Müslümanlar Niçin BİRleşemiyor?
Mehmet Şevket Eygi
29.01.2008
Mehmet Şevket Eygi
29.01.2008
BİRLEŞMEK ne demektir? Bu sorunun iyi anlaşılması için birleşmek kelimesini şu şekilde yazayım: BİRleşmek... Acaba anlatabildim mi?Müslümanlar başlarına ehil BİR başkan seçecekler veya bulacaklar, ona biat/itaat edecekler, böylece BİRleşmiş olacaklar.
Birbirinden kopuk, birbiriyle irtibatı olmayan irili ufaklı binlerce hizip, fırka, cemaat, grup, klik ile birleşme olmaz. Biz Müslümanlar birleşmek için çalışmıyoruz, boş birleşme edebiyatı yapıyoruz.
Milyonlarca Müslümana binlik tarikat tesbihleri verilse bunlar her gün bin kere “birleşelim birleşelim birleşelim...” diye tesbih çekseler birleşme olur mu?
Dinimiz bize vahdeti, birlik ve beraberliği, tesanüdü, dayanışmayı emrediyor. Resulullah Efendimiz (Salat ve selam olsun O’na) “Cemaat (birlik) rahmettir, tefrika (parçalanma, bölünme) azaptır” buyurmaktadır.
Biz bugünkü parçalanmış, bölünmüş, kopuk halimizle kendi azabımıza kendimiz talip olmuşuz.
Niçin birleşemiyoruz?
Başına buyrukluğun, bağımsızlığın, şeytanî hürriyetin dayanılmaz bir câzibesi vardır. Kişiler ve topluluklar emir ve kumanda altına girmekten hoşlanmazlar.
İtikatları sahih, amelleri ve davranışları şeriata ve fıkha uygun, ahlâkları düzgün, hizmetleri faydalı cemaatlere ve tarikatlara bir şey dediğim yok... Onlara hürmet ediyorum. Lâkin bir de, ilm-i kelâmda fırka denilen cemaatler var. Bunların bazısı kendilerini Yüce İslâm dini ile özdeşleştiriyor. Başlarındaki reisleri erbab haline getiriyor, anlaşmayı birleşmeyi kaynaşmayı kabul etmiyor.
Böyleleri “birleşelim” denildiği zaman, birleşmek istiyorsanız bizim cemaatimize, fırkamıza katılır, bizim büyüğümüze bağlanır ve itaat edersiniz. Başka çaresi yoktur diyorlar.
İmam-ı Maverdî Hazretleri Ahkâm-ı Sultaniye adlı eserinde Müslümanların başlarına nasıl bir “imam” ve “emîr” seçeceklerini, bunun için kaç yol bulunduğunu anlatıyor.
Resulullah Efendimiz “Zamanındaki İmamü’l-Müslimîne biat etmeden ölen kimse sanki cahiliye ölümüyle ölmüş olur” buyuruyorlar. Kimse bu hadîs-i şerifteki tehdit konusunda gereği gibi düşünmüyor.
Bir kısım zamâne Müslümanları bütünü parça içine sığdırmaya çalışıyor. Bütün nedir? İslâm dinidir. Parça nedir? Cemaattir. Hiç bütün parça içine sığdırılabilir mi?
Yine bir takım cemaatler kendilerini BÜTÜN Müslümanlar adına konuşmaya yetkili ve selâhiyetli sanıyor. Bu yetki ve selâhiyeti nerden almışlar?
Bazıları, “Türkiye’mizde bir Diyanet İşleri Başkanlığı vardır. Müslümanların riyaseti bu makama aittir” diyebilirler. Diyanet İşleriBaşkanlığı bağımsız ve özerk değildir. Devletin bir genel müdürlüğüdür . Binaenaleyh İslâm kültürünün bu konudaki gereklerine uygun değildir.
