Diyaloğu emreden Ayetler (2): Ankebut,46

Bakiniz Kerim kardesim;Allahin Alemlere Rahmet Resulüne Ebu Cehilin yaptigi teklif sizce malumdur;Bir elime ayi bir elimede günesi diyor degilmi(bu tarihi bir vakkamidir onuda tam bilmiyorum)Simdi siz Diyalogta Nasil bir yöntem ...


Ağaç Şeklinde Aç4Beğeni

  1. Alt 02-14-2009, 00:43 #41
    Metin mete Mesajlar: 547
    Bakiniz Kerim kardesim;Allahin Alemlere Rahmet Resulüne Ebu Cehilin yaptigi teklif sizce malumdur;Bir elime ayi bir elimede günesi diyor degilmi(bu tarihi bir vakkamidir onuda tam bilmiyorum)Simdi siz Diyalogta Nasil bir yöntem kullaniyorsunuz?Mesela Isa(Selam Resul/Resullere olsun) hakkinda ne diyorsunuz?Mesela onlar Muhammedin(Selam Resul/Resullere olsun)peygamberligini kabul etmiyorlar,hatta sonlugunu hic kabul etmiyorlar,Tevhidi kabul etmiyorlar,Allah katindaki dini hic kabul etmiyorlar geriye sizin savunacaginiz ne Kaldi?Bu diyalogu baslatanlarin acik acik söylemelerine ragmen neyiniz kaldi bana bunu bir aciklasana?Hangi rüknumuzu anlatacaksiniz?Her halde onlar sizden Meryemin bakireligini onaylamanizi isteyecekler?Tevrat ve Incilin Kuran seviyesinde görüldügünü tescil ettirecekler?Hangi diyalogcu Allahin naslarini anlatti?Islam gitti yerine gelen Diyalog icin hangilerinden vazgecelim?Ayetlerin cok SERT olusuda ne anlama geliyor?Sanirim ne olursa olsun hedef DIYALOG sizce...

    Isanin(Selam Resul/Resullere olsun)Gelecegi hala muallaktayken böyle bir söylem cokmu hakkaniyetli idi bir tek ayet dahi sunamayan Yildirmin savunmasi oldukca muhal,Konuya fazla girmeden hemen linkten okumani tavsiy edeyim ayni üniversitenin ikinci Prosu Bayraktar hocada orda.

    tumgazeteler

  2. Alt 02-14-2009, 00:52 #42
    kipchak Mesajlar: 1.658
    Blog Başlıkları: 506
    bide biz kopyalayıp yapıştıralım bakalım, son zamanlarda pek bi modaymış

    Alıntı:
    Kanal Türk'te yayınlanan Ceviz Kabuğu programında Prof. Dr. Suat Yıldırım'ın yazdığı Kur'an Meali'yle ilgili tartışmanın Yeniçağ Gazetesi'ne yansıması sert tepkilere yol açtı.

    Gazetenin, haberi 'Kur'an İncilleştiriliyor' ve 'İşte Küresel Gücün Dayattığı Yeni Din Kitabı' başlıklarıyla vermesi programa katılan ilahiyatçıları üzdü. Suat Yıldırım, gazetedeki haber için, "Kimse Kur'an'ı değiştiremez. Bu başlık birilerini tahrik amaçlı." derken, programa katılan Prof. Dr. Yümni Sezen de "Maksadını aşan bir tabir." ifadesini kullandı. Prof. Dr. Bayraktar Bayraklı ise başlığın, gazetenin tercihi olduğunu ileri sürdü. Önceki gün, Hulki Cevizoğlu'nun hazırladığı Ceviz Kabuğu isimli televizyon programında Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Suat Yıldırım'ın kaleme aldığı Kur'an meali tartışıldı. Yümni Sezen ve Bayraktar Bayraklı'nın katıldığı programa Suat Yıldırım'ın Kur'an Meali'nde Tevrat ve İncil'e atıf yapması gündeme geldi. Suat Yıldırım'ın stüdyoda bulunmadığı tartışma programında, Kur'an Meali ve Yıldırım'a ağır eleştiriler yöneltildi. Programa telefonla canlı bağlanan Halkın Yükselişi Partisi Genel Başkanı Yaşar Nuri Öztürk, Suat Yıldırım'a ağır ithamlarda bulundu. Sesinin dozunu yükselten Öztürk, "Orada şeytanlık yapma, beni konuşturma. Biz enayi değiliz, 50 yılımızı verdik bu işe. Kur'an-ı Kerim'i İncilleştirmeyi bırakın. Bunun altından kalkamazsınız." dedi.

    Gazetenin üslubu katılımcıları üzdü

    Gece geç saatlere kadar devam eden televizyon programı Yeniçağ Gazetesi tarafından ilginç ifadelerle yansıtıldı. 'Kur'an İncilleştiriliyor' ve 'İşte Küresel Gücün Dayattığı Yeni Din Kitabı' başlıklarını kullanan gazete, Suat Yıldırım'ın savunmasına yer vermedi. Gazetenin kullandığı başlıklar ve üslup, tartışmanın katılımcılarını da üzdü. Prof. Dr. Suat Yıldırım, mealinde Tevrat ve İncil'den alıntı yapmadığını; ancak konu Tevrat ve İncil'de de geçiyorsa zaman zaman atıfta bulunduğunu söyledi. Televizyon programına gece 01,30'dan sonra bir arkadaşının uyarısı üzerine telefonla bağlandığını belirten Yıldırım, "Yaşar Nuri Öztürk kitabı okumuş bile değil. Buna rağmen 'Kur'an'ı İncil'e benzetiyorsunuz' gibi alakasız şeyler söyledi." diye konuştu. Yıldırım, programın yapımcısı Hulki Cevizoğlu'nun da objektif davranmadığını aktardı. Yıldırım, "Ben Cevizoğlu'nu entelektüel birikimi olan ve objektif bir kişi olarak tanıyordum. Cevizoğlu, diyaloğu karşı tarafın görüşünü kabul etmek gibi yansıttı. Sokaktaki adam bile böyle düşünmez." dedi.

    Suat Yıldırım, Yeniçağ Gazetesi'nin başlığı için de şunları söyledi: "Bunu kabul etmek mümkün değil. Kur'an ortada iken nasıl İncilleştirilecek? Kimse Kur'an'ı İncilleştiremez. Bunu yapabilecek kimse var mı? Bu başlık birilerini tahrik amaçlı, kasıtlı." Prof. Dr. Yümni Sezen de, "O gece 'Kur'an İncilleştiriliyor' tabirini ben kullanmadım. Ama kim ne maksatla söyledi onu da tam bilmiyorum. Ama bunu biraz maksadını aşan bir tabir olarak değerlendiriyorum." şeklinde konuştu. Prof. Dr. Bayraktar Bayraklı ise "Kur'an İncilleştiriliyor' sözünü Yaşar Nuri Öztürk kullandı. Başlık gazetenin tercihi." değerlendirmesinde bulundu.


    Alıntı:
    Gazetenin yorum köşesinde ise Hamdullah Öztürk´ün Yeniçağ´ı eleştiren şu yazısı yer aldı:

    Yeniçağ’a yakışmadı...

    oğu Bloku’nu çökerten sürece paralel olarak ülkemizde de köklü değişiklikler yaşanıyor. Değişimin gayr-ı fıtri yapısından kaynaklanan derin sancılar ve nerede duracağını, yeni durumu nasıl değerlendireceğini kestiremeyenlerin, maksadı aşan beyan ve davranışları sağlıklı bir tasnifi neredeyse imkansızlaştırıyor.


    Bu durum, geçici krizlerin baskısına dayanamayan vatandaşlarımız üzerinde zincirleme yanlışlara sebep olabilecek psikolojik durumlar oluşturduğu gibi, arabesk dinleyip, kendi bedenini jiletleyenlerin halet-i ruhiyesine itecek menfi etkileri dahi potansiyel olarak bünyesinde taşıyor. Öncelikle şunu belirtmek isterim ki, olayları küresel güçlere bağlayarak değerlendirme bağımlısı değilim. İnanmış bir yüreğin “Ya Allah” diyerek çıktığı yolda “Kudret-i Sonsuz’un” havl ve kuvvetine yaslandığını iyi bilirim. Bunun içindir ki, küresel güçlere değil, müminlerin ne yaptığına bakmak daha doğru gelir bana. En doğrusu da başkalarına bakmadan önce bir mümin olarak ne yaptığımı gözden geçirmemdir. Ben inandığımı ikrar ediyorum; ama imanım Cenab-ı Hak katında, onun inayetini hak edecek değere sahip midir? Asıl önemli olan budur…

    Dünkü Yeniçağ gazetesini okurken işte bu duygularla dolup taştım. Birinci sayfada iki mümin insanın resmi vardı. Alt tarafta da üçüncü bir resim yer alıyordu. Her üç insanı da “Ceviz Kabuğu”na sığdıramayacak kadar iyi tanıdığımı zannediyorum. İlahiyat fakültesinde Yümni Sezen Hoca’dan din sosyolojisi, Bayraktar Bayraklı Bey’den eğitime giriş, Yaşar Nuri Öztürk’ten de tasavvuf dersi aldım. Bayraklı ile Öztük’ün iyi derecede hafız olduğunu bilirim. Dahası, derslerde öğrenciye anlattıklarıyla ve öğrenci-hoca ilişkisi içinde ders dışı sohbetlerinin belli bir ölçüde şahidiyim. Onlarla Ceviz Kabuğu’na ihtiyaç duymadan konuşurum, her şeyi de tartışırım.

