Alemlerin Rabbine hamdolsun. Efendimizi tüm gönderilen peygamberlerin de efendisi Muhammed’e, Ehli Beytine-aline ve tertemiz olan ashabına salat-u selam olsun.
BÄ°RÄ°NCÄ° SIFAT: VUCUD
Ä°slam inancının üzerinde kurulduÄŸu ya da bina edildiÄŸi temel, öncelikle Allâh’ı bilmek, Resulünü bilmektir. Allâh’ı bilmek ve tanımak demek, yüce Allâh’ın var olduÄŸunu, mevcut bulunduÄŸunu bilmektir. Buna iman etmek vacip/farzdır. Allâh ezelden beri vardır, mevcuttur yani onun varlığının bir baÅŸlangıcı yoktur.
Yüce Allâh şöyle buyuruyor: “Allâh’ın varlığı hakkında şüphe mi var?” (14, Ä°brahim, 10), “O ilktir...” (57, Hadid, 3) Yani Allâh’ın varlığının bir baÅŸlangıcı yoktur, demektir. Nitekim Ä°mam Buhari de Sahihinde, ayrıca Beyhaki, Ebu Bekir bin Carud, Ä°mran bin Husayn’dan rivayet ediyorlar. Yemen’den Allâh Resulü (s)’ne bir toplum gelirler ve Allâh Resulüne:
“Ey Allâh’ın Resulü! Biz sana dinde derin bilgi sahibi olmak ve senden bu iÅŸin başında olan hakkında bir ÅŸeyler sormak için geldik.” Farklı bir lafızda ise, “Bu iÅŸin başından..” diye rivayet olunmuÅŸtur. Hz. Peygamber (s) de şöyle buyurmuÅŸtur: “Her ÅŸeyden önce Allâh vardı ve Ondan baÅŸka bir varlık da yoktu. Onun Arşı su üzerindedir ve O her ÅŸeyi zikirde-Levh-i Mahfuz’da yazmıştır.” Sanki burada bu soruyu soran Yemenliler, alemin baÅŸlangıcında soruyor gibidirler. Ancak Allâh Resulü (s) onlara, onların sorduklarından daha önemli olan bir ÅŸekilde cevaplamaktadır. Çünkü Allâh Resulü (s): “Her ÅŸeyden önce Allâh vardı ve Ondan baÅŸka bir varlık da yoktu” Yani Allâh ezelden beri mevcuttur, vardır ve Onun varlığının bir baÅŸlangıcı ya da başı yoktur. Ezelde O varken, onunla beraber bir baÅŸka varlık yoktu. Yani ne zaman, ne mekan, ne de cisimler, evet bunlardan hiçbir ÅŸey yoktu.
Allâh Resulü (s) vermiÅŸ olduÄŸu bu cevabına ÅŸunu da ekliyor: “Gerek su ve gerekse ArÅŸ, diÄŸer yaratılmışlar yok iken bu ikisi yaratılmıştı ve vardı. Allâh Resulü (s) onlara, suyun ArÅŸ’tan önce yaratılmış olduÄŸunu da kendilerine bildirmektedir. Çünkü Allâh Resulü (s): “Onun Arşı su üzerindedir” buyururken, onlara ÅŸu gerçeÄŸi anlamalarını söylüyordu, su, ArÅŸ henüz yaratılmazdan önce yaratılmıştır.
Allâh Resulünü tanımak ve bilmek meselesine gelince, bu da Onun Allâh’tan aldıklarını tebliÄŸ ettiÄŸine ve söylediklerinde sadık-doÄŸru olduÄŸuna yani farz kılınanları, helal ve haram kılınanları bildirirken, bunlarda doÄŸru olduÄŸuna inanmaktır. Aynı ÅŸekilde geçmiÅŸe iliÅŸkin verdiÄŸi haberlerde, ileride olabilecek ÅŸeylerde, bunlar ister dünyayı ilgilendiren ÅŸeyler olsum, ister kabir alemini olsun, ister ahiret hayatıyla alakalı olsun, bunların tümünde doÄŸru olduÄŸuna iman etmek, demektir.
Kim hiçbir şüphe ve kuÅŸkuya kapılmaksızın bunlara kesin olarak inanırsa, bu kiÅŸi gerçekten Allâh’ı ve Resulünü bilen bir kimsedir. Bu konulara iliÅŸkin akla dayalı delilleri ister bilsin, ister bilmesin bu kimse Allâh’a ve Resulüne inanmış kiÅŸi demektir. Ä°manın sahih ve saÄŸlıklı, kabul edilebilir olması için Mutezilenin ileri sürdüğü ve kiÅŸi mutlaka bu konuya iliÅŸkin akla dayalı delili bilmelidir, diye bunu bir ön ÅŸart olarak ileri sürmekle sapıtmış olmaktadır. Ancak Ehli Sünnet böyle bir ÅŸeyi ÅŸart-koÅŸul olarak ileri sürmezler. Fakat bununla beraber Ehli Sünnet, Allâh’ın varlığı hakkında icmali manada da olsa yani kısa da olsa bu konuda akli bir delil göstermelerini vacip kabul ederler.
