Çok evlilik, Batılılarca genellikle tenkide maruz kalsa da, bazı Batılı düşünürler, çok evliliğin sosyal ahlâk ve ekonomik açıdan örnek bir uygulama olduğunu ve Batı’daki çoğu erkeğin tek kadınla yetinmediğinden dolayı ahlâksızlıkların ve gayr-i meşru çocukların ortaya çıktığını ileri sürerek bu uygulamayı bu problemler için bir çözüm önerisi olarak ileri sürmüşlerdir. Biz ise bu yazımızda, tarihte çok evliliğe temas ettikten sonra meselenin İslâm hukukundaki yerini, hükümlerini ve şartlarını tespit etmeye çalışacak ve İslâm’ın bu hükmü vaz’ etmesindeki hikmet ve maslahatlara işaret edeceğiz.
Tarihte Çok Evlilik
Çok evlilik bazılarının zannettiği gibi İslâm’la başlayan bir uygulama değildir. İslâmiyet’ten önce Babil, Mısır, Yunan, İran, Çin ve Hint gibi birçok toplum ve medeniyette görülen çok evlilik, İslâmiyet’ten sonra da diğer medeniyetlerde varlığını sürdürmüştür. Çok evliliğin dince meşru kabul edilmesi İslâm’la vücuda gelmiş de değildir. Çok evlilik, Brahmanizm ve Zerdüştlük gibi Doğu dinlerinde meşru kabul edildiği gibi, Yahudilik ve Hristiyanlıkta da, onu yasaklayan bir hüküm mevcut değildir. Bilakis, Kitab-ı Mukaddes’te, Hz. İbrahim, Hz. Yakub, Hz. Davud ve Hz. Süleyman (aleyhimüsselâm) gibi bazı peygamberlerin çok kadınla evli olduklarından bahsedilir. Diğer yandan Hammurabi kanunlarında da çok kadınla evlilik kabul edilmiştir. Bütün bunlar göstermektedir ki, taaddüd-ü zevcât müessesesi, dinî olmaktan ziyade sosyal bir mesele olarak eski devirlerden beri birçok toplum ve dinde cari olmuştur. (Bkz: Ömer Nasuhi Bilmen, “Taaddüd-ü Zevcât”, Sebilürreşad Dergisi, c. 23, s. 590; Kevser Kamil Ali, “Çok Evlilik”, Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c. 8, s. 365, 366)
Cahiliye döneminde de durum bundan farklı değildi. Taaddüd-ü zevcât Araplar arasında yaygın bir uygulama olup, herhangi bir sayıyla ve ahkâmla sınırlı olmadığından istismara açıktı. Hattâ o dönemde erkekler zevceleri üzerinde her türlü hakka malik olduğundan, kadınlar kocalarının vefatıyla, onun vârislerine miras kalıyordu. Cahiliye döneminde çok kadınla evlenmek, daha çok ekonomik imkânlar ve sosyal statüyle ilgili olduğundan güç ve servetin de bir göstergesi sayılıyordu.