    Benim asıl yadırgadığım şey Yeniçağ gazetesinin tutumu oldu. Şaşırmadım; ama yadırgadım. Şaşırmadım; çünkü benzer şeyler bazı köşe yazılarında tekrarlanıyordu ve ben onları münferit olarak değerlendiriyordum. Yadırgadım; çünkü münferit olarak gördüğüm anlayış, hem de çok tahrik edici bir başlıkla gazetenin birinci sayfasını tamamen doldurmuştu. Hem de Yeniçağ logosunu da yutan mavi bir zemin verilerek… Sayfada beğendiğim tek şey, ta’n edilen mealin resminin sağ köşesine al bayrağımızın denk gelmiş olmasıydı. Bu resim kaderin bir remzidir, dedim.

    Başlık şu: “Kur’an İncilleştiriliyor”. Ara başlıklar da şöyle: “Bu iblis edebiyatıdır”, “Allah belasını versin” ve benzerleri. Haber diye verilen şey Ceviz Kabuğu programından bazı alıntılar. Özellikle de Yaşar Nuri Öztürk’ün söyledikleri. Yaşar Hoca araba kullanıyormuş. Israrlar üzerine sağa yanaşmış ve telefonda veryansın etmiş. Yeniçağ gazetesi Ceviz Kabuğu’na abone olmakla doğru mu yapıyor, onu kendileri değerlendirsin. Cevizoğlu’nun yazılarını da diğer yazarlarınkinden farklı kullanarak zaten özel bir önem atfettiğini gösteriyor. Bu da onların tercihi…

    Üzüldüğüm nokta şu: İkisi stüdyoda, diğer ikisi de telefonda olmak üzere dört ilim adamı tartışmaya katılmış. Gazetenin haberine bakılınca tartışmada ilimden başka her şey varmış, lanetler, kahırlar ve hakaretler… Ve yine haberden anlaşılan şu ki, üç kişi Cevizoğlu’nun marifetiyle Prof. Dr. Suat Yıldırım’a demediğini bırakmamış. Peki, Suat Bey bu arada hiç mi bir şey söylememiş? Haberde Suat Bey’in ne dediği maalesef yok. Böylesine bir kıyametin ve “Kur’an İncilleştiriliyor” gibi korkunç bir başlığın atılma sebebine gelince: Suat Bey hazırlamış olduğu mealde Tevrat ve İncil’de o konuyla ilgili bahisler varsa onların numaralarını vermiş. Bu uygulama şahsen benim çok takdir ettiğim bir uygulamadır. Çünkü o meal her seviyeden insanın eline geçecektir. Özellikle dinler tarihi ile ilgilenenler ve mukayeseli okuma yapmak isteyenler açısından fevkalade bir kolaylık sağlamaktadır. Bu uygulamayı kavga konusu yapanların ilim adamı kimliğiyle bunu yapması mümkün değil.

    Ayrıca on yıldır bu meal piyasada. Meali hazırlayan Suat Yıldırım Bey, o dönemde diğer üç profesörle aynı fakültede görevliydi. Bu güzide ilim adamlarımızın, on yıldır bizzat Suat Bey’in kendisi ile, hem de kendi fakültelerinde bu konuyu neden tartışmadığı belli değil. Yoksa Cevizoğlu gösterinceye kadar haberleri yok muymuş!

    Şubat soğuğundan sonra Mart dokuzu mu, diyenlere aldırmıyorum. “Her gün iki tane alarak destek verin” çağrısına cevap veren Yeniçağ ruhuna ve bu ruhun gazetesiyle arasındaki gönül bağına diyorum ki;


    İnsana sadakat yaraşır görse de ikrah
    Yardımcısıdır doğruların Hazreti Allah.

    Savaş Süzal’lı, Hulki Cevizoğlu’lu damara söylenecek sözüm yok. Çünkü onların bu dilden anladığına emin değilim.


  3. Alt 02-14-2009, 01:09 #43
    alptraum Mesajlar: 38.107
    Blog Başlıkları: 28
    Bediüzzaman Said-i Nursinin bu konu hakkindaki görüslerinden bir kesit:
    Bediüzzaman, bu prensibi söz konusu âyetin yorumuna tatbik ederek, Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyle ilgili yasağın, ancak İslam’a rağmen onları Yahudilik veya Hıristiyanlıklarında örnek alıp taklit etme durumunda geçerli olduğu görüşünü öne sürer. O’na göre, bir Müslüman’ın her bir sıfatı Müslüman olmadığı gibi, bir Yahudi’nin veya Hıristiyan’ın bütün sıfatları da inançsızlığı yansıtmaz. Eğer Müslümanlar bir Yahudi veya Hıristiyan’da İslâmî öğretiye mutabık düşen nitelikler bulurlarsa, onların bu nitelikleri takdirle karşılamalıdır. Yahudi ve Hıristiyanlarla dostluğun temelini teşkil eden, bu iyi nitelikler olacaktır. Said Nursî, “Bir Müslüman bir Yahudi veya Hıristiyan’ı sevebilir mi?” sorusunu gündeme getirir ve cevaben, Müslüman bir erkeğin Kitap Ehli bir kadınla evlenebilmesi örneğini verir. “Ehl-i Kitaptan bir haremin olsa, elbette seveceksin.” (15) Onun Hıristiyanlarla dost olunabileceği tezi, şeriatın bir Müslüman erkeğe bir Yahudi veya Hıristiyan kadınla evlenmesine izin verdiği gerçeğine dayanmaktadır ki, insan eşini sever, sevmesi de gerekir.

    Davut Aydüz Hocadan bir alinti:

    Kur’ân-ı Kerim âyetlerinin emrettiği, Peygamber Efendimiz (s.a.s.) ve O’ndan sonraki Müslümanların hayatlarında tatbîk ettiği diğer din mensuplarıyla diyalog, bugünkü Müslümanların da yapması gereken önemli bir iştir. Diyaloğa girdiğimiz kimseler, bizim dinimize girmiyor diye diyalogdan uzak durulmaz. Çünkü, diyalog görüşmeleri neticesinde böyle bir şey olmasa bile, arada dostluğun oluşması da büyük bir kârdır.

    Diyalog görüşmeleri uzun vadeli projelerdir. Aceleci davranıp, ciddi bir şey elde edilmiyor, bir faydası yok diye hemen vazgeçilmemeli ve sabırla devam edilmelidir. Zira din mensuplarının ve hiçbir dine mensup olmayanların güçlerini, kavga ve düşmanlıkta harcayacaklarına, böyle müspet şeylerde harcamaları elbette ki daha faydalıdır.

    Dinler arası diyalog görüşmeleri neticesinde, bize saygı gösteren diğer din mensuplarına karşı, bize saygı gösterdikleri sebebiyle biz de onlara saygı gösterelim demek doğru değildir. Çünkü biz Müslümanlar, dinimizin emri olarak herkese karşı saygılı oluruz. Eğer biz, bugün, yarın herkese dinimizin gereği saygılı davranırsak, yarın veya daha sonrasında diğer din mensupları da bize karşı saygılı davranmaya başlayacaktır. Böylece din mensupları arasında ve bütün dünyada barış meydana gelecektir. Bundan da elbette ki, sadece dindarlar değil, bütün dünya insanları istifade edeceklerdir.

    Dinler arası diyalog görüşmelerini “yıllarca İslam’a, Kur’ân’a, başkaldırmış, düşmanlık etmiş insanlarla dostluk kurma” diye tenkit edenler olabilir. Hâlbuki bu, İslâmî bir düşünce ve bu düşüncenin hayata yansımasından ibarettir. Allah Resûlü (s.a.s.), yıllarca kendisine her türlü işkence yapan Ebu Cehil’i ve onun gibi nicelerini defalarca karşısına alıp muhatap olarak kabul etmiştir. O halde bugün dinler arası diyalog vesilesiyle görüşülüp, konuşulan bu insanlar yüzünden, böyle İslâmî nasslarla te’lif edilemeyecek tenkitler yapmanın manası nedir? Kaldı ki bu insanlar içerisinde çokları Allah’a olan inançlarını izhar etmektedirler. Bu, aslında İslam’ı tam anlamıyla özümseyememenin bir ifadesidir. Hatta diyalog görüşmelerinde bulunan bir kimse, “Bu tavır, bu tarz, bu üslûp benim kendi tavrımdır.” dese ukalâlık etmiş, İslam’ın getirdiği evrensel kaideleri kendisine mal etmiş olur. Onun için bir Müslüman, bugün bir ateistle de karşılaşsa, aynı şekilde davranmalıdır. Bu katiyen takiyye ya da iki yüzlülük değildir. Aksine İslâmî tavır ve düşüncenin ortaya konuşudur.

