![]() |
Ata’ya koşanların bilmediği Ata’ya koşanların bilmediği Atatürk’ün kurduğu Erzurum İsmet Paşa Mektebi’nde, kadınlar ayrı sınıfta (A Dersanesi) ve bu kıyafetlerle eğitim görüyorlardı. YIL: 1930 Atatürk’ün sözü: Dinimizin tavsiye ettiği tesettür (örtünme) hem hayata, hem fazilete uygundur... Tarz-ı telebbüsümüzü (kıyafet şeklimizi) ifrata vardıranlar, kıyafetlerinde aynen Avrupa kadınını taklit edenler düşünmelidir ki, her milletin kendine mahsus ananesi, kendine mahsus âdeti, kendine göre millî hususiyetleri vardır. Hiçbir millet aynen diğer bir milletin mukallidi olmamalıdır. (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, 2. cilt, sh: 149) ................ selametle.. |
üstad kişiler,dinler veya insanları suistimal eden kavramlar üzerinden hep siyaset yapılmış ve yapılmakta..aslında bunların bu kategoride kullanılmasını yasaklıcaksın tıp oynarlar o zaman.. selametle |
Zaten kolay yol bulunmus simdi türban olayinda siyasidir diye bakiliyor yani dinsel boyutuna kimse karismiyormus havasinda halbuki ateistlik yapiyorlarda vatan hainligi yapiyorlarda haberleri yok |
Bu insanların Kemalizmi kendi emellerine alet etmediği ne malum.Kim haklı görünmek ve dokunulmazlık elde etmek istiyorsa savunduğu şey alakalı olsun alakasız olsun hemen Kemalizmin kisvesi altında faaliyetlerini sürdürüyor. |
arkadaş siz olsun bırakın bu işleri adamlar uzaya aya çıkıyor bizim ülkemiz yıllardır aynı sorunu tartışıyor baş örtüsü bunları geşelim pkk olayı islami örgüt olayı baş örtüsü kıvır zıvır bunlar hep amerikanın türkiye üzerindeki oyunları kanmayın bunlara baş örtüsü özgürlük se arap ülkelerinde özgür kadınmı var bi söyleyin kadın ları insan yeri koyan yk be kardeşim özgürlükten bahsediyor tama üni versiteye girsinler baş örtülü bayanlar ama dört yıl okuyacak okul bitin ce evlen dirilip ev kadını olacak çünkü çalıştırıl mayacak diploma duvarları süsleyecek türkiyede kapan kadınların çoğu kocaları tarafından kapatılmıştır kendi iradeleri tarafından değil örnek apdullah gülün eşi evlenmeden önce açıktı tayip erdoğanın eşi evlenmeden önce açıktı kızı bil kenti bitirdi türkiyede tesedürden okuyamadığı için bilkende okudu bitirdi sonra ne oldu evlendi ve ev hanımı oldu neye yaradı okuduğu baş örtüsü özgürlük olamaz olmaz....özgürlük diyenler için |
Mehmed Kirkinci hoca:Mehmed Kırkıncı hocaefendiden:Hürriyet ne kendisine, ne de başkasına zararı dokunmayacak şekilde harekettir, serbestiyettir. Ateşin hürriyeti sobada durmaktır. Ona hudutsuz hürriyet vermekle sayısız hürriyetleri gasbetmesine sebep olmuş oluruz. Ateşe ne kadar odun atsan yakmam demez. Kurt, sürüye hürriyet sahibi olarak sokuldu mu, bir iki kuzu ile iktifa etmez. Çoğunu sıkar, murdar eder. Demek kuzuların hürriyeti için kurda hudut konur. Eğer ki bir anarşistin hürriyetine hudut konmazsa koskoca bir toplumu yer, bitirir, mahveder Basörtüsü takmamak özgürlügün belki hocamizinda bahsettigi gibi kurda hudut konamasina sebbebiyet verir Avrupa hristiyanlikla yönetiliyor bu ne demek oluyor yani burasi din ile yönetiliyor ama buna