Allah Resulünün okuduğu gibi Kur’an okumak!
İnsan hayat yolunu yürürken elbette kılavuza ihtiyaç duyar. Birine kılavuzluk yapması için bir şey sorduğunuzda sizin anlayacağınız dilden konuşması lazım ki kılavuzluk gerçekleşsin. Aynı dilden konuşmak anlaşmaktır. Demek ki, kılavuzluk anlamı/anlamayı/anlaşmayı zorunlu kılar.
Madem bu Kur’an biz müslümanların kılavuzudur, o halde bu kılavuzu okurken anlamalıyız ki, bize kılavuzluk yapmış olsun. Yoksa yolu nasıl göstermiş olacak?
Öncelikle Kur’an okurken acele etmemek lazım. Bu, Kur’an’ın emridir.
“Kur’an’ı tertil üzere (itinalı, düşünerek, yavaş yavaş) oku.”(Müzzemmil/4)
“Gerçek hükümdar olan Allah yücedir. Sana onun vahyi tamamlanmazdan önce Kur’an’ı (okumakta) acele etme ve ‘Rabbim benim ilmimi artır’ de.”(Taha/114)
“Vahyi, acele edip okumak için dilini oynatıp durma. Onu toplamak da, okutmak da Bize aittir. Şu halde, Biz onu okuduğumuz zaman, sen de okunuşunu izle. Sonra onu açıklamak da Bize aittir.” (Kıyamet/16-19) Ayrıca Furkan/32. ve İsra/106. ayetlerine bakabilirsiniz.
Durum böyle olunca bize ne oluyor da Kur’an’ı hatmetmek için acele ediyoruz? Kur’an’ı acele bir şekilde okuyarak ona buna hatim indirmeyi marifet sayıyoruz.
Hele günümüzde “hatim indirmek” dediğimiz Kur’an okuma biçimi şu üç yanlışı birden içeriyor:
1.Kur’an’ı anlamadan okumak
2.Kur’an’ı acele ederek okumak
3.Kur’an’ı ölmüşlere okumak
Bunun hiçbir tutulacak ve savunulacak tarafı yoktur. Çünkü “Hatim” dediğimiz şey toplumumuzda sadece ölülere indirilen bir okuma biçimidir. Oysa Kur’an’ın en başını açtığınızda hemen ikinci sayfasında şöyle diyor:
“Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için yol gösterici bir kitaptır”(Bakara/2)
Bu ayet bu kitabın hem kimler tarafından okunacağını hem de kimlere okunacağını belirtmiştir. Şöyle ki:
Muttaki; takva sahibi yani, Allah’a karşı gelmekten sakınan kimse demektir. Bir kimsede takva duygusu varsa Kur’an ona yol gösterir. Muttaki insan Kur’an’ı okuyacak ve yolunu bulacak. Ama keyfine göre yaşamak isteyen diğer bir ifade ile Allah’a göre yaşama derdi olmayan insanların Kur’an’la işleri yoktur.
Muttaki bir kimsenin de yaşayan biri olacağını söylemeye gerek yoktur. Çünkü ölmüş bir insanın Allah’tan sakınacak durumu kalmamıştır.
Ayrıca bir başkasına okuyacaksak onun da diri/yaşayan biri olması gerekir. Çünkü “Kur’an bir kılavuzdur” dedik. Kılavuzluk yolda yürüyene yapılır. Ölmüş, yani hayat yolunu bitirmiş kimselere kılavuzluk söz konusu olmaz.
Böylece “hatim” dediğimiz Kur’an okuma biçiminin hiçbir yönüyle bir müslümanın Kur’an’la olması gereken doğru ilişki biçimine uymadığı sanırım anlaşılmış oldu.
Peygamberimiz (s.a.v) Kur’an okurken azap ayetleri geldiğinde sakınıyordu, rahmet ayetleri geldiğinde ise talep ediyordu. Kur’an’ı anlamadan okuyanlar, azap ayetlerinden nasıl sakınacaklar ve rahmet ayetlerini nasıl talep edecekler? Resulullah (s.a.v) gibi Kur’an okuyacaksak anlayarak Kur’an okuyacağız ki, azap ayetleri geldiğinde biz de sakınalım ve rahmet ayetleri geldiğinde biz de talep edelim. Demek ki anlamadan Kur’an okuduğumuzda Resulullah(s.a.v) gibi davranmamakla ona muhalif hareket etmiş oluyoruz.
