Yahudi Alimi Zeyd b. Sâ’ne'yi hoşgörmesi :
“Allah Resûlü benden borç para almıştı. Ben, o gün henüz müslüman değildim. Gününden evvel geldim, alacağımı istedim. Hatta O’na: “Siz Abdülmuttalip evlatları borcunuzu vermekte çok tembelsinizdir” dedim. Benim bu sözüme Ömer kükreyerek: “Ey Allah düşmanı, eğer yahudilerle aramızda anlaşma olmasaydı, senin kelleni uçururdum! Allah Resûlü’ne karşı terbiyeli konuş” dedi. Allah Resûlü bana bakarak tebessüm etti. Ve Ömer’e hitaben de: “Ya Ömer, bu adama hakkını ver. Ve korkuttuğun için de ona yirmi sa’ ilave et” buyurdu.” Hâdisenin gerisini Hz. Ömer anlatıyor: Allah Resûlü’nün emri üzerine kalktım, Zeyd b. Sâ’ne’ye verilmesi gerekenleri vermek üzere onunla yola koyuldum. Derken bana, yolda hiç beklemediğim şu sözleri söyledi:
“Ya Ömer! Biliyorum benim davranışıma kızdın. Ancak ben Tevrat’ta, son peygamber hakkında söylenenlerin hepsini O’nda gördüm. Sadece Tevrat’ta bir âyet şöyle diyordu: “O’nun hilmi cehline sebkat etmiştir. Cahillerin şiddeti O’nun ancak hilmini arttırır.” Ben acaba O’nun hilmi, Tevrat’ta söylendiği gibi midir, bunu öğrenmek istemiştim ve dediklerimi de bunun için demiştim. Şimdi inanıyorum ki, O, Tevrat’ın geleceğini haber verip müjdelediği peygamberin tâ kendisidir. Şu andan itibaren ben de O’nun son nebi olduğuna iman edip şehadet getiriyorum.”(1)
Yahudi Kadını zehirli yemeğine rağmen affetmesi :
Hayber fethi sonrası bir kadın, bir koyunu kızartmış, içine de biraz zehir koymuş ve Allah Resûlü’nü yemeğe davet etmişti. Sofrada bulunanlardan Bişr İbn Berâ ismindeki sahabi lokmayı ağzına koyar koymaz vefat etmişti. Demek ki bu kadın çok tesirli bir zehirle Allah Resûlü’nü öldürmek istemişti... Bu meselenin mucize yönü, şu andaki mevzumuz değil.. Allah Resûlü lokmayı ağzına götürürken, koyunun bir yanının kendisine, zehirli olduğunu haber vermesi üzerine yemek sofradan kaldırılarak, kadın derdest edilip huzura getirilmiş.. ve suçunu itirafla, Allah Resûlü’nü öldürmek için böyle bir yola başvurduğunu ifade etmiştir. Hatta rivayetlerde kadına şöyle bir söz de izafe edilir. Kadın, Allah Resûlü’nün huzuruna getirilip de, bunu niçin yaptığı kendisine sorulunca, şöyle demiştir: “Eğer Sen hakikaten Allah’ın gönderdiği bir peygambersen, bu zehir Sana tesir etmeyecektir. Yok eğer peygamber değilsen, insanlığı Senin şerrinden kurtarmak istedim.”
Sahabi, derhal bu kadının öldürülmesi talebinde bulunur. Ancak, Allah Resûlü kendi adına kadını affeder. Fakat, ölen sahabi Bişr (ra) adına bir şey demez. Kadının akıbeti hakkında iki rivayet vardır. Birincisi Bişr’in varisleri, kısas yaparak kadını öldürtmüşlerdir. İkincisi: Kadın ihtida edip müslüman olduğundan onlar da kadını affetmişler ve müslümanlığı kadının kurtuluş sebebi olmuştur.(2)
Burada bizim, üzerinde durmak istediğimiz husus, Allah Resûlü’nün hilmiyle alâkalıdır ki, Allah Resûlü, canına kasdetmek isteyen bu yahudi kadını dahi affetmiştir. Hilmde zirveyi yakalama adına bu ne güzel bir örnektir.. evet, kâmil mânâda Hz. İbrahim’in başlattığı hilm dönemi Nebiler Sultanı’yla zirveleşmiştir.