İslâm’da Çok Evlilik
Peygamber Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem), Müslüman olarak sahabe saflarına katılanlara dörtten fazla olan eşlerini boşamalarını söylemesi, bu uygulamanın cahiliyede cari olduğunu göstermektedir. Meselâ, Kays b. Hâris, nikâhı altında sekiz kadın varken Müslüman olduğunu, durumu Allah Resûlü’ne (sallallâhu aleyhi ve sellem) anlattığında, eşlerinden dört tanesini seçip diğerlerini boşamasını emrettiğini söylemiştir. (Ebu Davud, Talâk 35) Gaylân es-Sekafi de, cahiliye devrinde nikâhına aldığı on karısıyla birlikte İslâm’a girmiş; ancak Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), bu eşlerinden dört tanesini seçmesini emretmiştir. (Tirmizi, Nikâh 33) Bunlardan başka, kaynaklarda, Müslüman olduğunda; Nevfel b. Muaviye el-Kinani’nin nikâhı altında beş eşi, Urve b. Mes’ud es-Sekâfi’nin nikâhında on eşi, Safvan b. Ümeyye el-Cumahi’nin nikâhında sekiz eşi bulunduğu ve Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu sahabilere eşlerinden dört tanesini seçmelerini emrettiği rivayet edilmiştir. (Adnan Demircan, “Cahiliye ve Hz. Peygamber Döneminde Çok Kadınla Evlilik”, İstem Dergisi, sayı: 2)
Görüldüğü üzere İslâmiyet çok evliliği bidayeten tesis etmemiş yani bir taneden dörde çıkarmamış, bilakis zaten sınırsız bir hâlde cari olan bu uygulamayı dörtle sınırlamış ve ona dair bazı ahkâm ve şartlar koyarak onu ıslah etmiştir. Bu durumu Bediüzzaman Hazretleri özetle şöyle ifade etmiştir: “Dörde kadar evlilik; tabiata, akla, hikmete uygun olmakla beraber, şeriat bir taneden dörde çıkarmamış, sekizden, dokuzdan dörde indirmiştir. Özellikle dört evliliğe öyle şartlar getirmiştir ki, bu şartlar gözetildiğinde hiçbir zarar ortaya çıkmaz. Bazı açılardan şer gibi görünse de bu, şerrin en hafifidir. Şerrin en hafifi (ehvenüşşer) ise, tam adalet olmasa da mevcut şartlarda uygulanabilen en iyi adalettir (adalet-i izafiye). Kaldı ki, insanların her hâlinde yüzde yüz hayır olmaz. Çünkü bir kısım şerler de söz konusudur.” (Bediüzzaman, Münazarat, Şahdamar Yayınları, 2006, s. 121) Yine Üstad’ın ifadesiyle, İslâm’ın bidayeten tesis ettiği hükümlerde hakiki bir güzellik ve tam bir hayır vardır. Ancak dinin bazı ahkâmı, İslâm’ın geldiği dönemde cari olan bir kısım uygulamaları ta’dile yöneliktir. Kölelik ve taaddüd-ü zevcâtta olduğu gibi bu tür hükümler bütünüyle hayır olmasa da, ehvenüşşerdir. İslâm bunları bulundukları bozuk hâlden kurtararak, insan tabiatına en uygun hâle getirmiştir. Kaldı ki, beşerin bütün uygulamalarında mutlak bir hayrın bulunması tecrübe ve realitelere terstir. (Bediüzzaman, Münazarat, Şahdamar Yayınları, 2006, s. 121)
Burada anlatılmak istenen husus şudur: Taaddüd-ü zevcât, kendine mahsus bazı mahzurları ihtiva edebilir. Ancak bütün zaman ve şartlar göz önüne alındığında temin ettiği fayda ve maslahatlar nispeten daha çok olduğu için meşru kılınmıştır. Aslında aynı durum bir yönüyle tek kadınla evlenen insan için de söz konusudur. Yani hiç evlenmemenin de evliliğe nazaran hususi mahiyette üstün yanları bulunabilir. Ancak insanların umumu ve genel ahvali düşünüldüğünde evliliğin gerekliliği hiç kimse tarafından inkâr edilemez. Bu açıdan özellikle içinde yaşanılan kültür ortamıyla, zaman ve şartların etkisinde kalınarak çok evliliği mutlak bir şer gibi görmek doğru değildir. İslâm evrensel bir din olduğu için getirdiği hükümlerde, bütün zamanların ve bütün insanlığın ihtiyaç ve maslahatını esas alır.