Sahabe Kur’an okuduğunda on ayet okuyor, anlıyor, yaşamına geçiriyor ve daha sonraki on ayete geçiyordu. Bu nefis okuma biçiminden bize “Hocam bir aşır okur musun?” kalmış. “Aşır” Arapçada sayı olarak on anlamına geliyor. Hoca on kadar ayeti okuyor ama ne okuyan anlıyor ne de dinleyen! Sahabe okuma biçimini bize böyle mi miras bırakmış(!) Demek ki biz mirasa ihanet etmişiz, mirası tahrif etmişiz. Bu halimizle Kur’an okumalarımızda Resulullah’ın(s.a.v) terbiyesinden geçmiş sahabeye de aykırı davranmış oluyoruz.
Bir ayeti ele alalım. O ayet namazı, zekâtı, yoksulları doyurmayı ya da insanlara güzel söz söylemeyi… vs. emrediyor olsun. Bu ayetin içindeki hükmü yaşamak için anlayarak okumak lazım. Diyelim ki okudum, anladım ve hükmü yerine getirdim. Allah da bu amelin karşılığı olarak mükâfat vereceğini vadediyor.
Mükâfat, bir amelin karşılığıdır. Sevap da aynen bunun gibi bir amelin karşılığıdır. “Sevap” kelimesi Arapçadır ve bir şeyin karşılığı anlamını ifade eder. Ortada somut veya soyut bir amel olacak ki sevabı/karşılığı olsun.
Yukarıda bahsettiğim şekilde içinde hükümler olan ayeti anlamadan okuduğunu varsayalım. Anlamadığın için içindeki hükümlerden haberin olmadı. Haberin olmadığı için hükmü yerine getiremedin. Yani ortada bir amel olmadı. Dolayısıyla ortada bir amel olmayınca sevabı/karşılığı söz konusu olur mu?
Denilebilir ki anlamadan da olsa Kur’an okumak bir amel değil midir? Niye bunun sevabı olmasın?
Öyle ya! Kur’anı eline alıyorsun ve belli bir vakit ayırarak okuyorsun, meşgul oluyorsun. Bu anlamda görünüşte bir amel var! Ama biz Kur’an okumanın nasıl olması gerektiğini daha önce izah ettik. Sizin Kur’an okuyuşunuz buna uymuyor. Siz kendi kafanıza göre hareket ediyorsunuz. Mesela, hasta olsanız, sizi iyileştirmek için ilaç verseler siz o ilaçları kafanıza göre hareket ederek mi içersiniz yoksa ilacı yapanların prospektüste yazdıkları şekilde mi hareket ederek içersiniz? Elbette ilaçtan fayda görmek için verilen talimata göre hareket edersiniz. İşte tıpkı bunun gibi eğer Kur’an bir ilaç! ise – ki bunda şüphe yoktur – O zaman bu manevi ilacı da tıpkı öteki ilaçlar gibi ilacı yapanın talimatına göre hareket ederek kullanmak zorunda değil miyiz?
Buradan hareketle şu anlaşılmış olmaktadır ki; bir amelin sevabı olması için onun salih amel olması lazım. Anlamadan Kur’an okumak ise salih amel olmamaktadır. Çünkü bir amelin salih amel yani Allah katında makbul bir amel olması için iki şartı taşıması gerekiyor:
1.Allah’ın rızasını kazanmak için yapılması lazım
2.O amelin Allah’ın dediği şekilde yapılması lazım.
Anlamadan Kur’an okuyanlar mutlaka Allah’ın rızası için bunu yapıyorlardır. Bunda zerre kadar şüphem yok ama Allah’ın dediği şekilde yapmadıkları için salih amel vasfına ulaşmıyor. Salih olmayan bir amelin ise sevabı olur mu?
Anlamadan Kur’an okuma noktasında bazen deniliyor ki; “Hocam anlamadan da olsa Kur’an okuduğumda ben o an etkileniyorum, manevi bir haz duyuyorum. Bu da bir fayda değil midir?”
