Evet, bayram günlerinde vicdanlarımızda yer yer muvakkat tatlı bir hicran, zaman zaman da zevkli bir dâussıla duyar ve yaşarız. Şimdilerde bazı bayramlar bizim için, sanki hüzün ve zevk berzahında yaşanıyormuş gibi; bir yandan en ulvî hislerle ruhlarımızı coştururken, diğer yandan da gönüllerimize âdeta keder ve tasa pompalamakta.. evet, hemen hepimiz o günlerde hem sevinmek hem de ağlayabilmek için, ruhumuzun bütün derinlikleriyle açılarak, bir zamanlar kaybettiğimiz cennetlerin burukluğunu duyduğumuz aynı anda, ileride ulaşacağımıza inandığımız firdevslerin hülyâlarıyla da kendimizden geçeriz.. yani gözlerimiz bahar bulutları gibi yaşlar dökerken, ruhlarımızda da sürekli cennet yamaçları tüllenir. Evet, her şeye rağmen bayramların o cıvıl cıvıl hülyâ ve tahassür dolu canlılığı bize, sonbaharda da, kış ortasında da bulunsak, taptâze bir yeni bahar armağan ediyor gibi gelir.
Hepimiz o aydınlık günlerde, tatlı bir hüzün, engin bir inşirah veya coşturan bir ümit, içimizi dolduran bir sevinçle yeniden diriliyor gibi oluruz. Oluruz da uğradığımız her yere, bizden evvel Hızır uğramış da seccâde-sini sermiş gibi, kendimizi bir "ba'sü ba'de'l-mevt" atmosferinde buluruz.
Bayramlardaki nazlı sesler, ruhlardan kopup gelen tebessümler, her yerde genişletilmiş bir kardeşlik yaşanıyor gibi rastgele herkesle kucaklaşmalar, herkesle selamlaşmalar.. her yerde ikramlar, her bucakta ziyâfetler ve tıpkı toy-düğün gibi dizi dizi tes'îd merâsimleri ve görkemli şehrâyinler hep irâdelerimizin önünde cereyân eder ve bize âlemşümûl bir kardeşlik adına neler neler fısıldar.!
Gönüllerimiz her zaman bayramları bir ihtiyaç hissiyle arar, biz de bu mübârek günleri bütün vâridâtıyla duymaya çalışırız.. tekbirlerle, tehlillerle coşar; istiğfarlarla iç âlemimizi yıkar.. her yanda tütüp-duran neşe ve sevinçle kederlerimizi, tasalarımızı atar.. şifâhî irfânımızın bir buudu sayılan sanatlar, ilâhiler ve münâcâtlarla nefes alır-verir ve bu velûd günlerde daha ne güftesiz besteler dinleriz. Hele duyguları, düşünceleri açısından milletimizin mânâ kökleriyle alâkalı olduğu kadar, âile yapısı, yurdu-yuvası itibâriyle de bizim dünyamıza açık bulunanlar bu renkli zaman dilimini bir başka duyar ve bir başka hissederler. Obalarında çadır-çardak köşelerinde minderler üzerinde veya kerevetler üstünde.. mütevazî evlerinde mangal veya sobalarının başında alçak minderler üzerinde.. bahçelerinde ağaçların üfül üfül dalları altında yeşilin bağrında.. evlerinin geniş bir odasında veya köşklerinin, yalılarının ferahfezâ salonlarında, yenilen yemek ve pastalarda, içilen çay, kahve ve şerbetlerde âdeta hep bayram duyulur, bayram hissedilir, bayram yenir, bayram içilir ve bayram soluklanır gibi olur. Bayramın o sımsıcak ve yumuşaklardan yumuşak ikliminde duyulan sesler, işitilen sözler, imanla doymuş ve oturaklaşmış gönüllere çarpıp geçerek gidip tâ şanlı geçmişimizin derinliklerine ulaşır ve orada bizi her biri cihan değerinde tedâilerle buluşturur!
Bayramların herkese açık o müsâmahalı saat ve dakikalarında her şeyde ayrı bir neşe ve sevince ulaşan çocuklar, gece yarılarına kadar bayram duygusuyla oturur-kalkar, bayram müsâmahasıyla güler-oynar; cıvıl-cıvıl seslerini duyurabilme emeliyle daldan dala seken ve her dalda çevresine ayrı bir nağme salan bülbüller gibi yorulup bitkin düşünceye kadar akla-hayâle gelmedik oyunlar sergiler ve bizlere bayram içinde ayrı bir bayram daha yaşatırlar.