Müşrik olan Safvan İbn Ümeyye'nin gördüğü cömertlik sonrası iman etmesi :
“Allah Resûlü, Huneyn’e giderken, Safvan İbn Ümeyye'den ödünç olarak zırh ve silahlar almıştı. Safvan gerçi bu silahları baştan pek istekli vermez ve gereksiz şartlar ileri sürerek , müslümanlara bu savaşta yardımcı olmak istemesede neticede verir . Huneyn’de ki zafer sonrası, elde edilen ganimetlere Safvan hayran hayran ve hırsla bakıyordu. O’nun bu durumu Allah Resûlü’nün dikkatini çekmişti. “Bakıp beğendiğin o develer senin olsun” dedi. Ardından daha birçok şey verdi. Safvan bu cömertlik karşısında şaşırdı kaldı. Kalbi Allah Resûlü’ne karşı buğz ve kinle dolu olan bu adam, birdenbire değişivermişti. Evet, Allah Resûlü’nün bu keremi onu, bu kin ve buğzundan uzaklaştırmış ve İki Cihan Serveri onun için insanların en sevgilisi hâline gelivermişti. Safvan’ı kazanmak elbette binlerce deve, sığırdan daha mühimdi. Allah Resûlü de en mühim olanı yapmıştı. Nitekim Safvan’a karşı gösterilen bu cömertlik neticesiz kalmamıştı. Safvan hemen kavmine gidip şöyle demişti: “Ey kavmim koşun İslâm’a girin! Zira Hz. Muhammed bir veriş veriyor ki, ancak, fakirlikten korkmayan ve Allah’a tam itimat eden bir insan böyle verebilir!”(3)
Münafık Abdullah ibni Übey ibni Selül’e karşı hoşgörüsü :
Bir gün, iffetine kat’iyen inandığı mübarek hanımına, çamur atılmıştı. Hangi müslümana kaşıyla işaret etse, Başta münafıkların başı Abdullah İbn-i Übey İbni Selül olmak üzere pek çok münafığın başı gidebilirdi.. herkes bunu seve seve yapardı. Oysa ki, Allah Resûlü, günlerce diken yutar gibi söylenen sözleri yutuyor, yutkunuyor, vicdanında ızdırapların en tahammül-fersasını yaşıyor ama kat’iyen ses çıkarmıyordu. Bu durum muhteremler muhteremi Aişe-i Sıddîka’nın Kur’ân’la beraatı tescil edileceği âna kadar devam etti. Bütün sahabe O’nun iki dudağı arasından çıkacak bir çift söze bakıyordu.
Aynı münafık bahse konu Hz.Aişe annemize İfk hadisesinde İftira atıp babası Hz.Ebu Bekir'in evine gitmesine sebeb olması bir yana , Peygamber Efendimiz (SAV) ‘i Uhud Savaşında yarı yolda bırakıp Uhud savaşı öncesinde psikolojik olarak zarar vermiş vede Medineye hicret sonrası yahudilerle Medine vesikası imzalandıktan sonra, Mekkedeki müşrikleri tahrik edip:'Muhammed (SAV) kendine taraftar topluyor, uyuyorsunuz' diyerek yine müslümanlar aleyhinde bulunmasına rağmen, İbn-i Selül öldüğünde oğlunun isteği ve ricası üzerine , münafık babasına
1-) Kendi gömleğini Kefen olarak veriyor
2-) Cenaze namazını kılma konusunda ve bağışlanmasını dileme konusunda (Tevbe:80) Ayeti Kerimesi gereği, Efendimiz (SAV) muhayyer (serbest) bırakılıyor ve Efendimiz (SAV) , Hz.Ömer (R.A) 'in engellemelerine rağmen, 70 den fazla istiğfar ederim, diyerek yine Hoşgörü gösteriyor ve cenaze namazını kılmak istiyor , yaki bir sonraki Ayeti Kerime ile men edilinceye kadar!(4)
Evet , Efendimiz (SAV) min bu hoşgörüsüdür ki , Abdullah İbn-i Übey’in kendisi olmasada , kızı Cemile ve oğlu Abdullah İman ile müşerref oluyor ve Sahabe olma şerefine kavuşuyorlardı !