Ben de bu noktada diyorum ki; evet, burada bir fayda görülüyor gibi. Ancak bu dediğin şey fıtrattır. İnsan fıtratı her türlü ahenkli, güzel ve duygulu seslerden etkilenme eğilimindedir. Yani Kur’an okurken/okunurken duyulan his sadece Kur’an’a has değildir. Romantik ve duygusal bir müzik sesi bile pekâlâ insanı o an etkileyebiliyor. Kaldı ki Kur’an’a dair bu etkilenme anlamdan yoksun olduğu için insanda davranışa dönüşmüyor. Çünkü anlamdan yoksun etkilenmeler insana ne yapacağını söylemiyor. Dolayısıyla etki soyut kalıyor, somutlaşmıyor. O an mistik bir hava oluşuyor fakat az sonra geçiveriyor. Bu tür etkilenmelerle bilinç/iman dediğimiz şey oluşmuyor. Yani ortada aldatıcı bir etkilenme var. Bu bizi yanıltmasın.
Bu etkilenme konusunda bazen çok garip durumlar da yaşanıyor. Mesela, bakıyorsunuz Kur’an okunurken adam ağlıyor. “Herhalde okunan bölüm çok duygusal bir anlam içeriyor olmalı ki adam etkilenmiş” zannediyorsunuz. Oysa okunan bölüme bakıyorsunuz hiç de öyle bir bölüm değil. Okunan ayetler mirasın hangi durumlarda nasıl paylaştırılacağını anlatıyor. Yani ağlanacak bir durum yok. Adam sadece güzel sesten veya makamdan etkilenmiş.
Bu örnekten de anlıyoruz ki, anlamadan okunan/dinlenen Kur’an’dan oluşan etkilenmeler genelde aldatıcı ve hayatımıza somut faydası olmayan mistik duygulardan ibaret kalıyor.
Kur’an’ı okumaktan maksadın onu anlamak demek olduğu bu şekilde ortaya konulduktan sonra şimdi de şu hususlara dikkatlerinizi çekmek istiyorum:
Allah Kur’an’ı anlayarak okudukları halde anladıklarına/bildiklerine uygun davranmayanları Kur’an’da ağır bir şekilde yermiştir.
“Kendilerine Tevrat öğretildiği halde onun gereğini yerine getirmeyenlerin hali kitaplar taşıyan eşeğin hali gibidir. Allah’ın ayetlerini yalanlayan kimselerin misali ne kötüdür! Allah zalimler topluluğuna hidayet etmez.”(Cuma/5)
Ayetin anlamına dikkat edilirse Allah’ın kitabını anlayarak okumak da yeterli değil. Kitabı bildiği halde anlamına uygun davranmayan kimseler kitaplar yüklenmiş eşek yerine konmuş. Sırtına değerli kitaplar yüklenmek, eşeği eşeklikten kurtarmadığı gibi Allah’ın kitabını sadece bilmek ama gereği gibi davranmamak da insana bir değer katmıyor, üstelik onu Allah katında sorumlu kılıyor.
Bir başka yerde Allah, kendisine ayetler öğretildiği halde ayetlerden bağımsız hareket edenleri bu defa salya akıtan bir köpeğe benzeterek yeriyor.
“Sen onlara ayetlerimizi verdiğimiz halde ayetlerin gereğiyle hareket etmeyen, derken şeytanın peşine takılan ve sonunda azgınlardan olan adamın kıssasını anlat.
Eğer Biz dileseydik o kimseyi ayetlerimizle yüceltirdik. Fakat o dünyaya meyletti ve hevasına uydu. Artık bu adamın durumu üstüne varsan da varmasan da dilini sarkıtıp soluyan bir köpeğe benzer.
İşte ayetlerimizi yalanlayan kimselerin durumu budur. Artık sen kıssayı onlara anlat belki iyice düşünürler. Ayetlerimizi yalanlayan ve kendilerine zulmedenlerin misali ne kötüdür!”(Araf/175-177)
Bu ayetlerde de görüldüğü gibi Allah’ın ayetlerini anlayan/bilen ama gereğini yerine getirmeyip basit dünya menfaatlerine heves eden insanlar her gördüğü cismi yağlı kemik zannederek iştah içerisinde salya akıtan köpeğe benzetiliyor. Ne aşağılık bir durum!
Kur’an’ı anlayarak okuduktan sonra gereğiyle amel etmemek bu kadar ağır bir şekilde yerildikten sonra burada şunu söyleyebiliriz:
Kur’an’ı anlayarak okuyup ama gereğiyle amel etmemek bu kadar ağır bir şekilde yerildiğine göre Kur’an’ı anlamadan okumak yani ne dediğiyle ilgilenmemek bundan daha kötü/aşağı bir tutumdur. Değil mi?