İcmali manada olacak olan böyle bir delil, bilimin öngördüğü bir sıralamaya yani tertibe uyarak bilemese de, her mümin böyle bir delili şu veya bu manada bilebilir. Örneğin bu alem değişen bir varlıktır. Her değişen varlık da hadistir yani sonradan meydana gelmedir. O halde bu alem de hadistir.
Buna göre mutlaka bu alemi meydana getiren bir Muhdisin, yaratan ya da var edeninin olması gerekir. İşte sözü edilen bu Muhdis, Allâh diye adlandırılan Muciddir, yaratıp var edendir.
Doğrusu kim iyice düşünüp, sağlıklı bir bakış açısıyla bir değerlendirme yapacak olsa, mutlaka buna ilişkin delili aklıyla bulabilir. İcmali manadaki delil göstermeyi ya da ortaya koymayı alim olsun, olmasın hemen herkes bilebilir. Bu türden bir delil göstermeye doğal delil sergilemek, ortaya koymak denir. Müslüman bir kimsenin icmali manadaki bir delili sergilememesi, ortaya koyamaması bir eksikliktir. Allâh'ın var olduğuna delalet eden akli delili öğrenmek farzdır. Böyle bir delil göstermeyen bir mümin kimse hakkında hak ehli denen Ehli Sünnet böylesi için asi kimsedir, demektedirler. Bunun da sebebi şanı yüce olan Allâh, kullarına, yaratmış oldukları varlıklar üzerinde düşünmeleri, tefekkür etmelerini istemiştir ki, bu sayede asıl yaratıcılarını bulabilmede bir delil ortaya koyabilsinler, istemiştir. Kısaca alemin durumuna bakarak bundan bu alemin bir yaratanının olduğunu anlayabilsinler, istemiştir.
DiÄŸer taraftan yüce Allâh’ın varlığını öğrendikten ve sadece ibadete layık olanın O olduÄŸunu bildikten sonra, yani asıl önünde yere kapanmanın gerektiÄŸinin Allâh olduÄŸunu öğrendikten sonra, bundan böyle artık bu kimsenin yüce Allâh’a ait olan on üç sıfatı da öğrenmeleri gerekir. Bu sıfatlar sırasıyla ÅŸunlardır:
Kıdem, Beka, Muhalefetun lilhavadis, Kıyam binefsihi, Vahdaniyet, Hayat, Kudret, İrade, İlim, Semi, Basar ve Kelam.
Bu sıfatlara ilişkin icmali delillere gelince bu konuda şunun ifade olunmasıdır. Eğer yüce Allâh bu sayılan sıfatlara sahip olmasaydı, bu gün var olduğunu gördüğümüz bu alem var olmazdı, mevcut olmazdı. İşte icmali manadaki bu türden bir delile ulaşabilmek yeterlidir ve vacip/farz olan da zaten budur.
Tafsili yani detay manadaki delillere gelince, Bunu tüm detaylarıyla bilip öğrenmek farzı ayın olan bir görev değildir. Aksine bu, farzı kifayedir. Müslümanlar, akidelerinin temelini oluşturan bu on üç sıfatı ve bunlara bağlı olanlarını akla dayalı delilleriyle bilebilirlerse, artık bunları bilemeyen diğer Müslümanlardan bu borç düşürülmüş olur. Yani bazılarının bilmesiyle diğerlerinden vebal kalkmış olur. Çünkü itikaden dinsiz olanlarla bidat ehline karşı çıkabilecek olan bir şüphe ya da kuşkunun önlenebilmesi için bu, gereklidir.
ÖrneÄŸin bir mülhit yani dinsiz gelir de Müslümanlara: “Allâh’ın varlığına iliÅŸkin olarak bana akla dayalı delil gösterin” diye bir talepte bulunsa, mutlaka bu adamın şüphe ve kuÅŸkularının hem de tafsili yani detaya dayalı delillerle giderilmesi gerekir. Çünkü böylesi bir adama, yüce Allâh, “Allâh’ın varlığı hakkında şüphe mi var?” (14, Ä°brahim, 10), “Allâh her ÅŸeye kadirdir.” (5, Maide, 120), “O her ÅŸeyi hakkıyla bilendir.” (2, Bakara, 29. 6,En’am, 101. 57, Hadid, 3) “O ilktir...” (57, Hadid, 3), “Şüphesiz Allâh’ın hiçbir ÅŸeye ihtiyacı yoktur, O her ÅŸeyden müstaÄŸnidir.” (29, Ahkebut, 6) iÅŸte bu ve benzeri ayetleri okuyarak cevap vermeye kalkışırsa, mülhid yani o dinsiz olan kiÅŸi de buna karşılık ÅŸunu söyleyecektir: “Ben sizin kitabınıza inanmıyorum, sizin kitabınızdan bana delil sunmanızı, hatırlatmada bulunmanızı istemiyorum.” Bu durum karşısında o halde böyle bir adamın şüphesini nasıl ortadan kaldıracaksınız.