Bayramlar, bütün insanî münâsebetlere en pratik bir vesîle, bütün ledünnî zevklere en müsâit bir zemin, kitleler hâlinde sevişip-kaynaşmaya en münâsip bir vasat ve ebediyetleri duyup-yaşamaya da en elverişli bir sahne gibidirler. Hepimiz onun, o masmâvi dakikalarında, meşrû cismânî hazların yanında fikir ve his ziyâfetlerinden de nasîbimizi alır ve ruhumuzun armonisini dinleriz. Hele ibâdet u tâatın duyularak edâ edildiği, tekbirlerin, tehlillerin her yanı sardığı ve bayram o kendine has havası, nazı, tadı ve şivesiyle gelip dalga dalga gönüllerimize aktığı, akıp ruhlarımızı uhrevîliğe garkettiği zaman, artık sanki bizi dünyanın fâni ve zâil yüzüne bağlayan kayıtlar bir bir çözülüyor gibi olur ve kendimizi âdeta bir başka derinliğin insanları sanırız. Sanırız da, yıllardan beri bayrama susamış gönüllerimize, bayramda neşeyle köpüren her dakika, sağnak sağnak rahmet gibi üzerimize boşalır; kurumaya yüz tutmuş ruhlarımızın her yanını sular ve sînelerimizin derinliklerinde uyuyan binbir ümit ve teselli çiçeklerine sûr olur, hayat üfler.
Biz, hemen her zaman, bayramları, inanmış insanların uhrevî zevkleri, köpük köpük iştiyakları, dinme bilmeyen merakları ve ölümsüz beklentileriyle karşılar, duyar.. ve kim bilir kaç zevki birden idrâk ederiz? Doğrusu inanan gönüllerin, bayramları yaşarken, tam olarak neler hissettiklerini, neler duyup neler düşündüklerini anlayıp söylemek mümkün değildir. Zira hayatın, ukbâ tecellileri içinde temiz sînelere boşalttığı hissi, zevki anlamak için en az o sîneler kadar bu gizli esintileri duyup yaşamak şarttır.
Bayramlarda müminlerin, lâhûtîleşen dengeli hareketlerinde, vakarla tüllenen davranışlarında, mânâlı derin bakışlarında, vefâlı ve samîmiyet tüten sözlerinde hep cennet muhâverelerindeki o büyülü üslup sezilir. Evet, vazife ve sorumluluklarını yerine getirerek bayram zevkine ve bayram duygusuna uyanmış bu insanlar, öyle bir olgunluk ve enginlik sergilerler ki, her zaman bakışlarında lâhûtî bir derinlik, hareketlerinde büyüleyen bir ciddiyet, sükûtlarında ürperten bir verâîlik ve tebessümlerinde de sımsıcak bir letâfet tüllenir durur. Hemen herkes derecesine göre bayramın bu sihrinden nasîbini almıştır ve her inanmış çehrede bunu görüp duymak da mümkündür. Mümkündür zira çoğu okumamış ve ciddî bir terbiyeden de geçmemiş bu insanlar, tekyenin, zâviyenin, mektebin, medresenin bütün vâridât ve müktesebâtını temsil ediyor gibi her zaman bir zenginlik sergiler ve bir rûhânî derinlikle oturur-kalkarlar. Bunların çoğu o kadar râbıtalı, o kadar îtinâlı ve o kadar yürektendirler ki, sanki bunlar sıradan birer insan değil de, her biri şanlı geçmişimizin bütün değerlerini taşıyan, tartan hassas birer terâzi ve asırlar boyu toplanıp biraraya gelmiş bir dünya hazînesinin billurdan canlı mahfazaları gibidirler. Onların davranış ve tavırlarında, üslup ve edâlarında cennet meyvelerinin lezzetini, firdevs yamaçlarının sükûnetini, Allah cemâlini müşâhedenin halâvetini duyuyor gibi oluruz. Onların her şeye derin bir alâka ile konup kalkan bakışları, her meselede sağlam düşünce yapıları, ruhlarının derinliklerinde hâlâ hayâtiyetini devam ettiren bir mânâ kökünün var olduğunu gösterir.. gösterir ve gönüllerimize geçmişin gururunu, geleceğin de ümîdini fısıldar. Bu insanların hepsi, tevâzu ile onurun, mahviyet ile izzetin, emniyet ile hüznün, neşeyle temkinin halitası bir ruh hâletini paylaşır ve başka milletlerde görülmedik bir mükemmeliyet ortaya korlar. Bunların umûmî görünümlerinde hem ebedî bir millet olmanın gizli renkleri hem de Kur'ân'a uyanmış, Kur'ân dinlemiş olgun ruhların vakar ve ciddiyeti nümâyândır. Bunları bazılarımız hissetmesek bile, bu böyledir ve her zaman onların bakışlarından akıp ruhlarımıza dökülmekte ve sözsüz, bestesiz bir enstrümandan yükselen nağmeler gibi rûhumuzun derinliklerinde yankılanmaktadır.