Elbette daha kötü bir tutumdur. Çünkü birincisinde bildiğiyle amel etmeme suçu varken ikincisinde bunun yanına bir de Allah’ın ne dediğiyle ilgilenmeme suçu ekleniyor. Burada şöyle bir itiraz yapılabilir. Denebilir ki; anlamından haberi olmayan bilmediği için ötekine göre mazur sayılır. Çünkü öteki bildiği halde bilinçli olarak yapmıyor. Ben de derim ki, hayır, yanılıyorsunuz. Mesela, memur olarak size okuyup gereğini yapmanız için bir yazı tebliğ edilse siz de sorumlu olmamak için hiç okuma zahmetine bile katlanmasanız ve imzalamasanız bu sizi sorumluluktan kurtarır mı? Tabi ki, hayır… Çünkü o yazıdan haberiniz var ve siz bir memur olarak size iletilen yazılarla ilgilenmeme gibi bir seçeneğiniz yok. İlgilenmek zorunda olduğunuz bir yazıya böyle davranamazsınız.
Şimdi düşünün! Allah sizi kendisine kulluk yapmak için yaratmış olsun ve bu kulluğun nasıl yapılacağına dair size bir yazı/kitap ulaştırsın ama siz Allah’ın ne istediğiyle ilgilenmeyin sonra da “niçin şunları yerine getirmedin?” denildiğinde “Ya Rabbi! Benim bunlardan haberim yoktu. Ben senin kitabını devamlı saygıyla tekrar ederek anlamadan sevap kazanmak için okuyordum” deyin!
Ey akıl sahipleri n’olursunuz birazcık düşünün! Trajikomik halimizi anlatan bu cevabımız Allah katında bir mazeret olarak görülür mü? Bu, Allah’a gösterilen ne biçim bir saygı anlayışıdır ki içinde Allah’a boyun eğme yok! Boyun eğilmeyen Allah sayılmıyor demektir.
Sonra yine düşünün! Size itaat etmek zorunda olan kimse sizin dediklerinizi yerine getirmekten uzak bir şekilde emirlerinizin yazılı olduğu kâğıtları kutsayarak ve ne dediğinizi anlamaya çalışmadan sabah akşam devamlı tekrar ederek okusa, yani size bu şekilde saygılı olmaya çalışsa nasıl değerlendirirsiniz? Kabullenir misiniz?
“Sen benimle dalga mı geçiyorsun” deyip tepki göstermez misiniz?
Onun bu davranışı sizin yanınızda sevaba mı, yoksa cezaya mı karşılık gelir?
Kur’an’ı okumaktan maksadın onu anlamak ve yaşamak olduğu bir kez daha ortaya çıktıktan sonra gelelim bu konuda en çok delil olarak getirilen hadis-i şerife:
Abdullah (r.a)’dan Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu: “Allah’ın kitabından bir harf okuyan kimseye bir hasene(sevap) vardır. Her hasene için de on misli sevap verilir. Elif, Lam, Mim’i bir harf saymıyorum. Belki “Elif” bir harf, “Lam” bir harf, “Mim” de ayrı bir harftir.” (Tirmizi, Tac tercemesi, c.4, s.13)
Bu yazının başından beri okumanın nasıl olması gerektiğine dair getirdiğimiz gerekçeler çerçevesinde Kur’an’ı anlayarak okumak ve elden geldiği kadar da anladıklarımızı yaşamak şartıyla, evet, Kur’an’ın her harfine Rabbimiz dilediği sevabı/karşılığı verecektir. Ben hadis-i şerifin böyle anlaşılması gerektiğine inanıyorum. Anlamadan okunulduğunda bile her harfine sevap verileceği şeklindeki anlayışın son derece yanlış ve Kur’an’ın amacından ve ruhundan uzak olduğunu düşünüyorum.
Ne yazık ki, Allah’ın sözleri olan Kur’an’ı anlamadan okumayı hayatımıza bir ibadet(!) olarak sokmuşlar ve böylelikle Allah ile irtibatımızı kesmişler. Hem de bunu Allah’ın mükâfatlandıracağını söyleyerek Allah adına yapmışlar. Öyleyse sevap kazanmak için anlamadan Kur’an okumak, zannedildiği gibi gerçekten sevap mıdır yoksa tam tersine Allah’a ve kitabına karşı saygısızlık mıdır? Bir kez daha düşünmeniz ümidiyle…
ALINTI: Hasan Eker
İnsan hayat yolunu yürürken elbette kılavuza ihtiyaç duyar. Birine kılavuzluk yapması için bir şey sorduğunuzda sizin anlayacağınız dilden konuşması lazım ki kılavuzluk gerçekleşsin. Aynı dilden konuşmak anlaşmaktır. Demek ki, kılavuzluk anlamı/anlamayı/anlaşmayı zorunlu kılar.
