Zekatı nasıl zengin kimse veriyorsa, fitreyi de öyle zengin kimseler verirler. Ancak, Zekat zenginiyle fitre zengini arasında ince bir fark vardır. Şöyle ki: Zekat zengininde servetin üzerinden sene geçmesi gerekirken, fitre zengininde sene geçmesine gerek olmaz.. Bayram gününde servete sahip olan kimsenin bile hemen fitresini vermesi gerekir. Zekat gibi sene geçmesini beklemez.
Bir de eve, arsaya, arabaya zekat gerekmediği halde fitre gerekmekte, bunlara sahip olanlar fitre zengini sayılmaktalar.
Fitrenin miktarını tespite gelince: Ailenin her ferdi adına verilmesi Şafii’ye göre farz, Hanefi’ye göre vacip olan fitrenin miktarını tespitte şöyle bir mukayese konuyu açıklığa kavuşturur.
Her sene müftülükler bulundukları semt sakinlerinin iki öğün yemek parasını, verilecek fitrenin miktarı olarak ilan ederler. Diyelim ki, bu sene alt sınır olarak ilan edilen (üç milyon) ile insan, bulunduğu yerde sabah akşam olmak üzere iki öğün yemek yiyerek karnını doyurabiliyorsa, işte bu miktar o kimsenin fitre miktarını ifade etmiş olur. En alt sınır olarak tabii.
Öyle ise fitre verecek insan önce bir nefs muhasebesi yapmalı, kendisi iki öğünde ne kadar parayla karnını doyuracaksa o miktarı, vereceği şükür sadakası fitresi olarak tespit etmeli, o miktardan, ya da daha yukarısından vermelidir. Herkesin rahatça yapacağı bir tespittir bu.
Aile içinde zekatla fitrenin farkı:
Zekatta servet kiminse zekat borcu da onundur. Ailenin (şahsına ait malı bulunmayan) diğer fertlerine zekat verme borcu yüklenilmez. Ancak fitrede öyle değildir. Fitre, zekat verecek kimsenin aile fertlerinin her biri adına da vermesi gereken bireysel borçtur. Her fert adına birer fitre ayırıp ihtiyaç sahibine sunmak, aile reisinin üzerine yüklenmiş mükellefiyettir..
Ayrıca zekat ve fitre verirken alanı mahcup edecek bir konuşma da yapılmamalıdır. Verenin kalbindeki niyeti kafidir. Alana açıklama gereği yoktur. ‘Şunu bayram harçlığı yapın’ gibi rahatsızlık vermeyecek bir cümleyle konuyu kapatmalıdır. Uzakta olan çocukların fitrelerini ya bizzat aile reisi vermeli, yahut da haberleşerek herkes kendi fitrelerini vermeye alıştırılmalıdır.
Alacağını zekata sayma konusuna gelince:
‘Borçlusundan alacağı parayı almayıp da zekatına sayması uygun olur mu?’ sorusuna iki türlü cevap verilmektedir:
Geçmişten günümüze kadar gelen fıkıh kitaplarının görüşüne göre, alacağı parayı zekata saymak ancak şu şekilde mümkün olabilir:
Ya borçlu, borcunu önce öder, ödediği borcu da ona sonra zekat olarak iade edilir. Yahut da önce borçluya zekat verilir, hemen arkasından da alacak istenir, verilen zekattan borcu ödetilir. Bu uygulamada bir şüphe yoktur. Geçmişten günümüze kadar gelen tavsiye budur.
Ancak bu tür bir zorlama, yoksul borçluyu rencide edebilir. Öyle ise: (ikinci görüşe göre)
“Sendeki alacağımı zekata saydım, kendini borçlu hissetme, rahat ol!” demek (zekatı vermiş olmak için) yeterlidir. Para alma verme zorlamasına gerek yoktur. Maksat yoksula yardımdır. Böylece rencide etmeden yardım da yapılmış olmaktadır.
Zekatta asıl olan (temlik)’i de böylece, geniş manada anlamalıdır. Bunda yoksul, zekattan daha çok istifade eder, daha kolay zekat alıp borcundan kurtulma imkanı bulur. İslami Araştırmalar Merkezi’nin hazırladığı iki ciltlik Diyanet İlmihali’nde bu konuda geniş bilgi vardır. Bakılabilir. (Cilt bir, sayfa 440)
Ancak, zekatı alacağa saymak caiz olsa bile fitreye saymak caiz olmaz. (Temlik)in tam tahakkuk etmesi için fitrenin ihtiyaç sahibinin eline teslim edilmesi (temlik) gereği olarak şart görülmüş, alacağı fitreye saymak caiz olmaz, denmiştir. Çünkü fitre azdır. Herkes kolayca verebilir. Alacağa saymaya gerek kalmaz..
Ahmet Şahin