Zekâtın sarf yerleri yani kime, kimlere ve/ya nerelere verileceğini Kur'an Tevbe Sûresi 60. ayette şöyle belirtiyor: "Zekâtlar sadece fakirlere, düşkünlere, zekât toplayan görevlilere, kalpleri İslâm'a ısındırılacak olanlara, esirlik ve kölelikten kurtulmak isteyenlere, borçlulara, Allah yoluna ve bir de muhtaç kalmış yolcu ve gariplere mahsustur. Allah tarafından kesin olarak böyle farz buyuruldu. Allah alîmdir, hakîmdir. (her şeyi bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir)"


Dikkatle incelediğimizde gördüğümüz ayetin 8 sınıf insan ve/ya grup'tan bahsettiğidir. Bu 8 sınıfın efradını câmi, ağyarını mani olacak şekilde bir tarifi ayette yok. Bunu gerek Efendimiz (sas) gerekse daha sonraki dönem kavlî beyan ve fiilî tatbikatlardan çıkartabiliriz. Daha açık bir ifadeyle fakir veya miskin kimdir, aralarında ne türlü bir fark vardır, din farkının fakir veya miskin olmaya etkisi var mıdır yani gayrimüslim fakir ve miskinlere zekât verilebilir mi, zekât toplayan görevli veya kalbleri İslam'a ısındırma ne demek, nasıl anlaşılmalı, borçlulukta ölçü nedir, Allah yolunda olanlar sadece savaş alanında düşmanla göğüs göğüse çarpışanlar mı yoksa ilim ehli de Allah yolunda sayılır mı? Soruları uzatabilirim ama meselenin anlaşıldığını sanıyorum. Açıkçası Kur'an zekâtın sarf yerleri olarak 8 sınıftan bahsediyor fakat onların tarifi tamamıyla içinde yaşanılan zaman şartlarına bağlı yorumlarla belirlenebilir. Tabii temel böyle oturunca karşımıza çıkan ilk sonuç şu oluyor; bu sınıfların tarifi zaman ve mekân şartlarına göre değişkenlik gösterebilir. Dün, dünkü sosyal ve ekonomik şartlarda zekât almaya hak kazanan fakir sayılırken bugün o, aynı hakka sahip olmayabilir. Özetle, bu kişi ve sınıfların tarifi ancak içtihatla belirlenir.

Daha müşahhas olması için sadece bir aktarımda bulunayım; fıkıh kitaplarımızda -böyle derken söz konusu kitapların kaleme alındığı dönem şartlarını nazara verdiğimizi unutmayın- yanında bir günlük yiyecek ve içeceği olana fakir, olmayana miskin ya da aynı standarda sahip Müslüman'sa fakir, gayrimüslimse miskin, hicret edenler fakir, etmeyenler miskin, muhtaç olduğu halde dilencilik yapmayanlar fakir, yapanlar miskin şeklinde tarifler vardır. Yukarıda ısrarla ifade etmeye çalıştığımız gibi fakir ve miskinin çerçevesini belirleyen, kapsama alanını çizen bu tarifler içtihadidir ve o dönemin doğrusudur. Fakat bu doğruları farklı sosyo-ekonomik, kültürel ve coğrafî şartların yer aldığı bugüne aynıyla taşımak doğru değildir. Bugün, bugünün uleması, bugünün şartlarına bağlı olarak fakir ve miskinin kim olduğunun tarifini yapmakla mükelleftir. Sair sınıflar için de aynı şeyler geçerlidir.

Temel sayılabilecek bu bilgilerden sonra meselenin bir başka yönüne geçelim; kabz meselesi. Türkiye'de halkımız arasındaki kafa karışıklığının en yoğun olduğu alandır burası. Bilinen şu; zekâtta esas olan temlik ve kabzdır. Günümüz diliyle ifade edelim; zekâtı alan mala malik olmalı ve bu maddî açıdan kendisine zekât olarak verilen malı menkul bir şeyse müşahhas olarak eliyle tutma, gözüyle görme şeklinde gerçekleşmeli; gayrimenkulse ruhsat, tapu vb. belgelerde olduğu gibi malın mülkiyetinin kendisine geçtiğini isbat eden bir belgeyi kabz etmelidir. Nereden çıkıyor bu yaklaşım? Bir sonraki yazıda nasipse...

Ahmet Kurucan