Bir gün hacca gidiyordum.
Irak, Suriye topraklarından geçerken yalnız bir kadına rastladım. Selam verdim. Selamımı;
“Rahim bir Rab'den selam sözüdür onların duyacağı” (Ya-sin:58) ayetiyle aldı.
Buralarda ne yapıyorsun? diye sordum.
“Allah kimi yoldan çıkarmışsa, ona yol bulduracak yoktur" (A'raf:186) ayetini okudu.
Anladım ki, yolunu kaybetti. Nereye gittiği soruma,
“Bir gece kulunu Mescid-i Haramdan alıp Mesci-i Aksaya götüren Allah'ı tesbih ederim” (İsra:1) ayetiyle karşılık verdi.
Anladım ki, geçtiğimiz hac mevsiminde haccını tamamlamış, Kudüs’e gidiyor.
Ne zamandan beri böyle yolunu kaybettin? Dedim.
“Tam üç gece (yani üç gündür)” (Meryem:10) dedi.
Yiyecek verme teklifinde bulundum.
“Sonra orucunuzu gün batıncaya kadar tamamlayın” ( Bakara:187) ayetini okudu.
İyide Ramazan da değiliz dedim.
“Kim Allah için nafile bir hayır yaparsa, Allah her hayrın karşılığını verendir, her şeyi hakkıyla bilendir” (Bakara:158) ayetiyle cevap verdi.
Yolculukta oruç açılabilir" dedim.
"Ama orucu tutarsanız, bu hakkınızda daha hayırlıdır” (Bakara:184) ayetini okudu.
Niye benim gibi konuşmadığını sordum.
“Ağzından tek bir söz bile çıkmasın ki, yanında onu gözleyen ve o sözü kaydetmeye hazır bir gözcü bulunmamış olsun" (Kaf:18) ayetiyle cevap verdi.
Kimlerdensin? Diye sordum.
“Bu konuda kesin bilgin yok (ailemi söylesem de tanımazsın). Sonra göz de kalp de (görmeden, kesin bilgiye dayalı olmadan verdiğin her hükümden) sorumludur." (İsra: 36) ayetiyle cevap verdi.
Hata ettim, hakkını helal et dedim.
“Bugün size kınama yok. Allah sizi bağışlasın” (Yusuf:92) dedi.
Deveme bindirip kafilesine ulaştırma teklifinde bulundum.
"Hayır adına ne işlerseniz Allah onu bilir” (Bakara:215) ayetiyle mukabele etti.
Devemi yanına getirdim, binecekken,
“Mümin erkeklere söyle, bakışlarını sakınsınlar” (Nur:30) ayetini okudu.
Gözlerimi çevirdim; binecekken deve ürküp kaçtı, bu arada elbisesi az yırtıldı.
“Başınıza musibet olarak ne gelirse, bu bizzat işleyip, onu hak etmeniz sebebiyledir” (şura:30) ayetini mırıldandı.
Sabret, deveyi bağlayayım! dedim.
“Bu hususta Süleyman'ı anlayışlı ve daha isabetli davranır kıldık” (Enbiya :79) ayetini okudu.
Devemi yönlendirme konusunda benim daha başarılı olduğumu kastetti. Deveye bindi ve,
“Bunu bize baş eğdiren Allah'ı tesbih ederim; yoksa bunu biz başaramazdık. Ve sonunda şüphesiz Rabbimize döneceğiz!" (Zuhruf:13-14) ayetlerini okudu.
Haydi! diye deveyi hızlandırdım.
"Yürüyüşünde (ve davranışlarında) vakur ol ve sesini yükseltme. Seslerin en çirkini eşeğin sesidir!" (Lokman :19) mukabelesinde bulundu.
Yürürken şiir okumaya başladım.
“Kur'an' dan kolayınıza geleni okuyun!" (Müzzemmil:20) dedi.
Şiir okumak haram değil ki! dedim.
“Bu hususu ancak idrak ve basiret sahipleri düşünür anlar!” (Bakara :269) cevabını verdi.
Bir süre gittik; sonra evli olup olmadığını sordum.
"Ey iman edenler! Cevabı verildiğinde sizi üzecek meselelerden sormayın!" (Maide :101) ayetini okudu.
Derken kafilesine ulaştık ve kafile içerisinde kimsen var mı? Dedim.
“Mal ve evlat dünya hayatının süsüdür!” (Kehf:46) dedi.
Anladım ki, evladı var. İsimlerini sordum.
“Allah İbrahim'i dost edindi; Allah Musa ile konuştu; Ey Yahya, Kitaba kuvvetle tutun!” (Nisa :125, 164; Meryem:12) Ayetlerini okudu.
Ey İbrahim, ey Musa , ey İsa! diye kafileye seslendim. Nur yüzlü üç genç "Buyur!" diye çıkageldi. Kadın onlara para verip;
“Bununla içinizden birini şehre yollayın! Yemeklerin helal ve temiz olanına baksın ve size bir yiyecek getirsin. Dikkatli davransın!” (Kehf:19) dedi.
“Yiyecek gelince bana; "Geçmiş günlerinizde yaptıklarınızın karşılığında şimdi afiyetle yiyip için!" (Hakka:24) dedi.
Çocuklara, Annenizin bu durumunu bana söylemezseniz bu yemekten yemem! dedim.
Annemiz dediler; Ağzından Cenab-ı Allah’ın gazabını çekecek yanlış bir söz çıkar korkusuyla 40 yıldır böyle sadece Kuran`la konuşur.
İbn Mübarek, bu hadiseyi Kuran'da her şeyin bulunduğuna delil olarak anlatırdı.