Dostu ger zehr-i mâr içse olur âb-ı hayat
Hasmı su içse döner elbette zehr-i mâna su”
Peygamber Efendimize dost ve hasım olmanın tezahürlerini Su Kasidesi'nde bu şekilde ifade eder Fuzulî.
“Onun dostu eğer yılan zehri içse, içtiği zehir onun dostluğu sayesinde âb-ı hayat olur. Hasmı su içtiği zaman içtiği su ona yılan zehri gibi tesir eder” derken onun eşya üzerindeki tesirini nazara verir.
Beyitte, Peygamberimizin (a.s.m.) elinden akan suyu içerek, elinin temasına mazhar olarak veya başka vesilelerle hasta iken iyileşenler veya görüp imana gelenler kadar, mucizeye muhatap olduğu halde inanmayan insanların olduğunu da ima eder.
Fakat bu ifadelerle şairin asıl söylemek istediği şey, onun uğrunda çekilecek olan sıkıntılar bile insana ebedî saadeti kazandırırken ona düşman olanların yaşadıkları hayatın, zevk-i safa içinde geçse de ebedî hayatlarını öldüren bir zehir olacağıdır.
“Eylemiş her katreden min bahr-ı rahmet mevc-hiz
El sunup uğraç vuzû içün gül-i ruhsara su”
Bu beyit de “Hazret-i Peygamber abdest almak için gül gibi olan yüzüne eli ile su serptiği zaman o suyun etrafa saçılan her damlasında binlerce rahmet denizi dalgalanır” der.
Peygamber Efendimiz (a.s.m.) ibadet ve kulluk cihetiyle olduğu kadar hâl ve hareketleriyle de insanlığa örnek olmuştur. Bu itibarla insanlar, onun sünnetlerini örnek alıp hadislerini öğrenerek yaşayabilseler maddî, mânevî faydasını görürler.
Onu gören sahabelerin, Hadis-i Şerifleri ve Sünnet-i Seniyyeleri gerek fetihler sırasında, gerekse tebliğ hareketleri vesilesiyle gittikleri yerlere de götürmeleri oraları da ihya etmiştir.
“Hâk-i pâyine yetem dir ömürlerdir muttasıl
Başını daştan daşa urup gezen âvâre su”
Bu beyitte de tabiî bir unsuru kullanır şair. “Su, onun ayağının toprağına erişebilmek için ömürler boyu başını taştan taşa vurarak ona doğru akar” derken hüsn-ü ta'lil san'atı yapar ve zahirî hâlden hakikate geçer.
Denizlerden, göllerden uzak yerlerde doğan suların, hassaten dağlarda olanların taştan taşa çarparak denizlere, göllere doğru akmalarını göz önünde bulunduran şair, Peygamberimiz (a.s.m.) ve mü'minler arasındaki sevgiyi onlara benzetir.
Peygamber Efendimizin (a.s.m.) sevgisini kendi içinde hisseden mü'minlerin, onun ayağının toprağını, yani türbesini ziyaret edebilmek için pek çok eziyete, zorluğa ve sıkıntıya katlanarak ömür boyu mukaddes beldelere gitmeye çalıştığını, gitse de o uhrevî hazza doyamayıp tekrar tekrar gitme iştiyakı hissettiğini anlatır.
“Zerre zerre hâk-i dergâhına ister sala nur
Dönmez ol dergâhtan ger olsa pare pare su”
Bu mısralar, bundan önce anlatılan hâllerin ve taşınan hislerin samimiyetini ifade etmek için söylenmiştir. “Su onun türbesinin toprağına ulaşıp oraya canlılık vermek, onun mahallinin şenlenmesine hizmet etmek ister. Eğer su bu yolda parça parça olsa da onun dergâhına ulaşma çabasından vazgeçmez” der.
Şair bunları söylerken aslında kendisinin yapmak istediği şeyi, her yıl hacca ve umreye giden milyonlarca mü'minin, Ravza-i Mutahharayı ziyaret esnasında ibadetlerle, zikirlerle orayı şenlendirip ruhlarını nurlandırarak yaptıklarını ifade eder.
Bu mısralarda, hacca gitmek maksadıyla yola çıkan ve ulaşamayacağını bilse de o yolda ölmeyi göze alıp dönmeyen karıncanın kararlılığını telmih yoluyla hatırlatma çabası da var.
“Zikr-i nâtün virdini derman bilür ehl-i hata
Eyle kim def-i humâr içün içer mey-hâre su”
Yani; “İçki içen insanların humarlıktan ileri gelen baş ağrılarını dindirmek için su içtikleri gibi günahkâr olanlar da devamlı senin nâtını söylemeyi dertlerine derman sayarlar.”
Beyitte ifade ettiği bu mânâlarla beşerî zaaflardan birinden hareket eden Fuzulî, insanların bütün o zaaflardan sıyrılıp yanlış alışkanlıklardan kurtulmalarının yolunun peygamber sevgisi olduğunu anlatır.
