KUR’ÂN’IN tarif ettiği âlem, Yer ve Gökler Rabbinin rahmet eserleriyle bezenmiş, insanın tüm duyularıyla algılayabileceği her türden güzelliklerle süslenmiş, bütün zerreleriyle Rabbini tesbih etmekte olan bir âlemdir.
Fakat biz dünyamıza baktığımızda bunlardan başka şeyler de görüyoruz. Bizim dünyamızda kötülükler de var; felâketler, kıtlıklar, ahlâksızlıklar, haksızlıklar, cinayetler, savaşlar da var. Hattâ, kendi halinde iken baştan başa güzellikler içinde görünen yerler ve hadiseler bile, bizim dünyamızın bir parçası haline geldikten sonra başka bir hale bürünüyor.
Kur’ân, dünyamızın bu durumuna da değiniyor. Bütün varlıklarıyla Rabbini tesbih eden şu şirin gezegenimizin üzerinde, bütün bu güzelliklerin yanı sıra bozulmaların da ortaya çıktığını bildiriyor ve bunun sebebini gösteriyor:
“İnsanların kendi elleriyle işledikleri.”Bu hükmün doğruluğunu kabul etmeyecek kimse yoktur. Gerçekten de bu dünya, insanın yaratılışından önce de milyonlarca sene boyunca hayata beşiklik etmiş bir dünya idi. Ve mükemmel bir düzeni, kusursuz bir dengesi vardı dünyamızın. Her köşesi bir Cennet bahçesi gibi düzenlenmişti. Havası, suyu tertemizdi.
Bu dünyaya insan ayak bastıktan sonra, onunla gelen pek çok güzelliğin yanı sıra, yine onunla gelen kötülükler de bu dünya üzerinde görülmeye başladı. Bu kötülükler, yer yer, hayatı ifsat edecek boyutlara vardı. Haktan, ahlâktan uzak yaşayışlar yaygınlaştı. Kendilerini bu dünya üzerinde ağırlayan Âlemlerin Rabbine karşı nankörlükte direnen insanların zulümleri toplumları sardı.
Yüce Allah, yoldan çıkan kullarına uyarıcı elçiler gönderdi. Onların uyarıları da etkisiz kalınca, bu defa, insanlar, kendi elleriyle işlediklerin kötülüklerin sonucunu tatmaya başladılar. Bazan semâvî tokatlar halinde gökten indi bu tokatlar; yeryüzü felâketlerle sarsıldı. Bazan ahlâktan, haktan, dürüstlükten uzak yaşamanın acı meyveleri toplum hayatını ifsat etti. Bazan da insanlar, bu gezegenin güzelim dağlarını, ovalarını, denizlerini kan gölü haline getirdiler, huzur içinde yaşanacak yerleri Cehenneme çevirdiler, kendi elleriyle yaptıkları silâhlarla karaları ve denizleri fesada verdiler.
Bu fesadın başka ve daha derin bir boyutu da çevre kirliliği şeklinde ortaya çıktı. İnsanların kendi elleriyle ürettikleri kirlilikler ve zehirli atıklar bu gezegenin karalarını da, denizlerini de ciddî tehlikelerle karşı karşıya bıraktı. Hava kirliliği, ozon sisi, asit yağmurları, petrol sızıntıları, egzos dumanları, fabrika bacaları, nükleer atıklar, kimyasal ilâçlar, spreyler ve, daha da kötüsü, insanların birbirini yok etmek yahut birbirinin kötülüğünden korunmak için geliştirdiği silâhlar, bu gezegenin milyonlarca yıldır en küçük bir arıza vermeden sürüp giden mükemmel dengesini pek kısa bir zamanda bozdu. Böylece, Kur’ân’ın “Karada ve denizde fesat ortaya çıktı” şeklinde, geçmiş zaman kipiyle istikbalden verdiği haber gerçek oldu.
Lâkin insanlar bu durumu kavramakta çok da duyarlı davranmadılar. Gerçi bilim adamları ve çevre kuruluşları bu gidişin nereye varacağı konusunda uyarılar yaptılar ve yapıyorlar; uluslararası platformlarda sorunlar dile getiriliyor, kararlar da alınıyor. Ancak ıslah yönünde atılan adımlar ifsat hızına yetişemiyor. Hattâ, kara ve denizlerdeki bozulmanın önde gelen kahramanları, “ekonomik gelişmelerini yavaşlatacağı” bahanesiyle, çevre kirliliğini azaltacak önlemlere katılmayıp bu gezegeni fesada vermeye devam edeceklerini de pervasızca ilân ediyorlar.
Âyet ise, ortaya çıkan fesadın, insanlığın kendi eliyle işlediği kötülüklerin sonuçlarından sadece bir kısmı olduğunu bildiriyor. Ve, “Bunu da belki vazgeçerler diye tattırdık” diyor. Vazgeçilmeyecek olursa, bunu daha da büyük bozulmaların izleyeceği, âyetin ifadesinden rahatlıkla anlaşılıyor.
Bir diğer açıdan bakıldığında ise, bu dünyada tadılanlar, işlenen kötülüklerin sonucundan sadece bir kısmıdır. Eğer vazgeçmezlerse, âhirette onları çok çetin bir hesabın ve dünyada tattıklarından daha kötü bir azabın beklediği, insanların bu âyetten çıkarması gereken bir başka dersi teşkil ediyor.
Diğer yandan, sorunun büyüklüğü, bireyleri ümitsizlik veya vurdumduymazlık içine de atmamalıdır. İnsanlar karaların ve denizlerin bugünkü durumuna bakıp da “Birtek benim çabamla ne değişir ki?” diyebilirler. Zaten bu sonuçları ortaya çıkaran da böyle düşünen bireylerin topluluğundan başkası değildir. Fakat Allah huzurunda herkes bütün dünyanın değil, kendisinin hesabını verecektir. Ve bu hesapta da zerre kadar bir iyilik veya kötülük bile ihmal edilmeyecektir.
Ümit Şimşek