“Açık saçıklık kıyafetine giren güzel bir kadın nazik ve serîütteessür olduğundan, maddeten tesiri tecrübe edilen, belki semlendiren pis nazarlardan elbette sıkılır.” (Lem'alar)
Yani, açık saçık gezen bir kadın yaratılışı itibariyle nazik ve çabuk etki altında kaldığından, insanı psikolojik olarak zehirleyen çirkin bakışlardan çok sıkılır. Zaten yaşanan hayatta bu çeşit olaylara sıkça rastlanır.
Bir kadın nasıl bir yaşantı içinde olursa olsun, rahatsız edici bakışlardan mutlaka sıkılacaktır. Bunun için güzelliğini sergilemek yerine, kendine çekidüzen vermeye gayret eder.
Fıtrî güzellik bir nimettir, Allah'ın bir ihsanı ve ikramıdır. Nimet ise muhafaza edilmek ve şükredilmek ister.
Her nimette olduğu gibi güzellik de korunduğu sürece bir değer kazanır. Güzelliğin hep güzel olarak kalmasının yolunu birkaç madde halinde sıralamak mümkündür:
1. Gerçek güzellik, nimeti nimet olarak bilmek ve Verene şükretmektir.
Çünkü hiçbir insan güzelliğini bir yerden satın almış değildir, bunun için ona sahiplenmeye hakkı yoktur.
Gerçek anlamda sahiplenecek olsa, güzelliğin gitmesine engel olabilmeli, yaşlanmanın ve yıpranmanın önüne geçebilmelidir.
Bunun da önüne geçemeyeceğine göre tek bir şey kalıyor, o da şükürdür. Şükür unutulursa ne olur? Nimet olmaktan çıkar, çirkinleşir.
2. Güzellik birkaç şekilde çirkinleşebilir. Birincisi ve en tehlikelisi, kişinin kendisinin günaha girmesi; ikincisi ve farkında olunmayan yönü, başkalarını günaha sokmasıdır.
Çünkü güzelliğini, cazibesini ve çekiciliğini sergilemekten çekinmeyen bir kadın, başkalarını da vebal altına almaktadır.
Yani böyle bir kadın hem günah kazanmakta, hem de günah kazandırmaktadır. Sonuçta nimet çirkinleşmekte ve zehirli bir hal almaktadır.
3. Güzellik korunmadığı zaman, bu nimete karşı küfran-ı nimet edilmekte, nankörlük yapılmaktadır.
Çünkü güzellik gibi mühim bir özelliğin kimden geldiği, gerçek sahibinin kim olduğu bilinmezse, üzerine nankörlük perdesi çekilmiş ve manen reddedilmiş olur.
4. Güzellik korunmadığı takdirde, bir nimetken, bir azap ve işkence aleti olur.
Günaha giren ve başkalarını günaha sokan insan her şeyden önce huzursuzdur, vicdan azabı çekmektedir. Rahat değildir ve ifade etmese de mutsuzdur.
Yüzü gülse de, içi kan ağlamaktadır. Topluluk içinde şen şakrak ise de, iç dünyasında fırtınalar yaşamaktadır.
Bu haldeki bir insan mutlaka bir çıkış yolu arayacak ve sıkıntıdan kurtulma çarelerini araştıracaktır.
Çaresi ise; öncelikle o geçici, beş-on senelik güzelliği, bâki ve sonsuz bir hale getirmek için meşru yolda kullanarak fiilî bir şükre girmeye çalışacaktır.
Kendisine biraz daha çekidüzen vermek için İslâm terbiyesi dairesinde kalacak, Kur'ân edebinin ziynetiyle cemalini güzelleştirecektir.
Böylece o geçici güzellik mânen bâki ve sonsuz kalacaktır. Cennette ise hurilerin cemalinden daha şirin ve daha parlak bir tarzda o güzellik kendine yeniden ihsan edilecektir.
Diğer taraftan, kadın bir insan olması hasebiyle yapay bir müdahale olmadan hem şekil olarak “ahsen-i takvim”dedir, hem kişilik ve iç estetik itibariyle en güzel bir kıvamdadır. Hem de his, duygu, lâtife zenginliğiyle zirvededir.
Mükemmel bir varlık olan kadın, bir sanat eserini inceler gibi kendini seyretse, üzerinde o kadar çiçekli nakışlar görecek, kader kaleminin çizdiği o kadar ince çizgi ve detay fark edecektir ki, kendinden önce, o kalem sahibine hayran kalacaktır.
“Beni var eden sanatkâr üzerimde her türlü sanat inceliklerini göstermiş, Kendini tanımam ve göstermem için beni yaratmış” deme kadirşinaslığını dile getirecektir.
O Müzeyyin'dir; beni tezyin etmiş, nazik ve narin yaratmış, süslemiştir.
O Musavvir'dir; bana en güzel sureti ve şekli vermiş.
O Mülevvin'dir; beni mükemmel bir renkte var etmiş... gibi isimleri okuma gibi gerçek bir güzellik yaşayacaktır.
Bu bakış açısı, iç güzellik anlamına gelen “sîret”in özünü ve aslını oluşturmaktadır.
Yaratılış ve duygu bakımından kadını erkekten ayıran en önemli özellik, iç güzelliğiyle birlikte üstün bir şefkat ve merhametle donanmış olmasıdır.
Kadının hanımlık ve annelik görevini sürdürebilmesi için zaten bu fıtrî özelliği taşıması gerekir.