Diyalog Devletin Resmi Politikasidir

Alıntı:...


Ağaç Şeklinde Aç13Beğeni

  1. Alt 01-11-2009, 20:52 #31
    Ziyaretci
    Henna Mesajlar: n/a
    Alıntı:
    böyle sadece hikaye yazılınca soru ve cevap çok havada kalıyor...

    hikayeden başka ve önce yorumum var...soru cevap cümlesi yok...vurgu yaptığım husus netti...selametle..


    Alıntı:
    Bugün nice antlasmalar olmusturki görünürde kaybetmisizdir ama aslinda kazanan olmusuzdur. 1000 insan kurtulacak feraha erecek ve asirlar bununla yükselecekse birden vazgecersin o da belki kanaatlerle olur

    sorum şöyle...
    antlaşmalar nedir ben anlamadım.ve 1000 kişi kurtulacak derken kasıt ne açarmısınız ve örnek nedir.hikayede verilen tavizin "hak" olmayan dan verilen taviz ki bunu farz ve sünnet mekruh gibi kesin delilerden vazgeçme müsamaha gösterme olarak belirttim.eğer 1000 kişi kurtulacak derken nasıl bir kurtulma can mı manen mi?birden vazgeçmek derken feda edilen nedir..hüküm mü kişi mi?mal veya can mı?zaten verilecek taviz hak dan değilse konuya dahil değildir ki...Allah yolunda mal can ana evlat hertürlü infak..vermek şerefdir.İlim için hizmet için herşeyden geçebilmek evinden yurdundan rahatından...nefsinden.Ne mutlu o erlere.
    selametle...

    Konu Henna tarafından (01-11-2009 Saat 20:58 ) değiştirilmiştir.
  2. Alt 01-11-2009, 21:27 #32
    alptraum Mesajlar: 38.107
    Blog Başlıkları: 28
    O zaman cevap vereyim ne oldugunu. Hudeybiye baris antlasmasini bilirsiniz. Hac vazifesine giden Peygamber efendimiz ve sahabeler ile Mekkeli müsrikler arasinda imzalanmis bir antlasmadir. Buradaki örnekten dahi yazdiginiz hikayedeki tavuktan cikan sonuca göre bir mukayese edin. Gerci sizinkisi hikaye benim koyacagim ise hakikat. Ben anlatmayayim da Tarihi tam nükteleriyle kopyalayim.

    Müşrikler müslümanların Mekke'ye girmelerine izin vermeyeceklerini açıkça söylüyorlardı. Hz. Peygamber ise "Biz buraya kesinlikle savaşmak için gelmedik. Amacımız Kâbe'yi ziyarettir, Umre yapmaktır. Kureyşliler eski savaşlarda zayıf düşmüşlerdir. Dilerlerse onlarla bir anlaşma, bir sure için barış anlaşması yapmak isterim. Kabul ederlerse ne âlâ, aksi takdirde Allah'a yemin ederim ki, ölünceye kadar onlarla savaşırım" diyerek barış öneriyordu.

    Allah Rasûlü'nün kararlılığı yüzünden müşrikler savaşı göze alamadılar. Amr oğlu Süheyl'i kendileri adına bir anlaşma yapmak üzere gönderdiler.

    Rasûlullah ile Süheyl uzun görüşmelerden sonra anlaşma şartlarını tesbit ettiler. Buna göre;

    1-Müslümanlarla müşrikler on yıl süreyle savaşmayacaklar, birbirlerine saldırmayacaklardı .

    2- Müslümanlar bu yıl Kabe'yi ziyaretten vazgeçerek geri dönecekler, ancak gelecek yıl umre yapacaklar, müşriklerin boşaltacağı Mekke'de üç gün kalacaklar ve yanlarında yolcu kılıçlarından başka silah taşımayacaklardı.

    3- Mekke'den birisi müslüman olarak Medine'ye sığındığı zaman iade edilecek; fakat Medine'den Mekke'ye sığınanlar iade edilmeyecekti.

    4- Arap kabileleri istedikleri tarafla anlaşma yapmakta serbest olacaklardı.




    Maddeler asikar degil mi? Efendimiz Tavugu vermis mi oldu simdi

    Ittihad denilen bir durum var. Gelecek icin uygulanan ve müslümanlarin lehine olacak bir durum söz konusu.