    Bu cümleden olarak, ilâhî ve evrensel dinin tebliğ ve temsil erleri, muhatabı olan Hıristiyan, Yahudi ve diğer din mensuplarıyla, hatta ateistlerle bile diyaloğa girmeli ve onlara karşı mülayim davranmalıdırlar. Mesela şimdilerde, değişik din mensupları, Müslümanlarla böyle bir temasa geçme çabası içindedir. Böyle bir çabada onların gerçek niyetleri ne olursa olsun, zâhirî durumdan hareketle dünya barışı adına bu fırsat mutlaka değerlendirilmelidir. Tarihî hadiseleri, tarihsellik çukuru içine gömerek, hiç mevzubahis etmeden, onları kendilerini tarif ettiği konumları içinde kabullenmek suretiyle, belki de tarih boyunca gerçekleşmeyen ortak değerler etrafında bir birleşme gerçekleşebilir. Yeter ki biz, bize düşeni, belli yol ve yöntem içinde yapabilelim.

    Günümüzde uzaklar daha da yakın olmakta ve dünya küreselleşerek, bir köy haline gelmektedir. Dolayısıyla Hıristiyan, Yahudi, Budist ve ateist demeden her kesimden insanla münasebet kurmak ve onlarla bir diyalog ve anlaşma zemini aramak şimdiden kaçınılmaz görünmektedir. Dinler arası diyalogdan kaçınmak, dindarlara büyük bir vebal yükler. Siyasilerin, insanlığın geleceğini kana ve savaşa boğmak maksadıyla, diyaloğa değil savaşa ve çatışmaya yönelik, medeniyetler çatışması gibi teoriler ürettiği bir ortamda, dindarlar, bugün çok zayıf bir ışık da olsa, fakat gelecekte aydınlığın ve barışın hakim olmasına yönelik bu tür çalışmalara destek vermelidirler. Eğer diyaloğun alt yapısını hazırlamaz ve gereken önlemi almazlarsa, o zaman Hungtington’un insanlığın geleceği adına ürkütücü teorisi, meşruluk kazanmış olur.

    Diyalog, Müslümanlar için kaçırılmaması gereken bir fırsattır. Diğer din mensuplarını diyaloğa iten sebepler, ister bazılarının söylediği gibi siyasi, isterse bazılarının artık açık bir şekilde ifade ettikleri gibi misyon faaliyetinin bir parçası gereği olsun, Müslümanlar açısından bunun çok fazla bir önemi yoktur. Çünkü Batı, tarihin hiçbir döneminde (Müslümanlarla birlikte yaşamak zorunda kaldığı Endülüs de dâhil), İslam’ı ve Müslümanları ön yargısız bir şekilde anlamaya çalışacağı bir ortama sahip olamamıştır. Öyleyse bu müspet havanın çok iyi değerlendirilmesi gerekmektedir. Bazı olumlu müşahhas neticelerini gördüğümüz dinler arası diyaloğa, daha fazla vakit ayırıp, dünya barışını bir an önce gerçekleştirmek için çalışmalıyız.

  4. Alt 02-15-2009, 00:41 #44
    Metin mete Mesajlar: 547
    Kimlerle diyalog yapiyoruz...

    Watt bu noktada da durmuyor ve baklayı ağzında çıkarıp "dinleri birleştirme" projesini ileri sürüyor: "Uzun vadede bütün dünya için tek bir dinin olacağı ümid edilebilir. Bu din, Sünni İslam'da dört fıkhi mezhebe müsaade eden anlayışa benzer bir şekilde kendi içinde bazı görüş ayrılıklarına yer verebilir. Fakat öyle görünüyor ki, din birliği istikametinde hareket etmek, kültür birliği istika-metinde gerçekleşen bir hareketle beraber yürümedikçe fazla uzaklara gidemez. Kültür birliği istikametinde bir hareketin başlamış olduğunu söylemek mümkündür."


    Prof. Dr. W. M. Watt. Watt'ın Modern Dünyada İslam Vahyi
    (çev. Mehmet S. Aydın, Ankara-1982, Hülbe yayınları) (s.171)

    Watt'a göre diyalogun bir raconu da "Benim dinim son dindir" inancından vazgeçmektir: "Dinlerin karşılaştırılması, yani üstünlük ve aşağılık açısından herhangi bir değerlendirmeye gitme, objektif anlamda geçerli olmadığı için gerçek diyalog anlayışı, bu çeşit karşılaştırmalardan vazgeçmeyi icab ettirir. Bu, açıktan açığa yapılmayan karşılaştırmalar için de aynen geçerlidir. Söz gelişi bir insan "BENİM DİNİM SON DİNDİR" derse bu olmaz; çünkü buradaki "son" kelimesi diğer dinlerden üstün olma veya diğer dinleri geçersiz kılma anlamlarına gelir. ... Konuya çeşitli açılardan bakış gösteriyor ki, başka dinlere mensup olanlar ile gerçek bir diyalog kurulacaksa ve gerçekten çevremizdeki dünya ile doğru dürüst ilgilenerek yaşayacaksak, bu son savunma kalesini -bizim dinimiz diğerlerinkin-den daha üstündür inancını- terketmemiz gerekir." (s.167)



    Watt dinleri birleştirilmesi sürecinde aba altında sopa göstermeyi de ihmal etmiyor zaferin en çok modernleşen dine ait olacağını ima ediyor. Modernleşme yani sekülerleşme, yani bu dünyacı olma. Uyanık profesör sekülerleşmenin, dünya hayatının oyun eğlenceden ibaret olduğunu vurgulayan Kur'an'a ters düştüğünü ve İslam'ın dünyevileşme sürecinde hıristiyanlıkla yarışmak gibi bir niyetinin ol(a)mayacağını biliyor: "Bir çok insan, geleceğin dünyasında kendilerine yabancı olan kültürlerle sık sık temas kurmak zorunda kalacakları için belli bir dinin kendisini modern şartlara uydurma istikametinde gösterdiği ilerlemeyi, başka bir din de gerçekleştirmeye yönelecektir. Bu çabada bazı dinler, diğer bazılarına göre daha başarılı olabilecektir. Başka dinlere ait değerleri almada ve onları kendi esas görüşü ile iyiden iyiye kaynaştırmada en çok başarılı olan din, büyük bir ihtimalle diğer dinlere mensup olanlar arasında çok sayıda insanı kendisine çekecektir." (s.172)




  5. Alt 02-15-2009, 00:47 #45
    Metin mete Mesajlar: 547
    “Ehl-i kitapla temel noktalarda birlikteyiz. Daha meşhur ifadesiyle amentüde ittifakımız vardır. Garip olan şudur ki, ittifak ettiğimiz amentüyü öne geçirmiyor da, ihtilaf ettiğimiz teferruatı ileri sürüp mutlak küfre karşı dayanışmamıza engel olarak görüyoruz. Halbuki temelde ittifak varken, teferruattaki ihtilaflara takılıp kalmak makul değildir.”

    (17 Nisan 2000 Pazartesi-Zaman Gazetesi-Ahmed Şahin’in “Ehl-i kitapla amentüde ittifakımız var!” başlıklı yazısından alıntı)

    Siz, Teslis’e inananlarla, Müslümanların Allah inancı birdir diyorsunuz. Bu görüşünüz ve inancınız İslâm’a tamamen zıttır. Kur’an-ı Kerim’de Teslis inancının yanlış olduğu sarih şekilde beyan buyrulmuştur.

    Bir kimse, Peygamberimizin risâletini, davetini, Kitabını, dinini duysa, öğrense, bilse ve bunlara iman etmese, İslâm’ın öğretilerine göre o kişi ehl-i necat ve ehl-i cennet olmaz.


    Yahudiler hakkındaki âyetlerden bazıları şunlardır:

    1- Tevrat’ı değiştirdiler. (Bekara 79)

    2- Peygamberleri öldürdüler. (Âl-i İmran 183)

    3- Hz.İsa’yı öldüremediler. (Nisa 157)

    4- Fesat çıkardılar. Allah’a cimri dediler. (Maide 64)

    5- Hz. Meryem’e iftira ettiler. [Nisa 156]

    6- İman edenlere en şiddetli düşmanlık edenler Yahudi ve müşriklerdir. (Maide 82)

    7- Üzeyir Allah’ın oğlu dediler. (Tevbe 30)

    8- Kıskançlık ve maddi çıkar yüzünden Kur’ana inanmadılar. (Bekara 146)

    9- Çoğu iman etmeyecektir. (Bekara 100; Nisa 155)

    10- Allah’ı inkârlarından dolayı lanete uğradılar. (Bekara 88-89)



    Kur’ana göre Hıristiyanlar

    1- Meryem oğlu Mesihe, Allah diyenler, kâfir olmuştur. (Maide 72)

    2- Allah üç ilahtan biridir diyenler kâfir olmuştur. (Maide 73)

    3- Meryem oğlu Mesih bir Peygamber, anası da sadık bir kadındır. (Maide 75)

    4- İsa Mesihe Allah’ın oğlu dediler. (Tevbe 30)

    5- Yahudilere göre, Hıristiyanlar Müslümanlara daha yakındır. (Maide 82)


    Yahudi ve Hıristiyanların ortak yönleri:

    1- Bilginlerini, rahiplerini Rabler edindiler. (Tevbe 31)

    2- Yahudi bilginleri ve Hıristiyan rahipleri halkın mallarını yediler. (Tevbe 34)

    3- Allah’ın oğullarıyız dediler. (Maide 18)