Buna örnek olarak şöyle bir örneÄŸi gösterebiliriz. Varsayalım ki güneÅŸe tapan biri: “Benim *****m duyularla anlaşılabilen ve görülebilendir. Ä°nsanlara ve diÄŸer canlılara, bitkilere, suya ve havaya da faydası dokunandır. O halde benim bu dinim nasıl hak din olmayabilir ki? Gerek biz ve gerekse siz olun, hepimiz de bilmekteyiz ki bu vardır, mevcuttur ve gözlerimizle de görülebilmektedir. Öyleyse nasıl benim bu dinim için, o batıl bir dindir, diye söylersiniz ki?” EÄŸer bu adama yeniden, “yüce Allâh şöyle buyuruyor” dense, o da: “Ben sizin kitabınıza inanmıyorum, ben sizden akla dayalı bir delil, bir kanıt istiyorum. EÄŸer böyle bir delil bulup da bana gösterirseniz, ben de size teslim olacağım. Aksi takdirde sizin dininize inanmamı benden nasıl isteyebilirsiniz ki?” demiÅŸ olsa buna nasıl bir kanıt gösterilecek söyler misiniz?
Tevhid ilmine iliÅŸkin akli ve nakli delillere çok fazla ihtiyaç duyulduÄŸu halde, Tevhid ilmi akli ve nakli delilleri, kanıtları kapsamaz diye sananlar var ya, bunlar, bu kafiri susturmasına güç yetiremeyenlerdir. Ancak bu gibi kafirleri susturmayı bilenler, yüce Allâh’ı keyfiyetten, ona bir sınır tanımaktan, mekan ve cihet ile nitelemekten tenzih edenler susturabilirler de o kafire ÅŸu ÅŸekilde cevap verirler:
Senin mabudun ya da *****n olan varlığın bir haddi, sınırı ve şekli vardır. Dolayısıyla o, kendisine bu şekilde yaratan bir varlığa muhtaçtır. Oysa Hak olan -ki Mabud ki O var olan zattır- Onun bir haddi, bir sınır ve şekli yoktur ve başka bir varlığa da muhtaç değildir. Fakat senin inanmakta ve yapmakta olduğun *****n olan güneşe gelince, zaten akıl, onun ilah olduğunu en başta kabul etmez. Bu, akıl açısından doğru da değildir. Çünkü güneşin kendi kendisini bu şekilde yaratması akıl açısından olamazdır. Ancak tapınılmaya layık olan varlık, bizim Mabudumuz, ilahımız olan zattır ki o vardır, mevcuttur ve Onun varlığı başka varlıklar gibi değildir. İşte böyle bir cevap verilmesi halinde güneşe tapan kişi, bu cevap karşısında apışıp kalır.
Nitekim Kur’an’ı Kerim’de akla dayalı delile yol göstermekte ve bir çok ayetlerde bu gerçek dile getirilmektedir. ÖrneÄŸin yüce Allâh’ın ÅŸu ayeti gibi. Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Kendi nefislerinizde/üzerinizde de Allâh’ın varlığını gösteren bir çok deliller vardır, görmüyor musunuz?” (51, Zariyat, 21) Yani sizin kendi varlığınız da bile yüce Allâh’ın var olduÄŸunu gösteren bir çok deliller bulunmaktadır.
Nitekim kimi akaid bilginleri bunun için bir delili örnek olarak anlatırlar. Bu da ÅŸu örnektir: “Ben önceleri yok iken sonradan var oldum. Öyleyse sonradan var olanın bir var edeni vardır. Mademki ben de sonradan var olmuÅŸum, mutlaka beni de bir var edenin olması gerekir.”
Bu ifadeden çıkan sonuç ise şudur: İşte bu mükevvin yani var eden, ol diyen zatın bana benzememesi, benim benzerim olmamsı ve sonradan var olanların hiç birine benzememesi gerekir. Çünkü sonradan var olanlar da sonuç itibariyle bu nokta da benimle ortaktırlar. İşte bu mükevvin yani ol diyerek var eden zat, Allâh diye isimlendirilen zattır.