    Ve hakikatin devami ;

    Bu nedenle müslümanlar büyük bir hayal kırıklığına uğradılar. Bu andlaşmayı bir aşağılanma, bir küçük düşürülme olarak kabul ettiler. "Sen Allah'ın Rasûlü değil misin? Davamız hak dava değil mi? Bu zilleti neden kabul ediyoruz?" diyen Hz. Ömer'in sözleri, müslümanların genel üzüntülerinden doğan tepkinin dile getirilişinden başka bir şey değildi. Fakat şüphesiz Allah ve Rasulü neyin hayırlı, neyin şer, neyin izzet, neyin zillet olduğunu daha iyi bilirdi.

    Hudeybiye andlaşmasının en önemli yanlarından veya sonuçlarından birisi hiç kuşkusuz siyasî yönüdür. Daha önce Mekkeli müşrikler, Medine İslam toplumunun varlığına bile tahammül edemezlerdi. Hatta müslümanları kökten yok etmek amacıyla Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarında olduğu gibi birçok girişimde bulunmuşlardı. İşte bu andlaşma ile ilk kez müşrikler Medine İslam toplumunu resmen tanınmış oluyorlardı. Bu durum İslam'ın kabileler arasından büyük bir önem kazanmasına neden oldu.

    Bugün devletler arasi bizim gördügümüz ise su sekilde ;

    Amanin taguta karsi durulmadi, küfre susuldu. Savasmak gerekiyor vurmak gerekiyor kesmek gerekiyor. Ardinada salliyoruz 5-10 küfür her aklimiza geldiginde her seferinde beddua dilimizden düsmüyor. Icraat nerde yok. Islam baris dinidir islam uzlasma dinidir. Uzlasmak ise taviz vermek degildir, insanca toplum olarak yasayabilmenin örneklerindendir. Bu yüzden bugün benim düsüncemle Avrupa birligi cok cok önemlidir. Bakin hakikatin devamini kopyalayip neden Avrupa birliginin öneminide söyleyim.

    Andlaşma maddelerinden müslümanları en çok üzenlerden birisi, Mekke'den kaçan müslümanların iade edilmesi hakkındaki madde idi. Daha andlaşma imzalanır imzalanmaz zincirlerini sürükleyerek gelen Ebu Cendel'in, "Müslüman olduğum için bu kadar zulümlere işkencelere uğramıştım. Beni tekrar aynı işkencelere atmak mı istiyorsunuz? Beni yine müşriklere mi teslim edeceksiniz?" çığlıklarına rağmen antlaşma gereğince Kureyş adına andlaşmayı yapan müşrik Amr oğlu Süheyl'e teslim edilmesi, müslümanları gözyaşları içinde bırakmıştı .

    Bakin 1000 icin 1 yakildi. Aslinda buna yakilmada denmez ve ben cümlemde kanaat durumundan bahsettim yani bu durum heryerde gecerli degildir. Bugün kü durumun örneklerinden belki kiyaslamalar olusturulabilir.



    Alıntı:
    zaten verilecek taviz hak dan değilse konuya dahil değildir ki...

    Iste senin yazdigin hikaye ve konu ile uyumu ve yazilan cümleleler.


    ISIK tutmasi ümidi ile.

  3. Alt 01-11-2009, 21:55 #33
    Ziyaretci
    Henna Mesajlar: n/a
    evet hudeybiyeyi her türlü biliyorum...o mekana selam olsun...teşekkür ederim ışık için.