    4- Bile bile hakkı gizlediler. (Âl-i İmran 71)

    5- Allah çocuk edindi diye iftira ettiler. (Bekara 116)

    6- Allah’ın âyetlerini inkâr ettiler. Âl-i İmran 70)

    7- Allah’a iftira ettiler. [Âl-i İmran 78]

    8- Yahudi ve Hıristiyanlar, birbirinin dostlarıdır. (Maide 51)

    9- Resulullah, dinlerine girmedikçe, Yahudi ve Hıristiyanlar ondan razı olmazlar. (Bekara 120)

    10- Dinlerinde aşırı gittiler. (Nisa 171)

    11- Kitaplarındaki bilgileri gizlediler. (Maide 15)

    12- Ehl-i kitap, “Cennete ancak Yahudi ve Hıristiyanlar girecek” dediler. (Bekara 111)

    13- Ehl-i kitap ve müşriklerden olan inkârcılar, Cehennem ateşinde ebedi olarak kalırlar. Onlar, halkın en şerlileridir. (Beyyine 6)


    Bu âyetlerden açıkça anlaşılıyor ki, Yahudiler Tevrat’ı değiştirdiler. Hz. Musa’nın dini değişince Allahü teâlâ, İncil ile Hz. İsa’yı gönderdi. Hz. İsa’nın dini de bozulunca, İncil, İnciller hâline gelince, Allahü teâlâ, İslamiyet’i göndermiştir. Kâfir oldukları birçok âyet ile bildirilen Ehl- kitabın da Cennete gideceğini söylemek Onlarla diyalog sarkilari söylemek Eh iste...

  6. Alt 02-15-2009, 00:52 #46
    Metin mete Mesajlar: 547
    Diyalogu kimlerle yapiyoruz...

    İki asıra yakın zamandan beri Papalık, Misyonerlik faaliyetleri ile Hıristiyanlığı Ortadoğu’ya yaymaya, cahil Müslümanları Hıristiyanlaştırmaya çalışmaktadır. Fakat, Afrika ülkeleri gibi, dinden haberi olmayan sadece isimleri Müslüman olan ülkelerde başarı elde etmelerine rağmen, İslamiyetin aslına uygun bir şekilde bilindiği ve yaşandığı, Müslüman ülkelerde istedikleri neticeyi alamadılar. Bunun neticesinde, Misyonerlik faaliyetlerine destek verilmesi için Dinlerarası Diyalog ve Hoşgörü projesi gündeme geldi.

    Bu çalışmaları yapan Konsil ilk defa 1962′de bu konuyu görüşmek için toplandı. Daha sonraki toplantılarla da misyonerlik faaliyetinin bir parçası olmak üzere “Diyaloğa”önem verilerek devam ettirilmesi kararlaştırıldı. II. Paul‘ün 1991 yılında ilan ettiği Redemptoris Missio (Kurtarıcı Misyon) isimli genelgesinde aynen şöyle diyordu:
    “Dinlerarası diyalog, Kilise’nin bütün insanları Kilise’ye döndürme amaçlı misyonunun bir parçasıdır… Bu misyon aslında Mesih’i ve İncil’i bilmeyenlere ve diğer dinlere mensup olanlara yöneliktir. “

    1964 yılında 2. Vatikan Konsilinde kurulan ‘Hıristiyan Olmayanlar Sekreteryası’nın 1973 yılında, sekreterlik görevine getirilen Pietro Rossano, Sekreterya’nın yayın organı Bulletin’deki bir yazısında şunu belirtiyordu:“Diyalogdan söz ettiğimizde, açıktır ki bu faaliyeti, Kilise şartları çerçevesinde misyoner ve İncil’i öğreten bir cemaat olarak yapıyoruz. Kilise’nin bütün faaliyetleri, üzerinde taşıdığı şeyleri yani Mesih’in sevgisini ve Mesih’in sözlerini nakletmeye yöneliktir. Bu sebeple diyalog, Kilise’nin İncil’i yayma amaçlı misyonunun çerçevesi içinde yer alır.”

    Pietro Rossano, ayrıca diyaloğun şartlar gereği ortaya çıktığını, İseviliği ilk yayan Havarilerin metodu olduğunu şöyle ifade etmektedir:
    “Kilisenin henüz bulunmadığı yerlerde tesis edilmesi için yapılan bir faaliyet olarak anlaşılan misyon, artık diyalog olmadan başarıya ulaşamaz.”

    1984 yılından beri “Hıristiyan Olmayanlar Sekreteryası”nın başkanlığını yapan Kardinal Francis Arinze ise, geçmişten bugüne gelinen noktayı anlatırken bunun Kilisenin bir misyonu olduğunu ifade etmektedir:“Papa VI. Paul’ün vizyonu gerçekleşmektedir. Çünkü dinlerarası diyalog, Kilise misyonunun normal bir parçası olarak görülmektedir” (Bulletin, 59/XX - 2, 1985, 124).

    Papa’yı ziyaretinde Fethullah Gülen de bu konuyu vurgulamıştır:

    “Papa 6. Paul Cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan Dinlerarası Diyalog İçin Papalık Konseyi (PCID) misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz. Bu misyonun tahakkuk edişini görmeyi arzu ediyoruz.”

    (F. Gülen’in Papa’ya mektubundan, Zaman,10.2.1998)

    Nihai hedeflerini de Papa II. Paul’un 2000 yılı mesajında şöyle bildiriyordu: “Birinci bin yılda Avrupa Hıristiyanlaştırıldı. İkinci bin yılda Amerika ve Afrika Hıristiyanlaştırıldı. Üçüncü bin yılda ise Asya’yı Hıristiyanlaştıralım.”

    Müslümanlar cephesinde ise; “Dinlerarası diyaloğun kararlı bir destekçisi ve teşvikçisi”nin Sayın Fethullah Gülen olduğu, Hocaefendi’nin onursal başkanlığını yaptığı Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı yayını “Küresel Barışa Doğru” kitabında bildirilmektedir. Yine aynı kitaba göre, Fethullah Hoca’nın, Papa II.Paul ile görüşmesinden önce bu diyaloğu daha önce başlatan üstadı Said Nursi’dir. Bediüzzaman Saidi Nursi’nin, bu konuda, Papa XII. Pier ile yazışma yaptığı, 1950’li yıllarda Fener semtinde ikamet etmesinin, Rum Patrik Atenagoras ile de yapılan diyaloğu kolaylaştırdığı aynı kitapta ifade edilmektedir. Dinlerarası diyaloğun lüzumu ile ilgili Hocaefendi’nin yayınlanmış pek çok makalesi ve kitabı var.(Mesela, “Hoşgörü ve Diyalog İklimi” kitabı tamamen bu konu ile ilgilidir.)

  7. Alt 02-15-2009, 01:04 #47
    alptraum Mesajlar: 38.107
    Blog Başlıkları: 28
    Herhangi bir din olusturma degildir eger öyle dersek Watt da farkli bir din ortaya cikarmak istiyor, ister bu düsünce masum olsun ister olmasin ama bizim akidemize uymayan ve bizim bu noktada buna müsaade edecegimiz bir durum degildir. Islam sadece diyalog demek degildir ki, Hristiyan ile birlesip degisik bir din ciksin. Kaldiki bunlarin dörtlemesi, beslemesi yani uydurma dinler su an da Dünyada vardir zaten. Icerisinde islamida barindiran farkli dinlerden olusan bir din. Bunun suclusu Diyalog da degil.

    Siz Ateist bir insanla diyalog kurdunuz mu? Bilmiyorum ama bir insan Ateist olmasindaki sonucunda dinlere karsi bir antipati kazanir. Yani bastan bir eksi ile baslanir ammavelakin o insanla dahi biz kalp kirmadan, gönül incitmeden o bize nasil soru soruyorsa en müsamahali bir sekilde cevap veriyorsak, Dinlerarasi diyalog dada ayni sekilde Ateizme karsi bir ittihad olabilir. Bu gayet normal ve toplumlararasi olmasi gerekendir. Nasil fetihler gerceklestirilince, sen Hristiyansin, kafirsin, Müslüman ol olmazsan benle muhatap olma gibi bir durum gerceklesmediyse, hatta ve hatta özgürlükler dahada verilip hic bir zimmi ye kötü müdahale edilmediyse bu gibi bir durumuda büyütmenin manasi yok.


    Sunu anlamak gerekiyor. Watt in amaci ya da Vatikanin amaci var ise biz müslümanlarinda amaci var. Bu amac islami en iyi sekilde en güzel sekilde tanitmaktir. Islam Peygamberimi Hz. Muhammed s.a.v. Efendimizi en güzel sekilde hayat hikayesi ile bir kere daha tasvir etmektir.

    Bu gibi diyaloglara seyirci olarak katilan yüzlerce hristiyan, o anda Papazlarininda yaninda oldugunu bildigi yani oradaki bilgide bir art niyet olmayacagini düsündügü icinde, islam i en güzel sekilde anlatip düsündürmek zannedersem islami hristiyanlastirmak olmaz.

    Cümleye dikkat etmenizi tavsiye ederim
    Alıntı:
    Watt'a göre diyalogun bir raconu da "Benim dinim son dindir" inancından vazgeçmektir

    Watta göre diyor cümlede degilmi. Yani bu sarttir diye bir sey yok. Umarim anlatabiliyorumdur.