Ä°KÄ°NCÄ° SIFAT: KIDEM
Kıdem, mana itibariyle ezeli olan demektir. ÖrneÄŸin, “Allâh kadimdir” denince, bunun manası Allâh’ın varlığının bir baÅŸlangıcı yoktur, demektir. Bu, sadece yüce Allâh hakkında böyledir. Allâh’tan baÅŸkaları için böyle deÄŸildir. Çünkü Allâh’tan baÅŸkası için: “kadimdir” ifadesi kullanıldığında, bunun manası, bunun üzerinden uzun bir zaman geçti, demektir. Nitekim, ezelilik ifadesi de böyledir. Yüce Allâh bu manası itibariyle ezelidir yani varlığının bir baÅŸlangıç noktası yoktur ve ezelilik sadece yüce Allâh hakkındadır, yalnızca Allâh ezelidir.
Zamanın sekiliği, uzun süre ve zamanın geçmiş olması anlamında ezelilik meselesine gelince, lügat itibariyle yani dil açısından ilim adamlarının ifadelerinde bu, yaratılmışlar için de kullanılabilir.
Lügat açısından meseleye gelince, Kamus adlı eserinde Firuz Abadi “Herem” maddesinde şöyle diyor: “el-Hereman: Mısır’da ezeli yani oldukça eski olan iki yapıt-eserdir.” Åžanı yüce Allâh kadimdir ve ezelidir. Bu ifade, varlığının bir baÅŸlangıcı yoktur, anlamındadır. Allâh’tan baÅŸkası içinse, bu manasıyla onlara kadimdir ve ezelidir denemez. Ancak ikinci manası bakımından söylenebilir. Çünkü bu ikinci manasıyla o ÅŸeyin ya da varlığın uzun bir süre ve zamanın geçmiÅŸ olduÄŸu manası kasdolunur. Nitekim Kur’an’ı Kerim’de bu lafızla Allâh hakkında bir ifade yoktur, gelmemiÅŸtir. Ancak bu manada lafızlar bulunmaktadır. ÖrneÄŸin: “O ilktir...” (57, Hadid, 3) ayeti gibi. Çünkü bu ayeti, çok uzun sür üzerinden geçen manada bir ifade ile yorumlamaya kalkışmak, tefsir etmek caiz olmaz. Çünkü uzun bir zaman dilimi anlamında kadimulahd ifadesi Allâh’ın yaratmış olduÄŸu varlıklar için kullanılan sıfatlardan bir sıfattır. Yüce Allâh ise henüz zaman denen bir ÅŸey yok iken de vardı ve dolayısıyla yüce Allâh zamanın kadimliÄŸiyle vasıflanamaz, nitelenemez.
Hak ehli şöyle diyor: Varlıklar üç kısımdır:
Birinci kısım: Ezeli ve Ebedi olandır bu ise sadece yüce Allâh ve Onun sıfatlarıdır. Yüce Allâh’ın tüm sıfatları, zatının ezeli olması itibariyle ezelidirler. Yüce Allâh’ın zatının ezeli olduÄŸu sabit olunca, buna baÄŸlı olarak sıfatlarının da ezeli oluÅŸu sabit olmuÅŸ olur. Bu lafzın dışında ezeliyet manasını gösteren ayetler Kur’an-ı Kerim’de birçok defa yer almaktadır.
ÖrneÄŸin: “Allâh Gafur ve Rahimdir” (4, Nisa, 96) gibisinden ayetler. Bu ve benzeri ayetler bir hayli çoktur. Yani Allâh Ezelden itibaren Gafur ve Rahimdir, demektir. Aynı ÅŸekilde: “Allâh en iyi bilen ve hikmet ile vasıflanandır” (4, Nisa, 17) ayeti de böyledir. Kur’an’da ezeliyet ifadesi her ne kadar bu ÅŸekildeki bir lafız ile gelmemiÅŸ, yer almamış ise de, bu manada birçok ayetler ve nasslar Kur’an’ın bir çok yerlerinde sabittir.
Daha önce zikrettiÄŸimiz ve Buhari’de yer alan sahih bir hadiste şöyle buyurulmuÅŸtu: “Allâh vardır. O varken, ondan baÅŸka hiçbir varlık bulunmuyordu.” Ä°ÅŸte bu gerçek bilinince, buna raÄŸmen kim kalkar da Allâh’tan baÅŸka bir varlık için ezelilik iddiasına kalkışırsa ve bu alem türleriyle yani cinsi ve ÅŸahısları itibariyle ezelidir diyecek olursa, o kafirdir. Yine bir kimse çıkıp da bu alem muayyen olan fertleri itibariyle deÄŸil de, cinsi itibariyle ezelidir, derse, bu da aynen bir öncekisi gibi kafirdir. Çünkü bu, sonraki felsefecilerin ve bir de Ä°bn Teymiye’nin görüşüdür.
İkinci kısım: Bu kısım varlıklar ise ezeli değiller ama ebedidirler. Bunlar da cennet ile cehennemdir.