Efendimiz (SAV) ‘min yaşantısına nufüz etmiş “Hilm“ ve affediciliği
Bazen O’nun karşısına çıkıp kaba-saba hareket eden ve hakarette bulunan insanlar olurdu. O, parmağını hafif indirip kaldırsaydı yüz kılıç birden o adamın kellesi üzerinde iner kalkardı. Ancak O, bu kaba-saba hareketleri hep mülâyemetle karşılamaya kararlıydı. O, kimseyi korkutmamaya o kadar çok dikkat ediyordu ki,(5) hatta vereceği kılıç veya bıçağı, zarar verme ihtimaline karşın , kabza ve sap tarafıyla uzatıp öyle veriyordu. (6)
O, incelerden ince bir insandı. Karşısındaki insanların seviyesiz ve usul bilmez davranışlarından fevkalâde rahatsız olurdu. Ancak O, bu tür davranışları, kendi hilm denizine atar, eritir ve her şeye rağmen yumuşak davranırdı. His dünyası böylesine genişti. Zaten hastalık ve diğer rahatsızlıkları bizim duyup hissettiklerimizin kat katını yaşıyordu. O kadar ki, hasta olduğu bir gün, Abdullah b. Mes’ûd (r.a) O’na: “Ya Resûlallah bir fırın gibi yanıyorsun(7) demişti. Evet, Allah Resûlü’nün sinir sistemi o kadar gelişmişti ve O, o kadar duyarlıydı. İhtimal, O’nun parmağına batan bir iğne, bir başkasına saplanan mızraktan belki on kat daha ızdıraplı oluyordu. Şu kadar var ki, O’nun hilmi de gayet dengeliydi. Bir kâfirin küfrü O’nu iki büklüm eder, ağlatırdı. O, bir insanın hidayete erebilmesi için elinden gelen her şeyi yapardı. Fakat, bir ceza ve haddin tatbîki bahismevzuu olduğu yerde de kat’iyen taviz vermez; kim olursa olsun mutlaka cezayı tatbik ederdi. Ancak O’nun ceza verdiği suçlardan hemen hiçbiri kendisine karşı işlenmiş suçlardan değildi. Aksine O’nun, kendisine karşı işlenmiş suçlardan affetmediği görülmemiştir.
Zü’l-Huveysira adında birisi Resûl-ü Ekrem Aleyhisselam’a geldi (İhtimal... bu şahıs Moğol’du. Çünkü siyer kitapları bize bu şahsı şöyle resmediyorlar: Gözleri çukurca.. elmacık kemikleri biraz dışarıya fırlamış.. yüzü de ablak ve yuvarlaktı.. âdeta dövülmüş bir kalkan hissi veriyordu). Allah Resûlü o esnada mal taksiminde bulunuyordu. Efendimize hitaben küstahça şöyle demişti: “Ya Muhammed, adaletli ol!.” (Bu söz bizden birisine söylenmiş olsaydı, zannediyorum ciddi bir sarsıntı geçirirdik. Oysa ki biz, hakikaten adaletsizlik de etmiş olabiliriz. Fakat kendisine bu söz söylenen zat, dünyaya adaleti getirmeye memur edilmiş bir peygamberdi.) O sırada orada bulunan Hz. Ömer, bu saygısızca hitap karşısında birden kükrer ve: “Bırak beni şu münafığın başını alıvereyim, ya Resûlallah” der. Allah Resûlü Hz. Ömer’i ve onun gibi düşünenleri teskin ettikten sonra bu adama döner ve şöyle seslenir: “Yazık sana! Eğer ben de adil olmazsam, başka kim âdil olabilir ki?”(8) Başka rivayet de şöyledir: “Eğer ben, adaletli değilsem, yandım, mahvoldum, demektir” (9) Allah Resûlü, her zaman olduğu gibi onu öldürmek isteyenlere izin vermiyordu. Çünkü O, tepeden tırnağa bir hilm insanıydı.