Meseleye bu zaviyeden baktığımızda belli şartlarla izin verilen çok evliliğin hikmetlerinden bazıları şunlardır: (1) Zina ve fuhşiyatın yayılmasını men etmek, (2) Nüfusun meşru surette artmasını temin etmek, (3) Bazı şartlarda himayesiz kalan kadınlara sahip çıkmak, (4) Kadın nüfusunun arttığı dönemlerde kadınların ırz ve namuslarını muhafaza etmek. (Ömer Nasuhi Bilmen, Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu, c. 2, s. 114) Bu faydalara baktığımızda taadddüd-ü zevcâtın meşru kılınmasındaki temel maksadın, sedd-i zerâi (günahlara giden yolları kapatarak yaşama ortamını emniyet altına almak) ve maslahat ilkesine dayandığını görürüz. Bazı Batı ülkelerinde evlilik dışından doğan çocuk sayısının evlilik içi doğan çocuk sayısından daha fazla olduğunu ve çok evliliğe karşı çıkılmasına rağmen sayısız kadınla beraber olan insanların yaşadığı toplumlardaki zina ve ahlâksızlığın hangi boyutlara ulaştığını gördüğümüzde veya savaş sonrası bazı ülkelerde ortada kalan yüz binlerce kadının maruz kaldığı sıkıntıları düşündüğümüzde herhâlde meselenin hikmetlerini anlamakta güçlük çekmeyiz. Çünkü İslâm, nesebe çok önem verdiği gibi, “zinaya yaklaşmayın” (İsrâ Suresi, 17/32) emriyle de nesebi bozacak bütün yolları kapamaya çalışmıştır.
Burada göz önünde bulundurulması gereken bir diğer husus da, İslâmî hükümlerin bir bütünlük içinde değerlendirilmesi gerektiğidir. Çoğu zaman dinî hükümlerin uygulanmasında sıkıntıların çıkması, bu hükümlerin mahiyetinden değil, ortamın İslâm’a göre düzenlenmemesinden kaynaklanmaktadır.
Çok Evliliğin Hükmü
Diğer yandan çok evliliğe karşı çıkılmasının temelinde yatan en önemli sebeplerden birisi de, sanki İslâm’ın her erkeğe dört kadınla evlenmeyi emrediyormuş gibi bir anlayışın olmasıdır. Hâlbuki birden fazla kadınla evlenmek, dinî bir mecburiyet yani bir farz veya vacip değil; bir ibâha ve müsaadeden ibarettir. (Muhammed Ali es-Sabûnî, Tefsiru âyâti’l-ahkâm, Dersaadet, İstanbul, c. 1, s. 397-398) Buna göre her erkek kendi şartlarını ve durumunu gözden geçirerek ikinci evliliği yapmaya kendisi karar vereceği gibi, her kadın da, evli bir erkekle evlenip evlenmeme hususunda seçim hakkına sahiptir. Dolayısıyla eğer ikinci evliliğin gerçekleşmesiyle her iki taraf için de ortaya çıkması muhtemel bazı zararlar söz konusu olacaksa, bunu en iyi şekilde tespit edecek ve evlilik yapıp yapmamaya karar verecek tarafların kendileridir.
Diğer taraftan ister tek evlilik olsun ister çok evlilik, kişilerin durumuna göre evliliğin hükmü değişebilir. İslâm fıkıhçıları şahsın özel durumunu nazar-ı itibara alarak nikâhın hükmünün değişeceğini söylemişlerdir. Buna göre; mehir ve nafakaya sahip olan bir kimsenin zinadan korunması ancak nikâhlanmak suretiyle olursa evlenmesi farz, nikâhlanmadığında zinaya düşme tehlikesi bir endişe olarak bahis mevzuu ise evlenmesi vacip olur. Bazı fukaha evlenmenin kişiye vacip veya farz olması için, karısına zulmedeceği korkusunun bulunmaması gibi bir şart daha ilave etmişler; böyle bir korku bulunması hâlinde o kişinin evlenmesinin mekruh olacağını söylemişlerdir. Aynı şekilde zina korkusu bulunsa bile mehir ve nafakaya sahip olmayan kimsenin evlenmesi de, mekruh görülmüştür. (Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) de: “Ey gençler topluluğu! Sizden evliliğin külfetlerini yerine getirmeye gücü yeten evlensin.” (Buhârî, Savm 10) buyurarak bu hususa dikkat çekmiştir.) Gerekçe olarak da mehir ve nafakanın kul hakkı olduğu, zinadan kaçınmanın ise Allah hakkı olduğu, bu iki hak karşılaştığında kul hakkının tercih edileceği gösterilmiştir. Ancak böyle bir kimsenin başkalarından borç alma imkânı varsa bunu yapması da mendup ve hattâ duruma göre vacip olur. Zira iffetli ve namuslu kalmak niyetiyle evlenmek isteyen bir kimsenin fakirlikten korkmaması gerektiği âyetle sabittir. (İbn Abidin, Haşiyetü reddi’l-muhtâr, Dar-u Kahraman, İstanbul, 1984, 3/6) İtidal hâlinde olan yani harama düşme tehlikesi bulunmayan, malî ve bedenî bir engeli de olmayan bir kimsenin evlenmesi ise sünnet-i müekkededir. Bunun yanında bir kişinin evlendiği takdirde evlilik hukukuna riayet etmeyip, karısına zulmedeceği kesin olarak bilinirse bu kişinin evlenmesi haram, eğer bu bir ihtimal dâhilinde ise evlenmesi mekruhtur. (İbn Abidin, Haşiyetü reddi’l-muhtâr, Dar-u Kahraman, İstanbul, 1984, 3/7)
Evet, buradan anlaşılmaktadır ki, İslâm’a göre herkes gelişigüzel evlenemeyeceği gibi, gelişigüzel ikinci ve üçüncü evliliği yapması da mümkün değildir. Şahısların özel durumlarına göre evliliğin hükmü nasıl değişiyorsa, aynı şekilde birden fazla kadınla evlenmelerinin de hükmü değişecektir. Bazıları için duruma göre bu bir mecburiyet, bazıları için ise mekruh veya haram hükmünü alabilir. Buna göre, ikinci evliliği yapacak erkeğin malî gücünün kadınların mehir ve nafakalarını karşılamaya yetecek miktarda olması ve bu kişinin âyet-i kerimede ifade edilen adalet şartına uyması yani eşlerine zulmetme korkusunun bulunmaması gerekir.
Kur’ân’ın Evliliğe Bakışı
Kur’ân-ı Kerîm’de evliliğin hikmet ve faydalarına işaret eden, kadın ve erkeğin birbirlerine karşı haklarından söz eden, eşlerin birbiriyle iyi geçinmelerini tavsiye eden vb. aile müessesesiyle ilgili bir hayli âyet-i kerime bulunmaktadır. Ancak biz burada sadece konumuzla ilgili birkaç hususa işaret edeceğiz.
Cenâb-ı Hak Nisâ Sûresi’nde: وَعَاشِرُوهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ “Onlarla maruf çerçevesinde (akla, tab-ı selime ve dine uygun bir şekilde) geçinin” (Nisâ Suesi, 4/19) buyurarak, aile huzuruna ve iyi geçime dikkat çekiyor. Başka bir âyet-i kerimede ise: وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ خَلَقَ لَكُمْ مِنْ أَنْفُسِكُمْ أَزْوَاجًا لِتَسْكُنُوا إِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُمْ مَوَدَّةً وَرَحْمَةً “O’nun varlığının ve kudretinin delillerinden biri de: Kendilerine ısınmanız için, size içinizden eşler yaratması, birbirinize karşı sevgi ve şefkat var etmesidir” (Rum Suresi, 30/21) buyurmak suretiyle aile içinde bulunması gereken en önemli iki esas olarak “rahmet” ve “meveddet”e işaret ediyor. A’râf Sûresi’nde de: هُوَ الَّذِي خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَجَعَلَ مِنْهَا زَوْجَهَا لِيَسْكُنَ إِلَيْهَا “O’dur ki si*zi bir tek can*dan ya*rat*tı ve bun*dan da, gönlü ken*di*si*ne ısın*sın/huzur bulsun di*ye eşi*ni in*şâ et*ti” (A’râf Suresi, 7/189) beyanında bulunarak evlilikten beklenen bir diğer maksat olarak eşler arasındaki samimiyet, sıcaklık, huzur ve sükûnete dikkat çekiliyor.
