1 Pozitivizmin önderlerinin, dine, ilahi olana, kutsala savaş açarak oluşturdukları felsefelerini ve beşeri düşüncelerini kutsallaştırmak, hatta “insanlık dini” adı altında dinleştirmek çelişkisine sürüklendikleri gibi, onları taklit eden Kemalistler de, dine, ilahi olana, kutsala savaş açarak oluşturdukları Kemalizm’i kutsallaştırıp “din” olarak takdim etmekten, seküler sahte kutsallar üretip, Mustafa Kemal’i ilahlaştırmaktan, “türbelere” savaş açtıkları, yasakladıkları halde, tarihin en büyük tapınak kabirlerinden birini inşa ederek, türbe ziyaretini ve türbeye dert yanıp, taleplerde bulunmayı resmileştirme çelişkisine sürüklenmekten kurtulamamışlardır.
Batıdan taklit edilen ulusalcılık ve laiklik bir din gibi kurgulanıp, modernitenin seküler değerleri ve ulus devlet, kutsal ilan edilip putlaştırılmıştır. Laik Kemalizm ve ulusalcılık İslam ve ümmet bilinci yerine ikame edilince de İslam ve ümmetçilik, kırmızı kitaplarda irtica adı altında birinci öncelikli tehdit ve düşman kategorisine sokulmuştur. Yaklaşık 85 yıldır askeri ve sivil eğitimde, tüm kültür müesseseleri ve medyada, sürekli bu resmi dinin propagandası yapılmış, bu resmi dinin ayinleri mahiyetindeki törenlere de bütün toplum katılmak zorunda bırakılmıştır. Toprak, vatan, ulusal bayrak, ulusal marş, ulusal sınırlar, anıtkabir, bu ulusal dinin seküler kutsalları kabul edilmiştir. Vatandaşlar bu seküler dinin mü’minleri olmak zorunda bırakılarak, bütün hayat alanlarında ve ömür boyu bu dinin kutsallarına tazime zorlanmışlardır. Başta okullar, kışlalar, resmi, kurumlar olmak üzere bütün vatan sathı da bu seküler dinin tapınakları haline getirilmiş, resmi törenler, resmi bayram ve yas günleri, ulusal marş ve bayrak törenleri de bu dinin ayinleri olarak bütün topluma dayatılmıştır.
Özgürlük Hediye Edilmez, Ancak Bedeli Ödenerek Fethedilir
Bilmeliyiz ki, yaşanan bu büyük zulmü kanıksayarak, kendilerine ve çocuklarına yönelik bunca kuşatmayı, dayatmayı, baskı ve yasakları sorgulamayı, bunlara itiraz etmeyi ve temel hak ve özgürlüklerini talep etmeyi başaramayan, zulme dayalı bu statükoyu değiştirme iradesini göstermek yerine, pasif, silik ve edilgen bir tutumla egemenlerin “lütfettikleri”yle yetinen toplumların özgürleşmesi mümkün değildir. Zulmedenlerin, yaptıkları zulümden nadim olup, gasp ettikleri hak ve özgürlükleri kendiliğinden, zulme rıza gösteren kitlelere armağan olarak iade ettikleri hiç görülmemiştir. Bu bakımdan, despot oligarşinin arzu ve isteklerine göre dizayn edilmiş, sömürüye dayalı düzene uyumlu ve itaatkâr vatandaşlar yetiştirmeyi hedefleyen “zorunlu ideolojik eğitim”, “Kemalizm dinine zorunlu kulluk” kuşatmasını fark edip öncelikle bu temel sorunu çözmeye yönelik bir özgürlük mücadelesi vermek gerekmektedir.
Eğitim-öğretim faaliyetinin genel ve zorunlu bir devlet fonksiyonu olarak ortaya çıkması, kendi mahiyetinin zorunlu kıldığı bir “gelişme değildir. Kamu okulları sistemi esas itibariyle modern ulus devletin ideolojik bir aracıdır. Bu resmi ideolojiye göre, devlet toplum ve halk için değil, toplum ve halk devlet içindir. Kutsallaştırılıp ilahlaştırılan devlet, toplumun bir hizmet kurumu ve aracı olmaktan çıkarılıp, adeta toplumu var eden, onu yaşatan ve onun sahibi, maliki olan varlık konumuna oturtulmuştur. Halk işlerini ve hizmetini görsün diye bir devlet kurmamış, kendinden menkul varlık iddiasıyla devlet kendisine vergi versin, askerlik yapsın ve diğer hizmetlerde bulunsun diye bir halk, bir ulus oluşturmuştur. Devlet ve devlete hâkim oligarşi ve özellikle de ordu efendi, halk ise onlara hizmet etmek için var olan kölelerdir. Böyle bir anlayışa sahip olanlarca kutsal devlet aynı zamanda bir doğruluk referansıdır. Halkı için, neyin doğru neyin yanlış olduğunu ancak devlet ve dolayısıyla devlete egemen olan oligarşi (asker-sivil bürokratlar ve TÜSİAD’cı sermayedarlar) bilmektedirler.