Üsame b. Zeyd, kumandanı bulunduğu seriyenin başında bir muharebede , müşrik biri şehadet getirerek müslüman olduğunu ifade etmek isteyen bu şahsın, korkusundan böyle söylediğine hükmederek öldürmüştü. Hz. Üsame böyle düşünüyordu ama, dönüşte hâdise Allah Resûlü’ne haber verilince, İki Cihan Serveri, derhal Üsame’yi huzuruna aldı. Onu istintak etti, Üsame de hiçbir şey ketmetmeden vak’ayı olduğu gibi anlattı. Bunun üzerine Allah Resûlü, o derece celallendi ki durmadan: “Yarıp da kalbine mi baktın!” diyor ve çok sıkıldığını ortaya koyuyordu. Hatta bu sözü o kadar tekrar etmişti ki, Hz. Üsame: “Keşke bugüne kadar müslüman olmasaydım da, bu sözleri duymasaydım”(10) diyecek kadar bunalmıştı. Halbuki Üsame, Allah Resûlü’nün kucağında büyüyen ve Allah Resûlü tarafından Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin kadar sevilen bir insandı.
Evet , O (SAV) ne arkasından cübbesini çekip eziyet edene,(11) ne başına toz-toprak saçıp yüzüne hakaret savurana,[12] gönül koymuştur. Gönül koymak şöyle dursun, hastalandıklarında gidip onları ziyaret etmiş,[13] öldüklerinde de cenazelerini teşyide bulunmuştur;[14] bulunmuştur; zira ahlâk-ı hasene O’nun tabiatının rengi, varlığının da bir buuduydu.
Hilm ve Toleransta Hz.İbrahim (AS) ma benzemesi :
İbrahim (AS) , seviyeler üstü seviyede yumuşak huylu bir insandı. Kendini ateşe atan insanların dahi başına bir belâ gelir endişesiyle tir tir titriyordu. O, sabahlara kadar âh u vah eden, inleyip duran bir insandı.. ve münîbdi.. her lâhza, ayrı bir var oluş ve dirilişle Allah’a dönüşün menfezlerine yönelir, durmadan taptaze ve heyecan dolu bir yürekle Rabbin kapısında inler ve iki büklüm olurdu. Kur’an-ı Kerim , İbrahim (AS) mı bize tasvir ederken :
Muhakkak ki İbrahim, yumuşak huylu, içli ve kendini Allah’a vermiş biri idi.” (Hûd,11/75). demektedir.
Evet , bir gün bir ihtiyarı yemek yiyelim diye yoldan çevirip gelmiş. Sofraya oturunca Hz. İbrahim Besmele ile başlamış, ihtiyardan ses çıkmamış. Acaba duymadı mı diye yüksek perdeden bir besmele daha çekmiş ihtiyardan yine ses yok. İbrahim (AS) :
-Biz yemeğe, bu nimetleri bize veren Allah’ın adını anarak yani besmele çekerek başlarız. Sende çeksene demiş. İhtiyar:
-Ben senin inandığın Allah’a inanmıyorum ki, O’nun adını zikrederek yemeğe başlayayım, ben Mecusi’yim, deyince Hz. İbrahim:
-O halde soframı terk et demiş. Ama anında İkaz-ı İlâhî’yi de işitmiş ve Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuş:
-Ya İbrahim. O benim kulum. Beni tanımadığı, bana ibadet etmediği halde ben onun karnını bir ömür doyurdum, sen ise benim kulumu bir övün doyuramadın.(15)
Allah Resûlü (sav), Hz.İbrahim'in (as) bu hilm ve hoşgörüsünden dolayı kendisini hep Hz. İbrahim’e benzetmiştir (16)