karsin cocuklar basörtüyle okula girip cikabiliyor “Hürriyetin şe’ni odur ki: Ne nefsine, ne gayrine zararı dokunmasın.” Bazıları hürriyeti tarif ederken “başkasına zarar vermemek şartıyla her istediğini yapabilmendir” derler. Bediüzzaman bu ifadesinde kişinin kendisine de zarar vermemesi gerektiğine dikkat çeker. Mesela biri çıkıp ta “ben kendi halimde içki içiyorum, kimseye zarar vermiyorum. Ben böyle yapmakta hürüm” diyemez. Çünkü kendisine zarar vermektedir. “Hürriyet-i umumî, efradın zerrat-ı hürriyatının muhassalıdır.” Hürriyet isterken “herkese hürriyet” bir esas olmalı. Hürriyet belli bir mutlu azınlığın elinde kalmamalı. “Hürriyet budur ki: Kanun-u adalet ve te’dibden başka, hiç kimse kimseye tahakküm etmesin. Herkesin hukuku mahfuz kalsın, herkes harekât-ı meşruasında şahane serbest olsun.” Hürriyetin sınırları kanunlarla belirlenmeli, şahısların keyfine bırakılmamalı… Herkes meşru hareketlerinde sonuna kadar serbest olmalı… “Asıl mü’min, hakkıyla hürdür. Sâni’-i Âlem’e abd ve hizmetkâr olan, halka tezellüle tenezzül etmemek gerektir. Demek imana ne kadar kuvvet verilse, hürriyet de o kadar kuvvet bulur.” Gerçek manada hür olan insanlar, ibadetini yapan mü'minlerdir. Allah'a kul olmaktan kaçınanlar ise, kula kul olmaktan veya yaratılmış bazı şeylere tapmaktan kurtulamazlar. Hadislerde "altın ve gümüşe tapan" anlamında "abdüd-dinar, abdüd-dirhem" denilmesi, düşündürücü bir inceliktir. (İbnü Mace, Zühd, 8) Üstadinda sözlerinden anlasildigi üzre adaletide elimizden birakmayalim ta özgürlük dedigimiz vakte kadar |
Alıntı:
Afedersin ama anlamadım, neyi bırakalım? Baş örtüsünü istemeyenler dışında tartışan yok! Baş örtüsünü Cumhuriyet budalaları bırakırsa tutan kalmayacak zaten. Takan takar, takmayan takmaz... Arap ülkelerindeki özgürlüğü beğenmediğine göre de avrupa ve amerikadaki özgürlüğü tasvip ediyor olmalısın(dikkat amerika yandaşısın demedim). Oradaki özgür kadınları ve aile yaşantılarını da biliyoruz! Oysaki tam da burada islam, insanları kadınlara gerekli saygı ve mahremiyeti vermeye yönlendiriyor. Ha arap ülkeleri islamı ne kadar uyguluyor İslamı bağlamaz. Savunduğun tezlerin hepsidne çelişki var. Zira diyorsun ki başı örtülü bayan 4 yıl okuyacak sonra okul bitince evlen(diril*)ip ev kadını olacak. Sanki örtünmeyen bayanlar evlenince ev kadını olmayacaklar! Bırakın bu tek taraflı lafları! *Bir kere baştan -diril mek ekini kullanıyorsun ki sanki islam kadınları kendi kararlarını vermekten aciz insanalar. Hayır, islami adaba uyup nefsani duygularını engelleyen kadın erkek her insan büyük bir başarı ve iradeyle bunu gerçekleştirmektedir. Bir kız çocuğuna kapan demek zorlama ise bırakın kızlarınızı özgürlük(!) adına okulda ne halt ediyorlarsa etsinler, olur mu? OLMAZ! Ben de okudum, ortaöğretim ve liselerin içler acısı halini hepimiz biliyoruz... "Türkiyede kapan kadınların çoğu kocaları tarafından kapatılmıştır" diyrosun. Bende buna "nerden duydun?", "kaynağın nedir?" diyorum. Kapanmak isteyen kadınlar buna karşı çıkan kocalarından boşandıkları bir gerçek iken bu dediğine kargalar bile güler. Ha yok mudur? vardır, ama o da İslam'ı bağlamaz... Baş örtüsü senin nudist özgürlük anlayışına uymayabilir AM-MA, sakın ola ki örtünmek isteyene müdehale etme gafletinde bulunmayasın. Zira gün gelir devran döner bakmışsın birileri seni bir şeyler için zorlamaya başlamış... Özgürlük, açlık duyduğu şeylerin peşinden köpek gibi gitmek değil, nefsinin esaretinden kurtulmaktır... |