Egemenler, kurdukları sömürü ve zulüm düzenini ayakta tutmak için, bu sistemin mağdurlarını kendi çıkarlarını koruyacak biçimde yetiştirecek ideolojik zorunlu eğitimi bir araç olarak kullanıyorlar. Sonuçta da, mazlumlar zalimlerini ayakta tutan payandalar haline dönüştürülüyorlar. Bu tuzaktan kurtulup, özgürleşmenin yolu, bütün insanların yaratıcısı olarak, bütün insanların hukukunu en adil bir biçimde gözeten Allah’ın hükümlerini ve fıtri insani erdemleri belirleyici kılan bir sistemi kurmaktan geçer. Ancak böyle adil bir sisteme müstahak olmak için de, zulme rıza göstermeden, elindeki imkânları ve var olan potansiyeli zulmü geriletmek için seferber eden bir direniş bilincini kuşanmak ve bu bilinci sosyalleştirecek hikmetli çabalar ortaya koymak gerekmektedir. Vahyin ölçüleri içinde ve Mekke’deki ilk Kur’an neslini model olarak almak suretiyle, vakıaya teslim olma zilleti yerine, vakıayı aşma ve dönüştürme iradesini kuşanmak gerekmektedir. Her türlü “rucz”dan ( başta şirk olmak üzere her türlü cahili pisliklerden) arınmayı ve cahiliye sisteminin önderlerini ve kutsallarını değil, yalnız Allah’ın ismini yüceltmeyi esas almak ve cahiliyeden tevhide hicret bilincini hayatın bütün alanlarına yayma mücadelesi vermek ve bu mücadeleye süreklilik kazandırmak gerekmektedir.2
Gerçek adalet sistemine ulaşmadan önce, mevcut sistem içinde görece bir özgürleşme ve adalet vasatına ulaşabilmek ve özgür bir eğitim sisteminde şahsiyetleri ve fıtratları korunmuş özgür nesiller yetiştirebilmek için, eğitimin öncelikle resmi ideoloji tahakkümünden kurtarılıp temel insan hakları zeminine oturtulması, askeri vesayet ve militarizmden soyutlanıp sivilleştirilmesi gerekmektedir. Sivillerin askeri bir kültürle ve askerler tarafından eğitildiği bir toplum militarize olmaktan, bağnaz, taassup ehli, dar ufuklu ve sığ düşünceli olmaktan kurtulamaz. Bu sebeple, fıtrata yönelik baskıların kalktığı, şahsiyetleri askeri ve ideolojik kalıplarla öğütmeye yönelik faşist dayatmaların son bulduğu özgür ortamlarda, insanın kendine ve Rabbine yabancılaşmaktan kurtarılarak, imtihan dünyasında kendini özgürce gerçekleştirebilmesinin önü açılmalıdır. Eğitim, askeri ölçülerle kuşatılmış dar ufuklu bireyler ve ideolojik bağnazlıkla malül niteliksiz, şahsiyetleri öğütülmüş nesiller yetiştirmeyi değil, fıtratı (yaradılıştaki temizliği) koruyup geliştirerek “iyi insan” yetiştirmeyi hedeflemelidir. Böyle bir eğitim vasatına kavuşabilmenin ve çocuklarımıza hiç değilse şimdilik nefes aldıracak görece özgür vasatlara ulaşabilmenin ilk adımı ise, zulmü, zorbalığı ve ideolojik dayatmayı esas alan vakıaya teslim olmamak, elindeki güç ve imkan kadar da olsa itiraz etme, muhalefet etme, sorgulama bilinciyle harekete geçmek, hak ve özgürlüklerimizi her fırsatta gündemleştirmek, zulmü ve zalimleri de teşhir etmek olmalıdır.
Bu bağlamda, hiç değilse, eğitim üzerindeki asker baskısına, ideolojik kuşatmaya ve müfredattaki militarizme son verilmesini, Kemalizm dininin amentüsü gibi dayatılan “and içme”, resmi tören şövenizmi ve Milli Güvenlik Derslerinin kaldırılmasını talep etmekle başlamalıyız. Toplumdaki farklılıkları doğal karşılayan, resmi ideoloji dayatmayan özgür eğitim şartlarının hazırlanmasını gündemleştirmeliyiz. Allah’ın ayetlerinden olan ana dillerde eğitimin serbest bırakılması ve insanların kendilerini özgürce gerçekleştirmelerinin önündeki tüm engellerin kaldırılması gerektiğini topluma anlatmalıyız.