    Ikinci yaziyida Ahmed Sahin hocadan cevabini dinleyebilirsiniz


  8. Alt 02-15-2009, 01:10 #48
    Metin mete Mesajlar: 547
    alptraum´isimli üyeden Alıntı
    Herhangi bir din olusturma degildir eger öyle dersek Watt da farkli bir din ortaya cikarmak istiyor, ister bu düsünce masum olsun ister olmasin ama bizim akidemize uymayan ve bizim bu noktada buna müsaade edecegimiz bir durum degildir. Islam sadece diyalog demek degildir ki, Hristiyan ile birlesip degisik bir din ciksin. Kaldiki bunlarin dörtlemesi, beslemesi yani uydurma dinler su an da Dünyada vardir zaten. Icerisinde islamida barindiran farkli dinlerden olusan bir din. Bunun suclusu Diyalog da degil.

    Siz Ateist bir insanla diyalog kurdunuz mu? Bilmiyorum ama bir insan Ateist olmasindaki sonucunda dinlere karsi bir antipati kazanir. Yani bastan bir eksi ile baslanir ammavelakin o insanla dahi biz kalp kirmadan, gönül incitmeden o bize nasil soru soruyorsa en müsamahali bir sekilde cevap veriyorsak, Dinlerarasi diyalog dada ayni sekilde Ateizme karsi bir ittihad olabilir. Bu gayet normal ve toplumlararasi olmasi gerekendir. Nasil fetihler gerceklestirilince, sen Hristiyansin, kafirsin, Müslüman ol olmazsan benle muhatap olma gibi bir durum gerceklesmediyse, hatta ve hatta özgürlükler dahada verilip hic bir zimmi ye kötü müdahale edilmediyse bu gibi bir durumuda büyütmenin manasi yok.


    Sunu anlamak gerekiyor. Watt in amaci ya da Vatikanin amaci var ise biz müslümanlarinda amaci var. Bu amac islami en iyi sekilde en güzel sekilde tanitmaktir. Islam Peygamberimi Hz. Muhammed s.a.v. Efendimizi en güzel sekilde hayat hikayesi ile bir kere daha tasvir etmektir.

    Bu gibi diyaloglara seyirci olarak katilan yüzlerce hristiyan, o anda Papazlarininda yaninda oldugunu bildigi yani oradaki bilgide bir art niyet olmayacagini düsündügü icinde, islam i en güzel sekilde anlatip düsündürmek zannedersem islami hristiyanlastirmak olmaz.

    Cümleye dikkat etmenizi tavsiye ederim
    Watta göre diyor cümlede degilmi. Yani bu sarttir diye bir sey yok. Umarim anlatabiliyorumdur.

    Ikinci yaziyida Ahmed Sahin hocadan cevabini dinleyebilirsiniz




    [COLOR="Red"] Unuttugunuz tek sey var sevgi deger Kerim,Bu Wytt bu diyalogun mimaridir ustasidir onun vaz gececeksiniz dedigini siz yok vardir diyemezsiniz ve demediginizde ortadadir.Size bir yazi daha asyimda bu Diyalog faslini daha ileri götürmek istemiyorum bu forumda...

    Dinlerarası diyalog ve misyonerlik araştırmalarıyla bilinen Ondokuz Mayıs Üniversitesi Dinler Tarihi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mahmut Aydın, dinlerarası diyalog oyununa karşı Müslümanlar’ın uyanık olmasını isteyerek, “Dinlerarası diyaloğu ortaya çıkaran 2. Vatikan Konsili belgesinde İslâmiyet’e yer verilmiyor. Dinlerarası diyaloğun bizimle bir ilgisi yok” dedi.

    Doç. Dr. Mahmut Aydın, Hıristiyanlar’ın, özellikle Katolik ve Protestanların 19. yüzyılda bütün dünyanın Hıristiyanlaşacağına inandığını, 19. yüzyıl bittiğinde hiç de öyle bir hedefe ulaşamadıklarını söyledi. Aydın, bunu gören Katolik Kilisesi’nin kendisine “Biz nerede yanlış yaptık? Ekonomik güce rağmen neden Hıristiyanlığı yaygınlaştıramadık?” sorularını sorduğunu ve bu soruların ardından dinlerarası diyaloğun doğduğunu kaydetti.

    1962-1965 yılları arasında 2. Vatikan Konsili‘nin düzenlendiğini, bu konsilden Müslümanlar ile ilgili olumlu bir karar çıkarma düşüncesi bulunmadığını ifade eden Aydın, “Bu konsili toplayan Kardinal Bea, Yahudiler ile ilgili olumlu bir rapor hazırlanmasını istedi. Hazreti İsa’yı öldürmekten sorumlu tuttukları ve Nazi soykırımı da dahil eziyet yaptıkları Yahudiler ile aralarında iyi ilişkiler kurma düşüncesi doğdu” diye konuştu.

    Hazırlanan rapor alt komisyona gönderildiğinde, İslâm ülkelerinden katılan kardinallerin buna itiraz ettiğini ve bu belgenin kabulünün İsrail’in tanınması anlamında olduğunu belbirterek, bu rapor yüzünden İslâm ülkelerinde faaliyetlerini sürdüremeyeceklerini söylediğini açıklayan Aydın, şu bilgileri verdi: “Bunun üzerine rapora Müslümanlar ile ilgili bir paragraf ekleniyor. Yalnız bu paragraf İslâmiyet ile değil Müslümanlar ile ilgili.

    Raporda İslâm kelimesine hiç yer verilmiyor. Ama maalesef Türkiye’de diyalogla ilgili yazanlar, ‘İslâm ile ilgili şöyle şöyle denildi’ diyor. Hayır, böyle bir şey yok.

    Raporda; ‘Müslümanlar iyi insanlar olabilir. Müslümanlar içerisinde ahlaklı, namuslu, dürüst insanlar olabilir. O insanlar kurtuluşa erecekler. Ama onların kurtuluşa ulaşması da sahip oldukları dinden olmayacak. Onların içindeki İsa Mesih aşkından dolayı olacak’ deniyor. Yani beni Müslüman birey olarak ele alıyor. İyi eylemlerimin İsa’dan dolayı olduğunu kaydediyor. Bunların İslâm ahlakından kaynaklandığını söylemiyor. Yani son ve hak din olan İslâm’ı reddediyor.

    Dinlerarası diyalog, Dünya Kiliseler Birliği ve Katolik Kilisesi’nin yürüttüğü faaliyetler zinciridir ve kiliselerin diyaloğudur. Bu faaliyetlerin amacı misyonerlik. Hıristiyanlığın daha iyi tanınıp bilinmesini sağlamaktır. Hıristiyanlık tanınıp bilinemiyorsa, en azından Hıristiyanlığa sempatiyle bakılması amaçlanmaktadır. Amaç budur. Bunun bizimle ilgisi yok.”

    (Vakit, haber7.com 27 Mart 2006
    [/COLOR]

  9. Alt 02-15-2009, 02:45 #49
    alptraum Mesajlar: 38.107
    Blog Başlıkları: 28
    Bakiniz iki farkli durum var gibime geliyor. Türkiye de hristiyanlarin bayrami bizim bayramimiz gibi kutlaniyor ya da millet bilincsiz alisveris, giyim v.b. tarzida yapiyor ama Avrupada herhangi bir dini bayram oldugunda, bugün müslümanlarin bayrami deniyor. Metrolarda bedava okunan gazete olur ve her durakta yüzlerce gazete sabah saatlerinde biter. Gecenlerde Führer dediki, ikinci sayfasinda hem Almanca hem Türkce Namazin kilinisi vardi dedi. Bu ne kadar güzel birsey degil mi? Heute gazetesinde böyle birsey var. Onlara görede biz ve kendi iclerindeki insanlar misyonerlik mi yapmis oluyor. Ya da tv lerde ramazan bayramini anlatirken, Cuma namazindan bahsederken(Orf1, Rtl u.s.w.) bu Hristiyan grubu tarafindan misyonerlik olarakmi algilaniyor. Biz Hristiyanlarin bayramlarindan birini tanitsak Tv ye cikartsak ne olur ki bu olmadigi halde, diyalog calismalarindaki cikardiginiz sonuc bu ise ben bunu ne dindasliga ne ülkücülüge sigdiririm.

    Gece gündüz, 30 - 35 yaslarina gelmis insanlarin halen cebinde 5 kurus parasi olmadigi halde kosturmasi ve son kurusuna kadar hizmet ve Allah rizasi güttügü icin ayakkabisinin tabaninin altindaki delikleri kapatmak icin gazete kagitlari koydugunu gördüysem ve Okul yapiminda elinden kazma küregin düsmedigini gördüysem ve hatta günlük 2 ya da 3 saat uyuyan insanlarla bu hizmetin nasil yürüdügünü gördüysem ki, bu insanlar isteseler su anda herhangi bir özel ya da devlet kurumunda cok rahat en az 3 milyar maas alabilecek altlarina araba cekebilecek ve sicacik evlerinde oturabilecek insanlarken bu kadar hizmetlerine karsin karsilarina gecip, yav abi ne okulu ile ugrasiyorsunuz ne diyaloguymus, elin kafiriyle diyalogmu olur okul mokul gec bu hizmette ajan denir mi?