kardeşim ilk yazdığın yazı ben amarikan karşıtı bir insanım onu birkere öğren ikincisi ben düşümcelerimi sun dum kim kapanırsa kapansın kim açılırsa açılsım beni bağlamaz beni bağlayan türkiyenin geleceği cumhuriyet savunurum kardeşim bizi biz yapan cumhuriyettir.insanların dini duyguları ile birşeyler yapılıyorsa türkiye üzerinde allah onları bildiği gibi yaparzaten ama ileriki zaman larda göreceğiz hep beraber şimdi daha fazla konuyu uzaltmak istemiyorum |
Cumhuriyet ve başörtüsünün bağdaşamadığı nokta nedir?Ben Cumhuriyetçi birisi olarak başımıda örtüyorum.İnsanlar başlarını örtmeyince evlenmiyorlar mı? Ayrıca başörtülü diye kendi iradeleriyle evlendirilmiyorlar mı?Bu nasıl mantıktır? Benim anlayamadığım konuyu nasıl buralara taşıdınız,geri kalmışlığın belirtisi evlilik mi?Yoksa ev hanımı olmak mı? Eğer ikincisi diyorsanız zaten başörtülülerde bunun mücadelesini vermektedirler. |
Sayın safinaz, bu anlayışın özünde sanırım şu var, iman eden insan hayatını kendi isteğiyle ALLAH (celle celaluhu) için kısıtlar. İşte henüz hidayet nasip olmamış insanlar bunu anlayamıyor. Sanıyorlar ki birilerinin baskısıyla bu insanlar hayatlarını böyle kısıtlı yaşıyorlar. Şunu da belirteyim, tabii ki kendi hayatlarını ALLAH(cc) için kısıtlamış insanlar çocuklarını ve sevdiklerini kısıtlama yoluna giderler. Terbiye bâbında bu doğru olmakla birlikte zorlama ile olacak olan en fazla ara sıra şahit olduğumuz sahte örtünme veyahut dindarlık vakalarıdır. Kanunlara uymayanlar kanunu savunur mu? Bu islamın değil şahısların hatasıdır. Şimdi gelelim cumhuriyet kavramına: Cumhuriyet ilkokulda öğrendiğimiz haliyle milletin kendi kendini temsilciler aracılığıyla yönetmesidir. Tamam, padişahlığı değil de Cumhuriyeti ben de savunuyorum. Ama Cumhuriyet sözde mi var yoksa uygulamada mı var? Temsilcilerimiz bizi neden temsil edemiyorlar? Önündeki engeller nelerdir? Peki Cumhuriyet geldiğinde de cumhuriyet uygulanmış mıdır? Devrimlerle , ilkelerle halk temsil edilebilmiş midir? Bence hiç girmeyelim, zira bu konular maksadını aşabilir ama düşünmek ve araştırmak lazım. "ben cumhuriyetçiyim" demekle olmuyor. E peki milletin %99'u müslüman veya müslüman olduğunu iddia ederken bu millet kendini islamdan uzak ve hatta islama düşman yönetilmesine razı olur mu? O'na Cumhuriyet de bana değil mi? Laiklik diyoruz, tamam kararlar laik olsun, ahir zaman ümmetiyiz bin türlü insan var. Allah'ın(cc) kuralları ile yönetilmek ahir zaman ümmetine zor gelebilir. (oysa ki her zorlukta kolaylık da vardır) Peki kararlar laik olacakken neden kararları verenler de laik olacak zorunluluğu var? Hakim hükmü Allah Celle Celaluhu'nun