Bu ülkenin insanları olarak onurumuza ve değerlerimize sahip çıkmalıyız. Bu gidişe artık dur diyen onurlu bir itirazı yükseltip yaygınlaştırmalıyız. Hak ve özgürlüklerimize sahip çıkmalı, hiç kimsenin insafına terk etmemeliyiz. Bu ülke hepimizin ülkesidir ve burada yaşayan insanlar olarak, hangi düşünce ve dinin müntesipleri olursak olalım kendi ülkemizde özgürce ve insanca yaşamak her birimizin en temel hakkımızdır. Hiç kimse ve hiçbir kurum üzerimizde efendi değildir. Birilerinin ülkemizin asıl sahipleri ve bizlerin efendileri gibi davranmasına asla müsaade etmemeliyiz. Bu sebeple, kendimize ve çocuklarımıza ideoloji ya da din dayatılmasına, asla rıza göstermemeliyiz. Devlet dâhil hiçbir kurum ve gücün, nasıl düşüneceğimizi, nasıl, neye ve ne kadar inanacağımızı, nasıl yaşayacağımızı, nasıl giyineceğimizi ve çocuklarımızı nasıl bir eğitime tabi tutacağımızı belirleme yetkisinin olmadığını ve böyle bir zulme asla rıza göstermeyeceğimizi en güçlü biçimde haykırmalıyız. Gücümüz yettiği kadar yerine getirmekle mükellef olduğumuz böylesine önemli imani ve insani bir sorumluluğumuzu, ertelememek gerektiğini idrak etmeliyiz. Hiç değilse sivil itirazlar ve boykot gibi tavırlar koyabilme imkânlarımız varken, en küçük bir riski göğüslemekten ve basit bazı bedelleri ödemekten bile kaçınarak, çocuklarımızı şirk dininin ritüellerine ve akıdesine terk ederek, bu büyük zulmü kanıksayarak mücadeleyi ertelemenin, hangi maslahatla olursa olsun mü’min şahsiyetlere yakışmayacağını unutmamalıyız.
Çocuklarımızı ateşten koruyucu tedbirleri almalıyız
Yaşanan büyük gözaltı, militarist kuşatma ve ideolojik baskı ortamında, bir yandan gerek kanuni zorlamalardan dolayı, gerekse alternatifimiz bulunmadığı için, çocuklarımızı sistemin okullarına göndermek zorunda kalsak bile, bu okullarda yapılmakta olan tahribatı karşılayıp etkisizleştirecek, ya da hiç olmazsa tesirini azaltıp, zamanla nötralize edecek tarzda bir yönlendirmede bulunmalı, bu anlamda çocuklarımızı ve aldıkları eğitimi yakından takip edip, onlara yansıtılanları, yaşatılanları paylaşıp, körpe, temiz ve masum zihinlerine yönelik bu vahşi işgali, defetmelerini kolaylaştıracak destekler vermeliyiz. Vahiy kaynaklı sahih bilgi ve bilinci kazandırmayı, kendi öz kimlik değerleriyle çocuğumuzu teçhiz etmeyi asla ihmal etmemeliyiz. Bilmeliyiz ki, aile her zaman eğitimin bir numaralı ocağı olmak zorundadır. Bu sebeple evlerimiz, Kur’an eğitiminin en önemli merkezleri, çocuklarımıza sahih bilginin ve furkanın kazandırıldığı, kitabın ve hikmetin öğretildiği mektepler haline gelmelidir. Çocukların körpe zihin ve yüreklerinin, sık sık anti virüs taramasından geçirilmesinin ailelerin en büyük sorumluluğu olduğu unutulmamalıdır. Ayrıca bu amaçla, gerek okuldan, sokaktan, gerekse çevreden ve medyadan kaynaklanan kirlenmeyi izale edecek, arındıracak, doğru bilgi ve bilinçle takviye edip geliştirecek, alternatif eğitim, alternatif spor ve alternatif eğlence ortamları hazırlamalıyız. Çocuklarımızı kendileri gibi vahiy merkezli bir inanç ve kimlik tercihi olan kesimlerin çocuklarından oluşan ortamlarda, alternatif arkadaşlıklar, dostluklar kurmalarına ve özgün paradigmaları çerçevesindeki bu bilgi ve bilinç kazanma çabalarını birlikte yürütebilmelerine imkânlar, zeminler hazırlamalıyız.