Buradan anlıyoruz ki, evlilikten maksat, eşlerin huzur bulacağı, karşılıklı, saygı, sevgi, muhabbet ve hürmetin olduğu, eşlerin birbirine karşı hüsn-ü muaşeretle muamelede bulunduğu, kısaca mü’min için bir nevi cennet bahçesi kabul edilebilecek bir yuva vücuda getirmektir. Aynı zamanda Cenâb-ı Hak: وَأَخَذْنَ مِنْكُمْ مِيثَاقًا غَلِيظًا “Hem onlar siz kocalarından hukuklarını gözetme konusunda sağlamca teminat da aldılar” (Nisâ Suresi, 4/21) buyurmak suretiyle, evliliği, erkeğin hanımına verdiği önemli ve ciddi bir teminat saymıştır. Elmalılı, buradaki misakın, Allah’ın emri ve Peygamber’in sünneti üzere yapılan nikâh akdi ve ahkâmı olduğunu, bunun gereği olarak da, erkeğin evlilik devam ettiği sürece karısına karşı güzel bir surette sohbet ve muaşeret etmeyi taahhüt ettiğini ifade etmiştir. (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, s. 1321)
Âyet-i kerimelerin tavsif ettiği evlilik modeli sadece tek evlilikte değil, bundan sonraki yapılacak evliliklerde de geçerli olmalıdır. Eşler arasında güzel geçimin, sevgi ve şefkatin, saygı ve hürmetin bulunması Kur’ânî bir esas olduğuna göre, ikinci evlilik yapmayı düşünen bir erkek bunları nazar-ı itibara almak zorundadır. Yoksa ikinci evlilik yapacak bir kişinin ilk evliliği tehlikeye girecekse, eşleriyle arasında bu Kur’ânî düsturlar ihlâl edilecekse, bulunduğu konum itibariyle ciddi bir itibar kaybına uğrayacaksa, çevresi tarafından suizanların oluşmasına sebebiyet verecekse, bu kişinin dinin bu ruhsatını kullanması doğru değildir. Dolayısıyla meseleyi bazılarının zannettiği gibi sadece şehevî hislerle bağlı görmek oldukça eksik ve yanlış bir değerlendirmedir.
Eşler Arasında Adalet Şartını Temin
Kur’ân-ı Kerîm’de çok evliliğe müsaade eden âyet-i kerime şu şekildedir: “Hi*ma*ye*niz altın*da*ki ye*tim kız*lar*la ev*le*nin*ce hak*la*rı*nı gözetemeyece*ği*niz*den, ada*le*ti sağlayamayacağı*nız*dan en*di*şe eder*se*niz, on*lar*la de*ğil, si*ze he*lâl olup ar*zu ettiğiniz di*ğer ka*dın*lar*la iki, üç ve*ya dört ha*nım ol*mak üze*re ev*le*nin. Eğer bu tak*dir*de de ara*la*rın*da ada*le*ti ger*çek*leş*tir*ememek*ten en*di*şe eder*se*niz, bir kadın*la ve*ya eli*ni*zin al*tın*da olan cariyeler*le ye*ti*nin. Bu du*rum, ada*let*ten ay*rıl*ma*ma*nız için en uy*gun ola*nı*dır.” (Nisâ Suresi, 4/3) Âyet-i kerime iki, üç veya dört eş almayı adalet şartına bağlamıştır. Âyet-i kerimeye göre hanımları arasında adaleti sağlayamamaktan korkan bir kişinin tek kadınla evli kalması vaciptir. (Sabûnî, Tefsiru âyâti’l-ahkâm, 1/400) Yani, ikinci, üçüncü veya dördüncü evliliği yapmak, bunlar arasında tam bir adalet şartını gerçekleştirmeye bağlıdır. Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) de: “Bir kimsenin iki hanımı olur, birine daha fazla meylederse, kıyamet gününde bir tarafı çarpık olarak gelir” ifadeleriyle meselenin önemine dikkat çekmiştir. (Nesâî, İşretü’n-nisâ 3; İbn Mace, Nikâh 47)
Diğer yandan âyet-i kerimenin sonunda: ذَلِكَ أَدْنَى أَلاَّ تَعُولُوا “Bu du*rum, ada*let*ten ay*rıl*ma*ma*nız için en uy*gun ola*nı*dır” buyrulmak suretiyle, taaddüd-ü zevcât erkeğe ağır bir külfet ve vazife yükleyeceği için, eşleri arasında hakka riayet edemeyip adaletsizlikten korkan kimselerin tek kadınla evli kalmalarının zulüm şaibesinden uzak olduğu için en salim yol olduğu belirtilmiştir.