Üçüncü kısım: Bu kısımdaki varlıklar ezeli de ebedi de değildirler. Bunlar da cennet ile cehennem dışında kalan diğer yaratıklardır. Bu ikisine cennet ve cehennemde yer alan huriler, vildan ve benzeri şeyler de tıpkı cennet ve cehennem gibidirler. Çünkü kimi ilim ehli bu şekilde söylemektedirler.
Bir ÅŸey ezelidir ama, ebedi deÄŸildir konusuna gelince bu, muhaldir. Çünkü ezeli olan bir ÅŸey mutlaka ebedidir de. Yüce sıfatları itibariyle de ezeli ve ebedidir. Yani Allâh’ın sıfatları da zatı gibi hem ezeli ve hem ebedidir.
ÜÇÜNCÜ SIFAT: BEKA
Beka mana itibariyle yüce Allâh’ın varlığının sonunun olmaması demektir. Çünkü bir varlığın kadim olduÄŸu anlaşılınca, sabit olunca Onun Beka sahibi olduÄŸu da anlaşılmış olur. Bu itibarla onun için adem yani yok oluÅŸ muhaldir, olamazdır.
Nakli delillere dayalı olarak yüce Allâh’ın Beka sıfatıyla vasıflandığının bir kanıtı da Rabbimizin ÅŸu ayetidir: “Celal/Azamet ve ikram ÅŸle vasıfalanan Rabbinin vechi/zatı baki kalır.” (55, Rahman, 27), “Onun zatından/vechinden baÅŸka her ÅŸey helak olacaktır.” (28, Kasas, 88)
Beka ile ilgili akla dayalı kanıt ise şöyle açıklanabilir. EÄŸer yüce Allâh, baki olmamış olsaydı, ÅŸu alem de var olmazdı. Fakat alem vardır, mevcuttur. Böylece yüce Allâh’ın baki olduÄŸu da sabit olmuÅŸ olmaktadır. Yüce Allâh için vacip olan beka, zati olan bekadır. Yani Onun dışında bir baÅŸka varlığın, bunu Allâh için vacip kılması asla söz konusu deÄŸildir. Aksine yüce Allâh, zatı itibariyle yani li zatihi buna layıktır, müstahaktır, baÅŸka bir ÅŸey itibariyle deÄŸildir. Ancak cennet ve cehennem gibi kimi yaratılmışları için beka meselesine gelince, bu, icma ile sabit olan bir gerçektir. Ancak buradaki beka, zati manadaki bir beka deÄŸildir. Çünkü cennet ile cehennemin her ikisi de hadistirler. Hadis olan yani sonradan var edilmiÅŸ olan bir ÅŸey de li zatihi –zatı itibariyle baki olamaz. Cennet ile cehennemin bakilikleri zatları itibariyle deÄŸil, ancak yüce Allâh’ın onlar için bakiliÄŸi dilemesi itibariyledir.
DÖRDÜNCÜ SIFAT: VAHDANİYET
Bunun manası, yüce Allâh’tan baÅŸka ikinci bir varlık yani ilah yoktur, demektir. Yani yüce Allâh, ArÅŸ, Kürsi, cennet, cehennem, yedi kat gökler, insan, melekler ve cinler gibi cisimler olarak mürekkep bir varlık deÄŸildir. Bir takım ÅŸeylerden bir araya getirilerek oluÅŸan bir varlık deÄŸildir. Çünkü adı geçen cisimler bir takım ÅŸeylerden telif edilerek bir araya getirilmiÅŸ varlıklardır yani bunlara kısımlara ayrılabilirler. ÖrneÄŸin deÄŸerli bir varlık olan ArÅŸ, bir takım cüzlerden yani parçalardan oluÅŸan bir ÅŸeydir. Dolayısıyla nasıl ki yüce Allâh ile diÄŸer yaratıkları olan varlıklar arasında bir münasebetin olması muhal ise, bunun ile Allâh arasında da herhangi bir münasebetin olması muhaldir.
Yüce Allâh’ın Vahdaniyet sıfatı konusunda Akla dayalı burhan ya da kanıt ise, eÄŸer Allâh bir tek olmasaydı, müteaddit ilahlar var olsaydı, alemde görülen ÅŸu düzenden söz edilemezdi. Fakat görüldüğü gibi alemde bir düzen bulunmaktadır. Bu da Allâh’ın bir tek olduÄŸunun vacipliÄŸini, gerekliliÄŸini ortaya koymaktadır.
Vahdaniyet sıfatı konusunda nakle dayalı burhan ya da kanıt ise, oldukça fazladır. Bunlardan bir tanesi Rabbimizin: “De ki O Allâh bir tektir.”(112,Ä°hlas,1)
Bu konuda hadisten delil ise Buhari tarafından rivayet olunan şu hadistir. Bu rivayete göre Allâh Resulü (s) geceleyin uyandıklarında şöyle dua ederlermiş:
“Allâh, kendisinden baÅŸka ilah olmayan, Kahhar olan, göklerin, yerin ve bu ikisi arasında yer alan her ÅŸeyin Rabbi olan Aziz ve Gaffar plan/pek bağışlayan yegane varlıktır.”