Diğer taraftan, vahiyle sınırlanmamış devlet gücünün adil olmasının mümkün olmadığı ve vahyin denetiminden azade olan, halkına hizmeti değil, tahakkümü esas almış, insanı önce bireyselleştirip yalnızlaştırarak, sonra yabancılaştırıp, güçsüzleştirip, köleleştirerek acze düşürmüş, edilgenleştirip, esir almış modern ulus devletlerin elinden kurtulmak, özgürleşmek için mücadele etmeliyiz. Fesat ve zulmün kaynağı Modern ulus devletlerin, ellerine geçirdikleri iktidar gücüyle “ekini ve nesli ifsad ettikleri”3, insanın ve insani değerlerin çürüyüp tükenmesine yol açtıkları bilinci ile bu kontrolsüz gücün tahakküm, tasallut, tahribat ve zulmünden, kendimizi ve çocuklarımızı, dünyanın neresinde yaşıyorsak yaşayalım, korumak için ciddi, samimi ve süreklilik arz eden, fedakârca çabalar göstermeliyiz. En temel hak ve özgürlüklerimizi gasp ederek, bizi ve çocuklarımızı her yönden kuşatan bu güce karşı, dünyanın neresinde olursak olalım, itirazımızı yükseltmeliyiz.
Kemalistler, Atatürkçüler, laikler, ulusalcılar hevalarına uyarak önderlerini ve devletlerini ilahlaştırmak suretiyle onlara tapınacakları programlar, resmi törenler, eğitim projeleri gerçekleştirerek, kendi çocuklarını bunlara katabilir ve kendi çocuklarına bu ulusalcı laik dinin amentüsünü tekrarlatabilirler. Onların da, bizim de yaratıcımız ve hepimizi öldürüp hesaba çekecek tek güç olan Allah, imtihan sebebiyle verdiği irade serbestisiyle, ahirette hesabını sormak üzere, onlara, dünyada Rablerini inkâr özgürlüğünü tanımıştır.4 Ancak sorun, Kemalistlerin, ele geçirdikleri güç ve iktidarla azgınlaşarak, kendi tercihlerini, Kemalizmi benimsemeyen Müslümanlara ve diğer ideoloji ya da din müntesiplerine de dayatmalarından kaynaklanmaktadır. Biz Müslümanlar herkesin ve herkesimin temel hak ve özgürlüklerinin; ırk, renk, dil, din, ideoloji ayırt etmeden Allah’ın bütün kullarının, bu imtihan dünyasında kendilerini özgürce gerçekleştirmelerinin en sahici ve samimi güvencesiyiz. Bu adil duruş, bizim imanımızın gereği ve sadece Allah’a kulluk sorumluluğumuzun icabı olan doğal bir sonuçtur. Çünkü biz Müslümanlar, “dinde zorlama olmadığına”5, insanlara zorla din kabul ettirmenin “katilden beter bir fitne” olduğuna inanıyoruz. Mü’minler olarak, yeryüzünde bu fitne kalkıp, insanların iradeleri üzerinde zorbaların ipotekleri yok edilene ve Allah’ın bütün kullarına, vahyi tebliğin karşısında kabul ya da redde dair kararlarını özgürce verebilecekleri adalet ve özgürlük vasatını sağlayana kadar zorbalık, zulüm ve fesadla mücadele etmekle sorumlu kılınmışız.6
Biz bugünkü sisteme de, Allah’ın bütün insanlara tanıdığı fıtri-insani temel hakları, İslami adalet sisteminde gayrimüslimlere tanınan hak ve özgürlükleri bize de tanıması gerektiğini ve bunun insani bir sorumluluk olduğunu söylüyoruz. Bu bağlamda eğitim sisteminin, ideolojilerden ve militarizmden arındırılarak özgürleştirilmesinin gerekliliğine vurgu yaparak, herkes için adalet ve özgürlük istiyoruz. Her kesimin vergileriyle finanse edilen eğitimin mümkün olduğunca nötr olması, insani ve fıtri erdemlerden oluşan ortak paydayı esas alması gerektiğini vurguluyoruz. Bu sebeple, din ve ideoloji derslerinin (İslam, Hıristiyanlık, Yahudilik, laik ulusalcı Kemalizm, İslam’la ilişkisi olmadığını kendilerinin söylediği türden Alevi-Bektaşilik, sosyalizm, liberalizm vb) seçmeli ders olarak konulmasını ve bu derslerin program içeriğinin nasıl ve öğretmenin vasıflarının ne olması gerektiğini belirleme yetkisinin de ailelere bırakılmasını, çünkü çocukların devletin değil ailelerin olduğunu söylüyoruz. Üstelik bu son derece insani ve adil talebimiz, Türkiye’nin de altına imza ettiği uluslararası sözleşmelere göre de en temel hakkımız, bu hakkımızı ortadan kaldıran ideolojik dayatmalar ise en temel insan hakları ve hukuk ihlalidir. Gasp edilmiş bu hakkımızı almak üzere çaba göstermek ve bu büyük haksızlığa artık yeter diyebilmek için, neden ertelemeye gidelim, neden konjonktürü belirleyici kılan zamanlama tartışmalarına girelim?