Şair, ayrıca, iman ve ibadet sevgisini içine yerleştiremeyen insanların nât, mevlid, ilâhî gibi ibadet olmasa da yapıldığı takdirde ruhu rahatlatan hâller yaşadıklarını nazara verir.
Aslında buna benzer sözlerin ve hareketlerin iman zaafından ileri geldiğini, insanların her hareketlerinde ibadete niyet etmeleri, diğer dünyevî işlerini de ibadet şevkini arttıracak şekilde yapmaları gerektiğini hatır-latır.
“Yâ Habiballah yâ hayre'l-beşer müştâkınem
Eyle kim leb-teşneler yanup diler hemvare su”
Fuzulî bu beyitte de “Ey Allah'ın en sevgili kulu ve insanların en hayırlısı senin müştakınım. Susuzluktan yanarak dudakları kuruyanlar nasıl daima su isterlerse, ben de senin hasretini çekiyorum” diye nida eder.
Maddî olarak susayan bir insan hararetle su ister. Biraz su içtikten sonra doyar ve tekrar susayıncaya kadar suya ihtiyaç hissetmez. Fakat şairin Peygamberimize (a.s.m.) duyduğu hasret bundan çok farklı bir iştiyaktır.
Çünkü o Peygamberimizin (a.s.m.) hasretini içinde hissettikçe hicran ateşi artmakta ve âdeta su içtikçe daha çok susamaktadır. Bunun sebebi ise ruhunun hakikî sevgiye olan âşinalığıdır.
Fuzulî bu ifadelerle yalnız kendisinin değil, bütün insanların ruhunda bu iştiyakın olduğunu, isteyen herkesin o hasret sayesinde Peygamber-i Zîşana (a.s.m.) ulaşabileceğini dile getirir.
“Sensin ol bahr-ı kerâmet kim şeb-i Mi'rac'da
Şebnem-i feyzin yetürmüş sabit ü seyyare su”
Hazret-i Muhammed'in (asm) yalnız insanların ve cinlerin değil, âlemlerin peygamberi olduğuna inanan şair bu beyitte bütün mevcudâtın, onun rahmetine muhtaç olduğunu hatırlatır.
“Sen öyle bir keramet deryasısın ki, Mi'rac Gecesi'nde senin feyzinin şebnemleri, sabit ve seyyar bütün gezegenlere su yetiştirdi” diyerek onun mucizelerine semavât ehlinin de âşinâ olduğunu söyler.
Bu ifadelerde şairin, bütün kâinatı Peygamber Efendimizin (a.s.m.) kerâmet denizi, gezegenleri ve gök cisimlerini de o denizin hayat dolu şebnem taneleri olarak gördüğü söylenebilir.
“Çeşme-i hurşidden her dem zülâl-i feyz iner
Hâcet olsa merkadin tecdid iden mimare su”
Kasidenin methiye bölümünün bu son beytinde şair “Eğer senin mezarını yenilemek isteyen mimara su lâzım olursa, güneş çeşmesinden her an bol bol saf ve temiz su akar” der.
Peygamberimizin (a.s.m.) kabrini yenilemek isteyen mimar, onun ziyaretine giden veya gitmek istediği halde şartları müsait olmadığı için gidemeyip de salât u selâmla ona yaklaşmaya çalışan mü'minlerdir.
Müslümanlar ne zaman güneşe ve aya baksalar, onun nuru sayesinde Peygamber-i Zişanı (a.s.m.) hatırlarlar, salavât getirip fâtihâlar okuyarak onun muazzez ruhuna bağışlarlar ve mânen Ravza-i Mutahharayı yenilemiş gibi olurlar.
Fuzulî ayrıca, Müslümanların güneş gibi parlak bir hakikat olan Kur'ân'ın nuru ve Hadis-i Şeriflerin feyziyle kendi ruhlarını da nurlandırıp kalplerini, gönüllerini yenilemelerini ister.
İmanın ve sevginin merkezi insanın ruhu, kalbi, gönlü olduğuna göre, Müslümanlar iman ve ibadetleri sayesinde her an Peygamberimizin (a.s.m.) kabrini yenilemiş olacaklar ve ihtizaza geleceklerdir.
“Bîm-i dûzah nâr-ı gam salmış dil-i sûzânıma
Var ümidim ebr-i ihsânun sebep ola nâra su”
Fuzulî Kasidenin, kendisine de yer verdiği bu fahriye bölümünün ilk beytinde “Cehennem korkusu yanık gönlüme gam ateşi salmıştır. Fakat senin ihsan bulutunun o ateşe su serpeceği ümidindeyim” gibi mânâlar ifade eder.
Aynı zamanda bir şefaat talebi olan bu ifadede sözü edilen cehennem korkusu, Cehennemde yanma endişesinden ziyade Allah'ın sevgisinden ve Peygamberimizin (a.s.m.) şefaatinden mahrum kalma ihtimalidir.