Madem bu Kur’an biz müslümanların kılavuzudur, o halde bu kılavuzu okurken anlamalıyız ki, bize kılavuzluk yapmış olsun. Yoksa yolu nasıl göstermiş olacak?
Öncelikle Kur’an okurken acele etmemek lazım. Bu, Kur’an’ın emridir.
“Kur’an’ı tertil üzere (itinalı, düşünerek, yavaş yavaş) oku.”(Müzzemmil/4)
“Gerçek hükümdar olan Allah yücedir. Sana onun vahyi tamamlanmazdan önce Kur’an’ı (okumakta) acele etme ve ‘Rabbim benim ilmimi artır’ de.”(Taha/114)
“Vahyi, acele edip okumak için dilini oynatıp durma. Onu toplamak da, okutmak da Bize aittir. Şu halde, Biz onu okuduğumuz zaman, sen de okunuşunu izle. Sonra onu açıklamak da Bize aittir.” (Kıyamet/16-19) Ayrıca Furkan/32. ve İsra/106. ayetlerine bakabilirsiniz.
Durum böyle olunca bize ne oluyor da Kur’an’ı hatmetmek için acele ediyoruz? Kur’an’ı acele bir şekilde okuyarak ona buna hatim indirmeyi marifet sayıyoruz.
Hele günümüzde “hatim indirmek” dediğimiz Kur’an okuma biçimi şu üç yanlışı birden içeriyor:
1.Kur’an’ı anlamadan okumak
2.Kur’an’ı acele ederek okumak
3.Kur’an’ı ölmüşlere okumak
Bunun hiçbir tutulacak ve savunulacak tarafı yoktur. Çünkü “Hatim” dediğimiz şey toplumumuzda sadece ölülere indirilen bir okuma biçimidir. Oysa Kur’an’ın en başını açtığınızda hemen ikinci sayfasında şöyle diyor:
“Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için yol gösterici bir kitaptır”(Bakara/2)
Bu ayet bu kitabın hem kimler tarafından okunacağını hem de kimlere okunacağını belirtmiştir. Şöyle ki:
Muttaki; takva sahibi yani, Allah’a karşı gelmekten sakınan kimse demektir. Bir kimsede takva duygusu varsa Kur’an ona yol gösterir. Muttaki insan Kur’an’ı okuyacak ve yolunu bulacak. Ama keyfine göre yaşamak isteyen diğer bir ifade ile Allah’a göre yaşama derdi olmayan insanların Kur’an’la işleri yoktur.
Muttaki bir kimsenin de yaşayan biri olacağını söylemeye gerek yoktur. Çünkü ölmüş bir insanın Allah’tan sakınacak durumu kalmamıştır.
Ayrıca bir başkasına okuyacaksak onun da diri/yaşayan biri olması gerekir. Çünkü “Kur’an bir kılavuzdur” dedik. Kılavuzluk yolda yürüyene yapılır. Ölmüş, yani hayat yolunu bitirmiş kimselere kılavuzluk söz konusu olmaz.
Böylece “hatim” dediğimiz Kur’an okuma biçiminin hiçbir yönüyle bir müslümanın Kur’an’la olması gereken doğru ilişki biçimine uymadığı sanırım anlaşılmış oldu.
Peygamberimiz (s.a.v) Kur’an okurken azap ayetleri geldiğinde sakınıyordu, rahmet ayetleri geldiğinde ise talep ediyordu. Kur’an’ı anlamadan okuyanlar, azap ayetlerinden nasıl sakınacaklar ve rahmet ayetlerini nasıl talep edecekler? Resulullah (s.a.v) gibi Kur’an okuyacaksak anlayarak Kur’an okuyacağız ki, azap ayetleri geldiğinde biz de sakınalım ve rahmet ayetleri geldiğinde biz de talep edelim. Demek ki anlamadan Kur’an okuduğumuzda Resulullah(s.a.v) gibi davranmamakla ona muhalif hareket etmiş oluyoruz.