Fıkıh kitaplarının nikâh bahislerinin “kasm” ve “nafaka” bölümlerinde eşler arasında riayet edilmesi farz olan adaletin nerelerde aranacağı tafsilatıyla anlatılmıştır. Özetle, birden fazla kadını nikâhı altında tutan bir erkek, bunların yaşlı-genç, bakire-dul, eski-yeni veya hasta-sağlıklı gibi vasıflarına bakmadan bunların yanında eşit miktarda kalmalı; sohbet ve hüsn-ü muaşerette aralarında eşitliği gözetmeli; mesken, yeme-içme ve giyim gibi nafaka içinde değerlendirilen aslî ihtiyaçların karşılanmasında da adaletten ayrılmamalıdır. Eğer koca, eşleri arasında adaleti gözetmez ve eşlerden birisi bu durumu mahkemeye şikâyet ederse hâkim, kocaya bir ceza takdirinde bulunarak, bundan sonra ona adaletli davranmayı emreder. (Serahsi, Mebsut, Beyrut, Daru’l-marife, c. 5, s. 217-219) Hatta Malikî ve Hanbelî mezheplerine göre eğer koca hâkimin uyguladığı cezaî müeyyideye rağmen ıslah olmazsa, hâkimin eşleri talâk-ı bâin ile boşama veya nikâhı feshetme yetkisi vardır. (Kevser Kâmil Ali, “Çok Evlilik”, DİA, 8/366)
Bütün bunlar hukukî açıdan gözetilmesi gereken adalet olup, bunun ötesinde kişi eşlerine karşı kalbî meyillerinden sorumlu değildir. Çünkü bu, takati aşan bir durumdur. Nitekim Cenâb-ı Hak Nisâ sûresinde: “Ey ko*ca*lar! Bü*tün ben*li*ği*niz*le is*te*se*niz da*hi eş*le*ri*niz ara*sın*da tam ada*le*ti sağlayamaz*sı*nız. Öy*ley*se bir ta*ra*fa büs*bü*tün gön*lü*nü*zü kap*tı*rıp da öbü*rü*nü koca*sız*mış gi*bi bir vazi*yet*te bı*rak*ma*yın. Eğer ara*yı dü*zel*tir, iş*le*ri*ni*zi iyi*leş*ti*rir ve haksızlık*tan sakınırsa*nız, unut*ma*yın ki Al*lah Ga*fur*dur, Ra*hîm*dir” (Nisâ Suresi, 4/129) buyurarak kalbî temayüllerde tam bir eşitliğin sağlanmasının mümkün olmadığını ifade etmiştir. Hz. Âişe’den nakledildiğine göre Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve selem) de eşleri arasında taksimde adaletli davranır ve sonra da şöyle dua ederdi: اللَّهُمَّ هَذَا قَسْمِي فِيمَا أَمْلِكُ فَلَا تَلُمْنِي فِيمَا تَمْلِكُ وَلَا أَمْلِكُ “Allah’ım! Bu benim gücümün yettiği taksim (adalet), gücümün yetmediğinden beni sorumlu tutma.” (Ebu Davud, Nikâh 37; Hâkim, Müstedrek, 2/204)
İslâm’ın Çok Evliliğe İzin Vermesinin Hikmetleri
Buna geçmeden önce bir hususun üzerinde durmakta fayda mülâhaza ediyoruz. Bazılarının zannettiği gibi, taaddüd-ü zevcât İslâm tarihinde bütün erkeklerin başvurduğu bir uygulama değildir. Osmanlı devletinde bile birden fazla kadınla evliliğin çoz az olduğu ifade edilmiştir. (Ahmet Akgündüz, Bilinmeyen Osmanlı, Osav, İstanbul, 2000, s. 417, 418) Günümüz İslâm ülkelerinde ise bu oran daha da düşüktür. Bu durum göstermektedir ki, İslâm toplumlarında çok evlilik kadınların suiistimal edildiği ve sorumsuzca kullanılan bir kurum değil, geçerli sebeplerin bulunduğu ve ihtiyaç duyulduğu zamanlarda başvurulması gereken bir çare olarak görülmüştür.