    fakat hiç aynı penceren okumuyoruz yazıları bu anlaşılmış oldu...ben yalnız kişisel taviz diye diye burada yaşlancam galiba
    kasdım genel istisnai durumlar ve kararı veren bir nebevi ferasetten bahsetmiyorum.elbette ulemanında yol ve yön gösterme alınan kararlarda ileri görüş.. taviz derken kesin helal,haram,mekruh olan kişisel hareketlerdeki hassasiyetti ,yorumunuzla bağlantı kuramadım ...hacc farz ibadettir ayrı tabiii..
    sonuçda can için,selamet için ,din için bir nebi savaş veya antlaşma yapıyor...bir değil savaş diye düşününcede binlerce can belki bir avuç insanın hidayeti ve selameti için verilebiliyor.ama ben taviz göremedim bu bir taviz değil sabır ve nebevi starteji.taviz hoş ve hak olmayan yerini bulmayan ödün vermek anlamında kullandığım bir tabir.mesela hikayedeki haksız bir kar için aldatmacaya verilen kişisel bir tutum.
    efendimiz taviz vermemiş.ince bir çizgi.hakkı feth için sabırlı sebatlı ve istikrarlı bir o kadarda emin ve dosdoğru...sonuçda varacağı sürekli bir mekkeden veya hacdan vazgeçme mi var.
    ben tavizden hudeybiyede eğer sünnetin terki veya mekruhun işlenmesi bunuda nebinin emri değil kişilerin gafleti olsa idi...bağlantı kurmuşsunuz derdim.siz yazılarınızda haklısınız ama ben bunlara hiç itirazım yok vede mevzum değildi...
    neden böyle anlamıyorum.yine diyeyim,bizden ve fertten bahsediyorum.

    Konu Henna tarafından (01-11-2009 Saat 22:05 ) değiştirilmiştir.
  4. Alt 01-11-2009, 22:03 #34
    alptraum Mesajlar: 38.107
    Blog Başlıkları: 28
    GaZZe´isimli üyeden Alıntı
    evet hudeybiyeyi her türlü biliyorum...o mekana selam olsun...teşekkür ederim ışık için.

    fakat hiç aynı penceren okumuyoruz yazıları bu anlaşılmış oldu...ben yalnız kişisel taviz diye diye burada yaşlancam galiba
    kasdım genel istisnai durumlar ve kararı veren bir nebevi ferasetten bahsetmiyorum.elbette ulemanında yol ve yön gösterme alınan kararlarda ileri görüş.. taviz derken kesin helal,haram,mekruh olan kişisel hareketlerdeki hassasiyetti ,yorumunuzla bağlantı kuramadım ...hacc farz ibadettir ayrı tabiii..
    sonuçda can için,selamet için ,din için bir nebi savaş veya antlaşma yapıyor...bir değil savş diye düşünüğncede binlerce can belki bir avuç insanın hidayeti ve selameti için verilebiliyor.ama ben taviz göremedim bu bir taviz değil sabır ve nebevi starteji.taviz hoş ve hak olmayan yerini bulmayan ödün vermek anlamında kullandığım bir tabir.mesela hikayedeki haksız bir kar için aldatmacaya verilen kişisel bir tutum.
    efendimiz taviz vermemiş.ince bir çizgi.hakkı feth için sabırlı sebatlı ve istikrarlı bir o kadarda emin ve dosdoğru...sonuçda varacağı sürekli bir mekkeden veya hacdan vazgeçme mi var.
    ben tavizden hudeybiyede eğer sünnetin terki veya mekruhun işlenmesi bunuda nebinin emri değil kişilerin gafleti olsa idi...bağlantı kurmuşsunuz derdim.siz yazılarınızda haklısınız ama ben bunlara hiç itirazım yok vede mevzum değildi...
    neden böyle anlamıyorum.yine diyeyim,bizden ve fertten bahsediyorum.


    O zaman yaziniza bir kac cümle ile teget gecerek su buududa bulunayim.
    Dinler arasi diyalog kisisel degildir ferdi degildir. Kisi hata yaparsa o kisiyi ilgilendirir dinlerarasi diyalogu degil. Nasil ki müslüman adam öldürüyorsa ve bu islami kötü yapmiyor ama öldüreni suclu buluyorsa ferdi bir konu degildir konumuz. Dinler arasi diyalog tamamen toplu bir hizmettir hizmetki Efendimizdir ve belki daha gerilere dahi gidilebilir. Kavram karmasasi yasanmasinin sebebi Konuya farkli yönlerden bakmaniz. Biri cikar der ki ;

    Kars ta asker geldi ahiri yakti ve icinde insanlar vardi vay ben türkiye devletinin. Halbuki devlet mi dedi? e dediyse de bu devlet degildir ferdidir. Kurallarin disinda gerceklesen hersey ferdidir.

    Sizinkisi buna benzedi. Yok eger benzemedi diyorsaniz ben bu baslik altinda ki durumun mahiyetini anlayamadim.