Sahabe Kur’an okuduğunda on ayet okuyor, anlıyor, yaşamına geçiriyor ve daha sonraki on ayete geçiyordu. Bu nefis okuma biçiminden bize “Hocam bir aşır okur musun?” kalmış. “Aşır” Arapçada sayı olarak on anlamına geliyor. Hoca on kadar ayeti okuyor ama ne okuyan anlıyor ne de dinleyen! Sahabe okuma biçimini bize böyle mi miras bırakmış(!) Demek ki biz mirasa ihanet etmişiz, mirası tahrif etmişiz. Bu halimizle Kur’an okumalarımızda Resulullah’ın(s.a.v) terbiyesinden geçmiş sahabeye de aykırı davranmış oluyoruz.
Bir ayeti ele alalım. O ayet namazı, zekâtı, yoksulları doyurmayı ya da insanlara güzel söz söylemeyi… vs. emrediyor olsun. Bu ayetin içindeki hükmü yaşamak için anlayarak okumak lazım. Diyelim ki okudum, anladım ve hükmü yerine getirdim. Allah da bu amelin karşılığı olarak mükâfat vereceğini vadediyor.
Mükâfat, bir amelin karşılığıdır. Sevap da aynen bunun gibi bir amelin karşılığıdır. “Sevap” kelimesi Arapçadır ve bir şeyin karşılığı anlamını ifade eder. Ortada somut veya soyut bir amel olacak ki sevabı/karşılığı olsun.
Yukarıda bahsettiğim şekilde içinde hükümler olan ayeti anlamadan okuduğunu varsayalım. Anlamadığın için içindeki hükümlerden haberin olmadı. Haberin olmadığı için hükmü yerine getiremedin. Yani ortada bir amel olmadı. Dolayısıyla ortada bir amel olmayınca sevabı/karşılığı söz konusu olur mu?
Denilebilir ki anlamadan da olsa Kur’an okumak bir amel değil midir? Niye bunun sevabı olmasın?
Öyle ya! Kur’anı eline alıyorsun ve belli bir vakit ayırarak okuyorsun, meşgul oluyorsun. Bu anlamda görünüşte bir amel var! Ama biz Kur’an okumanın nasıl olması gerektiğini daha önce izah ettik. Sizin Kur’an okuyuşunuz buna uymuyor. Siz kendi kafanıza göre hareket ediyorsunuz. Mesela, hasta olsanız, sizi iyileştirmek için ilaç verseler siz o ilaçları kafanıza göre hareket ederek mi içersiniz yoksa ilacı yapanların prospektüste yazdıkları şekilde mi hareket ederek içersiniz? Elbette ilaçtan fayda görmek için verilen talimata göre hareket edersiniz. İşte tıpkı bunun gibi eğer Kur’an bir ilaç! ise – ki bunda şüphe yoktur – O zaman bu manevi ilacı da tıpkı öteki ilaçlar gibi ilacı yapanın talimatına göre hareket ederek kullanmak zorunda değil miyiz?
Buradan hareketle şu anlaşılmış olmaktadır ki; bir amelin sevabı olması için onun salih amel olması lazım. Anlamadan Kur’an okumak ise salih amel olmamaktadır. Çünkü bir amelin salih amel yani Allah katında makbul bir amel olması için iki şartı taşıması gerekiyor:
1.Allah’ın rızasını kazanmak için yapılması lazım
2.O amelin Allah’ın dediği şekilde yapılması lazım.
Anlamadan Kur’an okuyanlar mutlaka Allah’ın rızası için bunu yapıyorlardır. Bunda zerre kadar şüphem yok ama Allah’ın dediği şekilde yapmadıkları için salih amel vasfına ulaşmıyor. Salih olmayan bir amelin ise sevabı olur mu?
Anlamadan Kur’an okuma noktasında bazen deniliyor ki; “Hocam anlamadan da olsa Kur’an okuduğumda ben o an etkileniyorum, manevi bir haz duyuyorum. Bu da bir fayda değil midir?”
