Şeyh Sait şehri ele geçirme çabasının başarısızlıkla sonuçlanacağını düşünerek, askerlerine geri dönme emri verdi. Askerlerin durumu gün geçtikçe kötüleşiyordu. Etrafları kuzeyden 40 bin ve güneyden 30 bin askerle ablukaya alındı. Şeyh Said’in elinde tek çare ayaklanmanın ileri gelenlerini bir araya getirerek kötüye giden durumu düzeltmek, insan ve maddi yedekleri savaşa sokmak kalmıştı. Örneğin, kardeşi Ş. A. Rahiymle, Ş. İsmail’e gönderdiği 19 Mart 1925 tarihli mektupta, “Gönderdiğiniz mektubu aldım. Beraberinde Ş. Mehmet Reşit’in mektubunu da gördüm. Bozan Ağa ile Ş. Eyüb’ün Karabahçe’ye geldiğini belirtiyorsunuz ve oraya gelmemi istiyorsunuz. Ziyaretinize gelmeyi çok isterdim; fakat şu anda Reşit Paşa’yı yüz süvariyle birlikte doğu cephesine gönderdim. Öte yandan bugün Nergiyan aşiretinin inşallah geleceğini tahmin ediyorum. Onu da cepheye göndereceğim. Şeyh Tahir ve Şeyh Sirac’ı savaşçıların morallerini yükseltmek için çeşitli taraflara gönderdim. Şu ana kadar dönmediler. Onların gelmesinin ardından, önlemler alarak sizin yöreye gelerek Bozan Ağa ve Şeyh Eyüp’le görüşeceğim. Sabretmelerini öğütlerim, savaşçılarına da tedbir ve çalışmalarında İslam şeriatından taviz vermemelerini öneririm. Müslümanların malını kati surette talan etmeyi kafalarının ucundan bile geçirmesinler. Fakat daha önce de belirttiğim gibi zor durumlarda ambarlardan iaşe alabilirsiniz. Karşılığında da bir belge verin. Sonra haklarını ya mal ya da makbuzla öderiz.
Hadimul Mucahidin M. Said Nakşibendi



Fakat bütün çabalara rağmen, hükümet kuvvetleri savaşın gidişatını lehlerine çevirmeyi başardılar ve Diyarbakır dolaylarına yaklaşmaya başladılar. Şeyh Said’in kuvvetleri de Hani vadilerine doğru çekilmek zorunda kaldı. Burada, Ergani’de kırılan Ş. A. Rahiym’in kuvvetleri de kendilerine katıldı. Kısa bir direnişten sonra ayaklanmacılar, Dara Heni’ye geri çekildiler. Oradan gruplara ayrılarak Genç, Çapakçur, Palu ormanlarına doğru çekildiler. Şeyh Said diğer şeyh ve aşiret reisleriyle Dara Heni’yi terk ederek, 27 Mart’ta Çapakçur’a gitti. Orada Abdullah Şafiyi, Elazığ, Varto ve Kiği şeyhlerini bekledi.


Hükümet kuvvetleri 26 Mart’ta Diyarbakır, Elazığ ve Varto vilayetlerine karşı ağır bir saldırıya geçtiler. Bu saldırıda Türk ordusunun 1. kolordusu Varto’ya girdi. Hükümet ayaklanmacılara karşı Irak, Suriye ve İran yollarını kesmek için, etraflarını dört bir yandan sarmayı tasarlamışlardı.