    Tursu oldu acikcasi.......

  5. Alt 01-11-2009, 22:14 #35
    Ziyaretci
    Henna Mesajlar: n/a
    saol turşu kelimesi için..benim yazoılarımı anlamayan sizsiniz ben herşeyi anladım itirazda etmedim...
    fakat diyalogdan bahsetmediğimi belirttim..fakat ek olarak konuya bir hassasiyet ile yanaşıp demem şuydu diyalog yada tebliğ yapacağız, bunun tesiri ve devamı islamın izzeti için fertlerin kişisel yaşantısında günümüz de geldiği nokta da rol oynuyor...elbette hatalar kul için..
    anlaşılmıyor olmam üzücü,kusura bakmayın konunuyu ekşittiğim için..
    selametle...

  6. Alt 01-12-2009, 01:05 #36
    kipchak Mesajlar: 1.658
    Blog Başlıkları: 506
    Alıntı:
    diyalog faaliyetlerine vakıf değilim...

    Alıntı:
    ben diyalogdan hiç bahsetmedim.genel islam ve tebliğ olarak fikrimi beyan ettim,yazımda bu nu anlıyorum

    Alıntı:
    dialog faaliyetlerinden haberdar değilim evet

    e bizim tartıştığımız konu diyalog zaten mübarek... hem insan vakıf olmadığı konu hakkkında konuşmaz yada konuşmamalı değilmi?

    ''parantez içi bir yorum oldu benimkisi...'' demişsiniz ama böyle araya başka şeyler girince konu çok farklı yere kayıyor... el_feta yada bir kaç soru sordum o konuyu içimizdeki farklılıklara kadar götürdü...
    muhakeme çok büyük bir forum her konunun tartışılacağı bölüm ayrı ama burada yani bu konu başlığı altında en azından başlıkla alakalı mevzular konuşulsun ki yarın yazdıklarımızı okuyan birisi birşeyler öğrenebilsin, faydalanabilsin değilmi?

  7. Alt 01-12-2009, 12:55 #37
    Ziyaretci
    Henna Mesajlar: n/a
    Alıntı:
    e bizim tartıştığımız konu diyalog zaten mübarek... hem insan vakıf olmadığı konu hakkkında konuşmaz yada konuşmamalı değilmi?

    hocalarımdan dahi böyle bir uyarı almamıştım...

    Alıntı:
    ama böyle araya başka şeyler girince konu çok farklı yere kayıyor...

    tebliğin sıhhati için yapılan yorumu dialoga eleştri veya "başka şey" gibi algılanması ve alakasız bulunması...diaoloğumuzun kıvamı bu mu kendi içimizde...

    peki bir daha olmaz efendim...

  8. Alt 01-12-2009, 14:19 #38
    kipchak Mesajlar: 1.658
    Blog Başlıkları: 506
    yanlış anlaşılmasın amacım kalp kırmak değil...

    ben sadece sizin yazdıklarınızdan alıntı yaptım...

    yazılan herşeyi ''dialoga eleştiri veya başka şey'' olarak gördüğüm yok.. ben sadece bu başlık altında diyalogla alakalı mevzuların tartışılmasını istediğinimi dile getirdim..

    bakınız tekrar belirtmek isterim ki amacım kalp kırmak değil...

  9. Alt 01-12-2009, 20:51 #39
    Ziyaretci
    Henna Mesajlar: n/a
    Alıntı:
    Mü'min, İslamî prensiplere bağlılığı nisbetinde, yani Mevlana’nın yaklaşımı ile bir ayağı dini zemine sağlam basıyorsa, bahse konu diyaloglar fayda getirirken, aksine mü'min Kur'an ve sünnet yörüngeli beslenmiyorsa, bu takdirde –hafizanallah- kaymalarla karşılaşılabilinir!


    bakın yazılarımda sadece değindiğim yalın hakikat bu...hatırlatma.
    tartışmıyor, fikrimi paylaşıyorum.Üstteki yazıda yine dialog ile ilgili konulardan alıntı...
    hatamı aramak adına, okurken rastladım ,yazmayacaktım.
    fakat uslub ve gerekçeniz istemesenizde kırdı.
    mühim değil ...
    cidden niyetiniz ne olursa olsun muhatabınızda önemli...
    hoşçakalın...
    yorum yok.