Ben de bu noktada diyorum ki; evet, burada bir fayda görülüyor gibi. Ancak bu dediğin şey fıtrattır. İnsan fıtratı her türlü ahenkli, güzel ve duygulu seslerden etkilenme eğilimindedir. Yani Kur’an okurken/okunurken duyulan his sadece Kur’an’a has değildir. Romantik ve duygusal bir müzik sesi bile pekâlâ insanı o an etkileyebiliyor. Kaldı ki Kur’an’a dair bu etkilenme anlamdan yoksun olduğu için insanda davranışa dönüşmüyor. Çünkü anlamdan yoksun etkilenmeler insana ne yapacağını söylemiyor. Dolayısıyla etki soyut kalıyor, somutlaşmıyor. O an mistik bir hava oluşuyor fakat az sonra geçiveriyor. Bu tür etkilenmelerle bilinç/iman dediğimiz şey oluşmuyor. Yani ortada aldatıcı bir etkilenme var. Bu bizi yanıltmasın.
Bu etkilenme konusunda bazen çok garip durumlar da yaşanıyor. Mesela, bakıyorsunuz Kur’an okunurken adam ağlıyor. “Herhalde okunan bölüm çok duygusal bir anlam içeriyor olmalı ki adam etkilenmiş” zannediyorsunuz. Oysa okunan bölüme bakıyorsunuz hiç de öyle bir bölüm değil. Okunan ayetler mirasın hangi durumlarda nasıl paylaştırılacağını anlatıyor. Yani ağlanacak bir durum yok. Adam sadece güzel sesten veya makamdan etkilenmiş.
Bu örnekten de anlıyoruz ki, anlamadan okunan/dinlenen Kur’an’dan oluşan etkilenmeler genelde aldatıcı ve hayatımıza somut faydası olmayan mistik duygulardan ibaret kalıyor.
Kur’an’ı okumaktan maksadın onu anlamak demek olduğu bu şekilde ortaya konulduktan sonra şimdi de şu hususlara dikkatlerinizi çekmek istiyorum:
Allah Kur’an’ı anlayarak okudukları halde anladıklarına/bildiklerine uygun davranmayanları Kur’an’da ağır bir şekilde yermiştir.
“Kendilerine Tevrat öğretildiği halde onun gereğini yerine getirmeyenlerin hali kitaplar taşıyan eşeğin hali gibidir. Allah’ın ayetlerini yalanlayan kimselerin misali ne kötüdür! Allah zalimler topluluğuna hidayet etmez.”(Cuma/5)
Ayetin anlamına dikkat edilirse Allah’ın kitabını anlayarak okumak da yeterli değil. Kitabı bildiği halde anlamına uygun davranmayan kimseler kitaplar yüklenmiş eşek yerine konmuş. Sırtına değerli kitaplar yüklenmek, eşeği eşeklikten kurtarmadığı gibi Allah’ın kitabını sadece bilmek ama gereği gibi davranmamak da insana bir değer katmıyor, üstelik onu Allah katında sorumlu kılıyor.
Bir başka yerde Allah, kendisine ayetler öğretildiği halde ayetlerden bağımsız hareket edenleri bu defa salya akıtan bir köpeğe benzeterek yeriyor.
“Sen onlara ayetlerimizi verdiğimiz halde ayetlerin gereğiyle hareket etmeyen, derken şeytanın peşine takılan ve sonunda azgınlardan olan adamın kıssasını anlat.
Eğer Biz dileseydik o kimseyi ayetlerimizle yüceltirdik. Fakat o dünyaya meyletti ve hevasına uydu. Artık bu adamın durumu üstüne varsan da varmasan da dilini sarkıtıp soluyan bir köpeğe benzer.
İşte ayetlerimizi yalanlayan kimselerin durumu budur. Artık sen kıssayı onlara anlat belki iyice düşünürler. Ayetlerimizi yalanlayan ve kendilerine zulmedenlerin misali ne kötüdür!”(Araf/175-177)
Bu ayetlerde de görüldüğü gibi Allah’ın ayetlerini anlayan/bilen ama gereğini yerine getirmeyip basit dünya menfaatlerine heves eden insanlar her gördüğü cismi yağlı kemik zannederek iştah içerisinde salya akıtan köpeğe benzetiliyor. Ne aşağılık bir durum!
Kur’an’ı anlayarak okuduktan sonra gereğiyle amel etmemek bu kadar ağır bir şekilde yerildikten sonra burada şunu söyleyebiliriz:
Kur’an’ı anlayarak okuyup ama gereğiyle amel etmemek bu kadar ağır bir şekilde yerildiğine göre Kur’an’ı anlamadan okumak yani ne dediğiyle ilgilenmemek bundan daha kötü/aşağı bir tutumdur. Değil mi?