kanununa göre değilde, insan tarafından yazılmış kanunlara göre verecek diye namaz da mı kılamayacak? Oruçta mı tutmayacak? Baş örtüsü de mi takmayacak? Bakıyorum bir öğretmenim ateistti(matematik hocam), bir öğretmenim humanistti (tarih hocam), okulumuzun müdürü içmeyi severdi (Allah affetsin). Çeşit çeşit insanlar bizim öğretmenlerimizdi. Ama hepsi bize ilim verdiler bilim verdiler, hepsinin ellerinden öpüyorum. Peki hal böyle iken neden birileri öğretmenimin namazıyla, başörütüsüyle uğraşıyor? Öğretmeni bıraktık şimdi öğrenciyi kurtarmaya çalışıyoruz... REJİM! Hangi rejim tehlikeye giriyor? Kimin rejimi? Kime rejim? Hani cumhuriyet? Hani halkın temsili? DARBE! Kim asıyor? Kimi asıyor? Kim için asıyor? Çok uzun, geniş ve anlatacağımdan daha çok dinlemeyi tercih edeceğim konular bunlar. Bu din düşmanlığı nedir ve kimlere yarıyor iyice bir düşünmek ve yahudilerin vaad edilen topraklar hayalini her zaman her olayda hesaba katmak lazım Bu yüzden "ben cumhuriyetçiyim" "ben laikim" "ben şuncuyum" "ben buncuyum" gibi altını dolduramayacağınız basma kalıp cümleleri kullanırken bir değil bin kere daha düşünün. |
Laikliğin kökeni Fransa'ya dayanır ve Türkiye'de inançlarını özgürce yaşayamayanlar ve özelliklede başörtüsüyle okuma hakkı kısıtlananlar ilk zamanlar Fransa'ya gidiyorlardı. Sonradan Fransa da Türkiye'deki kısıtlamalara bakarak müslümanlara farklı tutumlar sergiledi. Sürekli savunulan laiklik acaba Türkiye'de tam anlamıyla var mı? Kurumsal olarak bakarsak diyanet işleri bulunan bir ülkenin laiklik kavramı zaten biraz abes kaçıyor. Ayrıca laiklik çift yönlü bir kavramken,tek ayağı uygulanıyor yani dini devlet işlerine karıştırmamak ta,peki devletin din ilerine karışması hatta ve hatta popüler islamın yaşanmasına bile kısıtlamalar getirmesi olayı nasıl bir laik uygulamadır? |
Abdülhamid, Mustafa Kemal’i hapse attırmıştı! MUSTAFA ARMAĞAN “Abdülhamid devrinin her 24 saati bin muammayla doludur.” 1930’larda sıkı bir Abdülhamid düşmanı iken 1960’larda tam tersine koyu bir Abdülhamid hayranı olarak karşımıza çıkan yazar Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu’nun bu cümlesi beni çok düşündürmüştür. Her 24 saatine binbir muammayı doldurmuş bu karmaşık iktidar döneminin kıvrımları arasında saklanmış nice olay ve çehrenin gerçek yüzü, ağır ağır aydınlanmakta. Anlatacağım olay da, bizzat Mustafa Kemal tarafından en az iki defa dillendirildiği halde, Atatürk’ün resmi biyografilerinde ya geçiştirilmiş yahut da yazıldığı halde dikiz aynamıza bir türlü girememiştir. Bugün vefatının 90. yılında Sultan II. Abdülhamid’i rahmetle anarken, onun “muamma”larından birini daha büyüteç altına alıyoruz. 