Bu yazıyı Cumartesi sabahı, yani Düzce depreminin üzerinden henüz bir gün dahi geçmeden kaleme alıyorum. Bu depremde hayatını kaybeden mü'minlere rahmet, yaralananlara şifa, geride kalanlara ibret ve sabır dileniyorum.
Başbakan Bülent Ecevit, 12 Kasım akşamı gerçekleşen 7.2'lik depremin ardından yaptığı "Paniğe kapılmadan her ihtimale hazır olmamız lazım"açıklamasını, endişeli bir yüz ve korkulu bir gözle şöyle bitiriyordu:
"Allah korusun!"
Sadece Allah'ın varlığına ve uluhiyyetine değil, O'nun koruyup-gözeten, yaratıp-yokeden, yaşatıp-öldüren, yüceltip-alçaltan, lütuf ya da kahrıyla terbiye eden, ödüllendirip-cezalandıran vasıflarını bünyesinde toplayan rububiyyetine de inanan bir mü'min olarak, bu duaya tüm yüreğimle "amin!" diyorum.
"Amin!" demeseniz ne çıkar? Tarih, Allah'ın korumadığı 'Kenanların' kaçıp kendisine sığındıkları sığınak, barınak, tutamak ve korunakların kendilerine mezar olduğu birey, toplum ve uygarlıklarla doludur.
Allah korusun!
Allah'ın korumadığını kim koruyabilir ki? Ve Allah'ın koruduğuna kim ilişebilir ki?
Yanlız, bu sözü söyleyen, eğer ağzından çıkanı kulakları duyan biriyse, eğer söylediği sözün ağırlığını tartacak bir bilinç taşıyorsa öyle titremeden "Allah korusun!" diyemez.
Allah, değerlerini koruyanları korur
Bir kere, "Allah korusun!" demek, peşinen "Allah'ın isterse, istediğini koruyabilir olduğu" önkabulünden/inancından yola çıkmak demektir. Tabii ki tersi de geçerli: "İstemezse, istemediğini korumaz."
Bu durumda bazı soruları sormak kaçınılmaz olmuyor mu:
Allah, kimleri korur, kimleri korumaz? Koruyacaklarında ne gibi özellikler arar? O'nun koruması altında bulunmak tesadüfi midir? Tabir caizse, o koruyacaklarını -haşa- kura ile mi belirlemektedir, yoksa onlar zaten belli midir? Allah'ın koruyacağını vaad ettiklerinde aradığı özellikler nelerdir? Allah'ın kimleri koruyacağı ve korumasını celbetme şartları belli ise, O'nun korumasını isteyenler bu şartlardan ne kadarını taşımaktadırlar?
"Allah korusun!" diye başları sıkışınca Allah'a koşanlar, Allah'ın korumaları için kendilerine emanet ettiği değerleri ve öğretiyi korumuşlar mıdır? Yoksa, onlar Allah'ın korunmasını istediği değerleri korumadıkları gibi, onu tahrip etmek için ellerinden geleni artlarına koymamışlar mıdır?
Dahası, Allah'ın değerlerini koruyanlara doğdukları toprakları zindan edenlerin, başları sıkışınca "Allah korusun!" demeleri ciddiyetle ne kadar bağdaşır? Ya da, Allah katında ne kadar ciddiye alınır? Samimiyet bunun neresindedir?
O halde, birileri, Allah'a ve O'nun korunmasını emrettiği değerlere aldırmamışlar, hatta kimi zaman o değerlere hasım olmuşlar, onları savunanları düşman bellemişler, o değerlere karşı savaş açanların yanında olmuşlar ve bizzat kendileri Allah'a karşı açılan "değer yıkıcı" savaşın lejyonerliğine soyunmuşlarsa, hangi yüzle Allah'tan koruma talebinde bulunabilirler ki?
Ve Allah böyle birinin talebine hangi gözle bakar?
O Rahman'dır, O Rahim'dir
Doğrusu, Kur'an'da O, aşkın zatını tanıtırken "Benim rahmetin her şeyi kuşatmıştır" buyurur.
Yine Kitab'ta O'nun en büyük prensibine şöyle dikkat çekilir: "Rabbiniz rahmet ve şefkati kendisine prensip edinmiştir."
Allah'ın bu "rahmet ve şefkat" prensibi, dilerim ki O'nun değerlerine bir ömür saldırıp da başı sıkışınca "Allah korusun!" diyenleri de kapsar. Bunu gönülden dilerim; fakat bilirim ki O, "sonsuz rahmet kaynağı" olan bir Rahim olduğu kadar, değerlerine saldıranlardan "öç alan" Müntakim'dir de. O, "esirgeyen" bir Rahman olduğu kadar, varlığını insanlığın değişmez değerlerine savaş açmaya adamış olan kişi, kurum ve uygarlıkları "kahreden" bir Kahhar'dır da.
O, suyu getirenle testiyi kıranı bir tutmaz elbet; fakat yine de O'nun "rahmeti gazabını geçmiştir."
İşte bu yüzden biz O'nun kahrından lutfuna sığınıyoruz.
Gazabından rahmetine sığınıyoruz.
Celalinden cemaline sığınıyoruz.
O'ndan yine o'na sığınıyoruz.
Bir kez daha Musa Peygamber'in diliyle, Kur'an'dan iktibasla, O'na şöyle yakarıyoruz:
"İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizleri helak eder misin Allah'ım!"