Günümüz dünyasını da göz önünde bulundurduğumuzda şöyle bir değerlendirme yapmamız da mümkündür: İslâm dünyasında birden fazla kadınla evlenen erkeklerin sayısı, Batı’da kadınlarla evlilik dışı ilişkide bulunan erkeklerden çok daha az olmuştur.
Diğer yandan tarihin değişik dönemlerinde savaşlar sonucunda kadın nüfusu erkek nüfusuna oranla çok artmıştır. Bir örnek vermek gerekirse, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya’da kadınların nüfusu erkeklerden 7.300.000 daha fazla idi ve bunların 3 milyonu da duldu. Nitekim savaş sonrasında buna bir çare bulunamadığı için birçok Alman kadın küçük menfaatler karşılığında müttefik güçlerin kötü emellerine âlet olmak zorunda kalmıştır. 1948 yılında Münih’te düzenlenen Uluslararası Gençlik Konferansı'nda, cinsiyet oranlarındaki bu dengesizliğe bir çözüm bulunamaması üzerine katılımcılardan bazılarının poligamiyi (çok evliliği) önermeleri ve bunun konferansın kapanış bildirgesine dâhil edilmesi de dikkat çekicidir. (Şerif Muhammed, “İslam ve Diğer Geleneklerde Kadın”, Yeni Ümit Dergisi, Sayı: 55)
Günümüz dünya toplumlarında da kadın ve erkek nüfusu arasındaki dengenin bozulduğu bir gerçektir. Meselâ, Amerika’da erkeklerden 8 milyon fazla kadın vardır. Bazı Orta Asya ülkeleri ve Afrika ülkelerinde veya savaşların görüldüğü Bosna Hersek ve Kosova gibi ülkelerde de benzer bir orantısızlık göze çarpmaktadır. İşte bütün bu durumlarda çok evlilik kabul edilmediği takdirde, gayri meşru ilişkiler ve toplum nizamını alt-üst edecek yönelişler olacaktır.
Diğer taraftan Kur’ân-ı Kerim: نِسَاؤُكُمْ حَرْثٌ لَكُمْ “Eş*le*ri*niz si*zin ne*sil ye*tiş*ti*ren tar*la*nız*dır” (Bakara Suresi, 2/223) buyurarak kadınların annelik yönlerine dikkat çekerken, Peygamber Efendimiz (s.a.s) de: تَزَوَّجُوا الْوَدُودَ الْوَلُودَ، فإنِّي مُكَاثِرٌ بِكُمُ الْاُمَمَ “(Ey insanlar!) vedûd (çok sevimli, sevecen; kocasını çok seven) ve velûd (çok doğuran) ile evlenin. Zira ben (kıyamet günü) diğer ümmetlere karşı çokluğunuzla övüneceğim.” (Ebu Davud, Nikâh 4; Nesai, Nikâh 11) buyurarak ümmetin çokluğunun ehemmiyetine dikkat çekmiştir. Buna göre izdivacın en mühim gayesinin tenasül (neslin artması) olduğunu düşündüğümüzde, çok evliliğin bir hikmetini daha anlamış oluruz.