1960’lı yıllarda devlet bakanı Refet Sezgin şöyle bir lâf etmişti:
“Diyanet İşleri Başkanı, Tapu ve Kadastro Müdürü gibi bir devlet memurudur. Ben, Diyanetten Sorumlu Devlet Bakanı olarak istersem onu kolundan tutar atarım...” Bendeniz o tarihlerde günlük BUGÜN gazetesini çıkartıyordum, bakan Sezgin’i çok tenkit etmiştim.
Bir bakımdan Refet Sezgin doğru söylüyordu. Maalesef bizdeki sistem budur.
Türkiye’de devlet ve siyasî iktidar Ortodoksların patriklerini, Musevilerin hahambaşılarını, Masonların Üstad-ı Âzamlarını, Sebataycıların Başsazanlarını seçmelerine karışıyor mu? Onlara sizin dinî ve ruhanî başkanlarınızı ben seçeceğim diyor mu? Demiyor. O halde Müslümanların da din işlerine karışmaması gerekir.
Bütün cemaatleri kastetmiyorum ama bazıları birleşmeyi ve kontrol altına girmeyi kesinlikle kabul etmez. Çünkü:
Hizmet ve faaliyet için hesapsız kitapsız para toplamaktadırlar. Bunların hesabını vermek istemezler.
Kur’â’n’a, sünnete, şeriata, fıkha, İslâm ahlâkına uygun hareket edenlere bir şey söylemiyorum. Lâkin bazıları bunların sınırlarını aşan işler yapıyor. Bunlar da denetim istemezler, sorgulama istemezler. Binaenaleyh birleşme de istemezler.
Osmanlı sisteminde dinî hizmetler ve faaliyetler denetleniyordu. Meselâ tarikatları kontrol eden bir “Meclis-i Meşâyih” vardı. Eski bir şer’iyye sicilinde okumuştum, Ankara’da bir tekkenin aydınlatılması için vakıf zeytinyağı verilmiş (kandiller...), o zeytinyağı yerinde sarf edilmemiş, bu yüzden tekkenin şeyhi cezalandırılmış. Şimdiki cemaatler sisteminde böyle bir denetim yoktur.
Bir sene oldu mu acaba? Büyük ve güçlü bir cemaat Avustralya’daki bir Katolik üniversitesine 500 bin dolar maddî yardım yapmış. Allah Allah!.. Müslümanların bunca derdi ve ihtiyacı varken, teslis inancına hizmet eden Katoliklere böyle büyük bir yardım nasıl yapılıyor? Bunun hesabı niçin sorulmuyor?
Zamanımızda birtakım İslâmî topluluklar, dinlerarası diyalog bahanesiyle İslâm’ın yegane hak din olma özelliğini darbeliyor ve Hz. Muhammed’i inkâr ve tekzib eden (yalanlayan) Ehl-i Kitabı da cennetlik yapıyor. İslâm âleminde 1400 yıldan beri görülmemiş bu acayip yeniliğin hesabını soramıyorsunuz. Halbuki Müslümanlar birleşik olsalar, başlarında bir imam veya emîr bulunsa bu konuda denetleme ve sorgulama olacak.
Sevgili Müslüman kardeşlerimin dikkatlerini BİRleşme, bir imam veya emîr seçme veya bulma, ona biat ve itaat etme, ümmet içinde üniter bir hiyerarşi tesis etme konularına çekmek istiyorum. Bendeniz, dinî konularda kendi hevasına, re’yine, kafasına göre şahsî fikir beyan eden bir kimse değilim. Dinî konularda yazdıklarım ilmihâl, fıkıh, ahkâm-ı şer’iyye kitaplarında yazılıdır.
Yukarıda yazdıklarım bazılarının ve birilerinin hoşuna gitmeyecektir. Kimisi oldukça müeddeb şekilde tenkit edecektir; kimisi de iftira ve hakaret ederek terbiyesizce sövüp sayacaktır. Eyvallah...
............
selametle...