Çeşitli bazı nedenler Türk ordusunun daha hızlı ilerlemesine neden oldu. Örneğin Ağha aşiret reisi Necip Ağa ve Elazığ Beyleri, öte yandan Tunceli’nin doğusundaki Kiferan, Lolan, Abuzalan ve Soran gibi aşiretler, ruhani lider Dumandioğlu Hüseyin yönetiminde hükümet kuvvetlerine yardım ettiler ve Şeyh Said’in kuvvetlerini kahpece arkadan hançerlediler. Sonunda savaşçılar 1 Nisan’da Kasım Paşa’nın düzenli birliklerinin yaklaşmış olduğu Palu yönünde geriye dönmek zorunda kaldılar. Şeyh Sait kuvvetlerinden en büyük kesimi(yaklaşık 5.000 kişi) Mindo Vadisi yönünde geriledi ve Kasım Paşa’nın 5. taburu önünde pusu kurdu. Nisan ayının üçünde tam bir gün boyunca süren bir çatışma başladı. Ş. Said askerleri çok büyük bir direniş göstermelerine rağmen vadilerden ormanlara doğru çekilmek zorunda kaldılar. Şeyh Şerif, Şeyh Said’e katılmak üzere adamlarıyla beraber Çapakçur’a yöneldi. 6 Nisan’da hükümet kuvvetleri Çapakçur’a girince Şeyh Said beraberindekilerle(3.000 atlı) Solhan’a geri çekilmek zorunda kaldı.


Diğer tarafta Ğormik aşireti, M. Kemal’in idarecilerini destekledi. Örneğin aşiretin reisi Küçük Mehmet Hulusu Efendi, Şeyh Said askerlerine karşı 300 silahlı adamını hükümetin emrine verdi. Kardeşi Ali Kemal de 100 silahlı adamı onların emrine sundu. Hükümet kuvvetleri kendisini destekleyen aşiretlerle beraber, Karlıova Ovası’nda Cibranlı aşiretlerinden olan Şeyh Sait kuvvetlerini kırdılar. Bubo ve Ğıto adındaki iki aşiret büyüğü 50 süvariyle birlikte Sun yöresine geri çekilerek, Aşkmidan’da Şeyh Said’e katıldılar.




TC hükümeti kendilerine yardım eden Ğormik aşireti reislerine ve Kiği ahalisine kutlama mesajı gönderdiler. Mustafa Kemal, Erzurum valisi Zühat, 3. ordu müfettişi Kazım ve 11. Alay komutanı Osman Nuriye de telgraflar çekti. 1925 Mart’ı sonunda Xalidi Haseni, Ali Rıza ve başka ayaklanma önderleri Hınıs’a yapılan saldırıların kırılmasından sonra 1000 süvariyle birlikte doğuya çekilmek zorunda kaldılar. Bu sırada Karakuş’ta olan hükümet kuvvetleri, Hayderan aşiret reislerinin yardımıyla Şeyh Said askerlerini kendileriyle yeni, zorlu bir çatışmaya girmek zorunda bıraktılar. Bu çatışma Hasenanlı Xalit ve beraberindekileri, İran sınırını geçmek zorunda bıraktı. TC. Hükümeti Şah Rıza’ya haber göndererek sınırı geçenlerin cezalandırılmasını ister. Şah Rıza daha önce kendisine verilen haber üzerine kendilerine geçiş izni verir. Hoy şehrine kadar güvenle gelirler. Oradan askeri bir kışlaya giderler. Kışlada bulunan komutan maslahat gereği silahlarını teslim etmelerini ister ve bazı işlemlere başvurduktan sonra kendilerine silahlarının geri iade edileceğini söyler. Önce itiraz ederler; ama başka çareleri olmadığı için söyleneni yaparlar. İşte o an ölüm kusan mitralyözler onların üzerine mermi yağdırır. Bir anda kışla ölüm mezbahasına döner. Şeyh Said’in kardeşi Diyaeddin, oğlu Abbas, Hasenanlı Xalit Beg’in oğlu Şemseddin, Zirkan aşiret reisi Kerem de içinde olmak üzere 50 kişiye yakın muhacir olan Şeyh Sait taraftarları hunharca, kalleşçe şehit edilir. Katliamdan kurtulmak için kaçmaya çalışanlardan hemen hepsi tutuklanır ve malları kısa sürede yağma edilir. Tutuklananlar aç ve çıplak bir vaziyet altında altı ay Tahran zindanlarında bekletildikten sonra serbest bırakılırlar.


