“Senin Rabbine yemin olsun ki, Biz onları(inkârcıları) da, şeytanları da diriltip huzurumuzda toplayacağız”(Meryem, 19(68) mealindeki ayette, şeytanın bizim gibi yaşayan canlı bir varlık olduğuna işaret edilmektedir.
“İblis/şeytan cinlerden idi”(Kehf, 18/50) mealindeki ayette ise, şeytanın cin kabilesinden olduğu belirtilmiştir.
İslam’ın kabul ettiği böyle açık bir gerçeğin inkâr edilmesi veya yanlış olarak algılanması hayra alamet değildir. Umarız, bu gerçekleri işittikten sonra doğruyu kabul etmekte tereddüt etmeyecektir.
Aslında Şeytan'ın kendini inkar ettirmesi onun en büyük oyunlarından biridir. Bu inkârda tek temel dayanak, şeytanın gözle görülmemesidir.
Şimdi o şahsa soralım:
Sen şeytanı neyinle inkar ediyorsun? Yani şeytanın varlığını senin ellerin mi kabul etmiyor, kulakların mı; gövden mi kabul emiyor, bacakların mı?
Bu sorumuzu saçma bulacak ve “hiçbiriyle” diyerek ilave edecektir: O’nun varlığını aklım almıyor.
O hâlde, şeytanın varlığını kabul etmeyen, o şahsın aklıdır. Görünmeyen bir şey, yine görünmeyen bir şeyi inkâr etmektedir; delili ise “görülmemesi.”
Akıl kelimelerle düşünür, ama kalbin bütün işleri kelimesizdir. İnsan bir çiçeği veya güzel bir kokuyu “kelimelerle” sevmez. Bu işi kelimesiz yapar. Ama, bu sevgisini ifade etmek, başkalarına aktarmak istediğinde kelimelere iş düşer.
İşte, kelimesiz seven ve korkan ve yine kelimesiz inanan o insan kalbine, şeytan musallat olmakta, onunla kelimesiz konuşmakta, ona fısıltı kabilinden birtakım telkinlerde bulunmaktadır.
Kaynak:Sorularla islamiyet