BEŞİNCİ SIFAT: KIYAM BİNEFSİHİ
Yani Allâh hiçbir şeye muhtaç değildir, her şeyden müstağnidir. Şanı yüce olan Allâh hiçbir şeye muhtaç olmaması itibariyle Onun dışındaki her varlık Ona muhtaçtır. Varlık alemine gelmesi için O, bir muhassısa yani tahsis ediciye de muhtaç değildir. Çünkü bir başkasına muhtaç olmak durumu, Onun kadim olma sıfatına aykırıdır. Çünkü başkasına gereksinim duyması demek, hadisliğin, sonradan var oluşun bir alametidir. Şanı yüce olan Allâh bundan münezzehtir. Böylece Onun kadimliğinin de, baki oluşu da sabit olmuştur.
Åžanı yüce Allâh, kendisine itaat edenlerin itaati sayesinde bir yarar kazanmadığı gibi, kendisine isyana kalkışanların isyanıyla da zarar görecek deÄŸildir. Allâh’tan baÅŸka her ÅŸey, Allâh’a muhtaçtır. Hiçbir varlığın, göz açıp kapanacak kadar geçecek bir zaman dilimi kadar olsun, Allâh’a ihtiyaç duymayacağı bir anları olmaz. Yüce Allâh şöyle buyurmaktadır:
“Allâh zengindir-hiçbir ÅŸeye muhtaç deÄŸildir. Oysa siz Allâh’a muhtaçsınız.” (47, Muhammed,38)
ALTINCI SIFAT: MUHALEFETUN LÄ°LHAVADÄ°S
Yani Allâh, yarattığı varlıklarından hiçbirine benzemez. Bunun akla dayalı delili ise şudur. Eğer Allâh, yarattığı varlıklarından herhangi birisine benzemiş olsaydı, dolayısıyla, yaratıklar için geçerli olan değişime uğra, yok olma gibi niteliklerin Allâh için de olması caiz olurdu. Eğer böyle bir şey Allâh hakkında caiz olabilseydi, dolayısıyla onu değiştiren de buna ihtiyaç duyardı. Başkasına ihtiyaç duyan bir varlık da ilah olamaz. Bundan Onun hiçbir şeye benzemediği gerçeği sabit olmuş oluyor, ortaya çıkmış bulunuyor.
Bu konuda nakle dayalı kanıta yani yüce Allâh’ın sonradan olanlara benzemediÄŸinin vacipliÄŸi konusuna gelince, Rabbimizin ÅŸu ayetini gösterebiliriz. Yüce Allâh şöyle buyuruyor:
“Onun benzeri hiçbir ÅŸey yoktur.” (42, Åžura, 11)
Ä°ÅŸte bu ayet bu konuda en açık ve net olan nakli delildir. Kur’an’a yer alan bu ayet, her manadaki tenzihi ifade etmektedir. Çünkü ÅŸanı yüce olan Allâh bu ayette, nefiyden yani olumsuzluk edatından hemen sonra“Åžey” kelimesini zikretmektedir.
Åžayet Nekire bir kelime nefyin siyakında yani nefiyden-olumsuzluktan sonra gelirse, bu şümul ifade eder, kapsamlılığı içerir. Åžanı yüce olan Allâh, bu ayette kendi nefsinden ecrama, cisimlere, araza müşabeheti nefyetmiÅŸtir. Yani yüce Allâh hiçbir varlığın zatına asla benzemeyeceÄŸini kesin olarak reddetmiÅŸtir. Åžanı yüce olan Allâh insanlardan, cinlerden, meleklerden ve daha baÅŸkaca ruh sahibi olan varlıklardan hiçbirine benzemediÄŸi gibi, ulvi/üstün ve deÄŸerli ve süfli/basit, önemsiz ecramdan olan cansız hiçbir varlığa da benzemez. Kısaca yüce Allâh bu ÅŸeylerden hiçbirine asla benzemez. Aynı zamanda ÅŸanı yüce olan Allâh, reddettiÄŸi benzerliÄŸi de yaratmış olduÄŸu varlıklardan herhangi bir türü ile de kayıtlamış da deÄŸildir. Aksine ret edilen bu benzerlik olayı sonradan var edilmiÅŸ olan tüm hadis ÅŸeyleri kapsamaktadır. Bunların hiçbiri kapsam dışı deÄŸildir. Bu nefiy yani ret edilen benzerlik olayı yani benzememe durumu, yüce Allâh’ın kemiyet ve keyfiyet yani nicelik ve nitelik bakımlarından da her ÅŸeyden münezzeh olduÄŸunu kapsamaktadır. Kemiyetten kasıt, cirmin ya da cismin miktarı demektir. Yani yüce Allâh, miktar, alan, deÄŸerlendirme, sınırlandırma gibi bir takım deÄŸerlendirmelerin altına giren cisimler gibi deÄŸildir. Çünkü yüce Allâh herhangi bir miktar, ölçü ya da alan ile takdir edilen bir varlık deÄŸildir. Kim, Allâh’ın da bir tarifi, sınırı vardır, demiÅŸ olsa, o kimse bu ifadesiyle yüce Allâh’ı yaratmış olduklarına benzetmiÅŸ olur ki bu, ilahlığa ya da uluhiyete aykırıdır. Åžanı yüce olan Allâh, eÄŸer bir miktarın ya da sınırlamanın altında tahdide sahip olsaydı, bu durumda mutlaka kendisini böylesi bir takdir ve sınırlamanın altına sokan bir varlığa ihtiyaç duyardı. Tıpkı diÄŸer varlıkların ya da cisimlerin onları bir takım sınırlar ve ölçüler altına sokulmaya ihtiyaç duydukları gibi, bu takdir de Allâh da buna ihtiyaç duyardı. Çünkü herhangi bir ÅŸey kendi zatını belli bir takım ölçülerle sınırlı olarak yaratmaz.