    Allahtan korkulur, korkulur.

    Yaziyorum yaziyorum demekki ne yazdigim okunuyor, ne alintiladiklarim okunuyor ne de video larim okunuyor. Kasti yapilan hareketlere karsi hic yilmadan bende kasti hareket ederim ama arada fark kalmaz o zaman degil mi?

    Tutturmussunuz bana ne idügü belirsiz habercilerin haberlerinden delil yapiyorsunuz. Diyorumki gidin en yakininizdaki diyalog merkeziyle ve söyleyinki, kardesim Tek hak din islam degildiri kabul ederek mi diyalog yapiyorsunuz ve bakin böyle bir sartname varmis bu dogru mu? Bir gidin Allah rizasi icin bir sorun yav. Ben burada ne yazarsam yazayim anlatamiyorum belki yüzyüze belki gözünüzün önünde dökümanlarla anlatirlar o zaman anlarsiniz. Diyanet isleri baskaninida kafir ettiniz nerdeyse yakisiyor mu? Bu size. Herkes deli siz AKILLI. E su gecen yüzyildaki elle gözle görülür söyle birseylere yansimis seylerinizi getirinde bizde biraz hayiflanalim degil mi?

    Kaldiki su Watt, düsünceleri ya da yaptirimlari ile alakali ben tarihten size Peygamber efendimizin hayatindan bir örnek yazi koyacagim lütfen bari su yaziyi okuyun. Efendimizin insanlarin niyetleriyle ugrasmadigini ve islam dininin raziliginin gerekcesini daha iyi idrak edebilmek icin tüm kapilarinizi acmanizida tavsiye hatta rica ediyorum.




    Allah'ın insanlığa son peygamber olarak görevlendirdiği Efendimiz (s.a.s.) bir taraftan çevredeki kabile ve devletlere elçi ve nâmeler gönderirken diğer taraftan da onlardan gelen temsilci ve mektuplara muhatap oluyordu. Hususiyle Mekke'nin fethini müteakip Kureyş'in, ardından da başka bir güçlü kabile olan Hevâzin'in İslâm'ı kabul etmesiyle Arap Yarımadası'nın muhtelif bölgelerinde ikamet eden kabileler Medine'ye heyetler göndermeye başladılar.1 Gelen heyetlerin yoğunlaştığı yıl hicretin 9. yılıydı. Öyle ki bu yıla "Senetü'l-vufûd - Heyetler yılı" denilmiştir.

    Medine'ye gelen bu heyetlerin geliş sebepleri farklıydı. Ancak bu sebepler umumiyetle, mensubu bulundukları kabilenin Müslüman olduğunu bildirmek ve onlar adına bîatta bulunmaktan ibaretti. Buna bağlı olarak İslâm'ın hükümlerini öğrenip kabilelerine bu bilgilerle dönmek veya dini kendilerine öğretecek kimseleri talep etmek gibi sebeplerle de geliyorlardı. Bunun yanında az sayıda da olsa, dünyalık elde etmek ve bazı şartlarla İslâm'ı kabul etmek için gelenler veya İslâm'ı kabul etmemekle birlikte cizye (vergi) vererek İslâm hâkimiyetini kabul ettiklerini açıklayanlar da oluyordu.
    Peygamberimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) gelen elçilerle resmî görüşmeleri Medine'de Mescid-i Nebevî'nin "üstüvânetu'l-vüfûd - sefirler sütunu" adı verilen yerinde yapılırdı. Efendimiz, gelen elçiler bir kabilenin veya bir devletin temsilcileri olması münasebetiyle, onların getirmiş oldukları mektupları, titizlikle okutur, temsil ettikleri kabilenin dostluklarının bir işareti olan hediyelerini kabul eder ve onlarla yakından ilgilenirdi.2

    Ne maksatla gelirse gelsin, Allah Resûlü (s.a.s.), Medine'ye gelen elçileri iyilikle karşılar, onlara daima mütebessim bir yüzle muamele eder ve onların incinmemesi için bütün arkadaşlarına da aynı şekilde davranmalarını emrederdi.3

    Elçilerin Allah Resûlü ile konuşmaları o kadar samimi bir hava içinde geçiyordu ki, çoğu kez diplomatik görüşmeler deyince akla gelen aşırı resmiyet ve donukluk, Peygamberimiz'in sözleri ve davranışları karşısında eriyip gidiyordu.4

    Böyle bir karşılama önemli ve de gerekliydi, zira "gelen heyet fertleri arasında, kavmi ve kabilesi içinde daima saygı ve hürmet görmüş insanlar da oluyordu. Bunlar, kendi toplumlarında bu tür ilgi ve alâkaya alışmış insanlardı. Dolayısıyla onlara aynı oranda bir ilgi ve alâka gösterilmeliydi ki geldikleri yeni toplumu yadırgamasınlar; yani bu ilgi ve alâka onlara ünsiyet aşılamalı ve yabancılığın verdiği rahatsızlığı ortadan kaldırmış olmalıydı. Ayrıca bu heyetlerden pek çoğu resmî idi. İslâm bir devlet nizamı olarak îlan edilince, çevredeki kabile ve devletler kendilerince bir durum değerlendirmesi yapmak üzere, Medine'ye heyetler gönderiyorlardı. Bu heyetlerdeki insanlar da sıradan insanlar değillerdi; az-çok hemen hepsinin kendine göre bir dünya görüşü ve değer yargıları vardı. Ve bu insanlar geldikleri yerlere döndüklerinde intibalarıyla geriye döneceklerdi ve onların bu kanaati de mensubu oldukları devlet veya kabileye mutlaka tesirli olacaktı. Öyle ise bu insanların müspet kanaatlerle techiz edilmesi şarttı. Bu da onlara gösterilecek ilgi ve sıcak bir istikbal (karşılama) ile yakından alâkalıydı."5

    Allah Resûlü'nün bu konudaki hassasiyetlerini şu şekilde sıralayabiliriz:

    Heyetleri şehrin dışında karşılatırdı
    Peygamber Efendimiz ile görüşmek üzere Medine'ye gelen heyetler, hangi inancı taşırlarsa taşısınlar, onlara değer verilirdi. Öyle ki bu heyetler ta şehrin hudutlarında karşılanırdı. Hz. Peygamber'in (aleyhisselam) yanına, onları karşılamak üzere bekleyen bir teşrifatçı ile gelirlerdi. Mesela Sakîf heyetini Muğire b. Şu'be ile beraber Sahabenin en önde gelen ismi Hz. Ebu Bekir (r.a.) karşılamıştı.6

    Kıyafet konusuna özen gösterirdi
    Gelen heyetleri önemsemenin ve onlara verilen değerin bir yansıması olarak Peygamberimiz elçileri kabul merasiminde hususî bir elbise giydiği gibi, ashabının da aynı şekilde temiz ve özel kıyafetler içinde olmasını emrederdi.7

    Gelenlerin taleplerini nezaketle dinlerdi
    Peygamberimiz kendi fikrini beyan etmeden önce heyetlerin düşünce ve taleplerini dikkatle dinlerdi ve onlara mutlaka Müslüman olmaları gerektiği istikametinde bir zorlamaya başvurmazdı. Allah Resûlü, dinde seçme hürriyetinin ifadesi olan "Dinde zorlama yoktur." (Bakara sûresi, 2/256) ayetinin hükmünü uygulamaktaydı. Mesela, 630 yılında Müslüman olduklarını bildirmek üzere Medine'ye gelen Himyer Hükümdarı'nın elçilerine şu açık talimatı vermiştir: Bir Yahudi ve Hıristiyan, Müslüman olduğu takdirde, mü'minlerden olur ve o, artık onların sahip olduklarına sahiptir. Eğer Yahudiliklerinde ve Hıristiyanlıklarında kalmak istiyorlarsa cizyelerini vermek şartıyla onlara müdahale olunmaz.8

    Allah Resûlü, Müslüman olmak için geldiklerini, ancak şartlarının olduğunu söyleyen Sakif heyetini de hemen reddetme yoluna gitmemişti. Taleplerini mülâyemetle dinlemiş, onların İslâm'a ters olan tekliflerinin zararlarını izah ederek bu yanlış fikirlerinden vaz geçmelerini istemişti. Onlar da bunu kabul ederek şart sürmeksizin Müslüman olmuşlardı.9

    Muhtelif bağları vesile kılarak onlara iltifat ederdi
    Allah Resûlü gelen heyetlere yakın-uzak çeşitli bağları kullanarak yakınlık göstermiş, iltifat etmiştir. Meselâ, Benû Amir b. Sa'saa heyeti geldiğinde -ki bunlar da Adnan soyundan gelmekteydiler- "Siz kimsiniz diye sormuştu, onlar: ‘Biz Amir b. Sa'saa oğullarıyız.' deyince, "Hoş sefa geldiniz, siz benden.. ben de sizdenim." diye iltifat ederek onları onurlandırmıştır.10
    Misafirlerinin izzet ve ikramıyla bazen bizzat kendisi ilgilenirdi.