Elbette daha kötü bir tutumdur. Çünkü birincisinde bildiğiyle amel etmeme suçu varken ikincisinde bunun yanına bir de Allah’ın ne dediğiyle ilgilenmeme suçu ekleniyor. Burada şöyle bir itiraz yapılabilir. Denebilir ki; anlamından haberi olmayan bilmediği için ötekine göre mazur sayılır. Çünkü öteki bildiği halde bilinçli olarak yapmıyor. Ben de derim ki, hayır, yanılıyorsunuz. Mesela, memur olarak size okuyup gereğini yapmanız için bir yazı tebliğ edilse siz de sorumlu olmamak için hiç okuma zahmetine bile katlanmasanız ve imzalamasanız bu sizi sorumluluktan kurtarır mı? Tabi ki, hayır… Çünkü o yazıdan haberiniz var ve siz bir memur olarak size iletilen yazılarla ilgilenmeme gibi bir seçeneğiniz yok. İlgilenmek zorunda olduğunuz bir yazıya böyle davranamazsınız.
Şimdi düşünün! Allah sizi kendisine kulluk yapmak için yaratmış olsun ve bu kulluğun nasıl yapılacağına dair size bir yazı/kitap ulaştırsın ama siz Allah’ın ne istediğiyle ilgilenmeyin sonra da “niçin şunları yerine getirmedin?” denildiğinde “Ya Rabbi! Benim bunlardan haberim yoktu. Ben senin kitabını devamlı saygıyla tekrar ederek anlamadan sevap kazanmak için okuyordum” deyin!
Ey akıl sahipleri n’olursunuz birazcık düşünün! Trajikomik halimizi anlatan bu cevabımız Allah katında bir mazeret olarak görülür mü? Bu, Allah’a gösterilen ne biçim bir saygı anlayışıdır ki içinde Allah’a boyun eğme yok! Boyun eğilmeyen Allah sayılmıyor demektir.
Sonra yine düşünün! Size itaat etmek zorunda olan kimse sizin dediklerinizi yerine getirmekten uzak bir şekilde emirlerinizin yazılı olduğu kâğıtları kutsayarak ve ne dediğinizi anlamaya çalışmadan sabah akşam devamlı tekrar ederek okusa, yani size bu şekilde saygılı olmaya çalışsa nasıl değerlendirirsiniz? Kabullenir misiniz?
“Sen benimle dalga mı geçiyorsun” deyip tepki göstermez misiniz?
Onun bu davranışı sizin yanınızda sevaba mı, yoksa cezaya mı karşılık gelir?
Kur’an’ı okumaktan maksadın onu anlamak ve yaşamak olduğu bir kez daha ortaya çıktıktan sonra gelelim bu konuda en çok delil olarak getirilen hadis-i şerife:
Abdullah (r.a)’dan Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu: “Allah’ın kitabından bir harf okuyan kimseye bir hasene(sevap) vardır. Her hasene için de on misli sevap verilir. Elif, Lam, Mim’i bir harf saymıyorum. Belki “Elif” bir harf, “Lam” bir harf, “Mim” de ayrı bir harftir.” (Tirmizi, Tac tercemesi, c.4, s.13)
Bu yazının başından beri okumanın nasıl olması gerektiğine dair getirdiğimiz gerekçeler çerçevesinde Kur’an’ı anlayarak okumak ve elden geldiği kadar da anladıklarımızı yaşamak şartıyla, evet, Kur’an’ın her harfine Rabbimiz dilediği sevabı/karşılığı verecektir. Ben hadis-i şerifin böyle anlaşılması gerektiğine inanıyorum. Anlamadan okunulduğunda bile her harfine sevap verileceği şeklindeki anlayışın son derece yanlış ve Kur’an’ın amacından ve ruhundan uzak olduğunu düşünüyorum.
Ne yazık ki, Allah’ın sözleri olan Kur’an’ı anlamadan okumayı hayatımıza bir ibadet(!) olarak sokmuşlar ve böylelikle Allah ile irtibatımızı kesmişler. Hem de bunu Allah’ın mükâfatlandıracağını söyleyerek Allah adına yapmışlar. Öyleyse sevap kazanmak için anlamadan Kur’an okumak, zannedildiği gibi gerçekten sevap mıdır yoksa tam tersine Allah’a ve kitabına karşı saygısızlık mıdır? Bir kez daha düşünmeniz ümidiyle…
ALINTI: Hasan Eker