21 Ekim 1904’te, 24 yaşında Harp Akademisi’nden kurmay yüzbaşı olarak mezun olan Mustafa Kemal, birkaç ay kadar tayinini bekleyecekti. Bir süre sınıf arkadaşı Ali Cebesoyların Kuzguncuk’taki yalısında misafir kalmış, daha sonra yine tayin bekleyen birkaç arkadaşıyla birlikte Beyazıt-Gedikpaşa civarında bir Ermeni’nin apartman dairesini kiralamışlardı. Burada toplanıp memleket sorunlarını görüşürken, kurtuluş için Meşrutiyet yönetiminin geri getirilmesinin şart olduğu, bunun için de ordunun Saray’ı sıkıştırması gerektiği üzerinde görüş birliğine varmışlardı. Bu amaçla her biri atanacakları yerlerde birer örgüt kuracak, sonra da şubeleri birleştirip hükümet üzerinde baskı kuracaklardı. Ne var ki, Abdülhamid’in meşhur hafiye örgütünün içlerine sızacağını hesaplayamayacak kadar toydular o sırada. Toplantılar olanca hızıyla sürerken günün birinde subayken ordudan atılmış Fethi Bey adlı birisini aralarına almak gafletinde bulunurlar. Başlangıçta “örgüt” adına epeyce yararlılıkları görülen Fethi Bey, günün birinde kendilerine yeni bir arkadaşın daha katılmak istediğini bildirir. Önce sözü edilen arkadaşı görmeleri gerektiğini söylerler ve Galata Köprüsü civarında bir kahvede buluşmaya karar verirler. Ancak gelmesi beklenen yeni ‘arkadaş’, Abdülhamid’in has adamlarından Zülüflü İsmail Paşa’nın yaverinden başkası değildir ve yanında bir sürü jandarma da getirmiştir! Meğer acıyarak yanlarına aldıkları Fethi Bey, bir hafiye ve konuştukları her şeyi günü gününe Abdülhamid’e bildirmekte değil miymiş! İşte bu baskınla Mustafa Kemal, Ali Fuat ve Fethi Okyar da aralarında olmak üzere “gizli örgüt”ün bütün elemanları jandarmalar tarafından yakalanarak hapse atılır. Bundan sonrası daha da ilginçtir. Çünkü Yüzbaşı Mustafa Kemal, Abdülhamid’in yaşadığı Yıldız Sarayı’nın mabeyn dairesine götürülüp gizli örgüt kurmak, bu amaçla para toplamak, gazete çıkarmak ve toplantılar yapmaktan sorguya çekilmiştir. Kendisi hatıralarında ‘aylarca’ hapiste kaldığını söylese de, tutukluluğunun en fazla iki ay sürdüğünü biliyoruz. (Mezuniyeti 21 Ekim’de, Şam’a tayini ise 11 Ocak’tadır.) Asıl şüpheyi davet eden nokta, bir Ermeni’nin evinde kalmaları ve Jön Türklerin yasak yayınlarını takip etmeleriydi. O günlerde Ermenilerin Sultan’a bir suikast düzenleyeceklerine dair haberler alınıyordu; Saray’a, Ramazan’ın 15’inde Hırka-i Şerif’i ziyaret edecek olan Abdülhamid’e bombalı bir saldırı düzenleneceği ihbarı yapılmıştı. Padişah, Beyazıt civarından arabayla geçecekti ve onların bu güzergâhta bir ev tutmuş olmaları şüpheyi daha da artırmaktaydı. Nitekim bu ihbar, 6 ay kadar sonra, Mustafa Kemal ve arkadaşları aklanıp Şam’a gönderildikten sonra Ermeni teröristlerin elinde gerçek adresini bulacaktı (21 Temmuz 1905, Bomba Olayı). Yıldız Sarayı Mabeyn Dairesi’ndeki sorgulama sırasında bizzat Abdülhamid’in sorgu odasına kadar geldiği ve görünmeyen bir yerde Mustafa Kemal’in cevaplarını dinlediği rivayeti, ta 1931 yılında liseler için hazırlanan “Tarih” kitabından beri dillerdedir ama Atatürk’ün kendisi bize bundan hiç bahsetmemiştir. Annesi Zübeyde Hanım’ın mezarı başında Ocak 1923’te yaptığı konuşmada, şunları söylediğini biliyoruz: “Hayata ilk hatveyi [adımı] atıyordum. Fakat bu hatve hayata değil, zindana tesadüf etti. Hakikaten bir gün beni aldılar ve idare-i müstebidenin [istibdat yönetiminin] zindanına koydular. Orada aylarca kaldım. Validem bundan ancak mahpesten çıktıktan sonra haberdar olabildi. Ve