Eğer yüce Allâh da tıpkı diğer cisimler gibi bir had ve miktar sahibi olsaydı, mutlaka onu bu hadde göre, bu sınırlamaya göre yaratan bir diğer varlığa ihtiyaç duyardı. Çünkü bu yani birinin kendisi belli bir sınırlama ve ölçü dahilinde yaratması, akıl bakımından doğru ve sahih olamaz. Başkasına muhtaç olan bir varlık ilah olamaz. Çünkü ilahlığın ya da ilah olmanın şartı, hiçbir şeye muhtaç olmamaktır.
YEDÄ°NCÄ° SIFAT: HAYAT
Yüce Allâh hakkında Hayat yani diri olmak sıfatı, ezeli ve ebedi olan bir sıfattır. Allâh’ın hayatı yani diriliÄŸi baÅŸka varlıkların ruh, et ve kandan oluÅŸan hayatı gibi deÄŸildir.
Yüce Allâh’ın diri yani hayat ile vasıflandığına iliÅŸkin akli delil ya da kanıt şöyledir. EÄŸer Allâh hayat ile vasıflanmış olmasaydı, bu takdirde Kudret, Ä°rade ve Ä°lim sıfatlarıyla da nitelenmezdi. EÄŸer yüce Allâh bu vasıflara sahip olmasaydı, o takdirde bunların aksi ya da zıddı olan niteliklerle nitelenmiÅŸ olurdu. Bu ise bir eksikliktir. Oysa yüce Allâh her ÅŸeyden münezzehtir.
Allâh’ın hayat ile vasıflandığının vacipliÄŸini gösteren delillerin başında bu alem-dünya gelir. EÄŸer Allâh diri yani hayat sahibi olmasaydı, ÅŸu alemde hiçbir ÅŸey olamazdı. Nitekim alemin varlığı duyularla ve zaruri olarak sabittir. Bunda da asla bir şüphe yoktur.
Yüce Allâh’ın hayat ile vasıflandığına dair nakle dayalı deliller ise bir çok ayetlerdir. Bunların başında da: “Allâh, Ondan baÅŸka ilah yoktur, O, Hayy’dır-Ölmez diridir.” (2, Bakara, 255) ayetidir.
SEKÄ°ZÄ°NCÄ° SIFAT: KUDRET
Bu sıfat da, yüce Allâh hakkında var olan zatıyla ilgili ezeli bir sıfatıdır. Bu sıfat için, Allâh’ın zatıyla kaim olan bir sıfat denmesi de yerinde bir ifadedir. Çünkü mana aynıdır. Ancak bu sıfat için, Allâh’ın zatında sabit olan bir sıfattır, denemez. Var etme ve yok etme ancak kudret sıfatıyla olur. Yani Ademden madum bu sayede var olur ve yine var olan bir ÅŸey de bu sayede madum yani yok olur.
Kudret sıfatının Allâh hakkında vacip olduğunun akla dayalı kanıtı da şudur. Eğer Allâh kudret ile vasıflanmış olsaydı, bu takdirde aciz olurdu. Aciz olunca da yaratıklardan hiçbir şey yaratılmış olmazdı. Yaratılanların var oldukları müşahede ile ortadadır. Eksiklik ise Allâh hakkında muhaldir. Çünkü ilah olmanın şartı kemaldir.