  10. Alt 02-11-2009, 17:49 #40
    Metin mete Mesajlar: 547
    alptraum´isimli üyeden Alıntı
    Msülümanlari kim ayri bir cepheden yenmeye calisiyor???



    DİNLERARASI DİYALOG DÖNEMİ
    Misyonerlik ve oryantalizm faaliyetleri birbirinin devamı ve tamamlayıcısı durumnda idiler. Diyalog ise; misyon faaliyetleriyle İslam ülkelerinin başta hadisler ve sünnet müessesi olmak üzere pek çok konuda kafası bulanmış ve şüphelerle dolmuş halklarını kilisenin kurtarıcısı (!) eline teslim edebilme gayretlerinin adıdır.

    Nitekim Dinlerarası Diyalog fikrinin babası olan, İslam tasavvufu ve bilhassa Hallac-ı Mansur üzerine çalışması bulunan Louıs Massignon, “onların (Müslümanların) her şeylerini tahrif ettik. Felsefeleri, dinleri mahvoldu. Artık hiçbir şeye inanmıyorlar. Derin bir boşluğa düştüler. İntihar ve anarşi için olgun hale geldiler” demektedir. Hayatını İslam’ın içinde olduğunu düşündüğü Hıristiyanlık unsurlarını bulmaya adayan ve çalışmalarını hep bu maksatla yapan bu şahsın ortaya attığı diyalog fikri günümüzde uygulamaya konmuştur.

    Diyalog dönemine geçmeden önce bu süreci başlatan Papa’lağın diyalogdan ne anladığına ve nasıl baktığına bir göz atalım.

    DİYALOG MİSYONERLİĞİN BİR TÜRÜDÜR

    Katolikliğin bir nevi ilmihal kitabı olan ve Papa’nın imzasını taşıyan Cathecism’de diyalog şöyle tanımlanıyor: “Misyonerlik görevi İncil’i daha henüz kabul etmemiş olanlarla saygıya dayalı bir diyaloğu öngörür.” ( Cathecims, s. 227, madde 856) burada geçen “henüz İncil’le tanışmamış olanlar” kimlerdir? Sorusunun cevabı 359. maddede şöyle veriliyor: “Aziz Paul derki; ‘insan soyu iki erkekten kaynaklanır. Bir tanesi Adem, bir tanesi Mesih’tir. Ama Mesih, Adem’i yaratırken kendi suretini de ona vermiştir.’ “ buradan ortaya şu çıkıyor: henüz İncil’le tanışmayanlar, Adem’i de Mesih’in yarattığını henüz bilmeyenlerdir. Burada açıkca bir şirk vardır. Ve kilise kimi çevrelerin iddia ettiği gibi diyalog yolu ile İslam’a yönelmek yerine şirke çağırmaktadır.

    DİYALOG, KİLİSE’YE DÖNDÜRME AMAÇLI MİSYONUN BİR PARÇASIDIR

    Şimdiki Papa II. J. Paul’e göre “Dinlerarası diyalog Kilise’nin insanları Kilise’ye döndürme amaçlı misyonunun bir parçasıdır.”( Joun Paul II, Redemptoris Missio, Libreria Editrice Vaticana, Roma 1991, s. 55) Papa’ya göre bu durum Hıristiyanlığın tabiatından kaynaklanır ve amaç başkalarına İncil’in mesajını öğretmektir: “Diyalog bir ve üç olan Tanrı’nın kendi kendi hayatına dayanır… Böylece diyalog Kilise’nin kurtarıcı misyonunun bir parçasıdır; gerçekten bu kurtuluş diyaloğudur. Çünkü böyle hakiki bir diyalog bir Hıristiyan için inandığını pratiğe dökmektir, saygı göstermek ve dinlemek suretiyle başkalarına İncil’in mesajını öğretmektir.”( Podgorski, F. R., Tawars A Catolic Theolojy of Misyonary Dialogue And Dialogical Mission With Other Religions, Roma 1987, s. 142 vd.)