Son olarak bir hususa daha temas edelim. Günümüz Batı medeniyeti çok evliliği tasvip etmese de, bu durum bütün dünya kadınlarının bakış açısını yansıtmaz. Nijerya’nın bir şehrinde yapılan bir anket sonucuna göre, ankete katılan kadınlardan yüzde altmışı kocalarının başka bir kadınla evlenmelerini memnuniyetle karşılamıştır. Aynı şekilde Kenya’daki bir araştırmaya göre, 100 kadından 76’sı çok evliliğe olumlu bakmıştır. Aynı ülkenin kırsal kesiminde bu oran daha da artmış ve 27 kadından 25’i çok eşle evliliğin tek eşle evlilikten daha iyi olduğunu düşünmektedir. Amerika’da çok evliliği tatbik eden Mormonlar da (1800’lü yıllarda kurulan bir Hristiyan cemaatidir), eşlerden biri diğerine yardım ettiği için, bu uygulamanın hem kariyer hem de çocuk bakımı açısından daha ideal bir yol olduğuna inanmaktadırlar. (Şerif Muhammed, “İslam ve Diğer Geleneklerde Kadın”, Yeni Ümit Dergisi, Sayı: 55)
Çok Evlilikte Kadının Durumu
Bazıları taaddüd-ü zevcâtın kadın-erkek eşitliğini ortadan kaldırdığını söyleyerek, kadına da böyle bir hak verilmesi gerektiğini söylemişlerdir. Ancak kadının birden çok erkekle evlenmesine sınırlı birkaç kabile ve toplum dışında tarihte rastlanmadığı gibi, günümüzde yapılan anketlerde de kadınların bunu istemedikleri ortaya çıkmaktadır. (Semra Ulaş, “İslam’da Çok Kadınla Evlilik”, İslâmî Araştırmalar Dergisi, cilt: 6, sayı: 1) Zira öncelikle kadının psikolojik ve fizikî yapısı böyle bir duruma müsaade etmez. Diğer açıdan bu durum İslâm’ın çok önem verdiği ve kendisine miras, evlenme yasağı, velayet vb. birçok hükmü bağladığı nesebin karışmasına sebep olacaktır. Dolayısıyla insan fıtratına aykırı olan böyle bir uygulamayı İslâm’ın caiz görmesi mümkün değildir.
Diğer yandan bir erkeğin ikinci veya üçüncü evliliği yapmasının ilk eşinin hakkını ihlâl edeceği ve aralarında kıskançlığa sebep olacağı söylenerek buna karşı çıkılmıştır. İfade etmeliyiz ki İslâm, hükümlerini duygu ve kalbî meyilleri göz ardı etmeksizin akıl ve mantık üzerine bina etmiştir. Toplumun temelini oluşturan aile gibi bir kurumda da aynı durum geçerlidir. Dolayısıyla daha önce de ifade ettiğimiz gibi, çok evliliğe müsaade edilmesinde cüz’î birtakım zararlar akla gelse de, mesele tüm insanlık çapında düşünüldüğünde, kadın ve erkeğin fıtratları nazar-ı itibara alındığında ve evliliğin hikmet ve gayesi olan tenasül açısından bakıldığında bu konuda itiraza mahal olmadığı görülecektir. Her kadının evlenme hürriyetine sahip olduğunu ve evli bir erkekle evlenip evlenmeme kararının kadına ait olduğunu söylemiştik.
Sonuç
Evet, İslâm getirdiği ahkâmla, tarihte birçok toplum ve kültürde görülen, Cahiliye döneminde de yaygın bir uygulama olan çok evliliği ta’dil ve ıslah etmiş, onu belli bir sayıyla sınırlamış ve eşler arasında adalet ve müsavatın gözetilmesini isteyerek hukukî bir çerçeve altına almıştır. İslâm’ın çok evlilikle ilgili hükmü, bir emir olmayıp, belli hikmet ve maslahatlara mebni bir izin mahiyetindedir. İçinde yaşadıkları kültür ortamının etkisiyle çok evliliği tenkit edenlerin, bu tenkitlerinde haksız oldukları açıkça ortaya çıkmıştır. Çünkü meseleyi doğru anlayabilmek için, bütün zamanları ve bütün insanlığın durumunu göz önünde bulundurmalı, kadın ve erkek yapısını nazar-ı itibara almalı, izdivaçtaki maksadı kavramalı ve toplum realiteleri göz ardı edilmemelidir. Mesele umumi planda böyle olmakla birlikte, ikinci evlilik dinin ideal olarak bize takdim ettiği bir evlilik modeli olmaktan ziyade, ehven-i şer olarak vaz’eylediği bir uygulamadır. Dolayısıyla dinin bu ruhsatından faydalanmak isteyen kişilerin, buna ihtiyaç olup olmadığını, ilk evliliklerinin selâmeti ve çevrenin tepkisini iyi değerlendirmeleri ve özellikle tek evliliğin yaygın bir uygulama hâline geldiği yerlerde daha dikkatli olmaları gerekir. Hele en büyük sermayeleri itibarları olan insanların çok iyi düşünmeleri gerekir.
*Araştırmacı-Yazar
ycayiroglu@yeniumit.com.tr