Nakle dayalı kanıt ise, Kur’an’ı Kerim’de buna iliÅŸkin deÄŸiÅŸik surelerde bir çok ayetler bulunmaktadır. ÖrneÄŸin ÅŸu ayet:
“Şüphesiz rızık veren, metin olan/ güç ve kuvvet ile vasıflanan ancak Allâh’tır.” (51,Zariyat,58)
Burada geçen, “Metin” sözcüğü, kuvvet ve kudret, güç manasınadır. Yine: “Allâh her ÅŸeye kadirdir/gücü yetendir.” Ayeti de buna iÅŸaret etmektedir, bunun kanıtıdır.
Diğer taraftan kudret sıfatı, ancak aklın var olmasını mümkün gördüğü ve kabul ettiği, caiz gördüğü şeylere ancak taalluk eder, başkasına değil. Bunlar da zaten aklen mümkün olan şeylerdir. Başka bir anlatım tarzıyla akıl bakımından caiz yani olabilir olan şeylerle alakalıdır. Kudret sıfatı aklen vacip olan şeylerle, aklen muhal olan şeylere taalluk etmez. Yani var olmayı kabul etmeyen, var olması olmayacak olan şeyler için düşünülemez. İşte bunun içindir ki, acaba yüce Allâh kendisi gibi bir varlığı yaratmaya kadir midir, veya kendisini ortadan kaldırabilecek bir varlık yaratabilir mi denemez, çünkü bu, mümtenidir yani olacak bir şey değildir. Bununla beraber Allâh bu şeyleri var etmekten acizdir de denemez.
DOKUZUNCU SIFAT: Ä°RADE
Ä°rade sıfatı da, Allâh’ın zatıyla kaim olan kadim bir sıfattır. Yani bu sıfat Allâh için vardır, zatı itibariyle onun için sabittir. Aklen mümkün olabilen ÅŸeyler bu sıfatı ilgilendirir. Çünkü aklen mümkün olan yani olabilir olan ÅŸeyler, aynı zamanda olmamaları da mümkündür. Çünkü aklen mümkün yani olabilir olan ÅŸeyler, daha önce var deÄŸillerdi. Sonradan varlık dünyasına gelmiÅŸlerdir. Çünkü yüce Allâh onların var edilmesini tahsis etmiÅŸ, öngörmüştür. Çünkü bunların akıl açısından olmamaları da caizdir. Bunların var olmaları yüce Allâh’ın onları tahsis etmesi sebebiyledir. Åžayet Allâh’ın bunları tahsisi olmasaydı, aklen mümkün olan bu ÅŸeylerden herhangi bir var olamazlardı.
Bundan da anlaşılıyor ki, yüce Allâh, varlığıyla bunların varlık aleminde yer almasını tahsis etmiş, istemiş, yokluk aleminde kalmalarını dilememiştir. Bir de bunlarda olan ve başkalarında olmayan bir vasıf nedeniyle bunu var etmiştir.
ÖrneÄŸin insanın yaratılışının bu ÅŸekil ve surette tahsis edilmiÅŸ olması, yüce Allâh’ın onu öyle tahsis etmiÅŸ olmasıyla olmuÅŸtur. Çünkü bu, akıl açısından da caizdir. Zira Allâh dileseydi, insanı bu ÅŸekil ve surette yaratmayabilirdi, baÅŸka bir ÅŸekil ve surette yaratırdı. DiÄŸer taraftan insanın bulunması istenen vakitte var olmasının tahsisi de aynı ÅŸekilde yüce Allâh tarafındandır. Çünkü Allâh dilemiÅŸ olsaydı, insanı bu alemin ilk yaratılanı kılardı. Fakat Allâh onu alemin ilk varlığı kılmadı. Aksine onu alemin son varlığı kıldı. Bizden tek bir kiÅŸi bile kendisini hali hazırda olduÄŸumuz bu ÅŸeklimiz üzere kendisini yaratmaya kadir deÄŸildir. Böyle olduÄŸu gibi, ÅŸu anda içinde var olduÄŸu zaman dilimi içerisinde de kendisini bu zamanda olmak kaydıyla da yaratmaya gücü yetmez. Böylece anlaşılıyor ki bu durum, bir tahsis edenin tahsisiyle olabilmektedir. Bu tahsis eden yani muhassıs olan zat ise ezeli olarak var olan ve adına Allâh denilen zattır.
Allâh hakkında Ä°rade sıfatının vacipliÄŸini gösteren deliller de yine Kur’an’da oldukça çoktur. Ä°ÅŸte bunlardan biri yüce Allâh’ın ÅŸu ayetidir: “Çünkü Rabbin dilediÄŸini hakkıyla yapandır.” (11, Hud, 107. 85, Buruc, 16) Yani ÅŸanı yüce olan Allâh yaratır, ezeli iradesiyle kainatta dilediÄŸi gibi yapar.