    Medine'ye gelen elçiler, suffe ve mescid yanında kurulan portatif misafirhanelerde (çadırlarda) veya sahabeden bu işe müsait olanların evlerinde ağırlanıyordu. Bazen de Peygamberimiz'in, elçileri, -onların konumlarını da dikkate alarak- bizzat Kendisi'nin ağırladığını görüyoruz. Mesela Adiyy b. Hatim bunlardandır. O kavmi içinde ulu, şerefli, hatip ve hazır cevap birisi olarak şöhret bulmuş bir kabile reisiydi. Medine'ye gelip kendisini tanıtınca Efendimiz onu evine götürüp onurlandırmıştır. Kendisi yere oturup onun altına bir minder uzatmıştı. Peygamberimiz onunla uzunca konuşmuştu. Adiyy, Peygamberimiz'in gerek yüksek ahlakı ve inceliği, gerekse mütevazı/sade hayatı karşısında daha fazla beklemeden Müslümanlığı kabul ettiğini belirtmiştir.11

    Bu çerçevede bir noktaya daha temas etmekte fayda vardır. Peygamberimiz, gelen elçilerin ikramıyla bazen Kendisi ilgilenmiştir. Meselâ, Habeşistan Hükümdarı'nın elçilerine bizzat Kendisi ikramda bulunmuştur.12
    Kaba söz ve tavırları yüce ahlakıyla savmaya çalışırdı
    Bu görüşmelerde öne çıkan bir husus da Peygam-berimiz'in o huzurun âdâbına riayet etmeyenlere karşı bile gösterdiği nezaket ve müsamahasıydı. Heyetler içerisinde gelenlerden, bedevî tavırlar içinde söze başlayanlar olabilmekteydi. Peygamberimiz o yüce müsamahasıyla bir şey olamamış gibi onları dinlemeye çalışırdı. Mesela, Peygamberimiz'in sütannesi Hz. Halime'nin kabilesinden bir heyet gelmişti. Heyetin başında Dımam b. Sa'lebe vardı. Bu kişi içeri girer girmez ‘Hanginiz Abdulmuttalib'in oğludur?' diye söze başladı. Peygamberimiz de kendisini ona tanıttı. Daha sonra ise bu kişi üslûbunun biraz ‘sert ve kaba' olduğunu söylerek bunun için de kırılmamasını ister. Peygamberimiz de ‘istediğini sorabileceğini; incinmeyeceğini' söyledi. O zat da kendi üslûbuyla sorularını yöneltti ve bunların cevabını bir bir aldı. Neticede Müslüman olup memleketine döndü.13
    Bir başka misal: Yine bu dönemde Müseylimetü'l-Kezzâb Allah Resûlü'ne bir heyet göndermişti. O yazısında: "Ben bu işte (peygamberlikte) sana ortak kılındım. Bu bakımdan yerin yarısı bizim öbür yarısı da Kureyş'indir, ancak Kureyşliler haddi aşan bir kavimdir." diyordu. Peygamberimiz bir ara o elçilere siz ne düşünüyorsunuz bu konuda demişti. Onlar "Onun dediğini deriz." dediler. Peygamberimiz orada onlara hak ettikleri cevabı vermişti. Ama haddini bilmez o insanlara bile Allah Resûlü fiilî bir cezayla mukabelede bulunmamıştı.14

    Hediye takdimine önem verirdi
    Gelen heyetlerin İslâm adına gönüllerini kazanma istikametinde Peygamberimiz'in diğer bir tavrı ise, onları memleketlerine hediyelerle göndermiş olmasıydı. Bu türden bir uygulaması ile onları taltif ediyordu. Öyle ki heyet içinde hizmet için getirilmiş bir çocuk veya köle dahi olsa onu da mükâfatlandırmıştır. Meselâ, Temim Oğulları'nda bulunan küçük bir çocuk bile, Peygamberimiz'den nasibini/hediyesini almıştır.15
    Allah Resûlü hediye takdimine son derece önem vermiştir. Öyle ki son hastalığında yaptığı üç tavsiyeden biri de "Ben elçilere nasıl hediyeler ikram ediyorsam siz de öylece hediyeler vermek suretiyle hürmet gösteriniz."16 olmuştur.

    Peygamberimiz (s.a.s.), bu hususta gösterilmesi gereken hassasiyeti son vasiyetine konu etmekle, bu işin ehemmiyetine ve istikbalde alacağı derinliğe de işaret ediyordu ki, bu da yakın-uzak gelecek açısından çok önemliydi.

    Gelen heyetlerin inançlarıyla alakalı taleplerini dikkate alırdı
    Bu konuda Allah Resûlü'nün Necranlı Hıristiyanlara ibadet etmeleri hususunda gösterdiği hoşgörüyü hatırlatmak yeterli olacaktır. Necranlılar, Peygamberimiz'in gerçekten bir peygamber olup olmadığını araştırmak üzere, bir heyetle Medine'ye gelirler. Altmış kişilik bu heyet, Medine'ye gelerek Allah Resûlü ile görüşmek üzere mescide gider. Mescitteyken ibadet vakitleri geldiğinde ise, Mescid-i Nebevî'de ibadet etmek isterler. Sahabe'den bazısı bu heyetin mescidde ibadet etmelerine engel olmak ister. Ancak Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem), ibadetlerini serbestçe yapabilmeleri için Necranlı Hıristiyanlara dokunulmamasını emreder. Neticede, içinde papazların da bulunduğu Necran heyeti Mescid-i Nebevî'de, doğu tarafına yönelerek rahat bir şekilde ibadetlerini yaparlar.17

    Hâsılı, bütün bu davranışlar Peygamber Efendimiz'de değişmeyen prensipler cümlesindendi… O, gelen fert ve heyetlere de bu prensipler çerçevesinde muamelede bulunuyordu ki, bütün bunlarda hikmetlerle dolu gayeler vardı. Evvela, henüz yeni gelmiş ve bütünüyle İslâm'a ısınmamış bu insanlar yer değiştirmenin rahatsızlığını, tedirginliğini yaşarken, eğer kendilerini tedirginlikten kurtaracak emniyet dolu bu sıcak atmosferi bulamasalardı, tercihlerini başka türlü de kullanabilirlerdi ki, bu da onlar için büyük bir kayıp olurdu. İşte Efendimiz'in (s.a.s.), kendisine, imânın en küçücük bir şemmesiyle (kokusuyla) gelenlere dahi fevkalâde alâka ve ilgi göstermesi, onları böyle bir yanlış karardan kurtarıyordu ki, bu da, bugün ve yarın üzerinde önemle durulması gerekli konulardan olsa gerek.18

    Meselenin Günümüze Ait Yorumu
    Buraya kadar arz edilenlerden de anlaşılacağı üzere Peygamber Efendimiz (s.a.s.), bilhassa Mekke fethinden sonra civar devlet ve kabilelerden gelen heyetleri karşılamada ciddi bir hassasiyet gösteriyor ve bu davranışının örnek alınarak kendisinden sonra da devam ettirilmesini istiyordu. Ömrünün son anlarında bu isteğini, vasiyetleri arasında da tekrar etmişti. Acaba biz bu tavrı günümüzde de aynen sergileyebilir miyiz? Böyle bir soruya cevap mahiyetinde F. Gülen Hocaefendi Prizma adlı eserinin 1. cildinde şu cevabı verir:

    "Evvelâ itiraf etmeliyiz ki, hiç kimse Allah Resûlü'nün sergilediği bu tavrı ayniyle gerçekleştiremez. Zira hiçbir insanın, buna takat ve gücü yetmez... İster heyetleri kabulünde gösterdiği sıcak alâka ve ilgiyi, isterse bazı kimselerin mâzideki kusurlarını tamamen unutarak onları kabullenişini bizim aynıyla tatbik ve temsil etmemiz imkânsızdır." Gülen Hocaefendi meselenin Efendimiz'le alakalı yanına dikkat çektikten sonra dîn-i mübîn-i İslâm'ın müntesiplerine hayatî bir hatırlatmada bulunur: "..Ama yine de aynı şeyleri gücümüz nispetinde yapmak mecburiyetindeyiz. Yoksa âlemşümul bir hizmeti, seviyesiz göstermiş, dolayısıyla da bu yüce davaya ihanet etmiş oluruz."19
    Allah Resûlü'nün Diğer Yabancı Misafirlere Yaklaşımı
    Allah Resûlü, sadece kendisine gelen heyetlere karşı değil, dini kabul etmek için gelen fertlere karşı da her zaman ilgi ve alâkasını en üst seviyede sürdürmüştür. Yine Prizma adlı eserinde bu hususu da yorumlayan Gülen Hocaefendi şunları kaydeder:

    "Meselâ, Halid b. Velid, Amr b. Âs ve Osman b. Talha gibi Mekke'nin seçkinleri Medine'ye geldiklerinde, her biri Allah Resûlü'nden öyle iltifatlar görmüşlerdir ki, o gün için Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer (r.anhüm) öylesini bulamamışlardı. Efendimiz (s.a.s.), Hz. Halid'e: "Ben de, Halid bu kadar akıllıyken nasıl oluyor da küfür içinde kalıyor diye hayret ediyordum" der... Kısa bir müddet sonra da onu "Allah'ın Kılıcı" unvanıyla taltif eder... Amr b. Âs, Müslümanlara çok kötülüğü dokunmuş bir insandı. Öyle ki bu zat, o güne kadar dehasını hep İslâm aleyhinde kullanmıştı. Ama Müslüman olup Medine'ye gelince, Efendimiz (s.a.s.), ona mâziye ait en küçük bir meseleyi dahi hatırlatmayacak kadar sıcak davranmıştı. Onun dua talebi üzerine "Bilmiyor musun İslâm, onu kabul etmeden önce işlenen bütün günahları siler, temizler" buyurmuştu... Abdullah b. Cerir el-Becelî huzura girince, Efendimiz gözleriyle herkese yol gösteriyor gibi cemaat içinden birinin kalkıp da ona yer vermesini arzuluyordu... Cemaat bunu anlayamayınca da, hemen harekete geçiyor ve cübbesini çıkararak Abdullah b. Cerir'in (r.a.) altına seriveriyor, daha sonra da, ashabına; bir kavmin kerîmine karşı ikramda bulunulması gerektiği hususundaki o ölümsüz nasihatini sunuyordu. Ebu Cehil'in oğlu İkrime'ye iltifat dolu sözlerle mukabelesi ise, bu konuda apayrı bir ibret levhasıdır."20

    Sonuç
    Yabancı heyet ve misafirlerle yapılan bu görüşmeler, İslâm'ın doğru anlaşılması ve kabulü açısından hayatî önem taşımaktaydı ve bu yüzden büyük bir fırsattı. Heyetlerin kabileleri adına gelmeleri ise büyük bir avantajdı. Yüce bir ahlak sahibi olan Allah Resûlü de, gelen heyetlere nebevî müsamaha ve misafirperverliğini göstermiş ve onlara oldukça nazik davranmıştır. Bu süreçte Hz. Peygamber (aleyhi ekmelüttehâyâ) tamamı devlet protokolüne ait bir meselenin temelini atmıştır.

    Günümüzde de bu nebevî anlayış ve hassasiyetin dikkate alınması gerektiği açıktır. Öyleyse bu konuda netice almak isteyenler güçleri yettiği ölçüde Allah Resûlü'nün takip ettiği yol üzerinde yürümelidirler. Bu çizgi ve seviyeyi yakalamayı hedef bilmeli ve bu mevzuda her zaman alıştırma yapmalıdırlar.

    [I]Dicle Üniv. İlahiyat Fak. Öğrt. Üyesi
    yozturk@yeniumit.com.tr

    Dipnotlar
    1. İbn Hişam, es-Siretu'n-Nebeviyye, Daru İbn Kesir, Beyrut tsz., 2/559-560.
    2. Hamidullah, "İslâm Peygamberi / Le Prophéte de İslâm", (Türkçeye çev.: Salih Tuğ), İstanbul 1980, 2/1086.
    3. Bkz. El-Kettanî, et-Teratîbu'l- İdâriyye, Beyrut 1346, 1/447.
    4. Ahmet Önkal, Rasulullah'ın İslâm'a Davet Metodu, Konya, 1981. s. 128.
    5. M. Fethullah Gülen, Prizma I, Nil yay. İzmir 1995, s. 141.
    6. Bkz. Taberî, Tarihu't-Taberî, Daru'l-Kütübi'l-İlmiyye Beyrut 1995, 2/180.
    7. el-Kettanî, et-Teratibu'l-İdariyye, 1/452; Hamidullah, İslâm Peygamberi, 2/1087.
    8. İbn Hişam, es-Siretu'n-Nebeviyye,2/589.
    9. Taberi, Tarih, 2/179-180.
    10. İbn Sa'd, et-Tabakatu'l-Kübra, Daru Sadır, Beyrut tsz, 1/311.
    11. İbn Sa'd, et-Tabakât, 1/322.
    12. Hamidullah, İslâm'da Devlet İdaresi, (Çev. Kemal Kuşçu) İstanbul 1963. s. 120.
    13. Taberî, Tarih, 2/193. Ayrıca bkz. İbn Sa'd, et-Tabakat, I, 298.
    14. Taberî, Tarih, 2/203.
    15. Bkz. İbn Hişam, es-Siretu'n-Nebeviyye, 2/567.
    16. Buharî, Cizye 6, Meğazi 83; Müslim, Vesayâ 20; Ebu Davud, İmaret 28.
    17. İbn Hişam, es-Siretu'n-Nebeviyye, 1/574.
    18. M. Fethullah Gülen, Prizma, 1/140.
    19. M. Fethullah Gülen, Prizma, 1/141
    20. M. Fethullah Gülen, Prizma, 1/139.

    Yazar Doç. Dr. Yener ÖZTÜRK

  10. Alt 02-15-2009, 15:16 #50
    Metin mete Mesajlar: 547
    Alıntı:
    “Lester Kurtz ve Mariam (Meryem) Kurtz, Dinlerarası Diyalog toplantısının en ilginç konuklarıydı. Biri Teksas’tan yani Amerikalı, diğeri Darussalem yani Tanzanya’dan. Biri metodist protestan bir ailede büyüyüp Quaker (tarikat üyesi)olarak hayatını sürdürüyor, diğeri ise Müslüman. Biri Teksas Üniversitesi’nde sosyoloji profesörü, diğeri ise gazeteci. Afrika’da katıldıkları bir konferansta tanışıp evlenmeye karar vermişler. Amerika’ya yerleşip resmi nikahlarını yapmışlar ve tam bir yıldır dini nikah kıymak için beklemişler. İşte bu bekleyiş, nihayet Urfa’da son buldu.

    Haham, papaz ve müftünün huzurunda kendisini Kelime-i şehadet getirerek ‘hem Hıristiyan, hem de Müslüman’ ilan eden ve aynen çifte vatandaşlıkta olduğu gibi çifte dinli olmak istediğini ve Meryem ile evlenerek geçmişinde sahip olduğu Hıristiyan kültürle İslam kültürünü meczetmek istediğini belirten Lester, ‘ İslamiyet’in güzellikleri ile geçmişimdeki Hıristiyanlıktan kaynaklanan güzellikler arasında bir tezat görmüyorum ve iki dinin güzelliklerini İbrahim Peygamber’in mekanında Musevi dostlarımın da duaları ile Meryem’le birlikte dini nikah kıyarak sürdürmek istiyorum’ dedi.

    Gözleri dolu bir biçimde bu anı beklediğini belirten Meryem ise, Lester’in geçen yıl bir ay oruç tuttuğunu, Ramazan boyunca beş vakit namaz kıldığını, birlikte Hıristiyan bayramlarını da kutladıklarını; fakat İslami usullerle nikah kıymayı hep arzuladıklarını vurguladı. Üç dinin duaları ile salevatlar eşliğinde gerçekleşen nikah merasimi, katılımcıları derin ve anlamlı düşüncelere sevk etti. Bu evlilik, diyaloğun bir göstergesi olarak algılandı.”

    (15 Nisan 2000 Cumartesi-Zaman Gazetesi)



    Diyalogun sözcülerinden ZAMAN gazetesinin aldigi diyalog meyvasi degilmi?Simdi böyle bir dinmi?Kalsin bizim istedigimiz Kuranin Islamidir Papnin istedigi degil..


    Şimdi sormak lazım: Bu bir dinlerarası diyalog mu, yoksa dinleri birleştirme mi? Diyalog, zaten asırlardır devam etmektedir. Mesela, İstanbul’da aynı sokakta, Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi iyi komşuluk içinde yaşıyordu. Birbirlerinin inançlarına saygı gösteriyorlardı. Fakat, hiç bir Müslüman, nikah için, Kiliseye, Havraya gitmezdi. Onlar da camiye gelmezdi. Herkes kendi ibadetini kendi mabedinde yapardı. Olması gereken de zaten bu değil mi? Bunun tersini düşünmek saygısızlık, inançları hafife almak olmaz mı?

    Vatikan’ın en çok korktuğu, Hıristiyanlaştırmada en büyük engel gördüğü, İslamiyetin, “hubbu fillah-buğdu fillah” emridir. Yani, Allah dostlarını Allah için sevmek, Allahın düşmanlarını, (dinimize göre, Müslüman olmayan herkes Allah düşmanıdır) Yahudileri, Hıristiyanları sevmemektir. Hubbu fillah, buğdu fillâh, imanın esasıdır.

    “Ey iman edenler, Yahudileri de, Hıristiyanları da dost edinmeyin! Onlar, (İslâma olan düşmanlıklarında) birbirinin dostudur. Onları dost edinen de onlardan olur. Allahü teâlâ, (kâfirleri dost edinip, kendine) zulmedenlere hidayet etmez.” (Maide 51)

    “Müminler, müminleri bırakıp da, kâfirleri dost edinmesinler! Onları dost edinenler, Allah’ın dostluğunu bırakmış olurlar.” (Ali İmran 28)

    “Allah’a ve ahiret gününe iman edenler, babaları veya oğulları veya kardeşleri ya da akrabaları olsa bile Allah’a ve Resûlüne düşman olanları sevmezler.” (Mücadele-22)

Kullanıcı isminiz: Giriş yapmak için Buraya tıklayın

Bu soru sistemi, zararlı botlara karşı güvenlik için uygulamaya sunulmuştur. Bundan dolayı bu kısımı doldurmak zorunludur.