    DİYALOĞA RAĞMEN, PAPALIĞA GÖRE YEGANE GERÇEK DİN HIRİSTİYANLIKTIR

    Diyalog kavramını II. Vatikan Konsoline öneren Papa VI. Paul diyaloğa rağmen yegane gerçek din vardır, oda Hıristiyanlıktır: “Biz her ne kadar Hıristiyan olmayan dinlerin manevi ve ahlaki değerlerini tanıyor, saygı gösteriyor, onlarla diyaloğa hazırlanıyor ve din hüviyetini savunmak, insanlık kardeşliğini tesis etmek, kültür, sosyal refah ve sivil iradeyi oluşturmak gibi hususlarda diyaloğa girmek istiyorsak da dürüstlük bizi gerçek kanaatimizi açıkca ilan etmeye mecbur etmektedir; yegane gerçek din vardır. Oda Hıristiyanlıktır.”( Catholic Official Teachings, VIII: Clergy and Laity, Edited by Odile m. Leibhard, Wilmington 1978, s. 13 vd.)

    PAPAYA GÖRE TEK KURTULUŞ YOLU HIRİSTİYANLAKTIR

    Papa I. Jean Paul’un 20 yıllık dostu ve “Papa’nın Düşüncesi” kitabının yazarı Buttiglione bu düşünceleri şöyle açıyor: “Hıristiyanlar İsa’nın Mesih olduğuna ve insanın onun sayesinde kurtulduğuna inanır. Tanrı’ya götüren başka bir yol yoktur. Bu önerme Hıristiyanlığı bir ahlak felsefesinde ve İsa’yı bir tür ahlak hocasına indirgeyen belirli bir çağdaş eğilime karşı tepkidir. (…) Hıristiyanlar ile Müslümanlar arasındaki siyasi sorunlar, onla kurtuluş sunma gibi bir misyonerlik sorunundan tümüyle ayrı tutulmalıdır. Hıristiyanlık bu kurtuluşu, sömürgecilik veya Haçlı Seferleri ile değil, İsa’dan geçen bir diyalogla sunmaktadır.”( NPQ; Cilt: 1, Yaz 1991.)

    DİYALOGDAN AMAÇ MİSYONERLİĞE YARDIMCI OLMAKTIR

    Vatikan’ın Dinlerarası Diyalog Sekreterya’sının ilk başkanı Kardinal Marella Konsil Babalarına gönderdiği bir mektupta diyalog sekreteryasının amacını, doğrudan misyonerliğe yardımcı olmak şeklinde açıklamıştır: “Faaliyetlerimizle, Kilise’nin misyoner faaliyetlerini yürüten S. Cogregation de Propaganda Fide teşkilatının çalışmalarına, misyonerlik faaliyetlerinin kanunen mümkün olmadığı yerlerde yardımcı olmaya ve boşluğu doldurmaya çalışacağız.”( Rosanna, P., ‘The Secretariat For Non-Cristian Religions From the Begginings to the Present Day: History, Ideas, Problems’, Bulletin XIV/2-3, Roma 1979, s. 91)

    DİYALOG KİLİSE’NİN İNCİL’İ YAYMA AMAÇLI MİSYONUNUN İÇİNDE YER ALIR

    1973’te Sekreterliğe seçilen Rosanno, Hıristiyan olmayanlarla diyalog ile neyi kastettiklerini şöyle açıklamakta:”Diyalogdan söz ettiğimizde açıktır ki bu faaliyeti, Kilise şartları ve çerçevesinde misyoner ve İncil’i öğreten bir cemaat olarak yapıyoruz. Kilise’nin bütün faaliyetleri gibi diyalog da. Kilisenin üzerinde taşıdığı Tanrı Mesih’in sözlerini nakletmeye yöneliktir. Bu sebeple diyalog Kilise’nin İncil’i yayma amaçlı misyonunun çerçevesi içinde yer alır.” ( Rosanno, aynı makale, s.100)

    DİYALOĞUN AMACI

    II. Vatikan Konsili’nin diyalog taktiğini yeni çağın bir metodu olarak benimsemesiyle birlikte kilise gözlerini Anadalu’ya çevirmiş ve Anadolu ile diyaloğa girmenin yollarını aramıştır. Zira gerek Türkiye’nin tarihi, kültürel, siyasi potansiyeli ve stratejik konumu, gerekse Hıristiyanlarca kutsal sayılan hac bölgesinin Anadolu topraklarında bulunuşu, ülkemizi dinlerarası diyalog faaliyetlerinin odak noktası durumuna getirmiştir. 1987 yılından bu yana Türkiye üzerindeki faaliyetler hızlanmıştır. Hıristiyanlık Dışı Dinler Sekreteryası Başkanı Kardinal Arinze 13 Mayıs 1987’de ülkemize gelmiş, diyaloğun kitlesel ayağını oluşturmak üzere kendilerine yakın bulduğu azınlık temsilcileri ve bazı Müslüman din bilginleriyle görüşmelerde bulunmuştur.