derhal beni görmeye şitap etti [koştu]. İstanbul’a geldi. Fakat orada kendisiyle ancak üç beş gün görüşmek nasip oldu. Çünkü tekrar idare-i müstebidenin hafiyeleri, casusları, cellatları ikametgâhımızı sarmış ve beni alıp götürmüşlerdi. Validem ağlayarak arkadan beni takip ediyordu. Beni menfama götürecek olan vapura bindirilirken benimle görüşmekten men edilen validem gözyaşlarıyla Sirkeci rıhtımında elemler ve kederler içinde terk edilmiş bulunuyordu.” Annesinin ağlamaktan gözlerinin zayıfladığını söyleyen genç Mustafa Kemal, yine de ucuz kurtulmuş sayılırdı. Eğer Serasker Rıza Paşa araya girip de Sultan’ı, onların gençliklerine uyup bir hata işlediklerine ikna etmemiş olsaydı, rejimi değiştirmek için gizli örgüt kurmaktan tutuklanmaları ve askerlikten atılmaları işten bile değildi. Velhasıl, “yıldızın parladığı anlar”dan birindeydi. Günün birinde bugünkü İstanbul Üniversitesi merkez binasında İsmail Hakkı Paşa, Padişah’ın kararını kendisine şöyle bildirecekti: “Şimdiye kadar büyük yeteneklere sahip olduğunu gösterdin… Ama öte yandan, kendinin ve üniformanın şerefini lekelemiş durumdasın… Siyasete ve Padişah’ınıza karşı vatan hainlerinin yıkıcı propagandasına karıştın. Arkadaşlarını da aynı şeyi yapmaları için teşvik ettin. Buna rağmen Efendimiz merhamet göstermeye karar verdi. Ve seni affetti. Yalnız tayin beklediğin Edirne ve Makedonya’ya değil, Şam’a gönderileceksin.” Mustafa Kemal’in çok yıllar sonra, “Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı” adlı kitabıma da aldığım “Abdülhamid yönetiminin her şeye rağmen hoşgörülü olduğu” yolundaki sözlerinin kaynağı bu af olayı olsa gerek. Atatürk bu sözü söylediği sırada, İzmir suikastı teşebbüsünden sonra en yakın silah arkadaşlarının idamla yargılandığını mı hatırlamıştı dersiniz? m.armagan@zaman.com.tr |
esselamu aleyküm... ATA! ya gidenler bence atatürk ü gayet iyi tanıyorlar..nasıl ortama göre şerbet verdiğiniş ve din hususunda nasıl münafıkça davrandığını pekala biliyorlar...keşke biz de anlayabilsek... aralarda cumhuriyetçiyim diyen(ler) çıkmış?? hayli ilginç...müslüman ve cumhuriyetçi... breh breh breh!!! lailkik,dinsizliktir efendim...islamsa bu,laiklikl dinsizliktir...Batı da laiklik dinle siyesetin değil,kilise adamlarıyla siyasetin ayrışmasıdır...zaten hristiyanlık allahın hakkını allaha ,sezarın hakkını sezara veren bir din...o yüzden batı da laiklik dinsizlik getirmemiştir...ama sözkonusu islam ise,hayatın tamamı için hüküm beyan eden bir din için,laiklik bir kısmını alıp bir kısmını bırakmaktır,kitabın...nitekim,vakt-i zamanında BABAMIZ sülü!! de ,' KURAN dan 230 ayeti çıkartın,hiçbir sorunumuz kalmaz demişti'... vesselam... islam,hem bir ibadetler bütünü,hem tevhid felsefesi olan,hem bir ideolojidir,hem ekonomik sistem,hem de HUKUKtur(HAKK ın çoğuludur zaten hukuk)... başka bir şey aramayalım ve kendimizi tanımlamaylım... selam ve dua ile... |
Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 01:10 . |
2000- 2025
Tüm bağışıklıklar ve idelerden bağımsız olan sözcükleri sarfetmeye mahkumdur özgürlük