Şeyh Sait kıyamının ilk başarılarına rağmen başarısızlıkla sonuçlanmasının en büyük sebeplerinden biri de ayaklanma sırasındaki ihanetler oldu. Şeyh Sait kıyamının başarısızlıkla sonuçlanmasında ihanetlerin çok büyük rolü vardır. Şeyh Sait kıyamının bu denli kısa sürede bastırılmasının belki de en önemli nedeni ihanet hadiseleridir. Her şeyden önce Şeyh Sait’in yakalanmasının yegâne nedeni, son derece güven duyduğu kendi bacanağı olan Kasım Bey’in kendisinden görünerek oynadığı oyunlardır.


Kasım Bey, harbiyeyi okumuş, yüzbaşı rütbesine kadar yükselmiş ve akrabalarıyla birlikte Şeyh Said’in yanında yer almış bir kimsedir. Uzun zamandan beri Şeyh Said’in hizmetinde bulunduğu için kimse kendisinden şüphelenmez. Ancak o, merkezi hükümetle irtibat halindedir. Bu irtibat neticesinde Şeyh Said’in yakalanması için kendisine kilit bir görev verilir. Şeyh Said Piran,’dan Varto’ya doğru hareket ettiğinde her tarafta yoğun bir kar yağışı olduğu için atla hareket etmeleri çok zorlaşır. Dereler ve nehirler geçit vermez durumdadırlar. Kasım Bey bu şartlar altında hareket edilmez bahanesiyle Şeyh Said’i oyalamaya çalışır. Bölgede Şeyh Said’in bir müddet oyalanmasını başarır. Diğer taraftan TC. askerleri Kasım Bey’le irtibatını sürdürmekte ve onları takip etmektedirler. Askerlerin yetiştiği bir sırada Kasım, çevrede hiç kimsenin de bulunmamasından da istifade ederek silahını ani bir manevrayla Şeyh Said’in üzerine çevirir ve kendisini teslim edeceğini söyler. Şeyh Said kendi öz bacanağından böyle bir şey beklememekteydi. Ama olan olmuştu bir kere. Muş ve Varto arasındaki Çarbıvır bölgesinde yakalanan Şeyh Said, Diyarbakır’a götürülür. Şeyh Said’in tutuklanmasından önce tutuklu bulunan Xalid Beg’le Bitlis mebusu Yusuf Ziya, zaman geçirilmeden idam edilirler. Şeyh Said’le birlikte Diyarbakır’a getirilenler arasında Şeyh Said’e bağlı aşiret reisleri, beyler ve birçok âlim de bulunmaktadır. Bunlar için Diyarbakır’da Engizisyon Mahkemelerini aratacak kadar acımasız istiklal mahkemeleri kurulur ve çoğu idam edilerek şehit edilir.


Ancak Ş. Said’in uğradığı ihanet sadece bu değil; günümüzde bile Kürdistan’ın önemli aşiretlerinden biri olan ve Şeyh Said ayaklanması döneminde de büyük bir nüfuzu bulunan Haydari aşiretinin o zamanki reisi Hüseyin Paşaye Heyderidir. (Hüseyin Paşa’ya paşalık rütbesini veren II. Abdulhamittir.) Ş. Said ayaklanmasının en önemli şahsiyetlerinden biri olan Xalit Begi Cibri 40-50 jandarma tarafından tutuklanarak Bitlis’e götürüldüğü vakit, Xalit Beg Hüseyin Paşa’ya bir mektup göndererek kendisinden 40 sarı altın ister. Aslında istediği altın değil, 40 savaşçıdır. Ancak Hüseyin Paşa Xalid Beg’in ne demek istediğini anlamasına rağmen kırk altın gönderir. Hâlbuki kırk altın yerine, kırk adam gönderse idi belki hareketin seyri değişecek ve bugün içinde yaşadığımız statüden daha başka bir statü ile karşılaşacaktık. Ancak Hüseyin Paşa’nın tutumu Ş. Said ayaklanmasının aldığı en derin yaralardan biri olarak ayaklanmanın tarihinde yerini almaktadır. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki, Ş. Said’in kendi yakınlarının veya bölgesindeki insanların ihanetine uğramasının değişik nedenleri var. Bazıları korkularından bu yolu seçerken, bazıları da maddi menfaat yüzünden bu yola başvurmuşlardır. Ancak aynı araştırmalar gösteriyor ki, maddi menfaat için ihaneti göze alanlar gayelerine ulaşamamış; hatta bir kısmı sürgüne bile gönderilmiştir. Bakın bu hususta daha hayatta bulunan Şeyh Said’in torunu olan A.Melik Fırat ne diyor:


“Ş. Said, Murat Çayı’nın kıyısına geldiği zaman hem kendi yakını ve bacanağının ihanetine uğramış, hem de Murat Çayı’nın öteki tarafındaki Norşin Şeyhleri, Şeyh Mahsun ve Xweti aşireti reisi H. Musa gibilerinin de engelleriyle karşılaşmıştı. O bölgenin valisi olan Kazım Dirik’in hatıralarında da bu vakıa yazılıdır. Hatta biz Trakya’da sürgünde iken amcamı ziyarete gelmiş ve bunları şifahen söylemişti. Demişti ki, “Şeyh Sait ayaklanması olduğu zaman Xweti aşiret reisi H. Musa, Ş. Mahsun ve bir de Küfrevi ailesinden Ş. A. Baki bana gelip, eğer bize yardım eder, yani 50.000 altın verirseniz bu işin karşısındayız dediler. Ben bu meseleyi merkezi hükümete intikal ettirdim. Bana dediler ki mühim değil, orası da hiç olmasın. Çık gel. sonra ısrar edince ben bir daha bildirdim. Bu sefer dediler ki, yanında para varsa, ver bakalım ne olacak? Kendilerine bu parayı verdim ve onlar da karşı koydular. Mesele çözüme kavuşunca hepsini çağırdım ve onlara verdiğimiz paranın iki katını aldım, onları da sürgüne gönderdim.”


Şeyh Said’in yakalanıp idam edilerek şehit olmasından sonra askeri birlikler büyük operasyonlar düzenlerler. Şeyh Said’le uzaktan yakından ilgisi bulunan birçok kimse bu operasyonlarda hayatlarını kaybederler. Bölgede operasyon yapan askerlere geniş yetkiler verildiği için, Kürt halkı çetin bir baskıya mahkum kalır ve şahid olunan, yaşanan hadiseler halkın tam anlamıyla sinmesine neden olur. Halen Kürdistan’ın yaşlı kuşağı büyük bir korku ile söz etmektedir askerden ve jandarmadan. Şeyh Said’in akrabalarından kadın, çocuk ve yaşlılar dışındakiler ya tutuklanmış, ya da değişik yerlere dağılmış oldukları için kalanlar, dağlarda gizlenmek ihtiyacı duymuşlardır. Bu sahipsiz ve kimsesizler gizlendikleri yerlerden toplanıp tutuklandıktan sonra batıya sürgün edilirler. Milas onların sürgün yeri seçilir. Ege denizinin kenarında geçirdikleri beş yıllık sürgün hayatından sonra af edilirler. Bu sırada Şeyh Said’in Bağdat’taki oğlu Şeyh Ali Rıza ve sürgündekiler geri dönmüşlerdir. Aradan beş sene geçtikten sonra yeniden sürgün edildiler. 1935–36 yıllarında Bulgaristan sınırındaki ıssız bir köy onların jandarma nezaretindeki yeni sürgün bölgesi olarak seçildi. Burada on üç yıl kaldıktan sonra, 1947 yılında mecburi iskân zorunluluğuna dair kanunun yürürlükten kaldırılmasıyla birlikte, gözleri korkutulmuş bir vaziyette yeniden yurtlarına dönmelerine izin verildi. Ancak el konan mal varlıklarından herhangi bir kısmı bile geri iade edilmedi. Her kısa dönem sonunda, Türkiye’nin girdiği siyasi bunalımdan Şeyh Sait ailesi mutlaka nasibini almıştır. Ve halen de devam ediyor. Kimi araştırmacılar ayaklanmadan sonra yörede gerçekleştirilen taramalar sonucu 30.000 insanın katledildiğini söylüyorlar. Şeyh Said’in torunu M. Kasım Fırat, Şeyh Said’in kâtibi olan Fehmi Bilal’in bu süre içerisinde 80.000 insanın öldürüldüğünü söylediğini bildiriyor.



M. Şakir KOÇER