Hayâ'dan Hayata Yayılan Güzellik
Sevda-yı dildârdan gönül usandı
Güzelim cefadan niçin usanmaz
Demek ki üftadem odlara yandı
Hak'tan haya kılmaz kuldan utanmaz




Yalnızca iyilik getirendir o; yalnızca sevgi biriktirendir...
Kat kat şimdilik; dosya dosya güzelliktir hem...
Elimizden tuttu mu bir kez yükseltir yükselttikçe kişiliğimizi de yüceltir yüceltilecek kadar...

Haya, hayatın güzelliği...

''El-haya ve'l-edeb!'' der eskiler; hayasızca bir tavır gördüklerinde, edep dışı bir söz işittiklerinde.
Haya ki bir utanma duygusudur; ar ve namus perdesinden bestelenir zaman notalarında.

Perde açıldı mı da bir kez; küser sahibine ve kaçar gider coğrafyamızdan bütün güzel nağmelerini toplayarak. Kişi ancak haya sermayesi kadar edîb olur çünki; ancak hayası ölçüsünde müeddeb sayılır.

Yakışıksız işlerden alıkoyan da, kötüleri iyi kılan da odur hep.

Hayamızı yitirdik ve silinmiş boş kağıtlara döndü şimdi hayat. Lalezarlarımızda ayrıklar bitti hayasızlıktan;
medeniyet birikimlerimiz ağıt sütunlarında kırıldı, yontulmuş mermerlerimiz damar damar çatladı.

Zümrüdü ankanın kanatlarından kavruk baharlara döküldü safirler. İmkanın en dar kapısında oturup ruhumuzu şer ile şerh ettik; ve hayayı unuttuk.

Esir kentlerin mahpusları gibi puslu sokaklara serpildi fırtınalı akşamlarda hayasızlık; ve göz kapaklarımıza kan damladı süveydalarımızdan.

Her karanlıkta yağmurlar büyüttü acılarımızı ve her solukta biraz daha savaş, biraz daha şiddet, biraz daha kin, biraz daha vahşet, biraz daha.. biraz daha...

Hayamızı yitirdik ve Leyla'lar leylî renklere bağlar oldu zülüflerini.

Hayalî ahlâk bezirganları bir nane çöpüyle tarttılar hayalarımızı hayal terazilerinde; haya içinde yaşarken hayal içinde öldük.

''Hayalî'' tahallus eden şairler ''Haya-lı'' hayatlar sürerlerdi hani de, kirpiklerinin arasından eski zaman sevdalarını damıtırken

''Geçmiş zaman olur ki hayalı cihan değer'' derlerdi...

Heyhât!..

Hayal meyal şeylermiş...

Hayalî yükler bükmede şimdi belimizi.

Hayamızı yitirdik; ve tımarsız, kaşağısız, pusatsız bıraktık küheylanlarımızı; kılıçsız, kargısız, cevşensiz koyduk süvarileri. İkonlara gizlenmiş ruhbanlara çaldırdık ruhlarımızı.

Akrep yuvalarından ecinni raksların ateşi sıçradı üzerimize. Kevn ü fesadda anılmamacasına yıktık eski ahitlerimizi, yeni ahitlerimizi. Ahdimiz haya üzerineydi, kaybettik ve ahlâkımız eskidi.

Dönüş biletini giderken yırttık ahitleşmeye de, kutsal vadilerde nalınlarımızı ayağımızda unuttuk.

Parlayan yıldızlarımızdan astroitler düştü bahtımıza.
Filmin son karesiyle birlikte elif ve lam ve he de karardı. Kelamlarımızda yorulan harfler laf kılığında yağdı dünyamıza.

Efsunlu sözlerle dolu hamayılların çörekotlarınca küçüldü ruhlarımız. Gizi çözen gecelerimiz, geceyi düğümleyen gizlerde gizlendi.

Kafesinde sindirilmiş aslanlara dönünce ahlâk, avcıların tarihinde kötü figüranlar olarak anlatıldı haya; ve aslanlar kendi tarihlerini yazamadılar hiç.

Hayamızı yitirdik; ve münzevi hayallerde eklemledik âhlarımızı birbirine, düşlere karışan hayatımızı zincir yaptık.
Huzurun ak sayfalarına derunî sağanaklardan kan revan acılar gönderdik.

Gazeller ve kasideler hep yitik sevdalarda döndü mersiyeye...

Ağladık geceler ve gündüzler boyu, ağlayacağız aylar ve yıllar yılı...

Haya...

Aaah, en eski yitiğimiz...

Hayadan ötesi hayal, aslı yok bir düşünce...

Hayadan öte hayat, esası bozuk günce...

( İskender Pala )