    Bu adımın bir uzantısı olarak 1998’de Fettullah Gülen “Papalık misyonunun bir parçası olmak üzere” Vatikan’a Papa ile görüşmeye gitmiştir.

    Diyaloğun akademik ayağını oluşturmak üzere Papaz Thomas Michel 1987’de Türkiye’ye gelmiş Ankara İlahiyat fakültesi’nde bir dönem Hıristiyanlık dersleri ve seminerleri vermiş, 1988’de İzmir’de, 1989’da Konya’da ilahiyat fakültelerinde derslerine devam etmiştir.

    Papaz Michael Efendi Türkiye’de kaldığı süre zarfında bir akademik kadro yetiştirmiş kendisinin seslendirmesi halinde aşırı tepkiler doğurması muhtemel bazı itikadi görüşleri bu akademik kadro vasıtasıyla, onların ağzından Anadolu insanına pompalamıştır. Bu tahrif edici itikadi görüşler şunlardır:

    * Kur’an-ı Kerim’in metin yönünden ele alınıp bazı tarihsel beyanlarının açığa çıkarılması.

    * Türk milletince muharref olarak kabul edilen İncil ve Tevrat’ın hükümleri geçerli ilahi kitaplar olduğu iddiası.

    * Anadolu’daki yerleşik kanaatin aksine Yahudi ve Hıristiyanların da cennetlik olduğu iddiası.

    * Tek Allah inancının yeterli, Hz. Muhammed’i kabul ve tasdik etmenin ise bir “kemal mertebesi” olduğu iddiası.

    * İncil ve Tevrat’ın bazı bölümlerinin namazda okunabileceği iddiası.

    * İbrahimi dinlerin uzlaşmasının mümkün olduğu şeklinde Vatikan kaynaklı muharref anlayışlar bir kısım akademisyenlerimiz tarafından ısrarla milletimizin gündemine sokulmaya çalışılmıştır.


    Türkiye’de diyalogun akademik ayağını oluşturmakla görevli kilise sekreteryası bu işlerin İslam’a sadakatle bağlı geleneksel Müslümanlarla olamayacağını gayet iyi bildiğinden, ‘gevşek vahiy’ inancını kabullenmiş, gerektiğinde Kur’an-ı Kerim’i sorgulayabilecek akademik çevrelerle çok yakın temas kurulmasının şart olduğunu düşünmektedir. R Arnaldez normal bir Müslüman’a diyalogu kabul ettirmenin pratikte imkansız olduğunu söyledikten sonra İslami esasları modern akılla silkelemeyi bir metot haline dönüştürmüş Vehhabi anlayışının ve Abduh’çu ekolün görüşlerinin galip gelmesi halinde, dinlerarası diyalogun oldukça kolaylaşacağını ifade etmektedir.( R. Arnaldez: Contidions dun avee İslam)

    1998-1999’da yapılan Abant Toplantılarında da her ne kadar tıkanma noktasındaki Türkiye’nin önünün açılması şeklindeki bir gaye çatısı konmuş ise de alınan kararlar İslam dininin akli yorumlarla yeniden ele alınması ve diğer dinler karşısında yeni pozisyona sokulması şeklinde tezahür etmiştir. Toplantının organizatörlerinin, kararların ardından Kur’an’da mevcut olan Ehl-i Kitap ile ilgili ayetlerin tarihsel olduğu, dolaysıyla bugünkü Yahudi ve Hıristiyanları değil o dönemin insanlarını bağladığı, öte yandan devletin kutsal olup olmadığı şeklindeki tespitleri de dikkat çekicidir.

    Bu sayfada yer alan araştırma Prof. Dr. Haydar Baş'ın Dini ve Milli Bütünlüğümüze Karşı Tehditler Eserinden alınmıştır!