İbn Kayyim el-Cevziyye şöyle der: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Ehl-i Kitap'tan kendisini davet edenlerin davetine icabet eder, yemeklerinden yerdi. Bir defasında bir Yahudi onu arpa ekmeği yemeye davet etmişti. Müslümanlar Ehl-i Kitab’ın yemeklerinden yerlerdi. Hz. Ömer (r.a) Müslümanlara, yanlarından geçen Ehl-i Kitab’ı davet etmeyi şart koşmuştu: “Yediklerinizden onlara da yediriniz!” demişti. Esasen Allah Tealâ Kitabında bunu mübah kılmıştır. Hz. Ömer Şam'a gittiğinde oradaki Ehl-i Kitap yemek hazırlayıp kendisini davet ettiler. O “Yemek nerede?” deyince: “Kilisede” dediler. Bunun üzerine Hz. Ali (r.a)'a: “Sen Müslümanları al ve oraya git!” dedi. Hz. Ali onları aldı, Kiliseye girdiler, yemeklerinden yediler. Hz. Ali bir yandan oradaki suretlere bakıp şöyle dedi: “Mü'minlerin Emiri de bizimle girip yeseydi ne olurdu ki?”(17)
Yahudi cenazesinde ayağa kalkması
Allah Resûlü (sas) , bir gün yoldan bir Yahudi cenazesi geçerken ayağa kalkar. O esnada yanında bulunan bir sahabi, “Ya Resûlallah, o Yahudi’dir.” der. Nebiler Serveri (sas) hiç tavrını bozmadan ve yüz çizgilerini değiştirmeden, zamana “dur ve beni dinle” dedirtecek şu cevabı verir: “Ama bir insan! ”(18)
Abdullah İbni Ömer (ra) için bir koç kesildi. İbni Ömer ailesine: “Yahudi komşunuza hediye ettiniz mi? ” diye sordu. “Hayır” cevabını alınca: “Bundan ona da gönderin. Zira ben Rasulullah (sas) ’ın ‘Cebrail bana komşu hakkında o kadar aralıksız tavsiyede bulundu ki, komşuyu varis kılacağını zannettim’ dediğini işittim buyurdu.”(19)
Kendi şahsına yapılan her türlü hakarete karşı hilmle davranan Allah Resûlü, bir başkasına karşı yapılan haksızlık karşısında kükreyen bir aslan gibi celallenir ve hak yerini buluncaya kadar da hiddeti bir türlü dinmek bilmezdi. Haksızlık kime karşı, kim tarafından yapılırsa yapılsın, İki Cihan Serveri’nin tavrı hep aynıydı. Ve hele dinî emirlerin ihmale uğraması O’nu öylesine ayaklandırırdı ki, artık durup-dinlenme bilmezdi ki; bu da O’nun nasıl bir denge insanı olduğunun en açık ifadesidir.
Evet , Efendimiz(SAV) gayri müslimlere karşı , belki İslam’ı kabullenirler mülahazası ile hep Hilm ve toleranslı olmayı hayatına vaz etmekle kalmamış , bu konuda etrafındaki Nurlu Sahabe halkasınada bunu emretmiştir :
Her kim, bir muâhide/zimmiye zulmederse veya onu gücünden fazlası ile yükümlü tutarsa, yahut hakkını kısarsa, ya da rızası olmadan kendisinden bir şey alırsa, onun hasmı benim. Kıyâmet günü onunla hasımlaşacağım.”(20)
Hırsitiyan Adiy bin Hatim'e karşı toleransı
Babası cömertlik ve asaletle ün salmış olan hristiyan Adiy b. Hâtim, Mekke fethinden sonra kendi bölgesine yapılacak müslüman akımından korkarak, kızkardeşini de yanına alamadan Suriye'ye kaçıyor, bölgesi müslümanların eline geçiyor, kızkardeşi de esir alınarak Medîne'ye getiriliyor. Kadın, kardeşinin şerefsiz davranışından şikayet ederek Peygamberimizden merhamet diliyor; o da hem kadını serbest bırakıyor, hem de istediği yere gidebilmesi için binek ve azık veriyor. Kadın Suriye'de kardeşini buluyor; önce hırpalıyor, sonra da Medine'ye giderek Hz. Pygamberle görüşmesini tavsiye diyor ve şöyle diyor: "Muhammed gerçekten Allah'ın Resulü ise onu kim daha önce kabul ederse daha çok övgüye layık