış ve kendilerine tebliğ yapılmamış Kafir, hristiyan veya yahudi, İmamı- Eşariye görte inşallah kurtulur! İmamı Maturide ise en azından bir yaratıcıya inanması gerektiğini belirterek, Kafirleri bu sıralama dışında tutar!
Dolaysıyla, Bediüzaman Hazretlerinin 15 yaşından altındakilerin (baliğ olmadıklarından) ehl-i necat, 15 yaşın üstündeki Hristiyanların masum olmları ve zulme uğramaları halinde, bir yaratıcıya inandıklarından dolayı inşallah cehennemde kurtulur yaklaşımı Ehl-i sünnet vel cemaat anlayışı perspektifindedir.
Bunun aksini iddai etmek, hem dinimize hemde ehl-i sünnet ve'l-cemaat anlayışına terstir!