Yargıtay eski başkanlarından Sâmi Selçuk’un, ‘cebir, şiddet ve tehdidle, zor kullanılarak kabul ettirildiği için milletin iradesini yansıtmaz ve bu açıdan ‘mutlak butlan’ (kesin bâtıl olmak hali) ile bâtıldır ve ‘keenlemyekûn (bütünüyle yok) sayılmalıdır!’ dediği 1982 Anayasası’ndan farklı mıydı sanki, 1961 Anayasası?
Onun kabul ettiriliş şeklini anlatmak için, Tal’ât Aydemir’den bir anekdot aktarmak yeter..
22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963 askerî darbe teşebbüslerinde, Harbokulu Komutanı olarak, Harbiye’yi devreye sokmakta başarılı olan Kur. Alb. Aydemir, Ank. Mamak’ta yargılanırken.. Ağrıyan dişine ilaç koydurmak için, salondan dışarıya her çıkarılışında, ona önceden birlikte hareket sözü vermiş olan kocaman generallerin onunla gözgöze gelmemek için koridorlarda kaçıştığı ve onun da onlara, ‘Tavuklar kaçın, kaçın!. Horoz geliyor!.’ diye seslendiği günler..
İşte bu Aydemir, idâmıyla neticelenen o yargılamalar sırasında bir ‘ironi’yi dile getirmişti:
‘Giresun’da Garnizon kumandanıyken, jandarmaya, vatandaşların göğüslerinde sigara söndürterek zorla kabul ettirdiğim Anayasa’yı ihlal ettiğim iddiasıyla yargılanıyorum!’
İşte o anayasaya göre oluşturulan bir Anayasa Mahkemesi’nin, 12 Eylûl Darbesi’ni de itirazsız kabullendiği gözönüne alınmadan, son günlerin Kapatma Dâvası anlaşılamaz.. Çünkü, ‘(mâlum...) ilke ve devrimleri, hukukun kaynağı kabul eden’ bir anayasaya göre oluşmuş bir Mahkeme’nin hukuk anlayışının nasıl olacağı ortadadır.
5 yıllık bir hummalı ve başarılı çalışmadan sonra, milletin büyük ekseriyetinin iradesiyle yeniden iktidara gelen bir kadronun ‘durdurulması’nda gecikilmemesi kaygusuyla açıldığı açık olan bir ‘Kapatma Dâvası’nda 11 yargıçtan 10’u, milletin tercihinin laikliğe tehlike teşkil ettiğini görerek, kitleleri cezalandırmak yönünde oy kullandı; sadece bir kişi, Hâşim Kılıç, redd oyu kullandı.. Evet, sadece bir tek ‘adam’! Ve 10 oya karşı, 1 önemli oy!
Gerçi o 10 oy, husûmet açısından ‘birlikte’ gibi gözöküyorlardı; ama, korku ve tedbirler noktasından, kalbleri şerhâ-şerhâ idi.. Ve, aralarında görüş birliği sağlıyamadılar.. ‘AK Parti kapatılmalı..’ diyenlerin geçerli olması için, 7 oy gerekliydi; onlar, 6 oyda kaldılar, kılpayı.. Diger 4 üye ise, bu partinin, sadece ‘Hazine Yardımı’nın kısılması şeklinde; yani, yaklaşık 20 milyon dolarlık bir para cezası ile cezalandırılması görüşünde karar kıldılar..
(Hukukçu olmaları şartı bulunmayan Anayasa Mahkemesi üyelerinden) -ve nasıl bir hukuk nosyonuna sahib olduğunu bilmediğim- Fulya Kantarcıoğlu’nun ise, ‘şimdi de, kimlere yasak getirileceğini oylayalım.’ diyebilmiş olması, ilginç.. Neyse ki, H. Kılıç, ‘kapatma kararı olmayınca, siyasî yasaklamadan da sözedilemez..’ diye onu yerine oturtmuş..
Ama, asıl görülmesi gereken, zorbalıkla oluşturulan bu anayasada değişiklikler yaparak bir yere varılamıyacağıdır.. Çünkü, o değişiklikleri de, yetkisinin olduğuna dair ındî yorumlarla Anayasa Mahkemesi ibtal ede(bile)cektir; ‘başörtüsü’yle ilgili değişiklikte olduğu üzere..
Çare, mutlaka ve âcilen bir YENİ ANAYASA hazırlayıp halkın iradesine sunulmasıdır.
Temel devlet kurumları orada yeni yerini bulacaktır, Anayasa Mahkemesi de..
Şimdiki durumda ise.. Bir ‘Demokles Kılıcı’, sadece Tayyîb Erdoğan’ın ve siyasî ekibinin değil, milletin başı üzerinde de dolaşmaya devam edecektir.. Yani, denilmek isteniyor ki: ‘Siz iyi hizmet ediyorsunuz.. Belediye hizmetleri, kanalizasyon, çöp, yol, ülkenin mâmur hale getirilmesi.. Sağlık hizmetleri.. Yardımlaşma.. Ama, sakın, devletin uluslararası plandaki aslî kimliğine, kendi renginizi vermeye kalkışmayın!. Yoksa...’
Hani, M. Kemal, İsmet İnönü’yle tartışıp, -onun istifasını filan istemeden ve göstermelik de olsa var olan Meclis’ten ‘gensoru, güvenoyu’ gibi yollara gerek görmeden-, hemen Celal Bayar’ı başbakan yaptığında (Bayar’ın hâtıralarına göre) ona der ki: ‘Celâl Bey! Dış siyaseti ve gönderilecek elçileri ben belirlerim.. Generallerin terfi ve azllerini, Valilerin, Emniyet Müdürleri ve Polis şeflerinin tayinlerini ben yaparım. Eğitimin ve adliyenin genel çerçevesini de ben belirlerim.. Gerisini, dilediğin gibi idare et!.’
Erdoğan ve ekibine de, kemalist/laik güç odaklarınca aynı şey söylenmek isteniyor, bugün.. Ortaya çıkan bu tablo, millete bir kez daha sopa gösterilmesi ameliyesidir; ama, bu, milletin kervanının yol almaya devam edeceği korkusundandır da.. Yani, asıl sancıyı zorbalar çekiyor.
Erdoğan bu sopa göstermelere boyun eğip, onların beklentilerini gerçekleştirecek midir?
‘Ben hizmete varım, ama hizmetçiliğe asla.. Yaptığım hizmete de kimliğimin, dünya görüşümün mührümü vururum. Çünkü o hizmetleri o ölçülerin ışığıyla yaparım..’ diyen bir Tayyîb Bey’in bu baskılara ‘Evet’ demiyecek bir dikkatte olduğu söylenebilir..
Nitekim, o, ‘laiklik karşıtı faaliyetlerin odağı olmak’ suçlamasını görmezlikten gelmiş ve ‘hiçbir zaman laiklik karşıtı faaliyetlerin odağı olmayan AK Parti, yoluna devam edecektir..’ demiştir, karardan sonraki ilk konuşmasında..
Onun bu tavrı için, E. Özkök, 31 Temmuz yazısında, ‘Baskı altında karar almaktan hoşlanmıyor.. Sanki başkalarının söylediğne teslim oluyormuş gibi bir haleti ruhiyeye giriyor.’ diyordu. Onun eleştirdiği tavır, hele de Türkiye gibi, gizli güçlerin iktidarının kırılması gereken ülkelerde bir de desteklenmelidir.
selahaddin çakırgil