olur. Sıradan bir hükümdar ise, ona biat etmek ve teslim olmak sana bir noksanlık getirmez, ne isen o kalırsın..." Adiy bu tavsiyeye uyarak Medine'ye gelir; mescidde, ashabının arasında, onlardan biri gibi oturur bulduğu Peygamberimiz ona itibar ve iltifat eder, kendisini evine davet eder; yolda Peygamberimizle görüşmek isteyen yaşlı bir kadın onun önünü keserek uzun süre konuşur, meşgul eder; eve gelince Efendimiz tek minderi müsafirine verir ve kendisi toprak zemine oturur; Adiy'e, "dini yasakladığı halde ganimetin dörtte birini kendisi için alıp almadığını" sorarak -başkasının bilmesi mümkün olmayan- bu kusurunu itiraf ettirir. Adiy bütün bu olup bitenler karşısında sarsılır. Onun sıradan bir hükümdar olmadığı kanaatine varır. Bu sırada Peygamberimiz bir son adım daha atarak ona şunları söyler: "Bu dine girmene mani olan şey nedir? Müslümanların yoksul olduğunu zannediyorsan, şunu bil ki, kısa bir zaman sonra onların arasında sadaka kabul edecek birisi kalmayacaktır. Şayet onların zayıf olduğunu sanıyorsan, şunu bil ki, yakında Irak'taki Kadisiyye'den kalkıp haccetmek üzere Mekke'ye gelmek isteyen bir kadının Allah'tan başka kimseden korkması gerekmeyecek; şayet egemenliğin müslüman olmayan hükümdarların elinde olduğunu görüyorsan, bil ki, yakında Babil'deki beyaz sarayların kapıları da onlara açılacaktır..." Adiy bu diyalog sonunda müslüman olur ve Peygamberimizin haber verdiklerinin tamamını gerçekleşmiş görecek kadar da yaşar. (21)
Kaynaklar :
(1) Suyûtî, el-Hasâisü’l-Kûbrâ, 1/26; İbn Hacer, el-İsâbe, 1/566; İbn Kayyım el-Cevziyye, Zadü’l-Meâd, 1/59; Müstedrek, 3/604
(2) Buharî, Hibe, 28; Ebu Davud, Diyet, 6; İbn Kesîr, el-Bidâye, 4/237
(3) İbn Hişam, Sîre 4/137; İbn Hacer, el-İsâbe, 2/187; Müsned, 6/465; Kenzu’l-Ummâl, 10/505, Müslim, Fezail, 59
(4) Buhari, Cenaiz 85, Tefsir, Berae 12; Müslim, Fedailu's-Sahabe 25, (2400) , Sıfatu'l-Münafıkin 3, (2744) : Tirmizi, Tefsir 3096; Nesai, Cenaiz 69
(5) Ebu Davûd, Edep, 85; Tirmizî, Fiten, 3; Müsned, 5/362
(6) Buhârî, Fiten, 7; Müslim, Birr ve Sila, 126
(7) Buharî, Marda, 3,13; Müslim, Birr 45; Müsned, 1/381
(8) Müslim, Zekat, 142; Buharî Edep 95, Buharî Menâkıb 25, Müsned 3/56.
(9) Müslim, Zekât, 148
(10) Müslim, İman, 158; Buhârî, Megâzi, 51; Diyâd, 2; İbn Mace, Fiten, 1; Cihad, 95
[11] Buhârî, farzu’l-humus 19; Müslim, zekât 128.
[12] Buhârî, et-Târîhu’l-kebîr 8/14; et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr 20/342; el-Heysemî, Mecmeu’z-zevâid 6/21.
[13] Buhârî, şehâdât 15; Müslim, tevbe 56.
[14] Ebû Dâvûd, cenaiz 4; Ahmed b. Hanbel, Müsned 5/201; et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr 1/163.
(15) Şeyh Sadi Şirazî , Bostan ve Gülistan isimli eserinden
(16) Buhârî, Enbiyâ, 24, 48; Müslim, Îmân, 272
(17) İğâsetü'l-Lehfan, Meymeniyye mtb., Mısır, 1320, s: 84
(18) Müslim, Cenâiz 78, 81
(19) Ebu Davud, Edeb 132; Tirmizi, Birr 28
(20) Ebu Davud, Haraç ve’l- İmâre, 33
(21) M. Hamidullah, İslam Peygamberi, I, 863. paragraf
yazar dr.Emin simsek