Onun için şair Peygamberimizin (a.s.m.) şefaatine sığınır ve bedeni Cehennem ateşinde yanacak olsa bile onun sevgi, şefkat ve şefaat bulutlarının yağmurunu üzerinden eksik etmemesini ister.
“Yümn-i nâtünden güher olmuş Fuzulî sözleri
Ebr-i Nisandan dönen tek lü'lü-i şehvâra su”
Şair bu beyitte de “Fuzulî'nin sözleri senin nâtını ifade ettiği için yekpare bir mücevher hâline gelmiş. Tıpkı baharda Nisan bulutlarından istiridyenin içine düşen yağmur damlasının büyük bir inci hâline gelmesi gibi” diyerek fahriye bölümüne devam eder.
Bahar mevsimi mânen olduğu kadar maddî bakımdan da rahmet mevsimidir. O zaman yağan damlalar deryaya da düşse zayi olmaz. Çünkü beslenmek için denizin kıyısına yaklaşan istiridyeler tarafından içindeki kum taneleri ile birlikte yutulur.
İstiridye, zahiren yuttuğu kum tanesinin verdiği acıyı kesmek, hakikatte ise Nisan yağmurunun rahmetinden mahrum kalmamak için özünden salgıladığı sıvı ile o damlanın etrafını sarar.
Zaman geçtikçe artan acılar nisbetinde çoğalan ve istiridyenin hareket etmesi sayesinde koyulaşan bu şeffaf, mayi cisim bir süre sonra katılaşıp sertleşir ve inci teşekkül eder.
Kasidenin matla beyti ile bu mısralar arasında bir bağ kuran şair, gözün şeklinin istiridyeye, gözyaşının yağmur damlasına benzemesinden hareket ederek gönlüne düşen ilham hareketlenişini korumak için muhayyilesinden tereşşuh eden sözleri hisleri ile sararak san'atlı ve âhenkli birer terennüm hâline getirerek incileştirdiğini anlatır.
Tıpkı Bediüzzaman Said Nursî'nin, Mucizât-ı Ahmediye Risâlesini yazarken “Şu söz güzeldir, fakat onu güzelleştiren, güzellerin güzeli olan evsâf-ı Muhammediyedir (asm)” dediği gibi.
“Hâb-ı gafletten olan bîdar olanda Rûz-i Haşr
Eşk-i hasretten tökende dîde-i bîdâra su”
Su Kasidesi'nin duâ bölümünün bu ilk beytinde şair dileğinin, duâsının hududunu, hayatın öldükten sonra dirilme safhasını da içine alacak şekilde genişletir.
“İnsanlar mahşer günü gaflet uykusundan uyanıp gerçekleri gördüklerinde hayretle açılmış gözlerinden hasret yaşları döktükleri zaman” şair kendisinin de onların arasında bulunacağını bilir.
Kıyamet kopup bütün insanlar dirildikleri zaman Mahşer Meydanı'nda toplanan kalabalık, büyük bir karışıklığın ve telâşın içine düşecek. Onlardan ancak Peygamber Efendimizi (a.s.m.) görüp etrafında yer alan ve onun yüzünün nuru ile bahtı aydınlanan mü'minler bahtiyar olacak.
Bilhassa insanların, kendilerine iyice yaklaşan güneşin dehşetli sıcaklığı karşısında yanıp kavrulduklarını hissettikleri zaman ancak Allah inancı ve Peygamber (a.s.m.) sevgisi sayesinde kurtulabileceklerini bilen Fuzulî, kasidenin sonunda yegâne umudunu dile getirir:
İçinde bulunduğu hasret hislerini “Umarım senin yüzünü görmeye susamış olan Fuzulî de Haşir gününde mahrum kalmaz. Senin vuslat çeşmen bana da su verir” diyerek dile getirir.
Böyle ulvî bir mazhariyete yalnız kendisi değil bütün mü'minlerin de muhtaç olduğunu ve onların da gönüllerinin Allah inancı, Peygamber sevgisi ile dolu olduğunu düşündüğü için onlara da duâ etme ihtiyacı hisseder.
Onun için bütün Halk, Divan ve Tasavvuf edebiyatı manzumelerinde şairler şiirlerin son dörtlüklerinde veya beyitlerinde kendi mahlaslarını kullanmayı âdet edindikleri, Fuzulî de diğer eserlerinde riayet ettiği hâlde, Su Kasidesi'nde bu teamüle uymaz.
Bütün mü'minlerin Peygamberimize kendisi gibi hasret olduklarını düşündüğünden hem onların hislerine tercüman olmak, hem de eserini umum ümmete mâlederek duâsının tesirini arttırmak için kasidesini mahlasını kullanmadığı bir matla beyti ile bitirir:
“Umduğum oldur ki rûz-i Haşr mahrum olmayam
Çeşme-i vaslun vire men teşne-i dîdâra su